sidretül münteha
Sat 11 June 2011, 03:49 pm GMT +0200
Sahîh Ve Hasen'e Şâmil Istılahlar:
Hadîs münekkidleri, sahîh veya hasen dedikleri hadîslerin aynı zamanda- makbul ve ihticâca elverişli.olduklarını ifâde eden başka isimlerle anılmasını da uygun görmüşlerdir. Makbul bir hadis hakkında kullamlan bu isimler arasında ceyyid mücevved kavi sabit mahfuz marûf sâlîh ve müstahsen gibi tâbirler de vardır. Bu tâbirlerde muhaddislerin ıstılahlarından çok, lügat mânâsının hâkim olduğu görülmektedir. Bilhassa ilk dört tâbir yâni mücevved ile ceyyid ve-sâbit île kavi beraber düşünüldüğünde, bunların sâdece değişik tâbir söylemek için kullanıldığı açıkça görülür. Ahmed b. Hanbel'in esahhu'l-esânîd yerine: En ceyyîd sened Zührî'nin Sâlim'den, onun da babasından rivâyetiyle meydana gelen eneddir, demesi de bunu göstermektedir.[564] Bu sözü Îbnu's-Salâh Hâkim Ebû Abdillâh gibi Ahmed b. Hanhel'den almıştır. îbnu's-Salâh bu nakline bakan bâzı âlimler onun ceyyid ile sahih tâbirlerini müsâvî gördüğü sonucuna varmışlardır. [565]
Tirmizî de, daha önce işaret ettiğimiz meşhur tâbîri yerine zaman zaman " ifâdesini kullanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Tirmizî, lizâtihî hasen mertebesini aşan hadisin, sahih derecesine çıktığında tereddüt edince - ki bu durumda hadîs, lizâtihî hasen ve liğayrihî sahih olmuştur meşhur tâbirini kullanmaktan vazgeçmektedir. Bu sözüyle Tirmizî, ceyyid tâbirinin sahîhe olduğu gibi hasen'e de şâmil olduğunu kas-detmektedir.
Bana öyle geliyor ki, şu sözleriyle Suyûtî de buna İşaret etmek istemiştir: "Mütehassıs bir hadîseinin sahih tâbiri yerine ceyyid'i kullanmasında mutlaka bir incelik vardır. Meselâ: Ona göre bir hadîs lizâtihî hasen mertebesinden yüksektir; fakat sahîh mertebesine çıktığından da şüphe etmektedir. Kavı tâbirinde olduğu gibi ceyyid tâbirini kullanınca, o hadîsin sahîh derecesinden bir derece aşağı olduğunu ifâde etmek istediği anlaşılır.[566]
Suyûtî'jıin cümlesindeki "kavî tâbîrinde olduğu gibi" sözüne dikkat etmek gerekir. Bu suretle o, "cevdet" ve "kuvvet" ifâdelerini müsavi görmektedir. Buna kıyâsen tecvîd ve cevdet tâbirleri ile sübût ve kuvvet tâbirleri arasında bir fark olmadığı neticesine varabiliriz, ister sahîh, ister hasen olsun bütün bunlar makbul hadîsin sıfatlarıdır.
Sahîh ve hasen hadîsi tarif ederken bunların şâz olmaması gerektiğine işaret etmiştik. Şâz olmadıktan başka bunlar münker de olmayacaktır. Buna göre şâz ve münker'in mukabili olan mahfuz ve ma'rûf sıfatlarını alırlar. îbnu Hacer diyor ki: "Kendinden daha sika olana muhalif olmamak şartıyle sahîh ve hasen hadîs râvîsinin yaptığı ziyâde makbuldür. Eğer daha makbul hadîse muhalif olursa bu hadîse mahfuz, onun mukabiline de şâz denir. Kendinde zayıflık bulunmakla beraber makbule muhalif olan hadîse macrûf denir. Mukabili de münker'dir. [567]
Sahîh ve hasen olan hadîslere "sâlih" denmesine gelince, mânâsından da anlaşılacağı üzere, onların ihticâca elverişli oldukları kastedilmektedir. [568] îşte bunun içindir ki muhaddisler, Ebû Davud'un Sünen'indeki hadîslerin sâlih olduğunu söylerler. Zîrâ onda hem sâlîh, hem de hasen hadîsler vardır,
Muhaddislerin bir hadîs hakkında demeleri, o hadîsin - açıkladığımız - ıstılâhî mânâsıyle hasen olduğunu göstermez. Aksine hasen'e olduğu kadar, sahîh olmaya da ihtimâli bulunduğunu belirtir. Hasen demek, cevdet demektir. Müstah-sen'den maksat da ceyyîd olmaya elverişli demektir. Muhaddisler bu tâbirleri ve müştaklarını ne de kolay anlıyorlar!. Bu tâbirlerin avam ifadesine benzeyenlerini tefrik etmek hususunda ne kadar da hassastırlar!
Ali b. el-Medînî diyor ki:
"Süfyân b. Uyeyne'nin meclisinde bulunuyorduk. Süfyân, Rasûlullah (s.a.v.)'m bir hadîsini okudu. Orada bulunanlardan biri: Ne kadar güzel! dedi.[569] Süfyân ona dönerek şunları söyledi: Cevahirden de güzel, inciden de güzel, yakuttan da güzel, dünyada mevcut olan her şeyden de güzel desen olmaz mı?. [570]
Sahîh ile hasen arasında müşterek olan noktalardan biri de şudur: Bir sened hakkında sahihtir veya hasendir diye hüküm vermişsek, bu hükmün metne de şâmil olması gerekmez; zîrâ metin bâzan şâz veya mu'allel olur. Bu noktaya sahîh hadîs bahsinde temas etmiştik. Burada ona tekrar temas edişimizin sebebi, sahîh ile hasen arasında bir benzeyiş ve mantıkî bir alâka olduğunu göstermek; ayrıca "senedi sahîh olan her hadîsin metni de sahîh olmaz[571] demek suretiyle arazdan önce cevheri, şekilden önce de muhtevayı gözeten, muhadrîisîerin bir oıçüsünü ortaya koymaktır.[572]
[564] Ma'rifetu 'ulûmi'l-hadîs, s. 54, Bu tâbirlerde lügat mânâlarının daha çok dikkate alındığını göstermek üzere muhaddislerin çok beğendikleri rivayetlere
Hadîslerin en ceyyidleri ve göz bebekleri" (el-Câmi* li ahlâkı'r-râvl, c. VII, v. 127)
Bundan daha. hadîs yoktur" (el-Câmîc ,c. VIIj v. 134) demelerini misâl olarak zikredebiliriz. Muhaddisler hadîs lügatini ve ıstılahlarını kullana kullana o hâle gelmişlerdir ki, beğendikleri bir fikir ve görüş hakkında kanaatla-
nm söylemek için dahî demişlerdir (et-Tavzîh, c. I, s. 327).
Tedlîsde dahî -ki ileride göreceğimiz üzere tedlîs, hadîsin zayıf olduğunu gösteren sebeplerdendir - münekkidler cevdet ve tecvîd tâbirlerini kullanmışlardır. Bir râvî senedden zayıf râvîleri atıp, tedlîs-i tesviye suretiyle onların yerine zayıf olmayan râvİİeri zikredince Senedi ceyyid yaptı" derler Bk. TavrfhuM-efkâr, c. I, s. 376).
[565] TedrîbuV-râvî, s. 58.
[566] Tedrîbu*r-râvî, s. 58.
[567] Şerhu'n-nuhbe, s. 12-14; ^î* Suyûtî, Elfiyye, s, 93. dip not.
[568] îtibâr*a elverişli olan 2ayıf hadîsler hakkında da bâzan bu tâbir kullanılıştır (Bk. Tedrrbu'r-râvî, s. 58).
[569] el-Câmi* li ahlâkıVrâvî, c. VII, v. 135 a-b.
[570] Aynı eser, C. VII. s. 135 a.
[571] Bk. Tavzîhu'I-eflcâr, c. I, s. 193; Ihtisâru 'ulûmi'I-hadîs, s. 46.
[572] Dr. Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 133-136.