seymanur K
Thu 22 September 2011, 04:57 pm GMT +0200
2- Şah Veliyullah Dehlevi Hareketi (1703-1762)
İmam Rabbani'den sonra Hind'de Şah Veliyullah'ın cahiliye ile mücadele verdiğini görmekteyiz. Veliyullah, cahiliyenin bütün pislik ve çirkefliğine rağmen edindiği İslami inanç ve kültür ile çekinmeden mücadele vermiştir. Bir yandan cahili saltanatları sarsıp kırarken, diğer yandan da İslam nizamının hakimiyeti için canını ve malını seferber ediyordu. İlim talebi için bir çok beldeleri gezmiş ve neticede Delhi'de büyük öğrenciler yetiştinniş ve bir çok eserler kaleme almıştır.
Veliyullah Dehlevi, fiili mücadeleyi istediği halde girememiş, ancak mücadelesini İslam'ı savunmak, bid'at ve hurafeleri temizlemek ve cahiliye düşüncelerini silip süpürmek şeklinde yürütmüştür.
İmam Dehlevi, kendi çağında karşılaştığı sapıklıkları şöyle dile getiriyor:
'Ben insanların üç şeyi birbirine karıştırdıkları bir dönemde yaşıyorum. Bunlardan birincisi; Demagojidir ki, bunun başlıca sebebi Yunan düşüncesidir. Halk skolastik tartışmalara o kadar daldı ki, onların söz ve davranıştan dahi Kur'an ve Sünneti kabul etmemek şeklinde açığa çıktı. Dinin esaslarına dahi birer demagoji unsuru olarak müracaat edildi.
İkincisi, dini anlayıştaki hatalart Mistik zikir, mecazi unsurlar son derece yaygınlaştı. Bütün bunları kabul etmeyip, Hakka bağlananlar halk tarafından dışlandı, itibar görmedi. Kürsülerdeki bütün vaaz ve hutbeler sufi düşüncesine göre yapılır oldu. Aklı başında olan hiç kimse, büyük zorlukları göze almadan bunlara karşı çıkamaz oldu. Bu ise, gerçeğin her zaman açığa çıkmasını engelleyen bir husustur. Hükümdarların desteğindeki sufiler, her şeyi değiştirip istedikleri bir şekle kavuştular.
Üçüncüsü, Allah'a ibadet:
Halkın müslüman olması, Allah'a ibadet zorunluğunu getiriyor. Fakat buna rağmen arzu ve istekleri, Allah'a ibadet etmelerine engel teşkil etti. Halk, ne şaşaalı mistik unsurlara inanmayı bırakıyor, ne de kendi güç ve akıllanırın üzerindeki şeylere burunlarını sokmaktan vaz geçiyor. Kendi kişisel görüşlerinin doğruluğunu ispatlamak için tartışmalara giriyor, görüş ayrılıklarından dolayı birbirlerini çok büyük şeylerle itham ediyorlardı. Herkes teferruata ait görüşlerin çokluğu içinde dinin anlamını yitirmiş bulunuyor.'
Dehlevi aynı kitabın bir başka yerinde şunları yazar:
'Layık olmadıkları bir makamı, veraset yoluyla ele geçiren sözde mürşitlere sorarak isterim:
Dini niçin kendi arzu ve çakırlarınızla oyuncak hale getirdiniz? Allah (cc)'ın Resulü aracılığı ile bildirdiği mutlak doğruları niçin terkediyorsunuz? Niçin onları önemsemiyorsunuz? Hepiniz kendinizi mürşit ve mehdi olarak görüyor, fakat üzerinde bulunduğunuz yanlış yoldan bir an olsun vaz geçmiyorsunuz. Bununla da karmıyor insanları da yanınıza çağırıyorsunuz. Biz, sadece dünyaya yönelik çalışanları, ilmi dünya mallarına sahip olmak için öğrenenleri, çıkarlarını korumak için dinin esaslarını işlerine geldiği gibi yorumlayanları kabul etmemeliyiz. Çünkü onların hepsi de en azından birer günahkâr ve sahtekârdır. Nefislerine aldanmış ve şimdi de başkalarını aldatmaya çalışıyorlar.
Kendilerine 'alim' dendiğinde gururlananlara derim ki, ilim diyerek gramer ve skolastizmi gördünüz ve bunlara bağlı olarak da Yunan düşüncesinin mensupları haline geldiniz. İçinde bulunduğunuz yanlışları doğru kabul ettiniz. Halbuki şu bir gerçektir ki hakiki bilgi Kur'an ve Sünnet'tedir. Siz kendinizi sizden önceki insanların söylediklerini araştırmaktan başka bir şeyle meşgul olmaktan alıkoydunuz. Halbuki hesaba çekileceğiniz şey, insanların söyledikleri değil, Resul'ün getirdikleridir. Sizler öyle bir konuma geldiniz ki birinize peygamberin bir hadisi ulaşsa o hadise değil, takip ettiğiniz bir başka insanın sözüne uyarsınız. Bunu da İslam adına yaptığınızı Allah'tan korkmadan söylersiniz. Mazeretiniz de hazırdır:
'Biz o hadisin gerçek anlamını bilmeyiz. Şeyhimiz başka şey söylediğine göre demek ki o hadisin anlamı budur. Şeyhimizin herhangi bir hadisi görmemiş, gözden kaçırmış olması mümkün değildir vs.' Şunu unutmayın ki üzerinizde bulunduğunuz bu halin İslamla hiç bir ilgisi yoktur. Eğer peygamberi tasdik iddianızda samimi iseniz, o zaman mezheplere uysun uymasın Resul'ün söylediklerini doğrulayın. Eğer sizler tâbi olduğunuz iddianızda samimi iseniz, Allah'ın bildirdiklerini tartışılmaz doğrular olarak kabul ediniz. Fakat sizin yolunuz bunlardan çok başkadır. Her zaman hakka batıl karıştırmakla uğraşır oldunuz. İnsanların hayat sahalarını daralttınız. Halbuki sizin görevleriniz insanların hayat sahalarını genişletmek olmalıydı. İnsanlar hakkında hüküm vermek değil, İslam'ı olduğu gibi insanlara ulaştırmakla uğraşmalıydınız. Sizler doğru ve kurtuluş yolu diye ne olduğu belli olmayan, aptal şairlerin sözlerine uydunuz. Allah'ın Resuluna uyulmaya en layık olandır.
Yöneticilere sormak isterim:
Allah'tan hiç korkmuyor musunuz? Zevk ve çıkarlarınıza o kadar bağlandınız ki, yöneticisi olduğunuz insanların sefaletieri hakkında hiç bir bilginiz yok. Sarhoşluk, hayatın normal bir özelliği gibi algılanır oldu. İnsanlar kumar pisliğine rahatlıkla bulaşıyorlar. Bütün bunların başlıca sebebi onları kontrol edecek müslüman yöneticilerin olmamasıdır. Bu saltanat yönetiminde Allah'ın hükümleri uygulanamaz oldu. Siz zayıfı sömürüyor, kuvvetlinin yaptığı kötülüklere aldırmıyorsunuz. Hayatınızın amacı, ziyafet sofraları, fuhuş, eğlence, içki, süslü elbiseler, büyük saraylar oluşturdu. Siz Allah'ı hiç düşünmüyorsunuz?
Askerlere derim ki:
Hak için savaşmak, İslam'ı hakim kılmak, insanlara bu dini ulaştırmak, zorbaların zulmüne son vermek, adaleti kurmak, şirki, zulmü, küfrü kaldırmak için Allah sizleri bu makama getirdi. Sizler ise asıl gayenizi unuttunuz. Ata binmeyi, silah kullanmayı, macera peşinde koşmayı, birer gaye haline getirdiniz, Sizler para ve mal için savaşan birer maceracıdan başka bir şey değilsiniz. Şarap ve diğer içkileri içiyor, sakallarınızı kesip, bıyıklarınızı bırakarak kafirlere benziyorsunuz. Halkı eziyor, zulüm ve sömürüyü bizzat siz yapıyor veya aracı oluyorsunuz. Artık kazancınızın haram mı helal mi olduğunu düşünmez oldunuz. Ama şunu unutmayın ki, başıboş bırakılmadığınız gibi bütün bu yaptıklarınızdan haberdar olan bir Allah var ve bir gün hepinizin hesabını görecektir. Kendinizi şimdiden hazırlayın o hesaba ve sonundaki acıya.
Esnaf ve halka derim ki:
Allah'a layıkıyla kulluk etmek gibi bir düşünceyi unuttunuz. Namus mefhumunun sizin için hiç bir anlamı kalmadı. Allah'a olan inancınıza sahte tanrılara inanarak şirk karıştırdınız. Allah'tan ziyade o sahte tanrılar için kulluk eder, kurban keser oldunuz. Yöneticilerinizin ve evliya olarak tanıdıklarınızın mezarlarını birer ibadethane haline getirdiniz. Onlara ibadet etmekle meşgul oluyorsunuz. İçinizden birisi biraz mal ve mülke sahip olsa, israfa dayalı bir hayatı yeğler hale gelir. Çevrenizdeki ihtiyaç sahiplerim hiç gözetmiyorsunuz. Farkında olun veya olmayın önemli değil, fakat şunu unutmayın ki, dünya hayatının asıl gayesinden uzaklaştığınız gibi, ahireti de unuttunuz. Ahiretin sizin için hiç bir önemi kalmadı.
Son olarak bütün müslümanlara seslenmek istiyorum:
Ey Ademin çocukları... Ne yazık ki gerçek imanı bozan cahiliye unsurlarını kabul ettiniz. Mesela; bir kısmınız, İmam Hüseyin'in şehadet tarihi olan 10 Muharremde toplanarak eğlenceler düzenliyorsunuz. Mezhepelerden birine dahil olanlarda o günü yaş günü ilan ediyorlar. Halbuki günlerin tamamı Allah'ındır. Ve her şeyin olması onun takdiriyledir. O gün İmam Hüseyin zorbalar tarafından şehid edilmiştir. Fakat Allah'ın salih kullarının ölümünden hangi gün üzüntü duyulmaz ki? Büyük bir kısmımız o gün eğlence günü ilan etmekle, o mübarek zatı şehid eden zorbaların savunucusu oldunuz. Sizler kurtuluş geceleri adı altında bütün rezaletlerinizin bir anda bir iki ibadette affolunacağına inanıp, her türlü kötülüğü işler oldunuz. O gün sanki ölülerinizi doyurmak üstünüze gerekli vazifeymiş gibi kabirlere yiyecekler götürür oldunuz. Bütün bunlarda sizi haklı kılan nedir? Delillerinizi nereden buldunuz? Cahiliyede o kadar ileri gittiniz ki, hayatı çekilmez hale getirdiniz."
"Duaların kabulü için mezarları, türbeleri ziyaret eden kişi, cinayetten daha kötü bir iş yapar demektir. Bunu yapmakla herhangi bir puta tapmak arasında pek fark yoktur. Şunu unutmamalı ki, bu işi yapanların fiiliyle Lat ve Uzza'ya tapanların fiili arasında çok fark yoktur. Fakat yine de ihtiyatlı davramyor ve onların kafirliği hakkında hüküm vermekten çekiniyoruz." [192]
Şah Veliyullah Dahlevi, felsefenin İslam'da açtığı yarayı da farketmiş, yıllar boyu İslam alimi geçinenlerin Yunan ve Hint felsefelerini İslam'a malederek 'İslam felsefesi ' diye bir felsefe ortaya çıkarmalarına şiddetle karşı çıkmış ve İslam düşüncesiyle ortaya konan İslam felsefesi arasında hiç bir benzerliğin olmadığını ispatlamıştır. Ona göre İslam felsefesi, ithal edilmiş bir düşünceden başka bir şey değildir.
Dehlevi'nin yaptığı icraat ve tecdidin en önemli kısımlarından biri de, İslam'ı şahıslardan hareketle değil, İslam'dan hareketle şahısları değerlendirmek olmuştu. Çünkü şahıslar fanidir. Ama İslam baki kalacaktır. Dehlevi kısaca, Vahiy ve naslarla sabit olan ve hiç bir zaman değişiklik kabul etmeyen İslam ile, cahiliyeyi birbirinden ayırarak aralarında kalın setler oluşturmuş, kendisinden sonra tekrar birbirine karışmasın diye "Hüccetül Balığa", "Tefhimati İlahiye" ve "İzalat" gibi eserler bırakmıştır. Bu eserlerinde, İslam toplumuna yakışan idare şeklinin, Raşid Halifeler dönemindeki yönetim biçimi olduğunu ısrarla kanıtlamıştır. Yine Yahudi efsanelerinin Kur'an litaratürüne dahil edildiğinin farkına varmış, bunu İslam düşüncesine vurulmuş bir darbe olarak kabul ederek, sert bir dille eleştirmişti. Onun bütün amacı, öze dönüşün mücadelesini veren Ebu Hanifeler, İbni Teymiyeler gibi hareketle etkinlikleri olanların yolundan yürümekti. Veliyullah Dehlevi, uzun süren çalışmaları neticesinde İngiliz ve Sinler gibi dış güçlerle, ruhi ve ahlâki çöküntü gibi iç tehlikelere karşı koyabilecek bir potansiyel yetiştirmişti. Bu da onun muzaffer olduğunu göstermeye yeterli bir belgeydi. [193]
[192] İslamda İhya Hareketleri; s.109-113
[193] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 213-218.