- Sağlık Bakanı Recep Akdağ

Adsense kodları


Sağlık Bakanı Recep Akdağ

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 27 May 2012, 10:35 am GMT +0200
Sağlık Bakanı Recep Akdağ: Kimseyi zorla aşı yapmıyoruz
M. Fuat ER, İbrabim BARAN • 58. Sayı / SÖYLEŞİ


İnsanoğlu tarih boyunca salgın hastalık tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Yaşandığı dönemin koşullarına göre yapılan mücadeleler kimi zaman başarıyla sonuçlansa da çoğu zaman büyük felaketlere sebep oldu. Teknolojinin ilerleyip modern tıbbın zirvede olduğu günümüzde de salgın hastalıkların tehdidinden tamamen kurtulmuş değiliz. Öyle ki tıpkı daha birkaç yıl önce karşı karşıya kaldığımız kuş gribi ve bugün tüm dünyayı tehdit eden domuz gribi vakalarında görüldüğü gibi, yeni bir salgın ortaya çıktığında önlem alıncaya kadar yüzlerce insanı kaybediyoruz. Dahası nasıl üretildiğini bilmediğimiz ilaçlarla yapılan korunma yöntemleri de bugün ciddi oranda tartışılıyor. Tüm bu tartışmaların merkezindeki isimle, Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’la domuz gribini ve beraberinde getirdiği tartışmaları konuştuk.

Tarihsel süreçte sosyal, ekonomik ve politik birçok karmaşa ve paniğe sebep olan hastalıklar görüldü. Fakat ilk defa H1N1 virüsünün sebep olduğu domuz gribi salgını henüz başlangıcında dünya devletleri tarafından ciddiye alındı. Bunu nasıl okumak gerekiyor?

Bir riskin varlığı epeyce bir zamandır biliniyor. Kuş gribinden beri Dünya Sağlık Örgütü bütün ülkeleri kıtalararası bir salgın, bir pandemi konusunda uyardı. Bir grip virüsünün köklü değişiklik göstererek geçen yüzyılda olduğu gibi çok sayıda insanı etkileyebileceğini, etkilenenlerin bir kısmının ağır etkileneceğini ve hayatlarını kaybedebileceğini bildirdi. Bu konuda bütün ülkeleri uyardı ve hazırlık yapmaya çağırdı. Bir salgın da geldi gerçekten. Biz de dikkatli bir hazırlık yaptık. 40’a yakın bilim adamı ve konunun ilgililerinden oluşan bir kurulla bir salgın planı hazırladık. Bu plan çerçevesinde de çalışmalarımızı yürütüyoruz. Çok sayıda insanın kısa zamanda hastalanması riski olduğu için tehlike önemli. Çünkü bu yeni bir virüs ve hiçbir insan buna karşı bağışık değil. Veya belli bir yaşın üstünde olanlarda kısmi bağışıklık belki var. Bir şey daha var; bu yeni virüs şu anda hızlı yayılıyor, ama öldürücü hastalık yapma oranı çok yüksek değil. Tabii hızlı yayıldığı için bu oran çok yüksek olmamasına rağmen sağlıklı erişkinler, gençler ve çocuklar, özellikle hamilelerde ölüme yol açabiliyor. Bildiğimiz mevsimsel gribin böyle bir özelliği yok. O daha çok yaşlıları ve hastaları ağır biçimde etkiliyor. Ayrıca söz konusu virüsün bir kere değişikliğe uğrayarak çok daha ağır hastalık yapabilecek bir forma dönüşme riski mevcut.

Mutasyona uğrama riski var yani…

Evet, mutasyon riski var. Kuş gribiyle veya herhangi bir şekilde. Çünkü daha önceki yüzyıllardaki salgınlarda ikinci dalgalarda böyle mutasyona uğramış, değişmiş, daha saldırgan virüslerle karşılaşılmış.

HASTALIĞI SİYASET MALZEMESİ YAPMAK YANLIŞ

Eski bir Sağlık Bakanı normal gribin domuz gribinden daha tehlikeli olduğunu ve domuz gribinin fazla abartıldığını iddia ediyor?


Ben bilimin verileri ve diliyle konuşmak durumundayım. Bu işi siyaset malzemesi yapmak yanlış. Dünya Sağlık Örgütü’nü, Amerika Hastalık Kontrol Merkezi’ni, Avrupa Hastalık Kontrol Merkezi’ni bu işleri öteden beri iyi yapan ülkelerin, gelişmiş Avrupalı ülkelerin hastalık kontrol merkezlerini hiçe sayıp öyle kendi başına fikirler üretmenin ilmî bir değeri yok. Bu tarz söylemler vatandaşın kafasını karıştırmaktan öteye de gitmiyor. Bunu bir pandemi olarak niteleyen Dünya Sağlık Örgütü. Yani bir sayın eski bakan veya bir başka kimsenin bu hususta bir yetkinliği yok ki, onun söylediğine itibar edelim. Konuştuğumuz şeylerin delile dayalı olması lazım. Her bilimde, her alanda bu böyledir. Alanınız ne olursa olsun. Mesela İmam-ı Azam Hazretleri devenin üzerindeymiş, “devenin kaç ayağı var?” diye sormuşlar, inmiş deveden saymış; “bir, iki, üç, dört; dört ayağı var”. Şimdi o insana sormak lazım, “Bir düşüncen varsa, delilin ne?” Birisi aşı hakkında olumsuz bir şey söylüyor. “Kardeşim delilin ne?” diye sormak lazım.

Daha önce kuş gribi vakasında da benzer eleştiriler olmuştu. Özellikle üzerinize gelindiğini düşünüyor musunuz?

Aslında özellikle üzerimize gelindiği yok. Kriz durumlarında kafa karışıklığına yol açabilecek yayınlar veya tavırlar her ülkede görülüyor. Böyle bir salgını veya benzeri salgınları iyi yönetmenin bir şartı da iletişimi yönetmek. Biz de buna ciddi bir mesai harcıyoruz. Bugün diyelim ki bu hastalıkla veya bu hastalığın niye ortaya çıktığıyla ilgili senaryolar, aşıyla ilgili senaryolar, spekülasyonlar her ülkede yapılıyor. Her ülkede sağlık bakanlıkları ya da ilgili kuruluşlar zaman zaman da sağlık bakanları buna karşı da mücadele ediyorlar. Bu bizim işimizin bir parçası. Özellikle internet ortamı ve iletişimin çok kolaylaşması, dedikodunun da çok kolay yayılmasına yol açıyor. Dedikodu kötü bir şey. Bakın hepimizin gözünü dikmesi gereken alan ilmî çevrelerdir. İlim çevrelerinden kastımız da ilmin nerede ittifak ettiğidir. Yoksa yüz kişi bir hususta ittifak ederken iki tane ilim adamı farklı konuşmuş, bunun bir kıymeti harbiyesi yok. Onun için Dünya Sağlık Örgütü önemli, onun için Amerika Hastalık Kontrol Merkezi, Avrupa Sağlık Kontrol Merkezi, Türkiye’deki bilimsel kurul önemli. Biz kırk kişilik bilimsel bir kurulla çalışıyoruz. Bu bilimsel kuruldaki üyelerin büyük çoğunluğu sağlık bakanlığının elemanı değil. Üniversitelerden değerli bilim adamları. Onların mutabakat içinde olduğu bir yerde başkaları farklı düşünebilirler, düşünsünler… Açık söyleyeyim; halkın kime kulak vermesi gerektiğini biraz kendisinin seçebilmesi lazım.

BAŞBAKAN İLE GÖRÜŞ AYRILIĞIMIZ YOK

Kamuoyuna yansıdığı şekliyle Başbakan ile fikir ayrılığınız nedeniyle ortada bir karmaşa da var. Bunu nasıl ortadan kaldırmayı düşünüyorsunuz? Türk Sağlık-Sen bir araştırma yaptı. Sağlık çalışanlarının da aşıya karşı endişe duyduğu dillendirildi.

Bu çeşit saha araştırmaları yaparken bunları bilimsel yapmak lazım. Bu bahsettiğiniz sendika veya benzerleri ne kadar bilimsel araştırma yapıyorlar, doğrusu o hususta ben çok kuşkuluyum. Ama doğrudur, bu araştırmalar olsa da olmasa da sağlık çalışanlarında bile –bu bile kelimesi önemli– aşıya karşı bir kısmında bazı şüphelerin oluştuğu bir gerçek. Ayrıca “Başbakan ile görüş ayrılığı” diye altı çizilecek bir durum da yok. Nereden kaynaklandı bu söylediğiniz düşünce; Başbakan bir grup konuşmasına inerken ona bir bilgi veriliyor. Bunları biz Başbakanımızla konuştuk sonradan. Deniyor ki; Sağlık Bakanı sizin ve Cumhurbaşkanı’nın da aşılanacağınızı beyan etti. Bir televizyonda geçen altyazı sebebiyle böyle bir bilgi gidiyor Başbakan’a. Hemen peşinden grup konuşmasına gidince de “ben burada bakanımla ayrı düşünüyorum” diyor. Çünkü kendisi de aşılanmayı düşünmüyor, bir de insanları buna mecbur edemezsiniz, yani Sağlık Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı bile aşılanacak, diye onlara sormadan söylerseniz böyle bir intibaınız olur. Ama sonradan anlaşıldı ki bu haber yanlış. Sağlık Bakanı böyle bir şey söylemiş değil, söylemesi de gerekmiyor. Başbakan zaten risk grubunda değil, aşılanması da gerekmiyor. Ama Başbakan benden iki şeyi özellikle istedi, daha sonra o konuşmanın akabinde. Beni çağırdı, resmi konutuna gittim. Bir saate yakın bir görüşme yaptık. İki şey istedi. Bir, insanların aşılanma mecburiyeti olmadığını kendilerine açıkça ifade edelim. Tamam, biz aşıyı getirdik, ücretsiz bu aşı. Vatandaşın istifadesine sunduk bir sigorta olarak; bu önemli bir sigortadır benim kanaatime göre de. “Ama mecbur olmadıklarını anlatın.” Ben ondan önce birçok yerde anlatmıştım. Şimdi de bunu yine anlatıyoruz. Şimdi size de söylüyorum; evet insanlar aşılanmaya mecbur değil. İki, “aşının yan etkilerini de anlat”. Çünkü bu kadar tartışma çıkan bir alanda yarın bir tek kişide bile ciddi bir yan etki çıksa, bu sefer birtakım muhalefet çevreleri bunu bir bahane olarak kullanacaklar. İşte, yan etkilerini anlatıyoruz şimdi. Daha da anlatacağız. Bu hususta da şunu biliyoruz; hastalık geçirmenin riskleriyle aşının yan etkileri dikkate alınır, kıyaslanırsa hastalığınki çok daha önemli.

“Eğer aşı olmadığı için herhangi biri hayatını kaybederse aşı aleyhinde propaganda yapanları dava edeceğim” şeklinde bir açıklamanız oldu. Şayet böyle bir durum ortaya çıkarsa bu kişileri dava edecek misiniz?

Böyle bir açıklamam oldu evet. Vatandaşın aklını bu hususta karıştıranlar hukuki sorumluluklarının olabileceğini ve vicdani sorumluluklarının olabileceğini bilmelidir. Yarın bir vatandaş gelip dese ki, “ben çocuğuma aşı yaptırmadım, astımlıydı.” veya “ağır hasta olan bir yakınıma aşı yaptırmadım, sonra da o virüsü kaptı, ağır hastalandı ve hayatını kaybetti”. Bunun hukuki sonuçları olur. Ben de Sağlık Bakanı olarak bunun takipçisi olurum. Bunu Başbakanımızın konuştuklarıyla özdeşleştirmeye çalışanlar var. Bu yanlış. Başbakan kimseye “zinhar aşı olmayın” demiyor. Zaten öyle demesi önemli bir çelişki olurdu. Aşıyı hükümet ve o hükümetin sağlık bakanı satın alıp getiriyor. Yani burada bilimdışı bir biçimde vatandaşın aşılanmasını engelleyerek ona zarar veren olursa, ben ona müdahil olsam da olmasam da yarın hukuk bunun hesabını sorar.

TÜRKİYE’DEKİ ŞEFFAFLAŞMA SAĞLIKTA DA GEÇERLİ

50 yıldır sağlık örgütleri ölümcül bir virüs uyarısında bulunuyorlar. Domuz gribinin kuş gribi gibi korkulan bir hastalık olmadığı söylenmesine rağmen, dünya, küresel çapta salgınla mücadele etmenin deneme sınavını veriyor diyebiliriz. Bu mücadelede dünyayı ve Türkiye’yi nasıl değerlendiriyor, kıyaslıyorsunuz?

Doğrusu Avrupa ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkeler oldukça hazırlıklı karşıladı bu pandemiyi. ABD, Kanada gibi ülkelerin de oldukça hazırlıklı karşıladığını biliyoruz. Bütün bunlar son dört senedir Dünya Sağlık Örgütü’nün uyarısıyla yapılan çalışmalar sonucunda oldu. Daha önce dünya hiçbir salgını böyle karşılamadı. Zaten “şu kadar insan hayatını kaybedebilir” şeklindeki senaryolar bir taraftan mutasyona uğrayan ve toplum tarafından, bireylerin bağışıklık sistemi tarafından tanınmayan bir virüsün gelebileceği tahminine dayandırılırken, öbür taraftan da “eğer tedbir alınmazsa böyle büyük sıkıntılar ortaya çıkar” anlamında söyleniyor. Tedbir aldıkça bu azalır. Yani işi kontrol altına alırsınız. Bakın, aslında Türkiye ile Ukrayna’yı karşılaştırsak konuyu rahatça çözeriz. Türkiye’de ortalama bir vatandaş bu virüse karşı korunması gerektiğini biliyor. Peki, nasıl korunma derseniz; bu el yıkama konusu da birçok kişi tarafından öğrenildi. “Soğan, sarımsak yiyin iyileşirsiniz, hastalığa yakalanmazsınız” şeklindeki birtakım çok yandan düşüncelerin biraz işi sulandırdığını da söylemek gerekiyor ki bu ayrı mesele.

Ama bunların doğal antibiyotik olduğu ve çok gerekli olduğu iddia ediliyor?

Bunlar sadece normalde bağışıklık sistemini her hastalık için ne kadar kuvvetlendirirse, o kadar kuvvetlendirir. Bu virüs sizde ciddi hastalık yapmaz anlamına hiçbir zaman gelmez. Bundan korunmanın yolu virüse karşı, virüsün vücudunuza girmemesini sağlamak veya girmesi artık kaçınılmaz hale gelirse ve toplumda yayılma riski varsa ve yayılmışsa aşılanmak. Burada bir nokta daha var; Ukrayna öyle bir hazırlık yapmadan yakalandı. Ulusal laboratuarları bile yetersizdi. 46 milyon nüfuslu bir ülkede bir hafta içinde 100’e yakın insan öldü. Türkiye ile Ukrayna ya da benzeri ülkelerin farkı bu. Bir de Türkiye artık tamamen şeffaf olduğu ve bu anlamda çağdaş normların sağlıkta da uygulandığı bir ülke. Birçok ülkede belki de çok kimse hayatını kaybediyor veya yarın kaybedecek bu hastalıktan dolayı. Kimse duymayacak bile bunu. Türkiye böyle bir ülke değil. Biz şimdi bir camekânın içinde yaşıyoruz. Böyle olması da çok iyidir, böyle olması da gerekiyor. Yani, hazırlıklı olmakla hazırlıklı olmamanın arasındaki farkı en iyi gösteren örnek Ukrayna ve Türkiye örneğidir.

AMERİKALILAR BURUN AŞISI KULLANIYORLAR

Aşıyı üç firma üretiyor bildiğimiz kadarıyla…

Daha fazla… Ama en çok üreten üç firma.

Bunlar Avrupa İlaç Ajansı’ndan onaylı firmalar. Ama şöyle de bir tartışma vardı. Bizim satın aldığımız aşılarda adjuvan diye bir madde var ve bunun yan etkilerinden söz ediliyor. Amerika’da ise bu maddenin kullanılması yasak…

Amerika’da, Avrupa’da kullanılan aşılarda kullanılan adjuvanın yasaklandığına dair elimizde hiçbir bilgi yok. Sadece kullanmıyorlar. Niye kullanılıyor bu adjuvan; daha az miktarda antijenin daha çok sayıda insana yetmesi, onların aşılanabilmesi için. Amerika farklı bir yaklaşım sergileyerek birkaç sene önce bu pandeminin çıkacağını tahmin ettiği için birkaç firmayla görüştü. Ve onlara önceden para vererek yarın pandemi sırasındaki virüs için ortak aşı üretin kararı aldı. Amerika’nın böyle bir kolaylığı var. Diğer ülkelerin böyle bir kolaylığı yok. Dolayısıyla herkes Amerika gibi yalnızca antijenle bu aşıyı kullanmaya kalkışsa, böyle bir niyeti olsa zaten hiç kimseye dünyada aşı yetmez. Adjuvanlı aşıyı kullanırsa yarın belki Amerika’da bile aşı yetmeyecek, şaşmayın. Peki, ben başka bir tartışma açayım o zaman. Amerika ilk defa burundan aşı kullanıyor. Ne olacağını biliyor muyuz peki? Niye buna itiraz etmiyor insanlar da, öteden beri on milyonlarca kişide kullanılmış ve ilmin reddetmediği adjuvanın tehlikelerinin olduğunu iddia ediliyorlar? Bakın mesela bizim aşı aldığımız bir firmanın adjuvanı 40 milyon kişide kullanılmış. Ve bilimsel olarak bunun kimseye bir zarar verdiği görülmemiş. Şimdi Amerikalılar burundan –bunu ilk defa size söylüyorum– yeni bir aşı kullanıyorlar. Daha önce hiç kullanılmamış böyle bir aşı. O zaman bu daha tehlikeli. Onun için bunları tartışmak yerine ilmin ne söylediğine, bilim adamlarının ne söylediğine bakmak lazım. Geçmişe yönelik aşı yapılan 10 milyon kişide görülebilecek yan etkilerle o yan etkilerin toplumda hangi sıklıkla görüldüğüne bakmışlar. Birbirinden hiç farkı yok. 10 milyon kişi önemli yani. 10 milyon aşı yapılan kişiyle dört konu seçmişler. 10 milyon aşı yapılanla yapılmayanlar arasında sıklık aynı çıkıyor. Nasıl oluyor şimdi bu? Türkiye’de her yıl yaklaşık 200 bin kadın kendiliğinden düşük yapıyor. 1.200.000 hamilenin 200.000’i düşük yapıyor. Şimdi diyelim, biz hamilelerin hepsini bu ayın başında bir haftada aşıladık. Sonra bu hamilelerde bir ayın içinde şu kadar düşük görüldü, siz ne diyeceksiniz gazeteci olarak? Aşı yapmasaydık da oluyor bu kadar düşük. Eğer 20 bin düşük 30 bine çıkıyorsa o zaman aşıdan dememiz lazım.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre şimdiye kadar dünya çapında bir milyar doz H1N1 aşısı sipariş edilmiş. Fakat yeryüzünden 6,5 milyar insan yaşıyor. Eğer bu ölümcül bir virüs olsaydı dünya nüfusunun yüzde 85’i başından beri bu virüse yakalanmış olacaktı. Sağlık Uzmanı Laurie Garrett “bir milyar dozluk sipariş için en zengin uluslar liste başında yer alacak şekilde öncelik sıralaması yapıldı” diyor. Küreselleşme sınavındaki dünyada refah eksenli bir hastalık riskini nasıl görüyorsunuz?

Bu dünyanın gerçeği. Böyle olmasa çok iyi olurdu. Ama dünyanın gerçeği bu. Biz de Türkiye olarak zamanında hareket etmesek, bu firmalarla uygun zamanda görüşmeler yapmasak ve buna verebilecek paramız da olmasa, biz de aşıyı temin edemezdik. Refah eksenli sağlık meselesinde problem sadece bu aşıyla ilgili değil ki. Refah ve sağlık arasındaki bu eşitsiz, hakkaniyetsiz ilişki öteden beri var. Bugün zengin ülkeler sadece estetik ve kozmetik maksatlarla harcadıkları paranın bir bölümüne, hepsine bile değil, Afrika’nın veya Asya’nın bazı bölgelerine, fakir ülkelerin sağlık ihtiyaçlarına harcasalar, ALLAH’ın izniyle milyonlarca bebeğin, annenin, hastanın hayatı kurtarılabilir. Bu, dünyanın, hepimizin içini acıtan bir gerçeği. Böyle bir gerçek var.

Kimdir:
Prof. Dr. Recep Akdağ 1960'ta Erzurum'da doğdu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları alanında uzman oldu. Bir yıl süreyle Londra'da kan hastalıkları üzerine çalıştı. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı'nda Öğretim Üyesi olarak dersler verdi. 1999'da profesör oldu. 22. Dönem Erzurum Milletvekilliği, 58 ve 59. Hükümetlerde Sağlık Bakanlığı yaptı. 60. Hükümet'te yeniden Sağlık Bakanlığı görevine atandı. Prof. Akdağ, Sağlık Bakanlığı görevini sürdürüyor.