- Şafii nin tahsili ve ilminin kaynakları

Adsense kodları


Şafii nin tahsili ve ilminin kaynakları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Tue 14 September 2010, 04:04 pm GMT +0200
ŞAFİδNİN TAHSİLİ VE İLMİNİN KAYNAKLARI





22- Şafiî´nin İlimdeki Mevkii, Âlîmlerîn Bu Husustaki Söz­leri:



Şafiî´nin hayatını, bütün safhalariyle, seyahatleriyle anlatmış bulu­nuyoruz. Bu esnada onun hayatındaki tutumu ve geçirdiği safhalara ışık tutacak şekilde ilminden de biraz bahsettik. Fakat Şafiî´nin ilminin kay­naklan başlı başına bir bahiste incelenmeğe lâyıktır. Yoksa onun hayatın­dan bahsederken tesadüfen söz açmak, içinde yaşadığı olayları anlatırken münasebet aldırarak bahsetmek suretiyle bu iş olmaz. Zîrâ üzerine fıkhı­nı kurduğu temel budur. Onun fıkhı ise bizim incelemek istediğimiz ko­nunun Özüdür.

Şafiî, ilmiyle ve akliyle insanları alâkadar ve meşgul eden bir zâttır. Ehl-i re´y yatağı olan Bağdad´da onunla ilgilendiler. Cüz´iyyât yerine küllî esaslar, fer´î meseleler yerine usûl kaideleri kurarak yepyeni bir fıkıh ile ortaya çıkmaya başlayınca Mekke´de de dikkatleri üzerine topladı. Fuka-hânın ihtilâflarım, bâzı ashabın ihtilâflarını kendi bulduğu usûllere göre incelemeğe başlayınca, Bağdad´da da fikirleri meşgul etti. Ulemânın ilgi­sini çekip, onları alâkalandıran bu ilim nedir? Bunun kaynaklan nedir? Biz bunlardan bâzılarına onun hayatından bahsederken temas ettik. Şim­di müstakil bir bölümde ele alacağız.

Bütün üstâdları, yakınları ve kendisinden ilim alan talebeleri ittifak etmişlerdir ki o, ulemâ arasında bir bayrak gibiydi, onunla kimse, boy ölçüşemez, yarışa giremezdi. Bunlar tarihin kayd ve nakil ettiği şehâdet-ler hâlinde bize kadar gelmiştir.

Şafiî henüz olgunlaşmamış, gayesine ulaşmamış olduğu bir zamanda üstadı Mâlik onu öğmüştür.

Abdurrahman Ibn-i Mehdî, kendisinin arzusu üzerine yazıp gönder­diği usûl hakkındaki risalesini okuyunca şöyle diyor:

"Bu, anlayışlı, zekî bir gencin sözüdür."

Mısır´daki talebesinden biri olan Muhammed b. Abdullah b. Hakîm diyor ki; eğer Şafiî olmasaydı, bir kimseye nasıl mukabele edeceğimi, na­sıl cevap vereceğimi bilemezdim. Ben öğrendiklerimi ondan Öğrendim. Bana kıyâsı o Öğretti; o, sünnet ve esere riâyet eden, faziletli, hayırsever bir kimseydi. Lisânı düzgün, üstün ve salim akıl sahibi idi.

Ahmed b. Hanbel onun hakkında şöyle demiştir: "Hz. Peygamber´-den rivayet olunduğuna göre Aîlâhu Teâlâ her yüzyılın başında bu üm­mete dînini doğrultacak bir adam gönderir. Birinci yüzyılın başında Ömer b. Abdulazîz vardı. Umarım ki ikinci yüzyılın başında da Şafiî´dir."

Dâvud b. Ali Zahirî diyor ki: Şafiî´nin öyle faziletleri vardı ki, bun­lar başkasında bir arada toplanmış değildir. Şerefli soy; din ve akîde sağlamlığı; cömertlik; hadîsin sahih olanını, olmıyanmı bilmek; nâsihini, mensûhunu tanımak; Kur´ân´ı ve hadîsi ezberlemek; ilk Halîfelerin sîre-ti üzere olmak; güzel güzel eserler yazmak. Bunların hepsi onda vardır.

Böyle onun hakkında çağında ilmî mevkiini gösteren bu k«abîl şehâ-detler çoktur. Bunların hepsini öğrenmek istersen, onun hâl tercümesi ve menâkıbı hakkında yazılmış kitaplara bak[1].

Biz o gehâdetleri bir yana bırakalım, günkü onların bir değeri olmak­la beraber, söyleyenler, Şafiî´ye taassubla bağlı bulunmakla itham oluna­bilirler. Onların aksini söyleyenler de aleyhtarlık töhmetinden kurtulamaz. Her ne kadar bâtıl da olsa gehâdete kargı şehâdettir. Bunları bir yana bı­rakıp geçersek, delil yönünden kuvvetli ve çok açık olan şahitler buluruz ki, onlar da bıraktığı eserler, yazdığı risaleler, ondan naklolunan sözler ve fetvalar, dikte ettiği kitaplar, tesbit ettiği ihtilâflar, yaptığı münaza­ralardır. Bunların hepsi onun ilmî kudretini, yüksek kaabiliyetini, bilgi ufkunun genişliğini, ifâdesinin düzgünlüğünü gösterir. O bir edib olmak­tan daha büyük, bir fakîh olmaktan daha yüksektir. [2]



23- Arap Edebiyatına Olan Derîn Vukufu:


Şafiî´ye, Allah ondan razı olsun Arap edebiyatı bilgisi verildi. Kur´ân bilgisi verildi. Bu sayede Kur´ân´m mânasını inceledi, esrarını ve maksadlarını öğrendi. Derslerinde bunları yaydı. Talabesinden bâzısı di­yorlar ki: Şafiî âyeti tefsir etmeye bağlayınca, sanki onun indirilişini gör­müş gibi vâkıfâne konuşurdu; hadîs ilmini bilirdi. Mâük´in Muvatta´ını ezberledi. Sünnetin kaidelerini kurdu. Maksûd olanı ve onu delil olarak kullanmağı bilirdi[3].

Nâsihini, mensûhunu tanırdı. Re´y ve kıyas fıkhına vâkıftı, sağlamı­nı, çürüğünü ayırmak için kıyâs kaidelerini ve ölçülerini vaz´etti. O dâima bilgi almağa davet ederdi. Şöyle derdi: "Bir kimse Kur´ân´ı öğrenirse de­ğeri artar, bir kimse hadîs yazarsa hücceti kuvvetlenir. Bir kimse fıkıhla meşgul olursa derecesi artar, bir kimse edebiyat bilirse tabiatı nazikleşir, hesab bilirse görüşü genişler. Bir kimse kendi şerefini korumazsa ilmi ona fayda vermez."

Onun ilim meclisinde türlü ilimler öğrenilirdi. Rabî* b. Süleyman di­yor ki: "Şafiî merhum, sabah namazını kıldıktan sonra kürsüsüne oturur, Kur´ân ehline ders vermeğe başlardı. Güneş doğunca onlar kalkarlar, ha­dîs ehli gelirdi. Hadîs yorumlarını, mânâlarını Sorarlardı. Güneş yükselin­ce onlar da kalkarlardı. Ondan sonra ders halkasında müzâkereler ve mü­nazaralar başlardı. Kuşluk vakti olunca dağılırlardı. Arkasından arapça, aruz, nahiv, gür yânî edebiyat erbabı gelirdi. Öğleye yakın böylece devam ederdi." [4]



24- Onun Bılgî Hamurunun Yoğrulduğu Unsurlar:


Şafiî, bunca ilmi nereden elde etti? Onu ilmin bu mertebesine ulaştı­ran kimdir? Bütün kuşaklar üzerinde böyle derin tesiri nedendir? Öyle ki, zamanında, etrafında dönülen bir kutub oldu. Herkes ona koşuyor, onu arıyordu. Bence insanı bilgiye yöneltmede tesiri olan dört unsur vardır:

1- Kişinin şahsî kaabiliyeti; istidadı ve temayülleri ki, diğerleri­nin zaten direği ve temeli budur.

2- Kendisine ilim yolunu gösteren, bilgi çığırını açan üstâdları ve rehberleri ki, bunlar onu doğru bir yöne çevirip içinde silinmez tesirler bı­rakırlar, takip edeceği yolu çizerler.

3- Şahsî araştırmaları, tecrübeleri ve incelemeleri.

4- Yaşadığı çağ, iğinde bulunduğu muhît ve kendisini besleyen fi­kir çevresi.

îşte bu unsurlardan birer birer bahsedelim. Çünkü bunların hepsinin Şafiî´yi, Şafiî yapmakta tesiri vardır. Bunların her biri muayyen bir Öl­çüde onun üzerinde tesirini göstermiş, onu yoğurup meydana getirmiştir. [5]



25- Şahsî Kaabilîyeti, Însan Pstkolojisîne Vukufu, Hakikati Aramadaki Temiz Nîyetî:


Allâhu Teâlâ Şafiî´ye Öyle bir istidâd ve kaabiliyet vermiştir ki, bu mevhîbeler onu mütefekkirlerin başına geçirir, görüg sahiplerinin birinci­si yapar.

1- Şafiî kavrayışı kuvvetli bir zattı. Aklî kuvvetleri sağlamdı. Ha­zırcevaptı. Lüzumu ânında mânalar ona akardı, düşüncelerinde durakla­ma ve tıkanma olmazdı, mânalar kapalı kalıp anlayışta tutukluğa uğra­mazdı. Okuttuklarına kendi düşünüşünden öyle ışık tutardı ki, önünde hakikatler perde perde açılır, hakikatlerin mantığı dosdoğru görünür ve gerçeklerin yolu belli olurdu. Düşüncesi derindi, zekâsı engin deniz gi­biydi. Eşyanın yalnız dışını, kabuğunu Öğrenmekle yetinmezdi. Onların, derinliklerine inerdi, dibini bulurdu. Anlayışı çok derindi. Hakikatin tâ kendisini bulmadıkça hiçbir had tanımaz ve durmazdı. Olayları ve hüküm­lerini incelerken onları umûmî kaideler altında toplamayı hedef tutardı, incelemeleri küîlî kaidelere, umûmî nazariyelere yönelmişti. Yalnız parça parga incelemeler hâlinde değildi. Şüphesiz ki küllî kaidelerin Öğrenilmesi daha kuvvetli akıl, daha keskin düşünce, daha parlak basiret ister. Cüz´î meselelerin incelenmesi böyle bir şeye ihtiyaç gösterir. Onun cüz´î mes´e-îeieri değil de küllî kaziyyeleri incelemeğe yönelmesi onu, usûl-ü fıkıh il­mini ve onun esaslarını vaz´etmeğe götürmüştür.

2- Şafiî´nin ifâde tarzı hem çok açık, hem de çok kuvvetli idi. li­sanı düzgün, ifadesi beliğ, beyânı kuvvetli olduğu gibi çok tesirli tok bir sesi vardı. Düzgün kelimelerle açık anlattığı gibi, sesinin âhengiyle de tesir ederdi, imam Mâlik´le görüştüğü zaman Mâlik, Muvatta´ım ona, bâzı ar­kadaşlarına okutmak istemiştir. O da, ben sana bir sahife okuyayım ba­kayım, demişti ve bir sahife okuyunca imam Mâlik, sonuna kadar devanı etmesini istemiş ve dinlemişti. Bu, onun sesinin güzel, tesirinin, ifadesi­nin hog olmasının bir eseridir. Kelimeleri telâffuzu tatlı idi. Sesi güzel ol­duğundan Kur´ân okuduğu zaman dinleyenleri ağlatırdı.

Ha,tîb Bağdadî, Târih´inde onun çağdaşlarından nakleder; diyorlar ki: Biz gözyaşı dökerek gönlümüzü yumuşatmak istediğimiz zaman, aramız­da birbirimize: Haydin şu Muttaübî gence gidelim, Kur´ân okutalım, der­dik. Ona geldiğimiz vakit Kur´ân okumağa başlardı. Etrafına halk topla­nırdı. Ağlayış sesleri çoğalırdı. O, bu hâli görünce okumağı keserdi.

Yine aynı kitapta nakl olunuyor: îbn-i Ebî El-Cârud, Şafiî hakkın­da şöyle diyor: "Hiçbir kimse görmedim ki, her yazdıkları, sözlerinden iyi olmasın. Ancak Şafiî böyle değildir. Çünkü onun lisanı, kitaplarından daha hoştur."

Şafiî´nin kitapları, temiz ifâde ve düşünceyi güzel tasvir bakımından en iyi bir durumda olduğu halde, konuşması onlardan daha hoş olunca, artık onun konuşması kimbilir nasıldır? İbareleri düzgün, ifâdesi tatlı, edası kuvvetli, beyânı açık bir konuşma olduğu muhakkak. Yukarıda bâ­zı çağdaşlarından naklolunan, bunu gösterir, ifâdesinin güzelliği o dere­ceye ulaşmıştır ki, îbn-i Râhavey ona Hatîbü´I-Ulemâ (Bilginlerin hatîbi) nâmını vermiştir.

3- ´Şafiî insanların ruh haletine vâkıftı. Kuvvetli bir feraset, sezgi sahibi idi. Üstadı İmam Mâlik gibi insanların ahvâlini tanırdı. Kimin ne taşıyacağını bilirdi: Bu, hasmım kendine çekmek isteyen zekî münazaracıda bulunması gereken bir vasıf olduğu gibi, talebesine ders veren üstâd-da da aranan bir vasıftır. Onlara, marifetinin ne kadarına takatleri yete­ceğini ölçmesi lâzımdır. Böylece talebesinin anlayış seviyesine hocasının anlatış derecesi uygun düşsün. Münâsip olan ilmî gerçekler açıklansın. Şafiî´nin bu husustaki mehâreti ile ifâde kudretinin güzelliği, kendi etra­fında büyük bir talebe kitlesinin ve arkadaşlarının toplanmasına sebep olmuştur.

Rivayet olunmağıma göre o, Bağdad´a geldiğinde etrafında altı ar­kadaş toplanmıştı. Fakat camide derse başlayınca ders halkası genişledi. Camide onun ders halkasından başkası kalmadı. Tarih-i Bağdad´m kay­dettiğine göre camide ondan önce 50´ye yakın ders halkası varmış.

İnsanların ruhlarını iyi tanıdığından, dinleyicilerine ancak kavrayıp hazmedebilecekleri bilgileri verirdi. Onların taşıyabilecekleri kadarını öğ­retmeğe çalışırdı. Yâkût, Mu´cemü´l-Üdebâ´da diyor ki: O bâzı çağdaşları ile Hüzeyl kabîlesi şiirlerim müzâkere ederlerdi, Şafiî ezbere bir şiir oku­du. Yanmdakine: "Bunu hadîs ehlinden kimseye Öğretme, zîrâ onlar bu­na tahammül edemezler." dedi. Görülüyor ki, Şafiî insanlara ancak taşı­yabilecekleri, takat getirecekleri şeyleri veriyor. Arkadaşlarının, havsa-laları almıyacak bir şeyi kendisinden işitmelerini sevmezdi, hattâ bu, bi­linmesi istenen, şer´in tanıdığı ve reddetmediği bir şey olsa da onu giz­lerdi.

4- Şafiî, ruhu temiz bir insandı, dünyanın kirleri ona sızmamiştı, sızamamıştı. Hakikat ve m«´rifet talebinde ihlâs üzere idi. Hakikatleri aramada doğru görüş sahibiydi. İlmi, Allah için isterdi. îlmi aramada doğru yola yönelirdi. Şarkın hikmetli sözlerindendir: "Hakikati aramada ihlâs üzere olmak, insanın kalbine ma´rifet nuru kor, ruha Öyle bir safiyet verir ki, hakikatleri anlamağa başlar, akla idrâk kapısı açılır, fikir doğru

istikâmete yönelir." Sonra bu sahîh mânaları en doğru ibarelerle ifâde­ye başlar. Böylece düşünce ve görüş doğru olur, ifâde de sağlam olur.

Şafiî, hakikati aramadaki ihlâsmdan, hayatı boyunca, hiçbir vakit ayrılmadı. Kendi ihlâsi, insanların alışık oldukları görüşle çatışınca ce­saret ve kuvvetle kendi görüşünü ilân ederdi. Tarihten ve ashabın haber­lerinden, Hz. Ali´nin yüksek mevkiini öğrendi ve onun bu mevkiini ilân­dan çekinmedi. Bundan dolayı râfizîlikle itham olundu[6]. Fakat ne töhmet, ne iftira umurunda bile değil, o, hakîkata ve ilme önem vermektedir. Bâ-gîler hakkındaki hükmünde Hz. Ali´nin Haricîlerle olan savaşlarına daya­nıyor. Hz. Ebû Bekir´in faziletini zikrediyor. Bu defa Nâsıbî olmakla it­ham olunuyor. Yâni Âl-i Beyt´e düşmanlık tuzağı kurma töhmetine uğru­yor. Birinci ithama kulak asmadığı gibi bu da umurunda değil, ´hattâ bu hususta bir şiirinde şöyle diyor:

"Biz Hz. Ali´yi tafdîl edersek, câhiller nezdinde bununla râftzî sayihrvs. "Ebû Bekir´in faziletini zikredersek, fazlını söylediğimizden tuzak kurmakla itham olunuruz.

"Ne olursa olsun, ben bu türlü râftsîlik ve nâsibî olmaktan vaz geçmem. Toprağa gömülünceyedek bu kanaattan ayrılmam?

Hakîkata olan ihlâsı, üstâdlarma olan ihlâs ile çarpışınca yine o, ha-kîkatı seçer. îmam Mâlik´e olan ihlâsı onu, ona muhalefetten alıkoymadı. Endülüs´te halkın Mâlik´in sanğiyle yağmur duası yaptıklannı, onun söz­leriyle Hz. Peygamberin hadîslerine muhalefet ettiklerini duyunca, îmam Mâlik´e muhalefetini ilân etti. Muhammed b. Hasan geybânfye olan ih­lâsı, onunla münazara yapmasına ve münazarada onu sıkıştırmasına mâ­ni olmadı. îmam Muhammed´in arkadaşlarına galip gelerek Hicaz ehlinin öcünü aldı ve hadîs yardımcısı unvanını kazandı. îlîm yolunda dâima böy­le sırf hakikat için ihlâs nurunun ışığında yürüdü, onun için münazara yaptığı kimselerle ihlâs üzere münazaraya girişti. Bunu, hakikati mey­dana çıkarmak için yaptığından dâima muzaffer olurdu.

islâm Dîni´nin esaslarının, Allah´ın Kitabı ile Peygamber´in Sünneti olduğuna inanırdı. Resûlullâh´m sünnetlerinin hepsini ilmiyle ihata ettiği kanaatmda değildi. Arkadaşlarını ve talebelerini hadîs öğrenmeğe teşvik ederdi. Onun takrir ettiklerine muhalif sahîh bir rivayet bulurlarsa, onun görüşünü reddedip, hadîsi almalarını söylerdi.

Yâkût, Mu´cemü´I-Udebâ´da[7] Rabî´ b. Süleyman´dan naklen yazıyor:

"Şafiî´ye bir adam bir mesele sordu. O da, Hz. Peygamber´in bu hu­susta şöyle şöyle buyurduğu rivayet olunuyor, dedi, Adamona:

 Ey Ebû Abdullah, sen de buna mı kailsin, deyince, Şafiî titredi, rengi sarardı. Hâli de değişti, ve:

 Resûlullâh´tan bir hadîs rivayet olunur da ben, evet öyledir, ca­nım ve başım üstüne, demezsem beni hangi yer üstünde taşır, hangi gök altında barındırır?., dedi."

İhlasın bir nev´i vardır ki Allâhu Teâlâ onu seçkin kullarına bahşe­der, onlar da insanlara rehber ve örnek olurlar. O da mü´minin düşünce­si, kanaati uğrunda erimesidir. Bu şekilde ihlâs göstermek, çıkılması güç bir merdivendir, erişilmesi zor değerli bir istektir. Söz düellosu yapanlar, hüccete güvenerek hücuma geçenler, delille çarpışanlar arasında kendisi­ne gurur gelmeyen ve üstün gelmek arzusuna kendini kaptırmayan ga­yet azdır. Şafiî işte bunlardan biridir. Onun için o, münazara ve cedelde hiç kızmazdı. Kimseye şiddetle dil uzatmazdı. Çünkü o, yaptığı münâka­şada hakikati arardı. Gerçeği meydana çıkarmak için münâkaşa yapardı, yoksa üstün çıkmak için değil. îlim mevkiinde zühdü, hakkı aramakta ih­lâsı o dereceye ulaşmıştı ki, o, insanların, ilmi kendisine nisbet etmeden onun ilminden faydalanmalarını isterdi.

îbn-i Kesîr Tarihi kaydediyor: Şafiî bir adama şöyle demiştir: "Ne kadar isterdim ki, insanlar bu ilmi öğrensinler, bana ondan hiçbir şey nisbet etmesinler, beni öğmesinler, böylece ben de ecir ve sevabına ere-yim."

Bu ihlâs ona, gayet temiz bir kalb, yüksek emel, kuvvetli bir ruh ka­zandırdı. Küçüklüklerden uzak tuttu, olgun insana yakışmayan şeylerin üstünde kaldı. Yahya b. Maîn onun vasfında şöyle diyor: "Onun için ya­lan söylemek, faraza mübâh edilseydi bile, mürüvveti onu yalandan yine menederdi." Bu, hulûs sahibi dürüst bir kimsenin erişebileceği en yük­sek bir haldir. [8]


26- (II.) Üstâdları, Fıkıh Ekolleri, Muhtelif Mezheb Ve Meslekteki Ulemâdan Ders Alışı:


Şafiî fıkıh ve hadîsi öyle üatâdlardan aldı ki, bunların memleketleri birbirinden uzak, usûl ve sistemleri birbirinden ayrıdır. Hattâ bunların içinde Mu´tezilî olanlar vardı. Onlar, Şafiî´nin menettiği kelâm ilmiyle meşgul idiler, gâfiî onlardan alınması gerekeni alıyor, reddedilmesi gere­keni atıyordu.

Şafiî Mekke´de, Medine´de, Yemen´de, Irak´ta birtakım üstâdlardan ilim aldı. Fahrürrâzî, onun üstâdlarından bâzılarının adlarını kaydetmek­te Ve şöyle demektedir: "Bitmi§ ol ki, kendilerinden ilim aldığı üstâdlan çoktur. Biz onların meşhurlarını zikredeceğiz. Fıkıh, ve fetva erbabından olan Üstâdlan 19 olup bunlardan beşi Mekkeli, altısı Medîneli, dördü Ye­menli, dördü de Iraklıdır.

Mekke halkından olan üstâdlan şunlardır:

1- Süfyân b. Uyeyne,

2- Müslim b. HâlM Zencî,

3- Saîd b. Sa­lim Kaddâh,

4- Dâvud b. Abdurrâhman Attâr,

5- Abdulhamîd îbn-i Abdulâzis b. Ebî Zevâd.
[9]



Medîneli Olan Üstâdları:


1- Mâlik îbn-i Enes,

2- İbrahim b. Sa´d?ül-Ensâri,

3- Abdulâziz b. Muhammed Dârverdî,

4- İbrahim b. Ebî Yahya[10],

5- Muhammed b. Saîd b. Ebî Füdeyk,

6- îbn-i Ebî Züeyb´in şakirdi Abdullah b. Nâfi Sâiğ.
[11]



Yemen Ahalisinden Olan Üstadları:


1- Mutarrif b. Mazin,

2- San´â Kadısı Higâm b. Yûsuf,

3- Evzâî´nin şakirdi Ömer b. Ebî Seleme,

4- Leys b. Sa´d´m şakirdi Yahya b. Hassan.
[12]



Irak Ahalisinden Olan Üstâdlan:


1- Vekf b. Cerrah,

2- Ebû Üsâme, Hammâd b. Üsâme (Bu ikisi Kûfelidir),

3- îsmail b. UJeyye,

4- Abdulvahhâb b. Abdulmecîd´dir (Bu ikisi de Basrahdır).


Bunlardan başka, Şafiî, Muhammed b. Hasan Şeybânî´den onun ki-taplannı sima´ (dinleme) suretiyle aîdı, ondan hadîs rivayet etti. Irak fıkhını ondan öğrendi. Bu bakımdan o da onun üstâdîanndandır. Fahrür­râzî her ne kadar taassub yüzünden bunu söylememişse de, ilim, onun taassubuna boyun eğecek değildir.

Bu söylediklerimizden çıkan netice şudur: Şâfıî türlü mezheb sahibi, türlü eğilimli birçok üstâdlardan ilim almıştır. Bu i´tibârla diyebiliriz ki,

O, çağındaki mezheblerin çoğunun fıkhını öğrenmiştir. Mâlikî fıkhını biz­zat Mâlik´ten aldı. Mâlik, onun üstâdlarmm içinde parlayan bir yıldız gi­bidir. Evzâî´nin fıkhını, onun şakirdi Ömer h. Ebî Seleme´den okudu. Mı­sır´ın fakîhi Leys b. Sa´d´ın fıkhını onun şakirdi Yahya b. Hassan´dan aldı. Ebû Hanîfe´nin ve şakirtlerinin fıkhını Muhammed b. Hasan´dan öğ­rendi. Böylece Mekke, Medîne, Şam, Mısır ve Irak fıkhı onda bir arada toplanmış oldu. Mûtezilîlikle tanınan ve usûl-ü dînde yâni İ´tikadâtta ha­dîs ve fıkıh erbabının mesleğini tutmamakla ma´rûf olan kimselerden bile fıkıh almakta bir beis görmedi, böylece her koldan gelen pek çok ilim, Şa­fiî´nin özünde toplandı ve ortaya her türlü karışımlardan meydana gelen sağlam bir fıkıh doğdu ki, bunda her türlü eğilimler uygun ve denk bir şekilde birleşti, ahenkli bir halde kaynaştı. Bundan, Şafiî´nin potasında iş­lediği ve parlak bir üslûp ve sağlam sözler hâlinde insanlara sunduğu üs­tün mânâlar doğdu.
[13]


[1] Meşâhîr-i Ashâb-ı Güzin ve Terâeim-i Ahvâ-i Fukahâ

[2] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 32-34.

[3] Mu´cemti´l-Üdeba

[4] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 34-35.

[5] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 35-36.

[6] Bu hususta şu beyitleri söylüyor:

"Ey yolcu, Minâ´ya vardtğmda dur, coşkun Fırat dalgaları gibi hacilar Minâya geldiğinde onlara haykır:

"Eğer Muhammed´in Âl´ini sevmek râftsîUJc ise: îns ve cin şâhid olsun ki, ben râfızîyim!"

İslâm gâtri rahmetli Âklf, Safahât´ın altıncı kitabı Âsim´da bunu göyle anlatır: "Şafiî´nin mi, kimindir o şiirf

 Hangi şiir?

 Hani Peygamberin evlâdını candan sevmek, Râfızîlikse,

 Evet

 Yer de beşer, gökte melek,

Râftsîdir bu, desin hepsi de hakkımda benim, Ben oyum işte.." diyor,,..

[7] Yâkût Hamevî, Mu´cemü´I-Üdebâ, Muhammed İbn-i îıîris Şafiî maddesi.

[8] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 36-39.

[9] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 40.

[10] Fahrürrâzî diyor ki: ibrahim b. Ebî Yahya´nın Mü´tezileden olduğunda ittifak vardır. Bu, Şafiî´ye bir zarar g-etirmez. Çünkü Şafiî ondan ugûl-ü din, (İ´tikâd mes´eleleri) değil; fıkıh ve hadîs alıyordu. Şafiî diyor Ki: Yemen´de vazifede İdim. Dâima hayır yapmağa çalışıyor, kötülükten kaçmıyordum. Sonra Medîne´ye geldim, îbn-i Ebî Yahya île görüştüm. Onun meclisinde bulunurdum. Bana: Bize muhalefet edersiniz ve bizden ilim alırsınız. Birinize bir fenalık olursa ona dakılır kalır, dedi

[11] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 40.

[12] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 40.

[13] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 40-41.