armi
Thu 31 December 2009, 06:08 pm GMT +0200
Yakin Makamlarının İkincisi Olan Sabır Makamının Şerhi Ve Sabır Ehlinin Sıfatları Hakkındadır
Allah Teala, sabredenleri müttakilerin imamları kılmış ve dinle ilgili en güzel vaadi onlar üzerinde tahakkuk ettirerek şöyle buyurmuştur: "Onlardan da sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola sevkedecek imamlar varetmiştik". (Secde/24); "Böylece Rabbinin, Israiloğullarma olan o güzel vaadi sabniarı sebebiyle tahakkuk etti". (A´raf/137)
Allah Resulü (sav) ise sabır hakkında şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki sevmediğiniz birşeye karşı sabırda, birçok hayır gizlidir". [1] İsa Peygamber´in de (as) şöye buyurduğu rivayet edilmiştir: ´Sevdiğiniz şeylere ulaşmanızın tek yolu, sevmediğiniz şeylere karşı sabretmenizdir\
Sahabe´den (ra) bir zat da şöyle demiştir: Allah Teala´nm takdir ettiği çile ve lütuf, takva ve sabırdadır. Rivayete göre İbni Mesud (ra) şöyle derdi: Sabır, imanın yarısıdır. Ali de (kv) sabrı, imanın esaslarından biri olarak ifade etmiş, onu cihad, adalet ve yakin ile birlikte zikretmiştir. O, iman hakkındaki bir soruya şu cevabı vermişti: İman, dört esas üzerine bina edilmiştir: Yakin, sabır, cihad ve adalet. Yine o, şöyle demiştir: Sabrın iman için önemi, kafanın beden için önemi gibidir. Başı olmayan birinin bedeni olmayacağı gibi, sabrı olmayanın da imanı olmaz.
Allah Resulü (sav) sabrın ulviyet ve üstünlüğünü hayli yukarı çıkartarak onu Yakin mertebesine koymuş ve bir hadisinde bu ikisini birlikte zikretmiştir.
Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Onlardan da sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola sevkedecek imamlar çıkarmıştık. Onlar, ayetlerimize de yakini imanla sarılmışlardı". (Secde/24) Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen bir hadiste de, yakini iman ve sabra mazhar kılman bir kulun, geçmişte kaçırdıklarından dolayı hesaba çekilmeyecekleri haber verilmektedir. O, başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Sabır, amel ve ecrin kemalidir".
Yine O, Şehr b. Havşeb el-Eş´ari tarafından Ebi Ümame el-Ba-hili´den (ra) rivayet edilen bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Allah tarafından size verilenlerin en azı, yakin ve sabırda azimet sahibi olmaktır. Bu ikisinden kendisine pay verilen kimse, kaçırdığı gece namazı ve gündüz oruçlarını Önemsemez. Bulunduğunuz hal üzerinde sabırlı olmanız, benim için sizden her birinin, diğerlerinin tamamının ameliyle yanıma gelmesinden daha sevimlidir. Ama ben, benden sonra dünyanın kapılarının sizlere açılmasından ve birbirinizi tanımaz hale, sema ehlinin de sizi tanımaz hale düşmenizden korkarım. Böyle bir durumda her kim sabreder ve mükafa-atını Allah Teala´dan beklerse, sevabının tamamım kazanmış olur". Allah Resulü (sav) bunları söyledikten sonra "Sizin yanınızdaki tükenir. Allah´ın yanındaki ise tükenmez. O, sabredenlere mükafaat-larını yaptıkları amellerin daha güzeli ile elbette vereceğiz" (Nahl/96) ayet-i kerimesini okudu.
İbnu´l-Münkedir´in Cabir´den (ra) rivayet ettiği hadiste ise Allah Resulü´ne (sav) imanın ne olduğu sorulunca şu cevabı verdiği nakledilir; "Sabır ve hoşgörüdür".13 Söz sahiplerinin en sadığı olan Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "İşte onlara, sabretmelerinden ötürü ecirleri iki misliyle verilir". (Kasas/54); "Sabredenlere ise ecirleri hesapsızca Ödenir". (Zümer/10) Görüldüğü üzere Allah Teala, sabredenlere normalden iki kat fazla ecir vermekte ve bununla iktifa etmeyip sabredenlerin mükafaatlarım daha da arttırarak sınırsız ve sonsuz hale getirmektedir. Bu da sabrın, makamların en faziletlisi oluşuna delalet etmektedir.
Allah Teala, sabredenler için üç fazileti biraraya getirmiş, sonra da bunları ibadet ehlinin cümlesi üzerine dağıtmıştır ki bunlar; ahiretteki müjdeden sonra salat, rahmet ve hidayettir. Ömer (ra) şöyle derdi: Ne güzel iki karşılık ve ne güzel bir ilave! O, iki karşılık ile salat ve rahmeti, ilave ile hidayeti kasdederdi. ´İlave´, hayvanın üstündeki yüke uzanabilmek için ayağın altına konan ilave takoz manasmdadır. Bu manasıyla da üçüncü bir karşılık olması mümkündür.
Allah Teala, sabredenlerle beraber olduğunu haber vermiştir. O´nun beraber olduğu kimse, hiçbir güç tarafından mağlup edilemez. O´nunla beraber olanın derecesi de yükselir. Allah Teala buyurdu ki: "Sabredin, muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir". (Enfal/46); "Sizler üstünsünüz ve Allah da sizinle beraberdir". (Mu-hammed/35)
Allah Teala, kullarını kendi ordularıyla desteklemek ve onları zafere ulaştırmak için sabretmelerini şart koşmuş ve şöyle buyurmuştur: "Evet siz sabır ve sebat ederek itaatsızlıktan sakınırsanız, şunlar da şu dakikada üzerinize geliverirlerse Rabbiniz size beşbin tane belirli işaretleri olan melaike ile yardım edecektir". (Al-i İm-ran/125)
Ebu Muhammed Sehl şöyle derdi: Sabır, sıdkın tasdikidir. Allah Teala´ya itaat derecelerinin en faziletlisi, ma´siyet karşısında sabırlı olmaktır. Bunun ardından taat üzerinde sabırlı olmak gelir. Sehl, Allah Teala´mn "Allah´dan yardım isteyin ve sabredin" (A´raf/128) buyruğuyla ilgili olarak da şöyle demiştir: Yani Allah Teala´dan O´nun emrini yerine getirme noktasında yardım dilerken, O´nun edebi noktasında da sabırlı olun.
Sehl, başka bir vesilede de şöyle demiştir: Allah Teala, çile ve zorluk karşısında sabreden dışında hiç kimseyi övmemiştir. O, şöyle derdi: Müminler arasında salihler azınlıktır. Salihler arasında da sadıklar azınlıktır. Sadıklar arasında da sabredenler azınlıktır. Sehl, bu sözüyle sabrı sıdkın hususiyetlerinden biri kılmış ve sabredenleri de sadıkların havassı olarak takdim etmiştir.
Sözlerin en doğrusunu vahyeden Allah Teala da, makamların tertibinde sabredenleri sadıkların üstüne yükseltmiş ve müteakip sıfatlar müslümanlar için tek bir sıfat ifade etmek için kulanılmış-sa, o takdirde de sabrı sıdkın içinde bir makam saymıştır. Bu sıfatlar arasındaki Vav´ atıf harfi medh ve övgü içindir. Eğer sadece iki makam varsa, bu takdirde ´vav´ tertib ve sıralama içindir. Allah Teala, sabredenleri sadıkların ve kunût edenlerin üstüne yükseltmiştir. Bunu şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Muhakkak ki müslü-man erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadmar...". (Ahzab/35)
Ata´, İbni Abbas´dan (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: ´Allah Resulü (sav) Ensar´m yanma gidince kendilerine, ´Sizler mümin misiniz?´ diye sordu. Onlar da sükut ettiler. Bunun üzerine Ömer (ra) ´Evet, ya Resulellah´ dedi. Allah Resulü de (sav), İmanınızın alameti nedir?´ diye sordu. O da, ´Bollukta şükreder, musibetlerde sabreder ve Allah´dan gelen kazaya razı oluruz´ dedi. Allah Resulü (sav) bu cevap üzerine şöyle buyurdu: Kabe´nin Rabbi adına! Müminler". Sabır, iki amele ayrılır. Bunlardan biri, dinin salah ve ıslahı için elzemdir. İkincisi de, dinin bozulmamasının temelidir. Sabır, bunlardan başka türlere de sahiptir. Kul, dinin islahıyla ilgili bir hususta sabırlı olarak bununla imanını kemale erdirir. Kimisi de dinin ifsadına sebep olan bir şeye yaklaşmamak noktasında sabırlı davranarak bununla yakinini güzelleştirebilir.
Bu manada Ali´den (kv) şu söz rivayet edilmiştir: ´O, Basra´ya girip de denetimi eline aldığı zaman Basra camiine girmiş ve orada kıssa anatan kassasları ´Kıssacılık bidattir* diyerek dışarı atmaya başlamıştı. Nihayetinde, cemaata konuşan bir genç gördü. Durup dinlediği zaman söyedikleri hoşuna gitti. Yanma giderek şöyle dedi: Delikanlı, sana iki şey soracağım, eğer onları bilirsen halka öğütte bulunman için seni serbest bırakırım. Aksi takdirde arkadaşlarını çıkardığım gibi seni de çıkarırım. Genç, ´Sor ey müminlerin emiri´ dedi. Bunun üzerine Ali (kv), ´Dinin salah ve fesadı nedir?´ diye sordu. Genç vaiz de, ´Dinin salah ve selameti vera´, fesadı ise tamahtır5 dedi. Bu cevap üzerine Ali (kv) ´Doğru söyledin. Artık konuşabilirsin. Çünkü halka senin gibilerin konuşması doğru olur´ dedi. Rivayete göre bu genç, bizim bu ilimdeki imamımız, En-sar´ın azatlısı Hasan b. Yesar el-Basri (ra) idi.
Meymun b. Mehran şöyle derdi: ´İman, tasdik, marifet ve sabır tek bir şeydir1. Ebu´d-Derda (ra) ise şöyle derdi: İmanın zirvesi, hükme sabır, kadere rıza göstermektir. Vera´, zühdün başıdır. Zühd, ahiret kapılarının ilkidir. Tamah ise, arzu ve rağbetin başıdır. O, dünya kapılarının da en büyüklerinden biridir. Tamahın işareti, dünya sevgisidir. Dünya sevgisi ise, bütün günahların başıdır.
Denir ki, kainatta işlenen ilk günah, tamah olmuştur. Buna göre Adem (as) ebedi hayata tamah ederek, menedildiği ağacın mey-vasmdan yemiştir. İblis de, Adem´i (as) cennetten çıkarmak istediği için isyan etmiş ve ona vesvesede bulunmaya başlamıştır. Netice itibarıyla her ikisi de aynı günahta birleşmiştir. Tamah bakımından aynı fiil içinde olmalarına rağmen, tamah ettikleri şeyler noktasında birbirlerinden farklılaşmışlardır.
işlenen bu masiyetlere verilen ceza bakımından da sonları farklı olmuş ve Adem (as) daha önceki güzel davranışlarına binaen affedilirken, şeytan geçmişte yazılan bedbahtlık ve tamahına binaen helak olmuştur. O, zannı tasdik ettiği için asla geri adım atmamış ve Allah Teala da kendisini düşman olarak nitelemiştir: "Andolsun ki İblis, onlar aleyhindeki zannı doğru çıkardı". (Sebe´/20) Zan, yakinin zıddı olup hak namına hiçbir şey ifade etmez. Allah Teala müşrikleri vasfederken de şöyle buyurmuştur: "Yalnız bir zandan ibarettir sanıyoruz. Fakat biz yakini bilgi sahipleri değiliz". (Casiye/32)
Yaratılanlara karşı tamah duygusuna gem vurarak sabırlı olan kimse, bu sabrı sayesinde vera´ makamına yükseltilir. Dini noktasında vera´ sahibi olmak hususunda sabırlı olan kimse ise, bu sabrı sayesinde zühd makamına ulaşır. Bunun mukabilinde asılsız bir zannı tasdik etmeye tamah eden kimse de, bu tamahı yüzünden dünya sevgisine duçar olur. Dünya sevgisine duçar edilen ise, bu sevgi yüzünden dinin hakikatmdan yüz çevirmeye başlar.
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: ´Bizler, eziyete uğramayan ve eziyete tahammül göstererek ona karşı sabretmeyen kimsenin imanını iman saymazdık´. Allah Teala da, müminleri sınamak ve imanlarını denemek için kullarına eza edebilir. Ama O, bunun bir azap olmayıp sadece dilediği kulan için bir imtihan ve insanlar için de bir sınama olduğunu haber vermektedir. Böylelikle bu eziyet ve cefa, ona maruz kalan kul için bir rahmet ve hayır vesilesi olabilmektedir.
Allah Teala bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "İnsanlar içinde öyle kimseler vardır ki, ´Allah´a iman ettik´ der de, Allah uğrunda bir eziyet edildi mi insanların fitnesini Allah´ın azabı gibi tutar". (Ankebut/10) Yani insanlardan gördüğü eziyet ve işkenceyi Allah Teala´nm azabı gibi görür. Halbuki bu, Allah Teala´dan bir azap olmayıp aksine O´ndan gelen batmi bir rahmettir. O, bu manada şöyle buyurmuştur: "Ama insan, her ne zaman Rabbi onu imtihan edip rızkını daraltırsa, o vakit de ´Rabbim bana ihanet etti´ der. Asla". (Fecr/16-17) Rabbi onu fakirlik sebebiyle aş ağılamamış tır. Aynı şekilde diğerlerini de nimet ve ikramda bulunarak yüceltmemiştir. Allah Teala bizzat Resulü´ne de (sav) bu manada hitap ederek şöyle buyurmuştur: "Onlann söylediklerine karşı sabırlı ol ve kulumuz Davud´u an". (Sad/17) Görüldüğü gibi Allah Teala, iftiralardan bunalan Peygamberi´ni (sav) sabır ile teselli etmiş ve kendisine sabır lütfetmiştir.
KOnuyla ilgili rivayet edilen bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Arz ehlinin en fazla şükredeni getirilir. Allah Teala da ona, şükre-denlerin mükafaatmı verir. Sonra arz ehlinin en sabırlısı getirilir ve kendisine şöyle denilir: Seni de şükredenler gibi mükafaatlan-dırmamıza razı olur musun? O da, ´Evet, ey Rabbim´ der. Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurur: Ona nimet verdiğimde şükrettiği gibi sen de imtihan ettiğimde sabrettin. Onun için ecrini bir misli arttıracağım. Böylelikle sabreden kişi, şükredenden misliyle fazla ecir alır".
İbnu EM Nüceyh, halifelerden birini sabra teşvik etmek için yazdığı mektubunda şöyle demiştir: ´Allah Teala´nm hakkım bilmeye en layık olan kimse, kendinde bıraktıkları noktasında Allah´ın hakkı vicdanına en ağır gelen kimsedir. Bil ki senden önce geçmiş olan mazi, senin için baki kalandır. Senden sonra baki kalan ise, ecre layık olacağın şeylerdir. Bil ki, başlarına gelen musibet ve belalara karşı sabredenlerin ecri, afiyette olduklan anda kendilerine bahşedilen nimetlerden çok daha fazladır..
Bu konuda rivayet edilen haberlerden birinde de şöyle denilmektedir: ´Sabredenler dışında her kulun ecri, hesap ve ölçü iledir. Sabredenlere ise hesapsız ve tartısız şekilde ecir ve mükafaat verilir. Başka bir haberde ise şöyle denilmektedir: ´Cennetin kapılan iki kanatlıdır ve önlerine çok kalabalık topluluklar doluşur. Sabır kapısı ise, tek kanatlıdır ve ondan yalnızca dünyada musibetlere maruz kalmış sabır ehli, birer birer girerler.
Allah Teala ihlas ehlinin ecirleri hakkında şöyle buyurur: "İşte onlara bilinen bir rızık vardır". (Saffat/41) Sabredenlerin ecirleri hakkında ise şöyle buyurmuştur: "Sabredenlere ecirleri hesapsızca verilir". (Zümer/10) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Sabredenlerin ecirleri, tartıyla değil avuçla verilir.
Sabredenlerin ecirlerinin bu şekilde hesapsız ve misliyle olmasının sebebi şudur: Sabır, nefse en ağır gelen ve nefs tarafından en fazla nefret edilen bir fazilettir. Sabır, insan tabiatı için de, en acı veren şeydir. Onun için en güç olan da, alçakgönüllülük ve hoşgörü noktasında Öfkeyi bastırıp hüzünlenmektir. Tevazu ve insanın kendini tutması da, sabırdan sayılır. Sabır, edepli ve güzel ahlaklı olmaktır. Sabır sayesinde halka eziyet vermezken, onlardan gelebilecek eziyetlere karşı tahammül gösterilir.
Bunlar, çok kuvvetli bir iradeyi icap ettiren faziletlerdir. İnsanların çoğunluğu, bu tür durumlarda kendilerine hakim olamadıkları için yürekleri daralır. Allah Teala da işte bu yüzden müttakilere ve sadıklara, zorluklarda ve hoş olmayan durumlarda sabırlı olmayı şart koşmuştur. Onların sadakat ve takvalarını sabır ile tahakkuk ettirmiş, sıfatlarını ve salih amellerini yine onunla kemale erdirmiştir. O, bu manada şöyle buyurmuştur: "Sıkıntılı ve ferah zamanlarında ve muharebe anında sabrederler; işte sadık olanlar onlardır, işte müttakiler de onlardır". (Bakara/177)
Sabır; nefsin heva ve arzularının peşinde koşmasının engellenmesi ve Rabbini razı edecek şekilde nefs ile mücadelede sebat gösterilmesidir. Kulun nefsiyle yaptığı mücahede, uğradığı bela ve imtihanın büyüklüğüne göre olmalıdır. Çünkü mücahede, yaşanılan imtihanın büyüklüğüne göre olur. Kul, bunun dışında nefsini şerre karşı hapsetmeli ve onu devamlı surette taat üzere tutmaya çalışmalıdır. Tabii, Rabbinin huzurunda kötü davranışlar sergilemek isteyen beşeri tabiatının açgözlülüğüne karşı da sabin olmalıdır. Muamelesinde güzel ahlakı koruma noktasında da sabırlı olmalıdır.
Sabır, hususiyetleri bakımından da birçok türe aynlır. Bu me-yanda, nevaların tasallutuna karşı sabır gösterildiği gibi Hak Tea-la´nın hizmetinde sebat etmek de sabrın türlerin dendir. Bu babda nefs mücahedesinin icaplarından biri de, hevanm hatırları, şeytanın tahrikleri ve dünyanın süslerine karşı kalbi ve niyeti an duru tutmaktır. İnsanı bekleyen ve sabredilmesi gereken sayısız afet ve bela karşısında uzuvları bunlardan uzak tutmak ve nefsi onlann yolunda yürümekten alıkoymak da sabnn tezahürlerinden sayılır. Nefsi, hak üzerinde tutarak, dil, kalp ve beden ibadetiyle hak üzerinde yoğunlaşmak da sabrın türlerinden biridir. Allah Teala, salih amel işleyen müminleri bu şekilde vasfetmiş ve amellerinin salahı için sabn şart koşmuştur. O, Asr suresinde sabır ve hak ehli olmayanlar dışında bütün insanların hüsranda olduklarını haber vermiştir. Yine bu surede sabrı, karşılıklı olarak tavsiye edilmesi gereken bir fazilet olarak yüceltmiştir.
Nefsin, yaratanı olan Allah Teala´ya ibadete hasredilmesi, kanaat üzere tahammüle zorlanması ve nzık veren Allah´ın yaptıkları karşısında imanını yitirmemeye sevkedilmesi de sabnn tezahür-lerindendir. Halka eza veren şeylerden el çekilmesi de sabnn türlerinden biri olup böyle yapanlar adalet makamında yeralarak Allah Teala´ın şu buyruğunda bahsedilen kimseler arasına girerler: "Muhakkak ki Allah, adaleti emreder". (Nahl/90)
Halktan gelen eza ve cefaya sabredenlere gelince, bunlar da ihsan ehlinin makamında yeralır ve Allah Teala´nm "Ve ihsanı (emreder)" (Nahl/90) buyruğu kapsamına girerler. İnfak ve tasaddukta sabrederek, hak sahiplerine haklanm vererek yakın olana yakından vermek de sabrın türlerindendir. Sabrın bu türünü ifa edenler de infak edenler makamında yeralır ve Allah Teala´nm "Ve yakınlara vermeyi (emreder)" (Nahl/90) buyruğunun kapsamına girerler. İlim ve iman bakımından Tuhşiyat´ olarak nitelenen fiillerden uzak durmak da sabır şekillerinden biridir. Tuhşiyat´, ulema tarafından çirkin görünen hal ve hareketlerdir. Azgınlığa kapılmamak da sabnn tezahürlerinden biridir. Azgınlık (=bağy); aşmlık, mübalağa ve kibre kapılarak sınırları çiğneme fiilidir. Dünyevi hususlarda müsrif olmak da, bağy kapsamına girer. Nahl suresi 90. ayeti, bütün bunları ihtiva eden kapsamlı bir ayet-i kerimedir. Kur´an´ın kutbu olan bu ayet, sabnn hemen bütün şekillerini içermektedir. Ayette tavsiye edilen sabrın ilk üç türü yapma istikametinde olup; adalet, ihsan ve yakınlara infakta bulunma fiillerindeki sabrı ifade eder. Diğer üç türü ise, uzak durma yönünde olup fuhşiyat, münke-rat ve bağyden uzak durma noktasında gösterilmesi gereken sabrı ifade eder. İbni Mesud (ra) şöyle derdi: Kur´an-ı Kerim´in emir ve yasakları en iyi birleştiren ayeti bu ayet-i kerimedir.
Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Amel edenlerin ecirleri ne kadar da güzeldir ki onlar, sabredip yalnız Rablerine tevekkül ederler". (Ankebut/58-59) Sabredenlerin mükafaatları ne kadar da güzeldir ki, Allah Teala tarafından vasfedilmeye değer bulunmuştur. Onların rızıkları ne kadar da değerlidir ki Allah tarafından zikredilmiştir. Onlar ne yüksek bir dereceye sahiptirler ki Allah Teala onları anlatmış ve sabırları sebebiyle övmüştür.
Sabır, amelin öncesinde, esnasında ve sonrasında ihtiyaç duyulan bir fazilettir. Amelin başında ihtiyaç duyulan sabır; amele dönük olarak ortaya çıkan niyetin düzeltilmesi, amele kesin olarak azmetme ve kararlı olarak yönelme için elzemdir. Amellerin sıhhat bulabilmesi için bu, birinci şarttır. Allah Resulü de (sav) bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Her kimse için niyet ettiği vardır"[2]Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Onlar sadece dini Allah´a halis kılarak O´na ibadet etmekle emro-lundular". (Beyyine/5") Niyetin hakikati, ihlastır. Allah Teala, sabrı amelin önüne geçirerek şöyle buyurmuştur: "Ancak sabreden ve sa-lih ameller işleyenler müstesna. İşte onlar için mağfiret ve büyük bir mükafaat vardır". (Hud/11) Sabır; amel tamama erinceye kadar yavaş hareket ederek beklemektir. Allah Teala, bu şekilde amel edenler hakkında da şöyle buyurmuştur: "O amel edenlerin ecri ne kadar da güzeldir ki onlar sabrederler". (Ankebut/58-59) Amelden sonraki sabır ise, onu gizleme, onunla gösterişte bulunmama ve onu dillendirerek övünç ve itibar kazanma illetinden kurtulma noktasında gösterilen sabırdır. Böylelikle amelin riyadan uzak ve sevabı bakımından mükemmel olması temin edilmiş olur. Allah Teala, bu meyanda da şöyle buyurmuştur: "Allah´a itaat edin, Resul´e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın". (Muhamme6V33); "Minnet bekleyip eza ederek verdiğiniz sadakaları boşa çıkarmayın". (Bakara/264)
Seleften bir zat şöyle demiştir: Ma´ruf bir amel, ancak şu üç şeyle tamama erer: Acele etme, gözde büyütmeme ve gizleme. Kişinin, nefsini ödüllendirmemesi de sabrın çeşitlerinden biridir. Allah Tea-la´yâ tevekkül ederek ezave cefalara katlanmak da sabrın tezahür-lerindendir. Bu babda da Allah Teala´nm şu buyruğunu zikredebiliriz: "Bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredeceğiz. Onun için tevekkül edecek olanlar, hep Allah´a tevekkül etmelidirler". (İbrahim/12) Bu, havassa mahsus olan sabır türlerindendir.
Marifet ehlinden bir zat şöyle derdi: Kulun tevekkülde bir makam sahibi olabilmesi için eziyet görmesi ve bu eziyetlere karşı sabretmiş olması elzemdir. Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuştur: "Onların ezalarım bir kenara at ve Allah´a tevekkül et". (Ahzab/48); "O´nu vekil edin ve söylediklerine karşı sabırlı ol". (Müzzemmil/9-10) Bu, rızanın ilk makamıdır.
Rızanın ikinci makamı ise, hükümlere karşı sabırlı olmaktır. Bu da misal olmaya en layık olan imtihana tâbi tutulanların sabrıdır. Misal olmaya en layık olanlar, Allah Resulü´nün de (sav) hadisinde buyurduğu gibi peygamberlerdir: "Biz peygamberler zümresi, insanlar arasında imtihanı en ağır olanlarız". Misal olmaya en layık olanı, Allah Teala´nm mücmel olan şu buyruğunda görmekteyiz: "Rabbin için de sabret". (Müddessir/7) Allah Teala, bu buyruğunu daha sonra tefsir ederek şöyle buyurmuştur: "Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen Bizim nezaretimiz altındasın". (Tur/48)
Nefsi takvaya hasretmek de sabrın türlerinden biridir. Takva, bütün hayırları ihtiva eden kapsamlı bir isimdir. Sabır ise, bütün iyiliklere dahil olan bir mefhumdur. Kul, bu ikisine birden sahip olduğu zaman ihsan ehlinden olur. "İyilik edenleri (ayıplamaya) bir yol yoktur". (Tevbe/91)
Bu hususu teyid eden ayetlerden biri de şudur: "Kim takva sahibi olur ve sabrederse (bilsin ki) Allah, ihsan sahiplerinin ecrini asla zayi etmez". (Yusuf/90) Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda mutlaka imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine Kitab verilenlerden ve müşriklerden birçok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva yoluna giderek korunur iseniz, işte bu az-medilmesi gereken mühim işlerdendir". (Al-i İmran/186) Yani mü-kafaattan Önce ezaya karşı sabrederseniz, bela ve imtihanlar karşısında takvadan" ayrılmazsamz, bu sizin çok daha hayırlı olur. Allah Teala, bu hususla ilgili şöyle buyurur: "Ceza verdiğiniz zaman size verilene denk olanla ceza verin. Eğer sabrederseniz, bu sabredenler için daha hayırlıdır". (Nahl/126)
"Zulme uğradıktan sonra hakkını alan kimse için (cezaya) yol yoktur". (Şura/41); "Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu, hiç şüphesiz azmedilmeğe değer işlerdendir". (Şura/43)
Üstteki ayetlerin ilkinde yeralan hüküm, mükafaat ve hakkı almaktır. Hakkı almak adaletin neticesidir. Adalet ise hasen yani güzeldir. İkincisinde ise affetme ve sabretme vardır. Bu da faziletin neticesi olup Ahsen yani en güzelidir. Allah Teala´nın şu buyruğun-daki mecazi mana da budur: "O kimseler ki sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah Teala´nın hidayet ettiği kimselerdir. Onlar akıl sahipleridir". (Zümer/18) Sözü dinlemek, adalettir. Adalet ise Hasen´dir ve hakkı almaktır. Affetmek ise, Ahsen´dir. Allah Teala, böyle davranan kullarını hidayet ve akıl sıfatlarıyla övmektedir ki bu, Muhbitûn´un (^Allah´tan korkup alçakgönüllü olanlar) makamıdır. Denildi ki: Muhbitûn; zulmetmeyen, zulme uğradıkları zaman da hak talep etmeyen kimselerdir.
Yukarıdaki sıfatlarla övülmek bu makamın ehline layıktır. Bu makamdakiler, huşu ehli olup ahirette Allah´tan gelecek karşılığın güzelliğiyle mutma´indirler. Çünkü onlar, dünya hayatının çok kısa sürede fena bulacağını ve Allah Teala ile karşılaşmanın ise çok yakın olduğunu bilirler. Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuştur: "Ve o (kıyamet) saati elbette gelecektir. Sen şimdi hoşgörü ile muamele et". (Hicr/85)
Takva ve sabır, biri diğerine bağlı olan mefhumlardır. Bunlardan herhangi biri yekdiğeri olmaksızın kemale eremez. Makamı takva olan kulun, halinin de sabır olması gerekir. Takva, makamların en yükseği olduğu için sabır da hallerin en yücesi olmuştur. Allah Teala´dan en fazla korkan muttaki kul, O´nun katında en değerli kul olur. O´nun katında en değerli olan da, elbette en faziletli ve üstün olandır.
Allah Teala, sabrı emrettikten sonra kendi zatına izafe etmek suretiyle şereflendirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Sabret, senin sabrın ancak Allah sayesindedir". (Nahl/127); "Rabbin için sabret". (Müddessir/7) Herşey O´nun sayesinde olduğu ve her salih amel O´nun rızası için eda edildiği için Allah Teala, imtihan etmediği hiçbir kulunu övgüyle vasfetmediği gibi senada da bulunmaz. İmtihana tabi tuttuğu kulu, bu imtihandan sağlam olarak çıkarsa kendisini över ve takva sıfatıyla anar. Aksi halde onun yalancılığını ve iftiracılığını beyan eder.
Süfyan-ı Sevri´ye (ra), ´Amellerin en faziletlisi hangisidir?´ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: İmtihan anında sabırlı olmak. Ulemadan bir zat da şöyle demiştir: Sabırdan daha faziletli ne olabilir ki? Allah Teala, Ritabı´nın doksan küsur yerinde onu zikretmiştir. O´nun Kur´an´da sabır kadar hiçbirşeyi bu kadar çok zikretmediğini biliyoruz. Allah Teala tarafından bir imtihana tabi tutulduğunda ona sabretmeyen hiç kimse, O´nun medhü senasına nail olmayı ummasın. Allah Teala tarafından medhü sena ile anılmayan hiç kimse de imanın hakikatma ve yakine ermeyi beklemesin.
Zahir uzuvlanyla salih ameller işlese dahi, Allah Teala tarafından mdhü sena ile zikredilip hayır ile anılmayan kimsenin, hüsn-i hatime ile vefat etmesinden endişe edilir. Çünkü Allah Teala bir kulu sevdiği ve onun amelinden razı olduğu zaman, kendisini överek vasfeder. O´nun tarafından istenmeyen bir durumla veya bir sıkıntıyla, ya da arzu ve şehvetle sınanan bir kul, bunlar karşısında sabır ve metanet gösterdiği vakit Allah Teala´nın izzet ve ikramına mazhar olarak hamdü sena ile vasfedilir. Böyle bir kulun ismi, vas-fedilen kulların isimleri arasına girerken, kendisi de övgüye nail olanlardan biri kılınır. İşte bu noktadan sonra, ayağının sürçmesine karşı emniyette olarak, hüsn-i hatimeye nail olur.
Sabrın çeşitlerinden biri de bolluk ve refahda sabırlı olarak bunlar yüzünden Allah Teala´nın emir ve yasaklarıyla çelişkiye düşmemektir. Zenginlikte sabır, servet ve malı heva uğrunda harcamamaktır. Kendisine nasip edilen bir nimete sabretmek ise, o nimeti bir ma´siyet işlemek için kullanmamaktır. Müminin bu tür hallerde sabırlı olmaya davet edilme ihtiyacı, zorluk ve sıkıntılar karşısında sabra davet edilme ihtiyacıyla aynıdır. Denir ki: Fakirlik ve imtihanlar karşısında her mümin sabredebilir. Ancak refah ve bollukta ancak sıddıklar sabredebilir.
Sehl şöyle derdi: İyi hale sabretmek, bela ve musibete karşı sabretmekten daha zordur. Sahabe de (ra), dünyanın zenginlik kapıları kendilerine açılıp rahatlığa ve bolluğa kavuştukları zaman şöyle demişlerdir: Yokluklarla imtihan edildiğimizde sabrettik. Varlık ve refahla imtihan edildiğimizde ise sabredemedik.
Selef-i Salih, varlık ve zenginlikle imtihan edilmeyi, yokluk ve sıkıntıyla imtihan edilmekten daha ağır ve zor görürlerdi. Allah Te-ala da bu babda şöyle buyurmuştur: "O müttakiler ki bollukta ve darlıkta infak ederler". (Al-i İmran/137) Allah Teala onları, imanlarının güzelliği, zühdlerinin hakikiliği ve nefslerinin cömertliğinden dolayı farklı iki hallerinde de tek bir sıfat ile medhetmiştir.
Bu manada başka bir ayette ise şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah´ı zikretmekten alıkoymasın". (Münafîkun/9) Çünkü mallar ve çocuklar, kişiyi mutlu ederek Zikrullah´dan alıkoyabilecek şeylerdir. Bir diğer ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Eşleriniz ve çocuklarınızdan sizin için düşmanınız olanlar vardır, onlardan sakının". (Teğabün/14) Çünkü kişi, eşleri ve çocuklarıyla mutlu olup şımararak hevaya uygun düşecek işler yapıp onların varlığından dolayı Rabbinin emirlerine muhalefet edebilir. Neticede eşleri ve çocukları ahirette düşmanları olarak karşısına çıkabilirler.
Bu babda Allah Resulü´nden (sav) şu hadise nakledilmiştir: "O, torunu Hasan´m elbisesi yüzünden tökezlediğini görünce minberden inmiş ve onu kucaklayarak şöyle demiştir: Allah Teala hakikaten doğruyu söyledi: Mallarınız ve çocuklarınız sizler için bir imtihan vesilesidir. Yavrumu bu halde görünce kendimi tutamadım ve kucağıma aldım. Muhakkak ki bunda görenler için ibret vardır".[3]
Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Çocuklar, hüzün, cimrilik ve korkaklıktır"[4]Gerçekten de onlar, genellikle hüzün, cimrilik ve korkaklığın kaynaklarını teşkil ederler. Çocuklara ve mala düşkünlük, insanı bu hallere itebilir. Varlığa, zenginliğe ve çocuklarla imtihanlarına karşı sabırlı olan ve bunlardan herbirini hakettiği yere koyabilen kimse, şükreden ve sabredenler arasındaki yerini alır. Yoksulluk ve musibetlerle sınanan kimselerin böyle birine üstünlükleri, şükür ve rızanın hakikatma varmış olmalarından başka bir şey değildir.Allah Teala, üstte zikrettiğimiz ayet-i kerimesinde varlık ve darlık hallerini birleştirerek, müttakiler için ortak bir sıfat olarak koymuş ve onları her iki halde de ihsanda bulunmakla överek şöyle buyurmuştur: "Bir cennete ki, eni gökler ve yer genişliğinde olup müttakiler için hazırlanmıştır. Onlar ki bollukta ve darlıkta infak ederler ve kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah da o ihsan sahiplerini sever". (Al-i İmran/133-134)
Acı ve musibetleri gizleyerek, bunları serzenişle dile getirmeyi bırakmak da sabrın tezahürlerinden biridir. Sabr-ı Cemil yani Güzel Sabır olarak bilinen sabır da işte budur. Denildi ki: Sabr-ı Cemil, şikayet ve insanlara yakınmanın olmadığı sabırdır. îbni Ab-bas´dan (ra) şunu rivayet ettik: Sabır, Kur´an´da şu üç şekilde yera-lir: Allah Teala´nm rızası için farz kılman ibadeleri eda etmede gösterilen sabır; Allah Teala´nm menettiği haramlara yaklaşmama noktasında gösterilen sabır; Musibetlerde ilk darbede gösterilen sabır. Allah Teala´nm farzlarım eda etmede sabır gösterene üçyüz derece vardır. Allah Teala´nm haram kıldıklarından uzak durma noktasında sabır gösterene altıyüz derece vardır. Musibetlerde, ilk darbe karşısında sabredene ise dokuzyüz derece vardır.
Görüldüğü üzere, bu ifadenin tefsiri gereklidir. İbni Abbas (ra) musibete karşı sabrı, farzlar ve haramlarda sabırlı olmaktan üstün olduğu için üstün tutmuş değildir. Bunun hakiki sebebi şudur: Farzlar ve haramlarda sabır göstermek, müslümanlarm genel hal-lerindendir. Halbuki musibetler karşısında sabır göstermek, yakin makamlarından biridir. Yakini iman makamı, elbette İslam makamından daha üstün bir makamdır.
Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu dua da zikredilebilir: "Sen´den, sayesinde dünyevi musibetleri hafif kılacağın bir Yakin nasip etmeni niyaz ederim".[5] Musibetler karşısında en güzel şekilde sabreden kişi, yakin bakımından en güçlü olan kişidir. Musibet ve belalar karşısında en fazla yakman kişi ise, yakin bakımından en zayıf olan kişidir.
Bu babda Seleme b. Verdan, Enes b. Malik´ten (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Hakka ererek şüpheyi terkeden kimse için cennetin en üstünde bir ev bina edilir. Batılı kaldırarak şüpheyi terkeden kimse için de cennetin ortasında bir ev bina edilir. Yalanı terkeden için de cennetin bir köşesinde ev bina edilir".[6]
İlk bakışta yalanı terketmekle, batılı kaldırarak şüpheyi terket-menin çok daha öncelikli bir fariza ve vecibe olduğunu görüp bunların daha üstün olmaları gerektiğini söyleyebilirsiniz. Ancak batıl karşısında şüphe ve yalanı terketmek, müslümanlarm umumu için geçerli olan bir durumdur. Hakikata ermiş ve sadık olan bir kulun şüphesine gelince, böyle biri içine düştüğü şüphe halini insanlara açıklamadığı, sükutu ve selameti tercih ettiği için diğerlerinden daha üstün olur. Çünkü böyle bir şüpheli duruma, ancak yakin sahipleri tahammül edebilirler. Onlar da müminlerin havassıdırlar. Makamları ise, yakin ve zühddür.
Konuşma ve diğerlerine anlatma arzusunu bırakarak sükut ve sessizliği tercih etmek elbette daha faziletlidir. Bu tür davranış, ya-kini imanın icaplarmdandır. Böyle bir mümin de sahip olduğu makam ile, müslümanlarm umumundan daha üstün bir yere yerleştirilmiştir. Onlar, farz ve vecibe olmaya daha layık olsalar da yalanı ve şüpheyi terkederler. İbni Abbas´ın (ra) yukarıdaki sözünün açıklaması budur.
Hayır işlerini gizleyerek, bunları anlatmaktan duyulan haz ve zevke karşı nefse gem vurmak da sabrın türlerinden biridir. Hayırlı amellerin ve sadakaların gizlenmesi de bu çerçevede değerlendirilir. İlan etmede bir beis olmamasına rağmen bunları gizlemek, edebe daha uygundur. Her halkürda iyi işleri ve verilen sadakaları gizlemek, daha faziletli, daha nezih ve Allah Teala için de daha sevimlidir. Hatta onlar iyilik hazinelerindendir. Kasdettiğimiz, acıları, musibetleri ve sadakaları gizlemektir. Bunlar, Allah Teala´nın katındaki en değerli hazinelerdir.
Fakirlik halini saklayıp gizlemek de, sabrın tezahürlerindendir. Yoklukla dolu gecelerde yaşanılan imtihanlara karşı sabırlı olmak ise, rıza ve zühd ehlinin halidir. Sabrın en güzeli; Allah Teala ile başbaşa kalmakta, O´nu dinlemekte ve bütün kalbiyle O´na yönelerek vecdi O´nunla güçlendirme hususunda gösterilen sabırdır. Bu, Mukrrebun´a mahsus olan bir fazilettir.
Allah Teala´dan haya duyma, O´nu sevme, O´na teslim olma ve işleri O´na havale etme noktasında gösterilen sabır da sabırların en güzelidir. Bu, kaderlerin akışı altında sükuneti bulmak, onları bağış ve lütuf olarak görmek, Allah Teala´ya niyazda bulunma ve kaderlerle ilgili olarak O´nun hikmetini görme noktasında işlerin nasıl güzel tasarlandığına şahit olmak ve onlarla imtihan edilme gayesine sahip olmaktır. Bütün bunlar da Allah Teala´nın şu buyruklarının muhtevasmdandır: "Rabbin için sabret" (Müddessir/7); "Rabbinin hükmüne sabret. Muhakkak ki sen, Bizim nezaretimiz-desin" (Tur/48).
Ömer b. Abdülaziz (ra) ve ondan başka birçok imam şunu söylemişlerdir: Sabaha çıktığımda, kaderin tecelli ettiği yerler dışında hiçbir sevincim olmaz. Bu sözün başka bir rivayetinde ise, ´Kazayı beklemem dışında..´ ifadesi yeralmaktadır. Denir ki: Yakini imanın alametlerinden biri de, başa gelen kazaya güzelce sabredip rıza göstererek teslim olmaktır. Bu da ariflerin makamıdır. Ebu Mu-hammed Sehl (ra), Ali´nin (kv) ´Allah Teala her kulu için aynı uykudan haz alır sözünün tefsirinde şöyle demiştir: Yani hükümlerin cari oluşları esnasında sükunetini muhafaza ederek itiraz ve hoşnutsuzluk ifade etmeyen kulunu sever.
Musibete karşı sabırda, sabrın ilk darbede olmasının şart koşulmasına gelince, bu hususta Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Sabır, sadece ilk d arbede dedir".[7] Denir ki: Herşeyde asıl olan, önce küçük gelip giderek büyümesidir. Ancak musibet ve belalar bunun dışındadır. Onlar ilk anda büyük gelip sonra küçülmeye başlarlar. Bu yüzdendir ki, sabırdan doğacak sevabın büyük olabilmesi için, acının ilk anında gösterilmesi istenmiştir.
İnsan, musibeti ilk duyduğu ve kalbi bu şiddetli darbeyle sarsıldığı zaman sabır ve metanet göstermelidir. Böyle bir durumla karşılaştığı ilk anda Allah Teala´yı düşünerek O´ndan haya eden kul, sabrı güzelce ifa edebilir. O´nun ´Sen Bizim nezaretimizdesin´buyruğu da, Allah Teala´ya tevekkül edenlerin makamını göstermektedir. Keramet gösterme, sahip olduğu kudret ve işaretleri haber verme noktasında kendini tutmak da sabrın tezahürlerindendir. Bu,aynı zamanda muamele bakımından da güzel bir terbiyenin ifadesidir. Bu da, Allah Teala´yı sevenlerin yolu ve zühdün hakikatidir. Sabrın en faziletli olan şekillerinden biri de övülme, lider olma gibi arzular karşısında nefsine hakim olabilmektir. Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) maktu´ olarak şu hadis rivayet edilmiştir: "Sabır üç şeyde olur: Nefsi temize çıkarmaya karşı sabır; Musibetten yakınmaya karşı sabır; Hayrı ve şerliyle Allah´dan gelen kazaya rıza göstermede sabır".
Ahireti dünyaya tercih edip Allah Teala´ya kaçarak, ubudiyet sıfatını tahakkuk ettirip Rubûbiyet sıfatlarının mefhumlarına olsun benzemeye çalışmayı terketmek, Uluhiyet´e teslim olup Ehadiyet´e teslimiyet gösterme noktasında nefsi alçakgönüllülük, tevazu ve suskunluğa mahkum etmek de sabrın tezahürlerin dendir.
Sabırsızlığın sizi bu tür bir densizliğe sevketm e sinden sakının. Aksi halde sağlam basan ayağınız kayıverir. Böyle bir duruma düşmekten Allah Teala´ya sığınırız. Kendileri için geçim temin etme, harcamada bulunma ve yaptıkları eziyetlere karşı tahammül gösterme noktasında eş ve çocuklara karşı da sabırlı olmak gerekir. Kulun Allah Teala karşısında eş ve çocuklarıyla ilgili olarak takip etmesi gereken kuralları vardır. Bunların en altında kendileriyle ilgilenme, en üstünde ise onlarhakkmda Allah Teala´dan razı olarak O´na tevekkül etme vardır. Ortada ise, onlara harcamada bulunarak, nefsi onlara meyletmekten uzak tutma vardır.
Bilin ki günahların çoğunluğu şu iki şeyden kaynaklanır: Sevdiği şeylere karşı nefsine hakim olmada ve sevmediği şeylere katlanma noktasında sabırsızlık.
Allah Teala, bir ayet-i kerimede sevilen bir şeyin kul için şer, sevilmeyen bir şeyin de tam aksine hayır getirebileceğini bildirerek şöyle buyurmuştur: "Siz birşeyden hoşlanmazsınız halbuki o, hakkınızda bir hayırdır ve olur ki birşeyi seversiniz, halbuki hakkınızda serdir". (Bakara/216)
Sabrın hükmüne gelince; sabrın başı aynı İhlasın başı gibi farzdır. Sabır, aynı zamanda silahı olmayan kimse için iyi bir silahtır. Çünkü iş, başka birinin elinde olduğu zaman, sabretmekten başka yapacak birşey yoktur. Muhtaç olduğunuz birşey size az geldiği zaman, sabırla beklemekten beşka yapacak birşeyiniz yoktur. Aksi takdirde o az da tamamen kesilecektir.
Sabırsızlığın temelinde yatan, uğruna sabrettiğin kişinin vereceği güzel karşılığa dair varolan inancın zayıflığıdır. Çünkü buna dair inancı kuvvetli olan kişi için geç gelecek olan vaad bile derhal gerçekleşecek gibidir. Vaad sahibi sadık olduğu zaman, onun vaadine inanan kişi de sabrı en güzel şekilde gösterir. Çünkü o, neticede nail olacağı mükafaattan emindir.
Kul, ancak şu iki esasa dayanarak sabreder: 1.Sabrın karşılığı olan şeyi görmek; ki bu, iki esasın düşük olanıdır. Genel olarak müminler ve kitapları sağ taraflarından verilecek Ashab-ı Yemin için geçerli olan sabır sebebi budur. 2. Karşılığı verecek olana bakıp O´nu düşünmek; bu da yakin ehlinin hali ve Mukarrebun´un makamıdır. Sabır karşılığında vaadedilen bedeli gören kul, sabırlı olmaya özen gösterir. Bunu, vaaden Zat-ı İlahi´yi düşünen kul ise, O´nun kudret ve azametini görerek sabra yönelir.
Allah Teala, sabredenleri müttakilerin imamları kılmış ve dinle ilgili en güzel vaadi onlar üzerinde tahakkuk ettirerek şöyle buyurmuştur: "Onlardan da sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola sevkedecek imamlar varetmiştik". (Secde/24); "Böylece Rabbinin, Israiloğullarma olan o güzel vaadi sabniarı sebebiyle tahakkuk etti". (A´raf/137)
Allah Resulü (sav) ise sabır hakkında şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki sevmediğiniz birşeye karşı sabırda, birçok hayır gizlidir". [1] İsa Peygamber´in de (as) şöye buyurduğu rivayet edilmiştir: ´Sevdiğiniz şeylere ulaşmanızın tek yolu, sevmediğiniz şeylere karşı sabretmenizdir\
Sahabe´den (ra) bir zat da şöyle demiştir: Allah Teala´nm takdir ettiği çile ve lütuf, takva ve sabırdadır. Rivayete göre İbni Mesud (ra) şöyle derdi: Sabır, imanın yarısıdır. Ali de (kv) sabrı, imanın esaslarından biri olarak ifade etmiş, onu cihad, adalet ve yakin ile birlikte zikretmiştir. O, iman hakkındaki bir soruya şu cevabı vermişti: İman, dört esas üzerine bina edilmiştir: Yakin, sabır, cihad ve adalet. Yine o, şöyle demiştir: Sabrın iman için önemi, kafanın beden için önemi gibidir. Başı olmayan birinin bedeni olmayacağı gibi, sabrı olmayanın da imanı olmaz.
Allah Resulü (sav) sabrın ulviyet ve üstünlüğünü hayli yukarı çıkartarak onu Yakin mertebesine koymuş ve bir hadisinde bu ikisini birlikte zikretmiştir.
Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Onlardan da sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola sevkedecek imamlar çıkarmıştık. Onlar, ayetlerimize de yakini imanla sarılmışlardı". (Secde/24) Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen bir hadiste de, yakini iman ve sabra mazhar kılman bir kulun, geçmişte kaçırdıklarından dolayı hesaba çekilmeyecekleri haber verilmektedir. O, başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Sabır, amel ve ecrin kemalidir".
Yine O, Şehr b. Havşeb el-Eş´ari tarafından Ebi Ümame el-Ba-hili´den (ra) rivayet edilen bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Allah tarafından size verilenlerin en azı, yakin ve sabırda azimet sahibi olmaktır. Bu ikisinden kendisine pay verilen kimse, kaçırdığı gece namazı ve gündüz oruçlarını Önemsemez. Bulunduğunuz hal üzerinde sabırlı olmanız, benim için sizden her birinin, diğerlerinin tamamının ameliyle yanıma gelmesinden daha sevimlidir. Ama ben, benden sonra dünyanın kapılarının sizlere açılmasından ve birbirinizi tanımaz hale, sema ehlinin de sizi tanımaz hale düşmenizden korkarım. Böyle bir durumda her kim sabreder ve mükafa-atını Allah Teala´dan beklerse, sevabının tamamım kazanmış olur". Allah Resulü (sav) bunları söyledikten sonra "Sizin yanınızdaki tükenir. Allah´ın yanındaki ise tükenmez. O, sabredenlere mükafaat-larını yaptıkları amellerin daha güzeli ile elbette vereceğiz" (Nahl/96) ayet-i kerimesini okudu.
İbnu´l-Münkedir´in Cabir´den (ra) rivayet ettiği hadiste ise Allah Resulü´ne (sav) imanın ne olduğu sorulunca şu cevabı verdiği nakledilir; "Sabır ve hoşgörüdür".13 Söz sahiplerinin en sadığı olan Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "İşte onlara, sabretmelerinden ötürü ecirleri iki misliyle verilir". (Kasas/54); "Sabredenlere ise ecirleri hesapsızca Ödenir". (Zümer/10) Görüldüğü üzere Allah Teala, sabredenlere normalden iki kat fazla ecir vermekte ve bununla iktifa etmeyip sabredenlerin mükafaatlarım daha da arttırarak sınırsız ve sonsuz hale getirmektedir. Bu da sabrın, makamların en faziletlisi oluşuna delalet etmektedir.
Allah Teala, sabredenler için üç fazileti biraraya getirmiş, sonra da bunları ibadet ehlinin cümlesi üzerine dağıtmıştır ki bunlar; ahiretteki müjdeden sonra salat, rahmet ve hidayettir. Ömer (ra) şöyle derdi: Ne güzel iki karşılık ve ne güzel bir ilave! O, iki karşılık ile salat ve rahmeti, ilave ile hidayeti kasdederdi. ´İlave´, hayvanın üstündeki yüke uzanabilmek için ayağın altına konan ilave takoz manasmdadır. Bu manasıyla da üçüncü bir karşılık olması mümkündür.
Allah Teala, sabredenlerle beraber olduğunu haber vermiştir. O´nun beraber olduğu kimse, hiçbir güç tarafından mağlup edilemez. O´nunla beraber olanın derecesi de yükselir. Allah Teala buyurdu ki: "Sabredin, muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir". (Enfal/46); "Sizler üstünsünüz ve Allah da sizinle beraberdir". (Mu-hammed/35)
Allah Teala, kullarını kendi ordularıyla desteklemek ve onları zafere ulaştırmak için sabretmelerini şart koşmuş ve şöyle buyurmuştur: "Evet siz sabır ve sebat ederek itaatsızlıktan sakınırsanız, şunlar da şu dakikada üzerinize geliverirlerse Rabbiniz size beşbin tane belirli işaretleri olan melaike ile yardım edecektir". (Al-i İm-ran/125)
Ebu Muhammed Sehl şöyle derdi: Sabır, sıdkın tasdikidir. Allah Teala´ya itaat derecelerinin en faziletlisi, ma´siyet karşısında sabırlı olmaktır. Bunun ardından taat üzerinde sabırlı olmak gelir. Sehl, Allah Teala´mn "Allah´dan yardım isteyin ve sabredin" (A´raf/128) buyruğuyla ilgili olarak da şöyle demiştir: Yani Allah Teala´dan O´nun emrini yerine getirme noktasında yardım dilerken, O´nun edebi noktasında da sabırlı olun.
Sehl, başka bir vesilede de şöyle demiştir: Allah Teala, çile ve zorluk karşısında sabreden dışında hiç kimseyi övmemiştir. O, şöyle derdi: Müminler arasında salihler azınlıktır. Salihler arasında da sadıklar azınlıktır. Sadıklar arasında da sabredenler azınlıktır. Sehl, bu sözüyle sabrı sıdkın hususiyetlerinden biri kılmış ve sabredenleri de sadıkların havassı olarak takdim etmiştir.
Sözlerin en doğrusunu vahyeden Allah Teala da, makamların tertibinde sabredenleri sadıkların üstüne yükseltmiş ve müteakip sıfatlar müslümanlar için tek bir sıfat ifade etmek için kulanılmış-sa, o takdirde de sabrı sıdkın içinde bir makam saymıştır. Bu sıfatlar arasındaki Vav´ atıf harfi medh ve övgü içindir. Eğer sadece iki makam varsa, bu takdirde ´vav´ tertib ve sıralama içindir. Allah Teala, sabredenleri sadıkların ve kunût edenlerin üstüne yükseltmiştir. Bunu şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Muhakkak ki müslü-man erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadmar...". (Ahzab/35)
Ata´, İbni Abbas´dan (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: ´Allah Resulü (sav) Ensar´m yanma gidince kendilerine, ´Sizler mümin misiniz?´ diye sordu. Onlar da sükut ettiler. Bunun üzerine Ömer (ra) ´Evet, ya Resulellah´ dedi. Allah Resulü de (sav), İmanınızın alameti nedir?´ diye sordu. O da, ´Bollukta şükreder, musibetlerde sabreder ve Allah´dan gelen kazaya razı oluruz´ dedi. Allah Resulü (sav) bu cevap üzerine şöyle buyurdu: Kabe´nin Rabbi adına! Müminler". Sabır, iki amele ayrılır. Bunlardan biri, dinin salah ve ıslahı için elzemdir. İkincisi de, dinin bozulmamasının temelidir. Sabır, bunlardan başka türlere de sahiptir. Kul, dinin islahıyla ilgili bir hususta sabırlı olarak bununla imanını kemale erdirir. Kimisi de dinin ifsadına sebep olan bir şeye yaklaşmamak noktasında sabırlı davranarak bununla yakinini güzelleştirebilir.
Bu manada Ali´den (kv) şu söz rivayet edilmiştir: ´O, Basra´ya girip de denetimi eline aldığı zaman Basra camiine girmiş ve orada kıssa anatan kassasları ´Kıssacılık bidattir* diyerek dışarı atmaya başlamıştı. Nihayetinde, cemaata konuşan bir genç gördü. Durup dinlediği zaman söyedikleri hoşuna gitti. Yanma giderek şöyle dedi: Delikanlı, sana iki şey soracağım, eğer onları bilirsen halka öğütte bulunman için seni serbest bırakırım. Aksi takdirde arkadaşlarını çıkardığım gibi seni de çıkarırım. Genç, ´Sor ey müminlerin emiri´ dedi. Bunun üzerine Ali (kv), ´Dinin salah ve fesadı nedir?´ diye sordu. Genç vaiz de, ´Dinin salah ve selameti vera´, fesadı ise tamahtır5 dedi. Bu cevap üzerine Ali (kv) ´Doğru söyledin. Artık konuşabilirsin. Çünkü halka senin gibilerin konuşması doğru olur´ dedi. Rivayete göre bu genç, bizim bu ilimdeki imamımız, En-sar´ın azatlısı Hasan b. Yesar el-Basri (ra) idi.
Meymun b. Mehran şöyle derdi: ´İman, tasdik, marifet ve sabır tek bir şeydir1. Ebu´d-Derda (ra) ise şöyle derdi: İmanın zirvesi, hükme sabır, kadere rıza göstermektir. Vera´, zühdün başıdır. Zühd, ahiret kapılarının ilkidir. Tamah ise, arzu ve rağbetin başıdır. O, dünya kapılarının da en büyüklerinden biridir. Tamahın işareti, dünya sevgisidir. Dünya sevgisi ise, bütün günahların başıdır.
Denir ki, kainatta işlenen ilk günah, tamah olmuştur. Buna göre Adem (as) ebedi hayata tamah ederek, menedildiği ağacın mey-vasmdan yemiştir. İblis de, Adem´i (as) cennetten çıkarmak istediği için isyan etmiş ve ona vesvesede bulunmaya başlamıştır. Netice itibarıyla her ikisi de aynı günahta birleşmiştir. Tamah bakımından aynı fiil içinde olmalarına rağmen, tamah ettikleri şeyler noktasında birbirlerinden farklılaşmışlardır.
işlenen bu masiyetlere verilen ceza bakımından da sonları farklı olmuş ve Adem (as) daha önceki güzel davranışlarına binaen affedilirken, şeytan geçmişte yazılan bedbahtlık ve tamahına binaen helak olmuştur. O, zannı tasdik ettiği için asla geri adım atmamış ve Allah Teala da kendisini düşman olarak nitelemiştir: "Andolsun ki İblis, onlar aleyhindeki zannı doğru çıkardı". (Sebe´/20) Zan, yakinin zıddı olup hak namına hiçbir şey ifade etmez. Allah Teala müşrikleri vasfederken de şöyle buyurmuştur: "Yalnız bir zandan ibarettir sanıyoruz. Fakat biz yakini bilgi sahipleri değiliz". (Casiye/32)
Yaratılanlara karşı tamah duygusuna gem vurarak sabırlı olan kimse, bu sabrı sayesinde vera´ makamına yükseltilir. Dini noktasında vera´ sahibi olmak hususunda sabırlı olan kimse ise, bu sabrı sayesinde zühd makamına ulaşır. Bunun mukabilinde asılsız bir zannı tasdik etmeye tamah eden kimse de, bu tamahı yüzünden dünya sevgisine duçar olur. Dünya sevgisine duçar edilen ise, bu sevgi yüzünden dinin hakikatmdan yüz çevirmeye başlar.
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: ´Bizler, eziyete uğramayan ve eziyete tahammül göstererek ona karşı sabretmeyen kimsenin imanını iman saymazdık´. Allah Teala da, müminleri sınamak ve imanlarını denemek için kullarına eza edebilir. Ama O, bunun bir azap olmayıp sadece dilediği kulan için bir imtihan ve insanlar için de bir sınama olduğunu haber vermektedir. Böylelikle bu eziyet ve cefa, ona maruz kalan kul için bir rahmet ve hayır vesilesi olabilmektedir.
Allah Teala bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "İnsanlar içinde öyle kimseler vardır ki, ´Allah´a iman ettik´ der de, Allah uğrunda bir eziyet edildi mi insanların fitnesini Allah´ın azabı gibi tutar". (Ankebut/10) Yani insanlardan gördüğü eziyet ve işkenceyi Allah Teala´nm azabı gibi görür. Halbuki bu, Allah Teala´dan bir azap olmayıp aksine O´ndan gelen batmi bir rahmettir. O, bu manada şöyle buyurmuştur: "Ama insan, her ne zaman Rabbi onu imtihan edip rızkını daraltırsa, o vakit de ´Rabbim bana ihanet etti´ der. Asla". (Fecr/16-17) Rabbi onu fakirlik sebebiyle aş ağılamamış tır. Aynı şekilde diğerlerini de nimet ve ikramda bulunarak yüceltmemiştir. Allah Teala bizzat Resulü´ne de (sav) bu manada hitap ederek şöyle buyurmuştur: "Onlann söylediklerine karşı sabırlı ol ve kulumuz Davud´u an". (Sad/17) Görüldüğü gibi Allah Teala, iftiralardan bunalan Peygamberi´ni (sav) sabır ile teselli etmiş ve kendisine sabır lütfetmiştir.
KOnuyla ilgili rivayet edilen bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Arz ehlinin en fazla şükredeni getirilir. Allah Teala da ona, şükre-denlerin mükafaatmı verir. Sonra arz ehlinin en sabırlısı getirilir ve kendisine şöyle denilir: Seni de şükredenler gibi mükafaatlan-dırmamıza razı olur musun? O da, ´Evet, ey Rabbim´ der. Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurur: Ona nimet verdiğimde şükrettiği gibi sen de imtihan ettiğimde sabrettin. Onun için ecrini bir misli arttıracağım. Böylelikle sabreden kişi, şükredenden misliyle fazla ecir alır".
İbnu EM Nüceyh, halifelerden birini sabra teşvik etmek için yazdığı mektubunda şöyle demiştir: ´Allah Teala´nm hakkım bilmeye en layık olan kimse, kendinde bıraktıkları noktasında Allah´ın hakkı vicdanına en ağır gelen kimsedir. Bil ki senden önce geçmiş olan mazi, senin için baki kalandır. Senden sonra baki kalan ise, ecre layık olacağın şeylerdir. Bil ki, başlarına gelen musibet ve belalara karşı sabredenlerin ecri, afiyette olduklan anda kendilerine bahşedilen nimetlerden çok daha fazladır..
Bu konuda rivayet edilen haberlerden birinde de şöyle denilmektedir: ´Sabredenler dışında her kulun ecri, hesap ve ölçü iledir. Sabredenlere ise hesapsız ve tartısız şekilde ecir ve mükafaat verilir. Başka bir haberde ise şöyle denilmektedir: ´Cennetin kapılan iki kanatlıdır ve önlerine çok kalabalık topluluklar doluşur. Sabır kapısı ise, tek kanatlıdır ve ondan yalnızca dünyada musibetlere maruz kalmış sabır ehli, birer birer girerler.
Allah Teala ihlas ehlinin ecirleri hakkında şöyle buyurur: "İşte onlara bilinen bir rızık vardır". (Saffat/41) Sabredenlerin ecirleri hakkında ise şöyle buyurmuştur: "Sabredenlere ecirleri hesapsızca verilir". (Zümer/10) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Sabredenlerin ecirleri, tartıyla değil avuçla verilir.
Sabredenlerin ecirlerinin bu şekilde hesapsız ve misliyle olmasının sebebi şudur: Sabır, nefse en ağır gelen ve nefs tarafından en fazla nefret edilen bir fazilettir. Sabır, insan tabiatı için de, en acı veren şeydir. Onun için en güç olan da, alçakgönüllülük ve hoşgörü noktasında Öfkeyi bastırıp hüzünlenmektir. Tevazu ve insanın kendini tutması da, sabırdan sayılır. Sabır, edepli ve güzel ahlaklı olmaktır. Sabır sayesinde halka eziyet vermezken, onlardan gelebilecek eziyetlere karşı tahammül gösterilir.
Bunlar, çok kuvvetli bir iradeyi icap ettiren faziletlerdir. İnsanların çoğunluğu, bu tür durumlarda kendilerine hakim olamadıkları için yürekleri daralır. Allah Teala da işte bu yüzden müttakilere ve sadıklara, zorluklarda ve hoş olmayan durumlarda sabırlı olmayı şart koşmuştur. Onların sadakat ve takvalarını sabır ile tahakkuk ettirmiş, sıfatlarını ve salih amellerini yine onunla kemale erdirmiştir. O, bu manada şöyle buyurmuştur: "Sıkıntılı ve ferah zamanlarında ve muharebe anında sabrederler; işte sadık olanlar onlardır, işte müttakiler de onlardır". (Bakara/177)
Sabır; nefsin heva ve arzularının peşinde koşmasının engellenmesi ve Rabbini razı edecek şekilde nefs ile mücadelede sebat gösterilmesidir. Kulun nefsiyle yaptığı mücahede, uğradığı bela ve imtihanın büyüklüğüne göre olmalıdır. Çünkü mücahede, yaşanılan imtihanın büyüklüğüne göre olur. Kul, bunun dışında nefsini şerre karşı hapsetmeli ve onu devamlı surette taat üzere tutmaya çalışmalıdır. Tabii, Rabbinin huzurunda kötü davranışlar sergilemek isteyen beşeri tabiatının açgözlülüğüne karşı da sabin olmalıdır. Muamelesinde güzel ahlakı koruma noktasında da sabırlı olmalıdır.
Sabır, hususiyetleri bakımından da birçok türe aynlır. Bu me-yanda, nevaların tasallutuna karşı sabır gösterildiği gibi Hak Tea-la´nın hizmetinde sebat etmek de sabrın türlerin dendir. Bu babda nefs mücahedesinin icaplarından biri de, hevanm hatırları, şeytanın tahrikleri ve dünyanın süslerine karşı kalbi ve niyeti an duru tutmaktır. İnsanı bekleyen ve sabredilmesi gereken sayısız afet ve bela karşısında uzuvları bunlardan uzak tutmak ve nefsi onlann yolunda yürümekten alıkoymak da sabnn tezahürlerinden sayılır. Nefsi, hak üzerinde tutarak, dil, kalp ve beden ibadetiyle hak üzerinde yoğunlaşmak da sabrın türlerinden biridir. Allah Teala, salih amel işleyen müminleri bu şekilde vasfetmiş ve amellerinin salahı için sabn şart koşmuştur. O, Asr suresinde sabır ve hak ehli olmayanlar dışında bütün insanların hüsranda olduklarını haber vermiştir. Yine bu surede sabrı, karşılıklı olarak tavsiye edilmesi gereken bir fazilet olarak yüceltmiştir.
Nefsin, yaratanı olan Allah Teala´ya ibadete hasredilmesi, kanaat üzere tahammüle zorlanması ve nzık veren Allah´ın yaptıkları karşısında imanını yitirmemeye sevkedilmesi de sabnn tezahür-lerindendir. Halka eza veren şeylerden el çekilmesi de sabnn türlerinden biri olup böyle yapanlar adalet makamında yeralarak Allah Teala´ın şu buyruğunda bahsedilen kimseler arasına girerler: "Muhakkak ki Allah, adaleti emreder". (Nahl/90)
Halktan gelen eza ve cefaya sabredenlere gelince, bunlar da ihsan ehlinin makamında yeralır ve Allah Teala´nm "Ve ihsanı (emreder)" (Nahl/90) buyruğu kapsamına girerler. İnfak ve tasaddukta sabrederek, hak sahiplerine haklanm vererek yakın olana yakından vermek de sabrın türlerindendir. Sabrın bu türünü ifa edenler de infak edenler makamında yeralır ve Allah Teala´nm "Ve yakınlara vermeyi (emreder)" (Nahl/90) buyruğunun kapsamına girerler. İlim ve iman bakımından Tuhşiyat´ olarak nitelenen fiillerden uzak durmak da sabır şekillerinden biridir. Tuhşiyat´, ulema tarafından çirkin görünen hal ve hareketlerdir. Azgınlığa kapılmamak da sabnn tezahürlerinden biridir. Azgınlık (=bağy); aşmlık, mübalağa ve kibre kapılarak sınırları çiğneme fiilidir. Dünyevi hususlarda müsrif olmak da, bağy kapsamına girer. Nahl suresi 90. ayeti, bütün bunları ihtiva eden kapsamlı bir ayet-i kerimedir. Kur´an´ın kutbu olan bu ayet, sabnn hemen bütün şekillerini içermektedir. Ayette tavsiye edilen sabrın ilk üç türü yapma istikametinde olup; adalet, ihsan ve yakınlara infakta bulunma fiillerindeki sabrı ifade eder. Diğer üç türü ise, uzak durma yönünde olup fuhşiyat, münke-rat ve bağyden uzak durma noktasında gösterilmesi gereken sabrı ifade eder. İbni Mesud (ra) şöyle derdi: Kur´an-ı Kerim´in emir ve yasakları en iyi birleştiren ayeti bu ayet-i kerimedir.
Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Amel edenlerin ecirleri ne kadar da güzeldir ki onlar, sabredip yalnız Rablerine tevekkül ederler". (Ankebut/58-59) Sabredenlerin mükafaatları ne kadar da güzeldir ki, Allah Teala tarafından vasfedilmeye değer bulunmuştur. Onların rızıkları ne kadar da değerlidir ki Allah tarafından zikredilmiştir. Onlar ne yüksek bir dereceye sahiptirler ki Allah Teala onları anlatmış ve sabırları sebebiyle övmüştür.
Sabır, amelin öncesinde, esnasında ve sonrasında ihtiyaç duyulan bir fazilettir. Amelin başında ihtiyaç duyulan sabır; amele dönük olarak ortaya çıkan niyetin düzeltilmesi, amele kesin olarak azmetme ve kararlı olarak yönelme için elzemdir. Amellerin sıhhat bulabilmesi için bu, birinci şarttır. Allah Resulü de (sav) bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Her kimse için niyet ettiği vardır"[2]Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Onlar sadece dini Allah´a halis kılarak O´na ibadet etmekle emro-lundular". (Beyyine/5") Niyetin hakikati, ihlastır. Allah Teala, sabrı amelin önüne geçirerek şöyle buyurmuştur: "Ancak sabreden ve sa-lih ameller işleyenler müstesna. İşte onlar için mağfiret ve büyük bir mükafaat vardır". (Hud/11) Sabır; amel tamama erinceye kadar yavaş hareket ederek beklemektir. Allah Teala, bu şekilde amel edenler hakkında da şöyle buyurmuştur: "O amel edenlerin ecri ne kadar da güzeldir ki onlar sabrederler". (Ankebut/58-59) Amelden sonraki sabır ise, onu gizleme, onunla gösterişte bulunmama ve onu dillendirerek övünç ve itibar kazanma illetinden kurtulma noktasında gösterilen sabırdır. Böylelikle amelin riyadan uzak ve sevabı bakımından mükemmel olması temin edilmiş olur. Allah Teala, bu meyanda da şöyle buyurmuştur: "Allah´a itaat edin, Resul´e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın". (Muhamme6V33); "Minnet bekleyip eza ederek verdiğiniz sadakaları boşa çıkarmayın". (Bakara/264)
Seleften bir zat şöyle demiştir: Ma´ruf bir amel, ancak şu üç şeyle tamama erer: Acele etme, gözde büyütmeme ve gizleme. Kişinin, nefsini ödüllendirmemesi de sabrın çeşitlerinden biridir. Allah Tea-la´yâ tevekkül ederek ezave cefalara katlanmak da sabrın tezahür-lerindendir. Bu babda da Allah Teala´nm şu buyruğunu zikredebiliriz: "Bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredeceğiz. Onun için tevekkül edecek olanlar, hep Allah´a tevekkül etmelidirler". (İbrahim/12) Bu, havassa mahsus olan sabır türlerindendir.
Marifet ehlinden bir zat şöyle derdi: Kulun tevekkülde bir makam sahibi olabilmesi için eziyet görmesi ve bu eziyetlere karşı sabretmiş olması elzemdir. Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuştur: "Onların ezalarım bir kenara at ve Allah´a tevekkül et". (Ahzab/48); "O´nu vekil edin ve söylediklerine karşı sabırlı ol". (Müzzemmil/9-10) Bu, rızanın ilk makamıdır.
Rızanın ikinci makamı ise, hükümlere karşı sabırlı olmaktır. Bu da misal olmaya en layık olan imtihana tâbi tutulanların sabrıdır. Misal olmaya en layık olanlar, Allah Resulü´nün de (sav) hadisinde buyurduğu gibi peygamberlerdir: "Biz peygamberler zümresi, insanlar arasında imtihanı en ağır olanlarız". Misal olmaya en layık olanı, Allah Teala´nm mücmel olan şu buyruğunda görmekteyiz: "Rabbin için de sabret". (Müddessir/7) Allah Teala, bu buyruğunu daha sonra tefsir ederek şöyle buyurmuştur: "Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen Bizim nezaretimiz altındasın". (Tur/48)
Nefsi takvaya hasretmek de sabrın türlerinden biridir. Takva, bütün hayırları ihtiva eden kapsamlı bir isimdir. Sabır ise, bütün iyiliklere dahil olan bir mefhumdur. Kul, bu ikisine birden sahip olduğu zaman ihsan ehlinden olur. "İyilik edenleri (ayıplamaya) bir yol yoktur". (Tevbe/91)
Bu hususu teyid eden ayetlerden biri de şudur: "Kim takva sahibi olur ve sabrederse (bilsin ki) Allah, ihsan sahiplerinin ecrini asla zayi etmez". (Yusuf/90) Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda mutlaka imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine Kitab verilenlerden ve müşriklerden birçok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva yoluna giderek korunur iseniz, işte bu az-medilmesi gereken mühim işlerdendir". (Al-i İmran/186) Yani mü-kafaattan Önce ezaya karşı sabrederseniz, bela ve imtihanlar karşısında takvadan" ayrılmazsamz, bu sizin çok daha hayırlı olur. Allah Teala, bu hususla ilgili şöyle buyurur: "Ceza verdiğiniz zaman size verilene denk olanla ceza verin. Eğer sabrederseniz, bu sabredenler için daha hayırlıdır". (Nahl/126)
"Zulme uğradıktan sonra hakkını alan kimse için (cezaya) yol yoktur". (Şura/41); "Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu, hiç şüphesiz azmedilmeğe değer işlerdendir". (Şura/43)
Üstteki ayetlerin ilkinde yeralan hüküm, mükafaat ve hakkı almaktır. Hakkı almak adaletin neticesidir. Adalet ise hasen yani güzeldir. İkincisinde ise affetme ve sabretme vardır. Bu da faziletin neticesi olup Ahsen yani en güzelidir. Allah Teala´nın şu buyruğun-daki mecazi mana da budur: "O kimseler ki sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah Teala´nın hidayet ettiği kimselerdir. Onlar akıl sahipleridir". (Zümer/18) Sözü dinlemek, adalettir. Adalet ise Hasen´dir ve hakkı almaktır. Affetmek ise, Ahsen´dir. Allah Teala, böyle davranan kullarını hidayet ve akıl sıfatlarıyla övmektedir ki bu, Muhbitûn´un (^Allah´tan korkup alçakgönüllü olanlar) makamıdır. Denildi ki: Muhbitûn; zulmetmeyen, zulme uğradıkları zaman da hak talep etmeyen kimselerdir.
Yukarıdaki sıfatlarla övülmek bu makamın ehline layıktır. Bu makamdakiler, huşu ehli olup ahirette Allah´tan gelecek karşılığın güzelliğiyle mutma´indirler. Çünkü onlar, dünya hayatının çok kısa sürede fena bulacağını ve Allah Teala ile karşılaşmanın ise çok yakın olduğunu bilirler. Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuştur: "Ve o (kıyamet) saati elbette gelecektir. Sen şimdi hoşgörü ile muamele et". (Hicr/85)
Takva ve sabır, biri diğerine bağlı olan mefhumlardır. Bunlardan herhangi biri yekdiğeri olmaksızın kemale eremez. Makamı takva olan kulun, halinin de sabır olması gerekir. Takva, makamların en yükseği olduğu için sabır da hallerin en yücesi olmuştur. Allah Teala´dan en fazla korkan muttaki kul, O´nun katında en değerli kul olur. O´nun katında en değerli olan da, elbette en faziletli ve üstün olandır.
Allah Teala, sabrı emrettikten sonra kendi zatına izafe etmek suretiyle şereflendirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Sabret, senin sabrın ancak Allah sayesindedir". (Nahl/127); "Rabbin için sabret". (Müddessir/7) Herşey O´nun sayesinde olduğu ve her salih amel O´nun rızası için eda edildiği için Allah Teala, imtihan etmediği hiçbir kulunu övgüyle vasfetmediği gibi senada da bulunmaz. İmtihana tabi tuttuğu kulu, bu imtihandan sağlam olarak çıkarsa kendisini över ve takva sıfatıyla anar. Aksi halde onun yalancılığını ve iftiracılığını beyan eder.
Süfyan-ı Sevri´ye (ra), ´Amellerin en faziletlisi hangisidir?´ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: İmtihan anında sabırlı olmak. Ulemadan bir zat da şöyle demiştir: Sabırdan daha faziletli ne olabilir ki? Allah Teala, Ritabı´nın doksan küsur yerinde onu zikretmiştir. O´nun Kur´an´da sabır kadar hiçbirşeyi bu kadar çok zikretmediğini biliyoruz. Allah Teala tarafından bir imtihana tabi tutulduğunda ona sabretmeyen hiç kimse, O´nun medhü senasına nail olmayı ummasın. Allah Teala tarafından medhü sena ile anılmayan hiç kimse de imanın hakikatma ve yakine ermeyi beklemesin.
Zahir uzuvlanyla salih ameller işlese dahi, Allah Teala tarafından mdhü sena ile zikredilip hayır ile anılmayan kimsenin, hüsn-i hatime ile vefat etmesinden endişe edilir. Çünkü Allah Teala bir kulu sevdiği ve onun amelinden razı olduğu zaman, kendisini överek vasfeder. O´nun tarafından istenmeyen bir durumla veya bir sıkıntıyla, ya da arzu ve şehvetle sınanan bir kul, bunlar karşısında sabır ve metanet gösterdiği vakit Allah Teala´nın izzet ve ikramına mazhar olarak hamdü sena ile vasfedilir. Böyle bir kulun ismi, vas-fedilen kulların isimleri arasına girerken, kendisi de övgüye nail olanlardan biri kılınır. İşte bu noktadan sonra, ayağının sürçmesine karşı emniyette olarak, hüsn-i hatimeye nail olur.
Sabrın çeşitlerinden biri de bolluk ve refahda sabırlı olarak bunlar yüzünden Allah Teala´nın emir ve yasaklarıyla çelişkiye düşmemektir. Zenginlikte sabır, servet ve malı heva uğrunda harcamamaktır. Kendisine nasip edilen bir nimete sabretmek ise, o nimeti bir ma´siyet işlemek için kullanmamaktır. Müminin bu tür hallerde sabırlı olmaya davet edilme ihtiyacı, zorluk ve sıkıntılar karşısında sabra davet edilme ihtiyacıyla aynıdır. Denir ki: Fakirlik ve imtihanlar karşısında her mümin sabredebilir. Ancak refah ve bollukta ancak sıddıklar sabredebilir.
Sehl şöyle derdi: İyi hale sabretmek, bela ve musibete karşı sabretmekten daha zordur. Sahabe de (ra), dünyanın zenginlik kapıları kendilerine açılıp rahatlığa ve bolluğa kavuştukları zaman şöyle demişlerdir: Yokluklarla imtihan edildiğimizde sabrettik. Varlık ve refahla imtihan edildiğimizde ise sabredemedik.
Selef-i Salih, varlık ve zenginlikle imtihan edilmeyi, yokluk ve sıkıntıyla imtihan edilmekten daha ağır ve zor görürlerdi. Allah Te-ala da bu babda şöyle buyurmuştur: "O müttakiler ki bollukta ve darlıkta infak ederler". (Al-i İmran/137) Allah Teala onları, imanlarının güzelliği, zühdlerinin hakikiliği ve nefslerinin cömertliğinden dolayı farklı iki hallerinde de tek bir sıfat ile medhetmiştir.
Bu manada başka bir ayette ise şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah´ı zikretmekten alıkoymasın". (Münafîkun/9) Çünkü mallar ve çocuklar, kişiyi mutlu ederek Zikrullah´dan alıkoyabilecek şeylerdir. Bir diğer ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Eşleriniz ve çocuklarınızdan sizin için düşmanınız olanlar vardır, onlardan sakının". (Teğabün/14) Çünkü kişi, eşleri ve çocuklarıyla mutlu olup şımararak hevaya uygun düşecek işler yapıp onların varlığından dolayı Rabbinin emirlerine muhalefet edebilir. Neticede eşleri ve çocukları ahirette düşmanları olarak karşısına çıkabilirler.
Bu babda Allah Resulü´nden (sav) şu hadise nakledilmiştir: "O, torunu Hasan´m elbisesi yüzünden tökezlediğini görünce minberden inmiş ve onu kucaklayarak şöyle demiştir: Allah Teala hakikaten doğruyu söyledi: Mallarınız ve çocuklarınız sizler için bir imtihan vesilesidir. Yavrumu bu halde görünce kendimi tutamadım ve kucağıma aldım. Muhakkak ki bunda görenler için ibret vardır".[3]
Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Çocuklar, hüzün, cimrilik ve korkaklıktır"[4]Gerçekten de onlar, genellikle hüzün, cimrilik ve korkaklığın kaynaklarını teşkil ederler. Çocuklara ve mala düşkünlük, insanı bu hallere itebilir. Varlığa, zenginliğe ve çocuklarla imtihanlarına karşı sabırlı olan ve bunlardan herbirini hakettiği yere koyabilen kimse, şükreden ve sabredenler arasındaki yerini alır. Yoksulluk ve musibetlerle sınanan kimselerin böyle birine üstünlükleri, şükür ve rızanın hakikatma varmış olmalarından başka bir şey değildir.Allah Teala, üstte zikrettiğimiz ayet-i kerimesinde varlık ve darlık hallerini birleştirerek, müttakiler için ortak bir sıfat olarak koymuş ve onları her iki halde de ihsanda bulunmakla överek şöyle buyurmuştur: "Bir cennete ki, eni gökler ve yer genişliğinde olup müttakiler için hazırlanmıştır. Onlar ki bollukta ve darlıkta infak ederler ve kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah da o ihsan sahiplerini sever". (Al-i İmran/133-134)
Acı ve musibetleri gizleyerek, bunları serzenişle dile getirmeyi bırakmak da sabrın tezahürlerinden biridir. Sabr-ı Cemil yani Güzel Sabır olarak bilinen sabır da işte budur. Denildi ki: Sabr-ı Cemil, şikayet ve insanlara yakınmanın olmadığı sabırdır. îbni Ab-bas´dan (ra) şunu rivayet ettik: Sabır, Kur´an´da şu üç şekilde yera-lir: Allah Teala´nm rızası için farz kılman ibadeleri eda etmede gösterilen sabır; Allah Teala´nm menettiği haramlara yaklaşmama noktasında gösterilen sabır; Musibetlerde ilk darbede gösterilen sabır. Allah Teala´nm farzlarım eda etmede sabır gösterene üçyüz derece vardır. Allah Teala´nm haram kıldıklarından uzak durma noktasında sabır gösterene altıyüz derece vardır. Musibetlerde, ilk darbe karşısında sabredene ise dokuzyüz derece vardır.
Görüldüğü üzere, bu ifadenin tefsiri gereklidir. İbni Abbas (ra) musibete karşı sabrı, farzlar ve haramlarda sabırlı olmaktan üstün olduğu için üstün tutmuş değildir. Bunun hakiki sebebi şudur: Farzlar ve haramlarda sabır göstermek, müslümanlarm genel hal-lerindendir. Halbuki musibetler karşısında sabır göstermek, yakin makamlarından biridir. Yakini iman makamı, elbette İslam makamından daha üstün bir makamdır.
Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu dua da zikredilebilir: "Sen´den, sayesinde dünyevi musibetleri hafif kılacağın bir Yakin nasip etmeni niyaz ederim".[5] Musibetler karşısında en güzel şekilde sabreden kişi, yakin bakımından en güçlü olan kişidir. Musibet ve belalar karşısında en fazla yakman kişi ise, yakin bakımından en zayıf olan kişidir.
Bu babda Seleme b. Verdan, Enes b. Malik´ten (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Hakka ererek şüpheyi terkeden kimse için cennetin en üstünde bir ev bina edilir. Batılı kaldırarak şüpheyi terkeden kimse için de cennetin ortasında bir ev bina edilir. Yalanı terkeden için de cennetin bir köşesinde ev bina edilir".[6]
İlk bakışta yalanı terketmekle, batılı kaldırarak şüpheyi terket-menin çok daha öncelikli bir fariza ve vecibe olduğunu görüp bunların daha üstün olmaları gerektiğini söyleyebilirsiniz. Ancak batıl karşısında şüphe ve yalanı terketmek, müslümanlarm umumu için geçerli olan bir durumdur. Hakikata ermiş ve sadık olan bir kulun şüphesine gelince, böyle biri içine düştüğü şüphe halini insanlara açıklamadığı, sükutu ve selameti tercih ettiği için diğerlerinden daha üstün olur. Çünkü böyle bir şüpheli duruma, ancak yakin sahipleri tahammül edebilirler. Onlar da müminlerin havassıdırlar. Makamları ise, yakin ve zühddür.
Konuşma ve diğerlerine anlatma arzusunu bırakarak sükut ve sessizliği tercih etmek elbette daha faziletlidir. Bu tür davranış, ya-kini imanın icaplarmdandır. Böyle bir mümin de sahip olduğu makam ile, müslümanlarm umumundan daha üstün bir yere yerleştirilmiştir. Onlar, farz ve vecibe olmaya daha layık olsalar da yalanı ve şüpheyi terkederler. İbni Abbas´ın (ra) yukarıdaki sözünün açıklaması budur.
Hayır işlerini gizleyerek, bunları anlatmaktan duyulan haz ve zevke karşı nefse gem vurmak da sabrın türlerinden biridir. Hayırlı amellerin ve sadakaların gizlenmesi de bu çerçevede değerlendirilir. İlan etmede bir beis olmamasına rağmen bunları gizlemek, edebe daha uygundur. Her halkürda iyi işleri ve verilen sadakaları gizlemek, daha faziletli, daha nezih ve Allah Teala için de daha sevimlidir. Hatta onlar iyilik hazinelerindendir. Kasdettiğimiz, acıları, musibetleri ve sadakaları gizlemektir. Bunlar, Allah Teala´nın katındaki en değerli hazinelerdir.
Fakirlik halini saklayıp gizlemek de, sabrın tezahürlerindendir. Yoklukla dolu gecelerde yaşanılan imtihanlara karşı sabırlı olmak ise, rıza ve zühd ehlinin halidir. Sabrın en güzeli; Allah Teala ile başbaşa kalmakta, O´nu dinlemekte ve bütün kalbiyle O´na yönelerek vecdi O´nunla güçlendirme hususunda gösterilen sabırdır. Bu, Mukrrebun´a mahsus olan bir fazilettir.
Allah Teala´dan haya duyma, O´nu sevme, O´na teslim olma ve işleri O´na havale etme noktasında gösterilen sabır da sabırların en güzelidir. Bu, kaderlerin akışı altında sükuneti bulmak, onları bağış ve lütuf olarak görmek, Allah Teala´ya niyazda bulunma ve kaderlerle ilgili olarak O´nun hikmetini görme noktasında işlerin nasıl güzel tasarlandığına şahit olmak ve onlarla imtihan edilme gayesine sahip olmaktır. Bütün bunlar da Allah Teala´nın şu buyruklarının muhtevasmdandır: "Rabbin için sabret" (Müddessir/7); "Rabbinin hükmüne sabret. Muhakkak ki sen, Bizim nezaretimiz-desin" (Tur/48).
Ömer b. Abdülaziz (ra) ve ondan başka birçok imam şunu söylemişlerdir: Sabaha çıktığımda, kaderin tecelli ettiği yerler dışında hiçbir sevincim olmaz. Bu sözün başka bir rivayetinde ise, ´Kazayı beklemem dışında..´ ifadesi yeralmaktadır. Denir ki: Yakini imanın alametlerinden biri de, başa gelen kazaya güzelce sabredip rıza göstererek teslim olmaktır. Bu da ariflerin makamıdır. Ebu Mu-hammed Sehl (ra), Ali´nin (kv) ´Allah Teala her kulu için aynı uykudan haz alır sözünün tefsirinde şöyle demiştir: Yani hükümlerin cari oluşları esnasında sükunetini muhafaza ederek itiraz ve hoşnutsuzluk ifade etmeyen kulunu sever.
Musibete karşı sabırda, sabrın ilk darbede olmasının şart koşulmasına gelince, bu hususta Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Sabır, sadece ilk d arbede dedir".[7] Denir ki: Herşeyde asıl olan, önce küçük gelip giderek büyümesidir. Ancak musibet ve belalar bunun dışındadır. Onlar ilk anda büyük gelip sonra küçülmeye başlarlar. Bu yüzdendir ki, sabırdan doğacak sevabın büyük olabilmesi için, acının ilk anında gösterilmesi istenmiştir.
İnsan, musibeti ilk duyduğu ve kalbi bu şiddetli darbeyle sarsıldığı zaman sabır ve metanet göstermelidir. Böyle bir durumla karşılaştığı ilk anda Allah Teala´yı düşünerek O´ndan haya eden kul, sabrı güzelce ifa edebilir. O´nun ´Sen Bizim nezaretimizdesin´buyruğu da, Allah Teala´ya tevekkül edenlerin makamını göstermektedir. Keramet gösterme, sahip olduğu kudret ve işaretleri haber verme noktasında kendini tutmak da sabrın tezahürlerindendir. Bu,aynı zamanda muamele bakımından da güzel bir terbiyenin ifadesidir. Bu da, Allah Teala´yı sevenlerin yolu ve zühdün hakikatidir. Sabrın en faziletli olan şekillerinden biri de övülme, lider olma gibi arzular karşısında nefsine hakim olabilmektir. Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) maktu´ olarak şu hadis rivayet edilmiştir: "Sabır üç şeyde olur: Nefsi temize çıkarmaya karşı sabır; Musibetten yakınmaya karşı sabır; Hayrı ve şerliyle Allah´dan gelen kazaya rıza göstermede sabır".
Ahireti dünyaya tercih edip Allah Teala´ya kaçarak, ubudiyet sıfatını tahakkuk ettirip Rubûbiyet sıfatlarının mefhumlarına olsun benzemeye çalışmayı terketmek, Uluhiyet´e teslim olup Ehadiyet´e teslimiyet gösterme noktasında nefsi alçakgönüllülük, tevazu ve suskunluğa mahkum etmek de sabrın tezahürlerin dendir.
Sabırsızlığın sizi bu tür bir densizliğe sevketm e sinden sakının. Aksi halde sağlam basan ayağınız kayıverir. Böyle bir duruma düşmekten Allah Teala´ya sığınırız. Kendileri için geçim temin etme, harcamada bulunma ve yaptıkları eziyetlere karşı tahammül gösterme noktasında eş ve çocuklara karşı da sabırlı olmak gerekir. Kulun Allah Teala karşısında eş ve çocuklarıyla ilgili olarak takip etmesi gereken kuralları vardır. Bunların en altında kendileriyle ilgilenme, en üstünde ise onlarhakkmda Allah Teala´dan razı olarak O´na tevekkül etme vardır. Ortada ise, onlara harcamada bulunarak, nefsi onlara meyletmekten uzak tutma vardır.
Bilin ki günahların çoğunluğu şu iki şeyden kaynaklanır: Sevdiği şeylere karşı nefsine hakim olmada ve sevmediği şeylere katlanma noktasında sabırsızlık.
Allah Teala, bir ayet-i kerimede sevilen bir şeyin kul için şer, sevilmeyen bir şeyin de tam aksine hayır getirebileceğini bildirerek şöyle buyurmuştur: "Siz birşeyden hoşlanmazsınız halbuki o, hakkınızda bir hayırdır ve olur ki birşeyi seversiniz, halbuki hakkınızda serdir". (Bakara/216)
Sabrın hükmüne gelince; sabrın başı aynı İhlasın başı gibi farzdır. Sabır, aynı zamanda silahı olmayan kimse için iyi bir silahtır. Çünkü iş, başka birinin elinde olduğu zaman, sabretmekten başka yapacak birşey yoktur. Muhtaç olduğunuz birşey size az geldiği zaman, sabırla beklemekten beşka yapacak birşeyiniz yoktur. Aksi takdirde o az da tamamen kesilecektir.
Sabırsızlığın temelinde yatan, uğruna sabrettiğin kişinin vereceği güzel karşılığa dair varolan inancın zayıflığıdır. Çünkü buna dair inancı kuvvetli olan kişi için geç gelecek olan vaad bile derhal gerçekleşecek gibidir. Vaad sahibi sadık olduğu zaman, onun vaadine inanan kişi de sabrı en güzel şekilde gösterir. Çünkü o, neticede nail olacağı mükafaattan emindir.
Kul, ancak şu iki esasa dayanarak sabreder: 1.Sabrın karşılığı olan şeyi görmek; ki bu, iki esasın düşük olanıdır. Genel olarak müminler ve kitapları sağ taraflarından verilecek Ashab-ı Yemin için geçerli olan sabır sebebi budur. 2. Karşılığı verecek olana bakıp O´nu düşünmek; bu da yakin ehlinin hali ve Mukarrebun´un makamıdır. Sabır karşılığında vaadedilen bedeli gören kul, sabırlı olmaya özen gösterir. Bunu, vaaden Zat-ı İlahi´yi düşünen kul ise, O´nun kudret ve azametini görerek sabra yönelir.