- Ruh sağlığı ve hekimliği

Adsense kodları


Ruh sağlığı ve hekimliği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Thu 11 November 2010, 11:41 am GMT +0200
c) Ruh Sağlığı ve Hekimliği
 

Çağdaş psikoloji ve psikiyatrinin ele aldığı birçok konu İbn Sina'nın araştırmaları içerisinde yer alır. Onun bu alanda geliştirdiği görüşler içerisinde, gü­nümüz bilimsel ölçülerine göre de değer taşıyan pekçok şeye rastlamak mümkündür.

Son asırda Jung'un kullandığı ve adına “ilişki testleri” denilen testler yardımıyla kişinin geçmişin­de yaşanmış ve saklanmış olan bazı hatıralara ulaş­mak mümkün olabilmektedir. İbn Sina, bazı otoriterlerce bu metodu ilk olarak bizzat kuran ve uygulayan kişi olarak kabul edilir. Kendisi bu metodla aşk ve sevda”nın sebep olduğu bir hastalığı tedavi etmiştir. Aynı şekilde Freud'ün cinsî travma­ya dayanan psikanalizinin de Bruer'den önce İbn Sina tarafından aşk tedavisinde kullanıldığı ileri sürülür. [78] Ayrıca, onun çocuk psikolojisi ve psikiyat­risi ile ilgili olarak yer verdiği görüşlerin günümüz­de de geçerli değer taşıdığı söylenebilir [79].

İbn Sina, “Ölüm Korkusundan Kurtuluş” (Risale fî defi ğami'1-mevt) isimli risalesinde, müslüman bir din psikologu ve ruh hekimi sıfatıyla, ölüm korku­sunun sebepleri, etkileri ve bundan kurtuluş çarele­rini incelemiştir. “Üzüntü” (el-Hüzn) ve “Sıkıntı ve Endişenin Giderilmesi” (Defü'1-ğamm ve'1-hemm) isimli iki ayrı risalesinde de aynı şekilde teşhis ve tedaviye yönelik görüşler ortaya çıkar. “Namaz ve Maniyeti” (es-Salâtü ve mâhiyetühâ) isimli risalesinde, namazın insan ruhu üzerindeki etkisini felsefî bir açıdan açıklamaya çalışır. İbn Sina, rüya ve rüya yo­rumu konusuna da ilgi duymuş ve “Rüya ve Yoru­mu” (er-Rü'yâ ve't-Tâbir) isimli eserinde, rüyanın keyfiyeti, kısımları, yorum kanunları, yorumlardaki anlaşmazlıklar., gibi meselelere yer vermiştir. İbn Sina'nın “el-îşârât”, “Hayy b. Yakzân”, “Aşk”, “Kaside-i Nefs” gibi eserlerinde, tasavvuf psikolojisine ışık tutan dikkate değer görüşler ortaya konmuştur. [80]

 
Gazzâli (450/1058-505/1111)
 

İslâm psikoloji tarihinde Gazzâli'nin, başkalarıy­la kıyaslanmayacak önemli bir yeri vardır. Bizzat kendisinin yaşadığı ruhî sarsıntı ve şüpheler, belki de onu insanın iç dünyası ve ruhî tecrübeleri üze­rinde yoğunlaşmaya sevkeden bir faktör olmuştur. Sonuçta Nefs ilmi onun çalışmalarında bütün ay­rıntılarıyla ortaya konduğu gibi, dinî davranışların insandaki yerleşik güdü ve niyetler açısından ele alınıp yorumlanması da bir yöntem olarak ön plâna çıkmıştır. Bundan dolayıdır ki, Gazzâli'nin önemli eserlerinde psikolojik derinlik ve muhteva hemen göze çarpar. O, içgözleme dayalı davranış tahlilleri­ne aklî ve nazarî düşüncelerden daha fazla önem verir. Dolayısıyla, psikoloji konulannda ortaya koy­duğu düşünce ve teorilerin birçoğunu, kendi şahsî iç tecrübelerine dayandırdığını belirtmesi yersiz de­ğildir. Ayrıca, kendisinin yaşadığı şuur hâlleri ve iç tecrübeleri, başkalarının da kendi nefislerinde gözlemleyebileceklerini, bunların herkese açık keyfiyet­ler olduğunu ifade etmekle [81], psikolojik olayların herkes için geçerli ortak sebep ve kanunlara bağlı olduğu görüşünü de ortaya koymuş olmaktadır.

Gazzâli, genel psikolojide olduğu kadar, Din Psi­kolojisinde de dikkate değer görüşlerin sahibidir. Bu konuda onun Muhâsibî'den oldukça etkilenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Şüphesiz Gazzâli'nin eser­lerinde yer alan her tür psikolojik tesbit ve tahlil, sonuçta dinî-ahlâkî bir konunun anlaşılması ama­cına yöneliktir. Gazzâli'yi islâm psikolojisinin esas­larını ortaya koyan kişi olarak görenler [82] haklı sa­yılabilir. Çünkü, onun bu alandaki görüş ve incelemeleri sistemli bir bütün oluşturacak yeterli­ğe ulaşmış gözükmektedir. [83]

 
a) İnsandaki Dört Temel Güdü
 

Gazzâli insanın varlık yapısının, ayrı özelliklere sahip dört unsurdan oluştuğunu, bütün psikolojik eğilimlerin bunlardan kaynaklandığını ifade eder.

1. Benlik Güdüsü (=Rabbâniyet): Bağımsızlık, üstünlük, hakimiyet, başarılı olma, engelleri yenme, amacına ulaşma, önder olma, sevilme ve beğenil­me., gibi eğilim ve isteklerin çıkış kaynağı budur.

2. Fizyolojik Güdüler (=Behimiyyet; Hayvâniyyet) : Yeme, içme, cinsel doyuma ulaşma., gibi istek ve ihtiyaçlar, insanın birçok davranışının te­melinde yer alırlar. Bu tür isteklere “şehvet” de denir.

3. Saldırganlık Güdüsü (=Sebûiyyet) : Öfke, saldırma,  sövme,  dövme.,  gibi davranışlar bunun bir ifadesidir.

4. Kötülük Yapma Güdüsü (=Şeytâniyet)   : İnsan gazap ve şehvet bakımından hayvanla ortak özellikte iken, düşünce ve anlayışın yanısıra, kötü­lük yapma gücü bakımından ondan ayrılır. Bu özel­liği ile insan, akıl ve düşüncelerini kötülük yollarında kullanır, aldatma ve hile yollarına başvurur ve kötülüğü iyilik gibi göstermeğe çalışır [84].

 
b) Güdülenme ve Davranış
 

Gazzâli, insan davranışının dinamiğini, çağdaş psikolojide yer alan güdülenme (motivasyon) nazari­yelerine çok yakın tarzda tasvir etmiştir. Ona göre insanın psikolojik sahası, şuur alanı (kalb) iki kay­naktan gelen etkiler vasıtasıyla faaliyete geçmekte­dir. Birincisi, dış etkilerdir ki, bunlar duyu organla­rının algıladığı şeylerdir. İkincisi; hayal, hatıra, arzu (şehvet), öfke (gazap) gibi insanda yerleşmiş olan mizaç ve kişilik eğilimleridir. însan duyularıyla birşey algıladığı zaman bunun kalbde izi kalır. Aynı şekilde, fazla yemekten veya mizaçtaki kuvvet sebe­bi ile şehvet kabardığı zaman, bu da insan üzerinde bir etki oluşturur ve her ne kadar duyumla ilgisi ol­masa bile, zihinde canlanan hayaller varlığını sür­dürür. Böylece, bir konudan diğerine kendiliğinden geçiş yapan hayal, şuuru etkisi altında tutar [85]. İşte bu değişik kaynaklar vasıtası ile oluşan bütün bir uyarıcılar (=havâtır) birikimi ya da günümüz psiko­lojisinin adlandırmasıyla “güdüsel örüntü”, davra­nışların temelinde yer alır. Gazzâli, çağdaş psikolojide “güdülenme durumu” denilen içsel olaylar serisini, şöyle bir sıra ile açıklar: Önce, belli belirsiz bir his, bir fikir, bir hatıra (hatır; havâtır) kişiye kendisini hissetirir. Meselâ, birden bire zihninde, arkasında gelen bir kadının sureti canlanır. Eğer dönüp baksa onu görecektir. İşte bu şekilde şuur alanına ilk giren şeye “hatır” veya “hâdisi-i nefs” de­mektedir. Sonra, bu hatır kişide bir istek, heyecan, tabiî bir eğilim ve arzuyu uyandırır. Bu durumda o kişi, o kadına dönüp bakma arzusu duyar ki, bu insan tabiatındaki şehvetin harekete geçmesi de­mektir. Bu, “meyi, “rağbet”, “şehvet” gibi kelimeler­le ifade ettiği arzunun uyanması safhasıdır. Bu iki safhadaki gelişine kişinin iradesi dışındadır. Daha sonra, şuuru kendiliğinden, irade dışı bir şekilde et­kileyen ve kişide, kendisi hakkında bir istek ve arzu uyandıran konuyla ilgili olarak zihnî bir hükme ula­şılması  gerçekleşir. Bir   engel  sözkonusu   değilse kişi, arkasındaki kadına bakmayı düşünür. İnsan birşeye canlı bir şekilde eğilim duyduğu, güdülendi­ği zaman, engeller kaldırılmadıkça, “çaba ve niyet” meydana gelemez. Bu durumda insanı utandıran ya da korkutan bir sebep varsa kararsızlık ve çekin­genlik eğilimleri ortaya çıkar ve hedefe ulaşılmaz. Gazzâli bu safhaya “hüküm ve itikad” demektedir. Yani bu irdeleme safhasıdır. Son safha, kişiyi etkile­yen konuda hedefe ulaşmak için kesin karar vermek, harekete geçmeye niyet etmektir. Başlangıçta kişinin niyet ve çabası zayıf olabilir, fakat güdülenmeyi doğuran sebebin çekiciliği dolayısıyla,  daha sonra bu yönde bir davranışta bulunma güçlü bir çaba ve irade halini alır. Fakat, irade kesinlik ka­zanmış olsa bile bazan pişmanlık duyularak vazge­çildiği de olur. Bazan da bir engel araya girebilir ve işin gerçekleşmesi güçleşir. Gazzâli bu son safhaya niyet, heram, kast, azim, irade., gibi isimler verir [86]. Bütün bu safhalardan sonra davranış gerçekleşmiş ve hedefine ulaşmış olur. [87]

 
c) Psikoloji ve Din
 

Gazzâli dinî davranışı, tek başına bağımsız bir gerçeklik halinde ele alıp incelemez; insan davranı­şını bir bütün olarak ele alarak dinî davranışları da bu genel çerçeveye bağlı olarak değerlendirir. Yani ona göre, insanın genel psikolojisinden ayrı ve ba­ğımsız bir Din Psikolojisi düşünülemez. Çünkü, ona göre dinin anlamı, din konulan çerçevesinde billurlaşan (ya da dinden kutuplanan) genel duygular, düşünce, tutum ve tepkilerden ibarettir. Meselâ Allah sevgisi, dinin ana konusu olan Allah'a yönel­miş olan tabiî sevgiden başka birşey değildir; dinî korku da aynı şekilde, bütün belirtileriyle tabiî kor­kunun dışında birşey değildir ve bütün bu korku belirtilerini uyandıran şey de “ilâhî ceza” konusu­dur. Diğer çeşitli dinî davranışlar için yapılan de­ğerlendirme de bu şekildedir. Bu görüş tarzı, W. James ve çağdaş din psikologlarının çoğunun da, kendi çalışmalarında ulaştığı bir sonuçtur.

Niyet ve hedefleri açısından ele alındığı zaman, Gazzâli'ye göre insandaki güdüleri iki ana başlık al­tında ifade etmek mümkündür:

a. Din güdüleri (bevâisü'd-din,

b. Hevâ güdüleri (bevâîsü'1-hevâ).


Dinî güdü veya yüksek insanî eğilimler, kişiyi kendi arzulanna değil ilâhî iradeye uymaya ve iyili­ğin hakim olduğu bir hayata yöneltirler. Gazzâli bu güdüyü, aklın yol göstermesine göre iş görmeye hazır eğilim olarak tanımlar; Allah karşısında korku ve umut bu güdünün içeriğini oluşturur. Buna, sevgi, şükür tevekkül., gibi çeşitli duygular ve tu­tumlar eklenir.

Hevâ güdüleri ise, dinî güdülere aykırı olarak, in­sanı ilahî ve yüce bir amaca değil, kişisel tatmin ve zevke yönelten ve muhtevasını mal edinme, yeme-içme, cinsellik arzusu gibi istek ve duyguların oluş­turduğu sırf dünya hayatına dönük eğilimlerdir. Gazzâli'ye göre, insana zevk ve tatmin veren bu tür davranış konu ve hedeflerini de kendi içinde üç gruba ayırmak mümkündür: Bunlardan bir kısmı Allah için düşünülmez, yalnızca verdiği zevkten do­layı insanlar kendisine yönelir. îkinci bir kısmı ise; Allah  için  düşünülür,   fakat Allah'ın  dışında  bir amaca tâbi kılınması mümkündür. Üçüncü kısmı ise, kişiye zevk vericidir ve asıl sürükleyici özelliği bundan kaynaklanır fakat ilâhî irade gözetilerek bu zevk ve tatminin sağlanması da mümkündür. Yemek, cinsellik vb. insanî faaliyetler gibi. Gazzâli, dinî ve yüksek insanî eğilimlerin gelişip güçlenmesi­ni, aşağı insanî eğilimlerin normal ölçülerde tatmini ya da yüksek amaçlar için en alt düzeyde ve dene­tim altında tutulmasına bağlı görmektedir [88].

Gazzâli, îhyâ'nın üçüncü cildinde, “Acâibü'1-Kalb” bölümünde, îslâm psikolojisinin temel kavramlarını (Ruh, Nefs, Akıl, Kalb) açıkladıktan sonra, insanın psikolojik yapısı ve derûnî hayatı ile ilgili görüşlerini ortaya koyar. Şuur hâllerini, dinî niyet ve hedefler açısından değerlendirmeye tâbi tutar, “Meâricül-Kuds” isimli eserinde ise, idrak psikolojisiyle ilgili kendi teorisini ortaya koyar ve buradan hareketle peygamberdeki şuur yapısını açıklamaya çalışır. [89]

 
İbn Hazm (383/993-456/1064)
 

Çok yönlü bir bilgin olan İbn Hazm'm aşk psiko­lojisi ile ilgili bir çalışması üzerinde durmak gerekir. “Tavk el-Hamâme fi’l Ulfe ve’l Ullaf” isimli eserini îbn Hazm, şahsî dokümanlara dayanarak kaleme almıştır. Bu eserde sevgi, muhabbet, ülfet ve bağlı­lık gibi bazı duygusal hâllerin yapısı ve etkileri üze­rinde durulmaktadır. Ele alınan olaylar yazarın kendi hayatından veya çağdaşlarının hayat tecrübe­lerinden seçilmiş olup, edebî bir üslûp içerisinde tasvir ve incelemeye tâbi tutulmuştur.

Aşk nedir? îbn Hazm'a göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir. Bu birleşme onların en yüksek temel un­surlarında  meydana gelir.   Bu birleşme  ruhların yüksek konumlarındaki elverişli durumlara uygun bir biçimde ve bu durumlarm ruhun şekillendirdiği bütün içerisinde birbirlerine az veya çok yakın ol­malarına göre meydana gelir. İbn Hazm, bu şekilde tanımladığı ruhî sevgi ile, şehevî muhtevalı sevgiyi birbirinden ayırdeder. Birincisini, ruhî benzerlik ve yakınlaşmaya, eğilimlerin ve karakterlerin uyuşma­sına bağlar. İkincisini ise, bedenî güzellikten ve ya­ratılış güzelliğinden başka birşey olmayan dış görü­nüşe ve şekle dayandırır[90]. Cinsel güdünün doğurduğu davranışların gerçek bir aşka benzer özellikleri olsa bile, bunların sonuçlan aynı değildir. İbn Hazm'a göre, insandaki güzellik duygusu ve bunun gereği olarak güzel ve hoş şeylere olan eğilim son derece tabiî birşeydir. Bu bakımdan dinde açık­ça bu konuda emredici ya da yasaklayıcı bir hüküm yoktur. Ancak o, aşkın insanın ruhî dengesini bozan ve birtakım ölçüsüzlük ve aşırılıklara yol açan etkilerini de çok iyi tesbit etmektedir. Cinsel güdünün insanı etkilemedeki büyük gücünü kabul etmekle birlikte, inanç ve dinî sorumluluk duygusu­nun onun da üzerinde bir kontrol ve denetim meka­nizması kurmak suretiyle davranışları dengelemede oynadığı rolü vurgulamaktadır. İnançlı dindar bir kişinin cinsî sapmalarının dinî davranışları üzerin­deki olumsuz etkileri ya da günahkârlık duyguları­nın yol açtığı çatışmalar, bu kitapta İbn Hazm'ın tahlil ettiği konular arasında yer almaktadır. [91]

 
Muhammed İkbâl (1873-1939)
 

Büyük şair ve düşünür İkbâl, son devirde Batı alemi'nde ortaya çıkan düşünce akımları ve bilimsel teorileri ciddi bir şekilde inceleyerek, bunları îslâm geleneği içerisinde ifade etmeye ve yorumlamaya ça­lışmıştır. W. James'in Din Psikolojisiyle ilgili görüş­lerinden etkilenen İkbâl,  Freud ve Jung'un dine yaklaşımlarını yetersiz ve hatalı bularak tenkit eder. O'na göre insanın iç tecrübesi en az tabiat kadar sağlam bir bilgi kaynağıdır; ruhî olayın ilk tenkitçi araştırmacısı İslâm'da Hz. Peygamberle temsil edi­lir. Çünkü Hz. Peygamber, İbn Seyyad isimli yahudi çocuğunun olağandışı parapsikolojik hâllerini hem dış gözlem ve hem de iç gözlem yoluyla incelemeye tâbi tutmuştur. İkbâl'e göre, îslâm dünyasında Hz. Peygamberin ruhî olaylara gösterdiği ilginin gerçek anlamını ilk olarak farkeden ve araştırmalarında bu bakış açısına yer veren kişi îbn Haldun'dur [92].

 

a) Din ve Dinî Tecrübe :
 

İkbâl'e göre dinî yaşa­yışta insanın bütün ruhî fonksiyonları ortaklaşa iş görürler; din ne yalnızca düşünce, ne sırf duygu ve ne de uygulamadır, insan kişiliğinin bütününün bir ifadesidir [93]. Fakat dinin en içten yaşamşı kendisini duygularda gösterir. Din esas itibariyle yaşanan, içten tecrübe edilen derin bir duygu ve sezgidir; ancak bu duygunun muhtevasında fikir ve düşünce unsurları da vardır [94].

İkbâl, Allah'la vasıtasız, sezgisel, kalb ya da fuâd yoluyla kurulan ilişki olarak ele aldığı dinî tecrübe­yi, bilimsel olarak ifade ettiği değer bakımından, insan tecrübesinin diğer şekilleri ile aynı özellikte görür. Yani, dinî tecrübe, yorum yoluyla bilgi temin etme özelliği bakımından, diğer tecrübe şekilleri kadar tabiî ve sağlamdır. Bu sebeple de, dinî tecrü­be ve davranışın tenkitçi bir şekilde incelenmesinin, dine saygısızlıkla herhangi bir ilgisi olmadığını ilave eder. Tasavvufî ya da mistik tecrübeye İkbâl'in yak­laşımı da aynı çerçevededir. Ona göre mistik şuur, bizim tabiî şuurumuzun özel bir şeklidir; ondan ta­mamen farklı ve emsalsiz olmayıp, vasıtasız bir tec­rübe olması bakımından tabiî tecrübemize benze­yen bir yönü vardır. Bu bakımdan, dinî tecrübenin bir üst şekli olan derûnî ve tasavvufî hayat, ne de­rece müstesna ve alışılmışın dışında olursa olsun, bir müslüman tarafından tabii ve beşeri yaşayışın diğer alanları gibi her çeşit tenkit ve incelemeye tâbi, tamamen tabii bir hayat tecrübesi olarak ele alınmalıdır [95]. Fakat bu akıl üstü şuur şekillerinin muhtevasını tahlil edebilecek gerçekten etkili bir bi­limsel metod henüz bulunabilmiş değildir. [96]

 

b)  Din Psikolojisi :
 

İkbâl'e göre çağdaş psikoloji dinî hayatın dış kenarına bile henüz erişememiş ve dinî tecrübe denilen şeyin zenginlik ve çeşitliliğinden uzakta kalmıştır. Bu bakımdan o, Din Psikolojisi araştırmalarının başarıya ulaşması için  şöyle bir metod teklif etmektedir:  Din psikologu herşeyden önce dinin psikolojik yorumuyla ilgili mevcut görüş ve teorileri tam bir tarafsızlıkla tenkit ve tasfiyeye tâbi tutmalıdır. Diğer ilim alanlarında olduğu gibi, din araştırması da “tecrübe”ye dayanarak ilerlemeli, dinî tecrübeyi derûnî mahiyeti yönünden ele alarak anlamını yorumlamalıdır. Din Psikolojisi çalışması­na kendini vermiş olan kişi, kendi tecrübesinden ha­reket ederek, çeşitli tecrübe katagorilerini tek tek ele alıp, bunlar üzerinde çok titiz bir inceleme yaparak ve bu tecrübenin muhtevasına katılan psikolojik ve fizyolojik bütün sübjektif unsurları ayıklamaya ça­lışmalıdır. Böyle bir araştırma metodu sonucunda ulaşılacak olan tecrübe aslî, esasî ve fıtratıdır [97].