hafız_32
Thu 11 November 2010, 11:41 am GMT +0200
c) Ruh Sağlığı ve Hekimliği
Çağdaş psikoloji ve psikiyatrinin ele aldığı birçok konu İbn Sina'nın araştırmaları içerisinde yer alır. Onun bu alanda geliştirdiği görüşler içerisinde, günümüz bilimsel ölçülerine göre de değer taşıyan pekçok şeye rastlamak mümkündür.
Son asırda Jung'un kullandığı ve adına “ilişki testleri” denilen testler yardımıyla kişinin geçmişinde yaşanmış ve saklanmış olan bazı hatıralara ulaşmak mümkün olabilmektedir. İbn Sina, bazı otoriterlerce bu metodu ilk olarak bizzat kuran ve uygulayan kişi olarak kabul edilir. Kendisi bu metodla aşk ve sevda”nın sebep olduğu bir hastalığı tedavi etmiştir. Aynı şekilde Freud'ün cinsî travmaya dayanan psikanalizinin de Bruer'den önce İbn Sina tarafından aşk tedavisinde kullanıldığı ileri sürülür. [78] Ayrıca, onun çocuk psikolojisi ve psikiyatrisi ile ilgili olarak yer verdiği görüşlerin günümüzde de geçerli değer taşıdığı söylenebilir [79].
İbn Sina, “Ölüm Korkusundan Kurtuluş” (Risale fî defi ğami'1-mevt) isimli risalesinde, müslüman bir din psikologu ve ruh hekimi sıfatıyla, ölüm korkusunun sebepleri, etkileri ve bundan kurtuluş çarelerini incelemiştir. “Üzüntü” (el-Hüzn) ve “Sıkıntı ve Endişenin Giderilmesi” (Defü'1-ğamm ve'1-hemm) isimli iki ayrı risalesinde de aynı şekilde teşhis ve tedaviye yönelik görüşler ortaya çıkar. “Namaz ve Maniyeti” (es-Salâtü ve mâhiyetühâ) isimli risalesinde, namazın insan ruhu üzerindeki etkisini felsefî bir açıdan açıklamaya çalışır. İbn Sina, rüya ve rüya yorumu konusuna da ilgi duymuş ve “Rüya ve Yorumu” (er-Rü'yâ ve't-Tâbir) isimli eserinde, rüyanın keyfiyeti, kısımları, yorum kanunları, yorumlardaki anlaşmazlıklar., gibi meselelere yer vermiştir. İbn Sina'nın “el-îşârât”, “Hayy b. Yakzân”, “Aşk”, “Kaside-i Nefs” gibi eserlerinde, tasavvuf psikolojisine ışık tutan dikkate değer görüşler ortaya konmuştur. [80]
Gazzâli (450/1058-505/1111)
İslâm psikoloji tarihinde Gazzâli'nin, başkalarıyla kıyaslanmayacak önemli bir yeri vardır. Bizzat kendisinin yaşadığı ruhî sarsıntı ve şüpheler, belki de onu insanın iç dünyası ve ruhî tecrübeleri üzerinde yoğunlaşmaya sevkeden bir faktör olmuştur. Sonuçta Nefs ilmi onun çalışmalarında bütün ayrıntılarıyla ortaya konduğu gibi, dinî davranışların insandaki yerleşik güdü ve niyetler açısından ele alınıp yorumlanması da bir yöntem olarak ön plâna çıkmıştır. Bundan dolayıdır ki, Gazzâli'nin önemli eserlerinde psikolojik derinlik ve muhteva hemen göze çarpar. O, içgözleme dayalı davranış tahlillerine aklî ve nazarî düşüncelerden daha fazla önem verir. Dolayısıyla, psikoloji konulannda ortaya koyduğu düşünce ve teorilerin birçoğunu, kendi şahsî iç tecrübelerine dayandırdığını belirtmesi yersiz değildir. Ayrıca, kendisinin yaşadığı şuur hâlleri ve iç tecrübeleri, başkalarının da kendi nefislerinde gözlemleyebileceklerini, bunların herkese açık keyfiyetler olduğunu ifade etmekle [81], psikolojik olayların herkes için geçerli ortak sebep ve kanunlara bağlı olduğu görüşünü de ortaya koymuş olmaktadır.
Gazzâli, genel psikolojide olduğu kadar, Din Psikolojisinde de dikkate değer görüşlerin sahibidir. Bu konuda onun Muhâsibî'den oldukça etkilenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Şüphesiz Gazzâli'nin eserlerinde yer alan her tür psikolojik tesbit ve tahlil, sonuçta dinî-ahlâkî bir konunun anlaşılması amacına yöneliktir. Gazzâli'yi islâm psikolojisinin esaslarını ortaya koyan kişi olarak görenler [82] haklı sayılabilir. Çünkü, onun bu alandaki görüş ve incelemeleri sistemli bir bütün oluşturacak yeterliğe ulaşmış gözükmektedir. [83]
a) İnsandaki Dört Temel Güdü
Gazzâli insanın varlık yapısının, ayrı özelliklere sahip dört unsurdan oluştuğunu, bütün psikolojik eğilimlerin bunlardan kaynaklandığını ifade eder.
1. Benlik Güdüsü (=Rabbâniyet): Bağımsızlık, üstünlük, hakimiyet, başarılı olma, engelleri yenme, amacına ulaşma, önder olma, sevilme ve beğenilme., gibi eğilim ve isteklerin çıkış kaynağı budur.
2. Fizyolojik Güdüler (=Behimiyyet; Hayvâniyyet) : Yeme, içme, cinsel doyuma ulaşma., gibi istek ve ihtiyaçlar, insanın birçok davranışının temelinde yer alırlar. Bu tür isteklere “şehvet” de denir.
3. Saldırganlık Güdüsü (=Sebûiyyet) : Öfke, saldırma, sövme, dövme., gibi davranışlar bunun bir ifadesidir.
4. Kötülük Yapma Güdüsü (=Şeytâniyet) : İnsan gazap ve şehvet bakımından hayvanla ortak özellikte iken, düşünce ve anlayışın yanısıra, kötülük yapma gücü bakımından ondan ayrılır. Bu özelliği ile insan, akıl ve düşüncelerini kötülük yollarında kullanır, aldatma ve hile yollarına başvurur ve kötülüğü iyilik gibi göstermeğe çalışır [84].
b) Güdülenme ve Davranış
Gazzâli, insan davranışının dinamiğini, çağdaş psikolojide yer alan güdülenme (motivasyon) nazariyelerine çok yakın tarzda tasvir etmiştir. Ona göre insanın psikolojik sahası, şuur alanı (kalb) iki kaynaktan gelen etkiler vasıtasıyla faaliyete geçmektedir. Birincisi, dış etkilerdir ki, bunlar duyu organlarının algıladığı şeylerdir. İkincisi; hayal, hatıra, arzu (şehvet), öfke (gazap) gibi insanda yerleşmiş olan mizaç ve kişilik eğilimleridir. însan duyularıyla birşey algıladığı zaman bunun kalbde izi kalır. Aynı şekilde, fazla yemekten veya mizaçtaki kuvvet sebebi ile şehvet kabardığı zaman, bu da insan üzerinde bir etki oluşturur ve her ne kadar duyumla ilgisi olmasa bile, zihinde canlanan hayaller varlığını sürdürür. Böylece, bir konudan diğerine kendiliğinden geçiş yapan hayal, şuuru etkisi altında tutar [85]. İşte bu değişik kaynaklar vasıtası ile oluşan bütün bir uyarıcılar (=havâtır) birikimi ya da günümüz psikolojisinin adlandırmasıyla “güdüsel örüntü”, davranışların temelinde yer alır. Gazzâli, çağdaş psikolojide “güdülenme durumu” denilen içsel olaylar serisini, şöyle bir sıra ile açıklar: Önce, belli belirsiz bir his, bir fikir, bir hatıra (hatır; havâtır) kişiye kendisini hissetirir. Meselâ, birden bire zihninde, arkasında gelen bir kadının sureti canlanır. Eğer dönüp baksa onu görecektir. İşte bu şekilde şuur alanına ilk giren şeye “hatır” veya “hâdisi-i nefs” demektedir. Sonra, bu hatır kişide bir istek, heyecan, tabiî bir eğilim ve arzuyu uyandırır. Bu durumda o kişi, o kadına dönüp bakma arzusu duyar ki, bu insan tabiatındaki şehvetin harekete geçmesi demektir. Bu, “meyi, “rağbet”, “şehvet” gibi kelimelerle ifade ettiği arzunun uyanması safhasıdır. Bu iki safhadaki gelişine kişinin iradesi dışındadır. Daha sonra, şuuru kendiliğinden, irade dışı bir şekilde etkileyen ve kişide, kendisi hakkında bir istek ve arzu uyandıran konuyla ilgili olarak zihnî bir hükme ulaşılması gerçekleşir. Bir engel sözkonusu değilse kişi, arkasındaki kadına bakmayı düşünür. İnsan birşeye canlı bir şekilde eğilim duyduğu, güdülendiği zaman, engeller kaldırılmadıkça, “çaba ve niyet” meydana gelemez. Bu durumda insanı utandıran ya da korkutan bir sebep varsa kararsızlık ve çekingenlik eğilimleri ortaya çıkar ve hedefe ulaşılmaz. Gazzâli bu safhaya “hüküm ve itikad” demektedir. Yani bu irdeleme safhasıdır. Son safha, kişiyi etkileyen konuda hedefe ulaşmak için kesin karar vermek, harekete geçmeye niyet etmektir. Başlangıçta kişinin niyet ve çabası zayıf olabilir, fakat güdülenmeyi doğuran sebebin çekiciliği dolayısıyla, daha sonra bu yönde bir davranışta bulunma güçlü bir çaba ve irade halini alır. Fakat, irade kesinlik kazanmış olsa bile bazan pişmanlık duyularak vazgeçildiği de olur. Bazan da bir engel araya girebilir ve işin gerçekleşmesi güçleşir. Gazzâli bu son safhaya niyet, heram, kast, azim, irade., gibi isimler verir [86]. Bütün bu safhalardan sonra davranış gerçekleşmiş ve hedefine ulaşmış olur. [87]
c) Psikoloji ve Din
Gazzâli dinî davranışı, tek başına bağımsız bir gerçeklik halinde ele alıp incelemez; insan davranışını bir bütün olarak ele alarak dinî davranışları da bu genel çerçeveye bağlı olarak değerlendirir. Yani ona göre, insanın genel psikolojisinden ayrı ve bağımsız bir Din Psikolojisi düşünülemez. Çünkü, ona göre dinin anlamı, din konulan çerçevesinde billurlaşan (ya da dinden kutuplanan) genel duygular, düşünce, tutum ve tepkilerden ibarettir. Meselâ Allah sevgisi, dinin ana konusu olan Allah'a yönelmiş olan tabiî sevgiden başka birşey değildir; dinî korku da aynı şekilde, bütün belirtileriyle tabiî korkunun dışında birşey değildir ve bütün bu korku belirtilerini uyandıran şey de “ilâhî ceza” konusudur. Diğer çeşitli dinî davranışlar için yapılan değerlendirme de bu şekildedir. Bu görüş tarzı, W. James ve çağdaş din psikologlarının çoğunun da, kendi çalışmalarında ulaştığı bir sonuçtur.
Niyet ve hedefleri açısından ele alındığı zaman, Gazzâli'ye göre insandaki güdüleri iki ana başlık altında ifade etmek mümkündür:
a. Din güdüleri (bevâisü'd-din,
b. Hevâ güdüleri (bevâîsü'1-hevâ).
Dinî güdü veya yüksek insanî eğilimler, kişiyi kendi arzulanna değil ilâhî iradeye uymaya ve iyiliğin hakim olduğu bir hayata yöneltirler. Gazzâli bu güdüyü, aklın yol göstermesine göre iş görmeye hazır eğilim olarak tanımlar; Allah karşısında korku ve umut bu güdünün içeriğini oluşturur. Buna, sevgi, şükür tevekkül., gibi çeşitli duygular ve tutumlar eklenir.
Hevâ güdüleri ise, dinî güdülere aykırı olarak, insanı ilahî ve yüce bir amaca değil, kişisel tatmin ve zevke yönelten ve muhtevasını mal edinme, yeme-içme, cinsellik arzusu gibi istek ve duyguların oluşturduğu sırf dünya hayatına dönük eğilimlerdir. Gazzâli'ye göre, insana zevk ve tatmin veren bu tür davranış konu ve hedeflerini de kendi içinde üç gruba ayırmak mümkündür: Bunlardan bir kısmı Allah için düşünülmez, yalnızca verdiği zevkten dolayı insanlar kendisine yönelir. îkinci bir kısmı ise; Allah için düşünülür, fakat Allah'ın dışında bir amaca tâbi kılınması mümkündür. Üçüncü kısmı ise, kişiye zevk vericidir ve asıl sürükleyici özelliği bundan kaynaklanır fakat ilâhî irade gözetilerek bu zevk ve tatminin sağlanması da mümkündür. Yemek, cinsellik vb. insanî faaliyetler gibi. Gazzâli, dinî ve yüksek insanî eğilimlerin gelişip güçlenmesini, aşağı insanî eğilimlerin normal ölçülerde tatmini ya da yüksek amaçlar için en alt düzeyde ve denetim altında tutulmasına bağlı görmektedir [88].
Gazzâli, îhyâ'nın üçüncü cildinde, “Acâibü'1-Kalb” bölümünde, îslâm psikolojisinin temel kavramlarını (Ruh, Nefs, Akıl, Kalb) açıkladıktan sonra, insanın psikolojik yapısı ve derûnî hayatı ile ilgili görüşlerini ortaya koyar. Şuur hâllerini, dinî niyet ve hedefler açısından değerlendirmeye tâbi tutar, “Meâricül-Kuds” isimli eserinde ise, idrak psikolojisiyle ilgili kendi teorisini ortaya koyar ve buradan hareketle peygamberdeki şuur yapısını açıklamaya çalışır. [89]
İbn Hazm (383/993-456/1064)
Çok yönlü bir bilgin olan İbn Hazm'm aşk psikolojisi ile ilgili bir çalışması üzerinde durmak gerekir. “Tavk el-Hamâme fi’l Ulfe ve’l Ullaf” isimli eserini îbn Hazm, şahsî dokümanlara dayanarak kaleme almıştır. Bu eserde sevgi, muhabbet, ülfet ve bağlılık gibi bazı duygusal hâllerin yapısı ve etkileri üzerinde durulmaktadır. Ele alınan olaylar yazarın kendi hayatından veya çağdaşlarının hayat tecrübelerinden seçilmiş olup, edebî bir üslûp içerisinde tasvir ve incelemeye tâbi tutulmuştur.
Aşk nedir? îbn Hazm'a göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir. Bu birleşme onların en yüksek temel unsurlarında meydana gelir. Bu birleşme ruhların yüksek konumlarındaki elverişli durumlara uygun bir biçimde ve bu durumlarm ruhun şekillendirdiği bütün içerisinde birbirlerine az veya çok yakın olmalarına göre meydana gelir. İbn Hazm, bu şekilde tanımladığı ruhî sevgi ile, şehevî muhtevalı sevgiyi birbirinden ayırdeder. Birincisini, ruhî benzerlik ve yakınlaşmaya, eğilimlerin ve karakterlerin uyuşmasına bağlar. İkincisini ise, bedenî güzellikten ve yaratılış güzelliğinden başka birşey olmayan dış görünüşe ve şekle dayandırır[90]. Cinsel güdünün doğurduğu davranışların gerçek bir aşka benzer özellikleri olsa bile, bunların sonuçlan aynı değildir. İbn Hazm'a göre, insandaki güzellik duygusu ve bunun gereği olarak güzel ve hoş şeylere olan eğilim son derece tabiî birşeydir. Bu bakımdan dinde açıkça bu konuda emredici ya da yasaklayıcı bir hüküm yoktur. Ancak o, aşkın insanın ruhî dengesini bozan ve birtakım ölçüsüzlük ve aşırılıklara yol açan etkilerini de çok iyi tesbit etmektedir. Cinsel güdünün insanı etkilemedeki büyük gücünü kabul etmekle birlikte, inanç ve dinî sorumluluk duygusunun onun da üzerinde bir kontrol ve denetim mekanizması kurmak suretiyle davranışları dengelemede oynadığı rolü vurgulamaktadır. İnançlı dindar bir kişinin cinsî sapmalarının dinî davranışları üzerindeki olumsuz etkileri ya da günahkârlık duygularının yol açtığı çatışmalar, bu kitapta İbn Hazm'ın tahlil ettiği konular arasında yer almaktadır. [91]
Muhammed İkbâl (1873-1939)
Büyük şair ve düşünür İkbâl, son devirde Batı alemi'nde ortaya çıkan düşünce akımları ve bilimsel teorileri ciddi bir şekilde inceleyerek, bunları îslâm geleneği içerisinde ifade etmeye ve yorumlamaya çalışmıştır. W. James'in Din Psikolojisiyle ilgili görüşlerinden etkilenen İkbâl, Freud ve Jung'un dine yaklaşımlarını yetersiz ve hatalı bularak tenkit eder. O'na göre insanın iç tecrübesi en az tabiat kadar sağlam bir bilgi kaynağıdır; ruhî olayın ilk tenkitçi araştırmacısı İslâm'da Hz. Peygamberle temsil edilir. Çünkü Hz. Peygamber, İbn Seyyad isimli yahudi çocuğunun olağandışı parapsikolojik hâllerini hem dış gözlem ve hem de iç gözlem yoluyla incelemeye tâbi tutmuştur. İkbâl'e göre, îslâm dünyasında Hz. Peygamberin ruhî olaylara gösterdiği ilginin gerçek anlamını ilk olarak farkeden ve araştırmalarında bu bakış açısına yer veren kişi îbn Haldun'dur [92].
a) Din ve Dinî Tecrübe :
İkbâl'e göre dinî yaşayışta insanın bütün ruhî fonksiyonları ortaklaşa iş görürler; din ne yalnızca düşünce, ne sırf duygu ve ne de uygulamadır, insan kişiliğinin bütününün bir ifadesidir [93]. Fakat dinin en içten yaşamşı kendisini duygularda gösterir. Din esas itibariyle yaşanan, içten tecrübe edilen derin bir duygu ve sezgidir; ancak bu duygunun muhtevasında fikir ve düşünce unsurları da vardır [94].
İkbâl, Allah'la vasıtasız, sezgisel, kalb ya da fuâd yoluyla kurulan ilişki olarak ele aldığı dinî tecrübeyi, bilimsel olarak ifade ettiği değer bakımından, insan tecrübesinin diğer şekilleri ile aynı özellikte görür. Yani, dinî tecrübe, yorum yoluyla bilgi temin etme özelliği bakımından, diğer tecrübe şekilleri kadar tabiî ve sağlamdır. Bu sebeple de, dinî tecrübe ve davranışın tenkitçi bir şekilde incelenmesinin, dine saygısızlıkla herhangi bir ilgisi olmadığını ilave eder. Tasavvufî ya da mistik tecrübeye İkbâl'in yaklaşımı da aynı çerçevededir. Ona göre mistik şuur, bizim tabiî şuurumuzun özel bir şeklidir; ondan tamamen farklı ve emsalsiz olmayıp, vasıtasız bir tecrübe olması bakımından tabiî tecrübemize benzeyen bir yönü vardır. Bu bakımdan, dinî tecrübenin bir üst şekli olan derûnî ve tasavvufî hayat, ne derece müstesna ve alışılmışın dışında olursa olsun, bir müslüman tarafından tabii ve beşeri yaşayışın diğer alanları gibi her çeşit tenkit ve incelemeye tâbi, tamamen tabii bir hayat tecrübesi olarak ele alınmalıdır [95]. Fakat bu akıl üstü şuur şekillerinin muhtevasını tahlil edebilecek gerçekten etkili bir bilimsel metod henüz bulunabilmiş değildir. [96]
b) Din Psikolojisi :
İkbâl'e göre çağdaş psikoloji dinî hayatın dış kenarına bile henüz erişememiş ve dinî tecrübe denilen şeyin zenginlik ve çeşitliliğinden uzakta kalmıştır. Bu bakımdan o, Din Psikolojisi araştırmalarının başarıya ulaşması için şöyle bir metod teklif etmektedir: Din psikologu herşeyden önce dinin psikolojik yorumuyla ilgili mevcut görüş ve teorileri tam bir tarafsızlıkla tenkit ve tasfiyeye tâbi tutmalıdır. Diğer ilim alanlarında olduğu gibi, din araştırması da “tecrübe”ye dayanarak ilerlemeli, dinî tecrübeyi derûnî mahiyeti yönünden ele alarak anlamını yorumlamalıdır. Din Psikolojisi çalışmasına kendini vermiş olan kişi, kendi tecrübesinden hareket ederek, çeşitli tecrübe katagorilerini tek tek ele alıp, bunlar üzerinde çok titiz bir inceleme yaparak ve bu tecrübenin muhtevasına katılan psikolojik ve fizyolojik bütün sübjektif unsurları ayıklamaya çalışmalıdır. Böyle bir araştırma metodu sonucunda ulaşılacak olan tecrübe aslî, esasî ve fıtratıdır [97].
Çağdaş psikoloji ve psikiyatrinin ele aldığı birçok konu İbn Sina'nın araştırmaları içerisinde yer alır. Onun bu alanda geliştirdiği görüşler içerisinde, günümüz bilimsel ölçülerine göre de değer taşıyan pekçok şeye rastlamak mümkündür.
Son asırda Jung'un kullandığı ve adına “ilişki testleri” denilen testler yardımıyla kişinin geçmişinde yaşanmış ve saklanmış olan bazı hatıralara ulaşmak mümkün olabilmektedir. İbn Sina, bazı otoriterlerce bu metodu ilk olarak bizzat kuran ve uygulayan kişi olarak kabul edilir. Kendisi bu metodla aşk ve sevda”nın sebep olduğu bir hastalığı tedavi etmiştir. Aynı şekilde Freud'ün cinsî travmaya dayanan psikanalizinin de Bruer'den önce İbn Sina tarafından aşk tedavisinde kullanıldığı ileri sürülür. [78] Ayrıca, onun çocuk psikolojisi ve psikiyatrisi ile ilgili olarak yer verdiği görüşlerin günümüzde de geçerli değer taşıdığı söylenebilir [79].
İbn Sina, “Ölüm Korkusundan Kurtuluş” (Risale fî defi ğami'1-mevt) isimli risalesinde, müslüman bir din psikologu ve ruh hekimi sıfatıyla, ölüm korkusunun sebepleri, etkileri ve bundan kurtuluş çarelerini incelemiştir. “Üzüntü” (el-Hüzn) ve “Sıkıntı ve Endişenin Giderilmesi” (Defü'1-ğamm ve'1-hemm) isimli iki ayrı risalesinde de aynı şekilde teşhis ve tedaviye yönelik görüşler ortaya çıkar. “Namaz ve Maniyeti” (es-Salâtü ve mâhiyetühâ) isimli risalesinde, namazın insan ruhu üzerindeki etkisini felsefî bir açıdan açıklamaya çalışır. İbn Sina, rüya ve rüya yorumu konusuna da ilgi duymuş ve “Rüya ve Yorumu” (er-Rü'yâ ve't-Tâbir) isimli eserinde, rüyanın keyfiyeti, kısımları, yorum kanunları, yorumlardaki anlaşmazlıklar., gibi meselelere yer vermiştir. İbn Sina'nın “el-îşârât”, “Hayy b. Yakzân”, “Aşk”, “Kaside-i Nefs” gibi eserlerinde, tasavvuf psikolojisine ışık tutan dikkate değer görüşler ortaya konmuştur. [80]
Gazzâli (450/1058-505/1111)
İslâm psikoloji tarihinde Gazzâli'nin, başkalarıyla kıyaslanmayacak önemli bir yeri vardır. Bizzat kendisinin yaşadığı ruhî sarsıntı ve şüpheler, belki de onu insanın iç dünyası ve ruhî tecrübeleri üzerinde yoğunlaşmaya sevkeden bir faktör olmuştur. Sonuçta Nefs ilmi onun çalışmalarında bütün ayrıntılarıyla ortaya konduğu gibi, dinî davranışların insandaki yerleşik güdü ve niyetler açısından ele alınıp yorumlanması da bir yöntem olarak ön plâna çıkmıştır. Bundan dolayıdır ki, Gazzâli'nin önemli eserlerinde psikolojik derinlik ve muhteva hemen göze çarpar. O, içgözleme dayalı davranış tahlillerine aklî ve nazarî düşüncelerden daha fazla önem verir. Dolayısıyla, psikoloji konulannda ortaya koyduğu düşünce ve teorilerin birçoğunu, kendi şahsî iç tecrübelerine dayandırdığını belirtmesi yersiz değildir. Ayrıca, kendisinin yaşadığı şuur hâlleri ve iç tecrübeleri, başkalarının da kendi nefislerinde gözlemleyebileceklerini, bunların herkese açık keyfiyetler olduğunu ifade etmekle [81], psikolojik olayların herkes için geçerli ortak sebep ve kanunlara bağlı olduğu görüşünü de ortaya koymuş olmaktadır.
Gazzâli, genel psikolojide olduğu kadar, Din Psikolojisinde de dikkate değer görüşlerin sahibidir. Bu konuda onun Muhâsibî'den oldukça etkilenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Şüphesiz Gazzâli'nin eserlerinde yer alan her tür psikolojik tesbit ve tahlil, sonuçta dinî-ahlâkî bir konunun anlaşılması amacına yöneliktir. Gazzâli'yi islâm psikolojisinin esaslarını ortaya koyan kişi olarak görenler [82] haklı sayılabilir. Çünkü, onun bu alandaki görüş ve incelemeleri sistemli bir bütün oluşturacak yeterliğe ulaşmış gözükmektedir. [83]
a) İnsandaki Dört Temel Güdü
Gazzâli insanın varlık yapısının, ayrı özelliklere sahip dört unsurdan oluştuğunu, bütün psikolojik eğilimlerin bunlardan kaynaklandığını ifade eder.
1. Benlik Güdüsü (=Rabbâniyet): Bağımsızlık, üstünlük, hakimiyet, başarılı olma, engelleri yenme, amacına ulaşma, önder olma, sevilme ve beğenilme., gibi eğilim ve isteklerin çıkış kaynağı budur.
2. Fizyolojik Güdüler (=Behimiyyet; Hayvâniyyet) : Yeme, içme, cinsel doyuma ulaşma., gibi istek ve ihtiyaçlar, insanın birçok davranışının temelinde yer alırlar. Bu tür isteklere “şehvet” de denir.
3. Saldırganlık Güdüsü (=Sebûiyyet) : Öfke, saldırma, sövme, dövme., gibi davranışlar bunun bir ifadesidir.
4. Kötülük Yapma Güdüsü (=Şeytâniyet) : İnsan gazap ve şehvet bakımından hayvanla ortak özellikte iken, düşünce ve anlayışın yanısıra, kötülük yapma gücü bakımından ondan ayrılır. Bu özelliği ile insan, akıl ve düşüncelerini kötülük yollarında kullanır, aldatma ve hile yollarına başvurur ve kötülüğü iyilik gibi göstermeğe çalışır [84].
b) Güdülenme ve Davranış
Gazzâli, insan davranışının dinamiğini, çağdaş psikolojide yer alan güdülenme (motivasyon) nazariyelerine çok yakın tarzda tasvir etmiştir. Ona göre insanın psikolojik sahası, şuur alanı (kalb) iki kaynaktan gelen etkiler vasıtasıyla faaliyete geçmektedir. Birincisi, dış etkilerdir ki, bunlar duyu organlarının algıladığı şeylerdir. İkincisi; hayal, hatıra, arzu (şehvet), öfke (gazap) gibi insanda yerleşmiş olan mizaç ve kişilik eğilimleridir. însan duyularıyla birşey algıladığı zaman bunun kalbde izi kalır. Aynı şekilde, fazla yemekten veya mizaçtaki kuvvet sebebi ile şehvet kabardığı zaman, bu da insan üzerinde bir etki oluşturur ve her ne kadar duyumla ilgisi olmasa bile, zihinde canlanan hayaller varlığını sürdürür. Böylece, bir konudan diğerine kendiliğinden geçiş yapan hayal, şuuru etkisi altında tutar [85]. İşte bu değişik kaynaklar vasıtası ile oluşan bütün bir uyarıcılar (=havâtır) birikimi ya da günümüz psikolojisinin adlandırmasıyla “güdüsel örüntü”, davranışların temelinde yer alır. Gazzâli, çağdaş psikolojide “güdülenme durumu” denilen içsel olaylar serisini, şöyle bir sıra ile açıklar: Önce, belli belirsiz bir his, bir fikir, bir hatıra (hatır; havâtır) kişiye kendisini hissetirir. Meselâ, birden bire zihninde, arkasında gelen bir kadının sureti canlanır. Eğer dönüp baksa onu görecektir. İşte bu şekilde şuur alanına ilk giren şeye “hatır” veya “hâdisi-i nefs” demektedir. Sonra, bu hatır kişide bir istek, heyecan, tabiî bir eğilim ve arzuyu uyandırır. Bu durumda o kişi, o kadına dönüp bakma arzusu duyar ki, bu insan tabiatındaki şehvetin harekete geçmesi demektir. Bu, “meyi, “rağbet”, “şehvet” gibi kelimelerle ifade ettiği arzunun uyanması safhasıdır. Bu iki safhadaki gelişine kişinin iradesi dışındadır. Daha sonra, şuuru kendiliğinden, irade dışı bir şekilde etkileyen ve kişide, kendisi hakkında bir istek ve arzu uyandıran konuyla ilgili olarak zihnî bir hükme ulaşılması gerçekleşir. Bir engel sözkonusu değilse kişi, arkasındaki kadına bakmayı düşünür. İnsan birşeye canlı bir şekilde eğilim duyduğu, güdülendiği zaman, engeller kaldırılmadıkça, “çaba ve niyet” meydana gelemez. Bu durumda insanı utandıran ya da korkutan bir sebep varsa kararsızlık ve çekingenlik eğilimleri ortaya çıkar ve hedefe ulaşılmaz. Gazzâli bu safhaya “hüküm ve itikad” demektedir. Yani bu irdeleme safhasıdır. Son safha, kişiyi etkileyen konuda hedefe ulaşmak için kesin karar vermek, harekete geçmeye niyet etmektir. Başlangıçta kişinin niyet ve çabası zayıf olabilir, fakat güdülenmeyi doğuran sebebin çekiciliği dolayısıyla, daha sonra bu yönde bir davranışta bulunma güçlü bir çaba ve irade halini alır. Fakat, irade kesinlik kazanmış olsa bile bazan pişmanlık duyularak vazgeçildiği de olur. Bazan da bir engel araya girebilir ve işin gerçekleşmesi güçleşir. Gazzâli bu son safhaya niyet, heram, kast, azim, irade., gibi isimler verir [86]. Bütün bu safhalardan sonra davranış gerçekleşmiş ve hedefine ulaşmış olur. [87]
c) Psikoloji ve Din
Gazzâli dinî davranışı, tek başına bağımsız bir gerçeklik halinde ele alıp incelemez; insan davranışını bir bütün olarak ele alarak dinî davranışları da bu genel çerçeveye bağlı olarak değerlendirir. Yani ona göre, insanın genel psikolojisinden ayrı ve bağımsız bir Din Psikolojisi düşünülemez. Çünkü, ona göre dinin anlamı, din konulan çerçevesinde billurlaşan (ya da dinden kutuplanan) genel duygular, düşünce, tutum ve tepkilerden ibarettir. Meselâ Allah sevgisi, dinin ana konusu olan Allah'a yönelmiş olan tabiî sevgiden başka birşey değildir; dinî korku da aynı şekilde, bütün belirtileriyle tabiî korkunun dışında birşey değildir ve bütün bu korku belirtilerini uyandıran şey de “ilâhî ceza” konusudur. Diğer çeşitli dinî davranışlar için yapılan değerlendirme de bu şekildedir. Bu görüş tarzı, W. James ve çağdaş din psikologlarının çoğunun da, kendi çalışmalarında ulaştığı bir sonuçtur.
Niyet ve hedefleri açısından ele alındığı zaman, Gazzâli'ye göre insandaki güdüleri iki ana başlık altında ifade etmek mümkündür:
a. Din güdüleri (bevâisü'd-din,
b. Hevâ güdüleri (bevâîsü'1-hevâ).
Dinî güdü veya yüksek insanî eğilimler, kişiyi kendi arzulanna değil ilâhî iradeye uymaya ve iyiliğin hakim olduğu bir hayata yöneltirler. Gazzâli bu güdüyü, aklın yol göstermesine göre iş görmeye hazır eğilim olarak tanımlar; Allah karşısında korku ve umut bu güdünün içeriğini oluşturur. Buna, sevgi, şükür tevekkül., gibi çeşitli duygular ve tutumlar eklenir.
Hevâ güdüleri ise, dinî güdülere aykırı olarak, insanı ilahî ve yüce bir amaca değil, kişisel tatmin ve zevke yönelten ve muhtevasını mal edinme, yeme-içme, cinsellik arzusu gibi istek ve duyguların oluşturduğu sırf dünya hayatına dönük eğilimlerdir. Gazzâli'ye göre, insana zevk ve tatmin veren bu tür davranış konu ve hedeflerini de kendi içinde üç gruba ayırmak mümkündür: Bunlardan bir kısmı Allah için düşünülmez, yalnızca verdiği zevkten dolayı insanlar kendisine yönelir. îkinci bir kısmı ise; Allah için düşünülür, fakat Allah'ın dışında bir amaca tâbi kılınması mümkündür. Üçüncü kısmı ise, kişiye zevk vericidir ve asıl sürükleyici özelliği bundan kaynaklanır fakat ilâhî irade gözetilerek bu zevk ve tatminin sağlanması da mümkündür. Yemek, cinsellik vb. insanî faaliyetler gibi. Gazzâli, dinî ve yüksek insanî eğilimlerin gelişip güçlenmesini, aşağı insanî eğilimlerin normal ölçülerde tatmini ya da yüksek amaçlar için en alt düzeyde ve denetim altında tutulmasına bağlı görmektedir [88].
Gazzâli, îhyâ'nın üçüncü cildinde, “Acâibü'1-Kalb” bölümünde, îslâm psikolojisinin temel kavramlarını (Ruh, Nefs, Akıl, Kalb) açıkladıktan sonra, insanın psikolojik yapısı ve derûnî hayatı ile ilgili görüşlerini ortaya koyar. Şuur hâllerini, dinî niyet ve hedefler açısından değerlendirmeye tâbi tutar, “Meâricül-Kuds” isimli eserinde ise, idrak psikolojisiyle ilgili kendi teorisini ortaya koyar ve buradan hareketle peygamberdeki şuur yapısını açıklamaya çalışır. [89]
İbn Hazm (383/993-456/1064)
Çok yönlü bir bilgin olan İbn Hazm'm aşk psikolojisi ile ilgili bir çalışması üzerinde durmak gerekir. “Tavk el-Hamâme fi’l Ulfe ve’l Ullaf” isimli eserini îbn Hazm, şahsî dokümanlara dayanarak kaleme almıştır. Bu eserde sevgi, muhabbet, ülfet ve bağlılık gibi bazı duygusal hâllerin yapısı ve etkileri üzerinde durulmaktadır. Ele alınan olaylar yazarın kendi hayatından veya çağdaşlarının hayat tecrübelerinden seçilmiş olup, edebî bir üslûp içerisinde tasvir ve incelemeye tâbi tutulmuştur.
Aşk nedir? îbn Hazm'a göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir. Bu birleşme onların en yüksek temel unsurlarında meydana gelir. Bu birleşme ruhların yüksek konumlarındaki elverişli durumlara uygun bir biçimde ve bu durumlarm ruhun şekillendirdiği bütün içerisinde birbirlerine az veya çok yakın olmalarına göre meydana gelir. İbn Hazm, bu şekilde tanımladığı ruhî sevgi ile, şehevî muhtevalı sevgiyi birbirinden ayırdeder. Birincisini, ruhî benzerlik ve yakınlaşmaya, eğilimlerin ve karakterlerin uyuşmasına bağlar. İkincisini ise, bedenî güzellikten ve yaratılış güzelliğinden başka birşey olmayan dış görünüşe ve şekle dayandırır[90]. Cinsel güdünün doğurduğu davranışların gerçek bir aşka benzer özellikleri olsa bile, bunların sonuçlan aynı değildir. İbn Hazm'a göre, insandaki güzellik duygusu ve bunun gereği olarak güzel ve hoş şeylere olan eğilim son derece tabiî birşeydir. Bu bakımdan dinde açıkça bu konuda emredici ya da yasaklayıcı bir hüküm yoktur. Ancak o, aşkın insanın ruhî dengesini bozan ve birtakım ölçüsüzlük ve aşırılıklara yol açan etkilerini de çok iyi tesbit etmektedir. Cinsel güdünün insanı etkilemedeki büyük gücünü kabul etmekle birlikte, inanç ve dinî sorumluluk duygusunun onun da üzerinde bir kontrol ve denetim mekanizması kurmak suretiyle davranışları dengelemede oynadığı rolü vurgulamaktadır. İnançlı dindar bir kişinin cinsî sapmalarının dinî davranışları üzerindeki olumsuz etkileri ya da günahkârlık duygularının yol açtığı çatışmalar, bu kitapta İbn Hazm'ın tahlil ettiği konular arasında yer almaktadır. [91]
Muhammed İkbâl (1873-1939)
Büyük şair ve düşünür İkbâl, son devirde Batı alemi'nde ortaya çıkan düşünce akımları ve bilimsel teorileri ciddi bir şekilde inceleyerek, bunları îslâm geleneği içerisinde ifade etmeye ve yorumlamaya çalışmıştır. W. James'in Din Psikolojisiyle ilgili görüşlerinden etkilenen İkbâl, Freud ve Jung'un dine yaklaşımlarını yetersiz ve hatalı bularak tenkit eder. O'na göre insanın iç tecrübesi en az tabiat kadar sağlam bir bilgi kaynağıdır; ruhî olayın ilk tenkitçi araştırmacısı İslâm'da Hz. Peygamberle temsil edilir. Çünkü Hz. Peygamber, İbn Seyyad isimli yahudi çocuğunun olağandışı parapsikolojik hâllerini hem dış gözlem ve hem de iç gözlem yoluyla incelemeye tâbi tutmuştur. İkbâl'e göre, îslâm dünyasında Hz. Peygamberin ruhî olaylara gösterdiği ilginin gerçek anlamını ilk olarak farkeden ve araştırmalarında bu bakış açısına yer veren kişi îbn Haldun'dur [92].
a) Din ve Dinî Tecrübe :
İkbâl'e göre dinî yaşayışta insanın bütün ruhî fonksiyonları ortaklaşa iş görürler; din ne yalnızca düşünce, ne sırf duygu ve ne de uygulamadır, insan kişiliğinin bütününün bir ifadesidir [93]. Fakat dinin en içten yaşamşı kendisini duygularda gösterir. Din esas itibariyle yaşanan, içten tecrübe edilen derin bir duygu ve sezgidir; ancak bu duygunun muhtevasında fikir ve düşünce unsurları da vardır [94].
İkbâl, Allah'la vasıtasız, sezgisel, kalb ya da fuâd yoluyla kurulan ilişki olarak ele aldığı dinî tecrübeyi, bilimsel olarak ifade ettiği değer bakımından, insan tecrübesinin diğer şekilleri ile aynı özellikte görür. Yani, dinî tecrübe, yorum yoluyla bilgi temin etme özelliği bakımından, diğer tecrübe şekilleri kadar tabiî ve sağlamdır. Bu sebeple de, dinî tecrübe ve davranışın tenkitçi bir şekilde incelenmesinin, dine saygısızlıkla herhangi bir ilgisi olmadığını ilave eder. Tasavvufî ya da mistik tecrübeye İkbâl'in yaklaşımı da aynı çerçevededir. Ona göre mistik şuur, bizim tabiî şuurumuzun özel bir şeklidir; ondan tamamen farklı ve emsalsiz olmayıp, vasıtasız bir tecrübe olması bakımından tabiî tecrübemize benzeyen bir yönü vardır. Bu bakımdan, dinî tecrübenin bir üst şekli olan derûnî ve tasavvufî hayat, ne derece müstesna ve alışılmışın dışında olursa olsun, bir müslüman tarafından tabii ve beşeri yaşayışın diğer alanları gibi her çeşit tenkit ve incelemeye tâbi, tamamen tabii bir hayat tecrübesi olarak ele alınmalıdır [95]. Fakat bu akıl üstü şuur şekillerinin muhtevasını tahlil edebilecek gerçekten etkili bir bilimsel metod henüz bulunabilmiş değildir. [96]
b) Din Psikolojisi :
İkbâl'e göre çağdaş psikoloji dinî hayatın dış kenarına bile henüz erişememiş ve dinî tecrübe denilen şeyin zenginlik ve çeşitliliğinden uzakta kalmıştır. Bu bakımdan o, Din Psikolojisi araştırmalarının başarıya ulaşması için şöyle bir metod teklif etmektedir: Din psikologu herşeyden önce dinin psikolojik yorumuyla ilgili mevcut görüş ve teorileri tam bir tarafsızlıkla tenkit ve tasfiyeye tâbi tutmalıdır. Diğer ilim alanlarında olduğu gibi, din araştırması da “tecrübe”ye dayanarak ilerlemeli, dinî tecrübeyi derûnî mahiyeti yönünden ele alarak anlamını yorumlamalıdır. Din Psikolojisi çalışmasına kendini vermiş olan kişi, kendi tecrübesinden hareket ederek, çeşitli tecrübe katagorilerini tek tek ele alıp, bunlar üzerinde çok titiz bir inceleme yaparak ve bu tecrübenin muhtevasına katılan psikolojik ve fizyolojik bütün sübjektif unsurları ayıklamaya çalışmalıdır. Böyle bir araştırma metodu sonucunda ulaşılacak olan tecrübe aslî, esasî ve fıtratıdır [97].