- Ru’yetullahı Reddeden Mutezile

Adsense kodları


Ru’yetullahı Reddeden Mutezile

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Thu 12 January 2012, 08:47 pm GMT +0200
Ru’yetullah’ı Reddeden Mutezile’nin Kanaatlerinin Çürütülmesi

Mutezile’nin Yüce Allah’ın: "(Allah) buyurdu ki: Beni asla göremezsin." (el-A’raf, 7/143) buyruğu ile: "Gözler ona erişemez." (el-En’âm, 6/103) buyruğunu delil göstermelerine gelince, aslında bu iki âyet-i kerîme de onların aleyhlerine delil teşkil etmektedir.

Delil diye ileri sürdükleri ilk âyet-i kerîme’den çeşitli açılardan ru’yeti isbatlayan bir takım istidlâllerde bulunmak mümkündür. Şöyle ki:

1- Kendi döneminde insanlar arasında Rabbini en iyi tanıyan, Allah’ın kelimi ve şerefli Rasûlünün mümkün olmayan ve kendisi için caiz de olmayan bir dilekte bulunması düşünülemez. Aksine bu onlara göre de imkansız işlerin en büyüklerinden birisidir.

2- Yüce Allah onun böyle bir istekte bulunmasını reddetmemektedir. Nuh -Aleyhisselam- ise Rabbinden oğlunu kurtarmasını dileyince, onun böyle bir dilekte bulunmasını reddederek: "Ben cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." (Hud, 11/46) diye cevap vermiştir.

3- Yüce Allah: "Beni asla göremezsin" diye buyurmuş ama: "Ben görülmem, benim görülmem imkansızdır yahut ben görülen bir varlık değilim" diye buyurmamıştır. Her iki cevap arasındaki fark ise açıkça ortadadır. Nitekim bir kimsenin elbisesi altında bir taş varsa bir başkası onun yiyecek bir şey olduğunu sansa ve: Onu bana ver de yiyeyim dese, buna verilecek doğru cevap: Bu yenilecek bir şey değildir, şeklindedir. Eğer bu şey yenecek bir şeyse o takdirde. Sen onu asla yiyemezsin demek o zaman doğru olur. İşte bu da şanı Yüce Allah’ın görülen bir varlık olduğunu göstermektedir. Ancak Musa -Aleyhisselam-ın bu dünya yurdunda Yüce Allah’ı görmeye gücü tahammül edemezdi. Çünkü dünya hayatında insanlar Yüce Allah’ı görebilecek güce sahip değildir. Bunu da şöylece açıklayabiliriz:

4- Yüce Allah: "Beni asla göremezsin fakat şu dağa bak. Eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni görebileceksin." (el-A’raf, 7/143) buyruğuyla Allah, kuvvet ve salabetine rağmen dağın dahi bu dünyada Allah’ın ona tecellisi (görünmesi) karşısında sebat gösteremeyeceğini bildirmiş olmaktadır. Peki zayıflık hali içerisinde yaratılmış olan insan buna nasıl tahammül edebilir?

5- Şanı Yüce Allah dağı karar kılabilecek, yerinde durabilecek hale getirmeye kadirdir ve bu mümkündür. Yüce Allah, kendisinin görülmesini buna bağlamıştır. Eğer bu imkansız bir şey olsaydı, bu: Eğer dağ yerinde durursa, ben de yemek yiyeceğim, içeceğim ve uyuyacağım demeye benzerdi. Çünkü onlara (ru’yeti inkâr edenlere) göre bunların hepsi aynı şeylerdir.

6- Yüce Allah’ın: "Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti" (el-A’raf, 7/143) buyruğunda belirtildiği üzere; mükafatı da, cezası da söz konusu olmayan bir cansız varlık olan dağa tecellisi caiz olduğuna göre, rasûllerine ve gerçek dostlarına lutuf ve ihsan yurdu olan cennette tecelli etmesi nasıl imkansız görülebilir? Ama şanı Yüce Allah, Musa -Aleyhisselam-a dağ bu dünya yurdunda Allah’ın ru’yeti karşısında sebat edemeyeceğine göre; insanların daha zayıf olduğunu öğretmiş olmaktadır.

7- Yüce Allah Musa ile konuşmuş, ona seslenmiş, onunla münacatta bulunmuştur. Konuşma ve konuşturması caiz görülen muhatabına vasıtasız olarak kelamını işittirmesi mümkün olan bir varlığın görülmesinin de mümkün olması öncelikle söz konusudur. İşte bundan dolayı Allah’ın kelamı inkar olunmadıkça ru’yetinin de inkar edilmesine imkan yoktur. İşte bunlar her iki inkarı bir arada işlemişlerdir.

Onların görülmemeyi ifade eden buyruğun "len: asla" ile ebediyet anlamı ifade ettiği ve bunun âhirette de Allah’ın ru’yetinin nefyedildiğine delâlet ettiği iddialarına gelince, böyle bir iddia tutarsızdır. Çünkü eğer bu görülmeyiş, ebedilik ifade eden bir kayıt ile zikredilmiş olsa bile bu, nefyin âhirette de devam edeceğine delalet etmez. Hele bu mutlak olarak kullanılırsa, nasıl böyle bir anlam çıkartılabilir ki? Mesela Yüce Allah: "Fakat... hiçbir zaman onu temenni etmezler." (el-Bakara, 2/95) buyruğu ile birlikte: "Ey malik, Rabbin hakkımızda (ölümle) hüküm versin diye seslenecekler." (ez-Zuhruf, 43/77) buyruğu ile birlikte düşünelim. Eğer burada bu edat mutlak olarak ebedilik ifade etmek anlamında olsaydı, ondan sonra gelen fiilin tahdit edilmesi de mümkün olmazdı. Oysa burada böyle bir sınırlandırma söz konusudur. Mesela Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Artık ya babam izin verinceye kadar... katiyyen bu yerden ayrılmam." (Yusuf, 12/80) Böylelikle "(1): Asla" edatının ebedi nefy anlamını ifade etmediği ortaya çıkmaktadır.

eş-Şeyh Cemalu’d-Din b. Malik -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir:

"Her kim "len" ile nefyin müebbet olduğu görüşüne sahip olursa,

Onun o görüşünü reddet ve diğer görüşü destekle."

İkinci âyete gelince (ki o: "Gözler ona erişemez" (el-En’âm, 6/103) âyetidir): Bu âyet-i kerîme de gayet güzel ve incelikli bir surette Allah’ın görüleceğine delildir. Şöyle ki: Yüce Allah bu âyet-i kerîme’yi zatını övmek siyakında zikretmiştir. Bilindiği gibi övmek ancak subutî sıfatlarla söz konusu olur. Katıksız yokluk ise bir kemal değildir, onunla kimse övülmez. Yüce Rabbimiz sıfatın nefyi ile, ancak bu nefy varlıkla ilgili bir hususu ihtiva ederse övülebilir.

Mesela, O’nun uyuklamasının ve uyumasının nefyedilmesi suretle övülmesi buna örnektir. Bu Yüce Allah’ın kayyûmiyetinin kemalini de ihtiva eder. Hayatın kemalini ihtiva eden ölümü nefyetmek, kudret kemalini ihtiva eden yorgunluk ve bitkinliği nefyetmek, ububiyetinin, ruluhiyet ve kahrının kemalini ihtiva eden ortağının, zevcesinin, oğlunun ve yardımcısının olduğunu nefyetmek, O’nun samed oluşunu belirtip muhtaç olmayışının kemalini ihtiva eden yemenin ve içmenin nefyedilmesi, vahdaniyetinin, mahlukatına muhtaç olmayışının kemalini ihtiva eden, izin vermedikçe şefaatin gerçekleşmeyeceğinin belirtilmesi, adalet, ilim ve muhtaç olmayışının kemalini ihtiva eden zulmün nefyedilmesi, ilim ve kuşatıcılığının kemalini ihtiva eden unutmanın, herhangi bir şeyin ilmi dışında kalışının nefyedilmesi, zat ve sıfatlarının kemalini ihtiva eden O’na benzer varlığın bulunduğunun nefyedilmesi hep bunlara örnektir.

İşte bundan dolayı subutî bir hususiyet ihtiva etmeyen katıksız bir yokluk ile övülmek söz konusu değildir. Çünkü yok olan her bir varlık, bu yok kabul edilen hususta yoklukla nitelenen ile ortaktır. Kamil olan bir zat ise kendisi ile olmayan bir varlık arasında ortak bulunan bir özellikle vasfedilemez. O halde buyruğun anlamı şöyledir: O görülür ama idrak edilmez ve kuşatılamaz.

Buna göre Yüce Allah’ın: "Gözler O’na erişemez." (el-En’âm, 6/103) buyruğu O’nun azametinin kemaline, herşeyden büyük olduğuna delil teşkil etmektedir. Azametinin kemali dolayısı ile kuşatılacak bir surette O’nun idrak edilmesi söz konusu değildir. Çünkü "idrâk" bir şeyi kuşatmak, ihata etmek demektir ve bu ru’yetten (görmekten) daha ileri bir şeydir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İki topluluk birbirini görünce Musa’nın arkadaşları: ‘İşte şimdi idrak edildik (kıstırıldık)’ dediler. (Musa): Asla, dedi." (eş-Şuara, 26/62) Burada Musa -Aleyhisselam- görüldüklerini reddetmedi. Onun reddettiği idrak edilmek (yetişilmek) idi. Buna göre ru’yet ve idrak’in herbirisi diğeriyle de bulunabilir, onsuz da olabilir. Şanı Yüce Allah görülür fakat idrak edilemez. Nitekim bilinmekle birlikte bilgiyle kuşatılamaz.

İşte âyet-i kerîme’den ashab-ı kiram’ın ve imamların anladıkları budur. Nitekim ilgili âyetin tefsirinde onların görüşleri böylece zikredilmiştir. Hatta şu gördüğünüz güneşi bile gerçek mahiyetiyle görenin idrak etmesi mümkün değildir.

ceren
Tue 3 July 2018, 01:39 am GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim. ..

Sevgi.
Sun 21 March 2021, 05:41 am GMT +0200
Aleyküm selam. Bilgiler için Allah razı olsun kardeşim

Bilal2009
Mon 22 March 2021, 07:19 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Ruyetullahi reddeden kimse bidatci olur Rabbim muhafaza eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun