neslinur
Fri 11 June 2010, 01:41 pm GMT +0200
6- BÖLÜM
Risale-i Nur'dan...
ONUNCU ASIL: Ekser taife-î mahlûkatta olduğu gibi, ef'al(fiiller) ve a'mâl-i beşeriyede (beşeri amellerde) bazı harika fertler bulunur. O fertler, eğer iyilikte ileri gitmişse, o nevilerin medar-ı fahirleridir(övünç sebepleridir), yoksa medar-ı şeametleridir (uğursuzluk sebebidirler). Hem gizleniyorlar; adeta birer şahs-ı manevî, birer gaye-i hayal hükmüne geçerler. Sair fertlerin herbirisi, o olmaya çalışır ve o olmak ihtimali var. Demek, o mükemmel narika fert mutlak, müphem bulunup, her yerde bulunması mümkün... Şu ifham itibarıyla, mantıkça kaziye-i mümkinetmümkün olan hüküm) suretinde, külliyetine hükmedilebilir. Yani, herbir amel şöyle bir netice verebilmesi mümkündür. Meselâ, "Kim iki rekât namazı filân vakitte kılsa, bir hac kadardır." İşte, iki rekât namaz bazı vakitte bir hacca mukabil geldiği hakikattir. Herbir iki rekât namazda, bu mânâ külliyetle mümkündür.
Demek, şu nevideki rivayetler, vukuu bilfiil daimî ve küllî değil. Zira kabulün madem şartları vardır; külliyet ve daimîlikten çıkar. Belki, ya bilfiil muvakkattir, mutlaktır; veyahut mümkinedir, külliyedir. Demek şu nevi ehâdisteki külliyet ise, imkân itibarıyladır.
Meselâ, "Gıybet, kati gibidir." demek gıybette öyle bir fert bulunur ki, kati gibi bir- zehr-i katilden daha muzırdır.
Meselâ, "Bir güzel söz, bir abdı âzâd etmek gibi bir sadaka-i azîmenin yerine geçer." Şimdi, tergib veya teşvik için, o müphem ferd-i mükemmel, mutlak bir surette her yerde bulunmasının imkânını vaki bir surette göstermekle, hayra şevki ve serden nefreti tahrik etmektir.(24. söz, shf.151)
"BEŞİNCİ NOKTA (Kur'an'ın) Beyanındaki beraattir; yani, tefevvuk(üstünlük) ve metanet ve haşmettir. Nasıl ki nazmında cezaletfrekabetsiz ifade güzelliği), lâfzında fesahat, mânâsında belagat, üslûbunda bedâat var. Beyanında dahi faik bir beraat vardır. Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham(anlatmak) ve ifhamfikna ile iskat etmek)[61] gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabi-yede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir...
Makam-ı zemm ve zecirde binler misâllerinden meselâ:[62]
ayetinde zemmi altı derece zemmi altı derece zemme-der(kötüler, çirkin gösterir). Gıybetten altı derece şiddetle zecreder(meneder). Şöyle ki: Malûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) mânâsmdadır. O sormak mânâsı, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer.
İşte birinci hemze ile der: (Âyâ) sual ve cevab mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şeyi anlamıyor?
İkincisi: Âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur(nef-ret edilen, sevilmeyen) bir işi sever?
Üçüncüsü; kelimesiyle der: Cemâatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?
Dördüncüsü: kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşını dişle parçalamayı yapıyorsunuz?
Beşincisi: kelimesiyle der: Hiç rikkat-i rin-siyeniz(cinsi şefkatiniz), hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Hiç aklınız yok mu ki, kendi azanızı kendi dişinizle divâne gibi ısıriyorsunuz?
Altıncısı: kelâmıyla der: Vicdanınız nerede... Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bp halde bir kardeşine karşı, etini yemek gibi en müstekreh(iğrenç) bir iş yapılıyor? Demek zemm ve gıybet, aklen, kalben ve insâni-yeten ve vicdanen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak! Nasılki, şu âyet, îcazkârâne altı mertebe zemmi zemmetmekle i'câzkârane altı derece o cürümden zecreder. (25. söz)
"...yerde olan netâic(neticeler) ve semerâtın mahzenleri oralardadır ve mahsulâtı o tarafa gider.
Deme ki,"Havaî bir Elhamdülillah kelimem nasıl mücessem bir meyve-i Cennet olur?"
Çünkü, sen gündüz uyanıkken güzel bir söz söylersin; bazan rüyada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı birşey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyleyse, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin, meyveler suretinde, uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib'âd(uzak görmek, ihtimal vermemek) etmemelisin." (Otuz birinci söz)
"Eğer dersen: "İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adavet( düşmanlık) var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum.''
Elcevap: Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, manevî bir nedamet(piş-manlık), gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır. Zaten bu mektubun bu meb-hasmı yazdık, tâ bu manevî istiğfarı temin etsin; haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin." (Yirmi ikinci mektup)
Risale-i Nur'dan...
ONUNCU ASIL: Ekser taife-î mahlûkatta olduğu gibi, ef'al(fiiller) ve a'mâl-i beşeriyede (beşeri amellerde) bazı harika fertler bulunur. O fertler, eğer iyilikte ileri gitmişse, o nevilerin medar-ı fahirleridir(övünç sebepleridir), yoksa medar-ı şeametleridir (uğursuzluk sebebidirler). Hem gizleniyorlar; adeta birer şahs-ı manevî, birer gaye-i hayal hükmüne geçerler. Sair fertlerin herbirisi, o olmaya çalışır ve o olmak ihtimali var. Demek, o mükemmel narika fert mutlak, müphem bulunup, her yerde bulunması mümkün... Şu ifham itibarıyla, mantıkça kaziye-i mümkinetmümkün olan hüküm) suretinde, külliyetine hükmedilebilir. Yani, herbir amel şöyle bir netice verebilmesi mümkündür. Meselâ, "Kim iki rekât namazı filân vakitte kılsa, bir hac kadardır." İşte, iki rekât namaz bazı vakitte bir hacca mukabil geldiği hakikattir. Herbir iki rekât namazda, bu mânâ külliyetle mümkündür.
Demek, şu nevideki rivayetler, vukuu bilfiil daimî ve küllî değil. Zira kabulün madem şartları vardır; külliyet ve daimîlikten çıkar. Belki, ya bilfiil muvakkattir, mutlaktır; veyahut mümkinedir, külliyedir. Demek şu nevi ehâdisteki külliyet ise, imkân itibarıyladır.
Meselâ, "Gıybet, kati gibidir." demek gıybette öyle bir fert bulunur ki, kati gibi bir- zehr-i katilden daha muzırdır.
Meselâ, "Bir güzel söz, bir abdı âzâd etmek gibi bir sadaka-i azîmenin yerine geçer." Şimdi, tergib veya teşvik için, o müphem ferd-i mükemmel, mutlak bir surette her yerde bulunmasının imkânını vaki bir surette göstermekle, hayra şevki ve serden nefreti tahrik etmektir.(24. söz, shf.151)
"BEŞİNCİ NOKTA (Kur'an'ın) Beyanındaki beraattir; yani, tefevvuk(üstünlük) ve metanet ve haşmettir. Nasıl ki nazmında cezaletfrekabetsiz ifade güzelliği), lâfzında fesahat, mânâsında belagat, üslûbunda bedâat var. Beyanında dahi faik bir beraat vardır. Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham(anlatmak) ve ifhamfikna ile iskat etmek)[61] gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabi-yede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir...
Makam-ı zemm ve zecirde binler misâllerinden meselâ:[62]
ayetinde zemmi altı derece zemmi altı derece zemme-der(kötüler, çirkin gösterir). Gıybetten altı derece şiddetle zecreder(meneder). Şöyle ki: Malûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) mânâsmdadır. O sormak mânâsı, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer.
İşte birinci hemze ile der: (Âyâ) sual ve cevab mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şeyi anlamıyor?
İkincisi: Âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur(nef-ret edilen, sevilmeyen) bir işi sever?
Üçüncüsü; kelimesiyle der: Cemâatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?
Dördüncüsü: kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşını dişle parçalamayı yapıyorsunuz?
Beşincisi: kelimesiyle der: Hiç rikkat-i rin-siyeniz(cinsi şefkatiniz), hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Hiç aklınız yok mu ki, kendi azanızı kendi dişinizle divâne gibi ısıriyorsunuz?
Altıncısı: kelâmıyla der: Vicdanınız nerede... Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bp halde bir kardeşine karşı, etini yemek gibi en müstekreh(iğrenç) bir iş yapılıyor? Demek zemm ve gıybet, aklen, kalben ve insâni-yeten ve vicdanen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak! Nasılki, şu âyet, îcazkârâne altı mertebe zemmi zemmetmekle i'câzkârane altı derece o cürümden zecreder. (25. söz)
"...yerde olan netâic(neticeler) ve semerâtın mahzenleri oralardadır ve mahsulâtı o tarafa gider.
Deme ki,"Havaî bir Elhamdülillah kelimem nasıl mücessem bir meyve-i Cennet olur?"
Çünkü, sen gündüz uyanıkken güzel bir söz söylersin; bazan rüyada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı birşey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyleyse, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin, meyveler suretinde, uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib'âd(uzak görmek, ihtimal vermemek) etmemelisin." (Otuz birinci söz)
"Eğer dersen: "İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adavet( düşmanlık) var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum.''
Elcevap: Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, manevî bir nedamet(piş-manlık), gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır. Zaten bu mektubun bu meb-hasmı yazdık, tâ bu manevî istiğfarı temin etsin; haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin." (Yirmi ikinci mektup)