- Rıbatın fazileti

Adsense kodları


Rıbatın fazileti

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Tue 22 February 2011, 02:51 pm GMT +0200
Rıbatın Fazileti


1- Selman-ı Fârisî'nin şöyle dediği rivayet edilir: Kim bir gün Allah yolunda düşmana karşı sınırda nöbet tutarsa bir ay oruç tutmuş ve gece ibadetine kalkmış gibi sevap kazanır. Kim Allah yolunda düşman sınırında nöbet tutarken ölürse kabir fitnesinden kurtulur ve kıyamet gününe kadar amelinin sevabı devam eder.

Bu hadis her ne kadar Selman'mn sözü gibi rivayet ediliyorsa da, Rasulullah (s.a.v.)'e merfu gibidir. Çünkü amellerin mükafatlarının miktarı, re'y ile bilinmez, onları bilmenin yolu, rivayettir.

2- İmam Muhammed şu hadisi de zikretti: Mekhul'den rivayet edildiğine göre Selman-ı Fârisî, İran topraklarında bir kalede nöbet tutan Şurahbil b. Sınıfa uğradı ve "Bu makamda ikametine yardımcı olması için Resulullah (s.a.v.)' den işitti­ğim bir hadisi sana haber vereyim mi?" dedi. Şurahbil: "Buyur, haber ver" dedi. O zaman Selman dedi ki: Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu duydum:

"Bir gün düşmana karşı nöbet tutmak, bir ay oruç tutmak ve gecesini ibadetle geçirmekten daha hayırlıdır. Kim nöbet tutarken ölürse kabir azabından kurtulur ve o ameli, en iyi şekilde yapıl­mış amel gibi çağaltılıp kıyamet gününe kadar iyilikler defterine yazılır." Buradan anlaşılıyor ki sahabeden birinin hafızasında bir hadis olduğu

zaman bazen hadisi rivayet ediyor, bazen de rivayet etmeden fetva veriyordu ki,

her iki durum da caizdir.

Hadis-i şerifte belirtilen murabıtlık sözünün manası, dini yüceltmek ve

müslümanlan müşriklerin zararından korumak için düşman karşısında bir geçidi

muhafaza etmektir. Kelimenin aslı, atlan bağlamaktan gelir. Yüce Allah :

"Onlara karşı kuvvet ve savaş atları (ribâtu'1-hayl)..." hazırlayın[85] buyurur. Mücahid Müslümanlar, atlarını, düşmanı korkutmak için beklediği sınırda bağlayıp orada yemlendirirler. Düşman da aynı şeyi yapar. Onun için çoğu zaman iki kişi arasında ortaklık manası taşıyan kip bu işe isim olarak verilmiştir. Ayrıca bu sebeple, sahralarda yaşayan halkın hırsızların şerrinden emin olmaları için yaptıkları binalara da, "RIBAT" ismi verilmiştir. Yukarıda geçen hadiste bir günlük murabıtlık, bir ay oruç tutmak ve gecesini ibadetle geçirmek gibi sayılmıştır.

3- İmanı Muhammed bundan sonra da sevabın daha çok olduğunu bildiren hadisi zikrederek şöyle dedi: Mekhul'den rivayete göre bir adam Resulullah (s.a.v.)'e gelerek şöyle dedi: Dağda bir mağara buldum. Ecelim gelinceye kadar orada iba­detle meşgul olmak, namaz kılmak istiyorum. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Sizden bir kimse düşmana karşı Allah yolunda bir miktar nöbet tutması, kendi evinde altmış sene namaz kılmasından daha iyidir."

İlk hadiste bir ay ve bu hadiste de altmış sene zikredilmesi, ya düşman­dan emniyet ve korku içinde olmanın farklılığıyla ilgilidir, Çünkü; korku ne kadar çok olursa, sevabı da o kadar çok olur.

Yahut bu nöbet sayesinde müslümanlara sağlanan menfaatin farklılığın­dan dolayıdır. Bu sevabın aslı, işlediğinin değerli olması ve yaptığının müslü­manlara faydalı olmasıdır. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "İnsanların hayır­lısı, insanlara faydalı olandır"

Yahut da bu farklılık, fazilette vakitlerin farklı farklı oluşları sebebiyledir. Bunun izahım Ubey b. Ka'b'ın rivayet ettiği şu hadiste bulmak mümkündür:

Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sabrederek ve hayrını umarak Ramazan ayı dışındaki bir günde düşman sınırında nöbet tutmak Allah'ın yanında gün­düzü oruçlu, gecesi ibadetli yüz yıl ibadet etmekten daha faziletlidir. Ramazan ayında sabrederek ve sevabını umarak bir gün muhafızlık yapmak, Allah yolunda gündüzü oruçlu, gecesi ibadetli bin yıl ibadetten daha faziletlidir. Kim mücahid olarak öldürülür yahut murabıt olarak ölürse yeryüzü onun et ve kanını yemez ve anasının kendisini doğurduğu gün gibi günahlarından arınmadikça, cennetteki yerini görmedikçe, hurilerden eşini görmedikçe ve akrabasından yet­miş kişiye şefaat etmedikçe dünyadan ayrılmaz. Ayrıca kıyamete kadar murabıtlık sevabı devam eder."

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Kabir fitnesinden korunur." sözünde, kabir aza­bının gerçek olduğu konusunda ehl-İ Sünnet ve'1-Cemaatin lehine delil vardır. "Fitne" burada azap manasınadır. Yüce Allah:

"Tadın azabınızı ."[86] "Şüphesiz erkek ve kadın müminlere imanlarından dolayı işkence yapanlar, sonra da tevbe etmeyenler için cehennem azabı vardır. Onlar için bir de yanma azabı vardır"[87] sözlerinde de bu anlamda kullanılmıştır.

Fitnenin kelime manası imtihan etmek ve denemektir. Kişi altının ayarını anlamak İçin altını ateşe atınca: "Fetentü'z-Zehebe" "Altını kontrol ettim." der

Yüce Allah'ın: "Kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?"[88] ayeti ile "... Seni türlü türlü ibtilalarla imtihan etmiştik..."[89] Ve :

"Zaten o da senin imtihanından başka birşey değildir..."[90] ayetlerinde de "fitne" bu manada kullanılmıştır. Münker ve nekir için: "Kabrin iki sorgulayı­cısı" denilir. Çünkü onlar kabir sahibini imanından sorgulayarak imtihan ederler.

Ayrıca, kabrin sıkıştırmasından korunmak manasına olduğunu söyle­yenler de vardır. Allah Teala'nın korudukları hariç herkes kabir fitnesine müb-tela olacaktır. Nitekim rivayet edilir ki: Sa'd b. Muaz (r.a.)'ın kabri üzerine toprak atılıp tesviye edildiği zaman Rasulullah (s.a.v.)'in yüzünün rengi değişti.

Allahu ekber, Allahu ekber! dedi ve tekbir sesinden Baki' mezarlığı yan­kılandı. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda: "Kabir onu sıkıştırdı. Öyle sıkış­tırdı ki, kaburga kemikleri birbirine girdi. Sonra Allah bu durumu giderip onu rahatlattı. Şayet kabir sıkıştırmasından kurtulan olsaydı, bu salih kul ondan kur­tulurdu." buyurdu. Ancak Hz. Âişe'den rivayet edilen hadiste, kendisinin Rasu­lullah (s.a.v.)'den kabir sıkıştırmasını sorduğu zaman Rasulullah şöyle cevap vermiştir:

"Mümin ölüyü kabrin sıkıştırması, baş ağrısından annesine şikayet eden sevgili oğlunun başının üstüne annenin elini koyup bastırması gibidir. Münafığı sıkıştırması ise, bir kayanın altında kalan yumurtanın ezilmesi gibidir"

Murabıt olarak ölen hakkındaki bu müjde -AUahu a'lem- hayatta yapti-ğiyla müslümanların emniyetini sağlaması sebebiyledir. Böylece o da kabrinde, korkulan kabir sıkıştırmasından emniyet içerisinde olmakla mükafatlan diril a-caktır.

Yahut hayatta iken dini yüceltmek için korku ve yalnızlık yerini seçtiği için, kabirde, korku ve yalnızlık kendisinden giderilecektir. Tıpkı oruçlular için olduğu gibi. Oruçlular kıyamet günü kabirlerinden çıkarıldıklarında insanlar aç ve susuz iken kendilerine sofralar ikram edilecek ve yiyip içeceklerdir. Çünkü onlar dünya hayatında açlık ve susuzluğu seçmişlerdi. Allah da, ahirette onlara türlü türlü sofralar ikram etmekle mükafatlandıracaktır.

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Kıyamet gününe kadar amellerin sevabı devam eder." sözüne gelince, bu, Yüce Allanın kitabında da vardır. Yüce Allah kitabında şöyle buyurur :

"... Kim evinden, Allah'a ve O'nun Peygamberine muhacir olarak çıkıp da sonra kendisine ölüm yetişirse muhakkak ki mükafatı Allah'a aittir..."[91] Rasulullah (s.a.v.)' da şöyle buyuruyor:

"Kim hac yolunda ölürse, Allah ona her sene için makbul bir hac sevabı yazar."

Murabıt olarak ölen her kişi hakkında murad edilen budur. Çünkü dünya hayatının sonu gelinceye kadar, murabıtlık yapıyormuş gibi sevabı devamlı olacaktır.

Yani dünyanın sonuna kadar murabıt olarak kalmaya niyetlenmişse sevabı da niyetine göre olacaktır. Rasulullah (s.a.v.) -."Ameller niyetlere göre karşılık görecektir." buyurur.

4- İmam Muhammed, sahih senedle İbn Ömer'in şöyle de­diğini rivayet eder: "Kadir gecesinden daha faziletli bir geceyi size haber vereyim mi? O gece, korku topraklarında Allah yolunda nöbet tutan bir kimsenin geçirdiği gecedir. Belki de o nöbet tutan kişi, eşyasına yahut ailesine dönemiyecektir." Hadis, savaş yerinde askerlerin nöbet tutmasını teşvik etmektedir. Aske­rin nöbet tuttuğu gecenin bin aydan hayırlı olan kadir gecesinden üstün olduğunu bildirmektedir. Çünkü kadir gecesinde kişi kendini kurtarmaya çalışırken, nöbet tutan kişi müslümanların güvenliğini sağlamağa çalışmaktadır. Bu durum, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadiste belirtilmektedir. "Rasulullah buyurdu: Allah yolunda bir saat nöbet tutmak, Haceri Esved'in yanında kadir gecesini ihya etmekten daha üstündür". Yine şöyle buyurdu: Üç göze cehennem ateşi dokunmaz: Allah yolunda çıkarılan, Allah korkusundan ağlayan ve Allah yolunda nöbet tutan göz".

"Ailesine dönmeyecektir" sözü, Allah yolunda şehit düşüp ailesine dön­meyecektir, anlamındadır. Burada, savaş bölgesinde nöbetçinin kendini şehit olmaya adadığını ve Allaha satmış olduğu şahsını O'na teslim ettiğine işaret vardır. Nitekim Allah Telâlâ şöyle buyurur:

"Allah, müminlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın al­mıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler"[92]

5- İmam Muhammed -Allah rahmet etsin- dedi ki: Sevr b. Yezid, Halid b. Ma'dan'ın şöyle dediğini haber verdi: "Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Cehennem, ondan, yorul­mak ve dinlenmek bilmeyen süvarinin alacağı mesafe ile elli yıllık mesafe uzaklaşır."

Hadis, oruçla cihadı biraraya getirmektedir. İbadetlerin hepsi Allah yo­lundadır. Çünkü onlarla Allah'ın rızası amaçlanmaktadır. Ancak kayıt kon­madan "Allah yolunda" denildiğinde, ondan cihad anlaşılır. Her ikisi yani cihat­la orucu bir arada yürütmek, nefis için daha ağırdır ve dolayısıyla daha fazi­letlidir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) den amellerin en faziletlisi sorulduğunda: "En meşakkatli olanıdır" buyurdu.

Yani bedene en zor olanıdır, buyurdu. Bu, kötülüğe sürükleyen (nefs-i emmareyi) yenmede daha etkilidir. Ebû Hanîfe'nin Mekke yolunda giderken oruç tutmayı hoş görmemesi, hacda çekişmeye girmemek içindir. Ebû Hanîfe buna işaretle şöyle demiştir:

"Şayet her ikisini bir arada yaparsa, kendisinde bir huysuzluk olur ve yol arkadaşlarıyla çekişir. Hacda çekişmek ise yasaklanmıştır. Ama bundan emin olursa, o zaman oruç tutmak daha faziletlidir.'

Bu hadiste, cehennemin o kimseden elli yıllık mesafe uzaklaştırılacağı belirtilmektedir.

6- Bundan sonra Amr b. Anbese es-Sülemî'den Peygamber (s.a.v.)' in şöyle buyurduğunu zikretti:

"Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, cehennemden yüz yıllık mesafe uzaklaştırılır."

Bu lafızla ilgili olarak alimlerin iki görüşü vardır : Bunlardan biri; Sözün zahirine bakarak cehennem maddi olarak ondan uzaklaştırılır, şeklindedir. Yüce Allah'ın şu sözü bunu te'yid etmektedir:

"Şüphesiz yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar cehennemden uzak tutulanlardır. Onlar cehennemin uğultusunu duymazlar ve canlarının istediği şeyler içinde temelli kalirlar"[93]

İkinci görüşe göre ise, uzaklaştırmaktan maksat ondan emin olmaktır. Çünkü kim cehennemden daha uzak olursa, ona karşı daha çok emniyet içeri­sinde olur.

İki hadis arasındaki mesafe farklılığı, mücahidin niyetindeki farklılığa göredir.

Yahut maksat, hakiki mesafe değil, cehennemin ondan ne kadar uzak ola­cağı konusunda bir mübalağadır. Arap dilinde elli, yetmiş ve yüz sayılan mü­balağa için kullanılır. Yüce Allah'ın:

"Onlar için yetmiş defa da istiğfar etsen, Allah yine kendilerini hiç bağışlamayacaktır"[94] sözü bunu teyid etmektedir.

7- Hazreti Ömer (r.a.) dan rivayet edildiğine göre kendisi Mekke halkına seslenip şöyle diyordu: "Ey Mekke Halkı! Ey beldenin Halkı! Uyanın! Askerleri donatarak ve gönderilen ordularda yer alarak kat kat verilen sevabı isteyin. Başkalarına on kat verilirken, size kat kat sevap vardır.

Bu, halkı cihada teşvik eden seferberlik konuşmasıdır Rasulüllah (s.a.v.) de bazı yerlerde böyle konuşmalar yapmıştır. Nitekim, Yüce Allah şöyle buyu­rur: "Ey Peygamber! Müminleri savaşmaya teşvik et. Eğer içinizden sabır ve se­bat eden yirmi kişi olursa, ikiyüz kafiri yenerler. Sizden yüz kişi olursa, kafir­lerin binini yener. Çünkü onlar anlamazlar güruhudur."[95] Hazreti Ömer, Mekke halkı cihaddan geri kalınca Peygambere uyarak bu konuşmayı yapmıştır.

Hadiste Mekke civarında bulunmanın meşru olduğuna ve sevaba sebep olacağına delil vardır. Ancak Hazreti Ömer; "Sizin için on kat sevap vardır, ama Allah yolunda cihad etmenin sevabı daha büyüktür" sözüyle buna işaret etmek­tedir. Allah, Evinin komşusu ve Hareminin sakinleri olduklarına güvenerek ci­haddan geri kalmamaları için derecelerin en yücelerini elde etmeye onları davet etmiştir. Sevaplarının kat kat arttırılacağını söylerken de Yüce Allah'ın şu sözüne dayanmaktadır:

"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohumun durumu gibidir. Allah kime dilerse kat kat verir. Allah, ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir."[96]

Malını Allah yolunda harcayana bu şekilde vaadde bulunduğuna göre canını Allah yolunda harcayana bu mükafatın verilmesi daha evladır.

Ebû Hanîfe'den rivayet edilen, hacdan sonra Mekke'den ayrılmayıp orada kalmayı kerih gördüğü meselesine gelince, bu, iki şekilde izah edilir;

Kim Mekke'de kalmayı uzatırsa Beytullahi çok görmekten dolayı bir alış­kanlık kazanır ve onun gözünde Beytullah'ın basitleşmesine sebep olur.

Yahut bu mukaddes yerde bir günah işlemeğe mübtela olmaması içindir. Çünkü Yüce Allah orada günah işlemekle ilgili olarak şöyle buyuruyor :

"... Kim orada zulüm yaparak haktan sapmaya yellenirse, biz ona pek acıklı bir azab tatdınnz."[97]

8- İmam Muhammed bundan sonra Ömer (r.a.)'ın şöyle dediğini rivayet etti: Bu ümmetin fertleri, İslâmın güzel ve doğru bir yolu -diğer rivayette bir şeriatı- üzere kalacaklardır. Onlar, bunun üzerinde oldukları müddetçe düşmanlarına galib ve üstün geleceklerdir. Ama saçlarını boyayıp kırmızı elbiseler giyer yahut (ziraatle meşgul olup kafirlerden alınan haraç onların toprakları için de alınarak) zillet ve aşağılıkta kâfirlere benzerlerse, işte o zaman düşmanlarının onlardan intikam almasını hak ederler."

Hadiste cihadla meşgul olduğu müddetçe galibiyetin bu ümmete ait ola­cağı ifade edilmektedir. Yüce Allah :

"Ey iman edenler, siz Ailah'a yardım ederseniz O da (düşmanlarınıza karşı) size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar."[98] buyurur. Ayrıca dünyaya daldıkları ve cihaddan yüz çevirerek lezzet ve şehvetlere uydukları takdirde düşmanlarının kendilerine galib geleceği anlamı vardır. "İşte o zaman düşman­larının onlardan intikam almasını hak edenler" sözü, buna layık ve müstahak olurlar anlamındadır.

Saçı boyamak, şehvetlere tabi olmaktan kinayedir. Bundan maksat, ka­dınların ilgisini çekmek ve onlara hoş görünmek için saçı, sakalı boyamaktır. Yoksa boyamanın kendisi kötülenmiş değildir. Aksine saçı boyamak, müslü-manların alametlerindendir. Rasulullah (s.a.v.)

"Beyaz olan sakallarınızı değiştirin, olduğu gibi bırakmakla Yahudilere benzemeyin" buyuruyor.

Ravi diyor ki: Ebû Bekir (r.a.)'ı Rasulullah (s.a.v.)'in minberi üzerinde gördüm, sakalı, çabuk yanan ve dumanı çok olan diken ağacı gibiydi. Yani sa­kalı boyanmıştı. Mücahidi erden her kim düşmana heybetli görünmek için saka­lını boyarsa, bu iyidir.

Ama bunu, kadınların İlgisini çekmek için yaparsa alimlerin hepsine göre mekruhtur. Bazıları da caiz görmüşlerdir. Rivayete göre Ebû Yusuf şöyle de­miştir. "Nasıl onun, (kadının) benim için süslenmesi hoşuma gidiyorsa, benim de ona karşı süslenmem hoşuna gider."

"Kırmızı elbise giyerler" Sözüne gelince, kırmızı renkte elbise giymenin mekruh olduğuna delildir. İbn Ömer'den nakledilen hadis Rasulullah (s.a.v.)'in kırmızı elbise giymeyi ve rükuda Kur'an okumayı yasakladığını belirtmektedir. Rasulullah (s.a.v.) yine şöyle buyurmuştur.

"Kırmızı elbise giymekten sakının, çünkü o, şeytanın kıyafetidir."

Sa'd, rivayet ettiği bir hadiste şöyle diyor: "Rasulullah (s.a.v.), beni, üze-nmde kırmızı bir şal olduğu halde gördü ve benden yüz çevirdi. Ben de gittim o şalı yaktım. Sonra beni gördü ve: "O şala ne yaptın?" dedi. "Benden yüz çevirdiğinizi gördüm, gidip onu yaktım" dedim. "Neden hanımlarından birine vermedin?" deyip beni azarladı.

Bera b. Azib (r.a.)'m rivayet ettiği: "Kırmızı elbiseler içinde Rasulul-lahtan daha güzel bir saç sahibi görmedim" hadisine gelince, bu, îslamın başlangıcında olmuştur. Daha sonra erkekler için kırmızı elbise giymek mekruh görülmüştür. Şa'bî'nin kırmızı elbise giydiği rivayeti ise, o, hakim yapılmaması için bunu yapıyordu. Defalarca ona hakimlik teklif ettiler, o da bundan kurtul­mak için kırmızı elbise giydi, satranç oynadı, çocuklarla birlikte filleri seyret­meye gitti. Sonunda bu durumlarım görüp yakasını bıraktılar ve hakim yapmak­tan vazgeçtiler.

Hadiste geçen: Aşağılıkta kafirlere ortak olurlar, sözü, "toprağa bağlanıp ziraatle uğraşarak cihaddan yüz çevirirler" manasınadır. Ziraatle uğraşmayı mekruh görenler, bu sözün zahirine bakarlar. Başka bir rivayette de Rasulullah (s.a.v.), birinin evinde tarım aletleri gördüğünde şöyle buyurdu :

"Bunlar bir kavmin evlerine girdi mi, o kavim mutlaka zelil olur ve nihayet düşmanları onlara saldırır."

Ancak bunlar, cihaddan yüz çevirdikleri takdirde durum böyledir, ama cihaddan yüz çevirmezlerse, ziraatle meşgul olmanın bir sakıncası yoktur, anlamındadır. Kaldı ki Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye yakın "Curf" denilen yerde başkalarına ziraatle meşgul olmalarını emretmiştir. Haraç ödemek ve haraç toprakları işletmenin de, cihaddan yüz çevirilmedikçe, sakıncası yoktur. îbn Mes'ud, Hasan b. Ali ve Ebu Hureyre'fiin Irak bölgesinde haraç ödedikleri topraklan vardı ve bu mübarek zevat haraç ödüyorlardı.

9- İmam Muhammed, bundan sonra Hz. Osman (r.a.)'ın Medine halkı arasında kalkıp şöyle dediğini rivayet eder: "Ey Medineliler! Allah yolunda cihaddan payınızı alın. Şam, Mısır ve Irak halkı kardeşlerinizi görmüyor musunuz? Allah'a yemin ederim ki, sizden biriniz Allah yolunda çalışarak geçirdiği bir gün, usanmadan gündüzü oruçlu, gecesi ibadetli evinde geçir­diği bin günden daha hayırlıdır."

"Medine halkı arasında kalktı" sözü, konuşmak için kalktı anlamındadır. Bu da Ömer (r.a.)'ın Mekke halkına yaptığı gibi Medine halkı için savaşa teşvik eden bir konuşmadır.

Burada ihtiyacı olmadığı halde doğru söylüyorsa,  kişinin yemin etme­sinde bir sakınca olmadığına dair delil vardır. Osman (r.a.) ihtiyacı olmadığı halde Allah yolunda cihad edene verilecek mükafatı zikrederken yemin etmiştir. Hz. Osman, daha sonra Şam, Mısır ve Irak halkının cihaddan geri kal­madıklarını belirterek onları cihada teşvik etmiştir.

Belirttiğimiz gibi "bir gün, bin günden daha faziletlidir" sözü cihad'ın, dini yüceltmek, müşrikleri yenmek ve onların müslümanlara kötülük yapmala­rım engellemek için yapılması sebebiyledir. Medine'de ailesi ile beraber oturanların amellerinde bu şeyler meydana gelmemektedir.

10- İmam Muhammed bundan sonra Tavus'tan şöyle dedi­ğini nakletti: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Yüce Allah kıyametin kopmasına yakın bir zamanda beni kılıçla gönderdi. Rızkımı da mızrağımın altında yahut mızra­ğımın gölgesinde -ravinin şüphesidir- kıldı. Bana muhalefet edene de zillet ve küçüklük verdi. Her kim kendisini bir kavme benzetirse o onlardandır."

"Beni kılıçla gönderdi" sözünden maksad, beni Allah yolunda cihad et­mek üzere gönderdi, demektir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur :

İnsanlarla "lailahe illallah" deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu derlerse, şeriatın öngördüğü ceza dışında, mal ve canlarını benden koru­muş olurlar, hesaplarını da Allah soracaktır"[99] Çünkü diğer peygamberler savaşmakla emrolunmamışlardır. Savaş sadece Rasulullah'a hastır. Onun Tev­rat'taki vasfı şöyledir: "Düşmana karşı savaşla memur bir Peygamberdir. Cesa­retin şiddetinden gözleri kırmızıdır." Ümmetinin vasfı ise şöyledir: "Kitapları kalblerinde saklı ve kılıçları omuzlarındadir." Rasulullah da "Kılıçlar, gazilerin elbiseleridir." sözüyle buna işaret edir...

Süfyan b. Ubeyne, naklettiği hadiste şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) dört kılıçla gönderildi: "Biri, müşriklerle savaş içindir ki, Rasulullah'ın kendisi bizzat bu kılıçla savaşmıştır. Biri, dinden dönenlerle savaşmak içindir." Yüce Allah :"Siz kendileriyle savaşırsınız veya onlar müslüman olurlar''[100] buyur­maktadır. Ebû Bekr (r.a.) Hz.Peygamberin vefatından sonra zekatı vemekten kaçınanlarla bu kılıçla savaştı.

Biri, Ehl-i Kitap ve Mecusilerle savaşmak içindir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve Ahiret gününe inanmayan, Allah'ın Peygamberinin haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelil ve hakir kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar muharebe edin."[101] Hz. Ömer (r.a.) bu kılıçla savaşmıştır.

Biri de, Haricilerle savaşmak içindir. Nitekim Yüce Allah: ".Eğer on­lardan biri diğerine karşı hala saldırıyorsa siz, o saldıranla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın..."[102] Bununla da Hazreti Ali savaşmıştır.

Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Dinden çıkanlara, biati bozanlara ve zulmü adet haline getirmiş olanlara karşı savaşmakla emrolundum."

"Saatin önünde" Sözü kıyamete yakın manasınadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur. "Saat yaklaştı"[103]

"Sen onu nereden hatırlayacaksın"[104] ayetinin tefsirinde "Neden kıyamet­ten soruluyor ki, senin gelişin bile onun alametlerinden biridir." denilmiştir.

"Rızkımı mızrağımın altında yahut gölgesinde kıldı." sözüne gelince; bunun islamın başlangıcında olduğu söylenmiştir. Şöyle ki; bir gazi akşam vakti bir ailenin evinin önünde mızrağını dikince, onu misafir etmek o aile üzerine vacip olurdu. Onu misafir etmedikleri takdirde, sabahladığında yiyeceklerini zorla onlardan alabilirdi.

Sonra bu durum Rasulullah (s.a.v.)'in şu sözleriyle neshedildi:

"Kendisinin gönül hoşnutluğu olmadıkça müslüman bir kişinin malı helal olmaz." Bundan maksat, ganimetlerin bu ümmet için helal olmasıdır, denil­miştir. Rasulullah (s.a.v.)'in gönderilişinden önce hiç bir kimse için ganimet helal değildi. Bunun izahı Yüce Allah'ın :"Artık elde ettiğiniz ganimetlerden helal ve hoş olarak yeyin..."[105] sözündedir. Rasulullah (s.a.v.)'de: "Beş şey bana özeldir." buyurarak bunlar arasında ganimetlerin helal kılınmasını saymıştır. "Gölge" ile, gölgenin kendisini değil, emniyet kasdedilmiştir.

"Sultan, Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir." sözünden maksat da, emni­yettir.[106] Bana muhalefet edene: "Zillet ve küçüklük verdi." sözündeki zilletten maksat ise, şirk zilletidir.[107] Nitekim Yüce Allah:

"Oysa, izzet Allah'ın, Peygamberinin ve inananlarındır." [108] sözüyle, zille­tin müşriklere ait olduğunu beyan ediyor. Yüce Allah'ın:

"Zelil ve hakir kendi eller'iyle cizye verecekleri zamana kadar, muharebe edin."[109] Sözüne dayanılarak da "küçüklükten" maksat, cizye verme küçüklüğü olduğu nakledilir.

"Kim kendisini bir kavme benzetirse,onlardandır." sözüne gelince; bu da mücahidlerle beraber çıkıp bazı ihtiyaçlarında onlara yardımcı olan ve güçlerine güç katarak onlara benzeyen kimse, dünyada ganimet almak ve ahirette sevab kazanmak hususunda onlardan olur manasınadır. Rasulullah (s.a.v.)' in alimler hakkında söylediği:

"Onlar Öyle bir topluluktur ki onlarla oturup kalkan bedbaht olmaz." sözü de buna benzer.

11- İmam Muhammed, sonra Mekhûl'den şöyle dediğini zikretti: İbn Ravaha öldürüldüğü zaman Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Düşmanla savaşta başı çeker, dönerken de en sonda olurdu"

Hadiste, kendisinde bulunan bir vasıftan dolayı ölüyü o vasıfla övmekte bir sakıncanın bulunmadığına dair delil vardır. Ancak sınır aşılıp onda bulun­mayan şeyle övülmesi mekruhtur."Savaşta başı çeker" sözü, savaş için saftan ileri atılma manasınadır.

Dönerken de en sondadır", sözü de, savaştan en son dönen anlamındadır. Rasulullah (s.a.v.) İbn Ravaha'mn cihada olan büyük arzusunu ifade etmiştir ki, bu durum İbn Ravaha'da mevcut idi. Yüce Allah:"Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın?". [110] ve:

"Rabbinizin bağışlamasına ve takva sahipleri için hazırlanmış olan, eni gökler ve yer kadar bulunan bir cennete koşuşun" buyuruyor.[111]

Rasulullah (s.a.v.) en son geri dönenin İbn Ravaha olduğunu söyleyerek savaşta gösterdiği büyük sabrı belirtmiştir. Bu da övgü nitelemesidir. Yüce Allah şöyle buyurur :

"Ey iman edenler, Sabredin, sabırda yarışın, birbirinizle kenetlenin, ve başanrılı olmanız için Allaha karşı gelmekten sakının "[112]

Rasulullah (s.a.v.) daha sonra Abdullah'ın namazını vaktinde kıldığını belirtti. Yani savaşa olan düşkünlüğüyle birlikte namazı vaktinde kılardı. Bu İse, mücahid için en zor durumdur. Bu da bir övgü sıfatıdır. Yüce Allah: Na­mazlara devam edin..."[113], buyurur. Allah Tealamn: "Allahtan söz almış olanlar dışmda"[114] Sözünün açıklamasında bunun namazları vaktinde kılmak olduğu söylenmiştir.

Hadis, yolculukta iki namazı bir vakitte kılmayı (cemetmeyi) caiz gören Şafii'nin aleyhine bir delildir. Cihad ise daima yolculuk demektir. Bununla beraber Rasulullah (s.a.v.) Abdullah b. Ravaha'yı cihadda iken bile "Namaz­larını vaktinde kılardı" diyerek övmektedir.. Şayet iki namazı bir vakitte kılmak caiz olsaydı, bu övme doğru olmazdı.

12- İmam Muhammed bundan sonra Ma'bed'in şöyle dedi­ğini rivayet eder: "Bu ümmet çiftçilikle uğraşıp kaldığı zaman Allah'ın yardımı kesilir ve kalblerine korku salıverilir. Daha sonra Muhammed b. Ka'b'dan şöyle rivayet edildi: "Ey iman edenler! kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir topluluğa uyarsanız, sizi topuklarınız üzerinde geri döndü­rür, kâfir yaparlar"[115] ayetinden maksadın cemaatten ayrılıp bedevileşmek midir? diye Hz. Ali'ye soruldu. Cevabında: Ha­yır, taarrub (bedevileşmek) değildir. Ziraatle meşgul olmaktır, dedi.

İki hadisin de yorumu birdir. Birincisinin yorumu: Yani bu ümmet ziraate yönelir ve onunla uğraşıp tamamen cihadı terkederse Allah'ın yardımı ve zaferi onlardan alınır. Ama bir kısmı ziraatle meşgul olur, bir kısmı da cihad görevini yerine getirirse, o zaman ziraatla uğraşmanın sakıncası olmaz. Böyle olmalı ki, savaşçı, çiftçinin kazandığıyla güçlensin ve çiftçi de, savaşçının savunmasıyla güvenlik içinde olsun.

Rasulullah (s.a.v.): "Mü'minler bina gibidir; bir kısmı diğer bir kısmını destekler" buyurmuştur. Çünkü hepsi cihadla uğraşıp gelir sağlamaya çalışanlar bulunmazsa, o zaman yiyeceğe ve hayvanlarının yemine muhtaç olurlar. Bunları bulamayınca da cihad yapamazlar. Ziraat hususundaki eksiklik, cihadı da etkiler.

Bazıları da "topuklar üzerinde geri dönmek" ten maksat, sahraya ikamete dönüp cihad niyyetiyle geldikleri Medine'yi terketmek anlamında bedevileşme şeklinde anlamışlardır. Her halde yerinde olmayan bu görüşü ileri sürenler: "Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir."[116] âyetinin zahirine bakarak bu kanaate varmışlardır. Çünkü kafirlerin bizden istediği, ziraatin kendisi değil, cihaddan vazgeçmemizdir.

13- Hasan-ı Basrî'den rivayet edildiğine göre bir adam okunun kuburunu yere bırakıp namaza durdu. Biri de gelip kuburu aldı ve gitti. Namaz kılan şahıs namazını bitirdikten sonra kuburunu bulamayınca korktu. Durum Peygamberimiz (s.a.v.)'e intikal edince Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Müslüman kişinin, müslüman kardeşini korkutması caiz olmaz."

Rasulullah (s.a.v.), o kişinin çalma kasdıyla değil de şaka yollu alıp gö­türdüğünü biliyordu. Ama bununla beraber yukarıdaki hadisi buyurdu. Çünkü namaz kılan şahıs kuburunu bulamayınca korkmuştu ve onu korkutan da kuburu alıp gidendi. Onun için Rasulullah (s.a.v.) "Müslüman kişinin müslüman karde­şini korkutması caiz olmaz" buyurmuştur.

Burada Mü'minin Allah'ın yanındaki değeri ile Allah yolunda cihad eden­lere hürmetin büyüklüğü ifade edilmektedir. Bu konuda meşhur pek çok hadis vardır.

Hasan-ı Basri'den rivayete göre; biri, bir adamı korkutmak için kılıç çekmişti. Durum el-Eş'ari'ye ulaştığında: "Kılıcını kınına koyuncaya kadar me­lekler devamlı olarak ona lanet ederler." dedi.

Eş'ârî'den maksat Ebû Mâlik el-Eş'arînin olduğu muhtemeldir. Fakat daha doğru olan, bununla Ebû Musa el-Eş'arî'nin kastedildiğidir. Bu söz, Rasu­lullah (s.a.v.)'e merfu gibidir. Çünkü bu, re'y ile bilinen şeylerden değildir. Aynca, vurma kasdı olmazsa bile müslümana silah çekerek onu korkutmanın ne kadar buyuk bir günah olduğuna delildir.

Hadiste: "Kim bir müslümana silah çekerse kendi kanını mubah kılmış olur." denilmektedir. "Melekler ona devamlı lanet eder," sözü buna işaretir. Melekler mü'minin bağışlanması için dua ederler ama sıfatı değişince, artık ona lanet ederler. Hiç şüphesiz meleklerin lanetlemesi, müslümanın öldürülmesini caiz görüp kafir olan yahut imanından dolayı onu öldürmeye çalışan anlamında olmalıdır.

14- İmam Muhammed, Süleyman b. Büreyde'nin şöyle dediğini nakletti:

Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Cilıad'a gidenlerin hanım­larının cihada gitmeyenlere haramhğı, annelerinin haramlığı gibidir. Kim mücahidlerden birinin hanımının yanma (birlikte olmak amacıyla) gider-gelirse, kıyamet günü o kimse durduru­lup mücahid olana : "Bu, hanımın konusunda sana ihanet etti. Hayır amellerinden dilediğin miktarı al" denilir. Zannediyor musunuz ki hayır amellerinden geriye bir şey kalır?!" Bu hadisi şerif mücahidlerin kıymetlerinin ne kadar büyük olduğunu gösterir. Çünkü kadınlarının daha fazla hürmete değer olmaları, kocalarının daha fazla hürmete layık olmalarındandır. Yüce Allah'ın : "O (Peygamber) in eşleri onların anneleridir."[117] ayeti ile: "Sizlerden Allah'a ve Peygamberine boyun eğip yararlı iş işleyene ecrini iki kat veririz."[118]   ayetinde buna işaret edilmiştir.

Bu cezayı hak etmesinin sebebi: mücahid kişinin cihada giderken eşini, cihada gitmeyen bu adamın ve Allah'ın yanında emanet bırakmış olmasıdır. Adamın eşine göz dikmekle Allah'ın emanetine hıyanet etmiş olur. Çünkü mücahid kişi, başkasının, hanımiyla kendisine hİyanet ettiğini bilirse cihada çıkmayacağı gibi, zaruret olmadıkça çıkması da helal olmaz. Çünkü hanımını koruması farz-i ayndır. Ama cihada çıkması, kendisi için farz-i ayn olmayabilir. Böylece kişiler cihada çıkmayınca cihad kesilmiş olur ve hıyanet eden kişi cihadın son bulmasına ve müşriklerin müslümanlara karşı güçlenmesine sebeb olmuş olur. Bu nedenle : "Kıyamet günü hıyanete uğrayan kişinin hıyanet eden kişinin amellerinden dilediğini almasına karar verilir" denilmiştir.

Sonra, "Siz ne zannediyorsunuz?" buyurdu, Yani o zaman ameline ihti­yacı olduğu halde amelinden birşey kalacağını mı sanıyorsunuz?

Bunu Hz. Ali (r.a.)'ın naklettiği Rasulullahm şu hadisi açıklamaktadır:" Mücahidlere eziyet etmeyin. Muhakkak ki Allah Teâlâ Peygamberler için gazaba geldiği gibi onlar için de gazaba gelir. Peygamberlerin dualarına icabet ettiği gibi onların dualarına da icabet eder. Kim bir mücahidin hanımı hususun­da ona ihanet ederse, onun yeri cehennemdir ve ancak, o mücahidin şefaati onu cehennemden çıkarabilir. Tabî mücahid bu yaptıklarından sonra ona şefaat ederse!"

15- Muaviye b. Kurra'dan rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu

"Her ümmette ruhbanlık vardır, ümmetimin ruhbanlığı da cihaddır."

Ruhbanlığın manası, dünya işlerini bırakıp sadece ibadetle uğraşmaktır. Geçmiş milletlerde ruhbanlık, insanlardan ve makamdan uzaklaşıp ibadete çekilmek şeklindeydi. Onların yanında uzlet, insanlarla oturup kalkmaktan daha faziletliydi. Rasulullah (s.a.v.): "İslâmiyette Ruhbanlık yoktur," sözüyle bunun islamda bulunmadığını söyledi ve bu ümmetin ruhbanlığının cihadda olduğunu belirtti. Çünkü cihad, bîr yandan insanlarla ülfet, bir yandan da diğer dünya işlerini bırakıp dinin en yüce bir işiyle uğraşmakdır. Peygamber (s.a.v.) cihadı, dinin "zirvesi" olarak isimlendirmiştir. Ayrıca bu ümmetin vasfı olan iyiliği emir ve kötülükten vazgeçirme ile derecelerin en üstünü olan şehadet merte­besine ulaşmak gibi iyi hasletler cihadda mevcuttur.

16- İmam Muhammed bundan sonra, Ebû Katâde'den ri­vayet ederek  Rasulullah (s.a.v.)iıı kalkıp halka hitap ettiğini. Allah'a hamdettiğini ve daha sonra farzlar hariç cihaddan daha faziletli bir şeyin bulunmadığını belirtti.

Farzlardan maksat, farzı ayn olanlardır. Bunlar beş temeldir Cihad da farzdır, ama farz-ı kifayedir. Sevab, farzın güçlülüğü oranındadır. Onun için Rasulullah (s.a.v.) cihadı, hepsinden üstün tuttuğu hususlar arasında farzları istisna etmiştir. Dedi ki: Biri kalkıp: "Ya Rasulullah, ne dersin, Allah yolunda Öldürülenin bu öldürülüşü günahlarını bağışlatır mı? diye sordu. Rasulullah bir müddet sustu. Nihayet kendisine vahiy geldiğini anladık. Sonra şöyle buyurdu :

"Şayet sabrederek, sevabını Allahtan umarak ve düşmandan kaçmayıp onlar Üzerine yürüyerek Öldürülürse, evet, ancak Cebrail'in söylediğine göre borç bundan hariçtir. Çünkü borçlarından dolayı sorguya çekilecektir." Cebrail'in belirttiğine göre bu hadis şehidlerin derecelerinin yüksekliğini ve şehadet rütbesinin günahları silmeye sebeb olduğunu ilan etmektedir.

Burada şehidlerin ve şehid düşmenin derecelerinin yüksekliği açıklan­maktadır. Çünkü Allah şehadeti günahlardan temizlemek için bir sebeb kıl­mıştır.

Hadis-i Şerifte Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet edilir:

"Kim ki Allah yolunda şehid düşerse, kanından akacak olan ilk kan dam­lası karşılığında günahlarının tamamı bağışlanır. İkinci damlada kendisine "Ke­ramet" elbisesi giydirilir. Üçüncü damlada da güzel huri ile evlendirilir" Bu hadis, kılıçla şehid olmak, borç hariç bütün günahları siler." Hadisiyle aynı manadadır.

Rasulullah (s.a.v.) Uhud savaşında şehidlerin derecelerinin yüksekliğiyle ilgili olarak yine şöyle buyurdu:

"(Ey Ashabım) Allah, kardeşlerinizden şehid düşenlerin ruhlarını, cen­netin nehirlerinden su içen ve meyvelerinden yiyen yeşil kuşların kursaklarına koydu (nehirlerden su içen ve meyvelerden yiyen bu) kuşlar sonra Arş'in göl­gesinde kandillere giderler. Yediklerinin ve içtiklerinin hoş lezzetini aldıktan sonra derler ki: Keşke kardeşlerimiz bizim ne gibi lezzet ve nimette olduğu­muzu bilseler de cihada çok önem verseler. O zaman Yüce Allah: "Tarafınızdan ben onlara ulaştırırım." buyurur."

Bu, Yüce Allah'ın "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma..."[119] sözü­nün tefsiridir. Şehidin bu dereceye ulaşması ancak şehadeti arzu etmesiyle olur. Bu işe hayrını umması, cihad üzere sabretmiş olması ve cihadda düşmandan kaçmayarak, üzerlerine gitmesiyle gerçekleşir. Hadiste ayrıca, kullara zulmet­menin ne kadar büyük günah olduğu ifade edilmektedir. Çünkü şehidin, bu de­receye ulaşmasına rağmen borçtan dolayı sorguya çekileceği beyan ediliyor. Rasulullah sözüyle de, bu söylediğinin vahiyden olduğunu belirtmiştir. Ta ki herkes, mutlaka kendisine borçlu olduğu kimsenin gönlünü alması gerektiğini bilsin.

Denildi ki : Bu başlangıçta idi. O zaman Rasulullah (s.a.v.) aldıkları borcu Ödeyemeyecek kadar fakir oldukları için onları borçlanmaktan sakındır-mıştı. Bu sebeple arkasında, borcunu karşılayacak mal bırakmayan borçlu kim­senin cenaze namazım kılmazdı. Daha sonra bu durum Rasulullah (s.a.v.)in:

"Kim ardında bir mal bırakırsa malı mirasçılarınadır ve kim de borç ve çoluk-çocuk bırakırsa (borcunu ödemek ve çoluk-çocuğuna bakmak) bana aittir." sözüyle neshedilmiştir.

Bunun benzeri, hacla ilgili olarak varid olmuştur. Peygamber (s.a.v.) Ara­fat dağında ümmeti için dua etti. Aralarındaki haksızlıklar hariç, Allah duasını kabul etti. Sonra Müzdelife'de sabaha karşı Meş'ar-i haramda dua etti. Duası, aralarındaki haksızllıklar hususunda da kabul edildi. Cebrail (A.S.) inerek Allah'ın, bazılarının bazıları üzerindeki haklarım da sonuca bağladığını haber verdi. Buna göre, borçlu şehidin de affedileceği ihtimali uzak değildir.

17- Bundan sonra İmam Muhammed, Ebû Hureyre'den şunu nakletti. Biri Rasulullah (s.a.v.)'e sordu : "Bir adam, Allah yolunda cihad etmek istiyor ama aynı zamanda dünya malını da arzu ediyor." Rasûlüllah (s.a.v.): "Sevabı yoktur." dedi.

Orada bulunanlar durumu garipsediler ve adama: "Git bir daha sor. Herhalde meramını anlatamadın." dediler. Adam tekrar sordu: "Bir adam, Allah yolunda cihad etmek istiyor ama aynı zamanda dünya malım da arzu ediyor?" Rasûlüllah (s.a.v.)" Sevabı yoktur" dedi. Adam üçüncü defa sorusunu tek­rar etti ve Peygamber (s.a.v.) yine "Sevabı yoktur" buyurdu. Bu hadiste, soru soranın, sorusunu tekrar etmesinde bir sakınca olma­dığına ve cevab verenin bundan sıkılmaması gerektiğine delil vardır. Rasulullah (s.a.v.), o kişinin sorusunu tekrar etmesine kızmamıştır. Sahabe de, Peygam-ber'e son derece değer vermesine rağmen o adamdan sorusunu tekrar etmesini istemişlerdir. Buradan anlıyoruz ki, soruyu tekrar etmek saygıya aykırı değildir. Çünkü sahabe, herhangi bir kimsenin Peygamber'e saygıda kusur işlemesine fırsat vermiyorlardı.

Bu hadis'iki şekilde yorumlanabilir: Biri, kişinin görünüşte cihad etmek istediğini göstermesi, gerçekte ise amacının mal elde etmek olmasıdır. Bu, o zamanki münafıkların durumuydu. Bu durumda olanın sevabı yoktur.

İkincisi, kişi cihad amacıyla çıkar ama maksadının büyük kısmı, ahiret için sevap kazanmak değil,dünya malı elde etmek olmasıdır. Bu durumdaki insan için Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Kimin hicreti, bir dünyalık elde etmek yahud bir kadınla evlenmek için ise, hicreti o şey içindir" İki dinar karşılığında cihada katılan birine de :

"Dünyada da, ahirette de senin için iki dinar vardır." buyurdu. Ama ki­şinin maksadından büyük payı cihad ise ve bu arada ganimete de gönlü varsa, o, Allah Teâlâ'mn:

"(Hac mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir sakınca yoktur..."104 sözünün kapsamı içerisindedir. Yani hac yolunda ticaret yapan kimse nasıl haccm sevabından mahrum olmuyorsa, bu adam da cihadın seva­bından mahrum olmaz.

18- İmam Muhammed. Hayseme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Derda'ya gittim ve: "Bir adam bana vasiyet bıraktı. Bir de, onu nerede harcayacağıma dair sana danışmamı istedi" dedim. Dedi ki: "Ben yerinde olsaydım onu Allah yolunda ci­had edenlere harcardım. Oraya vermek, fakir ve miskinlere vermekten daha faziletlidir, kanaatindeyim. Ölüm anında in-fak eden ise, doyduğu zaman artığını dost ve ahbabına hediye eden gibidir."

Burada, bu şekilde vasiyyette bulunmanın caiz olduğuna delil vardır. Vasiyyet eden kişi, vasi olarak tayin ettiği kimseye : "Malımın üçtebirini dile­diğin yere yahut falan kimsenin dilediği yere harca" diyebilir.

Yine, mücahid fakirlere harcamanın, başkalarına harcamaktan daha fazi­letli olduğuna dair delil vardır. Çünkü bunda sadaka ve malla cihad mefhum-larıyla birlikte müşriklerin eziyetlerine engel olmaya yardımcı olmak ve müslü-manlann hepsine menfaatin ulaştırılması söz konusudur.

İmam Muhammed daha sonra vasiyet eden kimsenin, şayet hayattayken kendisi bizzat böyle bir sadaka yapsaydı daha çok sevaba nail olacağını açık­ladı. Çünkü hayattayken malını infak etmiş olsaydı, ona ihtiyacı olduğu halde infak etmiş olurdu. Halbuki ölümüyle ihtiyacı ortadan kalkmış oldu. Bu duru­muyla, doyduğu zaman artığını hediye edene benzemektedir. Bunun benzeri, Rasulullah (s.a.v.)'in şu sözüdür.

"Sadakanın en faziletlisi, sağ salim olup zengin olma ümidi ve fakir düş­me korkusu taşıyarak malını koruduğun zamanda sadaka vermendir. Yoksa can boğaza dayanıp da; şu kadar falana, şu kadar da filana dersen, zaten o zaman demesen bile artık o mal onlarındır.(Senin o malla ilişkin kalmaz ki.)" 104-Bakara: 2/198

19- Mekhûl'dan rivayete göre kendisine şu haber ulaş­mıştır: Cihad etmeyen yahut bir mücahide yardım etmeyen veyahut da bir mücahid cephede iken onun çoluk-çocuğuna iyi davranıp onlara yardım etmeyen kimseye kıyamet gününden önce bir bela isabet eder.

Belâ: Kişinin tahammül edemeyeceği ve kendisine engel olamayacağı musibet demektir. Yüce Allah :

"Yaptıkları yüzünden kafirlerin başına bir bela gelmeğe devam edecektir"[120] buyurur.

Burada cihâdın ve mücahide yardım etmenin ne kadar faziletli olduğu, ailesi hususunda kendisine ihanet etmenin ne kadar büyük bir günah olduğu açıklanıyor. Sanki bu üç haslet; yani cihadı terk, mücahidlere yardım etmemek ve hanımı huşunda mücahide ihanet etmek ancak münafık olan şahısta bir arada bulunur. Zikredilen ceza, münafıka layık bir cezadır.

20- Hasan (r.a.)'ın şöyle rivayet ettiği zikredilir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Rabbiniz şöyle buyurdu : Kim rızamı arzu ederek benim yolumda cihada çıkarsa ben ona garanti veririm ki -ravinin şüphesi olarak- yahut o benim üzerime garanti olsun ki, onun ruhunu aldığım takdirde onu cennete sokarım. Şayet canlı olarak geri çevirirsem, ecir veya ganimetle geri çeviririm. Bu hadiste Allah'ın, yolunda cihad edenleri dünyada ganimetle ve ahirette cennetle mükafatlandıracağına dair verdiği söz belirtilmetedir.

Hadiste "garanti verme sözü" ifadede genişlik olsun diye mecaz olarak verileceği belirtilen mükafatı açıklamak içindir. Yoksa hiç kimsenin Allah üzerinde bir hakkı yoktur. Hadisteki bu kullanış, ifadede genişlik gayesiyle bu gibi kullanışların caiz olduğuna delildir. "Allah rızkı kullarına garanti etti (azıklarına kefil oldu)" "Kulların rızkı Allah'ın üzerinedir" gibi sözler Allah, onlara bunu va'detmiştir, manasınadır. Allah ise verdiği va'de muhalefet etmez.

21- Hasan Basrî'nin şöyle dediği belirtildi: Müslüman­lardan bir kişi Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek "Cihad edeme­yecek kadar bünyem zayıfladı. Buna karşılık bir miktar malım var. Bana öyle bir iş göster ki onu yaptığım zaman murabıt (mücahid) mertebesine erişeyim. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: İyiliği emret, kötülükten sakındır, zayıfa yardım et ve müş­riki irşad et. Bunları yaparsan murabıt mertebesinde olursun."

Hadiste, murabıtın derecesinin yüksekliği ifade edilmektedir. Adam bun­dan aciz kalınca, Rasulullah (s.a.v.)'den sevabda, murabıtlık makamının yerine geçecek bir hususu kendisine haber vermesini istemişti. Rasulullah (s.a.v.)de yukarıdaki hadisiyle kendisine yol göstermiştir. Çünkü cihad da, iyiliği emir de, şirk olan münkerden sakındırma da, müşriklerin eziyetlerini önleyerek müslü-man zayıflara yardım ve müşrike doğru yolu göstermektir. Kim gücünün yettiği kadar malı veya canıyla bu işleri yaparsa murabıt mertebesindedir.

22- İyne alışverişiyle alışveriş yapar, sığırların peşine takılır ve cihaddan hoşlanmazsanız, düşmanınız size göz dikecek kadar zelil olursunuz.

İyne,açık olan faizden güya sakınmak için faizci cimrilerin uydurdukları alışveriş şekilleridir. Bunun nasıl yapıldığını, "el-Câmiu's-Sağîr"de belirttik. İbn Ömer, cimrilik kokan ve Şeriatın istediği karşılıksız borç vermeye engel olan bu alışverişi çirkin görmüştür.

"Sığırların peşine takılırsanız" sözüyle, cihadı büsbütün terkedip çift­çilikle uğraşma kastedilmiştir. Böyle bir durumun düşmanların müslümanlara göz dikmelerine ve onlara saldırıp zelil düşmelerine sebep olacağını beyan etmiştir.

23- İmam Muhammed bundan sonra Danıra b. Hubeyb'den Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini zikretti : "Halktan en büyük ecri alan, onlara hizmet edendir.

Hadis-i Şerifte, mücahidlere hizmet ve hayvanlarına bakmaya teşvik var­dır. Kİm bunu yaparsa, mücahİdlerin ecri gibi ecre nail olur. Ayrıca dünyada da efendilik vasfını hakkeder. Rasulullah (s.a.v.):

"Kavmin efendisi, onlara hizmet edenleridir." buyurur.

Çünkü mücahid kimsenin kendisini cihada verebilmesi için kendisine ye­mek pişirecek ve hayvanına bakacak kimselere ihtiyacı vardır. Bunlar olmadığı takdirde bu gibi işleri kendisi yapmak mecburiyetinde kalacak ve cihad etmek­ten geri duracaktır. Böylece hizmetçi de cihadın yapılmasına sebep olmuş olmaktadır.

24- Mücahid dedi ki : "Cihada gitmek için yola koyuldum. İbn Ömer, ata binmem için üzengiyi tuttu. Tutmasına engel olmak isteyince, bana dedi ki: Sevab kazanmamı istemiyor musun? Bize ulaştı ki, mücahidlerin hizmetçisinin yeryüzün-dekiler arasındaki mertebesi, Cebrail'in göktekiler arasındaki mertebesi gibidir.

25- Bundan sonra İmam Muhammed, Mücahid'den, o da Tübey'den -bu zat, Ka'b'ın üvey oğludur- O da, Kab'dan ri­vayet etti ki: "Kişi, ayağını gemiye attığı zaman, anasının ken­disini doğurduğu günkü gibi günahlarından soyulur. Dalgalar­dan dolayı geminin çalkalanmasıyla dengesini kaybedip salla­nan, Allah yolunda kanıyla bulanan gibidir. Suda boğulana, iki şehid ecri vardır. Sabreden ise, başında taç olan hükümdar gibidir."

İmam Muhammed -Rahîmahullah- dedi ki: Biz de, yukarı­da anlatılanı kabul eder ve deriz ki: Deniz savaşında bir sakın­ca yoktur. Hatta sevabı karada yapılan savaştan daha fazladır. Buradan anlıyoruz ki Ka'b'ın maksadı, cihad kasdıyla gemiye binen kim­sedir. Ka'b, bu söylediğini ya indirilmiş kitaplardan söylemiştir ki, şeriatımızda onu nesheden birşey görünmüyor yahut da Rasûlüliah (s.a.v.)'den kendisine aktarılan bir rivayete dayanarak söylemiştir.

Ayrıca cihad kasdıyla gemiye binmek daha faziletlidir. Çünkü deniz sa­vaşı diğer savaşlara nazaran daha çetin ve daha korku vericidir. Kişi, kendisini tamamen Allah'ın dileğine teslim etmiş oluyor. Bununla günahlarından temiz­lenme hususunda şehid derecesine ulaşır.

Deniz savaşında denize düşüp boğulan ise, iki şehid sevabı elde eder. Çünkü iki defa canını feda etmiştir: Gemiye bindiği zaman ve denizde boğul­duğu zaman. Bütün bunları, Allah'ın rızasını kazanmak için yapmıştır.

Deniz savaşında sabreden, başında taç taşıyan hükümdar gibidir. Yani, batma tehlikesini gözleriyle gördüğü halde yaptığına pişman olmayan kimse ca­nını, Allah yoluna teslim ettiği gerçekleşmiştir. O, cennette hükümdar gibi ola­caktır. Sabreden kişiyi hükümdara benzetmesinin sebebi; Hükümdarın arzularma kavuşmasmdandır. Şehid ise, cennette tüm arzularına kavuşacaktır. Yüce

Allah şöyle buyurur:

"... Canlarının isteyeceği, gözlerin hoşlanacağı ne varsa oradadır. Ve siz içinde ebedi kalıcılarsınız.’’[121]

Cihad için gemiye binmenin caiz olduğu sabit olunca, hacca gitmek için binmenin caiz olması daha evladır. Çünkü haccın farziyeti daha kuvvetlidir. Emniyet ihtimali daha çok olunca ticaret için de gemiye binmek caizdir ve deniz ticaretiyle elde edilen mallardan fitre ve zekat gibi Allanın haklarının verilmesi gerektiğine de engel değildir.[122]

26- Sehl b. Muaz der ki: Abdülmelik b. Mervan, yaz ordularının komutanı iken savaşa katıldım. Sinan kalesini muhasara ettik. Askerler evlerin çok yakınına konaklayıp ev halkının giriş-çıkışlarma engel oldular. Bir adam bu durumu görünce şöyle dedi: Bir defasında Rasûlüliah (s.a.v.)'le birlikte savaşa katıldım. Askerler bu şekilde evlerin çok yakınına konaklayıp ev sahiplerinin giriş ve çıkışlarına engel oldular. Rasûlüliah (s.a.v.) derhal bir münadi gönderip şunu söyleme­sini emretti: Her kim evlerin yakınına konaklar ve ev halkının

rahatlıkla girip çıkmalarına engel olursa, onun için cihad yoktur." Evlerin yakınına konaklamaktan maksat, din kardeşinin hayvanım bağlamasına, yemini yedirmesine, yemeğini pişirme­sine ve helaya gitmesine engel olacak kadar evlerin yakınında konaklamaktır. Bu, şer'an haramdır. Çünkü evin dokunulmaz­lığı olduğu gibi eve tabi olan bölümlerin de dokunulmazlığı vardır.

Giriş ve çıkışlara engel olmak ise, gidiş-geliş yollarının üzerinde konak­lamak ya da gelip geçene eziyet verecek şekilde yolun yakınında konaklamaktır. Rasûlüliah (s.a.v.), bu gibi hareketlerde bulunmaktan sakındırarak onları yapanlar için cihadın olmadığım söylemiştir. Yani bunlardan sakınanlar kadar mücahidlik sevabına nail olmaz. Çünkü cihaddan maksat, müslümanlardan eziyeti defetmektir. Halbuki bu hareketlerde bulunmak müslümanlara eziyet vermektir.

27-  Muaz b. Cebel'in ashabından Kulâîler kabilesinden bir adamın rivayetine göre; Muaz dedi ki: Şu seriyyelere katıl­maktan sakınınız. Çünkü onlar düşmandan korkar ve ganimet­ler konusunda birbirlerine ihanet ederler. Mü'minlerin ordula­rına ve büyük cemaatlerine katılın.

Seriyye : düşman topraklarına giren az sayıdaki askerlere denir. Kendi­lerine seriyye isminin verilmesi, gece yürüyüp gündüzleri saklanmaları sebebiy­ledir. Muaz b. Cebel onlarla cihada çıkmayı mekruh görüp bunun sebebini açıklamıştır. Çünkü onlar, korku verici bir durumla karşılaştıkları zaman sayıla­rının azlığından dolayı korkup kaçarlar. Ellerine birşey geçirdiklerinde de, aralarında itaat etikleri bir komutan bulunmadığı için birbirlerine karşı ölçüsüz davranırlar. Peygamber (s.a.v.) den de bu manada bir rivayet vardır. Peygam­ber (s.a.v.) buyurdu ki:

"Az sayıdaki süvarilerle baskın yapmayınız. Şayet ellerine ganimet geçirirlerse ihanet ederler. Savaşa tutuşurlarsa kaçarlar." Hadiste kastedilen, devlet başkanının emri olmadan dâru'l-İslâm'dan gizlice düşman topraklarına girenlerdir.

Cİhad edecek kimsenin, seriyyelerle değil, büyük ordularla beraber olması gerekiyor. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) :

"Allah'ın yardım ve inayeti cemaatle beraberdir. Onun için cemaatten ayrılan kimse, cehenneme ayrılmıştır." buyurur.

28- İmam Muhammed bundan sonra Rasulullah (s.a.v.)' den cihada teşvik ve iki saf arasında düelloya çıkan kimsenin mertebesini beyan sadedinde iki hadis rivayet etmektedir.

Bu konuda yeterince nakiller yaptığımız İçin onları buraya almıyoruz.

29- Ebû Hureyre (r.a.) Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyur­duğunu rivayet eder :

"Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolun­da savaşıp öldürülmeyi, sonra dirilip tekrar savaşıp öldürül­meyi, sonra dirilip tekrar savaşıp öldürülmeyi dilerim."

Ebû Hureyre (r.a.) diyordu ki : Allah'a şehadet ederim ki bu sözü üç defa tekrar etti.

Bu hadiste şehid düşmenin derecesinin büyüklüğü açıklanmaktadır.

Peygamber (s.a.v.) kendi derecesinin yüceliğiyle birlikte şehid olmayı temenni etmiştir. Ayrıca bu temennisini tekrar etmiştir ki bununla şehidin Allah yanındaki derecelerini açıklasın.

Yukarıda anlatılan mana Ebû Ümâme el-Bâhilî'nin hadisinde belirtilmek­tedir. Ebû Ümâme der ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :

"Allah'ın yanında hayır ve sevabı olduğu halde ölüp de, dünya ve için­dekiler kendisine verilse bile dünyaya geri dönmek isteyen hiçbir kimse yoktur. Ancak şehid hariç." Zira O, dönmeyi temenni eder. Eriştiği derecenin büyük­lüğünden dolayı, dönüp tekrar şehid olmak ister.

Câbir (r.a.) da, rivayet ettiği hadiste dedi ki; Rasulullah (s.a.v.) beni üzüntülü gördü ve : "Neyin var?" dedi. Dedim ki: "Ya Rasulullah, babam şehid düşüp arkasında borç ve çoluk-çocuk bıraktı." Buyurdu ki: "Seni müjdeleyim mi ya Câbir: Allah Teâlâ direkt babanla konuşup: "Ey Abdullah, benden ne di­lersen dile" buyurdu. Baban da "Allah yolunda bir daha savaşıp öldürülmek için diriltilmek isterim." dedi. Allah Teâlâ buyurdu ki: "Ölen kimselerin bir daha dünyaya dönmemeleri hususunda daha önce hükmümü verdim. Ama temenni ettiğin şeyi ne derece için temenni ettiysen, seni o dereceye ulaştıracağım."

30- Hasan Basrî'den rivayet olunmuştur ki: Rasulullah (s.a.v.) savaş için bir ordu hazırladı. İçlerinde Abdullah b. Ravâha (r.a.) da bulunuyordu. Ordu sabaha doğru yola ko­yuldu. Abdullah b. Ravâha namaz için geri kaldı. Peygamber (s.a.v.) namazını bitirdikten sonra Abdullahı gördü ve ona: "Ey Ravâha'nın oğlu, sen orduda değil miydin?" dedi. O da; "Evet, lakin seninle birlikte namaz kılmak istedim. Ordunun nerede konakladığım biliyorum, gidip onlara varacağım." dedi. Bunun üzerine Rasulullah buyurdu ki: "Muhammed'in cam elinde olan Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde bulunan malın hepsini infak etsen, yine de onların sabaha karşı hareket­lerinden dolayı elde ettikleri sevaba ulaşamazsın." Hadis-i şerifte cihada erken çıkmak için teşvik ve cihada çıkmaya azmet­miş olan bir kimsenin namazını cemaatle eda etmek için ordudan geri kalması­nın doğru olmadığı açıklanmaktadır. Görmüyor musunuz? Rasulullah (s.a.v.) İbn Ravâha için ne diyor? kaldı ki Rasulullah'm arkasında cemaatle namaz kılmak, diğer cemaatle namaz kılmalardan daha faziletlidir.

Enes b. Mâlik'in rivayet ettiği hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyu­ruyor: "Allah yolunda bir sabah yahut bir akşam yolculuk yapmak, dünya ve içindekinden daha hayırlıdır." Bu hadis de, söylediğimizi desteklemektedir..

31- Hasan Basrî'den rivayete göre, Hz. Ömer b. Hattâb (r.a.) halka hitap ederken bir adam gelip: "Ey insanların hayırlısı" dedi. Hz. Ömer (r.a.) ne dediğini anlayamadı ve : "Ne diyorsun?" diye sordu. Dinleyiciler Hz. Ömer'e: "Sana insanların hayırlısı diyor" dediler. Hz. Ömer ona: "Yaklaş" dedi. Sonra devam etti: İnsanların hayırlısı değilim. "Sana, insanların hayırlısını haber vereyim mi?" Adam: "Kimdir ey müminlerin emiri?" dedi. Ömer (r.a.) dedi ki : "O, bedevi bir adamdır. Bir sürü deve yahut koyunu vardır. Deve yahut koyunlarını şehirlerden birine götürüp sattı ve parasını Allah yolunda infak etti. Böylece düşmana karşı müslümanlara silah sağladı. İşte insanların hayırlısı odur."

Konuşmada geçen mesleha, düşmanın saldırısı ihtimaline karşı sınırda silahların yerleştirildiği mevzi yahut silah taşıyan kimseye denir. Onun için hükümdarın önünde yürüyen muhafızlara "Mesleha" ismi verilir.

Hz. Ömer'in "Ben insanların hayırlısı değilim." sözü alçak gönül sahibi olduğunu göstermek içindir. Hz. Ebû Bekir (r.a.)'ın vefatından sonra hilafeti döneminde insanların en hayırlısı oydu. Nitekim Hz. Ebû Bekir de, halife iken şöyle diyordu: "Beni hilafet makamından ayırın. Çünkü ben en hayırlınız de­ğilim." Halbuki, Rasulullah (s.a.v.)'in belirttiği gibi, Peygamber ve Rasûllerden sonra insanların en hayırlısı, Ebû Bekir'di.

Hz. Ömer (r.a.), böyle bir sürü sahibinin, insanların en hayırlısı olduğunu söylemiştir. Çünkü müslümanların menfaati için hem canından hem de ma­lından fedakarlıkta bulunmuştur. İnsanların hayırlısı, insanlara yaran dokunan­dır. Rasulullah (s.a.v.) : "İnsanların hayırlısı o kimsedir ki, Allah yolunda atının dizginini tutup daima hazırlıklı olur ve düşmandan korkutucu bir ses duyduğu zaman hemen ö tarafa koşar."

Daha sonra o adam dedi ki: Ey müminlerin emiri, ben badiyeden bir kişiyim ve dini ilimlerde bir çok konuyu bilmiyorum. Rasulullah (s.a.v.)' in sana Öğrettiği ilimlerden bana öğret." Hz. Ömer dedi ki: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmiyor musun?" Adam: "Ediyorum" dedi. Hz. Ömer (r.a.) dedi ki: "Namazı kılıp, zekatı verip, Ramazan orucunu tutup haccı eda ediyor musun?" Adam: "Evet" dedi. O zaman Hz. Ömer ona şöyle dedi: "Aleniliğe yapış ve gizlilikten sakın. Başkaları farkına vardıklarında seni mahcup etmeyen bir ameli yap ve başkaları farkına vardıkları zaman seni mahcup eden ve kötü duruma düşüren her amelden de sakın."

Adam, dinle ilgili birçok konuyu bilmediğini söylemiştir. Onun için köy ve sahralarda oturanlara "ehlu'1-cehl" ismi verilmiştir. Çünkü cehalet yönleri galiptir. Adam şahadet kelimesini kabul ettiğini ifade ederken Hz. Ömer ken­disinin alim olduğunu ve cahil olmadığını belirtmiştir. Bunu söylerken, herhal­de Yüce Allah'ın şu sözüne dayanmıştır:

"Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri ondan başka tanrı olmadığına şahitlik etmişlerdir. Ondan başka tanrı yoktur. O, güçlüdür, hakim­dir.[123] Burada ilim sahiplerinden maksat, mü'minlerdir.

"Aleniliğe sarıl" sözünün manası ise, iman ve amel konularında, müslü-man cemaatin üzerinde bulunduğu doğru yola sarıl ve batıl mezheblerden sakın demektir. Rasulullah (s.a.v.)'in: "Yaşlı kadınların dinine (inancına) sanlın." hadisinin manası budur.[124] "Gizlilikken maksat, Müslüman cemaatin bilmediği davranıştır. "Gizlilikten sakın" sözünden maksat, ise müslüman cemaatte bulun­mayan davranış ve İtikatlardır.

Bazı alimler yukarıdaki iki sözün şu manada olduğunu söylediler: "İn­sanlarla olan muamelende, onlann aleni davranışlarıyla iktifa et. Onların gizli taraflarını araştırma."

"Başkaları farkına vardığı zaman seni utandırmayacak davranışlarda bulun." sözü ise, gizli tarafların aleni davranışlarına muhalif olmasın, halk ara­sında açıkça yapmaktan haya ettiğin şeyleri, onlann bulunmadığı yerde Allah1 tan haya ederek yapma. Kim böyle davranmazsa, Allah onun sırrım açığa vurarak onu rezil eder, manasınadır.

32- İmam Muhammed (r.a.) bu konuya Ebû Hureyre'nin Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet ettiği şu hadisle son vermek­tedir: "Kim sınırda muhafızlık yaparken ölürse, şehid olarak ölmüştür."

Yani, şehidlik sevabını kazanır. Çünkü Allah'ın rızasını elde etmek için, ölünceye kadar, murabıtîık üzerine sabrederek canını vermiştir. Yardım eden ancak Allah'tır. [125]




[85] Enfâl : 8 / 60. Ribat, karakol; murabıt da nöbetçi anlamındadır. Çeviren

[86] Zariyat,51/14

[87] Burûc:85/10

[88] Ankebût: 29/2

[89] Tâhâ:20/4Û

[90] A'râf:7/155

[91] Nisa : 4/100

[92] Tevbe : 9/111

[93] Enbiya: 21/101-102.

[94] Tevbe:9/80.

[95] Enfal : 8/65.

[96] Bakara: 2/261

[97] Hacc: 22/25

[98] Muhammed:47/7

[99] Buharı, "imân" 17; "Salât" 28; Müslim, "İmân" 32; Ebu Dâvûd, "Cihad" 95' Bu hadisdeki "insanlar" sözüyle Arap müşriklerinin kastedildiği ve bu yönde icma olduğu yorumu yapılmıştır. Bkz. M.Hamidullah, İslamda Devlet İdaresi, Ankara, Kânûnü'd devliyyül-âmm, Kahire 1390/1971, s. 266; Vehbe Zühaylî, Âsâru'1-harb fi'î-fıkhi'I-İslâmî, Dimaşk 1412/1992, s. 120-121. Değilse onu "Dinde zorlama yoytur "ve benzeri ayetlerle teiif etmek zordur. (Editör)

[100] Feth 48/16

[101] Tevbe:9/29

[102] Hucurât 49/9

[103] Nazihat süresindeki sen nerde onu bilmek nerde!" Nazihat, 79/43 (Çevirenin)

[104] Naziat,79/43

[105] Enfâ!:8/69

[106] "Sultan yer yüzünde Allanın gölgesidir. Zayıf ona sığınır, mazlum onunla hakkını alır. Dünyada Allanın sultanına ikram edenlere Alîah kıyamet günü ikram eder" şeklinde ve başka ifadelerle meşhur olan bu sözü, İbnu'n-Neccar, Beybaki, Hakim kitaplarına almışlardır. Hemen belirtelim ki adaletli veya zalim hiçbir ultan hiçbir şekilde Allah'ın gölgesi değildir. Aksine sultan.çoğu zaman zulüm ve haksızlığın kendisidir. Yüce Allah da bundan beridir. (Çeviren)

[107] Doğrusu, sözü edilen zillet, yenilgi ve boyun eğme aşağılığıdır. (Çeviren)

[108] Münâfikûn: 63/8

[109] Tevbe: 9/29

[110] Bakara: 2/148

[111] Al-iîrnran; 3/133

[112] Al-i İmran: 3/200

[113] Bakara: 2/238

[114] Meryem: 19/87: Ayetin tamamı şöyledir: "Rahmanın katında söz almış olandan başkası asla şefaatte bulunamayacaktır."

[115] AI-i îmran:3/100

[116] Al-ilmran: 3/100

[117] Ahzâb: 33/6

[118] Ahzâb: 33/31

[119] Al-i İmran: 3/169

[120] Rad: 13/31

[121] Zuhruf,43/17

[122] Yaz orduları: Yazın toplanıp hava mutedil olunca savaşa giden büyük ordudur.

[123] Âl-ilmrân:3/18

[124] Bu hadis değil, uydurma bir sözdür. Bakınız Keşfu'l-Haya, 2/70-71 (Çeviren)

[125] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 1/33-59