- Rey din değildir

Adsense kodları


Rey din değildir

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Mon 20 December 2010, 01:07 pm GMT +0200
Rey Din Değildir


Cenab-ı Allah, ancak Kur'an'a uymamızı emretmiş ve başkasına uymayı sakındırarak şöyle buyurmuştur: "Rabbinizden size indiri­len kitaba uyun, ondan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz." [103] Şüphesiz sünnete uymak kitaba uymaktır. Çünkü o kitabın aynısıdır. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "O, kendiliğinden ko­nuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahiy iledir" [104] "Ben ancak bana vahyolunana uyuyorum" [105] Şüphesiz Allah dinimizi Kur'anla tamamlamış ve içinde herşeyi açıklamıştır ve şöyle buyurmuştur: "Biz Kitapta hiçbir şeyi ek­sik bırakmadık" [106] İki kişinin tartışabileceği her mesele­nin hükmü Kur'an'da mutlaka açıklanmıştır. Bunu bilenler ancak bilirler. Çünkü Cenab-ı Allah insanlara her ihtilaf ve çekişmelerin­de Kur'an'a dönmelerini emretmiştir. Kur'an'da herşeyin hükmü açıklanmış olmasaydı, Allah insanlara her meselede ancak ona dönmelerini emretmezdi. Çünkü bu durumda emretmesi muhal­dir. Ama Kur'an'da açıklanması gereken nass, zahir ve mücmel gibi âyetler vardır. Bu yüzden peygamberi olan Muhamrned'e bu gö­revi de vermiştir ve şöyle buyurmuştur: "İnsanlara indirileni açıklayasın diye sana Kur'an'ı indirdik" [107] Resulullah'tan sonra Kur'an'ı açıklama görevi sahabe ve tabiîn alimlerine yüklendi. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Halbu­ki o haberi peygambere veya kendilerinden buyruk sahibi olanlara götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya kadir olanlar onu bilirdi" [108] İlim ve takva derecesine göre bu görevin alanı değişi­yor. Cenab-ı Allah, şöyle buyurmuştur: "Allah'tan sakının, takva  sahibi olun Allah bilginizi arttırır" [109] Bu yüzden sahabe arasında bir konu hakkında bazen birbirine zıt hükümler meydana gelmiştir. Örneğin Hz. Ömer altı aylık evli olup çocuk doğuran kadının taşlanmasına hüküm verdi. Yalnız bunu gören Hz. Ali, Ömer'in bu hükmünü reddederek doğum ve emzirme âyetlerini bir araya getirip kadının altı ayda doğurabilece­ğinin her iki âyetten anlaşıldığını açıkladı. Bu yüzden Hz. Ömer, "Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu" derdi. Kur'an'da hükmü be­lirlenmeyen dinî bir mesele olsaydı, Cenab-ı Allah "Bugün size di­ninizi ve üzerinize olan nimetimi tamamladım. Din olarak sizin için İslâmiyeti seçtim" [110] demezdi.

Bu gerçeği farkeder de usûlcülerce "kıyasın ancak hakkında hiçbir nassın bulunmadığı meselede caiz ve şer'î nassların bir kıs­mının açık bir kısmının da kapalı olduğunu bilirsen, kıyas yapan­ların Resulullah'ın bütün hadîslerine vakıf olmalarını ve kıyas yap­maya kalkışan kişinin ancak mesele hakkında hiçbir hadîsin bu­lunmadığı takdirde kıyas yapabileceklerini açık bir şekilde kavra­mış olursun. Hakkında hiçbir hadîsin bulunmadığı meselenin hükmüne gelince, Resulullah (s.a.v.) bize şu tavsiyede bulunarak şöyle demiştir: "Muhakkak Allah bazı şeyleri sizlere farz kılmıştır ve bazı şeyler hakkında unutarak değil, ancak size şefkat için hük­münü belirtmemiştir. Onların ardına düşüp araştırmayın." işte hükmü açıklanmayan bir meseleyi araştırıp Resulullah'ın verdiği hükme aykırı bir hüküm veren kişi Resulullah'a isyan etmiş olur. Resululah'ın hükmü, belirlendiği gibi, aftır. Çünkü o şöyle buyur­muştur:

"Helal Allah'ın Kur'an'da helal kıldığıdır. Haram da Allah'ın Kur'an'da haram kıldığıdır, hükmünü belirtmediği şeyler ise affet­miştir. Allah'ın affını kabul ediniz."

Hükmü belirlenmeyen şeyin hükmü aftır. Yani onu yapan günahkâr olmaz, yapmayandan yapması istenmez. Bunun için, meseleler ikidir: Ya hükmü Kur'an veya sünnette açıklanmıştır ya da hükmü hiç açıklanmamıştır. Hükmü açıklanan mesele, açıklan­dığı gibidir. Hükmü açıklanmayan ise affedilmiştir. Ne onu yap­masından, ne de terk etmesinden sorumlu olur insan. Bütün bun­lardan din hususunda reye hiçbir açıdan itibar edilemez olduğu anlaşılıyor. Çünkü şayet rey hükmü açıklanan bir mesele hakkında ise, bu Allah'ın hükmünü reddetmek olur; şayet hükmü belirlen­meyen bir mesele hakkında ise, bu Allah'ın affını reddetmek olur.

Bir mesele hakkında reye göre hüküm veren kişi ya mesele hakkındaki şer'î nassı gördüğü halde rey'e meyletmiştir -ki, şüp­hesiz bu, Allah'ın hükmüne muhalefettir; bu yüzden o rey kesin­likle reddedilmeli ve şer'î nass kabul edilmelidir- ya da hiçbir şer'î nassa dayanmadan mesele hakkında reye göre hüküm vermiş­tir -kî, şüphesiz bu Allah'ın yasaklarını çiğnemektir. Çünkü Allah reyi men ederek şöyle buyurmuştur: "Bilmediğin şeyin ardına düş­me. Doğrusu kulak, göz ve kalb, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur" [111] işte Allah reye tâbi olmayı yasakladığı halde bu ya­sağa uymayan, Kur'an'ı açıklamakla mükellef olan Resulullah'a uy­saydı, onun için daha hayırlı olmaz mıydı?

Doğrusu bu Resulullah'ı hükümleri açıklamamakla itham et­mektir. Çünkü Resulullah şöyle buyurmuştur: "Din hususunda re­yine yer veren beni itham etmiş olur.” Yani Kur'an'ı tebliğ etme­mek ve açıklamamakla Resulullah'ı itham etmiş olur. Oysa hiçbir Müslüman böylesi bir ithamda bulunmaz.

Ayrıca "rey" gelişigüzel doğruya tevafuk etse bile hoşgörülmez. Çünkü o helal olmayan bir girişimdir ve kendi eliyle nefsini helake atmaktır, intihar teşebbüsünde bulunarak zehir içen kişi kendinde var olan cüzzam gibi bir hastalığa tevafuk ederek iyileş­miş ise tekrar o zehiri içmesi doğru değildir. Çünkü bu tevafuk her zehir içmede rastgelmez. İlk baştaki bir tehlike girişimi idi. ilginç bir tevafukla kurtuldu.

Şüphesiz hiçbir müctehid imam, kendi için ismet iddia etmiş değildir ve hiçbir müctehidin taraftan da onun için masum olduğu iddiasında bulunmamıştır. Durum bu olduğu zaman herhangi bir imamın söylediği söz ve yaptığı hareketin doğruluğunu gösteren şer'î bir nass bulunmuyorsa, onun söz ve hareketleri doğru olabil­diği gibi, yanlış olma ihtimali de vardır. Cenab-ı Allah da onun doğru veya yanlış olduğunu bize göstermiş değildir. Bu yüzden biz meseleye şek ve şüphe gözüyle bakarız. Zira Resulullah şöyle bu­yurmuştur: "Dinde karışıklık yoktur ve her karışıklık da haram­dır." Reyin şek ve şüpheden ibaret olduğunu gösteren şu gerçeğe iyi dikkat edelim: Reycilerin çok aşırı derecede ihtilaf ettikleri açık bîr vaziyettir. Tek bir kişinin aynı mesele hakkında nice görüş ve açıklamalara sahip olması ve çoğu görüşlerinden vazgeçmesi ayrı bir vaziyettir. Bu görüşlerinden vazgeçmeleri onların yanlış ve hata olduğu inancından kaynaklanmıştır. Ancak şüphesiz reycînin sa­vunduğu yeni görüş de. aynı hataya maruzdur. Çünkü o da yine zandan ibare olan bir "rey" görüştür. Bir mesele hakkında hata ala­nı geniş olduğu zaman tümden sakınmak gerekir ki, ona düşülme­sin. Kıyas gerçekten hak ve doğru olsaydı, bir mesele hakkında farklı görüşler ortaya çıkmazdı ve tek birşeyi bir alim helal, diğeri haram kılmazdı. Zira hak doğru birdir. Bir mesele hakkında iki ve­ya daha fazla görüş olduğu takdirde birisinin veya ikisinin doğru olmadığı bilinmelidir. Çünkü bazılarından "ilim üçtür; ya muh­kem bir âyet veya kesin bir sünnet veya "lâedrî" yani bilmemektir" şeklinde hadîs rivayet edilmiştir. Bu üç şey dışında ilim olmaz. Bunlardan sonra cehalet vardır. O ne Allah'ın, ne de Resulünün sözüdür. O Allah'ın indirdiğinden başkasıdır. Oysa Allah bize an­cak kendisinden inen Kur'an'a uymamızı emrederek şöyle buyur­muştur: "Rabbinizden size indirilen Kitaba uyun, ondan başkasını dostlar edinerek onlara uymayın" [112]

Ama ne yazık ki çoğu insan bunun farkında değil. Hz. Alî şöyle buyurmuştur: "Üç şeyle birlikte hiçbir amel kabul olunmaz.: şirk, kibir ve rey." Hz. Alî'ye rey nedir diye sorulunca şu yanıtı ver­diği naklolunmuşum "Allah'ın kitabını bırakıp kendi görüşünü kabul etmektir." Bütün bunlardan şu gerçek ortaya çıkmaktadır. Dinde reyin asla yeri yoktur ve şeriatı sınırlayacak bir kaide ve usûl olamaz. Bilakis her meselenin aslı, kuralı ve kaidesi Kur'an veya sünnetin nasslarıdır. Bunlar ise ancak Resulullah aracılığı ile bili­nir.

Şüphesiz reycilerin kendileri de bundan kuşku duyarlar. Zira onlar kendi görüşlerinin Allah ve Resulünün sözleri olmadığını bi­lirler. Bu yüzden onlar görüşleri için "Allah veya peygamber şöyle buyurmuştur" demeye güç yetiremezler ve "Bu mesele hakkında Allah'ın hükmünün bu olduğu üzere talakla yemin eder misiniz? denilse; hâşâ, asla, diye cevapta bulunurlar. İşte böylelerine, zânî olmaktan korkarsın da Allah'a yalan söylemekten korkmuyor mu­sun, denilir. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Diliniz yalana alış­mış olduğu için şu haram, bu helaldir demeyin. Zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise kur­tuluşa ermezler" [113] Allah (c.c.) haklarında "Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim var? Şüphesiz zalimler kurtuluşa ermezler" [114] buyurmuşken, nasıl kurtulurlar?.. Cenab-ı Allah çok yerde küfrü zulm ile ifade et­miştir. "Kâfirler ancak zalimlerdir" [115] Zulme, küfre ve şekavete götüren reyden daha büyük bir musibet ve felaket yoktur. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Onlar Allah'ı bırakıp hahamla­rını ve papazlarını rRabbleri olarak kabul ettiler" [116] Müslüman olmadan önce Hıristiyan olan Adiyy b. Hâtem bu âyeti duyunca Resulullah (s.a.v.)'e 'Biz onlara ibadet edip onları rabb edinmemiştik, ey Allah'ın elçisi" dediğinde Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'ın helal kıldığını haram kıldıklarında siz de haram kılmıyor muydunuz? Ve Allah'ın haram kıldığını helal kıldıklarını da siz de helal kılmıyor muydunuz?" Adiyy b. Hâtem evet dîye ce­vap verince, Resululah (s.a.v.) "İşte onlara ibadet etmek ve onları rabb edinmek budur" buyurdu.

Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Bilmediğin şeyin ardına düşme" [117] "Ey Muhammed! Senden önce herhangi bir kasabaya gönderdiğimiz uyarıcıya o kasabanın şımarık zenginleri sadece 'Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onla­rın izlerini izlemekteyiz' derlerdi. Gönderilen uyarıcı; 'Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getir­miş isem de mi bana uymazsınız?' derdi. Onlar: 'Doğrusu sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz' derlerdi." [118]

Cenab-ı Allah böylesi insanlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir" [119] "Nitekim kendilerine uyulanlar, azabı gö­rünce uyanlardan uzaklaşacaklar ve aralarındaki bağlar kopacaktır. Uyanlar 'Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da bizden uzak­laştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak' derler. Böylece Allah on­lara hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çık­mayacaklardır." [120]

Ve Cenab-ı Allah küfür ehlini azarlayarak şöyle buyurmuştur: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir? "Babalarımızı onlara ta­par bulduk,' dediler" [121] "Rabbimiz! Biz yöneticileri­mize ve büyüklerimize itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz onlara iki kat azab ver. Onları büyük bir lanete uğrat" [122]

Ata ve liderlere uymayı zemmeden, kötüleyen daha nice âyetler vardır. Alimler bu âyetlerin kâfirler hakkında indiğine hiç aldır­madan, taklidin yanlış ve bâtıl birşey olduğunu gösteren deliller olarak almışlardır. Çünkü benzerlik yönü küfür ile iman değil, körükörüne, dayanaksız biçimde uymaktır. Örneğin bir adam başka­sına uyarak kâfir olur veya başka birisi başkasına uyarak günahkâr olur veya başkası başkasına dünyevî bir işte uyarak hataya düşer. Bunların her birisi körükörüne, hiçbir şeye dayanmadan diğerlerine uyma girişiminde bulunmuştur. Sonuç itibariyle her ne kadar birbirinden farklı iseler de, dayanaksız taklit etme itibariyle sergile­dikleri tavırlar aynı şeylerdir. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Allah bir milleti doğru yola eriştirdikten sonra, sakınacakları şey­leri onlara açıklamadıkça, sapıklığa da sürmez. Allah şüphesiz her şeyi bilir" [123]

Bu mânâdaki taklidin caiz olmadığı neticesini kesin ve çok güçlü delillerle elde etmemizden sonra ancak ve ancak Kitab ve sünnete ve onların mânâlarını destekleyen sözlere teslimiyet göste­rerek onlara uymak gerekli olur. Nitekim Resulullah'ın şu hadîsleri de bu gerçeği desteklemektedir:

İmam Şafiî, İbn Abbas'tan Resuluilah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kur'an-ı Kerim'de sizlere ne verilmişse ona göre amel et­melisiniz. Onu terkedenlerin hiçbir mazeretleri kabul olunmaz. Kur'an'da hükmü belirlenmeyen bir mesele var ise, o mesele hak­kındaki sünnetimi almalısınız. Sünnetimde de yoksa, sahabilerimin sözlerini alınız. Şüphesiz sahabilerim gökteki yıldızlar gibidir­ler, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Sahabilerimin ihtilafı sizin için rahmettir."

Resulullah (s.a.v.) başka bir hadîsinde şöyle buyurmuştur:
"Alimlerin ölmesiyle ilim yok olacaktır. Sonra insanlar bazı cahil kişileri baş edineceklerdir. Onlar hiçbir bilgi ve mesnede dayanma­dan fetva verirler. Saptıkları gibi saptırırlar." Ve Resulullah'ın şöyle dediği naklolunmuşutur: "Benden sonra ümmetim için korktuğum üç şey vardır. Bunlardan birisi alimin haktan kaymasıdir."

İbn Abbas şöyle buyurmuştur: "Alimleri haktan kaydıkları za­man, vay taraftarlarının haline!" "Neden ey İbn Abbas" diye sorul­duğunda, İbn Abbas şu yanıtı vermiştir: "Alim, bir mesele hakkın­da görüşünü belirttikten sonra, Resulullah'ın mesele hakkındaki hadîsini görünce, görüşünü bırakır ve sünnete döner; ama taraf­tarları ise halen onun eski görüşünü almaya devam ederler."

İbn Mes'ud şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse din hususunda, iman ettiği zaman iman eder, inkâr ettiği zaman inkâr eder şeklin­de başkasına uymasın. Bu çok kötü bir alışkanlıktır." Ve İbn Mes'ud "Başkası ile oturup sohbet etmeden hocanın hatasını farketmezsin" demiştir.

Abdullah b. Muğire şöyle buyurmuştur: "Sürülen bir koyunla başkasına uyan bir insan arasında hiçbir fark yoktur."

Asrında en faziletli insan lakabını alan Hüseyin b. Ali b. Hü­seyin b. Ali b. Ömer b. Ali'nin şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Bu şüpheler içinde uyuyorsun, 

Ulur yatar da kalkmaz olursun,

Çalış ve uy Rabbinin kitabına

Ölürsen onunla git huzuruna

Uymuş herkes papazlarına

Savunur herkes hahamını

Hak için vardır tek bir kaynak

Ne var ki herkes mezhebini hak görür ancak

Ne kadar şaşırtıcıdır bu gördüğüm

Ama tefrika bunun en şaşırtıcısı


Zikrettiğimiz bütün bu rivayetler taklidi red ve taklit etmeyi men etmektedir. Yalnız alimler bunun yeni hadiseler hususunda alimlere uyan avam tabakasını içermediğini söylemişlerdir. Çünkü avam insanlar serî nasslan anlamaktan ve delil göstermekten aciz­dirler. Bu yüzden bilenlere sormalıdırlar. Çünkü ilim basamak ba­samaktır. En yüksek basamağa ulaşmak için ilk basamaktan geç­mek lazımdır. Alimlerle avamın arasındaki mesafe budur.

Muhakkik alimler de şer'î nassların mânâlarını kavrayamayan avam insanların alimlere uymalarının gerekliliğine "Bilmiyorsanız bilenlere sorun" âyetini delil olarak göstermişlerdir ve avamdan sa­yılmayan orta derecede bilgili olanların doğrudan hadîslerle amel etmelerinin gerekliliğini söyleyerek, taklit etmelerini menetmişlerdir. Alimlerin ibarelerinden anlaşılan budur. Yalnız avamın alim­lere uymalarının gerekliliğinde ihtilaf edilmemiştir ve 'Bilmiyorsa­nız bilenlere sorun" âyeti ile avamın muhatap oldukları üzere itti­fak sağlanmıştır" diyen Hafız b. Abdilber'in bu her iki meselede icmanın sağlandığı iddiasını bazı alimler eleştirerek şöyle demişler­dir: "Bu iki meselenin icma ile kabulü doğru değildir. Avamın alimleri taklit edebilmeleri hususundaki icma hasıl olmuş değildir. İsfehânî tefsirinde İmam b. Dakiku'l-İd'in şöyle dediğini anlatmış­tır: "Bazı alimler avam insanın ancak şu şekilde ictihad edebilece­ğini söylemişlerdir: Avam bir insan birbiriyle çelişen beşeri görüş­lerle fetva vermenin yaygın olduğu bu çağlarda bir müftüye "Allah ve Resulünün hükmü böyle midir?" diye sorduğunda şayet müftü 'Evet böyledir’ yanıtını verirse sözünü doğrudan alır ve başka da özel bir araştırma yapması gerekmez ve müftünün avama ilgili me­selenin Kur'an ve sünnetten delilleri ve bu hükmü fıkıh usûlünün hangi kaidesine dayanarak tesbit ettiğini açıklamasına gerek yok­tur. Şayet müftü avama "Hayır bu benim görüşümdür" veya "falan fakihin görüşüdür" derse ya da onu susturursa veya ona hiç cevap vermezse, bu durumda avam insanın Allah ve Resulünün bu meseledeki hükmünü kendisine açıklayacak başka bir müftüye gidip ona sorması lazımdır. Selef alimlerin, özellikle dört mezhep imam­ların ancak Kitab ve sünneti bilen alimlerden fetvanın istenmesi hususundaki sözlerini takip edip araştıran kişi bu söylediğimizin doğruluğunu farkeder."

İmam Ahmed'in oğlu Abdullah şöyle demiştir: "Babama 'Adamın başına bir olay gelir. Fıkıh bilgisi olmayan hadîsçilerden veya hadîs bilgisi olmayan reycilerden başka, soracak kimseyi bula­mıyor; ne yapmalıdır?' diye sordum. Babam bana şu yanıtı verdi: 'Reycilere değil, hadîsçilere sorulmalıdır. Zayıf hadîs reyden daha hayırlıdır.'" Ancak Kur'an veya sünnette hükmü açıkça belirlendiği ve delaleti güçlü bir nasstan hükmün alındığı bir mesele hakkında Allah ve Resulünün hükmü budur denilebilir. Bir meselede istih­sali, maslahat, sahabe sözü, taklid veya kıyasla varılan hüküm için asla bu Allah ve Resulünün hükmüdür denilmez. Çünkü Resululah (s.a.v.) Müslümanlarla, Beni Kurayza'yı kalelerinde kuşattıktan birkaç gün sonra Beni Kurayza teslimiyet gösterdi ve Sa'd b. Muaz'ın haklarında vereceği hükümden razı olacaklarını belirtti ve Resulullah (s.a.v.) Sa'd b. Muaz'a şöyle dedi: "Sen kendin gördüğün şekilde haklarında hüküm ver. Sen haklarında Allah'ın hükmü nedir bilemezsin."

Sa'd b. Muaz'ın verdiği hükmün aynısının Kur'an veya sün­nette mevcut olma ihtimaline rağmen Resulullah (s.a.v.) Sa'd'a: "Allah'ın hükmünü bilemezsin; kendin gördüğün şekilde hüküm ver" dedi. Kur'an ve sünnetle çelişme ihtimalinin daha güçlü oldu­ğuna göre kıyasa asla Allah ve Resulünün hükmüdür denmez.

Allame Kemaluddin Cafer b. Sa'leb Azfurî, Takiyuddin b. Dakiku'l-İd'in kendisinden onbeş sayfalık defter istediğini ve ölümün eşiğindeyken deftere birşeyler yazıp yastığının altına koyduğunu ve İbn Dakiku'l-İd'in ölümünden sonra defteri çıkartıp okuduğunda taklidin mutlak mânâda herkes için haram olduğu hakkında bir makaleden ibaret olduğunu anlatmıştır.

b- İbn Cerir, Bağavi ve çoğu müfessirler, "Bilmiyorsanız bi­lenlere sorun" âyetiyle ancak müşrik Arapların muhatap oldukları­nı söylemişlerdir. Çünkü müşrik Araplar Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini inkâr ettiler ve Allah'ın; Muhammed gibi bir beşeri elçi olarak insanlara göndermekten beri olduğunu söyle­diler. Bu anlayış içinde Araplar "Öyleyse Allah niçin bize bir melek göndermedi?" dediklerinde, Cenab-ı Allah onlara şu cevabı verdi: "Kendilerinden bir adama 'insanları uyar ve inananlara, Rableri katında yüksek makamlar olduğunu müjdele' dîye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti ki, kâfirler: 'Bu apaçık bir büyüdür' de­diler?" [124] "Ey Muhammed! Doğrusu senden önce de kendilerine kitaplar ve belgelerle vahyettiğimiz birtakım adamlar gön­derdik. Bilmiyorsanız kîtablılara (bilenlere) sorun" [125]

İkinci âyette geçen "kitablılar"dan maksat, Tevrat'ı kitap edi­nen Yahudiler ve İncil'i kitap edinen Hıristiyanlardır. Müşrikler ancak Hz. Muhammed (s.a.v.)'e inanmayan ehl-i kitaba inanacak­ları için Cenab-ı Allah onlara "Gidin, kendilerine Allah tarafından kitab inen Yahudi ve Hıristiyanlara kendilerine gelen elçiler beşer­den bir adam mı idiler, yoksa melek mi idiler' diye sorun" dedi. Nitekim Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammed! Doğrusu senden önce de kendilerine kitaplar ve bel­gelerle vahyettiğimiz birtakım adamlar gönderdik" [126] Yani, beşerden birtakım adamlar gönderdik, sizin sandığınız gibi gökten melekler göndermedik.

Şüphesiz bu âyetin zahiri de bu görüşü desteklemektedir. Bu yüzden âyet kesinlikle avam insanların mutlaka alimlere uymaları­nı ve görüşlerini din ve mezhep edinmelerini gerektirmiyor. Ama 'bu, avam insanlar bilmedikleri dinî meseleleri alimlere sormamalıdırlar, demek değildir. Avam taklid ederek değil, ancak başına ge­len yeni bir hadiseyle ilgili olarak Allah ve Resulünün hükmünün ne olduğu güvendiği alimlere sorup öğrenerek Allah'ın Kitabına ve Resulünün sünnetine uyar; her ne kadar delilini bilmiyorsa da, ali­min bildirdiği hükmün Allah ve Resulünün hükmü olduğu husu­sunda alime güvenmiştir. Şüphesiz avam bunu yaparken alime uy­muş olmaz. Çünkü Allah ve Resulünün hükmünün alimin dediği , gibi çıkmadığını farkeder etmez hemen onu reddeder ve alimi sa­vunmaz. Oysa mukallid böyle değildir. O ancak uyduğu müctehidin mesele ile ilgili görüşünü sorar. Kur'an ve sünnete aykırı oldu­ğunu farketse bile ona uymaktan vazgeçmez. Hatta onu savunur ve sözlerini tevil ederek hak göstermeye çalışır. Böylece "ittiba" ile "taklit" arasındaki fark açıklanmış ve İbn Dakiku'l-İd'in "Avam da ictihad eder" görüşü belirginleşmiş oldu.

Afrika'nın kuzeybatısının muhaddisi İbn Abdilber: "Taklidin doğru olmadığı hususunda alimler ittifak etmişlerdir" demiştir. Taklidin hoşgörülmediği hususunda Kitab ve sünnette sayısız delil vardır. Ancak en açığı Cenab-ı Allah'ın şu sözleridir: "Ey inanan­lar! Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer birşeyde çekişirseniz (ihtilafa düşerseniz) -Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız- onun halini Allah'a ve peygam­bere bırakın. Bu hem hayırlı, hem netice itibariyle en güzeldir" [127] Allah (c.c.) bu âyette ihtilaf ettiğimiz meselelerin halini Allah'a ve Resulüne havale etmemizi emretmiştir. Şüphesiz müctehid imamlar bazı meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Bunun için bu meselelerin hükmünü Allah'a ve Resulüne havale etmeliyiz. Çünkü Allah bu âyette taklidi haram kılmıştır.

Yine Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "De ki:'Rabbim sade­ce, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmanızı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır" [128] Ce­nab-ı Allah bu âyette haramları dört mertebeye ayırmış ve en hafifi olan kötülükleri birinci mertebede, daha şiddetli olan günah ve haksızlığı ikinci mertebede, bundan da daha şiddetli olan Allah'a ortak koşmayı üçüncü mertebede almıştır. Sonra bütün bunlardan daha şiddetli olan Allah'a karşı bilmediği şeyleri söylemeyi dör­düncü derecede almıştır. Şüphesiz "rey'in ne fıkıhta ne de ilimde yeri vardır. Dolayısıyla din hususunda "rey" Allah'a karşı bilinme­yen şeyleri söylemek olur.

Nitekim Allame Fûlanî "rey"in ilim ve fıkıh olmadığına dair sayısız delili sıraladıktan sonra şöyle demiştir: "Şayet birileri, 'Hoşgörülmeyen taklid, Hak Teala'nın 'Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan saptırdılar, derler' [129] buyurduğu gibi, ancak doğru yolda olmayıp sa­pık olan insanları taklittir. Doğru yolda olup hakkı gösteren alim­lere taklid ise, Cenab-ı Allah bunu hiçbir zaman menetmemişti’ derse biz ona şu cevabı veririz: 'Kul Allah'ın Resulüne indirdiği Kur'an'a uymadıkça hidayet üzere olamaz. Şayet insan Allah'ın Re­sulüne indirdiği hükümleri biliyorsa, o hidayet üzeredir, taklitçi değildir; ama bilmiyorsa o kendi itibariyle şaşkın olan bir cahildir. Çünkü cahil, taklid ettiği kişinin hidayet üzere olduğunu ve hakkı söylediğini nereden bilsin?"

Şayet birileri dese ki: "Din hususunda zamanımızda uyulan müctehid imamların hak ve hidayet üzere olduklarını sizler kabul ediyorsunuz. Peki onların yolundan gidip onlara uyanların niçin hak ve hidayet üzere olduklarını kabul etmiyorsunuz?" Buna ceva­ben şöyle deriz: Şüphesiz avamın müctehid imamlara uymaları, onların o imamın yolunda olmadıklarını gösteriyor. Çünkü müctehid imamların dinî meselelerde metodları Kitab ve sünnete uy­mak ve başka hiçbir şahsın görüşüne uymamaktır. Hüccet ve daya­nak olan Kitab ve sünneti bırakıp Allah, Resulü ve müctehid imamların yasakladıkları bazı insanların görüşlerine uyan, şüphe­siz onların yolunda olmadığını, hatta onlara muhalif olduğu gösteriyor. Ancak Kitab ve sünnete uyan ve müctehidlerin "Nass varken sözlerimizi bırakın" tavsiyelerini yerine getiren kişinin, onların yo­lunda olduğu sayılır. Din hususunda taklit etmek bu derece yasak­landığı ve inkâr edildiği halde, taklidin vacib olduğu ve dört mez­hep imamına indirgendiği nasıl savunulabilir? [130]



[103] A'raf: 7/3.

[104] Necm: 53/3-4.

[105] En'am: 6/50.

[106] En'am: 6/38.

[107] Nahl: 16/44.

[108] Nisa: 4/83.

[109] Bakara: 2/82.

[110] Maide: 5/3.

[111] İsra: 17/36.

[112] A'raf: 7/3.

[113] Nahl: 16/116.

[114] En'am: 6/21.

[115] Bakara: 2/254.

[116] Tevbe: 9/31.

[117] İsra:17/.

[118] Zuhruf: 43/23-24.

[119] Enfal: 8/22.

[120] Bakara: 2/166-167.

[121] Enbiya: 21/52-53.

[122] Ahzab: 33/67-68.

[123] Tevbe: 9/115.

 

[124] Yunus: 12/2.

[125] Nahl: 16/43-44.

[126] Nahl: 16/43-44.

[127] Nisa: 4/59.

[128] A'raf: 7/33.

[129] Ahzab: 33/67.

[130] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 108-121.