sumeyye
Wed 12 January 2011, 06:33 pm GMT +0200
Resûlullah Cuma Günü Özel Olarak Giyinirdi
293. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullahın (s.a.v.) Cuma günlerinde giyindiği iki elbisesi vardı. Cumadan sonra onları katlar ertesi Cuma'ya kadar kaldırırdı.[946]
İzah
Peygamberimiz (s.a.v.) Cuma gününe ayrı bir ehemmiyet verirdi. Çeşitli hadislerinde ümmetine o gün gusletmelerini istemişti. Bu hadiste de onun Cuma günü için giyimine de özel bir itina gösterdiğini, sadece Cuma günü giymek üzere elbisesi bulunduğunu öğreniyoruz. Bu elbiselerden birisinin cübbe, diğerinin de hırka olduğu bildirilir. Bu da aslında tek kat elbise demektir.
Onun Cuma günü giymek için özel elbise ayırması, fazla elbisesi olmasından kaynaklanmıyordu. Çünkü Resûlullahın başka günlerde giymek için sadece bir takım elbisesi vardı.[947]
Devlet Başkanlarının Kureyş'ten Olması
294. Ali (r.a.) rivayet ediyor:
"İmamlar [devlet başkanları] Kureyştendir. Onların iyileri iyilerine kötüleri de kötülerine idarecilik ederler.
Her şeyin bir hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını veriniz. Başınıza burnu kesik Habeşli bir köle de idareci tayin edilse, Müslümanlığınız ile boynunuzun vurulması arasında tercih yapma zorunda bırakılmadıkça söz dinleyin ve ona itaat edin. Biriniz Müslümanlığı ile boynunun vurulması arasında tercih etme durumunda bırakılırsa, boynunu uzatsın anası ağlayasıca! Çünkü İslâm gittikten sonra ne din kalır, ne âhiret."[948]
İzah
Hadisin birinci kısmında imamların Kureyş'ten olduğu bildirilir. Burdaki imamet hilâfet, yani devlet başkanlığıdır. Bu husus âlimler arasında ihtilaflı bir konudur.
İmam-ı A'zam, İmam Şafiî, Eş'ârî, Mâturidî, Bakıllânî, Abdulkâhir Bağdadî, Gazâlî, Nesefî, Şehristânî, İbni Teymiye gibi bâzı âlimler, hilâfet hakkının Kureyşlilerin olduğunu savunurlar. Bu âlimler, gerek izahını yaptığımız hadisi, gerekse konu ile ilgili başka hadisleri görüşlerine delil olarak zikrederler. Bununla ilgili bir başka hadis şu mealdedir:
"İnsanlardan iki kişi kaldığı müddetçe hilâfet, Kureyş'de devam edecektir."[949]
Bu âlimler çeşitli hadisleri görüşlerine delil gösterdikleri gibi, Peygamberimizin vefatından sonra yapılan halife seçiminde Hz. Ebû Bekir'in "İmamlar Kureyş'tendir" sözünü ve buna kimsenin itiraz etmemesini de delil olarak zikrederler.
Gerek dört halifenin, gerek Emevî halifelerinin, gerekse Abbasî halifelerinin Kureyş kabilesinden olmaları da, zikre değer bir husustur.
Alimlerin çoğunluğu hilâfetin Kureyş kabilesinin hakkı olduğunu söyleseler de, böyle bir hakkın olmadığını savunan veya bunu bir zamanla sınırlayan âlimler de vardır.
Ubeydullah bin Mes'ud el-Buhârî, (ö. 1346.) "Zamanımızda Kureyşlilik şartı düşmüştür" der. Kadı İci de Mevakıf 'da neseb unsurunu üstünlük ölçüsü olarak tanımadığını yazar.
Hilâfetin Kureyşliliğinin şarta bağlı olduğunu söyleyenden biri de İbni Haldun'dur. Bu zât, Kureyş'in kuvvetli bir kabile olduğunu, bütün Arap kabilelerinin Kureyşi dinlediğini, Kureyşten başka bir kabileden seçilecek halifeye bütün Arapların itaat etmelerinin zor olduğunu izah ettikten sonra, netice olarak şöyle der:
"Sonraki yıllarda iki devlette de (Emevîler ve Abbâsilerde) hilâfet çözüldü ve Arapların asabiyeti tümüyle parçalanıp darmadağın oldu. Şimdi, Kureyş'ten olmanın şart koşulmasının, onların sahip bulundukları asabiyet ve galibiyet nedeniyle, anlaşmazlıkların önlenmesi için olduğu sabit olduğuna göre; Şâriî'nin de hükümleri özel olarak belirli bir nesle, bir çağa ve bir ümmete vermeyeceğini bildiğimize göre; bu şartın ancak yeterlilik dolayısıyla koşulmuş olabileceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Biz de bunu böylece ele alıp Kureyşli olmaktan maksadın ne olacağını öğrenebilmek için, kapsamlı illeti (sebebi) araştırmaya koyulduk. İşte bu illet de; asabiyetin varlığıdır.'"[950]
İbni Haldun'un konu hakkındaki görüşlerine genişçe yer veren Abdülkadir Udeh, bu görüşü şöyle yorumlar:
"Geçen açıklamalardan anlaşılıyor ki, İbni Haldun'a göre, imametin Kureyş'e ait görülmesinin nedeni, Kureyş'in güçlü ve kalabalık olmasıdır. Ona göre, Kureyş'in gücünün kaybolması ve çoğunluğunu yitirmesiyle bu hakkı da ortadan kalkar. Bunun anlamı, onun Kureyşli olmayı, kuvvet ve çoğunlukla yorumlaması demektir. [Yani arkası kuvvetli ve çoğunluğa sahip olan her hangi kavimden birisi, şayet şartların] taşıyorsa halife olabilir.][951]
Nitekim Hz. Ebû Bekir'in halife seçiminde "Bütün Araplar halifelik işinde Kureyş kabilesinden başkasına razı olmazlar" sözü de, İbni Haldun'un görüşüne kuvvet vermektedir. Çünkü bu söz, Arapların ancak Kureyş kabilesinden birisine itaat edip onun idareciliğini tanıyacaklarını ifâde eder.
Hilâfetin Kureyşlilere âitliğinin her zaman için geçerli bir hüküm olmadığını savunan âlimlerden birisi de Dr. Tâhâ Hüseyin'dir. Bu zat da meseleye farklı bir açıdan yaklaşır. Ona göre Hz. Ebû Bekir halife seçiminde Ensara: "İmamlar Kureyş'tendir" derken hiçbir sınırlama olmaksızın İmametin Kureyş'e âit olduğunu kastetmemiştir. Gerek Hz. Ebû Bekir, gerekse orada bulunan Muhacirlerden Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah bununla başkalarından önce Müslüman olan Muhacirleri kastediyor ve onları düşünüyorlardı. Çünkü Muhacirler canlarıyla, mallarıyla, fakirlik ve sıkıntı zamanlarında Mekke'de dâvasını yayması için Resûlullaha destek olmuşlardı. Hz. Ebû Bekir Ensara: "İmamlar Kureyştendir" derken Kureyş'in bu mümtaz kesimini kastediyordu. Bu kesim ki herkesten önce Müslüman olmuş, hem Mekke'de, hem de Medine'de Peygamberimizle birlikte cihad etmişlerdi.
Abdülkadir Udeh, Dr. Tâhâ Hüseyin'in bu görüşüne yer verdikten sonra bu sözleri şöyle yorumlar:
"Dr. Tâhâ Hüseyin'in bu söylediklerinin anlamı şudur: Kureyş'in bu mümtaz kesiminin, İslama en önce giren, fitne zamanlarında Mekke'de, güçlü olunduğu zaman da Medine'de Hz. Peygamberle cihad eden kesiminin ortadan kalkmasıyla, böyle bir şartın gereği ve yeri yoktur."[952]
İbni Haldun ve Tâhâ Hüseyin'in dikkat çektiği, Udeh'in buna katıldığı gibi, "Hilâfetin Kureyşliliğinin" ilk Müslümanlar için geçerli olduğunu kabul etmemize bir engel yoktur. Ayrıca konuyu böyle anlamamıza sebep olan hadisler de vardır. Bunlara biraz sonra yer vereceğiz. Burada sadece birini nakletmek istiyoruz:
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde,
"Benden sonra hilâfet ancak otuz sene devam edecektir. Ondan sonra padişahlık devri başlar" buyurmuştur. Hadisin diğer bir rivayetinde,
"Otuz seneden sonra Allah mülkünü, o kullarının idaresini dilediği kimseye verir" buyurulmuştur. Peygamberimiz "İmamlar Kureyş'tendir" derken, hilâfetin sona erme zamanına kadar olan imamları kastetmiş olabilir. Toplam olarak otuz yıl hilâfette bulunan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan Kureyş'tendi.5
İbni Haldun'a ve Dr. Tâhâ Hüseyin'in yorumlarına katılan Udeh, kendisi de mühim bir noktaya dikkat çeker ve şöyle der:
"Daha önce anmış olduğumuz hadislerin tümünün anlamı birdir. Şu anlamda ki, hepsi imameti Kureyş'e âit olarak göstermişlerdir. Fakat onların bir kısmında kabule değer bir takım ziyâdelikler bulunmaktadır. Bu ziyâdelikler, devlet yöneticiliğinin kayıtsız şartsız Kureyş'e âit olmadığını, bu işin onlara ancak Allah'a itaat ettikleri ve emri üzerinde dosdoğru yürüdükleri zamana âit olacağını, Ona isyan etmeleri halinde ise imametteki haklarının düşeceğini kesin olarak ortaya koymaktadır.[953]
"İki kişi kalmış olsa bile devlet yöneticiliği Kureyş arasındadır"
hadisi, "İmamlar Kureyş'tendir" hadisi gibi mutlak olarak bize kadar gelmiştir. Ancak bu iki hadîs de, diğer hadislerde sözü edilen, Allah'a itaat etmeleri ve Onun emirlerini uygulamaları ile kayıtlıdır. Kureyş'in imametteki haklarının düşmesinin anlamı da, Kureyş'ten asla imam olmayacağı anlamında değildir. Bu, imametin Kureyş'in tekelinde olmayacağı demektir. Buna göre imamın Kureyşli olması da, olmaması da caizdir."
Abdülkadir Udeh'in konu ile ilgili dikkat çektiği bir diğer husus da, "Kureyşliler size karşı doğru oldukları müddetçe sizler de onlara karşı dosdoğru olun" hadisiyle, "Kureyş'i öne geçirin, onun önüne geçmeyin" mealindeki hadislerden başka konu ile ilgili diğer bütün hadislerin "haber sîgasıyla" gelmiş olmasıdır. Bu iki hadis ise "emir sîgasıyla" gelmiştir. Haber sîgasıyla gelen hadisler hüküm değildir. Sadece Kureyş'in gelecekteki durumunu haber vermekte ve onların karşılaşacakları şeyleri bildirmektedir. Udeh, haber sîgasıyla gelen hadislerin ifâde ettikleri toplu mânâyı şöyle toparlar:
"İnsanlardan iki kişi kalmış olsa bile, Allah'a itaat ettikleri sürece, imamet onların arasında olacaktır. Allah'a âsi oldukları takdirde ise, Allah onların üzerine onları bu işten uzaklaştıracak kimseleri musallat eder. Emir sîgasıyla buyurulmuş diğer iki hadise gelince; bunlar, Allah'ın emirleri üzerinde dosdoğru kaldıkları sürece, ümmetin Kureyş'e karşı takınması gereken tavrı ortaya koymak için söylenmiştir."[954]
Udeh'in haber sigasıyla, yani Allah'ın bildirmesi ile istikbalde olacak hadiseleri haber verme kabilinden olduğunu söylediği hadislerden bâzıları şunlardır:
"İmamlar [devlet başkanları Kureyştendir. Sizin üzerinizde benim hakkım vardır. Onların da benim gibi sizin üzerinizde hakları vardır. Ancak bu hak, kendilerinden merhamet istendiği zaman merhamet ettikleri, söz verdiklerinde yerine getirdikleri, hükümlerinde âdil oldukları, müddetçe vardır. Eğer aralarında böyle yapmayanlar olursa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerine olsun."[955]
Taberânî'nin rivayet ettiği metnin son kısmı şöyledir:
"...Paylaştırdıklarında adaletle hareket ettikleri müddetçe, devlet yöneticiliği Kureyş'in içindedir."
"Ey Kureyşliler! Allah'a âsi olmadığınız sürece devlet yönetiminin ehli sizlersiniz. Ona isyan edecek olursanız—elindeki değneği göstererek—bu değneğin kabuğunun soyulması gibi, Allah sizi bundan uzaklaştıracak kimseleri musallat eder."
Râvi, Peygamberimizin değneğin kabuğunu soyduğunu bildirir.[956]
"Şu hilâfet Kureyşin elinde bulunacaktır. Onlar dinî vecibelerini yerine getirdikleri müddetçe, hiçkimse onlara düşmanlık edemeyecektir. Ne zaman ki dine bağlılıktan ayrılırlar, o zaman Allah Kureyş'i yüz üstü sürçtürür, rezil eder."[957]
"Devlet reisleri adaletle hükmettikleri takdirde Kureyş'tendir. Onlar anlaşma yaptıklarında gereğini yerine getirirler, yardımları istendiğinde bunu esirgemezler."[958]
Görüldüğü gibi bu hadisler gaybî haberler çeşidindendir. Peygamberimiz burada sayılan şartları yerine getirdikleri müddetçe hilâfetin Kureyş'in elinde devam edeceğini, aksi takdirde Allah'ın bu nimetini onlardan alacağını, üzerlerine başkalarını musallat edeceğini bildirmiştir.
Zikrettiğimiz hadislerin birinde geçen,
"Ona isyan edecek olursanız—elindeki değneği göstererek—bu değneğin kabuğunun soyulması gibi, Allah sizi bundan uzaklaştıracak kimseleri musallat eder"
tehdidi aynen gerçekleşmiştir. Abbasîler devrinin sonraki yıllarında halifeler "kabuğu soyulan ağaca" benzemişlerdir. Halifeler çocuk gibi bâzı basit şeylerle oyalanmışlar, işleri başkaları yürütmüştür.
Burada iki hadis üzerinde daha durmak istiyoruz. Bunlar:
"Kureyş sizin için istikamet üzere oldukça, siz de onlar için istikametli olun. Onlar istikametli olmazlarsa kılıçlarınızı omuzlarınıza koyup çoğunu helak edin. Bunu yapmazsanız çok çalışıp az kazanan bedbaht çiftçiler olun."[959]
"Bu iş [hilâfet] Himyerîlerin elinde idi. Allah onlardan alıp Kureyş'e verdi. Tekrar onlara dönecektir."[960]
İbni Hacer son hadisle ilgili olarak meâlen şöyle bir değerlendirmede bulunur:
Hadiste de haber verildiği gibi, Allah Himyerîlerin elinden alarak hilâfet vazifesini Kureyşlilere verdi. Fakat onlar bu nimete olan liyakatlarını kaybettiklerinde Deylemliler galip geldiler. Kureyşlileri sıkıştırdılar. Bundan sonra halifenin yetkisinde sadece hutbe okumak kaldı. Zorbalar memleketi aralarında paylaştılar. Sonunda hilâfet Kureyşlilerin elinden çıktı. Bâzı yerlerde halifenin kuru bir adı kaldı.[961]
İmamların Kureyş'ten olmaları hadisinin zamanla kayıtlı olduğunu görüşünde olan âlimlerden birisi de, Mevdûdî'dir. Mevdudî, Ebû Hanife'nin "İmamlar Kureyşten olmalıdır" görüşünü naklettikten sonra şöyle der:
"Hemen ilâve edelim ki, bu fikir ve rey, İslâmî hilâfetin, Şeriat gereğince, yalnız has bir kabilenin kanunî hakkı olduğu mânâsına gelmez. Bu düşüncenin gerçek sebebi, o devre ait olan şartlardır. Zira bütün Müslümanları bir araya getirebilmek için halifenin Kureyş'ten olması fikri, bu hususta tek çare olarak düşünülmekteydi." Mevdudî daha sonra İbni Haldun'un konu ile ilgili görüşüne yer verir. İbni Hacer'in Fethü'l-Bâri' isimli eserinden nakille "Hilâfet hususunda, Kureyşliler için de bâzı şart ve vasıflar aranacaktır" der ve bundan şu neticeyi çıkarır:
"Kureyş'in sahip olması icab eden bu şart ve vasıflar ortadan kalkınca, hilâfetin, Kureyşten olmayan birinin elinde bulunması imkânı dâima mevcut demektir."[962]
İmamette Kureyşliliğin şarta bağlı olduğunu savunanlardan birisi de Prof. Dr. Muhammed Hamidullah'tır. Delili de, Hz. Ömer'in yerine birisini tayin etmeleri söylendiğinde, "Şayet Ebû Hüzeyfe'nin kölesi Salim hayatta olsaydı, Onu halife tayin ederdim" sözüdür. Salim (r.a.) Kureyş'ten değildi. Dolayısıyla Hz. Ömer Kureyş'in dışında başka bir kabileye mensup birisinin halife olabileceğini caiz görmektedir. Hamidullah sonra şöyle der:
"Acaba Hz. Ömer (r.a.) bu sözü söylerken, Hz. Peygamberin (s.a.v.)'in, 'İmamlar Kureyş'tendir' hadis-i şerifini biliyor veya hatırlıyor muydu? Şayet bu hadisi biliyor idiyse, niçin böyle bir söz kullandı? Bunu bilmiyoruz. Muhtemelen, Hz. Ömer (r.a.), bunu biliyordu. Ve buna rağmen Hz. Huzeyfe'nin kölesinin hilâfete lâyık olduğunu düşünüyordu."
"Hz. Peygamber (s.a.v.), 'İmamlar Kureyş'tendir' sözünü o günkü şartlar muvacehesinde söylemiştir. Çünkü o biliyordu ki, Araplar ancak Kureyş'ten olan birini kabul ederler."[963]
Bediüzzaman da asrımızda hilâfetin bir şahıs meselesi olmayıp İslâm âleminin katılımıyla teşkil edilecek bir meclisle bu otoritenin deruhte edileceğini savunur. Onun bu konudaki görüşleri ile ilgili tafsilatlı bilgiyi Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında İslâm ve Hilâfet isimli eserimizin 404-414. sayfalarında bulabilirsiniz.
Bu izahlardan sonra sanırız mesele netleşmiştir. Biz de ikinci görüşü tercih ediyoruz. Yani Peygamberimiz "İmamlar Kureyş'tendir" sözünü o şartlar için söylemiştir. Hakikaten bu hadis o zaman için büyük bir fitneyi önlemiş, Müslümanları en kuvvetli kavim etrafında birleştirmiştir. Fakat sonraları Kureyş bu lütfa liyakatını kaybetmiş, naklettiğimiz hadislerde de dikkat çekildiği gibi, Yüce Allah da onlardan bu nimeti almıştır. İslâmiyetin hilâfet müessesesi hiçbir şahsın, hiçbir sülâlenin, hiçbir kavmin ve hiçbir milletin tekelinde değildir. Zaten "Hilâfet Kureyş'in hakkıdır" diyen âlimler de hilâfeti zorla ele geçiren kimsenin, hangi kabileden olursa olsun, hilâfetinin caiz olduğunu söylemişler, çelişkiyi de zaruretle izah etmişlerdir.[964]
Günümüzde hangi milletten olursa olsun, isterse dahi olsun, bir kişinin iki milyarı aşan Müslümanları idare etmesi ve bunda nin üzerinde anlaşabilecekleri bir şahıs bulmak imkansızdır. Faraza bulunsa bile onun hilâfeti sembolik olmaktan öteye geçemez. Artık Müslümanların halifesi bir şahıs değil, meşveret-i şer'iyyenin hâkim olduğu ve bütün İslâm âleminin temsilcilerinin bulunduğu bir meclis olmalıdır.
Hadisin ikinci bölümünde geçen, "Her hak sahibine hakkını veriniz" ifâdesi "Allah'ın farz kıldığı haklarını" mânâsındadır. Meselâ idareciye itaat farzdır. Bu bir âyette şöyle emredilir:
"Ey iman edenler! Allah'a, Resulüne ve sizden olan idarecilere itaat ediniz."[965]
Âyetteki "sizden" tabiri, itaatte ölçüyü koymakta, idarecinin Allah ve Resulü yolunda olması gerektiğini belirtmektedir. Diğer taraftan, bu itaat her hususuda kesin itaat değildir. İdareciye itaat edilmeyecek durumlar da vardır. Bunu şu hadisten öğreniyoruz;
"Müslüman bir kimse, hoşuna gitsin, gitmesin, bütün işlerde günah olmadıkça, idarecinin emirlerini dinlemek ve itaat etmek mecburiyetindedir. Eğer idareci günah olan bir hususu emrederse, o zaman onu dinlemek ve itaat etmek gerekmez."[966]
Bununla ilgili bir başka hadis şu mealdedir:
"İdarecide açık bir inkâr görür ve bunu da Allah'ın kitabından bir delile dayandırıra" sanız, o zaman itaat etmek söz konusu olmaz."[967]
İdarecinin burnunun kesik olması, renginin başka olması, bu itaate mâni değildir. Nitekim izahını yaptığımız hadiste "burnu kesik Habeşli bir köle" ifâdesi geçmektedir. Hadisin bu kısmı diğer hadis kitaplarında da şu ifâdelerle rivayet edilir:
"Size idareci kılınan kişi isterse başı siyah bir üzüm tanesine, benzeyen Habeşli bir köle olsun, aranızda Allah'ın kitabını uyguladıkça emirlerine kulak veriniz, onlara itaat ediniz."[968]
[946] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/385.
[947] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/386.
[948] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/386-387.
[949] Müslim, İmâre: 4; Buhârî, Bedü'I-Halk: 70.
[950] İbni Haldun, Mukaddime, s. 184, 185.
[951] Abdülkadir Udeh, islâm ve Siyâsî Durumumuz, s. 141.
[952] Abdülkadir Udeh, islâm ve Siyâsî Durumumuz, s. 141.
[953] Tecrid-i Sarih Tercümesi, 9: 222.
[954] Abdulkadir Udeh, İslâm ve Siyâsî Durumumuz, s. 141, 142.
[955] Müsned, 3:163 (12292), 232 (12884.); Taberânî, Mu'cemü's-Sagîr.
[956] İslâm ve Siyâsî Durumumuz, s. 137.
[957] Buhari, Bedü'1-Halk: 70.
[958] Müslim, İmâre: 4; Beyhaki Sünen, 8:144.
[959] Mu'cemü's-Sagir, 1:80.
[960] Kenzü'I-Ümmal, 6:49 (14793.); Müsned, 6:128 (16804.)
[961] Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 6:408.
[962] Mevdudî, Hilâfet ve Saltanat, s. 358-360.
[963] Muhammed Hamidullah, İslâm Müesseselerine Giriş, s. 129, 130.
[964] Ebû Yüsr Muhammed Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 276.
[965] Nisa: 4/59.
[966] Buhari, Ahkâm: 4, Cihad: 108; Müslim, İmâre: 38; Tirmizî, Cihad: 29; Ebû Dâvud, Cihad: 86.
[967] Buhârî, Ezan: 4, 5; Ahkâm: 4, 56; İbni Mâce, Cihad: 39.
[968] Buhârî, Fiten: 3: Müslim, İmâre: 42. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/387-395.