- Reşehattan

Adsense kodları


Reşehattan

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 22 September 2011, 06:51 pm GMT +0200
Tasavvuf Klasiklerimiz



Ağustos 2007 104.SAYI


Ali KAYA kaleme aldı, TASAVVUF KLASİKLERİ bölümünde yayınlandı.

REŞEHAT'TAN

Nakşibendîler arasında en çok rağbet gören kitaplardan biri olan Reşehât, tasavvufî hikmetlere ve evliya menkıbelerine dair önemli bir eserdir. Eser, Nakşibendî büyüklerinin ve özellikle de kitabın müellifi fieyh Safiyüddin Hazretleri'nin şeyhi, Ahrâr lakaplı Hâce Ubeydullah Taşkendî k.s.’nin (ö. 895Ğ1490) hayat hikâyesini ve sohbetlerini aktarır.

KAPI KAPANMADAN

“... Ey iman edenler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur, 31) ayet-i kerimesinde hem uyarı hem de müjde vardır. Ayette tevbe etmenin gerekli olduğu uyarısı vardır. Bu uyarının zımnında aynı zamanda tevbenin kabul olunacağı müjdesi de gizlidir. Eğer Allah tevbeyi kabul etmeyecek olsaydı onu emretmezdi. Emir, kabul edileceğinin delilidir. Ancak kişinin kusurunu görmesi şartıyla...

KALPTE KALICI HUZUR


Salikler, huzuru, zikrin bütün mertebelerini geçtikten sonra elde edebilirler. Bazen bu mertebeler aşılmadan da huzur hasıl olur. Ne var ki bu şekilde ulaşılan huzurun devamlılığı yoktur. Yaratılıştan gelen istek ve arzuların baskın çıkması onu çabucak yok eder. Böylesi huzur kalpte yer bulmaz. Fakat bazı nurları ve keşişeri müşahede etmek suretiyle zikrin mertebelerini bir bir aşarak elde edilen huzur ise kalıcıdır. Salikte o mertebeler letaif gibi tabii hale gelir. Böylece salik nefsin istek ve arzuları ndan ve havatırın neden olduğu perişanlıktan kurtulur.
...

Eğer salik kalbinde fenâ ve yokluğu bulur, amellerin güçlüğünden etkilenmez, emir ve yasaklara severek ve isteyerek riayet eder ve bunların neticesinde dinin emirlerini zorlanma ve bıkma olmaksızın şevk ve güzellik içinde eda ederse, bu kendisine varit olan halin sıhhatli olduğunu gösterir.

GAYRET ETMENİN ÖNEMİ


Ey kardeş! Talibin, “Takdir neyse o olur” diye ameli terk etmesi uygun değildir. Rıza ve teslimiyet önemli olduğu gibi, yerine göre çalışmak da mühimdir. Çalışmayı bırakıp, “Ben teslim oldum” demek boş iş ve hüsranın ta kendisidir. Hikmet, salikin ifrat ve tefritten uzak durup gayret ve teslimiyeti birleştirerek amel etmesidir. “İnsan için ancak çalışması fayda verir.” (Necm, 39) ayet-i kerimesini delil kabul ederek çalışmayı teslimiyete tercih edenler ve “çalışmak teslimiyetten daha önemlidir” diyenler doğru söylemektedir.


BİR VASİYET


Hace Alaeddin Attar k.s. Hazretleri şöyle buyuruyor: “Kendinizi öne çıkarmayıp, kardeşinizi nefsinize tercih ediniz. Her işte azimet yolunu takip ediniz ve mümkün oldukça o yoldan ayrılmayınız. Sohbet sünnet-i müekkededir. Bu sünnete sürekli uyunuz. Gerek fert, gerek cemaat olarak sohbet sünnetini terk etmeyiniz. Eğer bu söylenen işler üzere istikametten şaşmazsanız, benim bütün ömrüm boyunca kazandığımı sizler bir nefeste elde edersiniz. Böyle yaparsanız ahvaliniz daima terakki eder. Şayet bu sıfatları terk ederseniz kesinlikle perişan olursunuz.”


İnsan Nedir?


Kuşkusuz bu nüsha-i kübrâ (insan) ilâhî sanatların inceliklerini toplayan bir mecmua ve bu cerîde-i uzmâ (insan) hikmet dolu sonsuz güzellikleri içeren bir fihrist olması dolayısıyla emanet yükünün taşıyıcısı ve hilâfetin üstlenicisi kılındı.

Gerçi insan, “... fiüphesiz ki ben yeryüzünde bir halife var edeceğim...” (Bakara, 30) unvanıyla ödüllendirilmiş ve “...Göklerde ve yerde olanları sizin emriniz altına verdim.” (Lokman, 20) burhanıyla yüceliği belirtilerek, değer bakımından yedi kat gökten daha üstün tutulmuş; birbirine karşıt isimlerin oluş yeri ve birbirine zıt sıfatların aynası olması dolayısıyla bazen, “... Biz onları yarattığımız çoğu şeyden üstün kıldık.” (İsra, 70) hitabıyla onurlandırılmış, bazen da, “Orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi yaratacaksın?” (Bakara, 30) cevabıyla ayıplanmıştır.

Bir kısım insanlar, “Mahlûkatı senin için yarattım.” (bk. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2Ğ164, nr. 2123) manası gereğince ehadiyyet dergâhının sevgilisi olmuştur. Bir başka kısım ise, “...İşte bunlar hayvanlar gibidir...” (Araf, 179) ayeti gereğince, samediyyet divanından kovulmaları sebebiyle çirkin arzuların esiri olarak “esfel-i sâfilîn” (Tîn, 5) çukurlarının en dip noktasına inmişlerdir. Birinci grup, “Kuşkusuz ki iyiler nimet içindedirler.” (İnfitar, 13) ayetiyle müjdelenmiştir. İkinci grup ise, “Allah’ın buyruğundan çıkanlar cehennemdedirler.” (İnfitar, 14) ayetiyle gazaba uğratılmışlardır.

O halde aklı başında olan bir insan, “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat, 56) ayetine uyarak hayatını düzenlemeli, mebde ve meâd (başlangıç ve son, dünya ve ahiret)
sırrı bilgisine haiz olarak emanet yükünün sorumluluğunu üstlenmeli ve hilafet makamının hakkını vermeye gayret etmelidir...

Akıl ve zekâ sahibi bir insan şunu gayet iyi bilir ki, irfan köşkünün yüce divanına kabul edilme şerefine ulaşmak ve zevk sarayının şeref salonunda ağırlanma derecesine ermek, “Kitap ve Sünnet’e uyan, kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa tutunmuştur.” gerçeğinde belirtildiği üzere, İslâm’ın sağlam ipine sıkıca sarılmaya ve bu iki esasa göre hareket eden Allah dostlarının müritlik ve muhabbet halkasına kuvvetlice yapışmaya bağlıdır.

Gerçi, “... Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve size nimetimi tamamladım...” (Maide, 3) ayetinin anlamına göre, sadece Kitap ve Sünnet’in zahirine göre amel etmek, kurtuluşa ermek için yeterlidir. Fakat Muhammed Mustafa s.a.v. Efendimiz’in miras bıraktığı ilim hazinesinden verâ ve takva ilmini öğrenmeden ve onu uygulamadan hakikat sırrına ulaşmak mümkün değildir.

Bu yüzden, arzu edilen şeyi ele geçirmek için gönül ehline içtenlikle bağlanmak, onları çok sevmek ve saadet veren nazarlarına mazhar olmak gerekir.