- Reddü´l Muhtar / Sulama

Adsense kodları


Reddü´l Muhtar / Sulama

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
neslinur
Fri 29 January 2010, 10:23 pm GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Sulama
SULAMA FASLI

METİN


«Şirb» kelimesi lügatta suda olan pay demektir. Şer´an ziraat veya hayvanları sulamak bakımından

sudan faydalanma sırası demektir.

«Şefe» ise insanoğulları ile hayvanların, suyu dudaklarıyla içmesidir. İnsanların ve hayvanların da

bir kaba veya küpe doldurulamayan her suda hakları vardır. Her insan denizden veya Dicle ve Fırat

benzeri olan büyük bir nehirden arazisini sulayabilir. Çünkü suyun mülk olması bir kaba

doldurulmasıyla veya bir yerde biriktirilmesiyle olur. Oysa denizin ve büyük nehirlerin suyunu bir

yere biriktirmeye veya bir kaba sokmaya imkân yoktur. Çünkü suyu kendine tahsis etmek,

başkasının ondan faydalanmasını men etmektir.

Her insanın halka zararı dokunmamak şartıyla arazisini sulamak veya değirmen kurmak için bir

kanal açma hakkı vardır. Çünkü bir mübahtan yararlanma ancak herhangi bir kimseye zarar

vermemek şartıyla caizdir. Tıpkı güneş, ay ve havadan istifade etmek gibi.

Hayvanları çok olduğundan, tahrip ederler korkusu varsa, başkasına ait nehirden, kanalından,

kuyusundan hayvanlarını sulayamadığı gibi; arazisini de, ağacını ve ziraatını da sulayamaz. Dolap

ve benzerlerini kuramaz. Ancak kişinin izniyle kurabilir. Çünkü hak kişinindir, yani su sahibinindir.

Bu hakkın kullanılması onun iznine bağlıdır.

Her insan ağacını veya evinde ekilmiş yeşilliklerini küp veya kaplarla başkasının suyundan almak

suretiyle sulayabilir. En sıhhatli görüşe göre böyledir. Aynı yerde kaplarla çekmek de dahil izin

istemeden sulayamaz.

Mülke giren su, bir testiye veya bir küpe giren su demektir. Böyle bir sudan sahibinin izni

olmaksızın yararlanılamaz. Çünkü onu bir kaba sokmak suretiyle mülk edinmiştir

İZAH

Bu konuyu «ölü araziler» konusundan sonra zikretmesi ölü arazilerin suya muhtaç oluşlarındandır.

Kâmûs´ta : «Şirb kelimesi, su veya sudan pay pay veya suya vermek, su içme vakti demektir» diyor.

El-Kuhistânî «Şirb kelimesi ism-i mastardır» dedi. Düşün.

«Lügat yönünden şirb, su payıdır ilh.. » Bunun hakkında Zeylaî: «Sudan bir paydır» der. Ancak ona:

«Demirden yüzük» anlamında bir izafettir denilerek cevap verilebilir.

Ed-Dürrü´l-Muntekâ´da denildi ki: «Muellif burada âdetine muhalefet ederek şer´î manayı değil,

lugavî manayı zikretti. Ta ki burada lugavî manayı kastettiği sanılmasın. El-Kuhistânî ve başkası

bunu zikretmişlerdir.»

«Şirb şer´an sudan faydalanma sırası demektir ilh ..» Yani vakti ve zamanı demektir. Bu da aynı

zamanda lugavî bir manadır. Dikkat et, acaba ikinci manayı değil de birinci manayı burada

kastetmenin nedeni nedir? Halbuki her ikisi de burada kastedilirse görüldüğü gibi yine de

sıhhatlidir.

«Şefe insanoğlunun ve hayvanların su içmesidir ilh.» Binâenaleyh Şefe kelimesi Şîrb kelimesinden

daha özeldir. Çünkü Şefe sadece canlıların su içmelerine tahsis edilmiş bulunuyor.

«Suyu dudaklarıyla içmesi ilh...» Maksat insanoğlunun suyu, susuzluğu bertaraf etmek, yemek

pişirmek, abdest almak, gusletmek veya elbise ve benzerlerini yıkamak için kullanmasıdır. Nitekim

El-Mebûst´ta da bu böyle yer almaktadır. Hayvanlar hakkında Şirb´den maksat, susuzluk ve hayvana

uygun düşen diğer benzer ihtiyaçlarını gidermek içindir. El-Kuhistâni bunu ifade etmiştir.

«Her birisi için kaba konulmamış her suda hakları vardır ilh...» Maksat, insan ve hayvanlardan her

birisi için bu hak vardır, şeklindedir. Kuhistâni. Yani su içme hakkı» vardır.

«Hak demesi mülk olmadığındandır. Zira bir kaba konulmuş değildir. Bu manayı El-Kuhistânî ifade

etmiştir.

«Bir kaba konulmamış her suda her hayvanın, her insanın hakkı vardır ilh...» Bilmiş ol ki sular dört

çeşittir:

A) Birinci çeşidi deniz suyudur. Herkesin orada şefe ve arazilerini sulama hakkı vardır. Hiçbir

vecihle hiçbir kimse oradan yararlanmaktan men edilemez.

B) İkinci çeşide gelince, Seyhun gibi büyük vadilerin sularıdır. Burada halk için şefe hakkı mutlak

olarak vardır. Araziyi sulama hakkı da eğer âmmeye zarar vermezse söz konusudur.

C) Üçüncü çeşide gelince; taksimlere giren sudur.Yani özel bir cemaatin mülkü olan arklara giren


sudur. Burada da şefe hakkı vardır.

D) Dördüncü çeşit; kaplara alınan sulardır.Başkasının hakkı bu sudan kesilir. Bu meselenin tamamı

El-Hidâye´dedir

Hülâsası şudur:

Birinci ve ikinci nevilerde herkesin hem şefe hakkı vardır, hem de araziyi sulama hakkı vardır.

Üçüncüde sadece şefe hakkı vardır. Dördüncüde, ise hiç kimsenin hakkı bahis konusu değildir.

«Eğer kişi tarafından bir kap içerisinde konulmamışsa ilh...» Testide, bir küpte veya mescidin

havuzunda -ki o havuz kırmızı veya sarı, bakırdan, veya alçıdan yapılır- tutarsa ve böyle bir yerde su

birikirse, o su burada biriktirenin mülkü olur.

«İhraz» tabirini kullanıp, «alma» manasına gelen «ahz» tabirini kullanmaması şuna işarettir: Eğer

bir kuyudan kovasını doldurursa ve kuyunun başından uzaklaştırmazsa Şeyhayn katında bu suya

sahip olamaz. Zira «ihrâz» bir suyu el yetişmez, koruma altında bir yere koymak demektir. Yine şu

noktaya da işarettir: Eğer hamamın havuzundan hamamcının kabıyla bir su alırsa o su hamamcının

mülkündedir. Fakat o suyu kapla alan kişi o suya başkasından daha müstahaktır. Nitekim El-Münye

ve başkasında bu mesele yer almıştır. Kuhistânî.

İbarede geçmekte olan «hub» kelimesi noktasız «ha» iledir. Hâbiye, küp demektir. Nitekim bu

durum daha sonra da gelecektir.

T. dedi ki: Bu «hub» kelimesinin burada zikredilmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü «kab» denildi mi, o da

kabın kapsamına girmiş oluyor.

Bazı nüshalarda «hub» kelimesi «cib» şeklinde, yani noktalı cîm´le gelmiştir. Bu bir tahrif, yani

yanlışlıktır. Çünkü «cub» Kâmûs´ta da belirtildiği gibi «kuyu» demektir. Kuyuda olan su, başkasının

mülkü olamaz. Nitekim bu durum El-Hidâye´de yer alıyor ve biz bunu daha önce zikrettik; ileride de

gelecektir. Lakin bazıları «cüb» olursa «sarnıç» manasınadır diye tefsir etmişlerdir. Bu tefsir de

doğrudur. Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir.

«Dicle gibi ilh...» Dicle, Bağdat´tan geçen nehrin adıdır. Kâmûs.

«Fırat gibi ilh...» Fırat, Kûfe´den geçen bir nehirdir. Kâmûs.

Türk nehri olan Seyhûn, Huvarzm nehri olan Ceyhûn da Dicle ile Fırat´ın benzerlerindendir. İnâye.

«İhrâz söz konusu olamaz ilh...» Maksat bu nehirler de kimsenin mülkü olamaz.

«Her kişinin arazisini sulamak için kanal açmak hakkı vardır ilh...» Yani mülk altına alınamayan bu

nehirlerden.

«Ammeye zarar vermiyorsa ilh...» Eğer zarar verirse. şöyle ki: Su taşarak, başkasının haklarını ifsad

ederek, o büyük nehirden su kesilerek veya gemilerin seyrine mani olarak zarar veriyorsa yapamaz.

Tatarhâniye.

Binâenaleyh herkes için ister müslüman olsun ister zımmî, isterse mükâteb bir köle olsun böyle bir

zararı men edebilir. Bezzâziye.

Bizim El-Hîdâye´den daha önce naklettiğimizin zâhiri şudur ki: Bu hüküm, ancak nehirlerde caridir.

Denizde ise kişi denizden başkasına zarar verse dahi yararlanabilir. El-Kuhistânî bunu açıkça

söyledi. Düşün.

«Hayvanların çokluğundan ötürü başkasının nehrinin tahrip edilmesinden korkarsa hayvanlarını

ondan izin almadan nehre götüremez ilh...» Sözü, daha önce takdim ettiğimiz dört kısımdan

üçüncüsünün açıklanmasıdır.

Hülâsası şudur: Başkasının mülkü olan su taksim (ark)larına giren bir suda kendisi içinde şefe

hakkı vardır; hayvanları için de şefe hakkı vardır. Ancak hayvanların çokluğu sebebiyle nehrin

tahrip edilmesinden korkulduğu takdirde, bu hak kalkar. Arazisini ve benzerini de izin almadan o su

ile sulayamaz.

Ez-ZeyIaî dedi ki: «Şefe, eğer bütün suyun üzerine geliyorsa, yani su küçük bir ark olup o suya

gelmek isteyen hayvanlar da çoksa bundan dolayı da o suyu kesebilirlerse; bu takdirde bazıları

demişlerdir ki: «Bu hayvanların suya gelmesi men edilemez.» Fakat fakîhlerin çoğu : «Zarar

olduğundan dolayı menedilir» demişlerdir.»

El-Multeka´da ikinci görüş kesinlik kazanmıştır.

«Arazisini de izin almadan başkasına ait sudan sulayamaz ilh...» İster buna mecbur olsun ister


olmasın. İzin almamasına rağmen arazisini veya ekinini sularsa, herhangi bir tazminata da

çarptırılmaz. Eğer zaman zaman bunu tekrarlayacak olursa, Sultan onu eğer uygun görürse,

dövmek veya hapsetmek suretiyle edeplendirir. Hâniye, T.

«Ancak onun izniyle bunları yapabilir ilh...» Çünkü su, taksimlere (paylaştırılmış arklara) girdikten

sonra bu şirb hakkının müşterek olması da sona ermiş oluyor. Hidâye.

El-Hâniye´de: «Bir kavmin kendilerine has bir nehri vardır. Onlardan başkasının o nehirden

bostanını veya arazisini, onların izni olmaksızın sulamaya hakkı yoktur. Eğer izin verirlerse bir

tanesi izin vermez veya aralarında bir çocuk, bir gaib varsa kişi o sudan diğerlerinin izni vardır diye

ziraatını veya arazisini sulayamaz.» diye yer almaktadır.

«En sıhhatli görüş budur ilh...» demesine gelince; El-Hidâye, Et-Tebyîn, El-MuIteka ve başka

kitaplarda da hüküm böyledir.

«Bazıları onun olmadan kaplarıyla da ondan su getiremez demişlerdir ilh...» El-Hâniye´de ve

El-Vecîz´de bu görüşün en sıhhatli olduğu kaydedilir. Binâenaleyh bu iki görüş de, tashîh edilmiştir.

PRATİK BİR MESELE:

Pınar veya kişinin suyu ihrâz etmeksizin veya onu getirmek için çare bulmaksızın su ile dolan

havuz, özel nehir mesabesindedirler .T.

«Bir testide veya bir küpte toplanan sudan ancak sahibinki izni olursa başkası yararlanabilir ilh...»

Suyu evlere aktarmak için konulan sarnıçlarda toplanan su da böyledir. Nitekim bu durumu

Er-Remlî hem Fetâvâ´sında hem de El-Bahr´a yazdığı Haşiye´de zikretmiştir. Birkaç defa da bu

yönde fetvâ vererek demiştir:

«Aslından ihrâzın kastedilmesi veya edilmemesidir. Fakihlerin sarahaten söylediklerinden birisi de

şudur: Evin damına bir leğen konulup da orada yağmur suyu birikirse, başkası da onu alıp

götürürse, eğer birinci kişi onu su toplamak için oraya bırakmışsa birinci kişinin malıdır, aksi

takdirde ikincinindir.»

Bunun doğruluğuna daha önce El-Kuhistânî´den naklettiğimiz de delâlet eder.

«Başkasının suyu İIe yararlanmaz ilh...» Çünkü bu suda daha önce de söylediğimiz gibi hiç

kimsenin hakkı kalmamıştır.

«Zira onu toplamak suretiyle mülk edinmiştir ilh...» Hatta bu suyu satabilir. Multekâ.

BİR UYARI: Ez-Zahîre ve El-Hindiye´de şu hüküm yer almaktadır: «Bir köle, bir çocuk veya bir cariye

havuzdan testisini doldursa ve o testiden bir kısmını tekrar havuza boşaltsa; hiç kimse için o

havuzdan su içmek helâl olmaz. Çünkü testideki su, alanın mülkü olur. Eğer bu su herkese mübah

olan su ile karışacak ve ayırt edilmesi mümkün olmazsa içilmesi helâl olmaz. Eğer babası veya

annesi çocuğa; «Git, vadiden veya havuzdan küp ile su getir» diye emrederlerse, çocuk da bu suyu

getirmiş ise anne ve babasına o sudan içmek, -eğer fakir değil iseler- helâl olamaz. Çünkü su

çocuğun malı olmuştur. Çocuğun malından ihtiyaç olmaksızın yemek, anne ve babaya helâl

değildir. İmam Muhammed´den gelen bir rivâyete göre anne ve baba zengin iseler de çocuğun

getirdiği su onlara helâldir, çünkü örf ve âdet onu iktiza etmektedir. Hamevî, Ed-Dirâye´den

nakletmiştir. Bu iki fer´î meselede büyük bir sıkıntı bir zorluk vardır.» T.

Ben derim ki: O iki meselenin her birisinde işkâl (anlaşılması zor durum) vardır. Birincisine gelince:

köle mülk edinemez. Eğer mülk edinmişse bu sahibinin olur. Çünkü kölenin efendisi köleye sahip

olduğu gibi onun kazancına da sahiptir. Bir de ne zaman bu havuzdan su içileceği hususunda

açıklama yapmadı. Acaba orada akan havuz ile veya akan havuzun hükmünde veya başkası

arasında bir fark var mıdır? Uygun olanı zann-ı gâlibi nazar-ı itibara almaktır. Söyle ki; o havuza geri

dökülen sudan hiç bir şey kalmamıştır. Çünkü havuz ya akıyor veya sağa sola su çekiliyor. Aksi

takdirde o havuzu bırakmak, hiç bir zaman ondan yararlanmamak gerekir.

Bu konuda necâseti de nazar-ı itibara almak mümkündür. Şöyle ki, eğer necâset bulunmuş olsaydı,

artık onun temizlenmiş olduğuna hüküm verebilecek kadar kuyudan su çekilecek, baskasından da

bu konuda suyun akması göz önünde bulundurulacaktır. Düşünülsün.

İkinci meseleye gelince; baba evlâdını çalıştırabilir. Câmiu´l-Fusûleyn´de dedi ki: «Baba, küçük

çocuğunu hocasına hizmet etmek karşılığında sanat öğrenmek için verebilir. Babanın, dedenin

veya çocuğun vasisinin çocuğa alışsın, eli yatsın diye parasız bir şekilde çalıştırmak yetkisi vardır.»

Ancak şöyle denilebilir: Bu, her ne kadar babası o suyu getirmek hususunda ona emir verdiyse de

çocuğun o mubah olan suyu mülk edinmemesini gerektirmez. Allah hakikati daha iyi bilir.

neslinur
Fri 29 January 2010, 10:25 pm GMT +0200
METİN

Eğer kuyu veya havuz veya nehir bir kişinin mülkünde ise; oraya su içmek için girmek isteyeni,

-onun yakınında bir su bulunduğu takdirde- mülküne girmekten men edebilir. Eğer yakınında su

bulunmuyorsa ona yani kuyu sahibine: «Ya sen suyu çıkarıp getirip adama vereceksin veya

kendisinin gidip suyu almasına müsaade edeceksin» denilecektir.

Fakat su almak için girmesi de nehir ve benzeri yerlerin tahrip edilmemesi şartına bağlıdır. Çünkü

böyle bir takdirde onun şefe hakkı vardır. Zira İmam Ahmed´in rivâyet ettiği hadiste : «Müslümanlar

üç şeyde ortaktır: suda, otta ve ateşte» buyurulmuştur.

Otun hükmü de su gibidir. Mâlike denir ki: «Ya otu kesip getirecek ve ona vereceksin veya onun

gidip istediği kadar ot alıp getirmesine imkân ver» denilecektir. Zeylaî.

Eğer mülk sahibi onu suya varmaktan men ederse, o da kendi nefsinin ve hayvanının susuzluktan

zayi olmasından korkuyorsa, bu takdirde mülk sahibi ile silahlı çarpışma yapabilir. Çünkü Hz.

Ömer´den bu hususta eser rivâyet edilmiştir.

Eğer adam suları kaplara koymak suretiyle mülk edinmişse, silâhsız bir şekilde adamla kavga

edecektir. Tıpkı açlık zamanındaki bir yemek gibi. Dürer.

Eğer sahibinin ihtiyacından fazla varsa; bu tıpkı su ve yemek benzeri olmuş oluyor. Kuyu ve

benzeri hakkında denilmiştir ki: En uygunu onunla silâhsız çatışmaktır. Çünkü o bir masiyeti irtikâb

etmiş oluyor. Onunla çatışmak da tazir cezası gibi oluyor. Kâfî.

İZAH

«Onun yakınında su bulundugu takdirde ilh...» El-Hidâye´de; «O, ikinci su da başkasının mülkünde

değilse» kaydı eklenmiştir.

Allâme El-Makdîsî dedi ki: «Yakınlığın takdirini görmedim. Bunu bir mil ile takdir etmek uygun olur.

Nitekim teyemmüm meselesinde de ya-ınlık bir mil ile takdir edilir.»

Metin´de geçmekte olan «Daffe» veya «Diffe» kelimesi nehir kıyısı demektir. Muğrib. Divân´da ise :

«Diffe okuyuşu nehir kıyısı. Daffe okuyuşu, bir grup demektir, denilmektedir.» İtkânî.

«Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar ilh...» Yani mülk ortaklığı türünden değil, ibâha ortaklığı ile

ortaktırlar. Kim ki bu üç şeyden birisini başkasından önce bir kaba veya başka bir yere koymak

suretiyle elde ederse,o ona daha müstahaktır ve aynı zamanda, başkalarından çok onun mülkü

olur. Kişi bunu mülkün bütün yönleriyle başkasına temlîk edebilir. Ölürse miras olarak kalabilir.

Onun hakkında vasiyet yapması da caizdir. Eğer başka bir müslüman kendisinden izin almaksızın

onu gelip alırsa zâmin olur. Eğer herhangi bir kimse daha önce o üş şeyden herhangi birisine el

koymazsa, o üç şeyden herhangi birisi bütün müslüman cemaatinindir; mübahtır. Hiç kimse içmek

için onu almaya kastedeni men edemez. İtkânî, El-Kerhî´den.

«El-Kele´ ilh...» Hadisin metninde geçmekte olan «Et-Kele´» yayılıp gelişen, sakı bulunmayan «izhîr»

ve benzeri bitkiler gibi kökü olmayan bitkilerdir.

«Şecer (ağaç)» kelimesi de sakı olan bitkilerdir. Bu tefsire binâen «Şevk (diken)» şecer´den, yani

köklü bitkiden sayılır. Çünkü onun da bir kökü vardır. Bazıları dediler ki: «El-Ahder» develerin

yemekte oldukları yumuşak diken demektir. Bu da bitki sayılır. «El-Ahmer» ise «Şecer»

cinsindendir.

Ebû Cafer dedi ki: «El-Ahder ot cinsinden değildir.» İmam Muhammed´den bu hususta iki rivâyet

nakledilmektedir.

«Kele´ (ot)» hususunda söylenmiş sözler bir kaç vecih üzerindedir:

A) O vecihlerin en umumisi olan; ot hiç kimsenin mülkü olmayan bir yerde biten nesnedir. Halk

bunu otlatmak veya kesip de ot olarak toplamak hususunda tıpkı deniz suyunda ortak oldukları gibi

ortaktırlar, şeklindeki görüştür.

B) Bundan daha özel daha hususi olanıdır. O da başkasının mülkü olan bir arazide mülk sahibinin

dahli olmaksızın biten otlardır. Bu da insanlar arasında müşterektir. Ancak yer sahibi yerine

girmekten insanları men etme yetkisine sahiptir.

C) Bütün bunlardan daha özel ve hususi bir kısım vardır. O da, otu kesmek suretiyte toplamış veya

arazisinde onu ekmek suretiyle bitirmişse işte bu ot, arazi sahibinin mülküdür. Hiç kimse hiç bir

vecihle onu alamaz. Çünkü o ot, yer sahibinin çalışmasıyla meydana gelmiştir. Zahîre ve başka

kitaplardan özetle.


T. dedi ki: «Katran, zırnık, fîruzec ağaç gibidirler. Bu eşyalardan bir şey alan bir kimse zamin olur.

Hazânetu´l-Müftîn.

«Başkasının mülkünde olan odunluk ağacı, hiç kimse sahibinin izni olmadan toplayamaz. Eğer

başkasının mülkü değilse toplamakta herhangi bir beis yoktur. Ağaçlık bir yeri bir köyü veya bir

cemaate nispet etmek, kesinlikle onların mülkü olduğunu bilmedikten sonra toplanmasında

herhangi bir zarar yoktur. Vadi ve korularda olan meyve, kibrit ve zırnık da böyledir. Muzmerât.

«Odun toplayan bir kimse sadece onları kesmek suretiyle onları mülk edinmiş olur, isterse

bağlarını bağlamamış, onları bir yere derlememiş olsun.

«Eğer başkası tarafından tuzluk kılınmış yerden su alırsa herhangi bir tazminata mahkûm olmaz.

Eğer su tuza dönüşmüşse o suyu alamaz.

«Bir insanın mülkünde olan nehir tarafından getirilen çamuru hiç kimse olamaz. Eğer alırsa izinsiz

almış demektir ki, zâmin olur.»

Bunun benzeri Tatarhâniye´de de vardır.

«Ve ateşte ilh...» Bir kişi çölde bir ateş yakarsa o ateş kişi ile bütün insanlar arasında müşterektir.

İnsanlardan gelip de onun ışığıyla aydınlanmak isteyen. etrafında oturup elbisesini dikmek isteyen,

onunla ısınmak isteyene mani olunmaz. Ondan lambasını yakmak isteyeni de ateş sahibi men

edemez. Kişi mülkü olan bir yerde ateş yakarsa o zaman insanları kendi mülkünden yararlanmaktan

men edebilir. Kişi kendi lambasının fitilinden bir şey almak veya ateşin közlerinden almak isteyene

mani olabilir. Çünkü fitil ile közler onun mülküdür. İtkâni, Şeyhulislâm´dan.

Ez-Zahîre adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: «Kişi közden bir şey almak istediği zaman, eğer

kıymeti olan bir şeyse ve onu odun, kömür yapıyorsa köz sahibi o közü ondan geri alabilir. Eğer az

bir şeyse onu geri alamaz ve sahibinin izni olmaksızın da böyle az bir şeyi alabilir.»

«O zaman mâlik´e şöyle denir: ilh...» Eğer mubah ve mülk araziye yakın bir arazide bitki

bulunmuyorsa böyledir. T. Hindiye´den.

Bu bitki, kişinin dahli olmaksızın mülkünde bittiği ve kişinin kesip toplamaksızın orada bulunması

halinde böyledir. Fakîhlerin kelâmının zahirinden anlaşılıyor ki, kişinin mülkünde yakılan ateş böyle

değildir. Binâenaleyh, isteyene o ateşi dışarı çıkarmak, böyle bir kimseye vâcip değildir.

Görebildiğim kadarıyla bu iki mesele arasındaki fark şudur: Ortaklık, su ve bitkinin aynında insanlar

arasında sabittir, fakat ateşin közlerinde değildir. Binâenaleyh mülkünde ateş yakan, ateş isteyene

ateşin közlerini onunla ısınsın diye çıkarmak mecburiyetinde değildir. Çünkü başkası közde onun

ortağı değildir ve bundan dolayıdır ki mülkünde yakılmış veya yakmış olduğu ateşin közlerinden

alan bir kimseden, eğer o közler kıymet taşıyorsa, geri almak yetkisi vardır. Ama mülküne

sokmadığı su ve bitkinin hükmü böyle değildir. Eğer su ile bitkiyi birisi onun arazisinden alırsa,

onları ondan geri alamaz. Çünkü onların aynısında insanların ortaklığı vardır. Düşün.

Sonra En-Nihâye´de şunu gördüm: Allah Rasulü´nün sabit kıldığı ortaklık ateştedir. Ateş ise ısının

cevheridir. Odun ve kömür değildir. Ancak odun ve kömürden alınan miktar kıymetsiz bir şeyse

adet yönünden men edilmez. Çünkü bu gibi şeye mani olan, muteannit (zorluk çıkartan, inatçı) kişi

demektir.

«Eğer ondan suyu menederse ilh...» Yani kuyu, havuz veya mülkünde nehir açan kişi, buralara

girmesine müsaade etmezse ve suyu da ona çıkartmazsa ve yakında su da yok ise, bu takdirde

silahlı mücâdeleye girilebilir.

«Fakat su isteyen kişi ve hayvanı, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ise bu mücâdeleye girebilir

ilh...» El-Kuhistânî: «O kişi veya hayvanı» şeklinde ifade etmiştir.

Ebû Yûsuf´un Harâc Kitabı´nda ve Tahâvî Şerhi´nde El-İtkânî´nin naklettiği gibi; «Veya hayvanı»

tarzında ifade kullanılmıştır. Yani insanın kendisi veya hayvanı tehlikeye girerse demektir.

«Bu takdirde silâhlı mücadele yapabilir ilh...» Çünkü bu su sahibi, suyu men etmek suretiyle onu

öldürmeyi kastetmiş demektir. Halbuki kuyudaki su, hiç kimsenin mülkü değildir. Bütün insanlara

mubâhtır. Ama kaba konulmuş su, bunun tam hilâfınadır. Hidâye.

«Çünkü Hz. Ömer´den gelen eser vardır ilh...» Hz. Ömer´in bu eserini El-İtkâni, Ebû Yûsuf´un Harâç

Kitabı´ndan nakfediyor:

«Bir kavim bir suya vardılar. O su sahiplerinden kendilerine kuyuyu göstermelerini istediler. Su

sahipleri bir türlü kuyuyu göstermediler. Gelenler: «Bizim boynumuz ve hayvanlarımızın boynu

nerdeyse susuzluktan parçalanacaktır. Bize kuyuyu gösteriniz. Ve bize su çıkarmak için bir kova


veriniz» dediler. Onlar bunu bir türlü yapmadılar. Bunun üzerine onlar Hz. Ömer´e gelerek şikâyette

bulundular. Hz. Ömer: «Niçin onlara silah çekmediniz» dedi.»

«Onunla silahsız kavga edecektir ilh...» Yani bu takdirde ne alırsa onun tazminatını öder. Çünkü

alınanın helâlliği zaruretten dolayıdır ve bu tazminâta daha önce Hazr ve İbâhe´nin başlangıcında da

takdim ettiğimiz gibi ters düşmemektedir. El-İtkâni dedi ki: «Eğer kişi kuyudan su çekmek için

kovayı görmüyorsa ve kova, kuyu sahibininse silahsız bir şekilde onunla mücadele edilecektir.

Eğer kova bütün insanlar için oraya konulmuşsa onunla silahlı mücadele edilecektir.»

«Eğer orada onun ihtiyacından fazla su varsa ilh. » Binâenaleyh onun da, oraya varanın da ölümden

kurtulmasına kâfi gelecek derecedeyse varan ondan bir kısmı alır, bir kısmı da sahibine bırakır.

Aksi takdirde sadece bir kişiye yetiyorsa, o su sahibine terkedilir. Nihâye.

«En evlâsı onunla silahsız savaşmaktır ilh...» ibaresine gelince: Müellif bu ibârede silâhla da onunla

mücadele etmesinin caiz olduğuna işaret ediyor.

Çünkü evlâ olan silahla mücadele etmemektir, ifadesinden silahla da, mücadele edilebilir, anlaşılır.

Böylece bu bizim söylediğimize muvafıktır. Zeylâî.

Yani bu «Onunla silâhla mücadele eder» diye geçen ibareye muhalif değildir. Çünkü iki ibare de

cevaz noktasında ittifak etmişlerdir.

METİN

Kimsenin mülkü olmayan bir nehrin eşilmesinin masrafı Beytülmâl´den karşılanır. Eğer

Beytülmâl´de hiç bir şey yoksa halk da nehri açmaktan kaçınıyorlarsa zararı bertaraf etmek için onu

açmaya zorlanacaklardır.

Başkasının mülkü olan bir nehrin eşilmesi, o mülkte müşterek olanlara aittir, Onlardan bu işe

katılmayanlara zor kullanılacaktır. Bazıları: «Bu ikincisinde yani özelde başkasının mülkü olan

nehirde cebir yoktur» dediler.

Acaba hakimin emriyle nehri eşmeye katılanlar masrafların katılmayanlara ait olan kısmını geri

alabilecekler midir? Evet, alacaklardır.

Müşterek olan bir nehrin eşilmesi ve temizlenmesi için sarfedilen para, tâ en yükseğinden

başlayarak bütün ortaklara aittir. İçlerinden bir kişinin arazisini geçtikten sonra artık o kişi

arazisinden itibaren, arazisinden sonra olan eşilme masrafından kurtulur. İmâmeyn´e göre baştan

sonuna kadar hisselerine göre hepsinin bu masrafa katılması gerekir. Tıpkı şefe istihkakı hakkında

eşit oldukları gibi. Şefe ehlinin yani sadece o nehirden su içenlerin üzerinde açılma masrafı yoktur.

Bir kişi arazi dahi olmaksızın istihsânen şirb davası açabilir.

İZAH

«Nehrin eşilmesi ilh...» Bendinin duvarlarının yıkılmasından korkulursa duvarın ıslahı da böyledir.

Tatarhâniye.

«Yani onu kazımak ilh...» El-Kuhistânî: «Nehrin eşilmesi demek, çamur ve benzerini yatağından

temizlemek, çıkarmak demektir» diyor. Binâenaleyh «Kery=eşmek» kelimesi nehre hastır, sadece

nehir konusunda kullanılır. Bunun tefsiri olan «Hafr=kazımak» kelimesi El-Beyhakî´nin dediği gibi

tam onun tersinedir. Ancak, Mutarrizî´nin kelâmı iki kelimenin müteradif yani eş manalı olduğuna

delâlet eder.»

Şârih de El-Kuhistâni´nin bu naklini göz önünde tutmuştur.

«Memlûk olmayan nehirde masraf Beytülmâl´den alınır ilh...» Yani Nil ve Fırat gibi suyu taksimlere

(ark ve kanallara) girmeyen nehir. Kuhistânî. Yani «Beytülmâl´den alınmasının manası» haraç

malından, cizye malından alınır, demektir. Öşür ve zekâttan alınmaz. Çünkü öşür ve zekâtlar

fakirlerindir. Haraç ve cizyelerse bu gelen felâket ve ihtiyaçlar içindir. Hidâye.

«Halk onu eşmeye zorlanır ilh...» Yani nehri eşmeye gücü yeten halk, onu eşmeye zorlanacaktır.

Onların ücretleri, eşmeye gücü yetmeyen zenginlerin mallarından alınacaktır. Kuhistânî.

«Mülk olan bir nehrin eşilmesi ise o mülk sahiplerine aittir ilh...» Yani taksimlere dahil olmuş, âmm

(genel), has (özel) kısmı varsa, mülk sahiplerine aittir. İkisinin arasındaki ayırım noktası şudur: Şefe

istihkâkına sebep olan kısım hastır (özel)dir. Olmayan kısım ise âmm (genel)dir.

Bunun tahdidinde ihtilâf vardır. Bazıları: «Hâs, on kişinindir» veya «Bir tek köyün üzerinde olduğu

nehirdir» tarzında söylemişler; bazıları da : «Hâs, kırk kişiden aşağı şahıslara ait olan nehirdir»,

bazıları «yüz kişiye» bazıları «bin kişiden aza ait olan nehirdir. Bundan başkası da âmm (genel) olan


nehirdir» demişlerdir. En sıhhatli görüş bunu müctehidin reyine havâle etmektir. Müctehid hangi

kavli dilerse onu seçer. Kifâye, El-Hâniye´den özetle.

Biz, Şuf´a Bahsi´nde bunu takdim ettik. El-İtkânî dedi ki: «Lâkin en güzel, bu hususta şu görüştür:

Eğer bu yüz kişiden aşağı kimselere aitse ortaklık burada özeldir, hususidir. Aksi takdirde geneldir,

onda hepsi için şuf´a hakkı yoktur. Şuf´a ancak komşu için vardır.»

«Özel olanda cebir yoktur, denildi ilh...» Kuhistânî genel olan hakkında dedi ki: «Eğer onu

eşmekten imtina ederse veya bazıları ederse onu eşmeye cebredilir, zorlanırlar. Hususîde eğer

hepsi birden eşmekten imtinâ ederlerse icbâr edilmezler. Ancak bazı müteehhirin âlimleri icbâr

edilirler» demişlerdir. Eğer bazıları eşme taraftarı, bazıları imtina ederlerse imtina edenler

El-Hazâne´de yer aldığı gibi, en sahihe göre icbar edilir.»

Kuhistanî´nin : «Onlar cebredilemezler» ibaresine gelince; bu, El-Kifâye´de olduğu gibi rivâyetin

zâhiridir.

«Acaba ödediklerini geri alacaklar mı ilh...» Acaba eşmeye katılmayandan, yaptıkları harcamaların

hissesine düşeni geri alacaklar mıdır? Hidâye.

«Eğer hâkimin emri ile olursa evet, alırlar» Eşmekten kaçınanın dışında kalanlara hâkim «eşsinler»

diye emretmişse, eşmelerinin ücretini o katılmayanın şirbten olan nasibinden kıymetine bâliğ

olacak kadar alacaklardır. Zahîre.

Zahîre´de şu hüküm de yer almaktadır. Eğer hâkime meseleyi götürmemişlerse acaba nafakadan

imtina edenin payına düşeni alacaklar mıdır? Acaba imtina eden payına düşen parayı vermeden,

onu içmekten men edebilecekler midir? Bazı âlimler «evet», bazıları da «hayır» demişlerdir.

Uyunu´l-Mesâil adlı kitabta zikrediliyor ki: «Birinci görüş Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf´un görüşüdür.

Fetvâ verilirken düşünülsün.» Özetle.

Bunun benzeri Tatarhâniye ve El-Bezzâziye´de de yer almaktadır. Bunun zahiri şudur: İki görüşün

hiç birisini diğerine tercih etmek söz konusu değildir. Onun için müftüyü muhayyer bırakmışlardır.

Fakat şarihin kelâmından Hidâye, Tebyîn ve başkalarından anlaşıldığına göre, eğer hâkimin emri

yoksa ücretin alınmaması görüşü tercih edilmiştir. Bunları söyledikten sonra bütün bunlar; «Ben

eşmem diye imtinâ eden cebredilemez» görüşüne binâendir. Onlar bu meseleleri bu görüş üzerine

dallandırmışlardır. Biz de daha önce cebrin sıhhatli oluşunu yani «icbâr edilecektir» görüşünün

sıhhatli olduğunu takdim etmiştik. Düşün.

«Tâ yukarısından hepsine ücret düşer ilh...» kavline gelince; bunun, açıklaması şudur: Eğer

nehirde ortak olanlar on kişi ise, o on kişinin herbirisine ücret düşer. On kişiden birisinin arazisini

geçtikten sonraki kısımda dokuz kişiye ücret düşer. Çünkü arazisi geçilen artık arazisinden

sonrasından yararlanmaz. Ve böylece gider. Kim ki en sonunda ise, en fazla ücret yükü ona

yükletilir. Çünkü o ancak nehrin kazılması onun arazisine yetişince faydalanacaktır. En büyük ücret

ona düşer. İkinci plânda ondan öncekine, üçüncü planda ondan öncekine ve tâ birincisine

gelinceye kadar böylece ücret hafifleşir.

«İmâmeyn, başından sonuna kadar hisseler nispetinde onlara ücret düşer ilh...» dedi. Fetvâ,

El-Kifâye ve başkası, El-Hâniye´den ve Kuhistânî de Tetimme´den naklettiklerine göre İmamın

görüşüne binâendir.

«Hisseler ile ilh...» Hisselerden maksat, sudan istifade ve arazi hissesidir. Hidâye.

UYARILAR :

1- El-Kuhistâni dedi ki: «Eğer nehrin ağzı kişinin arazisinin tam ortasında ise, kişi nehir bütün

arazisini aşmadıktan sonra nehrin harcamasına ortak olmaktan kurtulamaz. Tabii bu özel olan

nehirdedir. Nehir genel ise, köylerine ait nehrin ağzına yetiştikleri zaman sakinler ancak giderden

kurtulurlar.»

2- El-Bezzâziye´de denildi ki: «Çıkmaz bir sokakta özel olan bir yola gelince, onun ıslâhına ihtiyaç

olduğu takdirde, onun ıslâhı sokağın başlangıcından itibaren oturanların üzerinedir. Burada icmâ

vardır. Onlar bir kişinin önü geçildikten sonra bazı fetvâlara göre bu durum da tam nehir hakkındaki

hilâfın durumu gibidir. bazıları da icmâen kaldırılacaktır dediler.»

El-Hayriye´de şu fazlalık da vardır: «Eğer o sokakta oturanların bazıları masrafa katılmaktan

kaçınırsa bir görüşe göre cebredilir. Başka bir görüşe göre ise cebredilmezler.

Hassâf zikretti ki, hâkim isteyenlere şunu emredecektir: Onlar masrafa katılmaktan kaçınan kişiyi, o

yoldan payına düşen masrafı verinceye kadar yararlandırmayacaklardır.»


3- Dimaşk (Şam) şehrinde olduğu gibi artık pis suların (kanalizasyonların), dışa çıkan evlerin ve

sokakların keneflerinin aktığı sakatat, yani süprüntülerin ve kirlerin aktığı nehirlere gelince, böyle

bir nehrin açılmaya, eşilmeye ihtiyacı olduğu zaman acaba şirb nehrinin tam aksi midir? Yani onlar

eşmeye en yukarı noktadan tutup bir kişinin evine vardıklarında o kişi en yukarı noktadan mı

katılır? Nitekim El-Hâmidiye ve başkası bu şekilde fetvâ vermişlerdir. Çünkü herkesin kirlerinin

evinden çıkıp da nehrin sonuna kadar akıtılmasına ihtiyacı vardır. Ama evinden önceki evlerin

kanalında herhangi bir ihtiyacı yoktur. Binâenaleyh kim ki en yüksek, en yukarı noktada ise, daha

fazla o masrafı çekecek. Çünkü onun bütün nehre ihtiyacı vardır. Sonra ondan sonrası... Ve böylece

nehrin sonuna kadar kim en ileri noktada ise, o ileride olduğu nispette masrafın fazlasını

çekecektir. Sonunda olan kişi, onların hepsinden daha az masrafı yüklenecektir. Burada durum

tıpkı içme nehrinin aksinedir.

İki nehrin arasındaki farkın hülâsası şudur: İçme nehrinin sahibi arazisinden önceki kısmın

eşilmesine muhtaçtır. Tâ ki su arazisine gelsin. Ama pisliklerin aktığı nehre muhtaç olanlar, ancak

arazilerinin sonraki kısımlarının temizliğine ihtiyaçları vardır.

«Şefe ehlinin üzerinde nehri eşmek külfeti yoktur ilh...» Çünkü külfet, mâlik olana gerekir. İbâha

yoluyla o nehirden içme yetkisine sahip olana gerekmez. Bezzâziye.

Bir de ibâha yoluyla o nehirden içenler sayısızdır. Çünkü bütün dünya ehli bu yetkiye sahiptir. İtkânî

ve başkaları.

BİR UYARI

Dimaşk (Şam)´ın meskûn arazilerini ve hanelerinin çoğunu sulayan nehirlere gelince, eskiden beri

adet şudur: Arazi sahipleri o nehirleri tek başlarına eşerler, kanallarını temizlerler. Ev sahipleri bu

işleme katılmazlar. Halbuki her ev için o nehirlerden belli bir hak vardır. Evler satıldığında o

nehirdeki hak da onunla beraber satılır, satın alınır. Binâenaleyh bu bir içme hakkıdır ve onların

mülküdür. Mubah olmak suretiyle şefe hakkı değildir. Bunun muktezası şudur ki, onlar da arazi

sahipleriyle beraber bu nehirlerin açılmasında ortaktırlar. Nitekim daha önceki hükümden de bu

anlaşılmaktadır.

«İstihsanen arzın gayrisinde şirb davası sıhhatli olur» ibaresine geilncce; istihsânın vechi, nedeni

şudur: Bu içme, herkes tarafından istenen bir şeydir ve kendisinden yararlanılır. Onu arazisiz

olarak miras yoluyla, vasiyet yoluyla insan mülk etmek imkânına sahiptir. Nitekim bu hüküm daha

ileride gelecektir. Bazen içinde su olan yer, tek başına satılır, böylece sadece içme hakkının sahibi

olarak kalır. Fakat kıyasa göre böyle bir davanın sıhhatli olmaması gerekiyor. Çünkü bu ilâm kabul

etmeyecek şekilde meçhuldür.


neslinur
Fri 29 January 2010, 10:27 pm GMT +0200
METİN

Bir kişinin arazisi, başka bir kişinin de o araziden geçen nehri vardır. Arazi sahibi o nehri

arazisinden akıtmamak istiyorsa bu yetkiye sahip değildir. Onun hali üzerinde bırakacaktır.

Eğer nehir sahibinin elinde değilse ve arazide de nehir cereyan etmiyorsa, o zaman nehrin

kendisine ait olduğuna dair beyân kendisine düşer. Bu nehrin kendisinin olduğunu ve ondan

arazisini sulamak için vaktiyle su getirdiğini beyân edecektir. Bu noktaya binâen, bir nehre dökülen

başka birisinin damına, olduğuna veya yoluna dökülüyor ve bütün bunlar başkasının evinden

geçiyorsa; buradaki ihtilâfın hükmü, tıpkı şirb meselesindeki ihtilâf gibidir. Zeylaî.

Bir kavmin arasında müşterek bir nehirde sulama hususunda anlaşmazlık çıkarsa; bu nehir

arazileri miktarınca onların arasında müşterektir. Çünkü maksat arazileri sulamaktır. Ama yoldaki

ihtilâfları tam bunun tersinedir. Çünkü onlar yolun mülkiyetinde eşittirler. Evleri ister dar, isterse

geniş olsun, ona bakılmaz. Çünkü maksat yoldan gelip geçmektir.

Nehirde ortak olanların hiçbirisinin ondan bir kanal açıp götürmek veya onun üzerinde bir değirmen

kurmak yetkisi yoktur. Ancak herhangi bir suya, herhangi bir nehre zararı yoksa kendi mülkünde bir

değirmen kurabilir. Vikâye.

Su döndüren dolap gibi bir dolabı, taştan yapılmış bir köprüyü de o suyun üzerine kuramaz. Nehrin

ağzını genişletmek veya daha önce deliklere göre su verildiği halde suyu günlere taksim etmek

yetkileri de yoktur. Çünkü kadîm kıdemi (eski eskiliği) üzerinde bırakılır. Çünkü hak orada zuhur

etmiş oluyor. Veya payının yani o sudaki payının o sudan sulanmaya başka bir arazisine götürmek

yetkisi de yoktur. Bütün bunları onların rızasını almaksızın yapmaya kalkarsa yapamaz. Onlar izin

verdikten sonra bunu bozabilirler. Onlardan sonra varisleri de bozabilir. Suyun başında olanlar için

suyu diğerlerinin rızası olmaksızın kapatmaya yetkileri yoktur. Velev ki onun arazisini


kapatmaksızın sulamıyorsa dahi. Mültekâ.

İZAH

«Eğer nehir öbürüsünün elinde değilse ilh...» El-Kifâye´de denildi ki: «Nehrin onun elinde olmasının

alâmeti nehri eşmesi, kenarlarına ağaçlar dikmesi ve sair tasarrufatıdır.»

«Ve nehir şu anda orada akmıyorsa ilh...» Yani husumet anında, mücadele anında nehir akmıyorsa

demektir. (Daha önce de aktığı bilinmiyorsa o zaman açıklamak, delil getirmek mecburiyeti vardır.)

Eğer şu anda nehir akıyorsa veya daha önce aktığı biliniyorsa, o nehrin nehir sahibine olduğu

yolunda hüküm verilir. Ancak arazi sahibi bunu mülk edindiğine dair delil getirirse ona hak verilir.

Nitekim bu durum Et-Tatarhâniye´de böyle yer almıştır.

«Beyân ona düşer ilh...» Yani bir delil ile veya şahitlerle nehrin kendisine ait olduğunu ortaya

koyacaktır.

«Bu nehrin kendisinin olduğuna delil getirecektir ilh...» Yani mülkiyetini iddia ediyorsa delil

getirecektir. İnâye.

«Mecrasının kendisine ait olduğunu ileri sürerse ilh...» Yani suyun akmasında hakkı olduğunu ileri

sürüyorsa, demektir. İnâye.

Binâenaleyh konu değişiktir. Bu bakımdan Müellifin ibaresinde «vav» yerine «ev» kelimesini

getirmek yerinde olurdu. Nitekim El-Hidâye ve El-Multekâ´da «vav» yerine «ev» vardır. Mastar-ı

mimî´deki yani «mecrâ» kelimesindeki zamir suya veya nehre girer. Fakat bildin ki nehirden maksat,

onun rakabesi yani mülkiyetidir. Onun rakabesi de yatağıdır. Buna binâen zamirde istihdam vardır.

Yani zamir nehre raci olduğu zaman, nehirden başka mana anlaşılır, diğer zamanda da başka.

Bütün bunlara binâen müellifin daha sonra; «fî hâze´n-nehr» (bu nehirde) ibaresi sahîhtir, ama «fî

hâzihi´l-ard» (bu arazide) ibaresi olsa, daha doğru olurdu» diyene bu ters düşmektedir. Böyle diyeni

böyle demeye sürükleyen şu olsa gerek: Bazı şârihler «mecra» kelimesini «icrâ yeri» ile tefsir

etmişlerdir. Düşün.

«Buna binâen bir nehre dökülenin ihtilâf hükmü de bunun gibidir, ilh...» sözüne gelince, bu sözdeki

«El-Mesab» kelimesi «sularda arta kalanların toplandığı yer» anlamındadır. Kifâye.

«Oradaki ihtilâf hükmü tıpkı şirbde olduğu gibidir ilh...» Yani husûmet anında kişinin elinde değilse,

su akmıyorsa, kişi oradan gidip gelmiyorsa, ondan önce de bu bilinmemekteyse; bu takdirde artık

suların aktığı yer, oluk, yolun mülkiyetine veya daha önce burada suyunu akıttığına, gidip geldiğine

dair delil getirmek mecburiyetindedir. Fakat Ez-Zahîre´de Ebu´l-Leys´den gelen rivâyete göre, eğer

kişinin damındaki sular başka birisinin damına akıyorsa ve birinci kişinin orada eski bir oluğu yani

su akıttığı deresi var ise, ikinci evin sahibi onu men edemez. Bu istihsandır, âdet böyle cereyan

etmiştir. Bizim arkadaşlarımıza gelince, onlar kıyasa yapışmışlardır ve o, suyunu bu şekilde akıtma

yetkisine sahip değildir. Ancak orada su akıtma hakkına sahip olduğuna dair bir delil getirirse olur.

Fetvâ Ebu´l-Leys´in zikrettiğine binâendir.»

El-Bezzâziye´de şu hüküm yer almaktadır: «Biz de Ebu´l-Leys´in bu fetvâsını alırız.»

Ebu´l-Leys´in bu görüşü, «Eski eskiliği üzerinde bırakılır.» şeklindeki kaideye uygundur. Düşün.

«Bir kavmin arasında müşterek nehir varsa ve aralarında su alma hususunda anlaşmazlık çıkarsa

ilh...» Yani daha önceki zamanda nasıl sulama yaptıklarının keyfiyeti de bilinmemekte ise...

Bezzâziye.

«Çünkü maksat odur. ilh...» Yani sulamadan maksat, suyun akmasından yararlanmaktadır.

Binaenaleyh ne kadarıyla yararlanıyorsa o şekilde takdir edilir. Hidâye.

«Çünkü maksat gidip gelmektir ilh...» İbaresine gelince. yani bu, geniş evde de dar evde de aynı

şekilde kastedilmektedir. Hidâye.

Hulâsa şudur : Su, başlara göre taksim edilir, Sâlhânî.

El-Multekat´da evin sahasındaki ihtilâf da bunun bir benzeridir. Nitekim El-Kadâ´ Kitabı´nın değişik

meselelerinde de bu zikredilmiştir.

«Hiç birisi o müşterek nehirden bir nehir açamaz ilh...» ibaresine gelince," çünkü böyle bir açışta

nehrin kıyısının kırılması ve müşterek bir yerin meşguliyeti oraya çıkar.

«Nehirde ortak olanlardan hiç bir kimse oradan kanal açamaz ilh...» Bundan anlaşıldığına göre

mülk nehir, büyük nehirlerin tam aksidir. Mülk nehirde bu hakkı vardır. Nitekim bölümün başında

geçti.


«Ancak müşterek nehrin üzerindeki mülkünde, nehre veya herhangi bir suya zarar vermeyen bir

değirmen kurulabilir ilh...» ibaresine gelince, onun sureti şöyledir; nehrin iki tarafı ile iç kısmı

kendisinin mülkü olacaktır. Başkasının da bu mülkte suyu akıtma hakkı bulunacaktır. İtkâni.

«Herhangi bir nehre veya herhangi bir suya zarar vermez ilh...» Yani nehir üzerindeki değirmen

zarar vermediği halde kurulabilir, demektir. El-Kâfi, ibaresinde, «vav» yerine «ev» kelimesini

kullanmıştır. Ed-Dürrü´l-Müntekâ´da denildi ki: «Buna binaen «vav» burada «El-Vikâye adlı esere

uyularak kullanılmıştır. El-Hidâye adlı eserde «vav», «ev» manasını ifade eder. Ta ki El-Kâfi´ye

uygun gelsin. Bunu El-Bâkânî söyledi.»

«Nehre zarar verme»nin manası açıkladığımız gibi bir tarafını kırmaktır. «Suya zarar vermen»nin

manası ise; suyun, üzerinde cari olmakta olduğu tarzını bozmaktır. Hidâye.

Yani su kişinin arazisindeki değirmene ulaşsın sonra altından nehre akıp gitsin diye kıvrımlaştırılır,

dolaştırılır. Bu taktirde diğerlerinin haklarının arazılerine varması gecikir ve azalır. İtkânî.

«Onların rızası olmaksızın su dolabı ve su ile çevrilen dolap veya köprü veya taştan yapılmış bir

köprüyü su üzerine kuramaz ilh...» ibaresine gelince, El-Muğrib adlı kitapta «Ed-Dâliye, pirinç

dövmekte kullanılan tokmak gibi başına büyük bir kepçe geçirilen ve onunla su alınan dolaptır.

En-Nâûra, su tarafından çevrilen dolaptır. El-Cisr, üzerinden yürünerek su geçilen şeydir. O ister

duvar şeklinde yapılmış olsun, ister yapılmasın. El-Kantara ise su üzerinden geçmek için inşa

edilen taş köprü demektir. Cisr, Kantara´dan daha geneldir. Çünkü cisr taştan da olur, başka

şeylerden de. Kantara ancak taştan yapılmış köprüye denir.»

Fakat El-İnâye´de, «Cisr, suyun üzerine konur ve kaldırılır, ağaç ve tahtalardan yapılan köprüdür.

Kantara, taştan ve kireçten konup da kaldırılmayan köprüdür» denilmektedir.

«Veya nehrin ağzını genişletme yetkisi de yoktur ilh...» Çünkü bu nehrin kıyısını kırmakla oluşur.

Hakkında fazla suyu böylece almış oluyor. Hidâye.

«Çünkü kadim yani eski eskiliği üzerinde bırakılır, ilh...» ibaresine gelince, El-Hidâye ve başka

kitaplarda da böyle zikredilmiştir. El-Kuhistânî dedi ki: «Bu ibarede şu işler vardır: Eğer bir kişinin

bir köyde değişik zamanlarda su almak hakkı varsa, onları aynı zamanda birlikte alması, ancak

diğerlerinin rızasıyla olur, değilse olmaz. Nitekim El-Cevâhîr´de de bu böyle yer almıştır. Fakat

Et-Tetimme adlı kitapta bunun caiz olduğu yazılmıştır.»

«Onların rızası olmasa o sudaki payını başka bir arazisine de getiremez ilh...» ibaresine gelince

çünkü ahid eskiye doğru uzanırsa onunla o nesne üzerinde hakkı olduğuna istidlâl edilir. Hidâye.

Yani bütün arazilerin sulandırılma yetkisi istikametinde, onun lehinde hüküm verilmesi gerekir.

Çünkü o bilinmediği takdirde su arazilerin miktarına göre taksim edilir. İtkânî.

Suyu birinci arazisinden sonuncusuna kadar götürmek maksadıyla sevk etme iradesinde

bulunduğu zaman da hüküm böyledir. Çünkü o hakkından fazlasını almış oluyor. Zira birinci arazi,

ikinci arazi sulanmazdan önce suyun bir kısmını çeker. Hidâye.

Hâherzâde zikretti ki: «Birinci arazisini su ile doldurdu ve oraya akan nehrin ağzını kapattı. Bu

doldurduğu su ile diğer arazisini sulayabilir. Çünkü böyle olduğu takdirde o hakkından fazla su

almış sayılmaz. Eğer su ağzını kapatmazsa ikinci arazisini birinci arazide biriken su ile sulayamaz.

Kifâye.»

«Onlar bunu nakzedebilirler ilh...» Çünkü bu, sulama hakkının âriyet olarak verilmesi demektir. Şirb

(sulama) hakkının şirb ile mübadelesi ile bâtıldır. Hidâye.

«En yüksekte oturanların diğer ortakların rızası olmaksızın nehri kapatıp suyu biriktirme yetkileri

yoktur ilh...» Çünkü diğerlerinin hakkını iptal etmiş olurlar. Eğer en yüksekte oturanın nehri

kapatması hususunda rıza gösterirlerse, o da hissesini sularsa veya, herkes sırasında suyu

kapatabilir, diye anlaşırlarsa caizdir. Çünkü hak onlarındır. Ancak bir levha ile suyu kapatma imkânı

olduğu zaman, nehrin dolmasına sebep olacak çamur ve başka nesnelerle kapatmaya yetkileri

yoktur. Çünkü bu, hepsine zarar vermektir. Bir de kapatmaktan meydana gelenin onlardan men

edilmesi demektir. Ama buna rıza gösterirlerse bunu da yapabilirler. Eğer onlardan birisine:

«sulama ancak kapatmakla olabilir» ise ve bu hususta hiç bir şeklide anlaşamazlarsa o en alttakiler

sulamaya başlar, onlar sularını tam aldıktan sonra daha üsttekilerin suyu kapatma yetkisi olur. İşte

İbn-i Mesud´un şu sözünün manası budur: «Nehrin en altında oturanlar tam manasıyla sulama

yapıncaya kadar en üst noktada oturanların âmirleridir.» Çünkü en altta olanlar en üstte olanları

nehri kapatmaktan men edebilirler. En üstte olanlar da uymak mecburiyetindedirler. Kime itaat

etmen gerekiyorsa, o senin âmirindir. İnâye ve Hidâye.


Ed-Durru´l-Muntekâ´da Şeyhülislâm dedi ki: «Bazı meşâyih İmamın (devlet başkanının) günlerle

taksimini güzel görmüşlerdir».

Yani onlar anlaşmaz ve suyu kapatmaksızın eğer yararlanamıyorlarsa, İmam onlar arasında suyu

günlerle taksim eder. Herkes kendi nöbetinde suyu kapatır ve istifade eder.

Ben derim kî: Fakat bu hüküm El-Multekâ ve El-Hidâye gibi metinlerde yer alan ifadelerin

hilâfınadır. Buna dikkatini çekiyorum, uyan.

Şu mesele kaldı: Dimeşk´in Burdî nehrinden ayrılan ırmaklarda olduğu gibi, eğer eskiden beri âdet

böyle cari olmuş ise ve bazı senelerde su azalır ve en altta olanlar, en üstte olanların nehri

kapatmalarından dolayı zarara uğrayacak olurlarsa; acaba «kadîm, kadîmliği üzerinde kalır»

diyebilir miyiz? El-İsmailiye´de ve ona tabi olarak El-Hâmidiye´de şu cevap verildi: «Böyle yapmak

şer´an memnudur. Çünkü müşterek bir malda ortakların rızası olmaksızın tasarruf olur. Daha önce

geçenlerin rızası daha sonra gelenleri bağlamaz. Binaenaleyh en alttan başlanılır, sonra üste doğru

geçilir.» Özetle.

Böylece El-Hayriye´de Burdî Nehri´nin bu özelliği sorulmuş, müellif: «Bu yasaktır» cevabını

vermiştir.

Müellifin bu hükmünün metinlerdekine binâen olduğu açıktır. Senin de malumundur ki meşayihin

güzel gördüğü «günlere taksim edilme»de genel zararın kaldırılması bahis konusudur, mücadele ve

husumetin önlenmesi göz önünde bulundurulmuştur. Çünkü şüphe yoktur ki herkesin bu suda bir

hakkı vardır. Suyun az olduğu devirlerde en alttakilere bunu tahsis etmek, en üsttekilerin zararına

olur. En üsttekilerine tahsis etmek de böyledir. Yine biliyoruz ki, su hepsi arasında müşterektir.

Bunun için onlar, yani meşayih, zikredileni güzel görmüşler ve buna razı olmuşlardır.

Sonra ben El-Hâkimuşşehid´in Kâfî´sinde buna delil teşkil eden bir ibare gördüm. Bu ibarede denilir

ki: «Eğer onlardan en üstte oturanlar, nehri kapatmadan arazilerini sulayamıyorlarsa onların altta

kalanlara nehri kapatmaya yetkileri yoktur. Ancak hisselerine düşen ile sulandırılırlar.»

«Onu ancak hisseleriyle sulandırılırlar» ibaresi bazı meşayihin istihsan ettikleri, güzel gördükleri

hükme işaret eder. Çünkü «hiç bir zaman sulamayacaklardır» denilmedi. Allah daha iyisini bilir.

METİN

Ortaklardan birisi müşterek bir yolda başka bir eve giden bir kapı yolu açmak istiyor. Ve o evin

sakinleri şu yola kapısı açılan yolun sakinlerinden başkaları ise men edilir. Fakat iki evin sakinleri

bir iseler o zaman ikinci kapının açılmasına mani olunamaz. Çünkü girip çıkanlar artmamıştır.

Sulama miras alınır. Onunla menfaatlenmek de vasiyet edilebilir. Onun satılmasını vasiyet etmek

ise bâtıldır. Sulama satılmaz, hibe edilmez ücret mukabili ve sadaka da verilmez. Çünkü zâhir

rivayete göre mutekavvim (değeri olan) bir mal değildir. Daha ileride geleceği gibi fetvâ da bu

şekildedir.

İZAH

«Müşterek yol gibi ilh...» Burada benzetmenin nedeni şudur: Kişi o nehirde sulama hakkına sahip

olmayan bir kimseyi sulamakla, su alma miktarını artırıyor. Buraya da yoldan geçme hakkına sahip

olmayan kimseleri yoldan geçenlere ekliyor. Kifâye.

Zahire göre meselenin şekli şudur: Kişinin iki evi vardır. Onlardan birisinin kapısı özel bir yola

açılıyor. Kendisi de orada oturuyor. İkinci evin kapısı başka bir yola açılıyor. Onun arkası ise özel

yoldadır. Orada da başkasını ya ücretle veya âriyet yoluyla oturtmaktadır. İşte bu kişi birinci evin

yoluna ikinci evin kapısını açamaz. Çünkü o yoldaki hak sahiplerinin rızasını almaksızın o özel

yolda gelip geçme hakkına sahip olmayan bir kimseyi ortak etmiş oluyor.

«Çünkü geçenlerin adedi artmaz ilh...» ibaresine gelince; kişinin o yoldan geçme hakkı vardır ve

katıksız kendi mülkü olan bir yerde tasarruf etmektedir. O da yükseltilmiş duvarıdır. Zeylânî.

Zeylaî´de şu da var: Aradan geçen zaman uzayıp o yolda hakkı olmayan evi satabilir. Evi satın alan

da : «Benim buradan geçiş hakkım vardır» diye iddia edebilir ve daha önceki fiili de kendisine delil

getirebilir. T.

Bu durum hakkında ben derim ki: Nuru´l-Ay´ın otuz beşinci faslında bu meseledeki ihtilâf zikredildi.

Müellif dedi ki «Kişinin çıkmaz bir sokağa açılan bir evi vardır. Ve bunun yanında arkası bu sokakta

bulunan bir ev satın aldı. «Bu takdirde, kişi bu sokağa evinin arkasından bir kapı açabilir.»

denilmiştir. Bazıları da «açamaz» dediler. «Eğer kişi bu satın aldığı evinden eski evine bir kapı

açarsa ve o kapıdan ilk evine girilip oradan sokağa çıkılırsa, kendisi bu evde oturdukça böyle bir


hakka sahiptir. Fakat bu ev bir kişinin, öbürü de başka bir kişinin olduğu zaman bu evin sahibi söz

konusu sokaktan gelip geçemez.» Aradaki farkın açıklanması. Câmiu´l-Fusûleyn´dedir. Oraya

müracaat et.

B İ R E K

Kişinin nehrin dibinde bir su yolu vardır. Onu kapatıp başka birini suyun üst tarafından açmak

istediği zaman bu yetkiye sahip değildir. Ancak çıkmaz sokağın en yükseğinde kapısını yapmak

istemesi bunun tam hilâfınadır. Eğer daha çok su alsın diye o yolu, yerinden daha aşağıya indirmek

istiyorsa, El-Halvânî der ki: «Eğer bu yol daha önce öyle idi, sonra yükseltildi diye biliniyorsa bunu

yapabilir.» Es-Serahsî de: «Mutlaka bunu yapabilir. Kendisinden su azalsın diye yolu yukarıya

kaldırmak isteğinde de bu hilâf bu şekildedir» dedi. Tatarhâniye´den özetle.

«Sulama miras bırakılır. ilh...» Çünkü miras yolu ile mülk, kasten değil, hükmen vaki oluyor. Bir şey

kasten sabit olmuyorsa da hükmen sabit olabilir. İçki gibi. Hükmen miras yoluyla mülk olunur.

Fakat kasten mülkün diğer sebeplerine başvurarak mülk olmaz. Nerede irsiyet (miras almak),

cereyan ederse, orada vasiyet de cereyan eder. Çünkü vasiyet irsin kardeşidir. Hibe ve

benzerlerinde ise akit kasten onun üzerine varid olduğu için sulamada bunlar olmaz. İtkânî´den

özetle.

«Sulamadan rnenfaatlenmeyi vasiyet edebilir ilh...» Ve bu vasiyet, malın üçte birisinden itibar edilir.

Bazıları dedi ki: «O memleketin ehlinden olan kıymet takdir edenlerden sorulur: Eğer âlimler onu

münferiden satmasının caiz olduğunda ittifak etmeseler, acaba kaça satılır? Eğer onlar: «Yüze

satılır» deseler bu yüz, malın üçte birinden itibar edilir. Tıpkı müdebber bir köleyi telef etmekte

olduğu gibi. Alimlerin ekserisi şu kanaattedir ki, şu sulama hakkına suya en yakın arazilerden bir

miktar eklenir ve: Bu arazi bu haliyle sulu olduğu ve susuz olduğu zaman kaça satılır? ona bakılır.

Tatarhâniye.

Yani bu iki takdirin arasındaki fazlalık sulamanıa kıymeti olur, vasiyet onun üçte birinde kabul edilir.

«Sulama hakkını satmayı vasiyet etmek bâtıldır ilh...» sözüne gelince, daha sonra gelen «onu

vasiyet edemez» ibaresi buna gerek bırakmaz. T.

Yine T. de Hindiye´den nakledilerek denildi: «Kişi arazisiz olarak sulamanın üçte birini Allah

yolunda, hac yolunda veya bir köleyi azad etmede sarf edilsin diye vasiyet etse, doğrudan onun

satışını vasiyet etmek oluyor. Zira Allah yolu, hac, bir kölenin azadı ancak onun bedeli ile mümkün

olur.» Hindiye.

«Sulama satılmaz ilh...» Zâhir rivâyette bir gün veya daha fazla zamanın sulama hakkı satılmaz.

Satıldığı takdirde fâsittir. İmam Muhammed bunu açıkça belirtmiştir. Nedeni de meçhul

olduğundandır. Yoksa mülk olmadığından değildir. Aksi takdirde alış-veriş bâtıl olur. Halbuki

sulamanın yerle beraber sahîha göre satılması caizdir. Dürrü Muntekâ. Yani yere tabi olarak satılır.

Nitekim El-Bezzâziye´de denildi ki: «Eğer kişi ´şu araziyi sana sattım ve o yerin sulamasını da sana

sattım´ dese bir görüşe göre şirb (sulama hakkı)nın alış-verişi caiz olmaz. Çünkü sulamanın

satılması kastedilmiş oluyor. Diğer bir görüşe göre câizdir. Çünkü kişi sulamanın herhangi bir

fiyatını zikretmediği için sulama, yerin tebaiyetinden çıkmamış oluyor. Ancak kişi sulamanın fiyatını

söylese, ittifakla caiz olmaz. Çünkü o her yönden asıl olmuş oluyor. Eğer kişi bir araziyi başka bir

arazinin sulamasıyla beraber satarsa, İbn-i Selâm´dan gelen rivâyete göre caizdir. İcâra verirse caiz

değildir. Çünkü alış-verişte sulama kıymetlendirildiği noktadan bakılırsa başlı başına bir asıldır.

Aynısı bakımından bakılırsa yerin tabidir. İşte tabi olmak hasebiyle de yersiz satılmaz. Asıl olmak

hasebiyle de herhangi bir araziyle beraber satışı da caiz oluyor. İcare meselesinde ise her

bakımdan tabidir, onun için caiz olmaz.» Özetle.

Şurunbulâlî´nin sulama hakkında bir risalesi vardır. Orada sulamanın sıhhatli ve fasit şekillerini bir

cetvel halinde vermektedir. Oraya müracaat et!

Şurunbulâlî´de zikredildi ki: «Sahih şudur: Sulamada icâre caiz olmadığı gibi, satışı da câiz değildir.

Bu da bahsi geçen meseledeki icarenin durumu gibidir.»

«Nitekim gelecektir ilh...» ibaresine gelince, yakında gelecek ibare şudur: «Onu itlâf etmekle insan

zâmin olmaz.» Lakin onu itlâf etmekle zâmin olmamak onun kıymetlendirilen bir mal olmadığına

dairdir. Nitekim bu, El-Hidâye´de açıkça zikredilmiştir. Binaenaleyh fetvâ onun mütekavvim

olmadığı şeklinde verilmiş oluyor.

neslinur
Fri 29 January 2010, 10:28 pm GMT +0200
METİN


Sulamayı satmayı, icara ve sadaka olarak vermeyi vasiyet edemez. Sulama hul bedeli, amcanın kan

bedeline karşılık sulh bedeli, nikâh mehri olamaz. Bu akitler sahih olsa bile böyledir. Çünkü bu

akitler fasit şart ile bâtıl olmaz. Zira sulama herhangi bir sebeple mülk alınmaz. Öyle ki borçlu

olduğu halde ölürse; sulama hakkı arazi olmadan satılamaz.

Eğer hiç arazisi yok ise, denildiğine göre her nöbetteki su hakkı, bir havuzda toplanıp satılır ve bu,

borcu ödeninceye kadar sürdürülür.

Bir diğer görüşe göre ise, İmam sulama hakkı olmayan bir araziye bakar, o araziyi sulama hakkına

katarak sahibinin rızasıyla satar. Böylelikle arazinin sulama hakkı ile birlikte kıymetine ve bu hakkı

olmaksızın kıymetine bakar. Her iki kıymet arasındaki farkı ölenin borcuna karşılık olarak öder.

Bunun geri kalan kısmı Zeylaî´dedir.

Arazisini su ile dolduran, arazisinden komşusunun arazisine su sızar ve onu kapsarsa zâmin

olmaz. Çünkü kastı olmaksızın buna yol açmıştır. Bu kişi arazisini âdet yönünden tahammül

edeceği bir tarzda suldadırırsa böyledir. Aksi takdirde zâmin olur. Fetvâ da buna göredir.

Ez-Zahîre´de bu konuda hüküm şöyledir: Kişi sulama sırasında ve hakkı kadar arazisini sularsa

böyledir. Arazisinin nöbeti olmayan bir zamanda sular ve hakkından fazla su verirse İsmail

Ez-Zâhid´in söylediğine binaen zâmin olur. Kuhistânî.

Arazisini veya ziraatini başkasının suyundan onun iznini almaksızın sulayan bir kimse, Asl´ın

rivayetine göre zâmin olmaz. Fetvâ da bunun üzerinedir. Vehbâniye Şerhi.

İbn-i Kemal´in El-Hulâsa´dan nakli de böyledir. Çünkü daha önce suyun mütekavvim olmadığı geçti.

Buna rağmen eğer bu sulandırdığı yerin mahsulünü sadaka verirse daha güzeldir. Çünkü haram su

onun içerisinde kalmıştır. Gasbedilen hayvan yemini hayvanına yedirirse hüküm bunun hilâfınadır.

Çünkü onunla semizlendiği zaman o gıda maddesi değişir, başka bir şey olur. Kuhistânî.

Eğer izinsiz sulama bir kaç defa tekerrür ederse tazminat yok, fakat İmam uygun görürse onu

vurmak veya hapsetmek suretiyle edeplendirir. Tatarhâniye.

Bu hükmün tamamı El-Vehbâniye´nin Şerhi´ndedir. Dedi ki: «Belh şehrinin bazı âlimleri sulama

hakkının satılmasını caiz görmüşlerdir. Çünkü Belh Ehli böyle teâmul edegelmişlerdir. Kıyas ise

teâmül dolayısıyla terk edilir.»

Fakat onun bu görüşü o, teâmülün bir tek memleketin teâmülü olmak yönünden tenkit edilmiştir.

En-Nâsihî: «Böyle bir durumda zâmin olur» şeklinde fetvâ vermiştir. Bunu Cevâhiru´l-Fetvâ´da

zikretti, ve dedi ki: «Onun satışının sıhhatli oluşuna dair hüküm geçerlidir.» Hıfzedilsin.

Ben derim ki: El-Hidâye ve şerhlerinde Fâsid Bey´ bölümünde. «Kişi itlâf etmekle zâmin olur. Eğer

kendisine ait olan arazisini başkasının suyu ile sularsa, ona tazminat öder» denilmektedir.

En-Nikâye de aynı bölümde bunu kesin olarak belirtmiştir. Anla.

Ben derim ki: Daha önce fetvânın neyin üzerinde olduğu bundan önce geçti. Binaenaleyh uyan.

El-Vehbâniye´de şu beyitler yer almaktadır:

Başkasının suyu ile sulayan zâmin olmaz. Bazı kimseler «zâmin olur» demişlerse de bu zâmin

olmaz hükmü daha açıktır.

«Fakihler nehrin taraflarında bulunan toprağı nehir sahibinden izinsiz alınmasını caiz

görmemişlerdir.»

«Eğer bir nehri eşerler, onun toprağını atarlarsa, eğer nehrin hariminde ise o toprağı oradan

nakletmekle zâmin olunmayacaktır.»

İZAH

«Su, hul´ bedeli olmaz ilh...» Bundan maksat herhangi kaba, özel bir yere boşaltılmış sudur.

Binaenaleyh hanımıyla hul´ yapan bir kişinin sulamada herhangi bir payı olamaz. Kadının daha

önce ondan aldığı mehri geri vermesi gerekir. Çünkü kadın «sana hul´ bedeli olarak sulamayı

veriyorum» demek suretiyle onu kandırmıştır. Nitekim kadın, kocası ile evinde bulunan emtia

üzerinde hul´ yaparsa. evinde de hiçbir şey bulunmazsa daha önce almış olduğu mehri geri

verecektir. Kifâye.

«Sulama sulh bedeli de olmaz ilh...» Fakat kısas, sulh kabul edildiğinden dolayı düşer. Lâkin katilin

yani öldürenin diyeti ödemesi gerekir. Çünkü veli diyet hakkının karşılıksız düşmesine razı

göstermemiştir. İtkânî.

Eğer bu sulh kısastan ötürü değilse müddet davası üzerindedir. İnâye.


«Nikâh mehri de olmaz ilh...» Bu takdirde kadına mehr-i misli verilir. İtkâni.

Ed-Dürrü´l-Muhtekâ´da şu hükümler eklenmiştir: «Borç verilmez, rehin verilmez, âriyet verilmez.»

«Çünkü bu akitler fâsid şartlar bâtıl olmaz ilh...» Yani bedelle olan bu akitlerde bedel kıymetli

olmayan bir malla yapılmaktadır. Yanı fâsit şart durumundadır. Oysa bu akitler fâsit olan şartlarla

bâtıl olamazlar.

«Çünkü sulama herhangi bir sebeple mülk edinilmez ilh...» ibaresi ikinci bir illet, veya şartı fâsit

oluşlarının anlamını açıklamadır.

«Denildi ki: Su her nöbette bir havuzda toplanır, satılır, ölünün borcu ondan ödenir ilh...» El-Hidâye

bunu tashih ederek şöyle dedi: «Eğer buna imkân olmazsa, ölünün terekesi namına susuz bir arazi

satın alınır, sonra su ile birlikte İmam onu satar. Onun parasından o susuz arazinin parası çıkartılır.

Fazla kalanda borcun edâsına sarf edilir.»

«Çünkü mütesebbip olduğu halde saldırgan değildir ilh...» Burada kişi kuyu kazan ve arazisine bir

taş koyan kişi gibidir. Böyle bir kuyuya düşen veya o taşa takılan ve telef olan bir nesneyi kişi

zâmin olmaz.

«Aksi takdirde zâmin olur ilh...» Tıpkı evinde, benzeri adeten evlerde yakılmayan bir ateş yakan ve

ateşten ötürü komşusunun evinin yanmasına sebep olan kişi gibidir. Eğer arazisinde delikler varsa

ve o deliklerden su akarak komşusunun arazisini basmışsa ve kendisi bundan haberdar ise yani

delik olduğunu biliyorsa, zâmin olur. Aksi takdirde zâmin olmaz. İtkânî.

«Ez-Zâhîre´de: Bu, nâbetinden hakının miktarı kadar suladığı zaman böyledir. ilh...» İşaret, yani bu

kelimeyi ifade eden ism-i işaret, zâmin olmamaya racidir. Nitekim Ez-Zahîre´de açıkça ifade

edilmiştir ki; mutad olarak sularsa zâmin olmaz.

«Fakat nöbetinin gayrisinde sularsa ilh...» İster mutad şekilde olsun ister olmasın, zâmin olur.

Nitekim işaret merciinden zikrettiğimiz de bunu ifade eder. T. dedi ki: «Fetvânın neye göre

verildiğinî bildin. Yani mutad olan da başkası da fetvâda nazarı itibara alınır.»

«Nitekim İsmail Ez-Zâhid´in dediği gibi ilh...» sözüne gelince, bu söz, buradaki hükmün daha önce

zikredilenden ayrıldığını, cumhurun birinci görüş üzere olduğunu ifade eder. T.

Bazı nüshalarda «Ez-Zâhid» kelimesi yerine «Ez-Zâhidî» şeklinde yani nispetle yer almaktadır.

Nitekim El-Kuhistânî´de böyledir. Fakat Ez-Zahîre ve başka kitaplarda gördüğüm, yay´ı nispetsiz

yani Ez-Zâhid şeklindedir.

«Çünkü suyun mütekavvim olmadığı daha önce geçti. İlh...»

Arazisini başkasının suyundan onun izni olmaksızın sulayan bir kimse zâmin olmaz. Ez-Zahire´de

denildi ki «Zâmin olmaması iki yönden ileri geliyor:

«A) Birincisi; O suyu şefe hakkından dolayı istihlâk edebilir. Kim ki bir şeyin istihlâkine herhangi bir

şeyde mâlik ise ve onu başka bir yönden istihlâk ederse zâmin olmaz. Dârulharbe giren bir kişinin

hayvan yemlerini istihlâk etmesi halinde zamin olmaması gibi. Çünkü o hayvanına onu vermek

suretiyle istihlâk hakkına sahiptir.

«B) İkincisi; Su kaplarla ihrâz edilmeden yani özelleştirilmezden önce hiç kimsenin mülkü değildir.

Binaenaleyh bu kişi başkasının mülkü olmayan bir şeyi itlâf etmiş demektir.»

«Eğer onun mahsulünü sadaka verirse güzeldir ilh...» Bu ibâre onun mahsulünü sadaka olarak

vermenin vâcip olmadığına işaret eder.

Ancak tenezzüh için yani şüpheli olduğundan uzaklaşmak için verilir.

El-Kuhistâni´de deniliyor ki: «Et-Tetimme adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: Su, onun sırası

olmadığı bir zamanda bir zâhidin bağına girmişti. O zâhid o bağın kesilmesini emretmiş. Bazıları

da; bağından ıslanmış toprağı attırmıştır; dediler. El-Fakîh dedi ki: «Ben bunu emretmiyorum. Eğer

mahsulünü sadaka verirse daha güzel ve daha efdaldir.»

«Çünkü haram olan su o mahsulde vardır ilh...» Bu ibâre sadaka verilmesinin vâcip olmasını

gerektirir. Bununla beraber bu, ancak müftâbihin karşılığı olan görüşte ortaya çıkar ki; o da kişi

bunu mülk edinir ve onun sahibine, eğer biliyorsa, tazminat öder.

«Fakat gasp edilen yem böyle değildir. Çünkü hayvan tavlandığı zaman o yem yok olur, başka bir

şey olur, ilh...» Yani kan olur, ters olur veya et veya başka şey olur. Hayvan sahibinden hayvanını

sadaka vermesi istenmez. T.

«Eğer bu yaptığı tekerrür ederse ilh...» Yani zaman zaman bunu işlerse İmâm onu tedib eder.


Şerhu´l-Vehbânîye´de El-Hâniye´den nakledilerek denildi ki: «Eğer zaman zaman bunu işlerse

edeplendirilir.» T.

«Bunun tamamı Şerhu´l-Vehbâniye´dedir ilh...» İbaresine gelince; bu şerh Allame İbn-i Şahne´ye

aittir. Bu âlim orada hülasası şu olan bir hükmü zikretti:

Tarsusî daha önce bahsedilen ta´lilden yani «su ihraz edilmezden önce mülk edinmez» ibaresinden

bunun mubah olduğunu anlamıştır. Fakat Nâzım bunu şerhinde: ´Böyle bir şey lâzım gelmez´ diye

reddetmiştir: Belki bu su mülk olmaz, fakat hak edilir. Çünkü El-Hâniye´de: «Kişinin izin

alınmaksızın başkasının suyunu kullanma yetkisî yoktur, velev ki buna muhtaç olsa dahi»

denilmektedir. El-Uyûn´da ise: «Bunu yapamaz, velev ki buna mecbur olsa dahi» denilmektedir.

Çünkü başkasının malını almaktaki ruhsat, nefsin helâk olmasından korkmaya bağlıdır. Oysa

burada nefsin helâkı söz konusu değildir. Eğer böyle bir şey yaparsa onun üzerinde tazminat

yoktur. Bununla beraber Tarsûsî dedi ki:

«El-Uyûn´un kelâmı, din bakımından bunun kullanılmasının câiz olmamasını gerektirir. Binaenaleyh

bunun izinsiz mübah olmadığına fetvâ vermek uygundur. Ama buna rağmen kişi işlerse hükmen

kişinin boynunda herhangi bir tazminat bahis konusu değildir.» Anla.

«Dedi ki: Belh meşayihinden bazıları, sulamanın satılması caizdir demişlerdir. ilh...» Yani

Vehbâniye´nin Şerhi´nde faslın başında böyle söylenmiştir. Anla.

«Onun satışının sıhhatli oluşuna dair hüküm infâz edilir ilh...» Çünkü hakkında içtihât edilen bir

fasla tesadüf eder. Lakin şu anda (İbn Abidin kendi zamanını kastetmektedir.) hakimin hükmü,

mezhebinin muhtemed görüşü değilse infâz edilmez.

«Anla» ibaresine gelince, umulur ki müellif bu ibare ile El-Hidâye üzerinde varid olan ihtirâza işaret

etmektedir. O ihtiraz da şudur: Onun «burada zâmin olmaz» sözü Fâsid Alış-veriş mevzuunda bir

rivâyete göre onun satışı caizdir ve bu da Belh Meşâyihi´nin tercihidir. Çünkü bu onun sudan

payıdır; bunun için onu itlâf etmekle zâmin olur ve onun verilen sermayeden de nasibi vardır,

ibaresiyle çatışmaktadır. Yani onun «Bunun için telefte zâmin olur» sözü fetvâ verilen noktanın tam

zıddıdır. Ta´lilin durumu olduğu gibi her ne kadar burada tazminatın üzerinde ittifak olduğu vehmini

verse de, bu fetvâ verilen noktanın karşısına binaendir.

«Ben Derim ki: «Fetvânın neyin üzerinde olduğu daha önce geçti ilh...»

ibaresine gelince; o da zâmin olmaz, çünkü sulama kıymetlendirilecek bir şey değildir.

Ez-Zahîrîye´de bu tashih edilmiştir.

«Uyan» sözüne gelince; yani En-Nâsihî´nin fetvâ verdiği nokta ile En-Nikâye´de olan ve

El-Hidâye´nin Bey´ konusunda olan muftâbihin hilâfıdır.

Şairin şiirinde: «Bir sulayan» ibaresi burada gereksizdir. T.

«Fakihler nehrin etrafındaki toprağın nehir sahibinin izni olmaksızın alınmasını caiz görmemişlerdir

ilh...» Yani eşmek suretiyle çıkarılan ve nehrin iki tarafına atılan toprak, bazı kimseler tarafından

denilmiştir ki: «Kim onu o kenarlara koymuşsa, eğer nehre de zararı yoksa o onları alabilir.»

Bazıları tarafından da denilmiştir ki: «Bu, nehir sahipleri arasında müşterek bir maldır.» Nazımda

zikredilen de budur.

Bazıları tarafından denilmiştir ki: «Eğer nehre zarar vermiyorsa kim alırsa ona mubahtır.» Çünkü

eşen bir kişi, o toprağı mülk edinmeyi kastetmemiştir. Binaenaleyh o toprak tıpkı nehrin güzel

akması için nehrin içindeki otları koparan bir kişinin o otlara karşı olan durumu gibidir. Herkes o

otları alıp götürebilir ve Şeyhu´l-İslâm bunu tasvip etmiştir. El-Kınye´de: «Bu cidden güzel bir

görüştür» denilmiştir.

Şairin; «İzin almaksızın ilh...» ibaresine gelince, daha önce bildin ki, şair o toprağın müşterek

olduğunu söyleyen görüşü esas almıştır. Binaenaleyh şair tarafından iznin şart koşulması buna

binaendir. Anla.

Şairin: «Eğer bir nehir eşerlerse ilh...» ibaresine gelince; bu şiirin ikinci parçası müellifindir. Bu

parça ile aslın nazmını bozmuştur. Çünkü bu iki meseleyi ihtivâ etmektedir. Birincisi: Bir kavmin

nehri vardır, başka bir kişinin arazisinde akar. O nehri eştiler. Toprağını nehrin kıyılarına attılar.

Eğer attıkları toprak nehrin harîmine geçmiş ise o toprağı nakletmekle alabilirler. Aksi takdirde

alamazlar. İkincisi: Eğer o nehir bir yolda akıyorsa durum yine böyledir. Allah hakikati daha iyi bilir.