- Reddü´l Muhtar / Rehin

Adsense kodları


Reddü´l Muhtar / Rehin

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
neslinur
Thu 28 January 2010, 11:50 am GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Rehin
REHİN KİTABI


REHİN EDİLMESİ CAİZ OLANLAR VE OLMAYANLAR BABI

REHİNİN ADİLE BIRAKILMASI BABI

REHİNDE TASARRUF VE CİNAYETLER BABI

ÇEŞİTLİ MESELELER FASLI





REHİN KİTABI

METİN


Rehin´in av bahsiyle münasebeti şudur: Rehin ve av, her ikisi de malın tahsiline sebep olurlar.

Rehin lügatte, bir şeyi hapsetmektir. Şeriatta ise, mal olan birşeyi hapsetmek, yani onu mahpus

kılmaktır. Onu hapseden mürtehindir. Bir hak karşılığı olarak tamamının veya, eğer rehin edilen

şeyin kıymeti borçtan az olursa bir kısmının alınması mümkün olan bir nesnenin hapsedilmesidir.

Ki bu hak da borçtur. Çünkü nesnenin (ayn´ın) rehinden alınması mümkün değildir. Ancak, hükmen

borç olursa alınır. Nitekim ileride gelecektir. Bu borcun hakikî, yani zahiren ve batınen ödenmesi

vacip olan borç olması, veya yalnız zahiren borç olması lâzımdır. Sonradan hür çıkan kölenin ve

sonradan şarap çıkan sirkenin bahası gibi. Veya hükmen borç olması lâzımdır. Bu da misli veya

kıymetiyle zamin olunacak nesnelerdir. Nitekim ileride gelecektir.

Rehin icap ve lâzım olmayan kabul ile münakit olur. Binaenaleyh râhinin onu teslim etme veya

hibede olduğu gibi ondan dönme hakkı vardır. Râhin, rehin edilecek nesneyi teslim etse, mürtehin

de onu ağacın üzerindeki meyve gibi dağınık halde değil, toplu halde, ve râhinin hakkı ile meşgul

olmayacak bir şekilde, müşaen değil, hükmen de olsa ayırdedilmiş olarak kabzetse, meselâ

merhun, merhun olmayan nesne ile hilkaten muttasıl olsa, ağaç gibi, ki bunun izahı gelecektir,

rehin gerçekleşir.

Bu ifade ediyor ki, hibede olduğu gibi: kabız rehinin lüzumunün şartındandır.

Mücteba´da şöyle denilmektedir: «Tashih edilen kavle göre kabız, rehinin cevazının şartıdır.»

Rehin ile mürtehin arasını tahliye etmek, bey gibi, zahire göre hükmen kabızdır. Tahliye bey´de de

kabız sayılır. Merhun, helak olduğu takdirde, kıymetinden veya borçtan hangisi daha az ise onunla

tazmin edilir. Şafiî´ye göre rehin edilen nesne emanettir.

Muteber olan, merhunun, «Eşbah» da vehm olunduğu gibi helâk olduğu günün kıymeti değil,

mürtehinin kabzettiği günün kıymetidir. Çünkü helak gününün kıymetinin muteber sayılması

nakillere mugayyirdir. Nitekim musannıf da öyle tahrir etmiştir.

Rahin alacağı deynin miktarını beyan etmeden önce, rehin teklifi üzerine kabzedilen nesne helak

olduğu takdirde esah kavle göre zamin olunmaz. Keza Kınye ve Eşbah, Rehin helak olursa, kıymeti

borca eşit olduğu takdirde, o zaman mürtehin rahinden borcunun tamamını hükmen almak olur.

Eğer kıymeti borçtan fazla olursa, fazlalık mürtehinin elinde emanettir. O zaman taaddi ile zamin

olur. Eğer kıymeti borçtan noksan ise rehinin kıymeti borçtan düşülür, mürtehin geri kalan

alacağını rücu ederek rahinden alır. Çünkü, alacağın tam alınması paranın miktarı kadardır.

Mürtehin rehinin burhansız olarak helakını iddia etse mutlaka zamin olur. Rehin ister zahir

mallardan, ister batın mallardan olsun. İman Mâlik bu zaminiyeti batın mallara has kılmıştır.

Mürtehin, rahinden alacağını talep edebilir. Rehin kendisinde olsa bile mürtehin, alacağını almak

için merhunu hapsedebilir. Çünkü hapis onun borcunu geç ödemesinin cezasıdır.

Mürtehin, akti feshetmiş olsalar bile, alacağını alana veya onu edene kadar, merhunu elinde

tutabilir. Çünkü rehin, yalnız aktin feshiyle batıl olmaz. Kabız ve borç kaldığı müddetçe rehin de

bakidir. Bunlardan birisi fevt olursa, rehin kalmaz. Dürer, Zeylaî ve diğerleri.

Merhundan mutlaka, ne istihdamla, ne oturmakla, ne giymekle ne icare vermek ve ne de iare

vermekle menfaatlenemez. Menfaatlenme ister rahin, ister mürtehin istesin. Ancak, birisi diğerine

izin verirse, menfaatlenmesi mümkündür. Bazı âlimler tarafından, «Mürtehinin rehinden

menfaatlenmesi helâl değildir, çünkü faizdir.» denilmiştir. Bazı âlimler tarafından da; «Eğer

mürtehin menfaatlenmeyi şart koşarsa, faiz olur, koşmazsa, faiz olmaz.» denilmiştir.

Eşbah ve Cevahir´de şöyle denilmiştir: «Rahin, mürtehine rehin verdiği bahçenin meyvelerini

yemeyi, rehin verdiği binada oturmayı veya koyunun sütünü içmeyi mubah kılarsa, yediği ve içtiği

takdirde zamin değildir. Rahin mürtehini bunlardan men de edebilir»

Sonra da Eşbah´ta şöyle denilmiştir: «Mürtehinin rehinden menfaatlenmesi mekruhtur.» Bu husus

rehin bahsinin sonunda gelecektir.

İZAH

Rehin, «Ve eğer seferde olur da yazacak birini bulamazsanız, rehinler (yeter).» (Bakara : 283) ayeti

ve Rasûlullah (S.A.V.)´in bir yahudiden yiyecek alarak karşılığında zırhını rehin bırakması rivayeti ile

meşrudur. Rehinin meşruiyeti üzerinde icma da edilmiştir.


Rehinin güzelliklerinden bir tanesi, alacaklının hakkının helakten emin olmasıdır. Borçlu açısından

da alacaklının husumetini azaltmak ve ödemekten aciz kaldığı takdirde rehin ettiği şeyle borcunu

ödeme kudretine sahip olmasıdır.

Rehinin rüknü, yalnız icap veya icap ile kabuldür. Nitekim ileride gelecektir. Şartları da ileride

gelecektir.

Rehinin hükmü ise, alacağın alınmasının sübutudur. Sebebi de, mukadder hakkının baki kalmasıdır.

Rehinin ayette seferle sınırlandırılması, seferde genellikle yazmanın ve şahit tutmanın mümkün

olmamasındandır. O yüzden rehinle onun alacağı vesikalandırılmaktadır.

«Rehin lügatte bir şeyi hapsetmektir ilh...» Hangi sebeple olursa olsun. Zira Allah-u Tealâ, «Her can

kazandığıyla rehin alınmıştır.» (Müddesir: 38) buyurmuştur. Rehin kelimesi bir mal karşılığı rehin

edilen nesneye de denilmiştir.

«Onu mahpus kılmaktır ilh...» Islah´ın izahında şöyle denilmiştir: «Rehin bir şeyi bir hak karşılığında

hapis kılmaktır. Burada bir şeyi bir hak karşılığında hapsetmektir denilmemiştir. Çünkü hapseden

ancak mürtehindir, rahin değil. Ama o şeyi hapis kılmak bunun hilafınadır.» H.

Bu, tam rehinin veya lâzım olan rehinin tarifidir. Yoksa, rehin akti hapsi ilzam etmez. Belki o,

kabızla olur. Sadi.

Kuhistanî´de şöyle denilmektedir: «Rehinin hapsinden ilk akla gelen, teberru veçhiyle

hapsedilmesidir. Eğer rahin rehini mürtehine vermeye zorlanırsa, rehin olmaz. Kübra´da da olduğu

gibi. O zaman, zannedildiği gibi iznin zikredilmesi de lâzım değildir.»

Gelecek babın sonunda gelecektir ki, eğer mürtehin borçlusunun sarığını alsa, eğer borçlu sarığın,

onun yanında kalmasına razı olursa rehin olur.

«Bir hak karşılığı ilh...» Yani mali olan bir hak sebebiyle. Velev ki o mal, meçhul olsun. Musannıf

kısas, had ve yemin gibi şeylerden kaçınmak için «hak» tabirini kullanmıştır. Ama bu kayıttan dolayı

rehin tarifine kitabet bedeli de girmektedir. Zira onunla rehin yapmak da caizdir. Kitabet bedeline

her ne kadar kefalet caiz değilse de rehin caizdir. Nitekim Hâniye´den naklen Mi´rac´da da böyledir.

«Alınması mümkün olan ilh...» Yani rehin edilen nesneden hakkın (alacağın) alınmasının mümkün

olması Musannıf bu kavliyle de kar, buz, emanet, müdebber köle, ümmül veled cariye ve

mükatebten kaçınmıştır ki, bunlar rehin edilmezler.

Şurunbulaliye´de şöyle denilir: «Şaraba gelince, şarabı rehin etse, o da yine maldır. Ondan hakkını

alması mümkündür. Eğer mürtehin müslüman ise, bir zımmîyi şarabın satışı ile vekil eder veya

rahin ve mürtehin, her ikisi de zimmet ehlinden olurlarsa, zaten rehin caizdir. Şu kadar var ki şarap

müslüman hakkında kıymetli bir mal değildir. Öyleyse onu birisine rehin vermek veya onu bir

müslüman veya zımmîden rehin olarak alıp kabul etmek caiz değildir. Her ne kadar (helâk ettiği

şarabın bedelini) zımmîye tazmin etse bile nitekim aşağıdaki babda da gelecektir.»

«Hür çıkan kölenin, şarap çıkan sirkenin ilh...» Ve kesilmiş hayvanın bahası veya inkâr üzerine

yapılan sulh bedeli gibi. Eğer o kesilmiş hayvanı ölü olarak bulmuş olsa, veya her ikisinin

birbirlerini, borç olmadığına dair doğrulamaları gibi. Zira burada borç zahiren vaciptir, Borcun

zahiren vacip olması da kafidir. Çünkü borcun zahiren vacip olması vadedilen borçtan daha

tekidlidir. Dürer. Yani o zaman rehin mazmundur.

Kuduri´de şöyle denilir: «Rehinin helaki ile hiçbir şey lâzım gelmez. Nasıl ki, başlangıçta hür bir

adamı veya şarabı rehin etmesi gibi.»

İmâm Muhammed de Mebsut ve Camii´de nassen söylemiştir ki, fasit bir rehin hükmüyle kabzedilen

nesne yenildiği takdirde kıymetinden ve borçtan hangisi az ise onunla mazmundur. Burada muhtar

olan da Muhammed´in kavlidir. Nitekim İhtiyâr´da da böyledir. Ebussuud, özetle.

«Misli veya kıymetiyle zamin olunacak nesneler ilh...» Misli veya kıymeti ile mazmun olunan

şeylere, kendi nefsiyle mazmundur da denilebilir. Çünkü bunların kıymeti veya misli onun yerine

kaimdir. Magsubun kıymetinin veya mislinin onun yerine kaim olması gibi.

Musannıf bununla gayrı ile mazmun olunan şeyden kaçınmıştır. Bayiin elindeki mebi gibi. Zira bu

gayrıyla mazmundur ki, gayr da ancak onun semenidir. Bir de asla mazmun olmayacak, emanetler

gibi, şeylerden kaçınmıştır. Zira bu iki şeyle rehin batıldır. Bunlara hükmen borç denilmesi,

bunlarda asıl mucib olanın «kıymet» veya «misil» olmasındandır. Eğer reddi mümkün ise,

fukahanın cumhuruna göre, ayn´ın reddi (geri verilmesi) borçtan kurtarır ki bu ret de bir borçtur.

Ama bazı fukahanın kavline gelince, onun reddi kıymetiyledir. Kıymetini ödemek de ancak helakten


sonra vacip olur. Şu kadar var ki bu da geçmiş bir kabızla helaki zamanında vacip olur. Bu bahsin

tamamı Hidaye ve Zeylaî´dedir.

«İcab ile ilh... Yani, «Bu şeyi senin üzerimde olan alacağın karşılığı olarak sana rehin ettim.» veya

«Şu şeyi rehin olarak al.» demesi gibi. Kuhistanî.

Rehin akdinde rehin lafzını söylemek şart değildir. Nitekim musannıf da gelecek babda bunu

zikredecektir.

«Kabul ile ilh...» Diğeri de «rehin olarak aldım» derse, kabul etmiş olur. Bu söz ister müslümandan,

ister kâfirden, ister köleden, veya çocuktan, asilden veya vekilden sadır olsun, fark etmez. O halde

kabul de icab gibi rehinin bir rüknüdür. Meşayih´in ekseri de buna meyletmiştir. Zira rehin de bey

gibidir. Bundan dolayı birisi, kabulsüz rehin vermeyeceğine yemin etse, sonra da rehin verse, hanis

olmaz.

Fukahadan bazıları da, «icabı illet kılmakla kabul rehinin şartı olur. Çünkü rehin teberruî bir akittir.

Bundan dolayı rehin edilecek nesne teslim edilene kadar rehin lazım gelmez.» denilmiştir.

Kuhistanî.

Hidaye´de ikinci görüşle yetinilmiştir. Kuhistanî de Kermanî´den şunu nakletmiştir: «Rehin, teati

yoluyla caizdir.»

«Lazım olmayan ilh...» Zira rehin teberru akdidir. Çünkü rahini rehin ettiği şeyin karşılığında

mürtehine bir şey icab ettirmemektedir.

«Kabzetse ilh...» Yani rahinin sarih izni ile veya iznin yerine cari olacak meclisteki bir sözü üzerine

kabzederse. Akit meclisinden sonra ise, bizzat kendi izni ile veya baba, vasi ve bir adil gibi naibinin

izniyle kabzetmesi gerekir. Hindiye, özetle.

Rahin sükut ettiği halde mürtehin onu kabzetse, lâyık olan, onun da rehin olmasıdır.

«Halde ilh...» Bu hallerin hepsi ya müteradif veya mütedahil hallerdir. Ayni. Musannıf bu hallerle

şunu ifade ediyor ki, rehin bu sıfatlarla akit anında lazımî bir akit değildir. Belki, rehin edilen

nesnenin kabzı zamanında lazımî bir akit olur. Öyleyse, rehin edilen nesne bir şeye muttasıl olmuş

olsa, veya başka bir şeyle meşgul olsa, meselâ rehin edilen bina kirada olsa, o zaman rehin batıl

değil, fasit olur. Yine, rahin, ortaklı bir şeyden hissesini ayırmadan onu şeyden rehin etmiş olsa,

fasit olur.

Fukahanın bazısına göre ise batıldır. Kerhi´nin ihtiyar ettiği de budur. Bu fesat, kabız anında

kalkmış olsa, o zaman fasit rehin, sahih ve lazım bir akit olur. Nitekim Kermanî´de de böyledir.

Kuhistanî.

«Ağacın üzerindeki meyve gibi ilh...» Bu dağınık olana misaldir. Veya tarlanın üzerindeki ekin gibi,

yani ağaçsız, topraksız, ağacın ve toprağın üzerindeki ekin ve meyveyi rehin etmesi gibi. Zira

meyve ile ekin mürtehinin elinde toplanmaz. Çünkü ağaçsız bir meyveyi toplamak, yersiz bir ekini

de toplamak mümkün değildir. T.

«Meşgul olmayacak ilh...» Bir şeyi meşgul edene gelince, onu rehin etmek caizdir. Nitekim

kitapların çoğunda da böyledir. Musannıfın burada «rahinin hakkı» ile kayıtlaması şundan

kaçınmak içindir: başkasının mülküyle meşgul olmuş olsa, o meşguliyet rehine mani olamaz.

Nitekim madiyede de olduğu gibi. Hamevi.

Ben derim ki: Mülkü meşgul eden şeyin rehin edilmesinin caiz olması, o şeyin herhangi bir şeyle

muttasıl olmamasıyla takyid edilmelidir. Zira bilindiği gibi, meyveyi veya ekini veya yalnız binayı

rehin etmek caiz değildir. Nitekim ileride de gelecektir.

«Müşaen değil ilh...» Meselâ bir kölenin veya bir binanın yarısını. İsterse bunu ortağına versin, yine

caiz değildir. Bu bahsin tamamı gelecektir. Ancak bu sözden şüyuun zarureti sabit olan kısım

istisna edilir.

«Rehinin lüzumunun şartındandır ilh...» Kabzın rehinin lüzumunun şartlarından olması kavline,

Hidaye, Mülteka ve diğer kitaplarda da uyulmuştur.

İnaye´de şöyle denilir: «Şeyhülislâmın ihtiyarı da budur. Bu da ammenin rivayetine muhaliftir.»

İmâm Muhammed diyor ki: «Rehin ancak kabzedilirse, caizdir. «Muhammed´in dediğinin misli,

Hakim´in Kafi´sinde, Tahavi´nin Muhtasar´ında ve Kerhi´de de mevcuttur.

Sadiye´de şöyle denilmiştir: «Ben diyorum ki, hibe kitabında geçti ki, Peygamber (S.A.V.); «Hibe

ancak kabzedilirse caizdir.» buyurmuştur. O zaman kabız hibede cevazın şartı değildir. Öyleyse,


rehin bahsinde de öyle olması lâzımdır. Düşünülsün.»

Bunun hasılı şudur: Burada cevazın sıhhatle değil, lüzumla, tefsir edilmesi mümkündür. Nitekim

fukaha hibe bahsinde de cevazı lüzumla tefsir etmişlerdir. Zira fukahanın kelamı ile hadis

arasındaki telif, ancak bu tefsirle mümkün olur.

Mücteba´da da, «Tashih edilen kavle göre kabız, rehinin cevazının şartıdır.» denilmiştir. Zahire´den

naklen Kuhistanî´de de böyledir.

«Tahliye ilh...» Tahliye, manilerin ortadan kaldırılması, mürtehine kabız imkânı verilmesidir.

«Hükmen kabızdır ilh...» Çünkü, tahliye teslimdir. Kabızla hüküm vermek de teslimin

zaruretlerindendir. Musannıf burada hükmün üzerine bina edilecek gayeyi zikretmiştir. Çünkü

maksut da ancak odur. İşte bununla Zeylaî´nin, «Doğrusu tahliye teslimdir.» sözü, kendiliğinden def

edilmektedir. Çünkü teslim de kabza mani olan hallerin kaldırılmasından ibarettir. Bu teslim edenin

fiilidir, teslim alanın değil. Kabız ise teslim alanın fiilidir. Bunu Minah´ta ifade etmiştir.

Burada bundan murat, hakiki kabzın üzerine ne terettüb ederse» teslimin üzerine de o terettüb eder

demektir.

«Zahire göre ilh...» Yani Zahiri rivayete göre. Esah olan da ancak budur. Ebû Yûsuf´tan kabzın

ancak, menkulde nakille sabit olduğu rivayet edilmiştir. Hidaye.

«Mazmundur ilh...» Yani maliyeti mazmundur, ama bizzat kendisine gelince, o emanettir.

İhtiyar´da şöyle denilir: «Helak olduğu takdirde rahinin mülkiyeti üzerine helak olur. Ta tekfinine

varıncaya kadar. Çünkü hakikaten onun mülküdür. O mürtehinin elinde emanettir. Hatta, mürtehin

onu satın almış olsa, rehinden dolayı kabzetmesi alma kabzının yerine kaim olmaz. Çünkü o kabız

emanet kabzıdır. Zaminiyet kabzı yerine kaim olmaz, öyleyse o madem ki rahinin mülküdür, ölse,

kefeni rahinin üzerinedir.» Eşbah üzerine Hamevi.

Musannıf burada «helak olsa» sözüyle istihlak etmeden kaçınmıştır. Zira rehin edilen nesneyi

mürtehin helak etmiş olsa. o zaman, onun hem maliyetine, hem de aynına zâmindir. Nitekim bunun

beyanı ileride gelecektir.

Musannıfın burada mutlak zikretmesi, zayi olduğu takdirde tazmin edilmemeyi şart kılmayı da içine

almaktadır. O zaman, böyle bir şartla verilen rehin, caizdir. Ama şart batıldır. Deyn ile de helâk olur.

Hülasa ve diğerlerinde olduğu gibi. Mutlak ifade etmesi, rehin edilen nesnenin bir ayıpla

noksanlanmasına da şamil olur. Camiü´l-Fusuleyn´de şöyle bir ifade vardır: «Bir köleyi rehin etmiş

olsa, köle kaçsa, rehin düşer. Eğer onu adam bulursa, rehin yine avdet eder. Deynden de kölenin

hesabı miktarınca düşülür. Eğer kölenin ilk kaçışı ise. Yoksa, hiçbir şey düşmez.»

Rehin bahsinin sonunda şu da gelecektir: Mutlak ifade fasit rehine de şamildir. Çünkü fasit rehin de

sahih rehin muamelesi görür. Bunun beyanı da rehinin sonunda gelecektir.

BİR TENBİH :

İmadiye´nin otuzuncu faslında zikredilmiştir: «Eğer bin liraya karşı iki köleyi rehin elmiş olsa,

bunlardan bir tanesi ölse, ölen kölenin kıymeti borçtan daha çok olsa, onun helaki ile deynden

hiçbir şey düşmez. Belki deyn hayatta olan kölenin kıymeti ile helak olan kölenin kıymeti üzerine

taksim edilir. Helak olan kölenin hissesine isabet eden düşer, hayatta kalan isabet eden kısım da

kalır. Yine, bir adam bin liraya karşı bir binayı rehin etmiş olsa, bina kendiliğinden yıkılsa, borç

ayakta kalan kısım ile kabız günündeki arsanın kıymeti üzerine taksim edilir. Ayakta kalan kısma

isabet eden düşer, arsaya isabet eden kısım ise kalır. Mebsut´ta da böyledir.»

Bunun beyanı Tatarhaniye´de şöyle yapılmıştır: «Kırk dirhem değerindeki bir kürkü on dirheme

rehin etse, kürkü güve yese, onun kıymeti on dirheme inmiş olsa, o zaman rahin iki buçuk dirhemle

o rehini çözer.»

Yani, helak olan rehinin dörtte üçüdür. O zaman borçtan onun miktarı kadar düşülür. Nitekim

Bezzaziye´de de böyledir. Bu hıfzedilsin. Zira, bu birçok kimseye gizlidir (çoğu bunu bilmez).

Musannıf gelecek babın sonunda şunu zikredecekti.: Rehin edilen hayvanın gözünün birisi gitmiş

olsa, borcun dörtte biri düşer. Bunun beyanı gelecektir. Yine ileride gelecektir ki, değer noksanlığı

borcun düşmesini gerektirmez. Ama aynın noksanlığı bunun hilafınadır. Yani rehinin aynı

noksanlanırsa, noksanlığı miktarınca borcun düşmesi gerekir. Yine ileride gelecektir ki, rehin

edilen nesneden üreyen bir şey, nesneye tabi olarak rehin olur, üreyen şey helak oldursa,

meccanen (karşılıksız) helak olur. Ancak aslın helakinden sonra helak olursa, o zaman o da

meccanen helak olmamış olur. İnşallah bunların hepsinin beyanı gelecektir.


«Kıymetinden veya borcundan hangisi daha az ise ilh...» Bu ibareden murad, yani eğer kıymet

borçtan az olursa, onu tazmin eder. Yok borç kıymetten az olursa, onu tazmin eder. O halde, helak

olan merhun, onlardan hangisi daha az ise, onunla tazmin ettirilir.

«Şafiî´ye göre emanettir ilh...» Yani onun hepsi mürtehinin elinde emanettir. Onun helaki ile borçtan

bir şey düşmez. Bu husustaki kelamın tamamı uzun kitaplardadır.

«Muteber olan, kabzettiği günün kıymetidir ilh...» Hülasa´da şöyle denilir: «Rehinin hükmü şudur:

Rehin edilen nesne eğer mürtehinin veya adil bir kimsenin elinde helak olursa, onu onun kabzettiği

gündeki kıymetine ve borca bakılır. Eğer onun kabız günündeki kıymeti borcun misli ise, onun

helak olmasıyla borç düşer...»

Zeylaî de şöyle der: «Onun kabız günündeki kıymetine itibar edilir. Ama eğer onu bir yabancı telef

ederse, bunun hilafınadır. Mürtehin yabancının helak ettiği günün kıymetini ona tazmin ettirir ve o

kıymet yanında rehin olarak kalır. Bu bahsin tamamı Minah´tadır.»

Mülteka şerhinde de şu ziyade vardır: «Kıymet hususunda makbul olan söz mürtehinindir. Beyyine

getirmek ise, rehinin görevidir.»

«Nitekim Eşbah helak gününün kıymetinin muteber olduğunu vehmetmiştir ilh...» Yani, üçüncü

fennin «semenü´l-misil» bahsinde.

Ben derim ki: Eşbah´ta olan ifadenin, mürtehinin istihlak etmesine hamledilmesi mümkündür.

Bundan dolayı Remlî, bu kelamdan sonra şöyle demiştir: «Sen derin baktığın zaman, sana helak ile

istihlak arasındaki fark açık olur. Bu sana açık olduğu zaman kesin olarak bilirsin ki, nesne

kendiliğinden helak olduğu zaman muteber olan, onun kabız günündeki kıymetidir. İstihlak

suretinde ise, helak olduğu günün kıymeti muteberdir. Çünkü helak o zaman vedia edilen emanete

varid olmuştur.»

«Deynin miktarını beyan etmeden ilh... Ama eğer beyan ederse, makbuz olan mazmun olur. Bunun

sureti şöyledir: Rehini şu kadar meblağ ödünç vermek şartıyla almış olsa, ödünç vermeden önce de

rehin aldığı nesne onun zilliyetinde helak olsa, o zaman helak olan nesnenin kıymeti ile mürtehinin

isimlendirdiği meblağdan hangisi daha az ise onunla zamindir. Zira onu rehindeki anlaşma fiyatıyla

kabzetmiştir. Rehin anlaşmasındaki fiyatla kabzedilen, satın alış anlaşmasındaki fiyatla kabzedilen

gibidir. Ki, nesne karşılıklı anlaşmadaki fiyatla helak olsa, kıymetiyle zamin olunur. Tahavi´nin

şerhinde de böyledir. Hamevi.

«Keza Kınye ilh... Kınye´nin ifadesi aynen şöyledir : «Rehinin fiyat anlaşması üzerine kabzedilen

nesne, rahin onun karşılığında alacağı meblağı beyan edene kadar, onda başka bir deyn de yoksa,

iki rivayetten en esahı üzerine helak olduğu takdirde adam ona zamin olmaz. Ebu Hanife, Ebû Yûsuf

ve Muhammed demişlerdir ki, mürtehin ona dilediği kadar verir. Muhammed´den, bir dirhemden

daha azını istihsan etmediği, de rivayet edilmiştir. Ebû Yûsuf´tan da helak olduğu takdirde onun

kıymetini ödemesi lazımdır hükmü rivayet edilmiştir.»

Ben derim ki: Bu mesele, söz verilen bir borç karşılığında rehin meselesidir. Musannıf bunu

gelecek babın sonunda zikredecektir.

«Helak olduğu takdirde ilh...» Evla olan, musannıfın bu kavli, «rehin anlaşması üzerine kabzedilmiş

olan...» kavlinden daha evvel zikretmesiydi. Çünkü bu kavil, ondan evvelki kavlin tamamlayıcısıdır.

T.

Bunun beyanı şöyledir: On dirhem kıymetindeki bir elbiseyi on dirheme rehin vermiş olsa; elbise

mürtehinin yanında helak olsa, borç düşer. Ama eğer on dirhem karşılığında rehin ettiği şeyin

değeri beş dirhem ise, nesne mürtehinin elinde helak olduğu takdirde mürtehin kalan beş dirhemi

almak için rahine rücu eder. Eğer nesnenin kıymeti on beş dirhem olursa, fazlası mürtehinin

yanında emanet olur. Kifaye.

Musannıf burada helaki kayıtsız olarak, mutlak zikretmiştir. O zaman, helak borcun ödenmesinden

sonra olan helake de şamil olur. O zaman helak olduğu takdirde rahin ödemiş olduğu borcu geri

alır. Çünkü helakla, mürtehinin geçmiş kabız vaktinden alacağını tam aldığı tebeyyün etmiştir.

Bezzaziye ve diğer kitaplar. Rehin bahsinin sonunda tafsilat gelecektir.

«Taaddi ile zamin olur ilh...» Eğer yirmi dirhem kıymetindeki bir elbiseyi on dirhem karşılığı rehin

vermiş olsa, mürtehin sahibinin izni ile onu giymiş olsa, giymesiyle elbisenin kıymetinden altı

dirhem noksanlanmış olsa, sonra da rahinin izni olmadan giyse, izinsiz giymesinden dolayı da

kıymeti dört dirhem daha noksanlaşsa, sonra kıymeti on dirhem olduğu halde helak olsa, mürtehin

rahinden, borcunun bir dirhemini alabilir. Dokuz dirhemi düşer. Çünkü rehin günü elbisenin yarısı


borç ile mazmundu, yarısı da emanet idi. İzinle giydiğinden dolayı elbiseye gelen altı dirhemlik

noksanlığa mürtehin zamin değildir. İzinsiz olarak giydiğinden dolayı elbiseye gelen dört dirhemlik

noksanlığa mürtehin zâmindir. O zaman dört dirhem noksanlığın karşılığında borçtan düşülür.

Kıymeti on dirhem iken helak olduğunda, yine onun yarısı borç ile mazmun, yarısı da emanettir.

Mazmun olunduğu miktarca mürtehin borcunu ondan alır. O zaman ona bir dirhem kalır. Bir

dirhemle de rahine rücu ederek ondan alır. Zahiriye ve Haniye, özetle.

«Burhansız olarak helakini iddia etse, zamin olur ilh...» Dürer ve Melikî´nin Mecma şerhinde de

böyledir. Bu ifadenin zahiri şudur ki, rehin edilen nesne helak olduğu takdirde kıymeti neye ulaşırsa

ulaşsın, mürtehin ona zamindir. Burhansız da onun davası tasdik olunmaz. Burhan ikame ettiği

takdirde zaminiyet ortadan kalkar. Bu, İmâm Mâlik´in mezhebidir. Hanefi mezhebine gelince, helak

ister mürtehinin yemini ile, ister bürhan ile sabit olsun, arasında fark yoktur. O halde mürtehin her

iki surette de helak olduğu takdirde onun kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise, onunla

zamindir. Nitekim Hakaik´ten naklen Şurunbulaliye´de de böyle izah edilmiştir. İbnü´l-Halebî de

bununla fetva vermiştir. Bu fetvanın misli Kazerûni´nin ve musannıfın fetvasında da mevcuttur.

Allame Remlî´nin de bu meselede musannıfa uyarak ayağı kaymış, merhunun kıymeti neye ulaşırsa

ulaşsın, mürtehinin zamin olacağına fetva vermiştir. Nitekim bu fetvası Fetava´sında mevcuttur.

Yine, Minah haşiyesinde de bu fetvasını sarahaten zikretmiştir. Fetavay-ı Rahimiye sahibi, şeyhi

Şurunbulaliye´ye uyarak Remlî´nin bu fetvasını reddetmiş ve «Bu fetva re´sen Hanefi mezhebine

muhaliftir. Hakka dönmek en doğrusudur.» demiştir.

«Zahir mallardan ilh...» Zahir mallar, hayvan, köle ve akar gibi mallardır. Batın malları ise, altın,

gümüş, ziynet eşyası ve uruzdur. Dürer.

«İmâm Malik bu zaminiyeti batın mallara has kılmıştır ilh...» Yani İmâm Malik mürtehin bürhansız

olarak merhunun helakini iddia ederse, eğer merhun batın mallardan olursa, zamindir çünkü

bunlarda töhmet vardır görüşündedir. Gurerü´l-Efkar.

«Yalnız akdin feshiyle batıl olmaz ilh...» Belki, bu fesihle beraber rehin edilen nesneyi rahinine

reddetmek de lazımdır. O zaman rehin batıl olur.

«Rehin de bakidir ilh...» Yani tazmin edilmiş olarak. Öyleyse, fesihten sonra mal onun elinde helak

olursa, borç düşer. Eğer rehin edilen nesne borcu karşılarsa. Hidaye.

«Kabız ve borç kaldığı müddetçe ilh...» Yani rehin mürtehinin elinde, borç da rahinin zimmetinde

kaldığı müddetçe. Vanî.

«Bunlardan birisi fev olursa ilh...» Yani mürtehin rehini geri verir veya rahini borçtan ibra ederse,

artık rehin diye bir şey kalmaz. O zaman da mürtehinin zaminiyeti düşer. Zira, bir şeyin illetinin iki

vasfı olursa, o iki vasıftan birisinin olmayışı ile hüküm de olmaz.

Buna şöyle itiraz edilebilir: Eğer mürtehin merhunu teslim etmeden evvel, borç ödendikten sonra

rehin helak olursa, o zaman mürtehin zamin olur. Rahin de ödemiş olduğu borcu geri ister. Nitekim

yukarıda geçti. Bunun cevabı ileride gelecektir. Bu itiraz, cevabı ile birlikte İnaye´dedir.

«Ne icare vermek ilh...» Mürtehin onu izinsiz olarak icare verirse, aldığı ücret onundur. Nitekim

Rehin bahsinin sonunda diğer ferleriyle birlikte bu bahis gelecektir.

«Ne de iare etmekle ilh...» Rehinde tasarruf babında musannıf rehinin iare ahkamını, ister rahine,

ister bir yabancıya, ister izinli, ister izinsiz olsun, zikredecektir.

«Menfaatlenmeyi ister rahin, ister mürtehin istesin ilh...» Bunun birincisi, bütün metinlerde

sarahaten zikredilmiştir. İkincisi ise, Dürerü´l-Bihar, Kerhî´nin Muhtasar´ının şerhi ve Zahidi´nin

şerhinde tasrih edilmiştir. Bu ikincisinde Şafiî´nin muhalefeti vardır. Şafiî´ye göre rahinin rehin ettiği

şeyden, vat´in haricinde menfaatlenmeşi caizdir. Birincisinde hiç ihtilaf yoktur. Nitekim

Gurerü´I-Efkar´da da böyledir.

Burada musannıfın zikretmediği şu mesele kaldı: Mürtehin rehin olan evde otursa, ücret vermesi

lâzım mıdır? Hayriye´de, buna «Mutlaka ücret vermesi lâzım değildir. Yani ister izin versin, ister izin

vermesin, ister gelir getirmesi için yapılan bir bina olsun, ister olmasın.» diye cevap verilmiştir.

Bunun misli Bezzaziye´dedir.

Yine Hayriye´de; «Eğer yetimin de olsa, ücret lâzım değildir.» diye cevap verilmiştir. Bu bahis, gasb

bahsinin sonunda geçti. Müracaat ediniz.

«Ancak izin verirse ilh...» Eğer mürtehin rahinin izni ile rehin edilen nesneden menfaatlense, rehin

onun kullanması sırasında helak olsa, o zaman emaneten helak olmuştur. Bunda da bir ihtilaf


yoktur. Ama o rehin edilen nesne kullanmadan evvel veya kullanmadan sonra helak olursa, borç

karşılığı helak olmuş olur.

Eğer rehin edilen nesne cariye ise, rahin izin de vermiş olsa, onu vat´etmek helâl değildir. Çünkü

fercin hürmeti çok şiddetli bir haramlıktır. Şu kadar var ki, mürtehin onu vat´etiği takdirde had

vurulmaz. Biz Hanefilere göre ücret vermesi lazımdır. Mirac.

«Mürtehinin rehinden menfaatlenmesi helâl değildir. ilh...» Minah´ta şöyle denilmiştir: «Semerkant

ulemasının büyüklerinden Abdullah Muhammed bin Eslemî Semerkandî´den şu rivayet edilmiştir:

Hiçbir yönüyle merhundan mürtehinin menfaatlenmesi helâl değildir. Rahin ona izin verse bile. Zira

onun izin vermesi, faize izin vermektir. Zira mürtehin borcunu kâmilen alacaktır, menfaatlenmek

ise, ona fazlalık kalacaktır. O zaman bu menfaatlenme faiz olur ki, bu da büyük bir iştir. Ben

diyorum ki, bu rivayet bütün muteber kitaplara muhaliftir. Çünkü bütün muteber kitaplarda

mürtehinin rehinden menfatlenmesinin, rahinin izni ile olursa helâl olduğu zikredilmiştir. Ancak, bu

helâl olmama diyaneten helâl olmamaya yorumlanabilir. Muteber kitaplarda olan helâllik ise,

hükmen helâl olmaya yorumlanır. Sonra ben Cevahirü´l-Fetava´da şunu gördüm: «Eğer o

menfaatlenme, menfaatlenme şartı ile olursa, o zaman o rehin menfaat karşılığı olan bir karz olmuş

olur. Menfaat karşılığı karz da ribadır. Yoksa, eğer menfatlenme şart kılınmamışsa, bir beis yoktur.»

Özetle.

Minah´ta olan özetle budur, ve bunu oğlu Şeyh Salih de ikrar etmiştir. Hamevi de onu şununla takip

etmiştir: «Faiz olan bir şeyde diyanet ile hüküm arasında bir fark zahir olmaz. Şu da var ki, fetva

intifanın mubah olması kavli üzerine zahir olduktan sonra diyanet ile hükmün uzlaştırılmasına

ihtiyaç yoktur.»

Ben derim ki: Cevahir´de olan, diyanet ile hüküm arasında uzlaştırma yapmaya salihtir. Bu vecih

güzeldir de. Fukaha bunun mislini şu meselede zikretmişlerdir: Karz isteyen bir kimse, karz verene

bir şey hediye etse, eğer bu hediyesi şartlı bir hediye ise mekruhtur. Yoksa, mekruh değildir.

Şarihin Cevahir´den naklettiği. «zamin değildir» kavli de ifade ediyor ki, faiz değildir. Zira faiz,

mazmundur. O zaman «zamin değildir» kavli, şart kılınmayana hamledilir. Eşbah´ta zikredilen

kerahet de, şart kılınana hamledilir. Bunu da şarihin rehinin sonunda gelecek olan şu kavli teyid

etmektedir: Bunu faiz ile illetlendirmek ifade eder ki buradaki kerahet tahrîmî kerahettir.

Düşünülsün.

Eğer mürtehinin menfatlenmesi bir şart ile bağlı ise, zamin olur. Nitekim şu meselede Hayriye´de

bununla fetva verilmiştir: Birisi bir zeytin ağacını mürtehinin zeytinleri yemesi şartı ile rehin etse,

mürtehin zamindir. Bu mesele, bir hediye karşılık borcunu uzatmasının örneğidir.

T. diyor ki: «Ben diyorum ki, halkın halinden genellikle anlaşılan şudur: Bir şeyi rehin verdikleri

zaman, mürtehinin menfatlenmesini de irade ederler. Eğer o menfatlenme olmasa, para verilmez,

denilirse, bu şart menzilesindedir. Çünkü örf olan bir şey de şart gibidir. İşte bu da

menfaatlenmekten men etmeyi tayin eder. Allah daha iyisini bilir.»

BİR FAYDA:

Tatarhaniye´de aynen şöyle denilmiştir: «Eğer adam birisinden bir miktar dirhem istikraz etse, ikraz

eden adama da iki ay kullansın diye eşeğini verse, veya oturması için evini teslim etse, bu fasit

icare menzilesindedir. Her iki surette de kullanmış olduğu takdirde ona ecri misil vermesi lâzımdır.

Bu, rehin de olmaz.»

Biz bunu icare bahsinde de takdim ettik.

«Yediği takdirde ilh...» Rehin bahsinin sonunda musannıfın Fetava´sından şu gelecektir: Zahir

şudur ki, bu yeme, merhunenin bahasını yemeye şamil gelir.»

«Zamin değildir ilh...» Yanı borcundan bir şey düşmez. Kınye. Yani asıl helak olmadığı müddetçe.

Nitekim bunun beyanı gelecektir.

METİN

Rehin olan koyun mürtehinin zilyedinde ölse, o zaman borç koyunun kıymeti ile mürtehinin aynı

koyundan içtiği süt üzerine taksim edilir. Koyunun hissesine düşen borç düşer, sütün hissesine

düşen borcu o mürtehin rahinden alır.

Eğer izin vermeden menfaatlenirse, müteaddi olmuş olur. O zaman helak olduğu takdirde ona

zamindir. Ama onunla rehin batıl olmaz.

Mürtehin alacağını istediğinde, mürtehine helak olduğu takdirde hakkını iki defa almış olmaması


için rehini hazır etmesi emredilir. Ancak, ona bir taşıma gerekiyorsa, veya rehin mürtehinin yanında

değil, rahin ondan emin olmadığından bir adilin yanında ise, o zaman merhunu hazırlaması

emredilmez. Şerh-ı Mecma.

Mürtehin rehini hazır ettiği zaman evvelâ onun alacağının hepsi ona teslim edilir, sonra da mürtehin

rehini sahibine teslim eder. Eşitlik gerçekleşsin diye.

Mürtehin alacağını, akdin yapıldığı şehirden başka bir şehirde talep ederse, hüküm yine böyledir.

Eğer rehine bir masraf gerekmiyorsa. Yok eğer onun taşınması için bir masraf gerekiyorsa,

hazırlamasa bile onun alacağı ona teslim edilir. Zira onun üzerine vacip olan bir mekandan bir

mekana nakletmek değil, tahliye manasına olan teslimdir.

Kuhistanî Zahire´den şunu nakletmiştir: «Rehin mevcut olmakla beraber mürtehin onu o an

hazırlamaya asla kadir değilse, ona merhunu hazırlaması emredilmez.»

Şu kadar var ki rahin merhunu teslim almadan borcu ödediği takdirde mürtehine rehinin helâk

olmadığına dair yemine verdirebilir. Bu hazırlama emri, rahin eğer helaki iddia ederse verilir. Eğer

helaki iddia etmezse, mürtehinin merhunu hazırlamasında bir fayda yoktur.

Aydan aya ödemek üzere aldığı borcun ödenmesi sırasında da hüküm böyledir. Eğer korkuyorsa

hazırlaması emredilir, eğer korkmuyorsa, emredilmez. Nitekim bunu İbn-i Sıhne de böyle tahrir

etmiş ve nazmen şunu söylemiştir: «Borç ona verilmez, o rehini hazırlayana kadar. Veya merhun

akit yapılan yerde değilse ve taşımak da zorsa. Aylık taksitte de hüküm böyledir. Yalnız borçlusu

helaki iddia ederse o zaman hazırlanır. Bu Nihaye´de de zikredilir.»

Borcunu talep eden mürtehine rehini hazırlaması, rehin rahinin emri ile adil bir kişinin yanına

konulmuşsa, teklif edilmez. Yine, mürtehine, rahinin izni ile sattığı rehin semenini hazırlaması da

teklif edilmez. Ta, borcunu habzedene kadar. Zira mürtehin o rehini rahinin izni ile satmıştır.

Semeni alınca, hazırlaması teklif edilir. Çünkü semen, rehinin yerine kaimdir.

Mürtehine, rahinin borcunu ödemesi için rehini satış imkânı vermesi teklif edilemez. Çünkü rehinin

hükmü, mürtehin alacağını alıncaya kadar, daima yanında hapsetmektir. Kendisine alacağının bir

kısmı ödenmiş veya bazısını ibra etmiş mürtehine rehinin bazısını teslim etmesi de teklif edilmez.

Geri kalan alacağını alana veya ibra edinceye kadar. Bu hüküm de, mebiin hapsine itibar edilir.

Mürtehine, rehini bizzat kendisinin veya ailesinin hıfzetmesi vaciptir. Vediada olduğu gibi. Eğer

kendisinin veya ailesinin gayrisi merhunu korursa, zamindir. Nitekim vedia bahsinde geçti.

Mürtehin, rehini îda´, iâre, icâre, istihdam etmesiyle ve taaddi ile kıymetinin hepsine zamin olur. O

zaman borç onun miktarınca düşer. Yine mürtehin, rehin edilen yüzüğü sol serçe parmağına veya

Radi´nin ihtiyarına göre sağ serçe parmağına takmakla da bütün kıymetine zamin olur. İster kaşını

avucunun içine getirsin, ister getirmesin. Bercendi bununla fetva vermiştir.

Şu kadar var ki, biz yasaklar bahsinde Bercendi´nin rehin kitabından naklen takdim ettik ki, sağ

parmağa takmak rafizilerin şiarındandır. Ondan kaçınmak da vaciptir.

Ben derim ki: Şu kadar var ki, zamanımızın adeti, sol parmağa da takmaktır. O zaman lâyık olan,

gelecek kılıç meselesine kıyasla, mürtehinin zamin olmasının lüzumudur. Tahrir edilsin ki, başka

bir parmağına takmakla zamin olmaz. Ancak mürtehin kadın olursa, hangi parmağına takarsa taksın

zamin olur. Çünkü kadınlar yüzüğü başka parmaklarına da takarlar. O zaman onun takması rehini

korumak değil kullanmak olur. İbn-i Kemal, Zeylaî´ye isnatla.

Murtehin, kendisine rehin edilen üç kılıcı değil, iki kılıcı beline bağlarsa, zamin olur. Zira yiğitler

adeten iki kılıç kuşanırlar. Ama kimse üç kılıç kuşanmaz.

Rehin edilen yüzüğü diğer bir yüzüğün üzerine taksa, o adamın adetine bakılır. Eğer o adam üst

üste iki yüzük takarak süsleniyorsa, o zaman helâk olduğu takdirde zamin olur. Yok eğer iki yüzüğü

üst üste takma adeti yoksa, o zaman korumuş olur, helak olduğu takdirde zamin olmaz.

İZAH

«İçtiği süt üzerine ilh...» Yani rahinin izni ile içtiği süte. Nitekim bu rahin kelimesi Velvaliciye´de

sarahaten zikredilmiştir.

«Sütün hissesine düşen borcu alır ilh...» Yani mürtehin rahinden sütün hissesine düşen parayı alır.

Zira ileride gelecektir ki, rehinin artışı, asıl rehinle birlikte o da rehindir. O artışı rahinin izni ile

mürtehin telef ettiği zaman, onu sanki rahin telef etmiş olmaktadır. O zaman o, rahinin üzerine

mazmundur. O zaman buna da borçtan bir hisse düşer. İşte bizim az önce geçen kavlimizin manası

da, budur. Bu bahsin tamamının beyanı rehin bahsinin sonunda gelecektir.


«Müteaddi olmuş olur ilh...» O zaman, gasıb gibi onu zamin olur. Eğer sonra muvafakate dönerse,

yine onun elindeki nesne rehin olur. Bu bahsin tamamı gelecektir.

«Hakkını iki defa almış olmaması için ilh...» Yani, rehin edilen nesnenin helaki takdir edilirse iki

kere almış olur.

Gurerü´l-Efkâr´da şöyle denilir: «Mürtehin merhunu hazırlamazdan önce rahine borcu ödemesi

emredilirse, çoğu kez rehin helâk olur ve o zaman da borçlu borcunu iki defa ödemiş olur.»

«Ancak ona bir taşıma gerekiyorsa ilh...» Çünkü onu taşımaktan acizdir. Şerh-i Mecma.

Yani, hükmen onu taşımaktan acizdir. Çünkü mürtehine masraf lazım gelir.

Şilbi şunu nakletmiştir: «Eğer merhun rehin edildiği şehirde ise, borçlu borcunu ödediği sırada

mürtehine mutlaka merhunu da hazırlaması emredilir. Eğer merhun rehin edildiği şehirde değilse, o

zaman bakılır. Eğer onun hazırlanması için taşıma ve masraf yoksa, hüküm yine böyledir. Eğer o

taşınacaksa, o zaman mürtehine onu hazırlaması emredilmez.»

T. Mecma şerhinde olan «acizdir» sözünü buna hamletmiştir.

Ben derim ki: Fukahanın kelamından ilk akla gelen de budur. Fakat burada düşünmek gerekir. Zira

mürtehin üzerine vacip olan tahliyedir, nakil değil. Nitekim ileride gelecektir. Bu da Bezzazîye´de

olana muhaliftir.

Zira Bezzaziye sahibi şöyle demiştir: «Mürtehinin rehini hazırlamasında eğer bir meşakkat ve

masraf yoksa hazırlaması emredilir. Eğer varsa, yani başka bir yerde ise, o zaman hazırlaması

emredilmez.»

Zahire´de de şöyle denilmiştir: «Rehinde asıl kaide şudur: Eğer mürtehin mihnetsiz, meşakkatsiz

merhunu hazırlamaya kadir ise, hazırlayana kadar rahin borcu ödemekten imtina edebilir. Merhun

olan nesne mevcut olmakla birlikte eğer onu hazır etmeye asla kadir değilse, veya ancak mihnet ve

meşakkatle kadir ise, o zaman hazırlaması emredilmez.»

Bu kelamdan sonra da Zahire sahibi şöyle demiştir: «Rahin mürtehine rehin akdi yapılan şehirde

rast gelirse, rehin de cariye ise borcunu ödeyeceği zaman cariyesinin de hazır olmasını emreder.

Çünkü mihnetsiz olarak onu hazırlamaya kadirdir. İşte biz mihnet ve meşakkatin bulunduğu yerde

kıyası terk etti, geri kalan yine kıyasın aslı üzerine kaldı.» Özetle.

«Mürtehin rehini sahibine teslim eder ilh...» Öyleyse, mürtehin alacağını aldıktan sonra, rehini

teslim etmeden önce, rehin helak olursa, rahin ödemiş olduğu borcu geri alır. Çünkü rahin geçen

kabızla malın helak olduğunda hakkını tam vermiş olur. Borcu ikinci defa ödemesi, hakkını tam

ödedikten sonra ikinci bir ödeme olur. O zaman ikinci ödemenin reddi vacip olur. Hidaye. Bu bahis

rehinin sonunda gelecektir.

«Eşitliğin tahkiki için ilh » Yani her birinin hakkını tayinde eşitliğin gerçekleştirilmesi için.

Zahire´de şöyle denilir: «Zira mürtehin rahinin hakkını tayin etmiştir. Rahinin de, mürtehinin hakkını

tayin etmesi üzerine vaciptir. Ancak şu kadar var ki, dirhem ve dinarların tayini, tayinin hasıl olması

için ancak teslimle vaki olur.»

Bu kavil, evvelâ borcun teslim edilmesinin vacip olmasının illetidir. Hazırlamanın illetine gelince, o

şarihin «iki defa ödememesi için» sözünün izahında geçti.

«Kaim olmakla beraber ilh...» Musannıf bu kavliyle şundan kaçınmıştır: Helak olduğu için rehini

hazırlamaya kadir olmadığı takdirde.

«Hazırlaması emredilmez ilh...» Bir mihnet ve meşakkatten dolayı kadir olmadığında nasıl

hazırlaması emredilmezse, burada da hazırlaması emredilmez. Bu kavil de yine Zahire´de

zikredilmiştir.

«Şu kadar var ki rahin ilh...» Musannıf´ın bu kavli «eğer hazırlamasa» sözü üzerine istidraktir. Yani

eğer mürtehin rehini hazırlamazsa, rahin onu rehinin helak olmadığına dair yemine verdirir.

Musannıfın «hazırlaması emredilmez» kavli de makablinin kaydıdır. Metnin ibaresi de bunu ifade

eder. Musannıf burada, Zahire, Kifaye ve diğer kitapların ibaresine uyarak «şu kadar var ki» sözünü

zikretmiştir.

«Ona Yemin verdirir ilh...» Yani katiyet üzere yemin verdirir. Çünkü bu yemin verdirme mürtehinin

elindeki helaki üzerine yemin verdirmedir. Zahire.

«Aydan aya ödenmek üzere aldığı borcun ödenmesi sırasında da hüküm böyledir ilh...» Yani eğer

borç taksitle ödenecekse, taksidin birinin ödenmesi vakti geldiğinde yine rahin ondan rehinin


hazırlanmasını ister.

Nihaye´de şöyle denilir: «Mürtehine borcun tamamını almak için rehini hazırlaması nasıl teklif

edilirse, aylık ödenecek taksidin alınmasında da ona rehini hazırlaması emredilir. Rehini

hazırlamasının emredilmesi; rahinin, rehinin helâkini iddia ettiği. Kadı´dan da mürtehinin rehini

hazırlaması için emretmesini talep ettiği takdirdedir. Ki, onun hali zahir olsun. O zaman, rehin

edilen nesne, rehin akdi yapılan şehirde ise, Kadı ona merhunu hazırlamasını emreder. Ama eğer

rahin merhunun helâkini iddia etmezse, mürtehinin rehin edilen nesneyi hazır etmesine ihtiyaç

yoktur. Çünkü onun hazır etmesinde bir fayda yoktur.» Özetle.

Bunun misli Zeylaî´de de mevcuttur. Tarsusî, Nihaye´nin ifadesine şu şekilde itiraz etmiştir: «Bu

böyledir, eğer rahin rehinin helakini iddia ederse...» kaydının kendi indinden yapmıştır. Ki bunu da

hiçbir alime isnat etmemiştir. Nihaye´nin bu takyidi fasittir. Zira Nihaye´nin bu takyidinde hükümde

ihtiyatı terk etmek vardır. Rahin her ne kadar helaki iddia etmese bile, rahinin iki defa para

ödememesi için kadı mürtehine rehini hazırlamasını emreder. Ancak, Kadı mürtehine, eğer rahin

mürtehinin yanında baki olduğunu tasdik ederse, rehini hazırlamasını emretmez.»

Tarsusî´nin bu itirazını İbn-i Vehban ikrar ederek; «Ben yanımdaki kitapları tetebbu ettim. Nihaye

sahibinin bu yapmış olduğu takyidi bulamadım. Fukahanın ibaresi de Tarsusî´nin zikrettiğinin sahih

olduğunu ifade etmektedir. Kıyas ise, Nihaye´de olanın sahih olmasını gerektirir. Zira asıl,

merhunun helak olmamasıdır. Merhunu talep etmek de rahinin hakkıdır. O talep etmediği takdirde

hakimin üzerine mürtehini rehini hazırlamaya cebretmesi vacip değildir. Helak olmadığı üzerine

yemin verdirmek de, rehinin hazırlanmasında taşıma ve zorluk varsa. Bu iki kavil üzerine merhunu

hazırlama emri gibi olur.» demiştir. İbn-i Şıhne´nin Vehbaniye şerhinden özetle.

Sonra İbn-i Şıhne meseleyi tahrir ederek, orada bir tafsilat ihtiyar etmiştir. Tafsilat şudur: «Deynin

tamamının ödenmesi meselesinde mutlaka rehinin hazırlanması lâzımdır. Çünkü geçen illet bunu

gerektirmektedir. Ama deynin bir taksidini ödemeye gelince, onda rehinin hazırlanması lâzım

değildir. Ancak rahin merhunun helâk olduğunu iddia ederse, hazırlanması lâzımdır. Çünkü ondan

bir taksit ödemekle hakkını tam ödemiş olmaz. O zaman mürtehin de rehinin hepsini hazırlamaya

cebredilmez. Şu kadar var ki, helak davası varsa, o zaman hazır etme talebi teveccüh eder.

Mürtehinin rehini hazır etmesi de lâzım olur. Sonra, yemin verdirmek de bu tafsilat üzeredir.» Özetle.

İbn-i Şıhne bu tafsilatı gelecek nazmında da irad etmiştir.

Şurunbulali şöyle demiştir: «Şarih, müddainin talebinin yalnız bir taksidi ödeme ile mukayyet

olduğunu anlamıştır. Şu kadar var ki, şarihin böyle anlaması, müsellem değildir. Zira sen Zeylaî´nin

Nihaye´nin kelamına muvafık olan kelamından bunu bildin.».

Ben derim ki: Bana zahir olan şudur: Hak Nihaye sahibinin sözüdür. Bu kayıt da, Şurunbulali´nin

anladığı gibi, her iki meselenin kaydıdır. Yani borcun tam ödenmesi meselesi ile bir taksidin

ödenmesi meselelerinin. O zaman Kadı´ya mürtehine rehini hazırlaması için emretmesi lâzım

değildir. Ancak, rahin hazır olmasını talep eder ve merhunun helakini iddia ederse. o zaman

mürtehine hazırlamasını emreder, çünkü bu talep rahinin hakkıdır. Buna da Zahire´de olan şu ibare

delalet eder: «Helak olmadığı üzerine yemin verdirme rahinin talep etmesiyle kayıtlıdır. Kuhistanî de

buna tabi olmuştur. Bunun misli Gurerü´l-Efkâr´da da mevcuttur.»

Bezzaziye´de şöyle denilir: «Eğer rahin helakini iddia ederse, mürtehin merhunun mevcut olduğuna

yemin eder. Mürtehin yemin ettiği zaman rahine borcu ödemesi emredilir.» Görülüyor ki bu

meselede fukaha «deynin tam ödenmesi» ile, «bir taksidin ödenmesi» şeklinde kayıt

yapmamışlardır.

Geçenden rehini hazırlamakla emretmek ve yemin verdirmenin eşit olduğunu ve bu konudaki

ihtilâfları sen bildin. Merhun menkul ise Kadı´nın üzerine mürtehine, helak olmadığına dair, yemin

verdirmek vacib değildir. Ancak hak sahibi olan rahin mürtehinin yemin etmesini talep ederse, o

zaman Kadı´nın ona yemin verdirmesi vacip olur. Nasıl Kadı´nın üzerine mürtehine yemin verdirmek

vacip değilse, rehini hazırlaması için Kadı´nın mürtehine emretmesi de vacip değildir. Ancak, hak

sahibi olan rahinin talebi ile emreder. İşte benim kısa fehmime zahir olan budur. Allah-u a´lem.

«İbni Şıhne de böyle tahrir etmiş ilh...» İbni Şıhne´nin tahrir ettiği yukarıdaki yapmış olduğu

tafsilattır. Nitekim sen bildin. Bunu T. ifade etmiştir.

«Borç ona verilmez ilh...» Yani mürtehin rehini hazırlamadığı müddetçe rahin borcu tamamen

ödemez. Her ne kadar rahin merhunun helakini iddia etmese de. Ancak, merhun rehin akdi yapılan

şehirden başka bir şehirde olursa, onu akit yapılan şehre getirmek için masraf gerekiyorsa o zaman

borcu tamamen verir. Ama kendisi de mürtehine rehinin helak olmadığına dair yemin verdirebilir.


Musannıf´ın: «aylık taksitte de böyledir» sözü, yani rahin vadesi gelmiş takdirini mürtehin rehini

hazırlamadığı müddetçe vermez. Her ne kadar rahin merhunun helakini iddia etmese de. O zaman

taksit ödemekle deyni tam ödemenin hükmü eşit olur. Bu da Nihaye´de olan hükmün gayrıdır.

Nihaye´de olan ifadeye gelince; borcu tam ödemekle taksit ödemek arasında fark vardır. Şöyle ki,

aylık ödemede borçlu helaki iddia edene kadar mürtehine rehini hazırlaması emredilemez. İbn-i

Şıhne buna da «ister talep etsin, ister etmesin» sözüyle işaret etmiştir. Zira İbn-i Şıhne´nin «Rehini

hazırlamadıkça» sözü ifade ediyor ki, mürtehine rehini hazırlaması emredilir, taksit ödeme

suretinde rehini hazırlamakla emredilmez. Ancak rahin helaki dava ederse emredilir. İşte bu,

nazmın İbn-i Şıhne´nin anladığı şekildeki takriridir. İbn-i Şıhne şöyle anlamıştır: Merhunun

hazırlanması, taksit meselesinde Nihaye´nin kelamında rahinin helak davası ile kayıtlıdır.

Aralarındaki fark da budur.

«Akit yapılan yerde değilse ilh...» Bu kavil, Şilbi´den naklen geçen tafsilatı teyit etmektedir.

Sâyihânî diyor ki: «Buradaki «veya», «ancak» manasınadır. Veya kelimesinden sonra gelen fiilin

mensub olması lâzımdır. Ancak, şiirde meczum olarak gelmiştir. O zaman onun «hazırlamadıkça»

üzerine atfı sahih olur. Yani akit yapılan şehirde olduğu müddetçe, para verilmez. Akit yerinde

olmadığı müddetçe para verilir. Şu kadar var ki, o zamanda, «taşımak da zordur» sözü uzak olur.

Çünkü merhun akdin yapıldığı yerde olursa, taşınması gerekmez. Ancak şöyle denilebilir ki,

mürtehinin rehini evine götürmesi mümkündür. O zaman da beytin manası şöyle olur: «Yani rehin

akit yerinde olursa, mürtehine para verilmez. Ancak onun hazır olması için meşakkat ve taşıma

yoksa, mürtehin hazırlarsa, ödenir.» Bu şekilde tevil edilse, Şilbi´den geçen ifadeye muhalif olur.

Ama bizim Bezzaziye ve Zahire´den naklen takdim ettiğimizi de teyit eder. Şu kadar var ki bu şeklide

yorumlamak da çok uzaktır.

«Teklif edilmez ilh...» Çünkü ona emanet edilmemiştir. Zira ondan başka bir adama verilmiştir. Onu

teslim etmek de mürtehinin kudretinde değildir.

«Adil bir kişinin ilh...» Adil, rehinin yanına konulduğu kimsedir. Buna hususi bir bab gelecektir.

«Rahinin izni ile satmıştır ilh...» Yani onun izni ile satmıştır. O zaman sanki mürtehin ile rahin, her

ikisi rehini feshetmişler, satılan merhunun semeni de rehin olmuş, semeni de ona teslim etmemiş,

belki adil bir kişinin yanına bırakmıştır. Bu bahsin tamamı Hidaye ve şerhlerindedir.

«Satış imkânı vermesi teklif edilemez ilh...» Yani deynin karşılığında satılması için rehini rahine

teslim etmesi teklif edilemez. Zira mürtehinin onların bey akdi yapmalarına mani olma gücü yoktur.

Şurunbulaliye.

Evet, öyle ama, bey´in nafiz olabilmesi mürtehinin icazetine veya borcun ödenmesine tevakkuf eder.

Onun feshi ile de rehin esah kavle göre fesih olmaz. Bunun beyanı gelecektir.

«Mebiin hapsine itibar edilir ilh...» Yani bayiin yanında hapsedilmesine. Zira bayie, semenin bir

kısmını almakla mebinin bir kısmını teslim etmesi lâzım gelmez. Şu kadar var ki, adam iki köleyi

rehin etse, her bir köle için belirli bir para alsa, bunlardan birisinin parasını ödediği takdirde onu

alabilir. Ama bey´ böyle değildir. Nitekim gelecek babda musannıf bunu zikredecektir.

«İyalinin hıfzetmesi ilh...» Şahsın iyalinden sayılmak için beraber oturmaları gerekir. Ama beraber

oturan kimse ister mürtehinin nafakasında olsun, ister olmasın. Karısı, kızı, oğlu, hizmetçisi gibi.

Koca, yevmiyeli değil, aylık veya senelik çalışan işçi iyaldendir. Mufaveze ve inan şirketi

ortaklarının hükmü de kişinin iyalinden olan kimseler gibidir. Karısı ve çoğunda, iyalinde olması

şart değildir. Gurerü´l-Efkar.

«Hepsi ile zamindir ilh...» Yani kıymetinin hepsi ile zamindir. Bu zaminiyet, rehindeki zaminiyet

değil, gasptaki zaminiyettir. Bundan murat şudur ki, eğer bu şeyler sebebiyle helak olursa zamindir.

Herhangi bir şey ki, o fiille mûda´ (kendisine emanet bırakılan) zamin olur, o fiil ile mürtehin de

zamin olur. Mûdaa zamin etmeyen fiiller mürtehini de zamin etmez. Ancak şu kadar var ki, vedia

kendiliğinden telef olursa, tazmin edilmez. Nitekim Camiü´l-Fusuleyn´de olduğu gibi.

Camiü´l-Fusuleyn´de şöyle denilir: «Eğer mürtehin rahine muhalefet eder, sonra muhalefetinden

dönerse, yine o nesne kendi hali üzere rehindir. Öyleyse eğer mürtehin muvafakati iddia eder, rahin

onu yalanlarsa. rahinin sözü tasdik edilir. Çünkü o tazminatın sebebini ikrar etmiştir.»

BİR TEMBİH:

Mürtehin rehini bildirmeden ölse, zamin olur. Nitekim Hayriye ve diğer kitaplarda olduğu gibi.

«Taaddi ile ilh...» Bu geneli özel üzerine atıftır. Yani izinsiz olarak okuma, bey, giymek, binek

hayvanı ise binmek, oturmak gibi. Kuhistanî.


«Kıymetinin hepsine ilh...» Yani kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın, kıymetine zamindir. Çünkü mürtehin

bu fiilleri yapmakla gasıb olmuştur. İtkanî.

Hidaye´de şöyle denilmektedir: «Zira rehinin deynin miktarından fazlası emanettir. Emanetler de

taaddi ile tazmin olunurlar.»

«Borç onun miktarınca düşer ilh...» Yani deynin hepsi düşer. Eğer deyn tazmin ettiği miktar kadar

ise. Yok eğer deyn fazla ise. mürtehin, rahinden, rehinin kıymeti daha fazla ise, rahin mürtehinden

fazlayı alır. Evla olan bu kavli hazfetmekti. Çünkü yakında metinde gelecek tafsilat vardır.

«Radi´nin ihtiyarına göre ilh...» Ben diyorum ki, Bezzaziye ve diğer kitaplarda olan şudur ki, bu kavli

Radi değil, Serahsi ihtiyar etmiştir, öyle sanıyorum ki, buradaki «Radi´nin ihtiyarına göre» ifadesi,

yazanların tahrifidir. Zira bu isimde benim bildiğim kadarıyla, Hanefi İmâmları arasında meşhur olan

kimse yoktur

Radi ile Serahsi ayrı ayrı üç âlim değil, H. 571 de vefat eden Radıyyuddin Muhammed es-Serahsi

adlı hanefî fakihidir. H. 490 da vefat eden Mebsut sahibi Şemsüleimme Serahsi, Radıyyuddin

es-Serahsi ile karıştırılmamalıdır (bkz. Taşköprüzâde, Tabakatülfukaha, s. 75, 104)

«Bercendi´nin rehin kitabında ilh...» Yani Bercendî´nin şerhinden, rehin kitabından. Sarih yasaklar

bahsinde takdim ettiğini de Bercendî´ye nispet etmemiştir. Evet, bu bahsi Bercendî´ye

Dürrü´l-Munteka´da isnat etmiştir. Zira musannıf orada; «Bu şekilde Bercendî, rehin kitabında

Keş-fü´l-Pezdevi´den nakletmiştir.» demiştir. Bazı nüshalarda da «burada» kelimesinin yerine

«orada» kelimesi kullanılmıştır. Bunun şerhinde T. diyor ki: «Yani sağ el bahsinde.»

«Ben derim ki: şu kader var ki ilh...» İşte bu, yasaklar bahsinde şarihin zikrettiğinin manasıdır ki, o

şiar olmuştur. Biz yasaklar bahsinde şunu takdim ettik: Hak şudur ki, sağ parmak ile sol parmak

arasında eşitlik vardır. Çünkü yüzüğün her ikisine takılması da Seyyidü´l-Ahyâr olan Peygamber

(S.A.V.)´den sabit olmuştur. Sonra bu istidrak, istidrak üzerine istidraktir. Bu, metinde olan sağ

parmak ile sol parmak arasındaki eşitliği teyit etmektedir. Şöyle ki, hangisine takılırsa takılsın, o

rehini hıfzetmek değil, kullanmaktır. Bundan ötürü onu serçe parmağına takmakla zamin olur. Bu

izah üzerine şarih´in «layıktır» sözüne de ihtiyaç yoktur. Çünkü o metinde olanın aynıdır. Hidaye ve

diğer kitaplarda da sarahaten zikredilmiştir. Onun ispatı için araştırmaya ve ehli olmadığımız için de

kıyas yapmaya ihtiyaç yoktur.

«Başka bir parmağına takmakla zamin olmaz ilh...» Yani serçe parmağı dışındaki bir parmağa

yüzüğü takmakla, helak olduğu takdirde zamin olmaz. Bu meselede asıl şudur: Mürtehin rehini

kullanmakla korumakla izinlidir. Öyleyse rehin olan bir yüzüğü serçe parmağına takmak, o yüzüğü

kullanmak demektir ve zımaniyeti icap ettirir. Başka bir parmağa takmak ise onu takmak değil,

korumaktır. Çünkü adette serçe parmağın dışında başka bir parmağa yüzük takılmaz. O zaman

serçe parmak dışındaki parmaklara takmakla zamin olmaz.

Yine, kendisine rehin edilen bir taylasanı (baş ve boyun şalı) giyinse, ona zamin olur. Çünkü

giyinmek kullanmaktır. Ama taylasanların mutat giyilişi gibi giyinmese, meselâ omzuna atmış olsa,

zamin olmaz, çünkü o korumaktır.

Sonra burada zamin olmamaktan murat, kullanmak değil, korumak sayıldığı yerde gasp zaminiyeti

gibi zamin olmaz demektir. Yoksa asla zamin olmaz demek değildir. Çünkü rehin olan bir şey

kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise onunla mazmundur. Nitekim bu, Tahavi şerhinde de tasrih

edilmiştir. İtkanî, özetle.

«Yiğitler ilh...» Hidaye ve Tebyin´de de böyledir. Bunun zahiri şudur ki mürtehin eğer yiğitlerden

değilse zamin olur. Halbuki fakihler, yüzüğün takılmasında mürtehinin kendi haline itibar

etmişlerdi. Zahir şudur ki burada; «eğer kılıcı rehin alan kimse yiğitlerden ise» manası

kastedilmiştir. Zira, Kadıhan ve diğerlerinin sözü buna delalet eder. Çünkü onlar, iki kılıç rehin

edildiği takdirde mürtehin her ikisini de takarsa, o da kullanma olur, demişlerdir. Görülüyor ki

burada da yüzük meselesinde olduğu gibi mürtehinin haline bakılır. O zaman metinde olan ifade de

Kadıhan ve diğerlerinin ifadelerine göre yorumlanır. O zaman kılıcı takanın hali ile yüzüğü takanın

hali arasındaki münâfat kalkar. Sen anla.

«Üç kılıcı değil ilh...» Yani o zaman üç kılıcı takarsa kullanmak değil, korumak olur. Zamin de olmaz.

«Tüzüğü diğer bir yüzüğün üzerine taksa ilh...» Yani ona iki yüzük rehin edilmiş olsa, oda ikisini

birbiri üzerine aynı parmağa taksa, o zaman adete bakılır. Zeylaî.

Yani mürtehinin adetine bakılır. Eğer başkasının adetine muhalifse, zamin olur. Yoksa, korumaktır,

zamin olmaz. Nitekim mabadinden de bö-le anlaşılmaktadır.


METİN

Eğer borcun cinsinden mezkur kıymetle hükmedilirse, o zaman, rahin ile mürtehin yalnız kıymeti

ödemekle ödeşmiş olurlar. Eğer borcun ödeme vakti gelir, mürtehin de rahinden fazlalık isterse,

arada bir fazlalık varsa, o zaman fazlalığı alır. Ama eğer borç vadeli ise, o zaman mürtehin helak

olan rehinin kıymetini zamindir ve o kıymet onun yanında rehin olur. Borcun ödeme vadesi geldiği

zaman onu borç karşılığında alır.

Eğer cinsinin hilafına olan bir kıymetle hükmedilirse, o zaman o rehinin cinsinin hilafına olan

kıymet, rahin borcunu ödeyene kadar olan yanında rehin olur. Çünkü rehin bedelidir, ve rehin

hükmünü almış olmaktadır.

Rehin edilen nesneyi korumak için icarlanan evin, bekçinin ve koyunların yatak yerinin ücreti

mürtehinin üzerinedir. Ama merhum hayvan ise, onu otlatan çobanın ücreti, köle ise nafakası, arazi

ise ondaki öşür ve haraç da rahinin üzerinedir.

Bunda asıl kaide şudur: Rehinin maslahatı ve baki kalması için yapılan masraflar rahinedir. Çünkü

rehin onun mülküdür. Korunması için gereken masrafların hepsi ise mürtehin üzerine vaciptir.

Çünkü onu mürtehin hapsetmiştir.

Muhakkak bilinsin ki, eğer bunlardan rahine bir şey şart kılınmış olsa, rahinin ödenmesi lazım

değildir. Kuhistanî, Zahire´den.

Rehinin tamamının mürtehinin eline geri getirilmesi masrafı, kaçan köleyi yakalayıp getirene verilen

ücret gibi, veya ondan bir parçasının eski haline reddi, meselâ yarasının tedavisi gibi ücretler iki

kısma ayrılır: Mazmun ve Emanet. Mazmun olan kısım mürtehinedir, emanet olan kısmın ücreti de

rahinindir. Eğer kıymeti borçtan fazla ise. Yok eğer borçtan fazla değilse, o zaman mürtehinin

üzerinedir.

Yine rehinin hastalık ve yaraların tedavisi ve işlediği cinayetin fidyesi de, eğer rehin edilen

nesnenin kıymeti borçtan fazla ise, ikiye taksim edilir. Rehin karşılığında olan kısmın masrafı

mürtehinin, borçtan fazla olan kısmın karşılığı olan masraf da rahinin üzerinedir.

Rahin veya mürtehinden birisi üzerine vacip olan şeyi diğeri öderse, müteberri olur. Ancak,

Kadı´nın emri ve onu diğerinin üzerine borç bulması ile öderse, o zaman diğerine rücu ederek

ondan alır. Ama Kadı´nın sarahatsiz, mücerret emri ile ve üzerine borç kılması ile rücu edemez.

Mültekit´te olduğu gibi.

İmâmdan, eğer diğer arkadaşı hazır ise, hazır olan adamın üzerine vacip olan şeyi yaparsa, mutlaka

rücu edemeyeceği rivayet edilmiştir. Ama ikinci İmâm buna muhalefet etmiştir. Bu mesele de hacr

meselesinin fer´idir. Zeylaî.

Rahin, «Rehin ettiğim nesne bu değildir.» dese. mürtehin de «Hayır, senin bana rehin verdiğin

nesne budur.» dese, makbul olan söz mürtehinindir. Çünkü onu mürtehin kabzetmiştir. Ama bunun

hilafına, eğer mürtehin rehin edilen nesneyi kendisi kabzettikten sonra rahine geri verdiğini iddia

etse, rahin de inkâr etse, o zaman makbul olan söz rahinindir. Çünkü o inkâr etmektedir. Eğer ikisi

de burhan getirseler, yine makbul olan burhan rahinindir. Borçta fazlalığı ispat ettiğinden borç da

düşer.

Mürtehin eğer kabızdan evvel bunu iddia ederse, o zaman makbul olan söz, mürtehinindir. Çünkü

mürtehin rehinin kendi zımaniyetine girmesini inkâr etmektedir. Eğer her ikisi de burhan

getirirlerse, o zaman makbul olan burhan rahinindir. Çünkü o zımaniyeti ispat etmektedir.

Bezzaziye.

Mürtehinin, yol emin olduğu takdirde yola gitmesi caizdir. Vediada olduğu gibi. Her ne kadar rehini

beraberinde sefere götürmesinde bir taşıma ve masraf olsa da.

Mürtehin, rehini rehin verildiği şehirden başka bir şehre de götürebilir. Rehinin yanına bırakıldığı

adil de bu bahiste mürtehin gibidir. İmadiye´de, İddet´e isnatla olduğu gibi. Ama bu Kadiyeyn´de

olanın hilafınadır. Belki, İddet´te olan İmâmın, Feteva´da olan da İmameyn´in kavlidir. Nitekim

Kınye´nin kelamı da bunu ifade etmektedir.

neslinur
Thu 28 January 2010, 11:52 am GMT +0200
BİR FAYDA:

Hadiste şöyle denilmiştir: «Rehinin durumu gizli olur (kıymeti bilinmezse) neyle rehin olmuşsa,

onunla mazmundur.» Fukaha bu hadisin manasında şöyle demişlerdir: Helakinden sonra kıymeti

bilinmese, yani rahin ve mürtehin nesnenin kıymetini bilmediklerini söyleseler, o zaman rehin

borcun karşılığıdır. Musannıf da babın evvelinde böyle zikretmiştir.


İZAH

«Mezkur kıymetle hükmedilirse ilh...» Yani kıymetinin hepsiyle.

«Borcun cinsinden ilh...» Dirhemle dinar iki muhtelif cinstirler. Nitekim Hamevi´nin şerhinden de

böyle anlaşılır. Ebussuud.

T. diyor ki: «Dirhemle dinarın muhtelif cins olmaları Maden´de de tasrih edilmiştir. Mekki.»

«Mürtehin de rahinden fazlalık istese ilh ..» Yani mürtehin rahinden borç kalan fazlayı talep eder.

Eğer borç rehin olan nesneden az olursa, o zaman da rahin mürtehinden fazlasını talep eder.

Eğer musannıf burada Zeylaî´de olduğu gibi «Rahin ve mürtehinden her biri diğerinden fazlasını

talep eder.» deseydi, daha şümullü olurdu.

«Nafakası ilh...» Mesela yemesi, içmesi, giymesi ve rehin eğer bir cariye ise, çocuğunun süt ücreti,

merhun bostan ise sulaması, kanal açması, erkek hurmaların tohumlarının dişi hurmalara

taşınması ve toplanması ve bahçe için yapılan bütün masraflar rahine aittir. Hidaye.

Birisi belirli bir ekmekle bir köleyi satsa, köleyi alan köleyi, satan da ekmeği kabzetmeden satılan

köle ekmeği yese, bayi kölenin semenini tam almış olur. Ama bunun hilafına, adam bir ölçek arpa

karşılığı bir hayvan rehin etse, hayvan o arpayı yese, mürtehin borcunu tam almış sayılmaz.

Bunlar arasındaki fark nedir? Zira birincide kölenin nafakası bayiin üzerinedir. İkincisinde ise

hayvanın nafakası rahinin üzerinedir. Cevhere, özetle.

«Öşür ve haraç ilh...» Bezzaziye´de şöyle denilir: «Eğer sultan mürtehinden öşür ve haraç alırsa,

mürtehin rücu edip onu rahinden alamaz. Çünkü onu eğer gönüllü olarak vermişse, teberru etmiş

olur. Eğer zorla vermişse, sultan ona zulmetmiş olur. Mazlum da ancak zalime rücu edebilir.»

«Rahinedir ilh...» İster rehin borçtan fazla olsun, ister olmasın. Hidaye.

«Çünkü onun mülküdür ilh...» Öyleyse o zaman onun mihnet ve meşakkati de onun üzerinedir.

«Bunlardan bir şey ilh...» Yani mürtehine vacip olan şeylerden herhangi bir şey rahine şart kılınmış

olsa, rahinin ödemesi lazım değildir.

Cevhere´de şöyle denilmektedir: «Eğer rahin mürtehine rehinin korunması ücretini şart kılmış olsa,

mürtehin hiçbir şey istihkak etmez. Çünkü rehinin korunması mürtehinin üzerine vaciptir. Ama

vedia bunun hilafınadır. Vediada korumak mûda´nın (emanet bırakılan kişi) üzerine vacip değildir.»

«Yarasının tedavisi gibi ilh...» Yani rehinden yaralı olan bir azanın tedavisi veya katarakt inen bir

gözün tedavisi ve bunlara benzer, ileride musannıfın zikredeceklerinden.

«Mazmun ilh...» Yani mürtehinin zaminiyetine giren kısım. Emanet bunun hilafınadır. (O, rahinin

zaminiyetine girer.)

«Borçtan fazla değilse ilh...» Yani yalnız mürtehinin üzerinedir. Çünkü mürtehinin elinde olan rehini

tam olarak iade etmesi lâzımdır.

«Yine ilh...» Yani o ücret «Mazmûn» ve «Emanet» kısımları üzerine taksim edilir. Nitekim Hidaye ve

diğer kitaplarda da böyledir.

Bezzaziye´de şöyle denilmiştir: «İlâcın ve doktorun ücreti mürtehinin üzerinedir. Kuduri de şunu

zikretmiştir: «Emanet olan kısmın ücreti rahinin üzerinedir.» Meşayihten bazıları da, «İlâcın parası

mürtehinin üzerinedir, eğer hastalık veya yara mürtehinin elinde iken olmuşsa. Yok eğer rahinin

yanında iken olmuşsa, o zaman ilâç ve doktorun parası rahinin üzerinedir.» demişlerdir.

Meşayihten bazıları da her hâlükârda ilâc parası mürtehine aittir demişlerdir. Muhammed´in mutlak

ifadesi de buna delalet etmektedir.»

«Müteberri olur ilh...» Çünkü, o onu yapmak zorunda değildi. Zira onu Kadı´ya götürebilirdi.

«Rücu ederek diğerinden alır ilh...» Eğer kaçınan, rahin ise, Kadı´nın emri ile onu ödeyen mürtehin

rücu ederek onu rahinden alır. İster merhun kaim olsun, ister olmasın. Nafaka ile de rehin olmaz.

Öyleyse nafaka için mürtehinin hapsetmesi de lazım değildir. Bu da İmâmın kavlidir. Bezzaziye.

«Rücu edemez ilh...» Meşayihin ekseri bu görüştedir. Çünkü Kadı´nın bu emri ilzam için değil, nazar

düşünme, dikkat etme) içindir. Öyleyse Kadı´nın o emri, hasbeten yapma ile diğerine borç kılarak

yapması arasında mütereddittir. Âlâ üzerine nass olmadıkça, ednayı yapmak daha evladır. Meselâ,

bu meselede borç olması için Kadı´nın sarih emri olmadığından evla olan ona hasbeten yapması

için emir vermiş olmasıdır. Nitekim Zahire´de de böyledir.

Şu mesele kaldı ki, eğer memlekette Kadı olmasa, veya olsa ama zalim olsa, durum ne olur Allame


Makdisî bu hususta şöyle der: «Mürtehinin rehine masraf yaptığı yolundaki iddiası tasdik edilmez.

Ancak beyyine ile tasdik edilir.» Yani, rücu edip rahinden alması için infak ettiğine dair iddiası

tasdik olunmaz, ancak beyyine ile tasdik edilir. Sayıhani.

«İmamdan ilh...» Şarihin burada hazırdaki hilafı hikâye etmesi ifade ediyor ki, metinde olan bahis

gaib meselesinde farzedilmiştir.

«Mutlaka ilh...» Yani Kadı´nın emri ile de olsa. Çünkü onun Kadı´ya müracaat etmesi Kadı´nın da

diğer adama emir vermesi mümkündür. O yüzden kendiliğinden yaptığı masrafı kendisi öder, rücu

edemez. H.

«İkinci İmâm buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira ikinci İmâma göre, rahin veya mürtehinden

herhangi birisi Kadı´nın emri ile infak ederse, öteki ister hazır olsun, ister gaib olsun, yaptığı

masrafı, müracaat ederek diğerinden alır. Nitekim Zahire´de de böyledir.

Şu kadar var ki Haniye´de şöyle denilmiştir: «Rahin veya mürtehinden birisi hazır olsa, rehine infak

etmekten kaçınsa, Kadı da diğerine infak etmesini emretse, o da infak etse, infak eden adam infak

ettiğini, müracaat ederek, diğerinden alır. Fetva da bu kaville verilir.» Kuhistanî.

Öyleyse müftabih olan kavil, ikinci İmâmın kavlidir. Bunun üzerine masraftan kaçınan adamın hazır

veya gaib olması arasında fark yoktur. Metindeki mutlak ifadenin zahiri de ancak budur.

«Hacr meselesinin fer´idir ilh...» Zira Kadı hazır olan kimseye velayet edemez. Onun emri onun

üzerine geçerli de değildir. Zira eğer emri nafiz olsa, hazır olduğu halde masraftan kaçınan kimse

hacredilmiş olur. Halbuki İmâma göre Kadı hazır olan kimsenin hacrine malik değildir. Ebû Yûsuf´a

göre ise, Kadı hazır olan kimsenin hacrine maliktir. O zaman Kadı´nın emri hazır olan üzerine

geçerlidir. Zeylaî.

«Bunun hilafına mürtehin rehini geri verdiğini iddia etse ilh...» Geri verdikten sonra da helakini

iddia etse, rahin de rehinin mürtehinin yanında helak olduğunu iddia etse, yine söz rahinindir.

«Çünkü o inkâr etmektedir ilh...» Zira onların her ikisi de rehinin mürtehinin zımanına girdiğine

ittifak etmişlerdir. Burada mürtehin zimmetten beraat ettiğini iddia ederken, rahin beraat etmediğini

iddia etmektedir. O zaman makbul olan söz rahinindir. Bedâyi.

«Borç da düşer ilh...» Yani onun helak olmasıyla rahinden borç düşer. Zira kelam onun helak

olması bahsindedir. T.

«Fazlalığı ispat ettiğinden ilh...» Bu kavil, «Makbul olan söz rahinindir.» sözünün gerekçesidir. T.

Bedayi´nin ibaresi de şöyledir: «Rahin ve mürtehinin her ikisi de beyyine ikame etseler, yine

makbul olan beyyine rahinin beyyinesidir. Çünkü rahinin beyyinesi rehinin helaki ile borcun tam

ödendiğini ispat etmektedir. Mürtehinin beyyinesi ise, borcun ödenmesini nefyetmektedir. ispat

edici beyyine, nefyedici beyyineden evladır.»

Bedayi´nin bu ibaresi ifade ediyor ki, merhunun helakinin rahinin yanında olduğuna yalnız

mürtehinin beyyinesi olursa, beyyinesi kabul edilir. Şurunbulali.

«Kabızdan evvel bunu iddia ederse ilh...» Evla olan, musannıfın burada, «Mürtehinin kabzından

evvel helakinde ihtilaf ederlerse...» demesiydi. Yani, rehinin helakinin ihtilaf etseler, mürtehin

merhunun kabızdan önce, rahinin elinde helak olduğunu iddia etse, rahinde, kabızdan sonra helak

olduğunu söylese, o zaman makbul olan söz ve iddia mürtehinindir. T.

«Bezzaziye ilh...» Bezzaziye´nin ibaresi şöyledir: «Rahin merhunun mürtehinin yanında helak

olduğunu ve borcun düştüğünü zannederse, mürtehin de merhunu kabızdan sonra rahine iade

ettiğini ve onun yanında iken helak olduğunu söylerse, o zaman makbul olan söz, rahinindir. Çünkü

mürtehin arız olan bir reddi iddia etmektedir. Rahin ise, bunu inkâr etmektedir. Eğer iddiaları

hususunda burhan getirseler, gene makbul olan burhan, rahinindir. Borç da düşer. Çünkü rahin

ziyadeyi ispat etmektedir. Ama eğer mürtehin kabızdan evvel rahinin elinde helak olduğunu

söylerse, o zaman makbul olan söz mürtehinindir. Çünkü mürtehin rehinin zimmetine girdiğini

inkâr etmektedir. Eğer bu hususta burhan getirirlerse, rahinin burhanı makbuldür. Çünkü o zımanı

ispat etmektedir.»

Bezzaziye´nin ibaresi vazıh bir ibaredir. Bunun üzerinde bir söz yoktur. T.

BİR TEMBİH:

Bundan zahir olmaktadır ki, bu mesele, helak davasında farzedilmiştir. Veya helakin zamanı

ihtilafında farzedilmiştir. Evet, o helak mürtehinin reddinden evvel midir, sonra mıdır? Bütün

kitaplarda da zikredilen bu meseledir. Ama helaki zikretmeden ret davasında rahin ile mürtehin


ihtilaf etseler, bu hususta Şurunbulalî bir risale telif ederek o risaleye «Rehinin reddi hususunda

rahin ile mürtehinin ihtilaflarını ikna» adını vermiştir. Bu risalede helaki de zikretmemiştir. Bu

meselede hükmün cevabında da tereddüt ederek şöyle demiştir: «Bazen cevap verilir ki, söz

yeminiyle birlikte rahinindir. Çünkü Miracü´d-Diraye´de, «Eğer rahin ile mürtehin rehinin reddi

hususunda ihtilaf ederlerse, ihtilafsız olarak, makbul olan söz rahinindir. Çünkü rahin münkirdir.»

kavliyle nassedilmiştir.»

Şurunbulali şöyle de demiştir: «Şu kadar var ki, Miracü´d-Diraye´nin ifadesi, ret ile helakte ihtilaf

etmeleri üzerine yorumlanır» Zira Miracü´d-Diraye´nin kelamının akışı, merhunun helaki

hususundaki ihtilaf hakkındadır. Fukaha sarahaten, rehinin mürtehinin elinde vedia menzilesinde

olduğunu söylemiştir. Onun elinde emanettir. Fukaha şunu da tasrih etmiştir ki, herhangi bir emin

kimse, emaneti müstahakkına verdiğini iddia ederse, onun sözü kabul edilir. Bu iddiası ister

müstahakkı) ölümünden evvel, ister sonra olsun. Öyleyse her kim ki mürtehinin bu külli kaideden

istisna olduğunu iddia ederse, onun beyan etmesi lâzımdır. Mirac´ın kelamına şu da muarız olabilir:

Mürtehin merhunun rahinin yanında helak olduğunu iddia etse, rahin de onu inkâr etse, gene

makbul olan söz yemini ile birlikte mürtehinindir. Çünkü mürtehin de mûda´ ve müstair gibi emindir.

Bununla birlikte rahin münkirdir.»

Sonra da şöyle demiştir: «Mirac´da olan ifadeye göre, borç düşer mi? Fazlaya zamin olur mu, yoksa

asla zamin olmaz mı? Emanete ve bir de rahinin borcu ödemediğine dair ikrarına nazaran. Veya

kıymetin hepsine mi zamindir? işte bu hususta hakim ve müftü Allah´tan çok sakınmalı ve bunu

ifade edecek bir nassa bakmalıdırlar.» Özetle.

Ben derim ki: Şu kadar var ki rehinle diğer emanetler arasındaki fark açıktır. Çünkü rehin borçla

mazmundur. Artık reddi hususunda mürtehin nasıl tasdik edilir. Mirac´ın kelamına muarız olan

meseleye gelince, Mirac´ın kelamına bu itirazın varit olmaması aşikârdır. Zira «yanında»

kelimesindeki zamir, eğer mürtehine irca edilirse, artık «söz rahinindir» kavlinin manası kalmaz.

Çünkü borç rehinin mürtehinin yanında helak olması ile düşer. O zaman artık bu bahisle Mirac´ın

kelamı arasında muareze kalmaz. Çünkü mürtehin kendi nefsinden zaminiyeti nefyetmemiştir. Ama

onun ret davasında ise, zımanı nefsinden nefyetmektedir. Eğer o zamir rahine raci olursa, o zaman

da kabzından evvel helak olduğunu iddia ederse makbul olan söz yemini ile birlikte mürtehinindir.

Nitekim Bezzaziye´den naklen de geçti. O zaman bu bahisle kabızdan sonraki mücerret ret davası

arasında fark gizlenmeyecek kadar açıktır.

Ben, Kariü´l-Hldaye´nin Feteva´sında şu nassı gördüm: «Mürtehin rehin edilen nesnenin reddini

iddia ederse, rahin de onu tekzip ederse, söz onun mudur diye sorulduğunda şöyle cevap verildi:

Söz yemini ile birlikte mürtehinin sözü olmaz. Çünkü söz, yemini ile birlikte onun sözüdür, eğer

emanetçi olursa. Çünkü bu hal emanetlerin halidir. Bir borç karşılığı mazmunatların değil. Bilakis

makbul olan söz, yemini ile birlikte mürtehinin reddetmediğine dair rahinin sözüdür,»

Kariü´l-Hidaye´nin Feteva´sında olanın misli İbn-i Şilbi´nin Feteva´sı ile İbn-i Nüceym´in Feteva´sında

da mevcuttur. Bu da Mirac´da olan ifade ve hükmün aynıdır. O zaman menkule uymak lâzımdır.

Menkul makul olduğu halde artık nasıl ona uyulmaz. Onun sözünün kabul edilmemesinin muktezası

da zaminiyetin hepsini kabul etmemesidir. Şu kadar var ki, lâyık olan şöyle denilmesiydi: Bu bahsin

hepsi şundadır ki, rehin eğer borçtan fazla olmazsa. Rehin eğer borçtan fazla olursa, ziyadeyi

zamin olmaz. Çünkü o ziyade sırf emanettir, mazmun değildir. O zaman söz de onun sözüdür. İster

sırf reddi iddia etsin, ister ret ile helaki beraber iddia etsin. İşte bana zahir olan budur. Allah daha

iyisini bilir. Bu tahrir bizim şu kitabımızın hususiyetlerindendir. AIIah´a hamd olsun.

«Yol emin olduğu takdirde ilh...» Bir de rahin rehinin aynı şehirde kalmasını kaydetmezse. Ama

rehinin o şehirde kalmasını kaybederse, mürtehin rehinle birlikte sefere gitmeye malik değildir. Bu

bahsin tamamı T.´dedir.

«Kadıyeyn´de olanın hilafınadır ilh...» Yeni Kadıhan ile Kadı Zahirüddin. Zira onların her ikisi de

mürtehin rehinle birlikte sefere gidemez demişlerdir. Yalnız Kadıhan, şunu da ilâve etmiştir ki,

mürtehin rehinle sefere gidemez sözü, İmameyne göredir.

«Udde´de olan ilh...» Udde´de olanla Kadıyeynin fetevalarında olanın telifine Camiü´l-Fusuleyn

sahibi gitmiştir. Remlî, «Bu telife ihtiyaç yoktur.» sözüyle itiraz ederek, «Çünkü Kadıhan´da olan

ifade sarahaten onun İmameynin kavli olduğunu söylemektedir.» demiştir.

«Gizli olursa ilh...» Yani haber gizli olursa. Burada maksat, yani onun durumu gizli olur, her ikisi de

onun helakinde ittifak ettikleri halde kıymeti de bilinmiyorsa, demektir.

«Rehin borcun karşılığıdır ilh...» O zaman borç rahinden düşer. Bu da eğer borcun az olduğu


bilinmiyorsa böyledir. Yok eğer az olduğu biliniyorsa, kıymeti de şüpheli ise, o zaman onun hükmü

araştırılır. T.

«Musannıf da böyle zikretmiştir ilh...» Hidaye ve İnaye´de de böyledir. Nihaye´de de şöyle

denilmektedir: «Mebsut´ta da bu tevil Ebu Cafer´den hikâye edilerek böyledir.»

neslinur
Thu 28 January 2010, 11:54 am GMT +0200
REHİN EDİLMESİ CAİZ OLANLAR VE OLMAYANLAR BABI

METİN


Mutlaka müşa (ortak) olan bir şeyin rehin edilmesi sahih değildir. Rehinin başında da geçtiği gibi

rehin edilen nesnenin ayırdedilmesi lâzımdır. Müşa ise ayırdedilmiş değildir. Bu müşaiyet ister

mukarin olsun, ister arız olsun. Rehini de ister ortağına versin, ister başkasına. İster o müşa taksim

edilsin, ister edilmesin.

Sonra sahih olan kavil şudur ki, müşanın rehin akdi fasittir. Kabızla da mürtehin zamin olur. İmam

Şafiî ile müşanın rehinini caiz görmüştür.

Eşbah´ta şöyle denilmektedir: «Satışı kabul eden her nesne rehini de kabul eder. Ancak dört şeyde

değil: Müşa olan, meşgul olan, bir diğeri ile muttasıl olan ve azadı bir şarta bağlanan müdebberin

dışındaki köle o şartın vücudundan evvel rehin edilemezler. Halbuki bunların rehin edilmesi değil,

bey´i caizdir.»

Yine Eşbah´ta şöyle denilir: «Müşanın rehin edilmesinin cevazının hilesi şudur: Evvelâ rahin müşa

olan nesnenin yarısını mürtehine muhayyerlikle satar, sonra da diğer yarısını rehin eder. Sonra

yapmış olduğu bey´i fesheder.»

Musannıf diyor ki: Bunun üzerinde düşünmek gerekir. Belki, Eşbah´ta olan bu hile, «sonra arız olan

şüyudaki rehin caizdir» zayıf kavli üzerine tefridir.

Ben derim ki: Zayıf kavil üzerine de tefri edilemez. Çünkü onu muhayyerlikle satmıştır.

Muhayyerlikle satılması da şu iki şeyden hali değildir: Ya bayiin mülkünde kalır veya muhayyerlik

müşteride ise, müşteri feshettiği zaman yine bayiin mülküne döner. Bu her iki durumda da onun

rehin edilmesi ibtidaen müşanın rehini gibi olur. Nitekim bu Tenvirü´l-Besair´de genişçe

açıklanmıştır.

Ben derim ki: Bu hususta en sahih hile Minyetü´l-Müfti´nin hileler bahsinde olandır. O da şöyledir:

Adam binasının yarısını müşaen rehin etmek istese, yarısını ondan rehin talep eden mürtehine,

onun muhayyer olması şartı ile satar, semeni de ondan alır. O da binayı kabzeder. Sonra

muhayyerlik hükmü ile müşteri bey´i nakzeder. O zaman o bina onun elinde rehin menzilesinde

semenin karşılığı ile kalır. Bu hileye musannıfın oğlu da Zevahirü´l-Cevahir´de itimat etmiştir.

Zevahîrâ´l-Cevahir´de şöyle denilmektedir. «Zarureten sabit olan şüyu rehine zarar vermemektedir.

Zira Valvalciye´de şöyle bir şey vardır: «Adam birisinin yanına iki elbise götürse, ona birisini rehin

olarak al, bana para ver, diğeri de yanında emaneten kalsın dese, caizdir. Zira bunlardan her

birisinin yarısı deynin karşılığında rehin olur. Çünkü bunlardan her bir elbise diğerinden daha evla

değildir. O zaman rehin her ikisinde de zarureten şayi olur, bu da zarar vermez.»

Ağacı değil, üzerindeki meyveyi veya tarlayı değil, üzerindeki ekini veya ağaç veya binayı yersiz

olarak rehin etmek veya bunların aksi, caiz değildir. Meselâ, meyvenin değil ağacın üzerindeki

ağacın değil yerin rehin edilmesi gibi.

Bu meselede asıl kaide şudur: Merhun, hilkaten merhun olmayan bir şeye muttasıl olduğu zaman

onun rehini caiz değildir. Zira yalnız merhunu kabzetmek mümkün değildir. Dürer.

İmâmdan üzerinde ağaç olan bir tarlayı ağaçsız olarak rehin vermenin caiz olduğu rivayet edilmiştir.

Ağacı, ağaçların yeri ile birlikte veya binayı içindeki eşya ile birlikte rehin etse, caizdir. Mülteka.

Çünkü bunların ittisali mücavereten ittisaldir.

Kınye´de şöyle denilmiştir: «Bir binayı rehin verse, onun duvarları rahin ile komşular arasında

müşterek olsa, arsada sahihtir. Tavanın müşterek duvarlarla muttasıl olması da bir zarar vermez.

Çünkü o tebean muttasıldır.»

Hürün, müdebberin, mükatebin, ümmüveledin ve vakfın rehini caiz değildir.

Sonra musannıf, rehin verilmesi caiz olmayan şeyleri zikrettiği gibi, kendisiyle rehin verilmesi caiz

olmayan şeyleri de zikredecektir.

Musannıf şöyle der: Emanetlerle rehin caiz değildir. Vedia ve emanet gibi. Derekle de rehin caiz

değildir. Çünkü mebiin başkasının istihkakı çıkmasından korkulduğu için alınmıştır. O zaman onda

rehin batıldır. Ama derekle kefalet bunun hilafına caizdir. Nitekim kefalet bahsinde geçti.

Başka bir şeyle mazmun olan bir nesne rehin edilemez. Yani misli ve kıymeti olmayan bir şeyle

mazmun olan bir şey rehin edilmez. Bayiin elindeki mebi gibi. Çünkü o semenle mazmundur. O

helak olduğu takdirde semeni ile birlikte helak olur. Nefis kefaleti ile, mutlak kısasla, ister bu kısas


nefiste olsun, ister azalarda olsun, rehin caiz değildir. Ama, hataen işlenen cinayet bunun

hilafınadır. Çünkü cinayet diyetinin rehinden alınması mümkündür.

Şufa ile, ölü üzerine ağlayan kadının ve türkü söyleyen kadının ücreti ile rehin ve cinayet işleyen

köleyi veya borçlu köleyi rehin etmek de caiz değildir. Bu suretlerde rehin sahih olmadığı takdirde

rahin o rehini geri alabilir. Eğer bunlar talepten önce mürtehinin yanında helak olurlarsa, karşılıksız

helak olmuş olurlar. Çünkü batıla hüküm yoktur. Kabız da malikin izni ile kalır. Sadr-ı Şeria ve İbn-i

Kemal.

Müslüman şarabı ne rehin verebilir, ne de bir müslümandan rehin olarak kabul edebilir. Ne de bir

zımmî şarabı müslümana rehin olarak verebilir. Yani müslüman için şarabı rehin etmesi veya rehin

olarak kendi yanına alması, ister zımniden olsun, ister müslümandan, caiz değildir. O şarabın

mürtehini zımmî olduğu takdirde onun müslüman rahine zamin olmaz. Bunun aksine, rahin zımmî,

mürtehin müslüman ise, zaminiyet vardır. Çünkü şarap müslümanlarda değil, zımmîlerde bir

kıymettir.

Rehin, kendi nefsi yani misli ve kıymeti ile mazmun olan bir şeyde sahihtir. Gasp edilen nesne, hulu

bedeli, amden cinayetin sulh bedeli gibi şeylerin rehin edilmesi sahihtir.

Ayan üç türlüdür: Biri emanetler gibi asla mazmun olmayan ayan. Birisi, bayiin elindeki mebi gibi

mazmun olmamakla beraber mazmuna benzer ayan. Birisi de kendi nefsile mazmun olan şeydir.

Magsub ve benzerleri gibi olan şeyler. Bu bahsin tamamı Dürer´dedir.

İZAH

«Müşa oLAn bir şeyin rehin edimesi sahih değildir ilh...» Ancak, iki kişi arasında müşterek bir köle

olur, onu, onlardan her birisinde alacağı olan bir adama tek rehin olarak rehin verirlerse, sahih olur.

Ama bunlardan her birisi kendi hissesini rehin ederse, caiz değildir. Zahire´den naklen Kuhistanî´de

olduğu gibi. Ancak, rehin edilen nesnede şüyu zarureten sabit olursa, Müsvedde´nin sonunda

geleceği gibi, caiz olur.

«Mutlaka ilh...» Mutlaka´yı mabadi tefsir etmektedir. Ancak, müşanın rehini niçin caiz değildir? Zira

rehin, merhunun daima mürtehinin yanında hapsedilmesini gerektirir. Müşada ise, müşanın bir

kısmının rehin edilmesi devamlılığı fevt eder. Zira müşaen rehin edildiği takdirde mürtehin ile diğer

ortaklar arasında nöbetleşme lâzım gelir. O zaman rehin eden sanki: «Sana bir gün rehin ettim, bir

gün etmedim» demiş olacaktır. O zaman daimi hapis fevt olur. Bunun için de rehin caiz olmaz. Bu

bahsin tamamı Hidaye´dedir.

«İster mukarin olsun ith...» Belirtmeden bir binanın veya bir kölenin yarısını rehin vermek gibi.

«Arız olsun ilh...» Mesela nesnenin hepsini rehin verdikten sonra rehini o nesnenin bir kısmında

feshetmek gibi. Veya rahinin, nesneyi yanında bulunduran adile rehini dilediği gibi satması için izin

vermesi, onun da nesnenin yarısını satması gibi. Bu suretle de rehin caiz olmaz. Minah.

Ebû Yûsuf´tan bir rivayete göre, sonra arız olan şüyu rehine zarar vermez. Ama sahih olan birinci

görüştür. Nihaye ve Dürer´de de olduğu gibi.

Şarih rehin bahsinin sonunda, rehinin tamamı başkasının istihkakı çıkarsa, mürtehinin o rehinin

yerine rehin olarak başka bir nesneyi talep edemeyeceğini ve rehinin bir kısmı başkasının istihkakı

çıkarsa, istihkak olunan kısım şayi ise, rehinin geri kalan kısımda da batıl olacağını zikredecektir.

«İster ortağına versin, ister başkasına ilh...» zira ortak o nesneyi bir gün yanında rehin olarak tutar,

bir gün de istihdam eder. O zaman, sanki o nesne bir gün rehin, bir gün değilmiş gibi olur ki, bu da

sahih değildir. Ama müşanın icara verilmesine gelince, o da ancak İmâma göre ortağa verilebilir,

yabancıya verilemez. Çünkü müstecir akdin gerektirdiği kadar ondan istifade etmeye ancak nöbetle

malik olabilir. İşte bu da, ortakta bulunmaz. Bunu İtkânı ifade etmiştir. Zira ortak onunla icare

müddetinin hepsinde akdin ve mülkiyetin hükmüyle nöbetsiz olarak menfaatlenmektedir. Ortak

olmayan bir adam ise bunun hilafınadır.

«İster taksim edilsin, ister edilmesin ilh...» Hibe bunun hilafınadır. Çünkü hibede intifaa mani olan

şey taksim edicinin ücretidir. Bu ücret de kısmeti kabul eden şeyde yardır. Kısmeti kabul etmeyen

şeyde yoktur. O zaman müşanın hibesi sahihtir, fakat rehini sahih değildir. Mirac.

«Sahih olan, müşanın rehin akdi fasittir ilh...» Bazı alimler tarafından da, müşanın rehininin batıl

olduğu ve ona tazmin taalluk etmediği söylenmiştir. Ama bu kavil sahih değildir. Çünkü rehinde

batıl olan, mal olmayan nesnenin veya onun karşılığında çekilmiş bir borç olmayan nesnenin rehin

edilmesidir. Bizim mevzumuz ise, öyle değildir. Bu sebebe rehinde kabız akdin tamamının

şartlarındandır, akdin cevazının şartlarından değildir. İnaye.


Rehin bahsinin sonunda gelecektir. Yine rehinin sonunda şu külli kaide de gelecektir: Sahih

rehinde bilinen her hüküm fasit rehinde de hükümdür. Yalnız fasit rehinde rehinin borçtan evvel

olmasıyla kayıtlıdır. Bunun beyanı ileride gelecektir.

«Satışı kabul eden her nesne rehini de kabul eder ilh...» Yani satışı sahih olan her şeyin rehin

edilmesi de sahihtir.

«Meşgul olan ilh...» Yani rahinin hakkı ile meşgul olan bir şey. Nitekim şarih de rehin bahsinin

başlarında bunu, rahinin mülkünün gayrı ile meşgul olmasından ihtiraz olarak kaydetmiştir. Meselâ,

içinde başka birisinin emtiası bulunan binayı rehin verirse, bu mani değildir. Nitekim İmadiye´den

naklen Hamevi haşiyesinde de böyledir.

Ben derim ki: Rehin edilen nesne bizzat rahinin kendisiyle meşgul olursa, o da yine rehine manidir.

Zira Hidaye´de şöyle bir ibare vardır: «Rehin edilen nesnenin teslim edilmesine, rahinin veya

metaının rehin edilen binada bulunması da mani olur.»

Mirac´ta da şöyle denilmektedir: «Rahinin kendisi veya metaı o binadan çıktığı zaman rehin edilen

nesne yeni bir teslime muhtaçtır. Çünkü bina nasıl metaı ile meşgul ise, rahin de o binayı meşgul

etmektedir. Rahinin metaının rehin edilen kapta bulunması da nesnenin teslimine manidir. Bunun

hilesi şudur: Evvelâ kabın içinde olan metaı mürtehinin yanına ida eder, sonra da rehin ettiği kabı

ona teslim eder.»

«Bir diğeri ile muttasıl olan ilh...» Yani gayrı ile muttasıl olan bir şeyin, meselâ bir binadan bir

odanın veya topraksız olarak bir bağın veya ağacın değil, üzerindeki meyvenin rehin edilmesi gibi.

Şarih bunu ileride zikredecektir. Şarih burada bu kavliyle munfasıl olan şeyden kaçınmıştır. Meselâ,

binada veya kapta olan bir şeyi kapsız ve binasız olarak rehin etmesi ve beraber teslim etmesi gibi.

Zira bu caizdir. Nitekim Hidaye ve Hanlye´de de böyledir. Şarihin burada muttasıldan muradı, gayre

tabi olandır.

Zira Hidaye´de şöyle bir ifade vardır: «Meselâ adam, atın üzerindeki eyeri veya başındaki gemi rehin

etse, atı eyer ve gemle beraber teslim etse, eyeri veya gemi attan çıkarıp teslim edene kadar rehin

olmaz. Zira eyer veya gem hayvanın tabilerindendir. Meyvenin bahçeye tabi olması gibi. Hatta

fukaha, eyer veya gem zikredilmese, atın müştemilatına dahil olurlar, demişlerdir.»

Yani, üzerinde eyer ve gem olan bir atı rehin verse, o eyer ve gem de rehine dahil olur. Mirac.

Mirac´dan yapılan nakille zahir olmaktadır ki, şarihin «muttasıl»ı geçmişte ve gelecekte «hilkaten»

sözüyle kaydetmesi zahir değildir. Düşünülsün.

«Azadı bir şarta bağlanan müdebberin dışındaki köle, o şartın vücudundan evvel rehin edilemez

ilh...» Mesela adam kölesine, «Şu binaya girersen hürsün.» dese, o köle satışı sahihtir, ama rehini

sahih değildir. Belki bu rehinin sahih olmaması şundandır: Rehinin hükmü alacağını tam alıncaya

kadar daima yanında hapsetmesidir. Böyle bir kölenin mürtehin tarafından daimi olarak

hapsedilmesi mümkün değildir. Zira o binaya girdiği takdirde, azat edilmiş olur. O zaman borç

ödenmediği takdirde mürtehinin alacağını tam olarak alması mümkün olmaz. T.

Ben derim ki: Şarihin zikrettiğini Birî, el-Akta şerhinden nakletmiştir. Birî daha sonra da

Ravzatü´l-Kuzzat´tan şunu nakletmiştir: «Adam azadını bir sıfatla bağladığı kölesini rehin etse

caizdir. Şafiî´ye burada hilaf vardır.»

«Müdebberin dışında ilh...» Bu müdebber, mutlak müdebere de, mukayyet müdebbere de şamildir.

Hamevi. Yani müdebber ister mutlak, ister mukayyet müdebber olsun, her ikisinin de rehin edilmesi

caiz değildir. Burada da düşünmek gerekir: Şarih tedbir (Müdebber kölelik) babında şunu

zikretmiştir: Mukayyet müdebber satılır, hibe edilir ve rehin edilir. Yine Bâkânî de Mülteka şerhinde

mukayyet müdebber babında bunu sarahatle söylemiştir. Mukayyet müdebber şudur: Azadı

efendisinin mutlak ölümüne değil, hususi bir sıfat üzere ölümüne bağlanan köledir. Meselâ,

efendisinin, «Eğer bu hastalığımda ölürsem veya bu seferimde ölürsem hürsün.» demesi gibi.

Mukayyet müdebber ile azadı ölüm dışındaki herhangi bir şarta bağlanan köle arasındaki fark

araştırılsın. Çünkü şarihin zikrettiğine göre mukayyet müdebberin rehin edilmesi caiz olduğu halde,

azadı ölümden başka bir şeye bağlanan kölenin rehin edilmesi caiz değildir.

«Bunların rehin edilmesi değil, bey´i caizdir ilh...» Yani müdebberin dışındaki dört şeyin. Zira

mutlak müdebberin ne bey´i, ne de rehini caizdir. Mukayyet müdebberin ise hem bey´i, hem de

rehini caizdir.

«Eşbah´ta ilh...» Yani Eşbah´ın hileler bölümünün beşinci fenninde, bu mesele, Valvalciye´nin de

Rehin kitabının sonunda hileler bahsinde zikredilmiştir.


«Müşa olan nesnenin yarısını mürtehine muhayyerlikte satar ilh...» Yani rehin karşılığı istediği borç

miktarı bir semenle mürtehine satar.

«Sonra yapmış olduğu bey´i fesheder ilh...» Yani muhayyerlik hükmüyle bey´i fesheder.

«Musannıf diyor ki ilh...» Yani, Minah´ta bu babın sonunda. Musannıfın Minah´taki ibaresinin nassı

şöyledir: «Ben derim ki, bana göre bu hilenin sıhhati hakkında düşünmek gerekir. Zira geçmişte

takarrür etti ki, sahih kavle göre sonradan arız olan şüyu, mükarin olan şüyu gibi rehini jfsad eder.

Mümkündür ki, bu hile sahih kavlin karşısındaki kavil üzere tefri edilmiş olsun. Sahihin karşısındaki

kavil şudur: Sonradan arız olan şüyu rehini ifsad etmez. Bunda da düşünmek gerekir.»

Zahir olan şudur ki, musannıfın bu ikinci «bunda da düşünmek gerekir» sözünden muradı, şarihin

henüz yukarıda zikrettiği görüşüdür. Sen anla.

«Bayiin mülkünde kalır ilh...» Yani eğer muhayyerlik bayiin ise bayiin mülkünde kalır. Zira bayiin

muhayyerliği mebiin onun mülkünden çıkmasına mani olur. O zaman bayiin o yarıyı muhayyerlik

müddetinde rehin alması kendi mülkünün bazısını rehin almasıdır. Bu da ibtidaen müşanın

rehinidir. O da sahih değildir.

«Bayiin mülküne döner ilh...» Muhayyerlik eğer müşterinin ise. Çünkü mebi bey ile bayiin

mülkünden çıkmış olur. İmâma göre müşteri de ona malik olamaz. Ama İmameyn´e göre müşteri

ona malik olabilir. O zaman İmâmeyn´in kavline göre ortağın mülkünden ibtidaen müşaen rehin

olmuş olur. İster müşteri bey´i feshetsin, ister bey´e icazet versin, İmâmın kavli üzerine ise, eğer

müşteri bey´e icazet verirse, mebi onun mülküne girer. Yoksa, bayiin mülküne döner. O zaman her

iki kavil üzerine de muhayyerlik müddetinde o yarıyı rehin vermesi ibtidaen bir yabancıdan müşaın

rehini olmuş olur.

Lâyık olan, şarihin «bayiin mülküne döner»den sonra; «Veya müşterinin mülküne girer» kavlini

ilâve etmesiydi.

«Tenvirü´l Besair de genişçe açıklamıştır ilh...» Tenvirü´I-Besair, Eşbah muhaşşisi Şeref Gazzînin

eseridir. Tenvirü´l-Besair´de izah edilenin özeti açıklamasıyla birlikte yukarıda takdim ettiğimizdir.

«Onun elinde rehin menzilesinde semenin karşılığı ile kalır ilh...» Eğer merhuna bir zarar isabet

ederse, borçtan onun kadarı düşer. Minah, Hassaf´ın hileler bahsinden.

Bunun hasılı şudur: Bu hakikaten ne sahih, ne de fasit bir rehindir. Zira rehin akdi mevcut değildir.

Ancak rehin menzilesindedir. Zira o, semeni kabzedene kadar rehini elinde hapseder. Müstecir

icareyi feshetse, vermiş olduğu ücreti alıncaya kadar müsteciri elinde hapsetmesinde olduğu gibi.

Mürtehinin bu binayı elinde tutmakta bir menfaati oldukça, elinde tuttuğu bina helak olduğu

takdirde kıymetiyle tazmin edilir. Ama emanetler bunun hilafınadır. Onlar ancak, helak etmekle

tazmin olunurlar. Bu hakiki rehinin de hilafınadır. Çünkü hakiki rehinde merhun helak olduğu

takdirde kıymetinden veya borçtan hangisi daha az olursa; onunla tazmin edilir. İşte bu takrir

ettiğimizle şarihin, «rehin menzilesindedir» sözünün vechi zahir olmaktadır. Yani yalnız mürtehine

nesneyi hapsetme hakkı bulunması açısından rehin menzilesindedir. Yoksa rehin zımaniyeti gibi

zamin olunma haysiyetiyle değil. Bunun ve diğer emanetler gibi olmadığının delili de

Camiü´l-Fusuleyn´in muhayyerlikler bahsinde olan şu ifadedir: «Adam muhayyerlikle bir arsa satsa,

her ikisi de haklarını kabzetseler, sonra satan muhayyerlik müddetinde satışı bozsa, orsa

kıymetiyle mazmun olarak müşterinin elinde kalır. Müşteri onu bayiine verdiği semeni alıncaya

kadar elinde tutabilir.»

Camiü´l-Fusuteyn´in ifadesine göre, arsa helak olsa, onun kıymeti bayiin kabzettiği semenin misli

kadar olsa, bayiin kabzettiği semen düşer. Eğer arsanın kıymeti bayiin kabzettiği semenden az

olursa, kıymeti kadarı semenden düşülür. İşte bana zahir olan da budur.

«Zevahirü´I-Cevahir´de ilh...» Bu bahisle bu babın sonunda metinde gelecek mesele üzerinde düşün.

«Evla değildir ilh...» Yani rehin olmak bakımından.

«Binayı yersiz olarak ilh...» Meselâ vakıf bir arsa üzerindeki imareti. Nitekim Hamidiye´de de

bununla fetva verilmiştir. Veya devlet arazisi üzerinde yapılan bir binayı rehin verse. Nitekim

Tatarhaniye´de olduğu gibi. Bu her iki surette de o binanın rehin edilmesi caiz değildir.

«Meyvenin değil ağacın ilh...» Meselâ, yeriyle beraber veya toprağa tabi olarak ağacı rehin verse,

fakat ağaçlardaki meyveyi vermeyeceğini söyleyerek verse rehin bu cihetle fasit olur. Eğer kesin

olarak meyveyi dahil etmediğini söylemezse, meyve ağaca tabi olarak akdin sıhhati için rehine

girer. Ama bu şekildeki rehin bey´in hilafınadır. Çünkü ağacı, üzerinde meyve varken, meyveyi


katmadan satmak caizdir. Zikretmeden meyvenin satışa girmesi için bir zaruret de yoktur. Yine,

rehin edilecek bir binanın içindeki metaın da hilafınadır. Çünkü rehin edilen binanın içindeki emtia,

zikredilmeksizin, binanın rehinine girmez. Çünkü meta hiçbir vecihle binaya tabi değildir. Ekin, yaş

hurma, bina, fidan, tarlanın, binanın ve köyün rehinine girerler. Bizim zikrettığimiz gibi. Nitekim

Hidaye´de de böyledir.

«Hilkaten ilh...» Uygun olan, musannıfın bu kelimeyi hazfetmesiydi. Nitekim Hidaye ve diğer

kitaplarda da hazfedilmiştir. Zira hazfedildiği zaman, genel kaideye bina, eyer ve gem de dahil olur.

Nitekim biz bunu takdim ettik.

«İmâmdan ilh...» Çünkü ağaç, yetişen bir bitkinin ismidir. O zaman yeri ile birlikte ağaçların rehin

edilmesinden istisna edilmiş olur. Ama odayı değil, binayı rehin etmek bunun hilafınadır. Çünkü

bina bina edilenin adıdır. O zaman odayı değil, binayı rehin etmekte yerin hepsi rehin edilmiş

olmaktadır. O zaman o da, rahinin mülkü ile meşgul olmuş olur. Hidaye.

«Mücavereten ittisaldir ilh...» Bu kavil yeriyle birlikte ağaçların rehin edilmesinin cevazının illetidir.

Zira ağaçların üzerinde yetiştikleri toprakla birlikte diğer arazi ile muttasıl olması, mücavereten olan

bir ittisaldir. Bina ve atın eyeri gibi tebaî bir ittisal değildir. Meyve gibi hilkaten bir ittisal de değildir.

O zaman ağacın yeri ile birlikte rehin edilmesi bir metaın bir kabın içinde rehin edilmesi gibidir ki,

bu da rehine zarar vermez.

«Arsada sahihtir ilh...» Tavanında ve şahsa ait olan duvarlarında da rehin sahihtir. Kınye´de olduğu

gibi.

«Teb´an muttasıldır ilh...» Musannıfın bu kavil, bizim Hidaye´den hayvanın üzerindeki eyerin rehini

bahsinde naklen takdim ettiğimiz kavle muhaliftir. Atın üzerindeki eyer meselesi şöyledir: Eyeri atın

üzerinden kaldırana kadar rehin caiz değildir. Çünkü o eyer ata tabi olan şeylerdendir. Sen düşün.

«Hürün ilh...» Çünkü bu şeylerden mürtehin istifade edemez. Zira hürde maliyet yoktur.

Diğerlerinde ise, mani vardır. Hidaye.

«Müdebberin ilh...» Yani mutlak müdebberin. Nitekim biz yukarıda bunu takdim ettik. Bunun mutlak

müdebber olması da zikredilen illetten anlaşılmaktadır.

«Emanetle rehin caiz değildir ilh...» Yani emanetler ile rehin almak sahih değildir. Zira zaminiyet,

helak olan eğer misli bir şey ise, onun mislini, kıyemî ise, onun kıymetini geri almaktadır. Emanet

olan bir şey eğer kendiliğinden helak olursa, o zaman onun karşılığında bir şey yoktur. Vedia ve

ariye gibi şeyler kimin elinde ise, o helak ettiği takdirde, o zaman emenet değil, magsub olmuş olur.

Hamevi.

«Vedia ve emanet gibi ilh...» En doğrusu emanet yerine ariye demesiydi. Yine mudarebe ve şirket

malı ile de rehin caiz değildir. Hidaye´de olduğu gibi. Geçmişte, «Tedbir» babında da geçti ki,

kitapları vakfeden adam, kitapların binadan ancak rehin karşılığı çıkabileceği şartını koyarsa, bu

şart batıldır. Çünkü emanettir. Helak olduğu takdirde de hiçbir şey ödemek vacip değildir.

Eşbah´ın borç bahsinde de şu zikredilmiştir: «Onun şartına uymanın vacip olması ve rehini lügavi

manaya hamletmek uzak bir şey değildir.»

«Çünkü mebiin başkasının istihkakı çıkmasından korkulduğu için alınmıştır. ilh...» Şarihin bu kavli

ibareden hasıl olan mananın tefsiridir. Zira burada rehin ancak mebiin semeni iledir. Şöyle ki,

müşteri mebiin istihkakından korktuğu için bayiden semenle bir rehin almaktadır. Bu rehin de

batıldır. Çünkü emanettir. Nitekim ileride gelecektir.

«Kefalet bunun hilafına caizdir ilh...» Yani «derek»le kefalet caizdir. Rehini caiz olmadığı halde

kefaleti caiz olduğuna göre aradaki fark nedir? Fark şudur: Bir şeyi rehin almak verdiğini tam

olarak almak içindir. Alacağını tam almak da, günü gelip alınması vacip olmadan, olmaz. Ama

«derek»in zımaniyeti ise mebiin istihkakı zamanındaki bir zımaniyettir. O zaman onu borcun

ödenmesinin vacip olduğu zamana izafe etmek sahih değildir. Çünkü istifa, bir muvazenedir. Bir

şeyin temlikini istikbale izafe etmek caiz değildir. Kefalet ise, mutalebenin iltizamı içindir. Yoksa

asıl borcun iltizamı için değildir. Bundan dolayı, birisinin üzerinde olan bir borca eriyecek bir şeyle

kefil olmak caizdir. Ama eriyecek bir şeyi rehin vermek caiz değildir. Kifaye, özetle.

«Mislî veya kıyemî olmayan bir şeyle mazmun olan ilh...» Çünkü mislî ve kıyemî olan şeyler bir

nesne menzilesindedirler. Nitekim bunun beyanı gelecektir.

«Bayiin elindeki mebi gibi ilh...» Meselâ, birisi bir nesne alsa, ama aldığı şeyi kabzetmese, sonra

aldığı nesne ile bayiden rehin olarak bir şey alsa, o rehin batıldır. Çünkü mebiin helaki ile bayiin

üzerinde bir şey vacip değildir ki onu rehinle tamamlasın. Mebin helak! ile bey batıl olur. Semen de


düşer. Bu bahsin tamamı Kifaye, Gayetü´l-Beyan, Cevhere ve Zeylaî´dedir.

Kuhistanî´de şöyle denilmektedir: «Şeyhülislâm diyor ki: «O rehin fasittir. Çünkü rehin maldır. Mebi

de mütekavvimdir. Fasit de hükümlerde sahihe katılır. Nitekim Kermani´de olduğu gibi.» Mebsut´ta

da şöyle denilmiştir: «O rehin caizdir. O rehin kendi kıymetinden ve aynın kıymetinden hangisi daha

az ise onunla mazmundur. Bu kavli fakih Ebû Said el-Berdaî ve Ebül Leys kabul etmişlerdir. Fetva

da bu kavil üzerinedir. Kermani ve diğerlerinde olduğu gibi.»

«Nefis kefaleti ile rehin caiz değildir ilh...» Yani, Zeyd Amr´ın ödemesi gereken bin dirhemi bir

seneye kadar ödemediği takdirde kendisinin ödeyeceğini söylese, sonra Amr, kefalete rağmen

alacaklısına bin dirhem karşılığında bir malı bir sene müddetle rehin olarak verse, batıldır. Çünkü

Amr´ın üzerine henüz mal vacip olmamıştır. Yine, Zeyd, «Amr paranı ödemeden ölürse ben öderim.»

dese, sonra Amr borcu karşılığı bir rehin verse caiz değildir. Bu bahsin tamamı Haniye´den naklen

Minah´tadır.

«Kısasla ilh...» Çünkü kısasın merhundan tam olarak alınması daha, zordur.

«Hataen işlenen cinayet bunun hilafınadır ilh...» Diyet ve kısasın cari olmadığı yaralama da yine

kısasın hilafınadır. Çünkü kısasın cari olmadığı yaralamada erş (diyet) ile hükmedilir. O halde onun

yerine rehin olsa, caizdir. Dürrü´l-Münteka.

«Şuf´a ile ilh...» Yani şuf´adan dolayı mebiin teslimi kendisine vacip olan müşteriden rehin almak

caiz değildir. Çünkü mebi müşteri üzerine mazmun değildir. T.

«Ağlayan kadının ve türkü söyleyen kadının ücreti ile ilh...» Çünkü bu her ikisinin icare edilmesi de

batıldır. Dolayısıyla, rehin karşılığında mazmun bir şey olmayınca rehin de mazmun olmaz.

«Cinayet işleyen veya borçlu köleyi ilh...» Çünkü köle efendisi üzerinde mazmun değildir. Ve eğer

köle helak olursa, efendisinin üzerine hiçbir şey vacip değildir. Minah.

«Talepten önce ilh...» Bundan anlaşılan, zımaniyet talepten sonradır. Yani eğer talepten sonra helak

olursa, karşılıksız helak olmamış olur. Bu Camiü´l-Fusuleyn´de sarahaten zikredilmiştir.

Camiü´l-Fusuleyn sahibi şöyle demiştir: «Vedia gibi emanet bir şeyle rehin batıldır. Eğer mürtehinin

onu hapsinden evvel helak olursa, emaneten helak olmuş olur. Eğer hapsinden sonra helak olursa,

o zaman zamin olur.»

«Ne rehin verebilir ilh...» Zira müslüman rahin olduğu takdirde şarapla borcunu ödeme hakkına

sahip değildir. Mürtehin müslüman olduğu takdirde de ondan hakkını şarap olarak alamaz. O

zaman şarabı rehin etmek veya rehin almaz caiz değildir. Domuzda da hüküm böyledir. İtkanî.

Ben derim ki : Şimdi sözümüz kendisiyle rehin caiz olmayan mesele hakkındadır. Musannıfın

burada zikrettiği ise hamrın rehinin caiz olmamasıdır. O zaman musannıfın burada zikrettiği şu

andaki konumuzla ilgili değildir. O zaman lâyık olan musannıfın bu bahsi daha önce takdim

etmesiydi. Sen düşün.

Şarabı rehin etmek meselesi Camiü´l-Fusuleyn´de zikredilerek şöyle denilmiştir: «Şarabı rehin

vermek batıldır. Verildiği takdirde o emanettir. Bu da müslümanlar hakkındadır. Mürtehinin

müslüman, rahin kafir olursa hüküm yine böyledir. Ama her ikisi de kafir olursa, onlar arasında

şarabın rehin edilmesi sahihtir.»

Şu kadarı var ki Cevhere´de şöyle denilmektedir: «Şarap ve domuzla yapılan rehin fasit bir rehindir

ve ona zıman taalluk eder.»

Bizim İnaye´den naklen takdim ettiğimiz gibi, batıl mal sayılmayan veya karşılığında bir mazmun

olmayandır. O zaman şarapla domuzun karşılığında bir mazmun vardır. Veya müslümanlara göre

mal olmasa bile zımmilere göre mal olduğundan, onlarla yapılan rahin batıl değil fasit olur.

«Müslüman rahine zamin olmaz ilh...» Şarap müslüman hakkında mal olmadığı için, ondan

gasbettiğinde zımmî olan mürtehin zamin olmadığı gibi, rehin olarak aldığında da zamin olmaz.

Minah.

«Mürtehin müslüman ise zaminiyet vardır ilh...» Yani eğer rahin zımmi, mürtehin müslüman olursa

mürtehin zımmiye şarap için zamin olur. Zımminin bir malını gasbettiğinde müslüman nasıl zamin

olursa. Minah.

Minah´ın ifadesinin zahirinden şu anlaşılmaktadır: Müslüman mürtehin, taaddisiz rehine zamin olur.

Zira burada rehin (şarap) zımmiye göre maldır. Onun karşılığı da mazmundur. O zaman bu rehin ne

fasit, ne de batıldır, sahih bir rehindir. Düşünülsün.


«Misli ve kıymeti ilh...» Şarih burada nefis kelimesini misli ve kıymet ile tefsir etmiştir. Çünkü onlar

mazmun olunan nesnenin yerine kaimdirler. O zaman bu ifadeden maksat şudur: «eğer nesne

misliyattan ise, misli ile kıyemiyattan ise, kıymetiyle tazmin edilir.

«Gasp edilen nesnenin ilh...» Yani gasp edilen, veya hulu, mehir ve sulh bedeli olarak tayin edilen

şeyler eğer misli ise misli ile, kiyemî ise kıymeti ile tazmin edilir. O zaman bunları rehin etmek

sahihtir. Çünkü bunlarda zımaniye takarrür etmiştir ve eğer bunlar kaim ise, aynını teslim etmek,

eğer helak olmuşsa, onun kıymetini veya mislini teslim etmek vaciptir. Dolayısıyla bunları rehin

vermek mazmun olan bir şeyi rehin yapmaktır ki bu da sahihtir. Nitekim Hidaye´de olduğu gibi.

«Emanetler gibi ilh...» Yani ariye ve vedia gibi emanet şeyleri rehin etmek sahih değildir. Bunun

sahih olmamasının sebebini de Hamevi´den naklen takdim ettik.

«Mazmun olmayan ayn ilh...» Yani hakikaten kendisi mazmun olmayan fakat mazmuna benzeyen

nesne. Bunların rehini de sahih değildir. Çünkü helak olduğu takdirde, bayiin elindeki mebi gibi

bayiin mülkü helâk olmuş olur. müşteriye hiçbir şey vacip değildir. Vedia helâk olduğu takdirde

mudiin hiçbir şey vermesi lâzım gelmediği gibi.

Şarihin, «mazmuna benzer» ifadesi, müşteri kabzetmedikçe semenin düşeceğini ifade eder.

Kabzettiği takdirde de reddetmesi itibariyledir. İşte bundan dolayı yukarıda bayiin elindeki mebiye

gayri ile mazmun olan adı verildi. Biz de takdim ettik ki, onunla rehin ya batıldır, ya fasittir, ya

caizdir.

neslinur
Thu 28 January 2010, 08:16 pm GMT +0200
METİN

Vadedilen karz için rehin verilmesi sahihtir. Şöyle ki, adamın kendisine bin dirhem borç vermesi

için ona bir rehin vermesi gibi. Eğer mürtehin vadettiği paranın bir kısmını vererek kalanından

imtina etse, cebredilmez. Eşbah.

Rehin edilen nesne, vadettiği, karzı vermeden önce mürtehinin elinde helak olsa, söz verdiği miktar

kadar tazmin eder. O zaman meselâ bin dirhem söz vermişse, rahine bin dirhemi teslim etmesi için

cebredilir. Bu da eğer rehinin kıymeti verilecek paraya eşit ise veya ondan az ise böyledir. Ama

eğer söz verilen para alınan rehinden daha fazla ise, o zaman yalnız rehinin kıymetini tazmin eder.

Eğer verilecek para önceden tayin edilmişse. Eğer tayin edilmemişse, yani birisi diğerine,

kendisine bir miktar karz vermesi için bir rehin verse, rehin de onun elinde helak olsa, mürtehin

zamin olur mu? İmameyn arasında bu hususta ihtilaf vardır ki bu ihtilaf Bezzaziye ve diğer

kitaplarda zikredilmiştir. Esah olan kavle göre mürtehin tazmin etmez. Çünkü yukarıda da geçtiği

gibi, karşılığında alınacak para tayin edilmeyen rehin esah kavle göre tazmin edilmez.

Selemin sermayesi ile üzerinde selem yapılan nesnenin rehin edilmesi sahihtir. Sarfın bahasını

rehin etmek de sahihtir. Eğer rehin mecliste helak olursa, sarf ve selem tamam olur. Mürtehin de

hükmen hakkını tam almış olur. Yalnız diğer üç mezhebin İmâmı buna muhaliftir.

Mürtehin parayı ödemeden, rehin de helak olmadan birbirinden ayrılsalar, selem ve sarf batıl olur.

Ama üzerinde selem yapılan nesne de mutlaka sahihtir. Eğer rehin helak olursa, akit tamam olur ve

helak olan nesne üzerinde selem yapılan nesnenin karşılığı olur. Eğer helak olmamışsa, fakat,

selemi feshetmişseler, ve üzerine selem yapılan şey rehin ise, o zaman istihsanen sermaye ile

rehindir. Çünkü o sermayenin yerine kaimdir.

Eğer rehin fesihten sonra helak olursa, o zaman selem yapılan şeyle beraber helak olmuş olur. O

takdirde selem sahibine, selem yapılan şeyin mislini vermek lâzım olur. Çünkü o helâk oluncaya

kadar hükmen rehin bakidir.

Babanın, kendisine verilecek bir borç karşılığında küçük oğlunun rehin vermesi sahihtir. Çünkü

babanın oğlunun kölesini ida etme (emanet verme) hakkı vardır. Öyleyse rehin etmesi daha evlâdır.

Çünkü helâk olduğu takdirde tazmin edilir. Vedia ise emanettir. Vasi de baba gibidir.

Ebû Yûsuf diyor ki: «Ne baba, ne de vasi bu hakka sahip değildirler. Helâk olduğu takdirde aldığı

borç miktarı kadar çocuğa zamindirler. Fazlasına değil. Çünkü fazlası emanettir.»

Timurtaşi diyor ki: «Vasi, helak olan rehinin kıymetini zamindir. Çünkü baba oğlunun malı ile

menfaatlenir fakat vasi menfaatlenemez.»

Şu kadar var ki Zahire ve başka kitaplarda baba ile vasinin eşit olduğu kesin şekilde ifade edilmiştir.

Baba, alacağı bir borç karşılığında bir malını küçük oğluna rehin olarak bırakabilir. Rehin ettiği

nesneyi de küçük oğlu adına kendisi hapseder. Ama vasi bunun hilafınadır. Zira vasi bu hakka

sahip değildir. Siraciye.


Bunun aksinde de hüküm yine böyledir. Yani baba, kendisine borçlu olan küçük çocuğunun bir

malını rehin olarak yanında tutabilir. Çünkü babanın oğluna karşı şefkati çok olduğundan adam iki

şahıs ve iki taraf gibi kabul edilir. Babanın küçük çocuğunun malını alması nasıl caiz ise. Ama vasi

bunun hilafınadır. Çünkü vasi sırf vekildir. Ve bey´de, ne rehinde akdin her iki tarafına temsil

edemez. Bu bahsin tamamı Zeylaî´dedir.

Kölenin, sirkenin ve kesilmiş bir hayvanın semeni ile rehin sahihtir. Her ne kadar sonradan kölenin

hür, sirkenin şarap, ve kesilen hayvanın murdar olduğu ortaya çıksa da.

İnkâr üzerine yapılan sulh bedelinin rehin edilmesi de sahihtir. Her ne kadar daha sonra alacağı

olmadığını ikrar etse bile. Çünkü bunda asıl kaide şu geçendir: Rehin ve kefaletin sıhhati için

deynin zahiren vacip olması kâfidir.

Altın ve gümüşü, ölçülecek, tartılacak bir şeyi rehin etmek de sahihtir. Bu zikredilenleri cinsinin

hilafına rehin etse, helâk olduğu takdirde kıymetiyle helâk olmuş olur. Ki bu da zahirdir. Eğer

cinsiyle rehin ederse, helâk olduğu takdirde ağırlık ve ölçü olarak misliyle helâk olmuştur,

kıymetiyle değil. İmâmeyn buna muhalefet etmiştir. Burada aynı cinsin iyiliğine itibar edilmez. Eğer

eşit olurlarsa, zaten açıktır. Eğer rehin edilen nesneden borç daha fazla ise, helâk olduğu takdirde

fazlası rahinin zimmetindedir. Eğer rehin edilen nesne daha fazla ise, o zaman fazlası mürtehinin

elinde emanettir. Dürer ve Sadrı Şeria.

İZAH

«Bir kısmını vererek İlh...» Yani vadettiğinin bir kısmını verse, geri kalanını vermekten imtina etse,

vermesi için cebredilmez. Bu aşikârdır ki, eğer rehin baki ise mürtehine cebredilmez. Yok eğer baki

değilse, hükmü metinde olandır.

«Helâk olsa ilh...» Yani mürtehin vadettiği parayı ödünç vermeden önce merhun onun elinde helâk

olursa. Bezzaziye.

«Kıymeti ilh...» Yani rehinin kabzedildiği günün kıymeti ile borç eşit ise.

«Tayin edilmemişse ilh...» Bazı nüshalarda böyledir. Bazı nüshalarda da, «Esah kavilde eğer

mürtehin vereceği borcun miktarını belirtmemişse, merhun helâk olduğu takdirde mazmun değildir.

Nitekim, yukarıda, rehin talebi üzerine kabzedilen merhun, borç beyan edilmemişse yani, kendisine

bir şey vermesi için ona bir rehin verse...» şeklindedir. İşte bu nüshada, şarihin «zamin olur mu?»

kavlini, tekrarı kullandırmak için düşürmek gerekirdi.

«İmâmeyn arasında bu hususta ihtilaf vardır ilh...» Yani zamin olup olmama hususunda İmâmeyn

arasındâ ihtilaf vardır. Biz de rehin kitabının başında Kınye´den naklen şunu takdim ettik: İmâmla iki

öğrencisi demişlerdir ki, mürtehin rahine, rahinin dilediğini verir.» Zeylaî de, «helâk ile mürtehin bir

şeyi tamamen almıştır» sözüyle talil ederek bu görüşe varmıştır. O zaman Zeylaî´nin beyanı da

yukarıdaki söze rücu etmiş olur. Velhasıl bu bahiste rivayet muhteliftir.

«Esah olan kavle göre mürtehin tazmin etmez ilh...» Yani iki rivayetten en sahihine göre helâk olan

merhun mazmun değildir. Nitekim biz de bunu Kınye´den naklen takdim ettik.

«Yukarıda geçtiği gibi ilh...» Yani rehinin başlarında metinde geçti. O zaman bu bahis makablinden

bilinmektedir. Şu kadar var ki şarih burada tekrar etmekle geçenden maksadın da ancak bu

olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Yani rehin talebi üzerine kabzedilenden maksat, vadedilen

borçla rehin manasıdır. Bunlar aynı şeyi ifade etmekte birlikte tabirleri değişiktir. Bundan ötürü

Bezzaziye´de. «Vadedilen borçla alınan rehin rehin talebi üzerine kabzedilendir.» denilmiştir.

BİR TEMBİH:

Rehin karşılığı söz verilen borcu yerine getirmek lâzım değildir. Nitekim yakında musannıfın,

«Birisi, müşterinin semen karşılığı bir şey rehin etmesi şartıyla bir köle satsa...» sözünde de

gelecektir.

«Selemin sermayesi ile rehin edilmesl sahihtir ilh...» Bu meselelerin izah şekli şöyledir: Birisi

yiyecek karşılığı yüz dirhem selem etse, veya dinarı dirhemle satmış olsa, sonra kabızdan önce

selem ettiği kimseye yüz lira karşılığı bir şeyi rehin verse, veya dirhem veya yiyecekle bir rehin

almış olsa, o zaman o rehin mecilsle helâk olursa, sarf da, selem de tamam olur.

Bazı âlimler de birinci meseleyi şöyle izah etmişlerdir: Selem yapan kimse selem yaptığı kimseden

vermiş olduğu selem sermayesi karşılığı bir rehin alsa, o rehin helâk olmuş olsa, yine selem de sarf

da tamam olur.

Bana zahir olan, doğrusu, benim açıkladığım şeklidir. Çünkü eğer akit meclisinde rehin helâk


olursa selem yapan kimse selem sermayesini geri almış olabilir. Artık nasıl, bununla akdin

tamamlandığı söylenebilir. Eğer rehinin helâk olmasından evvel birbirinden ayrılırlarsa, rehin batıl

olur.

«Rehin helâk olursa ilh...» Bu kavil, zikredilen şeylerle rehin yapmanın faydasını beyan etmektedir.

Aynî.

Kuhistanî de: «Bundan murat rehinin sermaye ile veya sarfın bahası ile helâk olduğu» dur demiştir.

Üzerinde selem yapılan malın helaki değil. Çünkü o, musannıfın gelecek olan, «eğer ayrılsalar»

sözüne münafidir, ve ileride geleceği gibi selem yapılan mal mutlaka sahihtir.

Ben derim ki: İşte bundan dolayı Dürer´de üzerine selem yapılan mal meselesi yalnız tehir edilerek

zikredilmiştir.

«Mürtehin de hükmen hakkını tam almış olur ilh...» Yani sermaye veya sarfın semeni veya üzerine

selem yapılan nesnenin semenini mürtehin tam almış olur. T., Şümnî´den. Bu ifadenin misli

Hamevi´den naklen Ebussuud´un bir kavlidir.

Mürtehinden murat, birincisinde vereceği mal karşılığında para alan kimsedir. İkincisinde ise, sarf

yapan akitlerden birisidir. Üçüncüsünde ise, selem yapılan malın sahibidir.

Ben derim ki: Burada senin de bildiğin gibi üçüncüsü için, yani selem yapılan malın sahibinin ilgisi

yoktur. Sonra mürtehini birincisinde vereceği mal karşılığı para alan kimse ile tefsir etmek,

geçmişte bizim meseleyi tasvir etmemizi teyit etmektedir. Kuhistanî de şunu ifade etmiştir:

«Mürtehin hakkını tam almış olur, ancak, eğer rehinin kıymeti selem sermayesine ve sarfın

semenine eşit ise. Eğer rehinin kıymeti selem sermayesinden veya sarfın semeninden az olursa

ancak onun kıymeti kadar sahih olur.

«Parayı ödemeden, rehin de helâk olmadan ilh...» Yani rehin karşılığı verilecek paranın

verilmesinden ve rehin de helâk olmazdan önce, ayrılırlarsa.

«Selem ve sarf batıl olur ilh...» Çünkü ne hakikaten, ne de hükmen kabız yoktur. Cevhere´de şöyle

denilir: «Mürtehinin rehini geri vermesi lâzımdır. Eğer geri vermeden önce elinde helâk olursa,

sermaye karşılığı helâk olmuş olur. Çünkü mürtehin selem akdinin butlanından sonra rehinin helâk

olmasıyla selem sermayesini tam almış olur. Bu durumda selem akdi de caiz bir akde inkılap

etmez.»

«Mutlaka sahihtir ilh...» Yani isterse rahin ile mürtehin birbirinden ayrıldıktan sonra da olsun.

Çünkü üzerinde selem yapılan nesneyi, selem akdi yapılan mecliste kabzetmek vacip değildir.

Zeylaî.

«Üzerinde selem yapılan nesnenin karşılığı olur iIh...» Yani, selem yapılan nesneyi tam almış olur.

Fazlasında da yed-i emin olmuş olur. Eğer helâk olan rehinin kıymeti daha az ise, o zaman onun

kıymeti kadar almış olur. Cevhere.

«Sermayenin yerine kaimdir ilh...» Yani magsub gibi olur ki, gasp edilen şeyin karşılığında bir rehin

olursa, o zaman o kıymeti ile rehin olmuş olur. Hidaye.

«Fesihten sonra helâk olursa ilh...» Çünkü üzerine selem yapılan nesne ile rehin olmuştu. Rehin

adamın yanında selemin gayrıyla mahpus ise, bunun örneği de şöyledir: Meselâ birisi bir köle

satarak onu teslim etse, ancak kölenin semeni karşılığında bir rehin alsa, sonra da bayi ile müşteri

ikale yaparak bey´i feshetseler, köleyi satan kimse köleyi almak için rehin aldığı şeyi hapsedebilir.

Çünkü o kölenin fiyatının karşılığıdır. Eğer rehin edilen nesne helâk olursa, kölenin fiyatının

karşılığında helâk olmuş olur. Çünkü o kölenin fiyatı ile rehin edilmiştir. Zeylaî.

«Lâzım olur ilh...» Yani üzerine selem yapılan nesne karşılığında rehin helâk olsa, selem sahibinin

selem yapılan mal kadar selem yaptığı kişiye vermesi lâzımdır. Ve selem sermayesini alır. Çünkü

rehin selem sermayesi ile mazmundur. Rehinin hükmü de helâk oluncaya kadar bâkidir. O zaman

selem sahibi rehinin helâki ile, rehin yapılan malı tam almış olur. Eğer selem yapılan nesneyi tam

olarak almış olsa, sonra ikale yapsalar, veya ikaleden sonra tam almış olsa, o zaman tam aldığı şeyi

selem sahibine geri vermesi sermayeyi de geri alması gerekir. Rehin bahsinde de hüküm aynen

böyledir. Zeylaî.

«Çünkü helâk olduğu takdirde tazmin edilir ilh...» Bu kavil, rehinin idadan (emanet vermeden) daha

evlâ olduğunu beyan etmektedir. Zira Mürtehin, rehini, ödeme korkusundan dolayı, mûda´dan daha

dikkatli hıfzeder. Hidaye.

«Vedia ise emanettir ilh...» Vedia bahsinde de geçtiği gibi emanet olan bir şey helâk olduğu


takdirde mazmun değildir.

«Ebû Yûsuf diyor ki ilh...» Züfer de böyle demektedir. İmâm Ebû Yûsuf ile Züfar´in kavli, kıyasa

göredir. Birincisi ise, zahiri rivayet ve istihsana göredir. Hidaye ve Zeylaî.

«Fazlasına değil ilh...» Yani borç miktarı kadar zamindirler, rehinin kıymeti fazla olduğu takdirde

borç miktarından fazlasına zamin değildirler.

«Vasi kıymetine zamindir ilh...» Yani kıymetin, hepsine, Rehinin kıymeti borçtan fazla olsa bile.

Şarih de, ileride gelecek olan rehinde tasarruflar babında Timurtaşi´nin kavliyle yetinmiştir.

«Başka kitaplarda ilh...» Muğni, İnaye ve Mülteka gibi kitaplarda.

«Baba ile vasinin eşit olduğu ilh...» Zahire, Muğni, İnaye ve Mülteka´da olan kavil, metinde geçen

birinci kavildir.

«Küçük oğlu adına kendisi hapseder ilh...» Yani baba çocuğuna rehin ettiği malı çocuğun namına

kendi yanında hapseder.

«Bunun aksinde de ilh...» Yani babanın çocuğu üzerinde alacağı olmuş olsa, küçük çocuğunun

malını rehin olarak alabilir. Borç diğer bir küçük oğluna olursa, veya babasının tacir bir kölesine

olursa, baba borçlu olan çocuğunun metaını alacaklı olan diğer çocuğunun veya tacir kölesinin

yanına rehin olarak koyabilir. Nitekim Hidaye ve Mülteka´da da böyledir.

«Ama vasi bunun hilâfınadır ilh...» Yani vasinin vesayeti altındaki çocukta alacağı olsa, onun

metaını rehin olarak kendi yanında tutamaz.

«Ne bey´de ilh...» Bu söz, Kadı´nın tayin ettiği vasiye hamledilir. Musannıf vasi babında şöyle

demektedir: «Eğer çocuğun vasisi çocuğun malını kendine alır veya kendine satarsa, bakılır: Eğer

Kadı´nın tayin ettiği vasi ise, mutlaka caiz değildir. Eğer çocuğun babasının vasisi ise, çocuğa açık

bir menfaat bulunması şartı ile caizdir. Ama babanın çocuğun malını çocuğun namına kıymetinin

misli ile ve halkın aldanabileceği miktarla satması caizdir. T.

«Bu bahsin tamamı Zeylaî´dedir ilh...» Zeylaî de Hidaye ve Minah sahipleri gibi bu bahsin talil ve

meselelerin tefriini uzun uzadıya yazmıştır.

Mülteka´da şöyle denilmiştir: «Vasi, vesayetindeki yetim çocuğun yemesi ve giymesi için bir

yabancı adamdan borç para alsa, onun karşılığında da çocuğun metaını rehin verse, sahihtir.

Çocuk baliğ olduğu zaman vasisinin yapmış olduğu borcu ödemedikçe, rehini bozamaz.»

«Kölenin ilh...» Yani rehinin zımaniyeti ile zamindir. Yani helak olmuş olsa, kölenin kıymeti borç

kadar veya daha fazla ise, rahine borç miktarı kadar öder. Eğer onun kıymeti borçtan az ise, kölenin

kıymetini rahine öder. Çünkü mürtehin köleyi zahiren vacip olan bir borç karşılığı rehin almıştır.

İbni Kemal.

«İkrar etse ilh...» Yani mürtehin rehinden sonra alacağı olmadığını ikrar etse. Bu meselenin izahı

şöyledir: Birisi diğer adamın üzerinde bin dirhem alacağı olduğunu iddia etse, borçlu görülen

kimse de inkâr etse, beş yüz dirhem üzerine sulh yapılsa, borçlu kimse, beş yüz dirhem karşılığı bir

malı alacaklıya rehin verse, o mal da mürtehinin yanında helâk olsa, sonra bir borç olmadığında

birbirlerini doğrulamış olsalar, mürtehinin rehinin kıymetini rahine ödemesi lâzımdır. Mirac.

«Rehin ve kefâletin sıhhati için kâfidir ilh...» Minah´ta da böyledir. Ben bu bahsi Minah´tan başka bir

yerde de görmedim. Nihaye ve diğer kitapların ibaresi ise şöyledir: «Rehinin sıhhati ve mazmun

olması için borcun zahir olması kafidir.» Belki musannıfın, buradaki kefilden muradı ödenmesi

vacip olan şeylerle kefil olandır. Zira musannıfın kefalet kitabında ifade ettiğine binaen

tazminatlarla kefil olmak sahihtir. Ama buradaki kefili kölenin semeni ve mabadindekine hamletmek

ise zahir değildir. Çünkü Münteka´dan naklen Zahire´nin kefalet bahsinde şöyle bir ifade vardır:

«Eğer kefil talibin ikrarı üzerine, bu malın şarap veya fasit satışın semeni olduğuna dair beyyine

ikame etse, beyyinesi kabul edilir ve o mal batıl olur.»

«Cinsinin hilâfına ilh...» Mesele elbise gibi bir şeyle rehin edilmiş olsa.

«Kıymetiyle helak olmuş olur ilh...» Yani altın veya gümüş veya onların benzeri şeylerden rehin

edilen nesne helâk olsa, ölçü ve tartı ile değil, kıymeti ile helâk olmuş olur. Bu sebeple altın ve

gümüşün saf olması muteberdir. Çünkü, elbise gibi cinsinin hilafı ile rehin edilmiştir. Ama cinsinin

karşılığında rehin edilmiş olsa, onda saf olmaya itibar edilmez. Nitekim ileride gelecektir.

«Cinsiyle rehin ederse ilh...» Yani gümüşü gümüşle, altını altınla, buğdayı buğdayla, arpayı arpa ile

rehin etmiş olsa, rehin helâk olduğu takdirde ölçü ve tartı bakımından ister kıymeti çok olsun, ister


az olsun, misliyle helâk olur. Zeylaî.

«Kıymetiyle değil, İmâmeyn buna muhalefet etmiştir ilh...» Yani İmâmeyn´e göre, helâk olduğu

takdirde, mürtehin, cinsin hilâfına rehin edilen nesnenin kıymetine zamindir. O zaman o kıymet

helâk olan rehinin yerine rehin olmuş olur. Mürtehin de tazminatına helâk olana mâlik olur. Aynî.

Eğer rehinin kıymeti borçtan az olursa, İmâmlar arasındaki ihtilafın semeresi zahir olur. Ama eğer

helâk olan rehinin kıymeti borç kadar veya daha fazla olursa, o zaman her iki bahiste cevap

ittifakladır. Çünkü İmâma göre mürtehinin alacağını alması tartı iledir, İmâmeyne göre ise, kıymeti

iledir. Kıymet birincisinde borcun mislidir, ikincisinde ise, borçtan fazladır. O zaman mürtehin borç

miktarı kadar hakkını tam almış olur, borçtan fazla olan kısımda yanında emanet olur. Nitekim

Hidaye´de de böyledir.

«Aynı cinsin iyiliğine itibar edilmez ilh...» Çünkü cinsi cinsi ile karşılaştırıldığında faiz olmaması

için iyi olmasının kıymeti yoktur.

«Eşit olurlarsa ilh...» Yani rehinle karşılığında alınan mal ölçü ve tartı bakımından eşit olursa, o

zaman onun hükmü zahirdir. Yani kıymetine bakılmaksızın ve İmâma göre iyi olmasına

bakılmaksızın rehin helâk olduğu takdirde borç düşer. Bunların hepsi, rehinin helâk olması

halindedir. Ama eğer helâk değil, rehinden bir şey noksanlaşsa, meselâ, gümüş bir ibrik olan rehin

kırılsa, o ayrı bir konudur. Bu meselelerin suretleri helâk ve noksan konusunda yirmi altı surete

ulaşır. Bunlar da uzun kitaplarda açıklanmıştır. Tebyîn ve Gayetü´l-Beyan da bunları izah etmiştir.

METİN

Birisi, müşterinin semen karşılığında kendisine belirli bir rehin bırakması veya belirli bir kimseyi

kefil etmesi şartıyla bir köle satsa, sahihtir. Müşteriye o rehini vermesi veya o kefili göstermesi için

cebredilemez. Zira, rehin kitabının başlarında geçtiği gibi, müşterinin bunu yerine getirmesi lâzım

değildir. Bu satışta bayi taleb ettiği vasıf fevt olduğundan satışı feshedebilir. Ancak müşteri semeni

peşin öderse, veya şart kılınan rehinin kıymetini verirse, o zaman satıcı satışı feshedemez. Çünkü

burada maksut hasıl olmuştur.

Müşteri, satıcıya mebiin dışında başka bir şey vererek onun semeni kadar yanında kalmasını

söylese, verdiği şey rehin olur. Çünkü müşteri rehini ifade eden bir şey telaffuz etmiştir. Akitlerde

muteber olan, manadır. Ama ikinci İmâm ile diğer üç mezhebin İmâmları buna muhalefet

etmişlerdir. Müşterinin, satıcıya: «onu tut!» diye söylediği şey, satın aldığı mebi olsa bile, eğer

kabızdan sonra vermişse, o zaman o şey semeni ile rehin olmaya salihtir. Eğer mebiyi kabzetmeden

evvel böyle derse, rehin olmaz. Çünkü o sırada mebi semeni ile satıcının yanında hapsedilmiştir.

Nitekim geçti. Yalnız şu kaldı: Eğer mebi et veya buz gibi beklemekle bozulan bir şey ise, müşteri

de parayı geciktirir, ve telef olacağından korkarsa, o zaman o mebinin ikinci defa satılması ye

alınması caizdir. Eğer eski sattığı fiyattan daha fazlasına satsa, fazlasını tasadduk eder. Zira onda

şüphe vardır.

Bir adam iki kişinin yanına, her ikisinden aldığı bir borca karşılık bir nesneyi rehin etse, sahihtir.

Onun hepsi, her iki adamın yanında rehindir. Velev ki bu adamlar iki ortak da olmasınlar. Bunlar

rehini nöbetle ellerinde tutsalar, bunların her biri kendi nöbetinde diğer adam hakkında adil gibi

olur. Bu hüküm, eğer rehin edilen nesne tecezzi etmeyen cinsten ise böyledir. Eğer rehin

parçalanabilen cinsten ise, bunlardan her biri yarısını kendi yanında hapsedebilir.

Rahin nesnenin tamamını birisine vermiş olsa, İmâma göre zamin olur. İmâmeyn buna muhalefet

etmiştir. Bunun aslı, vedia meselesidir. Zeylaî.

İki kişiye rehin edilen nesne helâk olursa, bunlardan her birisi kendi hisselerine zamindir. Çünkü

alacakları hak parçalanabilmektedir.

Rahin bunlardan birisinin alacağını öderse, o malın hepsi, diğerinin yanında rehin olur. Zira

yukarıda geçtiği gibi, nesnenin hepsi onların her birinin elinde parçalanmadan rehindir.

Eğer iki kişi üzerlerindeki bir borç karşılığı bir adama bir şeyi bir rehinle rehin etseler, o nesnenin

borcun hepsine karşılık rehin edilmesi sahihtir. Mürtehin o nesneyi alacağının tamamını alıncaya

kadar yanında tutar. Çünkü şüyu (ortaklık) yoktur.

Adam iki kölesini bin lira karşılığı rehin etse, birisinin hissesini ödese bile onu geri alamaz. Çünkü

iki köle borcun hepsi karşılığı rehin edilmiştir. Mebiin, semenin tamamı karşılığında satıcının elinde

hapsedildiği gibi.

Eğer her köleyi, karşılığında rehin ettiği miktarı ayrı ayrı tayin ederek rehin ederse, o zaman


hangisinin karşılığında aldığı miktarı öderse, onu geri alabilir. Ama bey bunun hilafınadır. Çünkü

akit rehinde semenin ayrılmasıyla, birden çok olmaktadır, ama satışta değil. Esah olan da ancak

budur.

İki adam, bir nesnenin bir adam tarafından kendisine rehin bırakıldığına ve onu teslim aldığına dair

ayrı ayrı beyyine getirseler, her ikisinin beyyinesi de batıldır. Çünkü meselâ bir köle gibi aynı

nesnenin hepsinin, «buna karşılık» ve «şuna karşılık» olmak üzere aynı zamanda iki adama rehin

edilmesi muhaldir. Ortaklık söz konusu olduğu için onu yarıya bölmek mümkün değildir. Karşılıklı

beyyine getirirlerse, beyyineleri düşer. O zaman helâk olduğu takdirde emaneten helâk olmuştur.

Çünkü batıla hüküm yoktur. Bu hüküm eğer tarih atmamışlarsa böyledir. Eğer tarihini yazmışlarsa,

hangisinin tarihi daha eski ise, o daha evladır. Yine rehin bunların birisinin elinde ise, elinde olan

(zilyed) daha haklıdır. Çünkü elinde olması, onun daha evvel parayı verdiğine karinedir.

Kölenin rahini ölmüş olsa, köle de onların ikisinin yanında olsa, veya olmasa hüküm birdir. Zeylaî.

Eğer vasfettiğimiz gibi bunların her birisi delil getirse, bunların her birisinin elinde onun yarısı

istihsanen hakkının karşılığında rehin olur. Çünkü rahinin ölümü ile o köle borcun karşılığına

inkılap etmiştir. Şayi de bunu kabul eder.

Adam borçlusunun başındaki sarığını yanında rehin olması için almış olsa, rehin olmaz. Ama o

sarık helâk olduğu takdirde rehin hükmüyle helak olur. Diyor ki: «Eğer borçlu onun yanında rehin

olarak kalmasına razı olursa rehin olacağı açıktır.» İmadiye.

Bu şunu ifade ediyor ki, eğer borçlu onun yanında rehin olarak kalmasına razı ise rehin olur,

değilse rehin olmaz. Bunun üzerine musannıfın da ifade ettiği gibi Siraciye ve diğer kitapların

mutlak ifadeleri de hamledilir.

Mücteba´da şöyle denilmektedir: «Mal sahibi borçlunun malını ondan izinsiz yanında rehin olarak

tutabilir.»

Bazı âlimler tarafından da, «Para sahibi borçlusunun ödemesinden ümidini keserse, o zaman

hakkının yerine onun herhangi bir malını alabilir.» demişlerdir. Musannıf da bunu ikrar etmiştir.

Birisi diğerine iki elbise vererek, «Bunlardan hangisini istersen şu kadar para karşılığı rehin olarak

al.» dese, o da her iki elbiseyi de alsa, onların birisini seçmezden önce hiçbiri rehin olmaz. Siraciye.

neslinur
Thu 28 January 2010, 08:22 pm GMT +0200
FER´İ MESELELER:

Rehinin gasp edilmesi helâk olması gibidir. Ancak mürtehin rahinin izni ile ondan intifa ederken

gasp edilirse, rahin nesneyi dellala vermesi için emretse, o da verirken helâk olsa, zamin olmaz.

Hamamcı rehin edilen Kur´anı sandığına koysa, sandığın üzerine de bir bardak içme suyu bıraksa,

su dökülse ve Kur´an helâk olsa, rehin zaminiyeti lie zamin olur, fazlasına değil. Mûda ise hiçbir

şeye zamin olmaz. Kınye.

Rehinde müddet kesmek rehini ifsat eder.

Rahin rehinin satılması için birisine yetki verse ve ölse, mürtehin onu varisleri hazır olmadan da

satabilir.

Rahin kısa bir müddet ortadan kaybolsa, mürtehin anacağı karşılığında rehinin satılması işini

Kadı´ya götürse, Kadı satış emri verse, lâyık olan onun satışının caiz olmasıdır.

Eğer adam ölse, bir varisi olduğu bilinmese, Kadı da onun binasını satsa, caizdir. Nehir´in bey

bahsinin çeşitli meseleler babında da böyledir.

Zahire´de şöyle denilmektedir: «Mürtehin kendisine rehin edilen ağaçların meyvesini, telef

olmasından korksa bile satamaz. Çünkü mürtehin hapsetme velayetine sahiptir, satma velayetine

değil. Ama onu Kadı´ya götürmesi mümkündür. Kadı´ya götürmesi mümkün olmayan bir yerde olsa,

veya Kadı´ya götürmeden evvel bozulacak bir halde olsa, o zaman mürtehinin onu satması caiz

olur.» Allah daha iyisini bilir.

İZAH

«Belirli bir kimseyi kefil etmesi ilh...» Yani akit meclisinde hazır olan bir şahsı kefil etmesi ve onun

da kefaleti kabul etmesi halinde sahih olur. Eğer rehin ile kefil belirsiz olsalar, veya onlar akit

meclisinden ayrılıncaya kadar kefil orada olmasa, akit fasit olur. Eğer kefil hazır olur, kefaleti kabul

eder veya rehinin tayin edilmesi üzerinde ittifak ederlerse yeya müşteri semeni nakden peşin

öderse, bey caiz olur. Ama yapılan işlemler akit meclisinden sonra olursa, bu satış caiz olmaz.

Zeylaî, özetle.


«Müşteriye cebredilemez ilh...» Yani müşteriye rehin vermesi için cebredilmez. Kefile gelince,

yukarıda bildin ki, kefilde şart olan onun akit meclisinde hazır olması ve aynı mecliste kefaleti kabul

etmesidir. Kefalette kaçınmak veya icbar etmek yoktur. Düşünülsün.

«Rehinin başlarında geçtiği gibi ilh...» Yani rehin kitabının başında geçti ki, kabızdan önce yalnız

icap ve kabulle rehini yerine getirmek lâzım değildir. Hatta rehin akdi yapmış olsa, rahin rehini

teslim etmeye cebredilemez. O zaman mürtehin de mücerret söz vermekle sözünü yerine getirmeye

cebredilemez.

«Talep ettiği vasıf fevt olduğundan ilh...» Çünkü karşılığında rehin bulunan semen, karşılığında

rehin olmayan semenden daha sağlamdır. O zaman rehin semenin bir sıfatı olmaktadır. Bu da

mergub bir vasıftır. Bunun fevti ile satıcıya muhayyerlik vardır. Bu bahsin tamamı

Gayetü´l-Beyan´dadır.

«Maksut hasıl olmuştur ilh...» Çünkü rehinden kastedilen kıymetidir, aynı değil.

«Rehini ifade eden bir şey telaffuz etmiştir ilh...» Rehin semeni ödeyinceye kadar hapsetmektir.

Akitlerde de manalara itibar edilir. Bundan dolayı asilin beraatı şartıyla kefalet havaledir. Asilin

beraat etmemesi şartı ile yapılan havale de kefalettir. İtkanî.

«İkinci İmâm ile diğer üç mezhebin İmâmları ilh...» Zira o lafzın rehine de idâya da ihtimali vardır.En

az idâyı ihtimal eder. O zaman idanın sübutu ile hükmedilir. Ama bunun hilafına müşteri, «Şunu

alacağın veya malın karşılığında tut» dese, bu rehin olur. Çünkü o nesneyi borcun karşılığı olarak

ifade ettiği zaman, rehin olduğunu tayin etmiştir.

Biz deriz ki, «Şunu, ben sona parasını verinceye kadar tut.» sözünde müşteri tutmayı verme vaktine

kadar uzattığı zaman, anlaşılır ki onun bu sözden muradı rehindir. Bundan ötürü rehin olmaktadır.

Hidaye.

«O şey semeni ile rehin olmaya salihtir ilh...» Çünkü müşterinin mülkiyeti onda taayyün etmiştir.

Hatta helâk otmuş olsa, müşterinin hesabına helâk olmuş olur, akit de infisah etmez. T.

«Semeni ile satıcının yanında hapsedilmiştir ilh...» Bunun zaminiyeti de rehin zaminiyetine

muhaliftir. O zaman iki muhtelif zaminiyetle mazmun değildir. Çünkü iki muhtelif tazminatın içtiması

muhaldir. Hatta müşteri satıcıya, mebiyi kabzetmeden önce, «Ben sana semeni verinceye kadar

mebii elinde tut» dese, o da elinde tutsa, fakat elinde helâk olsa, satış kendiliğinden infisah eder,

müşterinin de para ödemesi lâzım değildir. Zeylaî.

«Nitekim geçti ilh...» Yani musannıfın bayiin elindeki mebi de rehin edilmez sözünde geçti.

«Beklemekle bozulan bir şey ise ilh...» Yani eğer müşterinin kabzetmesinden önce rehin ettiği şey

beklemekle bozulan cinsten ise... T. Bunun zahiri şudur ki, kabızdan sonra hüküm böyle değildir.

Ben derim ki: Bey´in müteferrikat bahsinin başlarında şu geçti: «Adam bir şey almış olsa, mebii

kabzetmeden ve semeni ödemeden önce bilinen bir şekilde kaybolsa, satıcı da ona peşin olarak

sattığına dair beyyine getirse, eğer adamın yeri bilinmiyorsa o mebi satılır. Yani Kadı onu satar.»

Nehir´de de yine bey bahsinin müteferrikat kısmında şöyle denilmektedir: «Adam bir şey satsa,

kabzetmeden ve semeni ödemeden önce kaybolsa, uygun olan, denilmelidir ki, eğer o satılan şeyin

telef edilmesinden korkulursa. onu satmak caizdir. İster alan adamın yeri bilinsin, ister bilinmesin.»

Nehir sahibi burada müşterinin onu rehin kılmasıyla da kaydetmemiştir.

«Satılması caizdir ilh...» Bizim yukarıda takdim ettiğimizin zahirine göre bu cevazdan maksat,

Kadı´nın satabileceğidir. Bu babın sonunda sarahaten bunu bildiren ifade gelecektir.

«Alınması ilh...» Yani müşterinin daha evvel onun satıldığını bildiği halde alması caizdir.

«Fazlasını tasadduk eder ilh...» Yani birinci satışın semeninden fazla olan kısmı tasadduk eder.

«Zira onda şüphe vardır ilh...» Yani, gayrın malı olması şüphesi vardır ki o da birinci müşteridir.

«İki kişinin yanına ilh...» O iki kişi de kabul etseler, o zaman sahih olur. Ama adam borcu

karşılığında bir şeyi iki kişiye rehin ettiğinde birisi kabul etse, diğeri kabul etmese, sahih olmaz.

Meselâ, «Ben yarısını şuna, yarısını da şuna rehin ettim.» demesi gibi. Sayıhanî, Makdisi´den.

«Onun hepsi o iki adamın yanında rehindir ilh...» Yani o nesnenin hepsi, onların herbirinin alacağı

karşılığında hapsedilir. Yoksa, yarısı birisine rehin, yarısı da diğerine rehin değildir. İbn-i Kemal.

Bir nesnenin iki kişiye rehin edilmesi, hibenin hilafınadır. Çünkü hibe, hibe edilen nesnenin hibe

edilen kişiye mülkiyetinin sübutunu icabettirir. Bir nesne de ayrı ayrı iki kişiye, aynı zamanda mülk

edilemez. Bir nesne iki adama rehin edildiği zaman ona zarureten şüyu (ortaklık) girer. Rehinin


hükmü ise, borç ödeninceye kadar daimi hapistir. Bu sebeple tek nesnenin iki kişinin hakkı

karşılığında tam olarak hapsedilmesi caizdir. Bu bahsin tamamı Kifaye´dedir.

«Velev ki, bu adamlar iki ortak da olmasınlar ilh...» Yani borçta da ortak olmasalar bile. Yine ikisinin

alacaklarının cinsleri ayrı olsa bile. Meselâ birisinin alacağı dirhem iken, diğerinin alacağı dinar

olsa, yine de onların karşılığında bir nesneyi rehin olmaları sahihtir. İnaye.

«İmâma göre zamin olur ilh...» yani rehini diğerine veren adam gasp zaminiyeti ile zamin olur. T.

«Bunun aslı vedia meselesidir ilh...» Yani bir adam taksimi kabil olan bir nesneyi iki kişinin yanına

îda etmiş olsa, bunlardan birisi de o nesnenin hepsini diğerine verse, veren adam İmâma göre gasp

zaminiyeti ile zamin olur. İmâmeyn buna muhalefet etmiştir. Zeylaî.

«Herbirisi kendi hisselerine zamindir ilh...» T. Mekki´den naklen şöyle demektedir: «Bu bahsin

sureti Binaye´de olduğu gibi şöyledir: Mürtehinlerden birisinin rahinden on dirhem, diğerinin de

beş dirhem alacağı olsa, rehin edilen nesnenin kıymeti de otuz dirhem olsa, otuz dirhemlik

rehinden yirmi dirhemi helak olsa, kalan on dirhemlik kısım iki mürtehinin elinde üçe taksim

edilmek üzere rehin kalmış olur. O zaman onun helaki ile on dirhem alacaklı mürtehinden, üçte ikisi

düşer. Beş dirhem alacaklı mürtehinin hakkından da üçte biri düşer. O zaman rahinin on dirhem

alacaklı olan mürtehine 3.33 dirhem vermesi gerekir. Beş dirhem alacaklı olan mürtehine de 1.66

dirhem verir.»

«İstiyfa edecekleri parçalanabilmekedir ilh...» Çünkü alacakları parçalanmayı kabul eder.

«Birisinin olacağını ödese ilh...» En doğrusu, musannıfın bu kavli «eğer helâk olursa» sözünden

evvel zikretmesiydi. Nitekim İbn-i Kemal böyle yapmıştır. Eğer böyle yapsaydı, onların her birisinin

kendi hissesine zamin olduğunu ifade ederdi.

«Bunlardan birisinin alacağını ödese ilh...» Zira Nihaye´de Mebsut´tan naklen şöyle bir ifade vardır:

«Eğer rehin ikinci adamın elinde helâk olsa, rahin birinci mürtehine ödediği borcu geri alır. Çünkü

rehin rahine ulaşana kadar onların her ikisinin de mürtehinlikleri bakidir. Çünkü yukarıda geçtiği

gibi, bunların her birisi kendi nöbetinde diğeri için adil gibidir.»

«Yukarıda geçtiği gibi ilh...» Yani yakında musannıfın «Bir adam iki kişinin yanına, her ikisinden

aldığı bir borca karşılık bir nesneyi rehin etse, sahihtir. Onun hepsi, her iki adamın yanında

rehindir.» sözünde geçti.

«Parçalanmadan rehindir ilh...» O zaman, borçtan bir şey kaldığı müddetçe rahin rehin ettiği

nesneden hiçbir şeyi geri alamaz. Mürtehin bir olduğunda, borcunu ödemeden rehinden bir şey

alamadığı gibi.

«Bir rehinle rehin etseler ilh...» Yani bir pazarlıkla. Çünkü Kerhi, «Rehin edilen nesne bir veya iki

köle olsa.» demiştir. O zaman burada bir rehinden murat, rehin edilen nesnenin bir olması değildir.

Belki burada bir rehinden maksat, rehin akdinin bir olmasıdır.

«Üzerlerindeki bir borç karşılığı ilh...» Bu borç, ister ikisinin birlikte aldıkları bir borç, ister ayrı ayrı

alarak borçlandıkları bir borç olsun. İtkanî, Kerhi´den.

«Alacağının tamamını alıncaya kadar yanında tutar ilh...» O zaman bunlardan bir tanesi üzerindeki

borcu ödemiş olsa; rehin edilen nesneden hiçbir şey kabzedemez. Çünkü aldığı takdirde mürtehine

pazarlığın ayırdedilmesi gerekir. İtkanî.

«Çünkü şüyu yoktur ilh...» Zahir olan bu, musannıfın «sahihtir» sözünün illetidir.

İtkanî diyor ki: «İki kişinin bir nesneyi bir kişiye rehin vermesi sabittir. Çünkü iki kişinin bir kişiye

rehin etmesinde şüyu girmeden kabz hasıl olur. O zaman bu iki kişinin bir kişiye rehin vermesi, bir

adamın bir adama rehin vermesi gibi olur.»

«İki köle borcun hepsi karşılığı rehin edilmiştir. ilh...» Yani rehin edilen nesnenin bütün cüzleri borç

karşılığında hapsedilmiştir. Bu hapis de borcun tamamının ödenmesine kadar uzatılır. Hidaye.

Çünkü eğer rahin, rehinden ihtiyacı olan kısmı alma imkânına sahip olursa, borcun kolan kısmını

ödemekte tembellik yapar.

«Mebiin ilh...» Çünkü müşteri mebiin semeninin bir kısmını ödese, mebiin tamamını alma imkânına

sahip değildir. Eğer peşin almışsa.

«Tayin ederek ilh...» Meselâ, «Ben iki köleyi her birinin karşılığında beş yüz dirhem olmak üzere

rehin ettim.» dese, köleleri ona teslim etse, sonra borcun beş yüz dirhemini ödese, ve «Ben şu

kölenin borcunu ödedim, onu almak istiyorum.» diyerek onu almak istese. İmâm Muhammed´in Asl


kitabındaki rivayetine göre, onu alamaz. Ziyadat isimli eserin rivayetine göre ise alabilir.

Adam iki köleyi bin dirhem karşılığında rehin verirken. «Bunlardan bir tanesi yirmi dirhem karşılığı,

diğeri de kalan kısmın karşılığı» dese hangisinin hangisine karşılık olduğunu beyan etmese, rehin

caiz olmaz. Çünkü bu, kölenin birisinin helâki veya geri alınması anında münazaaya vesile olacak

bir cehalettir. Nitekim İtkanî de Hakim´in Kafi´sinden naklen böyle ifade etmiştir.

«Akit rehinde semenin tafsili ile taaddüd eder ilh...» En doğrusu burada, semen kelimesi yerine

bedel kelimesini kullanmaktı. Çünkü rehinde tafsil edilen ancak borçtur.

«Rehinde ilh...» Çünkü akdin rehin edilen şeylerden birisinde kabul edilmesi diğerinde akdin

sıhhati için şart değlidir. Hatta rehin, rehin edilen nesnelerin birisinde kabul edilmiş olsa, kabul

edilende rehin sahih olur. Satış bunun hilafınadır. Çünkü satışta akit semenin tafsili ile taaddüd

etmez. Bundan ötürü müşteri aldığı iki şeyden birisinin alışını kabul edip, diğerini etmese, satış her

ikisinde de batıl olur. Çünkü satıcı pazarlığın ayrılmasıyla zarara uğrar. Çünkü adet, satışta kötüyü

iyiye katmak şeklinde caridir. O zaman ayırdetmekte satıcıya zarar vardır. Zeylaî.

«Esah olan da ancak budur ilh...» Yani iki rehine ayrı ayrı isim vermekle hiç isim vermemek

arasındaki fark budur. Esah olan da budur. Nitekim Tebyin ve Kifaye´de de böyledir. Bu da Ziyadat

isimli kitabın rivayetidir.

«Her ikisinin beyyinesi da batıldır ilh...» Bu müstakil bir meseledir ki, geçmişle bunun bağlantısı

yoktur. Dürer.

İnaye sahibinin İnaye´deki. «Bu iki kişi bir kişiye rehin verseler sözünün şubelerindendir.» sözünde

de düşünmek gerekir. Çünkü burada iki kişi mürtehin olduklarını iddia etmektedirler. Diğer kişi de

rahindir. İşte iki kişinin mürtehin bir kişinin rahin olmasını Mirac sahibi Mirac´da, «Velhasıl

mürtehin iki, rahin birdir.» sözüyle tasrih etmiştir. Düşün.

Sonra bil ki, bu mesele iki vecihledir. Çünkü bu dava ya rahinin hayatındadır, veya değildir. Rahinin

hayatında olduğu takdirde de üç şekilde düşünülebllir. Çünkü rehin ya mürtehinliği iddia edenlerin

birisinin elindedir ki bu takdirde ona hükmedilir. Her ne kadar diğeri tarihle ispat etse bile. Çünkü

zilliyet tarih ile nakzedilemez. Çünkü zilliyetin tarihten daha evvel olma ihtimali vardır. Ancak diğeri

akdinin zilyedin kabzından evvel olduğunu ispat ederse, o müstesnadır. Veya her ikisinin elinde

olur. Veya rahinin ve onların ikisinin elinde olur. Eğer onların her ikisi de tarih ispat ederlerse, tarihi

daha eski olana hükmedilir. Bunlardan yalnız birisi tarih ispat ederse, ona hükmedilir. Eğer her ikisi

de tarih ispat edemezlerse, veya her ikisi de eşit şekilde bir tarih ispat ederlerse, rehin batıl olur.

İkincisi, yani rahinin hayatında olmayan dava da üç vecih üzerinedir. Bu üç vecih de öncekiler

gibidir. Eğer iki mürtehin de tarih getirirse, tarihi daha eski olana hükmedilir. Eğer ikisi de tarih

getirmezse, veya eşit bir tarih getirseler, bakılır: Eğer rehin ikisinin de elinde ise veya rahinin elinde

ise, istihsanen aralarında yarı yarıya bölünür. Ebû Hanife de bu istihsan ile hükmetmiştir.

Gayetü´l-Beyan ve Tatarhaniye´den özetle.

«Çünkü aynı nesnenin aynı zamanda iki adama rehin edilmesi muhaldir ilh...» Yani her birine iki

ayrı akitle rehin edilmesi muhaldir. Yani bunlardan herbiri rehini yanında tut makta münferit olsa ve

diğerinin hiçbir hakkı olmasa. Bu muhaldir. Ama musannıfın «Adam iki kişinin yanına... bir nesneyi

rehin etse...» kavlinde geçen meseleye bu mesele muhaliftir.

«Yarıya bölmek mümkün degildir ilh...» Yine, rehin edilen nesnenin hepsinin mürtehinlerden

birisine aynıyla hükmedilmesi de mümkün değildir. Çünkü burada evleviyet yoktur. Tarih meçhul

olunca da her ikisini mürtehin saymak mümkün değildir. Çünkü bunlardan her birisi beyyinesi ile o

nesnenin hepsinin kendisine rehin edildiğini ispat etmektedir. O zaman da davanın hilafına

hükmedilmiş olur. Bunu Hidâye de ifade etmiştir.

«Beyylneleri düşer ilh...» Her iki beyyine ile amel etmek mümkün olmadığından beyyinelerin ikisi de

düşer. Burada beyyinelerin düşmesi de kıyastır. İstihsan ise, rehin edilen nesnenin aralarında yarı

yarıya taksimini gerektirir. İşte bu mesele kıyasın istihsana tercih edildiği meselelerden bir

meseledir.

«Bu hüküm eğer tarih atmamışlarsa böyledir ilh...» İkisi tarih getirseler ama ikisinin tarihi de bir

olursa, hüküm yine böyledir. Ama birisinin tarihi daha eski olursa o daha evlâdır. Çünkü eski tarih

sahibi akdi öyle bir vakit için ispat ediyor ki, o vakit için diğeri onunla münazaa edemiyor.

Bunlardan yalnız birisi tarih getirirse, hüküm yine böyledir. Çünkü tarih vaktinden itibaren onun

hakkında akit zuhur etmektedir. Diğerinin hakkında ise halen akit zahir olmaktadır. İtkanî.

«Bunların birisinin elinde ise ilh...» Bu kavil ifade ediyor ki, geçen bahis, rehinin rahinin elinde


olması veya her iki mürtehinin elinde olması üzerine farzedilir. Bu bahis ise, rehinin mürtehinlerden

birisinin elinde olması üzerine farzedilmektedir.

«Zilyed olan daha haklıdır ilh...» Zilyed olmayan ister tarih atsın, ister atmasın birdir. Nitekim biz

bunu yukarıda takdim ettik

«Onun daha evvel parayı verdiğine karinedir ilh...» Çünkü onun kabzetmiş olması onun akdinin

daha evvel olduğuna delalet eder. O zaman da zilyed olan mürtehin, hak sahibi olmakta diğerinden

daha evlâdır. Nihaye.

«Kölenin rahini ölmüş olsa ilh...» Bu kavil ifade ediyor ki, geçen bahis dava rahinin hayatta olması

üzerine farzedilir.

«Kölenin rahini ölmüş olsa ilh...» Evla olan burada «nesnenin rahini» demesiydi. Çünkü metinde

zikredilen ancak nesnedir, köle değildir.

«Zeylai ilh...» Zira Zeylai, şöyle demiştir: «Kenz´in» köle ikisinin elinde olsa» sözü ifadede ittifaken

vaki olmuştur. Hatta rehin olan köle mürtehinlerin her ikisinin elinde olmasa mürtehinlerden her

birisi kendilerine rehin verildiğini ve kabzettiklerini ispat etseler, yine hüküm böyle olur. Bundan

dolayı zilyed kelimesi birinci meselede zikredilmemiştir.»

Zeylaî´nin bu kavlinde düşünmek gerekir. Çünkü Kenz sahibinin burada zilyedi zikretmemesi

rehinin ikisinden birisinin elinde olmasından kaçınmak içindir. Eğer rehin birisinin elinde olsa o

zaman rehinin zilyed sahibinin olduğuna hükmedilir. Nitekim rahin hayatta olduğunda da zilyede

hükmedilir. Bunu da Ebussuud, Kenz´in şerhi Bakir´den ve Şibli´den nakletmiştir. Bunu T. de

Keşif´ten nakletmiştir.

«Bunların her birisi delil getirse ilh...» Yani tarih getirmeseler de burhan getirseler veya her ikisi de

eşit bir tarih getirseler Eğer bunlardan bir tanesi daha eski bir tarih getirirse, rehinin onun

olduğuna hükmedilir. Nitekim biz bunu yukarıda takdim ettik. Bununla birlikte şu bahis kaldı ki,

bunlardan bir tanesi tarih getirmiş olsa, geçen bahse kıyas edilirse, tarih getirmeyen adam eğer

yalnız zilyed ise, zilyede hükmedilir. Yoksa, eğer zilyed değilse, hüküm burhanla birlikte tarih

getirenindir. Bana zahir olan budur.

«Vasfettiğimiz gibi ilh...» Yani meselenin başında şöyle vasfettik ki, mürtehinlerden her biri rahinin

o nesneyi kendi yanına rehin bıraktığına dair burhan getirmiş olsa.

«Borcun karşılığına inkılap etmiştir ilh...» Bu kavil her iki mesele arasındaki farkı beyan etmektedir.

Zira birinci meselede kıyas delil alınmıştır. Bu meselede ise istihsan delil alınmıştır.

Zeylaî diyor ki: «Ölüm bahsinde kıyas batıldır. Bu da Ebû Yûsuf´un kavlidir. İstihsanın veçhi ise

şudur: Rehin akdi nesnenin zatı için değil, onun hükmü için yapılır. Rehinin hükmü ise rahin

hayatta bulunduğu sürece onu para karşılığı hapsetmektir. Şayi olan bir şey de hapsi kabul etmez.

Ölümünden sonra onun hükmü ise, nesneyi satarak semeninden borcu almaktır. Şayi ise bunu

kabul eder.» Özetle.

«Eğer borçlu razı olursa açıktır ilh...» Bunu Nesefi´nin Feteva´sından naklen Hülasa´da olan ifade

teyit etmektedir. Yani bu doğrudur, eğer geri alması mümkün olduğu halde terk etmişse. Ama

aczinden dolayı terk etmişse, bunda düşünmek gerekir.

Zahir olan bunun, Attâbî´den naklen Bezzaziye´de olan, «Borcunu istese, o da vermese, alacaklı da

başından sarığını rehin olarak alsa ve ona başını örtmesi için bir mendil verse, o zaman sarık rehin

olur. Çünkü borçlu, sarığı mürtehine terk ederek onun rehin olmasına razı olmuştur.» ifadesine

hamledilmesidir.

«Bu şunu ifade ediyor ki ilh...» Şarihin bu kavli faydasız bir uzatmadır. Eğer, «Bu şunu ifade ediyor

ki, borçlu sarığının onun yanında kalmasına razı değilse, helâk olduğu takdirde magsub gibi helâk

olmuş olur.» deseydi daha açık olurdu.

«Bunun üzerine ilh...» Yani, eğer razı değilse rehin olmaz sözünden anlaşılıyor ki, alınan nesne

helâk olursa, gasp edilen nesnenin helaki gibi helak olmuş olur. Bu mana Siraciye´nin ıtlakına

hamledilir. Siraciye´nin ifadesi aynen şöyledir: «Alacaklı borçlusu razı olmadan başındaki sarığı

alırsa, rehin değil gasp olur.» O zaman «gasb olur» sözü delalet ediyor ki, borçlu sarığı rızasız

olarak alacaklının yanında terk etmiştir.

«İzinsiz, yanında rehin olarak ilh...» Bu ifadenin zahiri şudur ki, helâk olduğu takdirde rehin malı

gibi helâk olur. Bunda da düşünmek gerekr. Çünkü rehinin şartı, teberruen olmasıdır. Burada ise

zorla almaktadır. Nitekim biz bunu takdim ettik.


Bezzaziye´de şöyle denilmektedir: «Alacaklı borçlusunun malından alacağının cinsinin gayrisinden

almış olsa, onu rehin olarak yanında tutamaz. Ancak borçlusunun rızası ile rehin olarak tutabilir.»

FER´İ BİR MESELE:

Birlisi bir hana girse, han sahibi ona bir rehin vermedikçe handa kalmasına izin vermeyeceğini

söylese, o da han sahibine elbiselerini verse, onlar da helâk olsa, bakılır: Eğer elbiseyi kalacağı

odanın ücreti karşılığı rehin vermişse, elbiseler ücret karşılığında rehindir. Ama eğer hancı o

elbiseleri hırsız olduğu için veya tanımadığı için almışsa, o zaman helâk olduğu takdirde hancı

zamindir.

Kadı Ebulleys diyor ki: «Bana göre her iki surette de zaminiyet yoktur. Çünkü adam vermesi için

zorlanmamıştır.» Hülasa.

«Borçlusunun ödemesinden ümidini keserse ilh...» Minah´ta böyle tabir edilmiştir. Bunun zahiri

şudur: Yani alacaklı ümidini kestiği zaman alacağı olan malın cinsinin gayrından da alabilir. Eğer

aldığı şey malının cinsinden olursa, o zaman itirazsız olarak hakkı kadarını alabilir. O zaman bu

kavli «kıyl» kavliyle hikâye etmenin gereği yoktur. Bu sebeple biz, hacr kitabında Makdisi´den, onun

bazı âlimlerden naklettiğini takdim ettik ki, günümüzde fetva, alacaklı ümidini kestiği zaman ister

malının cinsinden olsun, ister olmasın mutlaka alabilir.

«Musannıf da bunu ikrar etmiştir ilh...» Bunda bir görüş vardır. Musannıfın zikrettiği tevfik,

borçlunun rızasını ifade etmektedir. O zaman da artık Mücteba´da olan ifade üzerine meylettiremez.

«Hiçbirisi rehin olmaz ilh...» Rehin olmadığı gibi borçtan da hiçbir şey gitmez. Bu bahis şu mesele

menzilesindedir: Birisi bir diğerine yirmi dirhem borçlu olsa, borçlu alacaklıya yüz dirhem vererek

ondan yirmi dirhemi almasını söylese, o da almazdan evvel yüz dirhem helak olsa, helak olan veren

adamın malından gitmiş ve borç yerinde kalmıştır. Bunu Tatarhaniye Münteka´dan, o da

Muhammed´den nakletmiştir.

Haniye´de ise şu ziyadeleştirilmiştir: «Birisi alacaklısına iki elbise vererek bunlardan birisini alacağı

karşılığında rehin olarak almasını söylese, alacaklı kıymetleri eşit olan her iki elbiseyi de alsa,

Muhammed diyor ki: «Bunlardan her birisinin yarısının kıymeti eğer borcun yarısı kadar olursa,

ikisi de rehin olur.»

İşte bu da şarihin bu babın başında Zevahir´den naklen takdim ettiğine muvafık olur. Zira şarih

orada şöyle demiştir: Zarureten sabit olan şüyu zarar vermez. O zaman iki mesele arasındaki farkın

veçhine bakılsın. Belki fark şudur: Birinci meselede rehin ancak mürtehinin dilediği olur. O zaman

iki elbiseden birisini mürtehin ihtiyar ederse, o rehin olarak taayyün eder. Bundan önce, hiçbirisi

rehin olmaz. Her ikisi de mürtehinin yanında emanet olarak kalır.

İkinci meseleye gelince, rahin bunlardan birisini muhayyer olmaksızın halen rehin kılmıştır. Şu

kadar var ki, hangisinin rehin olduğunu belirtmemiş, müphem bırakmıştır. Bunlardan hiçbirisi de

diğerinden evla değildir. O zaman bunların her birisinin yarısı rehin olarak kalmış olmaktadır. Bana

zahir olan budur, Allah daha iyisini bilir.

Şu kadar var ki, Haniye´de bu meseleden bir sayfa sonra şöyle bir mesele vardır: «Adam birisine on

dirhem karşılığında iki elbiseyi rehin etse ve bunlardan bir tanesinin on dirhem karşılığında rehin

olduğunu veya bunlardan hangisini dilerse borcunun karşılığında rehin olarak almasını söylese,

Ebû Yûsuf diyor ki, «Bu rehin batıldır. Bunların ikisi de zayi olsalar mürtehinin üzerine hiçbir

zaminiyet yoktur. Borcu da haliyle durur.»

Haniye´de olanın misli Zahiriye´de de mevcuttur. O zaman Ebû Yûsuf´a göre, iki mesele arasında bir

fark yoktur. Ancak aralarındaki fark İmâm Muhammed´in kavlidir.

«Onların birisini seçmezden önce ilh...» Çünkü mürtehinin seçmesi ile rehin olmuş olur. Murtehin

seçmezden önce rehin olmaz. Valvalciye. Bu da bizim takdim ettiğimiz farkı teyit etmektedir. O

zaman mürtehin bunlardan bir tanesini ihtiyar edince ona zamin olur, diğerine değil.

«Rehinin gasp edilmesi ilh...» Yani mürtehinden birisi rehini gasp ettiği takdirde, onun gasp

edilmesi helaki gibi olur. O zaman mürtehin onun kıymetinden veya borçtan hangisi daha az ise

onu tazmin eder. Açıktır ki eğer rehini mürtehin gasbetse, yani izinsiz olarak hayvan ise binse, köle

ise çalıştırsa veya elbise ise giyse, rehin olan nesne helâk olsa, o zaman mürtehin helâk etmiş olur

ve onun kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın, kıymetinin zaminidir.

«Ancak gasp edilirse ilh...» Çünkü mürtehin ondan intifa hainde müstair olmuş olur. Rehinin hükmü

batıl olur. O zaman ondan gasp edilse, veya bu durumda helâk olsa, borçtan hiçbir şey düşmez.

İntifayı bıraktığı an yine mazmun rehine döner. Nitekim biz bunu daha önce takdim ettik ve rehinde


tasarruf bahsinde de gelecektir.

«Zamin olmaz ilh...» Yani mürtehin zamin olmaz. Çünkü hükmen rahinin elinde helâk olmuştur.

«Rehin zamininyeti ile ilh...» Çünkü onun kabzı mazmundur. Mûda bunun hilafınadır.

«Fazlasına değil ilh...» Çünkü burada hamamcı mütecaviz değildir. Çünkü hamamcıların adeti,

kendilerine bırakılan nesneyi sandıklarında saklamaktır. Su kaselerini de sandıklarının üzerine

koyarlar. Ama bunun hilafına, taaddi ederse, yani suyu kasıtlı dökerse, o zaman fazlasına da

zamindir.

«Rehinde müddet kesmek rehini ifsat eder ilh...» Çünkü rehinin hükmü, mürtehinin rehini daima

yanında tutmasıdır. Tecil buna münafidir. Ama rehinin borcunu tecil ettirmek bunun hilafınadır.

Hamevi, Kınye´den.

Böyle vadeli bıraktığı bir rehin helâk olsa, mürtehin yine rehin zaminiyeti iIe tazmin eder. Çünkü

rehinin fasidi de ileride açıklanacağı üzere, sahihi gibidir.

«Mürtehin onu satabilir ilh...» O zaman ölen rahinin varisi mürtehinin satışını bozamaz. Çünkü o

satışa mürtehin hakkı taallûk etmiştir. Bu bir vekalettir ki, ölümle batıl olur da denilemez. Bunun

tamamı bundan sonraki babda gelecektir.

«Lâyık olan onun satışının caiz olmasıdır ilh...» İmadiye´de de böyledir. İmadiye sahibi daha sonra,

«Bu mesele fetva meselesidir.» demiştir. Eşbah´ta ise satışın caiz olmadığı kesin olarak

söylenmiştir. Birî, Minye´den naklen Bezzaziye´de satışın caiz olmadığı üzerine istidrak ederek

şöyle demiştir: Rahin ölüp ölmediği bilinmeyecek bir şekilde gaib olduğu takdirde, mürtehin

hâkimin icazeti ile rehini satar, alacağını alır.»

Ben derim ki: Eşbah´ta olan ademi cevazı şuna hamletmek mümkündür: Onun gaib olmasından

kastı, «haberi kesilmiş bir gaybet» olmazsa. Her ne kadar Eşbah sahibi burada gaib olmayı mutlak

zikretmişse de.

Şu mesele kaldı ki, eğer rahin hazır olur da satışından imtina ederse, Velvaliciye´de bu hususta

şöyle denilmiştir: «Eğer satışından imtina ederse, Kadı veya emini mürtehin için satar ve mürtehin

ondan hakkını tam olarak verir.» Özetle.

Velvaliciye´nin bu kavli ile Hamidiye´de de fetva verilmiştir. Hayriye´de de rahinin rehinin satılması

üzerine cebredileceği söylenmiştir. Eğer rehin bir bina ise, rahinin ondan başka bir evi de yoksa,

onda oturur. Mürtehinin o binada yine hakkı vardır. Ama müflis bunun hilafınadır.

«Mürtehin kendisine rehin edilen ağaçların meyvesini satamaz ilh...» Yani mürtehin, eğer rahin

meyveyi ona mubah kılmamışsa, satamaz. Birî´de Velvaliciye´den naklen şöyle bir ifade vardır:

«Rehin, bozulmasından korkulursa, hakimin izni ile satılabilir. Semen elinde rehin olarak kalır.

Çünkü onun elinde tutması helâk değildir. Eğer hakimden izin almadan satarsa, ona zamin olur.

Çünkü malike nazarla satış velayeti ancak hakime sabittir.»

Birî diyor ki: «Ben diyorum ki, bundan şu çıkarılır: Rehin olan bir bina harap oluyorsa, onu satmak

da caizdir. Bu fetva meselesidir.»

Allah daha iyisini bilir.

neslinur
Thu 28 January 2010, 08:24 pm GMT +0200
REHİNİN ADİLE BIRAKILMASI BABI

METİN


Rehinin yanına bırakıldığı kimseye adil denilmesi, rahin ile mürtehinin zanlarında adil

olmasındandır.

Rahin ile mürtehin rehini bir adilin yanına koysalar, sahih olur. O adil kimsenin rehini

kabzetmesiyle de akit tamam olur. Ne rahin, ne de mürtehin rehini adilden alamaz. Eğer adil, rehini

rahine veya mürtehine verirse, helak olduğu takdirde zamin olur. Çünkü o nesnede her ikisinin de

hakkı vardır. O halde adil, yanına emanet edilen rehini bunlardan birisine verse, nesne helak

olduğu takdirde zamindir. Çünkü taaddi etmiştir. Ondan kıymetini alırlar ve rahin onun kıymetini

yine o adilin yanına veya başka birisinin yanına bırakır. Adil o nesneyi kendiliğinden kendisine

rehin kılamaz. Çünkü eğer kılarsa, hem ödeyen, hem de ödeten olmuş olur. Ama adil rücu edebilir

mi? Bunun cevabı uzun kitaplarda tafsilatlı olarak verilmiştir.

Adilin yanına bırakılan rehin helâk olduğu takdirde mürtehinin zaminiyetinde helâk olmuş olur.

Rahin mürtehini veya adili veya bir başkasını borcun vadesi dolduğunda rehinin satılmasına vekil

etse, o vekâlet sahihtir. Eğer vekil vekâlet verildiği vakit satışa ehil ise. Yok eğer ehil değilse,

vekâlet sahih değildir. O zaman rahin iyiyi kötüyü birbirinden ayıramayan bir çocuğu rehinin satışı

ile vekil etse, o da baliğ olduktan sonra satsa, onun o satışı sahih değildir. İmameyn buna

muhalefet etmiştir. Eğer bu vekâlet rehin akdinde şart kılınmışsa, rahinin vekili azletmesi ile vekil

azledilmiş olmaz. Rahinin ölümü veya mürtehinin ölümü ile de azledilemez. Çünkü bu vekâlet akdin

lüzumu ile lâzım olmuştur. O zaman rehinin satışı için verilen vekâlet, müfret vekâlete birkaç

vecihte muhaliftir. Bu vecihlerden birisi yukarıda söylediğimizdir. İkincisi, rehin bahsinde vekil

borcun vadesi dolduğu halde satışından imtina ederse, satış üzerine cebredilir. Rehin akdinden

sonra da rehinin satışı için vekil tayin edilmesi şart koşulduğu takdirde de esah kavle göre hüküm

yine böyledir. Zeylaî.

Zeylaî´nin bu tasrihi, zahiri rivayetin hilafı üzerinedir. Zahiri rivayeti, Kuhistanî ve diğerlerinin

naklettiklerine binaen Kadıhan ve diğer âlimler tashih etmişlerse de, esah olan rivayet Zeylaî´nin

tashih ettiğidir. Ama müfred vekâlet bunun hilafınadır.

Üçüncüsü de, rehinin satışı ile vekil olan kimse, rehinin yavrusunu ve erşini (diyetini) satmaya da

maliktir.

Dördüncüsü, rehinin satışı ile vekil olan kimse, rehini borcun cinsinin hilafına satsa, meselâ borç

dinar iken dirhemle satmış olsa, o onu borcun cinsine çevirebilir. Ama müfret vekâlet bunun

hilâfınadır.

Beşincisi, rehin bir köle olsa, o köleyi başka bir köle hataen öldürse, hataen katil olan köle

cinayetin karşılığında ölen kölenin yerine verilmiş olsa, rehin akdinde rehini satmaya vekil olan

kimse, onu da satabilir. Müfret vekâlet bunun hilâfınadır.

Rehinin satışı ile vekil olan kimse, rahin öldüğü takdirde, rahinin varisleri gaib olsalar bile rehini

satabilir. Rahin hayatta iken, rahin huzurda olmadan rehini satabileceği gibi. Bu vekâlet vekilin

ölümü ile mutlaka batıl olur. İkinci İmâmdan vekilin vasisinin vekilin yerine geçmesinin sahih

olduğu rivayet edilmiştir. Şu kadarı var ki, ikinci İmâmdan rivayet edilen Asl isimli kitabın cevabının

hilafınadır.

İZAH

Rahin ile mürtehinin kendileri ile ilgili hükümleri zikrettikten sonra onların naibi olan adilin

hükümlerini zikretmektedir. Naib asıldan sonra gelir. Burada naibden murat her ikisinin de rehinin

yanına konulmasına razı oldukları şahıstır. İster onun satışına razı olsunlar, ister olmasınlar,

farketmez,

«Bir adilin yanına koysalar ilh...» Yani rehin akdinde merhunun bir adilin yanına bırakılması şart

koşulsa ve buna bağlı olarak bıraksalar. Haniye.

«Sahih olur. O adil kimsenin rehini kabzetmesiyle de akit tamam olur ilh...» Yani rehin sahih olur ve

tamamlanır. Adilin kabzetmesiyle de lüzumlu bir akit olur. Çünkü mal hususunda adilin zilyedliği

mürtehinin zilyedliği demektir. Bundan ötürü de merhun adilin yanında helâk olsa, mürtehinin

zaminiyetinde helâk olmuş olur. Nitekim ileride gelecektir.

Haniye´de şöyle denilmiştir: «Rahin borcun ödenme vadesi geldiği zaman rehini satması için adile

vekâlet verse, adil de borcun vadesi doluncaya kadar rehini kabzetmese, rehin batıldır. Satışla


vekâlet ise bakidir.»

«Ne rahin, ne de mürtehin rehini adilden alamaz ilh...» Adilin yanına konulmasını şart koşmasalar,

fakat rehin adilin yanına konulsa, o zaman herhangi birisinin rehini ondan alması caizdir. Nitekim

buna İhtiyar´da da işaret edilmiştir. Kuhistanî.

«Zamin olur ilh...» Bu kabil musannıfın şerhinde metin olarak yoktur. Ancak musannıf bunu

aşağıdaki «helak olduğu takdirde» kavlinden sonra şerh olarak zikretmiştir.

«İkisinin de hakkı vardır ilh...» Rahinin hakkı o nesnenin aynı ile, mürtehinin hakkı da onun maliyeti

iledir. O zaman adil, rahin ile mürtehine mûda olmuş olmaktadır. Bunların biri diğerine de

yabancıdır. Öyleyse birisi diğer birisinin malını alma hakkına sahip olmadığı gibi, adil de onu

birisine veremez. Zira mûda kendisine emanet edilen nesneyi bir yabancıya vermekle zamin olur.

«Ondan kıymetini alırlar ilh..» Eğer ikisinin bir araya gelmesi mümkün değilse, onlardan bir tanesi

Kadı´nın bu işi yapması için işi Kadı´ya götürür. Zeylaî.

«Hem ödeyen, hem de ödeten olmuş olur ilh...» Bu ifadenin hasılı şudur: Adilin merhunu birisine

verip helâk olmasıyla onun kıymetini ödemesi zimmetinde vacip olmuştur. O zaman, zimmetinde

ödemesi vacip olan kıymeti evinde rehin kılmış olsa, üzerine vacip olan bir şeyi ödemiş sayılır. Ve

onu ödetmiş de olur. İkisinin arasında da zıddiyet vardır.

«Bunun cevabı uzun kitaplarda tafsilatlı olarak verilmiştir ilh...» Yani Zeylaî ve Hidaye şerhleri gibi

uzun kitaplarda geniş olarak açıklanmıştır. Bu cevabın beyanı şöyledir: Kıymet, onların her ikisinin

reyiyle veya Kadı´nın reyiyle birinci adilin veya bir başkasının yanına rehin edilir, sonra da rahin

borcu öderse, bakılır: Eğer adil kıymete, merhunu rahine vermek sebebiyle zamin olmuşsa, o

zaman o kıymet adilindir. O kıymet kimin yanında ise adil onu alır. Çünkü merhun birinci teslimle

rahine ulaşmıştır. Borç da rahinin ödemesi ile mürtehine ulaşmıştır. Eğer burada kıymet rahinin

olmuş olsa, bedel ile bedelin karşılığının bir adamın mülkünde toplanması lâzım gelir. Ama eğer

adil onu mürtehine vermekle tazmin etmişse, o zaman kıymet rahinindir. Rahin onu kimin yanında

ise alır. Çünkü o rehin edilen nesnenin yerine kaim olmuştur. İki bedelin bir adamın mülkünde

toplanması da lâzım gelmez. Çünkü rehin edilen nesne rahinin eline ulaşmamıştır. O nesneye adil

tazmin etmek suretiyle malik olmuştur. Sonra adil mürtehine rücu ederek verdiğini geri alır mı? İşte

buna bakılır. Eğer o nesneyi ona ariyeten veya vediaten vermişse, dönemez. Ancak mürtehin onu

helak etmişse, döner. Çünkü adil tazmin etmekle ona malik olmuştur. Bundan zahir oluyor ki, adil

onu ona ya âriyet veya vedia olarak vermiştir. Mûda ile mustaire (ödünç olan) de taaddi dışında bir

şey tazmin ettirilemez. Ama eğer onu ona rehin olarak vermişse, yani adil mürtehine onu hakkı

karşılığında vermişse, o zaman adil mürtehine rücu eder. Nesne ister kendiliğinden helak olsun,

ister onu mürtehin helâk etsin. Çünkü adil onu mürtehine tazmin şekli ile vermiştir.

«Helâk olduğu takdirde ilh...» Yani adilin elinde veya karısının veya çocuğunun veya hizmetçisinin

veya ücretli işçisinin elinde helâk olursa, mürtehinin zımaniyetinde helâk olmuş olur. Kuhistanî.

«Borcun vadesi dolduğunda ilh...» Veya mutlaka satışıyla vekil etmiş olsa. Nitekim Kuhistani ve

Dürrü´l-Münteka´da da böyledir.

Haniye´de şöyle denilmiştir: «Rahin adili satışı ile vekil ettiğinde borcun vadesi dolduğunda

satmasını söylemeyerek mutlak bir şekilde satmasını söylese, adil onu borcun vadesi dolmadan da

satabilir.»

«Vekâlet sahihtir ilh...» Velev ki, borcun vadesi dolana kadar adil rehini kabzetmese ve rehin batıl

olsa bile. Nitekim «vekâlet şart kılınsa» kavlinde de geçti. Bu Kavil ifade ediyor ki, adilin rehini satış

vekâletinde rahinin rızası aranmaz. Nitekim biz bunu Sadi´den de naklettik.

«Rahinin vekili azletmesi ile vekil azledilmiş olmaz ilh...» şurası var ki eğer mürtehin rehinin satışı

ile vekil olan kimsenin azline razı olursa, o zaman rahin azlettiğinde vekil azlolur. İtkanî.

Musannıf azilde mutlak bir ifade kullanmıştır. O zaman o azil şuna da şamil gelir: Eğer mutlak satış

ile vekil etmiş olsa, sonra da vade ile satışını yasaklamış olsa, onun yasaklaması geçersizdir.

Çünkü o vekâlet aslı ile lâzım (bağlayıcı) olan bir akittir. O zaman vasfı ile de lâzımdır. Hidaye´de

olduğu gibi.

«Rahinin ölümü ilh...» Yani rehinin satışı ile vekil olan kimse, müvekkilin ölümü, irtidadı ve

darü´l-harbe iltihakı gibi hükmen azil ile de azledilmiş olmaz. Çünkü rehin rahinin ölümü ile batıl

olmaz. Zira mürtehinin hakkı varislerin hakkından daha önce gelir.

«Mürtehinin ölümü ile ilh...» Ancak, mürtehin eğer vekil olursa, vekil mürtehinin ölümü ile vekâlet

son bulur. T. Bu bahis musannıfın vekilin ölümü ile vekâlet mutlaka batıl olur kavlinde gelecektir.


«Çünkü bu vekâlet akdin lüzumu ile lâzım olmuştur ilh...» Çünkü bu vekâlet rehin akdinin zımnında

şart kılındığı zaman akdin vasıflarından bir vasıf ve akdin haklarından da bir hak olmuş oldu.

Görülmüyor mu ki, burada vekâlet akdinin şart kılınması vesikanın ziyadeleşmesi içindir. O zaman

bu vekâlet, bunun aslı olan akdin lüzumu ile lâzımdır. Bu bahsin tamamı Hidaye´dedir.

«Müfred vekâlete birkaç vecihte muhaliftir ilh...» Müfred vekâlet, rehin akdinin zımnında

zikredilmeyen vekâlettir. Müvekkil gaib olduğu takdirde davacının talebi ile davaya vekil kılınan

bundan istisna edilir. Yine, muhayyerlik hakkına sahip olan kimse diğerinin gaib olmasından

korksa, kendisine muhatap olmak üzere bir vekil tutar. Bu vekil, diğerinin azliyle azledilmez. Bunu

Rahmetî ifade etmiştir. Zilyedin emri ile vekil olan bir kimsenin vekâleti de müvekkilin azli ile

geçersiz kılınamaz. Nitekim vekilin azli babında geçmiştir.

«Birkaç vecihte ilh...» Musannıf burada bunlardan beşini zikretmiştir. Nihaye´de olan da yine o

vecihlerdendir. Nihaye´de olan şudur: Meselâ, yanına rehin konulan adil aynı zamanda rahin

tarafından vekil de edilse, mürted olsa, onun darü´l-harbe iltihakına hüküm de verilse, sonra

müslüman olarak oradan geri gelmiş olsa, yine vekil olarak döner. Ama müfret vekâlet bunun

hilafınadır. İmâm Yûsuf´un kavli üzerine. Zira o vekil olarak dönmez.

«Satış üzerine cebredilir ilh...» Yani eğer rahin gaib olur, borcun ödenme vadesi gelir, vekil de

rehini satmaktan imtina ederse, satması için cebredilir. Bunun beyanı yakında gelecektir.

«Şart koşulduğu ilh...» Zeylaî´nin ibaresi, Kenz´in eğer adil satsa sözünün şerhinde şöyledir: «O

zaman rehin akdinde şart kılınmayan vekâlet bizim zikrettiğimiz hükümlerin hepsi hususunda akitte

şart kılınan vekâlet gibidir.»

«Zeylaî ilh...» Yani bu kavlin sahih olduğunu Zeylaî, «eğer vade dolarsa» kavlinin şerhinde

sarahaten zikretmiştir. Bu kavlin sahih olduğu Mülteka´da da tasrih edilmiştir. Hidaye´de de

böyledir.

Hidaye sahibi Hidaye´de şöyle demiştir: «Bu rivayetin sahih olduğunu Camiü´s-Sagir ve Asl´da

cevabın mutlak şekilde verilmesi de teyit etmektedir.» Bunu Hidaye´nin şarihleri de ikrar etmişlerdir.

«Kadıhan ilh...» Bu kavli Kadıhan´a nispet etmek acayip bir şeydir. Belki bu, Kuhistanî ve

Kuhistanî´ye uyanların kalemlerinin kaymasındandır. Çünkü Haniye´de olan şöyledir. «Rehin

akdinde merhunun satışı şart kılınmasa, sonra rahin mürtehin veya adili merhunun satışına vekil

etse, bu vekâlet sahihtir. Ama rehin bu vekaleti feshedebilir ve onu da satıştan men edebilir. Eğer

rahin ölmüş olsa, vekâlet batıl olur. Bu vecihte mürtehin adilden merhunun satışını talep de

edemez. Ebû Yûsuf´tan bu vecihteki vekâletin akitte şart kılınan vekâlet gibi batıl olmayacağı rivayet

edilmiştir. Sahih olan da ancak budur.»

Yine Haniye´de şöyle denilmektedir: «Bir kişi bir nesneyi rehin etse, onu bir adilin yanına bıraksa,

rahin adil kimseyi rehinin satışı ile vekil etse, sonra da gaib olsa, borcun vadesi dolduğunda ad,l

kimse merhunun satışı için cebredilir. Bazı âlimler tarafından bu adilin satış üzerine cebredilmesi,

satışın rehin akdinde şart kılınması halinde mümkün olacağı söylenmiştir. Bazı âlimler tarafından

da her halükârda adilin satışa cebredileceği söylenmiştir. Sahih olan da ancak bu kavildir.» Harfi

harfine.

Haniye, vekilin her halükârda satış için cebredileceğini Camiu´s-Sagir üzerindeki şerhinde de tashih

etmiştir. Nihayede olduğu gibi. Ben bu rivayetin aksini tashih edeni görmedim.

Mirac´da şöyle denilmektedir: «Şeyhülislâm, Fahrülislam ve Kadıhan da bu rivayetin en sahih

rivayet olduğunu söylemişlerdir.»

«Yavrusunu ve erşini satmaya da maliktir ilh...» Yani merhunun yavrusunu ve başka birisi

tarafından merhuna bir cinayet işlenirse, o cinayetin erşi (diyeti) uruz (mal) olarak verilirse, vekil bu

durumda hem yavruyu, hem de uruzu satabilir. Zira musannıf müteferrikat bahsinde şunu

zikredecektir: Rehinin neması rahinindir ve asıl ile beraber o da rehindir. Müfred vekil olan kimse

buna malik değildir.

«Onu borcun cinsine çevirebilir ilh...» Çünkü o, borcun ödenmesiyle memurdur. Semeni deynin

cinsine çevirmek de borcun ödenmesinin zaruretlerindendir. Ama müfret vekil bunun hilafınadır.

Çünkü o sattığı zaman vekâleti sona erer. İtkânî.

«Onu da satabilir ilh...» Çünkü o zaman o rehindir ve rehin olan nesnenin yerine kaimdir.

«Varisleri gaib olsalar bile rehini satabilir ilh...» Bu vekil ister adil, ister mürtehin olsun, isterse

bunların dışında başka birisi olsun. Varisleri gaib olsa bile satabilir. Çünkü rahinin ölümü ile

vekâletten azledilmemiştir. Nitekim yukarıda geçti.


T. diyor ki: «Mürtehinin varislerinin gaib olması halinde de satabilir. Yani eğer satışla vekil olan

kimse mürtehinden başka birisi ise.»

Yalnız şu bahis kaldı ki: Vekil satışla vekil olmasa, rahin ölse, bunun hükmünü musannıf gelecek

babın sonunda zikredecektir.

«Vekâlet vekilin ölümü ile mutlaka batıl olur ilh.. » Ama rehin bakidir. Çünkü rehin mürtehinin

elinde ise, mürtehinin ölmesiyle akit batıl olmaz. O zaman adilin ölümüyle batıl olmaması daha

evlâdır. İnaye.

Musannıf adilin ölümünden ve vekâletinin butlanından sonra ne olacağını zikretmemiştir.

Valvalciye´de, Zahiriye´de ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir: «Rehinin yanına konulduğu adil

ölse, rehin rahin ve mürtehinin rızası ile başka bir adilin yanına konulur. Eğer o adil hakkında rahîn

ile mürtehin ihtilaf ederlerse, o zaman Kadı merhunu başka bir adilin yanına koyar. İkinci adil rehini

satamaz. Birinci adil her ne kadar rehinin satışı için vekil olmuş olsa bile. Şu kadar var ki eğer rahin

ölürse, o zaman satabilir. Çünkü Kadı ölen rahinin borçlarını ödemeye mütevellidir.»

«Mutlaka ilh...» O vekil ister mürtehin, ister adil, ister bunların dışında başka birisi olsun. Bu vekilin

varisi veya vasisi kendi yerine kaim olamaz. Çünkü vekâlette irs cereyan etmez. Bir de müvekkil

onun reyine razı olmuştur, başkasınınkine değil. Dürer.

«İkinci İmâmdan ilh...» Musannıf eğer bu kavli, «Ölen vekil ölmezden önce satışı ile vekil olduğu

merhunun satışı için bir diğer adama vasiyette bulunsa sahih değildir.» sözünden sonra zikretseydi

daha uygun olurdu. T.

«Asıl isimli kitabın cevabının hilâfınadır ilh...» Kuhistanî de böyle zikretmiştir. Burada Asl isimli

kitaptan murat, İmâm Muhammed´in Mebsut´udur. Mebsut´un kavlinin zahiri şudur: İmâm

Muhammed Asl isimli kitabında bu meselede Ebû Yûsuf´un cevabının da kendisiyle Ebû Hanife´nin

cevabı gibi olduğunu zikretmiştir. T.

METİN


Merhunun satışı ile vekil olan kimse ölümünde dİğer birisine merhunun satışı için vasiyet etse,

vasiyeti sahih değildir. Ancak, onun bir diğerine satış için vasiyet etmesi vekâlette şart kılınmışsa,

sahihtir.

Rahin veya mürtehin, diğerinin rızası olmadan merhunun satışına malik değildir. Eğer borcun

vadesi dolar ve rahin de ortadan kaybolursa, o zaman merhunun satışı ile vekil olan, kimse satması

için cebredilir. Nitekim davaya vekil olan kimsede de böyledir. Eğer müvekkil ortadan kaybolur,

vekil de husumetten imtina ederse, o zaman o malı satması için birkaç gün hapsedilir. Eğer ondan

sonra da satmamakta ısrar ederse, alacaklının zararını def için o malı Kadı satar.

Adil yanına bırakılan merhunu satsa, merhunun semeni merhun gibi rehindir. O zaman helâk

olduğu takdirde merhunun helâki gibi helâk olur. Eğer sattıktan sonra mürtehine semeni ödese,

rehinin başka birisinin istihkakı olduğu ortaya çıksa, onun tazminatı talep edilse, bakılır: Eğer

satılan mal müşterinin elinde helâk olmuşsa, mustahik olan kişi rahine dilerse onun kıymetini

tazmin ettirir. Çünkü gasıbdır. O zaman satış ve kabız sahihtir. Çünkü mürtehin onu tazmin etmekle

malik olmuştur. Veya mustahik adile tazmin ettirir. Çünkü adil satışla tecavüz etmiştir. Adil tazmin

ettikten sonra ödemiş olduğu kıymeti rahine tazmin ettirir. O zaman yine adilin satışı ile mürtehinin

semeni kabzetmesi sahih olur. Adil, mürtehine ödemiş olduğu semeni mürtehinden geri alır. Çünkü

o semen onun mülkünün bedelidir. Mürtehin de borcu ile rahine başvurur, ondan alır. Çünkü

zarureten onun kabzı batıl olmuştur.

Eğer rehin müşterinin elinde kaim ise, mustahik onu alır, müşteri de rücu ederek adilden onun

semenini alır. Çünkü onun âkidi adildir. Sonra adil de müşteriye ödediği semeni, müracaat ederek

rahinden alır. Adil rahine müracaat ettiğinde onun kabzı sahih olur. Semeni de mürtehine teslim

eder. Veya adil sattığı rehinin semeni ile mürtehine müracaat eder, ondan alır. Sonra mürtehin de

alacağı ile rahine müracaat ederek rahinden alır.

Bu bahiste Dürer ve Vikaye´de şu ilâve edilmiştir: «Eğer adile rehin akdinden sonra vekâlet şart

kılınmışsa, yalnız rahine müracaat edebilir. İster mürtehin onun semenini kabzetsin, ister etmesin.»

Rehin mürtehinin yanında helâk olsa, sonra başka birisinin istihkakı çıksa, rahine kıymetini tazmin

ettirir. Rehin de rahinin borcu ile helâk olmuş olur. Rehin helâk olduktan sonra mustahik kıymetini

mürtehine tazmin ettirse, mürtehin zarar ettiği için, tazmin ettiği kıymet ile rahine müracaat eder.

Borcu için de rahine müracaat eder. Çünkü onun kabzı bozulmuştur.

FER´İ BİR MESELE:


Rehin olan hayvanın gözü helâk olsa, borcun dörtte biri düşer. İleride gelecektir.

İZAH

«Vekâlette şart kılınmışsa ilh...» Yani rahin, vekili olan adile vekâletin aslında satış için vekâlet

verdiğini ve yapacağı her şey için de icazet verdiğini söylese. O zaman vekilin vasisi de rehini

satabilir. Ama vasinin üçüncü bir şahısa vasiyet etmesi caiz değildir.

FER´İ BİR MESELE:

Adil, birisini satışa vekil etse, o da satsa, eğer adilin huzurunda sattı ise caizdir. Yoksa caiz

değildir. Ancak adilin huzurunda değil gıyabında satsa, adil de satışına icazet vermiş olsa, caiz olur.

Adil rehinin bir kısmını satsa, rehin kalan kısımda da batıl olur. Hindiye. Yani fasit olur. Çünkü

sonradan bir şüyu arız olmuştur.

«Malik değildir ilh...» Yani adil öldükten sonra rahin veya mürtehin diğerinin rızası olmadan rehini

satmaya malik değildirler. Nitekim ben bunu bazı âlimlerin yazısı ile gördüm. Siyak da bunu

gerektirir. Şu kadar var ki bu söz herhangi bir şeyden kaçınmak için değildir.

«Borcun vadesi dolar ve rahin de ortadan kaybolursa ilh...» Veya rahinin ölümünden sonra onun

varisi de ortadan kaybolur, vekil de satışından kaçınırsa, o zaman vekil ulemanın ittifakıyla satışa

icbar edilir. Bu kavil, eğer rahin hazır olursa, rehinin satışı için vekilin değil bilakis rahinin icbar

edileceğine işaret eder. Bu durumda eğer rahin satıştan kaçınırsa İmameyn´e göre rehini Kadı

satar. İmâma göre Kadı satmaz. Kuhistanî.

Remlî diyor ki: «Bu hür insanın hacredilmesi meselesinin fer´idir. Hacr bahsinde de geçtiği gibi,

İmameyn´in kavli ile fetva verilir.»

Ben derim ki: Bezzaziye´de şöyle denilmiştir: «Bazı âlimler tarafından, «Eğer rahin de kaçınırsa.

onu Kadı satar hükmü bütün İmâmların sözüdür. Çünkü rahin rehinin satılmasına önceden razı

olmuştur. Sahih de ancak budur.» denilmiştir.»

«Cebredilir ilh...» Çünkü mürtehinin hakkını alması onun satılmasına bağlıdır.

«Husumete vekilde de böyledir ilh...» Yani davacının talebi ile olan vekilin hükmü böyledir.

İtkanî şöyle demektedir: «Davacı Kadı´nın yanında hasmından bir vekil talep etse, Kadı da ona bir

vekil tayin etse, müvekkilin o vekili azletmesi caiz değildir. Çünkü hasmın hakkı, vekil talep ettiği

andan itibaren bu vekâlete taalluk eder. Eğer davalı davacının talebinden önce onu vekil tayin

etmişse, onu azletmesi caizdir.»

Hapsedilir ilh...» Bu, musannıfın, «Vekil cebredilir» sözünün tasviridir. Bazı nüshalarda da icbar

edilmenin keyfiyeti vekilin salması için birkaç gün hapsedilmesi şeklinde ifade edilmiştir.

«Adil satsa ilh...» Yani rehin akdinde veya akitten sonra rehinin satılması için yetki verilen kimse

satsa. Bezzaziye.

«Semeni rehindir ilh...» Yani onu satan adil semeni kabzetmese dahi, o semen yine rehindir. Çünkü

semen daha evvel kabzedilenin yerine kaimdir. Hidaye.

Merhun adilin elinde helâk olursa, borç düşer. Mürtehinin yanında helâk olduğunda borç nasıl

düşerse. Müşterinin yanında malın helâki ile semen helâk olmuş olsa, o malın helâki mürtehine

aittir, borç da düşer. Bu bahiste rehinin kıymetine değil, ancak semenine itibar edilir. Bezzaziye.

Mürtehin kabzetmediği halde ona nasıl zamin olur denilemez. Çünkü mürtehinin hakkı ile

müşterinin zimmetine helâk olmuştur. öyleyse sanki mürtehinin veya satıcının elinde helak olmuş

gibi olur. Mürtehinin veya satıcının elindeki helâk olunca da mürtehin zamin olur. İtkanî.

Adil, sattığı rehinin semenini kabzederek mürtehine verdiğini ikrar ederse, mürtehin inkâr ederse,

söz adilindir. Çünkü adil emindir. Mürtehinin alacağı da batıl olur. Valvalciye ve Cevhere.

«Çünkü gasıbdır ilh...» Zira nesneyi almış, sahibinin izni olmadan da başka birisşne teslim etmiştir.

T.

«Kabız sahihtir ilh...» Yani mürtehinin semeni kabzetmesi sahihtir. H.

«Mürtehin, tazmin etmekle malik olmuştur ilh...» Çünkü rahin, tazmin ettiği için nesneye malik

olmuştur. O zaman, vekiline kendi malını satmayı emrettiği anlaşılır. Hidaye.

«Adil satışta tecavüz etmiştir ilh...» Yani adil satış ve teslim etmekle taaddi etmiştir. Burada lâyık

olan, şarihin teslim kelimesini de zikretmesiydi. Nitekim Hidaye´de zikredilmiştir.

«Rahine tazmin ettirir ilh...» Yani adil, rahine rehinin kıymetini tazmin ettirir. Çünkü adil, rahin


tarafından vekil edilmiştir ve onun için çalışmaktadır. O zaman, vekil olan adil kesinleşen borç ile

rahine başvurarak ondan alır. Hidaye.

«Adilin satışı ile mürtehinin semeni kabzetmesi sahih olur ilh...» Yani satış nafiz olursa, satışla

kabız sahih olur. Zira rahin tazmin ettiği zaman ona malik olmuştur. Nitekim yukarıda geçti. O

zaman mürtehinin semeni kabzetmesi de sahih olur. Alacağından hiçbir şeyle de rahine

başvuramaz. Nitekim İnaye ve diğer kitaplarda da böyledir.

«Adil semeni mürtehinden geri alır ilh...» Çünkü, rehinin başka birisinin istihkakı çıkmasıyla semeni

haksız yere aldığı ortaya çıkmıştır. Adil de merhunu müstahakkına tazmin ederek ona malik

olmuştur.

«Mülkünün bedelidir ilh...» Çünkü adil onu tazmin etmekle mülkiyeti istikrar etmiştir. Rahine intikal

edinceye kadar da adil ona tazmin ettirmedi.

Burada bir mesele kalmıştır: Mustahık adile kıymetini tazmin ettirir ve kıymet de adilin mürtehinden

aldığı semenden çok olursa, bu fazlalığı kim tazmin edecektir? Ben Şurunbulaliye´nin bu bahsi

zikrederek şöyle dediğini gördüm : «Layık olan, o fazlalıkla rahine rücu etmesidir.»

Şurunbulali başka bir bahis daha zikretmiştir. O da şudur: «Musannıf bu şıkta müşterinin rücu

edeceğini zikretmemiştir. Belki ileride, eğer rehin kaim olursa bahsinde zikredecektir. Lâyık olan

şudur ki, eğer semeni mürtehine teslim etmişse, müracaat ederek semeni mürtehinden alır. Eğer

adile teslim etmişse, müracaat ederek adilden alır. Sonra adil mürtehine, mürtehin de alacağı ile

rahine başvurarak ondan alır...»

Ben derim ki: Şurunbulaliye´nin zikrettiği son meselenin sıhhat veçhi bana zahir değildir. Çünkü

müşteri hiçbir şeye borçlu değildir. Artık nasıl olur da elinde helâk olan nesnenin semenine rücu

eder. Evet, fukaha eğer «mustahık kıymetiyle müşteriye müracaat eder, çünkü müşteri yine

kabzettiği için gasıbdır, gasp edilen nesne de onun elinde helâk olmuştur», deselerdi, uygun

olurdu. Fakat lâyık olan şöyle denilmesiydi: Yani eğer mustahık kıymetle müşteriye müracaat

ederse, müşteri de ödemiş olduğu semenle adile, veya mürtehine müracaat eder. Mürtehin de adile,

adil de rahine müracaat eder. Fukahanın bunu zikretmemelerinin, bilakis «yalnız mustahıkkın

rahine veya adile müracaat etmesi» ifadesi ile yetinmelerinin sebebi nedir? Araştırılsın. Halbuki

lâyık olan yine onu da zikretmeleriydi.

Sonra ben, Sadiye´nin haşiyelerinde şunu gördüm: İbaresi aynen şöyledir: «Zahir şudur ki,

mustahıkka rahin veya adile tazmin ettirme muhayyerliği olduğu gibi müşteriye de tazmin ettirme

muhayyerliği vardır. Çünkü müşteri de malı alıp semeni teslim etmekle mütecavizdir. Şu kadar var

ki bu zikredilmemiştir.»

«Müşteri de rücu ederek adilden onun semenini alır ilh...» Yani eğer müşteri semeni bizzat teslim

etmişse. O zaman müracaat ederek semeni adilden alır. Ama eğer mürtehine teslim etmişse, adile

müracaat edemez. Çünkü adil satışta rahinin amilidir. Ancak, eğer amil kabzetmişse, o zaman amile

rücu edebilir. Halbuki amil hiçbir şey kabzetmemiştir. O zaman semenin zaminiyeti mürtehin

üzerinde, borç da rahinin üzerinde kalır. Şurunbulali, Zeylaî´den.

«Çünkü onun âkidi adildir ilh...» O zaman akdin hukuku da ona taalluk eder. Dürer.

«Adil rücu ederek semeni rahinden alır ilh...» Çünkü o tazminat mükellefiyetine adili sokan rahindir.

O zaman rahinin, o mükellefiyetten adili kurtarması da vaciptir.

«Kabzı sahih olur ilh...» Yani mürtehinin semeni kabzetmesi sahih olur.

«Semeni de mürtehine teslim eder ilh...» Hidaye bu kavli illet olarak zikretmiştir. En güzeli de bu

şekilde zikretmektir.

«Veya adil semeni ile mürtehine rücu eder ilh...» Çünkü akit bozulunca, semen de batıl olur.

Halbuki mürtehin onu semen olarak kabzetmişti. O zaman zarureten onun semen olarak kabzının

bozulması da vacip olur. Hidaye.

«Rücu ilh...» Çünkü onun semeni kabzı bozulduğu zaman, onun borçtaki hakkı olduğu gibi geri

döndü.

«Rahin akdinden sonra vekâlet şart kılınmışsa ilh...» Yani geçen tafsilat ancak, vekâlet eğer akitte

şart kılınmışsa, o zaman mürtehinin hakkı o vekâlet ile taalluk eder. Ama akitten sonra şart kılınan

vekâlet bunun hilafınadır. Çünkü mürtehinin hakkı akitten sonra şart kılınan vekâletle taalluk etmez.

O zaman da adil ona rücu edemez.

Zeylaî diyor ki: «İşte bu, vekilin satış üzerine cebredilmesi görüşünde olmayanın sözünü teyit


etmektedir.» Serahsi de vekilin satış üzerine cebredilmemesi görüşünün zahiri rivayet olduğunu

söylemektedir. Şu kadar var ki, Fahrulislam, Şeyhülislam «Esah olan kavil, vekilin satış üzerine

cebredilmesidir.» demişlerdir. Çünkü Muhammed Cami ve Asl´da vekilin satışa cebredileceğini

mutlak bir ifade ile söylemiştir. O zaman akitte şart kılınmayan bir vekâlet bizim orada zikrettiğimiz

bütün hükümler hakkında akitte şart kılınan vekâlet gibidir.» Özetle.

«Yalnız ilh...» Yani, adilin mürtehine müracaat etme hakkı yoktur.

«İster mürtehin onun semenini kabzetsin, ister etmesin ilh...» Yani adilin tecavüzü olmadan adilin

elinde semen zayi olsa. Dürer.

«Rahine kıymetini tazmin ettirir ilh...» Velhasıl, mustahık rahine tazmin ettirme hakkına sahihtir.

Çünkü o kendi malı olmayan bir şeyi sahibinden izinsiz olarak başka birisine teslim ettiğinden

mütecaviz olmuştur. Veya mürtehine tazmin ettirir, çünkü mürtehin de rehin olarak kabzetmesiyle

tecavüz etmiştir.

«Borcu ile helak olmuş olur ilh...» Yani rehin borç karşılığında helâk olmuştur.

Zeylaî şöyle demektedir: «Eğer rahin istihkak olunan rehini tazmin ederse, rehinin mürtehinin

yanında helâk olması ile mürtehin alacağını tam olarak almış olur. Çünkü rahin tazmin etmekle

teslimden evvele istinaden ona malik olmuştur. Zahir olur ki, o zaman o bir mülkiyet rehinidir. O

rehinin helaki ile de mürtehin borcunu tam almış olur.»

«Zarar ettiği için ilh...» Evla olan burada «aldatıldığı için» denilmesiydi.

Dürer´de de şöyle denilmektedir: «Kıymeti ile niçin rahine rücu eder. Çünkü mürtehin rahinin ona

rehini teslim etmesi yönüyle rahin tarafından aldatılmıştır. Bunun için kıymetiyle rücu eder.»

Bunun misli Zeylaî ve diğer kitaplarda da mevcuttur. T.

«Kabzı bozulmuştur ilh...» Çünkü mürtehin merhunu tazmin etmekle rehinin kabzı bozulmuş olur. O

zaman onun hakkı olduğu gibi avdet eder. Çünkü rehin rahinin mülkü değildir ki, onun helaki ile

borcunu tam almış olsun. İnaye.

Burada bir işkal ve cevabı vardır ki onlar da Hidaye ve Tebyin´de zikredilmişlerdir.

«Rehin edilen hayvanın gözü helâk olsa ilh...» Valvaliciye´nin ibaresi şöyledir: «Eğer rehin edilen

hayvanın gözü gitmiş olsa, borcun dörtte biri düşer. Çünkü üzerine yük taşıyan hayvanın gözü,

onun dörtte biridir. O zaman gözünün gitmesiyle onun dörtte biri gitmiş olmaktadır. Hayvanın

dörtte biri gitmesiyle borcun da dörtte biri gider.»

Bu bahis, eğer hayvanın kıymeti borcun kıymeti kadar ise, farzedilir. Nitekim Mebsut´ta bununla

kayıtlanmıştır. Valvalciye sahibi, «çalıştırılan hayvan, ki bunlar öküz ve attır.» sözüyle koyuna

benzer hayvanlardan kaçınmıştır. Çünkü eğer rehin edilen hayvan koyun ve benzeri bir hayvan ise,

o zaman mürtehinden, giden gözün getirmiş olduğu noksanlık tazmin ettirilir.

«İleride gelecektir ilh...» Yani hayvanların cinayeti babında şu gelecektir: «Hayvanı çalıştırmak

ancak, dört gözle mümkündür. İki hayvanın gözü, iki de çalıştıranın gözleri.»

neslinur
Thu 28 January 2010, 08:34 pm GMT +0200
REHİNDE TASARRUF VE CİNAYETLER BABI

METİN


Rahinin rehin ettiği nesneyi satması, mürtehinin icazetine veya borcunu ödemeye tevakkuf eder.

Eğer bunlardan birisi bulunursa, satışı geçerli olur ve semeni de icazet suretinde rehin olur. Eğer

mürtehin satışa icazet vermez ve satışı feshederse, esah kavle göre, onun satışı ile satış fesholmaz.

Rehinin satışı mürtehinin icazetine mevkuf kalırsa, müşteri muhayyerdir, dilerse, rehinin

çözülmesine kadar sabreder veya satışı feshetmesi için işi Kadı´ya götürür. Müşteriye bu

muhayyerliğin sübutu müşteri onu aldığında onun rehin olduğunu bilmemesi halindedir. İbn-i

Kemal.

Rahin önce rehini bir kişiye satsa, sonra mürtehin icazet vermeden ikinci bir kişiye daha satsa,

ikinci satışı da yine mürtehinin icazetine mevkuftur. Zira mevkuf ikinci satışın tevakkufuna mani

değildir. O zaman mürtehin, iki müşteriden hangisine icazet verirse o geçerli, diğeri batıl olur.

Rahin rehini satsa, sonra da icara verse veya rehin veya hibe etse, mürtehin de icare, rehin veya

hibeden herhangi birisine icazet verirse, birinci satışı caiz olur. Çünkü mürtehinin menfaati, rehinin

semene tahvili ile hasıl olmuştur. Nitekim bu yerinde araştırılmış ve yazılmıştır. Satışın dışındaki

diğer akitler ise nafiz olmaz. Çünkü mürtehinin diğer akitlerden bir menfaati yoktur. O zaman

mürtehinin o akitlerden herhangi birisine icazeti, hakkını ıskattır. O zaman mani ortadan kalktığı

için satış geçerli olmaktadır.

Eşbah´ta şöyle denilmektedir: «Rahin rehini Zeyd´e satsa, sonra da mürtehinin kendisine satsa,

birinci satış bozulur.»

Rehin verilen köleyi azadetmek, «tedbir» yapmak ve «istilad» etmek sahihtir. Yani rahinin merhun

kölesini azadetmesi geçerlidir. Eğer rahin zengin ve mürtehinin alacağı peşin ise, mürtehin

alacağını rahinden alır. Eğer borç vadeli ise, o zaman satılan rehin kölenin bedelini borcun vadesi

dolana kadar köle yerine rehin olarak alır. Borcun vadesi geldiği zaman mürtehin hakkını ondan

tam olarak alır, eğer borcun cinsinden ise. Geri kalan fazla kısmı da rahine reddeder.

Azat suretinde rahin fakir ise, o zaman, köle kıymetinden veya borçtan hangisi daha az ise, az

olanın karşılığında mürtehine çalışır. O zaman, eğer efendisi zengin ise ona rücu ederek ödediğini

alır.

«Tedbir» ve «istilad»a gelince, o zaman köle rücu etmeksizin borcun hepsi karşılığında çalışır.

Çünkü müdebber köle ile ümmül veledin kazancı efendisinindir.

Rahin rehini telef ederse, onun hükmü zengin olduğu halde azadettiği kölenin hükmüdür. Nitekim

bu geçti.

Rehini rahinin gayrı bir yabancı telef ederse, mürtehin rehini telef eden yabancıya, helak olduğu

günün kıymetiyle tazmin ettirir, kıymet de onun yanında rehin olarak kalır. Nitekim yukarıda geçti.

Bunun mürtehin üzerindeki zaminiyetine gelince, mürtehin hakkında, onun kabzettiği günün

kıymeti muteberdir. Çünkü mürtehin geçmiş kabzıyla ona zamindir.

Mürtehin, rehini rahine iareten verirse, onun zaminiyetinden çıkar. Buna ariye ismi verilmesi de

mecazidir.

Rehin rahinin elinde helâk olursa, karşılıksız helâk olmuştur. Hatta mürtehine rehinin karşılığında

bir kefil vermiş olsa, kefilin hiçbir şey ödemesi lâzım değildir. Çünkü o rehin olmaktan çıkmaktadır.

Evet, eğer rahin mürtehinin rızası olmadan rehini almışsa, o zaman kefilin zaminiyeti caizdir.

Mürtehin rehini rahine verdikten sonra tekrar eline geçse, o zaman zamimyeti tekrar avdet eder.

Mürtehin rehini rahinin elinden istirdad edebilir. Rahin eğer istirdaddan evvel ölürse, mürtehin

diğer alacaklılardan daha hak sahibidir. Çünkü rehinin hükmü bakidir.

İZAH


Musannıf rehin ve hükümlerini zikrettikten sonra şimdi de rehin yapıldıktan sonra rehin üzerine arız

olan meseleleri zikredecektir. Mirac.

«Rahinin rehin ettiği nesneyi satması tevakkuf eder ilh...» Mürtehinin rehini satması da rahinin

icazetine tevakkuf eder. Eğer rahin merhunun satışı için mürtehine icazet verirse caiz olur,

vermezse caiz olmaz. Rahin rehini iptal eder, rehin ettiği şeyi tekrar rehin edebilir.

Rehin edilen nesne, rahini icazetinden önce müşterinin elinde helâk olursa, helâktan sonra rahinin

icazeti caiz değildir. Helâk olduğu takdirde de rahini mürtehin veya müşteriden dilediğine tazmin


ettirir. Kuhistanî, Tahavi şerhinden.

Musannıfın bu hususta zikrettiği ancak sahih ve zahir-i rivayettir. Bazı âlimlere göre ise bu satış

geçerlidir. Bu bahsin tamamı Zeylaî´dedir.

FER´İ BİR MESELE:

Mürtehin, rahine yanındaki rehini bir adama satmasını söylese, o da başka bir adama satsa, caiz

değildir. Fakat müstecir, mucire elindeki nesneyi birişine satmasını söylese, mucirin onu başka bir

adama satması caizdir. Camiü´l-Fusuleyn.

«Mürtehinin icazetine ilh...» Veya mürtehinin rahini alacağından ibra etmesine tevakkuf eder.

Hamevi.

«Satışı geçerli olur ilh...» Çünkü, mürtehinin hakkının taalluk etmesi gibi ve rahinin onu teslim

etmeye kadir olmaması gibi satışa mani olan haller ortadan kalkmış olmaktadır. Zeylai.

«Semeni de rehin olur ilh...» Yani müşteriden ister semeni kabzetsin, ister kabzetmesin. Zira o

semen rehin edilen nesne yerine kaimdir. Eğer nesneyi veresiye satarsa, ibtidaen rehin sahih

olmaz. Şu kadar var ki, bekaen rehini sahih olur. Öldürülen merhun kölenin kıymetinin bekaen

rehin olması gibi. Hatta semen müşterinin üzerinde helak olmuş olsa, o helak mürtehinden gider ve

onunla alacağı da düşer. Elinde helak olduğunda alacağının düşmesi gibi.

Bu hususta Eşbah´ın bazı haşiyecilerinin bir itirazları vardır ki onların bu itirazlarının kaynağı

düşünmemeleri ve araştırmamalarıdır. Musannıfın zikrettiği en sahih ve zahiri rivayettir.

Bazı âlimlere göre ise, mürtehin icazet vereceği zaman satılan merhunun semeninin rehin olmasını

şart kılarsa, o semen rehin olur. Eğer şart koymazsa, rehin olmaz. Bu bahsin tamamı Zeylaî´dedir.

«Esah kavle göre ilh...» Çünkü satışın geçerli olmaması onun hakkı yüzündendir. Bu hak da

hapistir. Tevakkuf ise, onun hakkını yok etmez.

İmâm Muhammed´den mürtehinin feshi ile rahinin merhunu satışının feshedileceği rivayet

edilmiştir. Hatta rahin rehini çözmüş olsa, çözdükten sonra bile müşterinin o nesnede bir hakkı

yoktur. Zeylaî, özetle.

«İşi Kadı´ya götürür ilh...» Çünkü bu fesih münazaanın kesilmesi içindir. Bu da Kadı´ya aittir. İnaye.

«Müşteriye bu muhayyerliğin sübutu ilh...» şu kadar varki, müşterinin onun rehin olduğunu bilip

bilmemesi arasında fark olmadığı en esah kavildir. Remlî, Minyetü´l-Müfti´den. Fetvaya muhtar olan

da bu kavildir. Hamevi de diğerleri, Tecnis´ten.

Camiül´-Fusuleyn´de de şöyle denilmektedir: «Müşteri nesnenin merhun veya mecur olduğunu

bildiği takdirde, İmâm-ı Azam ve İmâm Muhammede göre, muhayyerlik hakkına sahiptir. İmâm Ebû

Yûsuf´a göre ise, biIiyorsa değil, bilmiyorsa muhayyerdir. Zahir-i rivayet, İmâm Azam ve İmâm

Muhammed´in kavlidir.»

Remlî, Camiü´l-Fusuleyn üzerindeki haşiyede şöyle demektedir: «Sahih olan İmâm-ı Azam ile İmâm

Muhammed´in kavlidir. Fetva da bu kavil üzerinedir. Valvaciye´de olduğu gibi.»

«İkinci bir kişiye daha satsa ilh...» Bunun mürtehinin gayrı ile kaydedilmesi ileride gelecektir.

«Hangisine icazet verirse o geçerli ilh...» Rahinin merhunu iki ayrı kişiye satışından sonra rahin

borcunu öderse, birinci satışı mı, yoksa ikinci satışı mı geçerlidir? Araştırılsın. Ama zahir, birinci

satışın geçerli olmasıdır. T.

Ben derim ki: Yakında Kifaye´den naklen zikredeceğimiz de T.´nin dediğini teyit eder. Düşünülsün.

Musannıfın zikrettiği ise, mürtehinin icazetine muhaliftir. Eğer mal sahibinin satışı tekerrür ederse,

müstecir de mucirin nesneyi ikinci adama satışına icazet verse, mucirin birinci satışı geçerli olur.

Bunun veçhi gelecektir.

«Sonra da icara verse ilh...» Yani Kadı satışı bozmadan önce icara vermiş olsa. İtkanî.

«Rehin veya hîbe etse ilh...» Yani rehin veya hibe ettiğinde teslim de etmiş olsa. Çünkü, bu iki akde

teslimsiz itibar edilmez. İtkanî, Ebul Muin´den.

«Birinci satışı caiz olur ilh...» Burada her ne kadar iki satış yoksa da musannıfın buna birinci satış

ismi vermesi, bu akitlere nispetle birinci satıştır. Çünkü bu akitler satıştan sonradır. Musannıfın

ifadesinin, rahin önce birisine, sonra da bir diğerine satması ve daha sonra da bu akitleri yapması

ve mürtehinin de bu akitlere icazet vermesi halinde ikinci değil birinci satışın geçerli olacağı

şeklinde anlaşılması mümkündür. Çünkü birinci satış önceliği bakımından tercih edilir. Kifaye.


«Hasıl olmuştur ilh...» Bu kavil iki mesele arasındaki farkı beyan etmektedir. Çünkü icazetle birinci

meselede ikinci satış caizdir. Satıştan sonra ikinci meselede, icazet akitlerin hepsinde olmasına

rağmen satıştan sonraki diğer tasarrufları caiz değildir.

Kifaye´de şöyle denilmektedir: «Bunda asıl kaide şudur: «Rahinin rehindeki tasarrufları eğer

mürtehinin rehindeki hakkını iptal ediyorsa, nafiz değildir. Ancak mürtehinin icazeti ile nafizdir.

Mürtehin rahine icazet verirse bakılır: Eğer rahinin tasarrufları mürtehine bir hak sağlıyorsa,

icazetin lahık olduğu tasarruf nafiz olur. Eğer mürtehine bir hak sağlamıyorsa, mürtehinin icazeti ile

mürtehinin hakkı batıl olur. Rahinin tasarruflarından ilki nafiz olur. Her ne kadar sonrakilere icazet

verse de.

«Bu asıl sabit olduğu takdirde, biz deriz ki, mürtehin ikinci satışta pay sahibidir. Çünkü mürtehinin

hakkı semene tahavvül etmiştir. Mürtehine bu akitlerde bir hak yoktur. Çünkü hibe ve rehinde bir

bedel yoktur. İcaredeki bedel ise, menfaat karşılığıdır. Mürtehinin hakkı ise, nesnenin menfaatinde

değil, aynının maliyetindedlr. O zaman mürtehinin icazeti hakkını ıskat eder. Satışın geçerliliğine

mani olan hal da ortadan kalkar. O zaman da ilk satış geçerli olur. Mucir, icardaki nesneyi iki ayrı

kişiye satsa, müstecir de ikinci satışa icazet verse, mucirin birinci satışı geçerli olur. Çünkü

müstecirin semende bir hakkı yoktur. O zaman müstecirin icazeti icaredeki faydalanma hakkının

ıskatı olur.» Özetle.

«Eşbah´ta ilh...» Şarihin bu kavil musannıfın geçmişteki, «İkinci satış da mevkuftur» sözünün

üzerine bir istidrak gibidir. Sanki musannıf ikinci satışın tevakkuf mahalli de birinci satış gibidir

demek istemiştir. Eğer ikinci satış mürtehinin gayrına yapılmışsa. Ama eğer ikinci satış mürtehine

yapılmışsa, o zaman satış icazete tevakkuf etmez. Ancak rahinin birinci satışı batıl olur.

Bunun veçhi de şudur: Mevkuf olan bir mülk üzerine kesin bir mülk arız olmuş, mürtehin de onu

iptal etmiştir. T. Ebussuud´dan.

«Azad etmek sahihtir ilh...» Geçen bahis, satış, icare, kitabet, hibe, sadaka ve ikrar gibi feshi kabul

eden tasarruflarda idi. Bunların hiçbirisi mürtehin hakkında caiz değildir. Mürtehinin rehini elinde

tutma hakkı da ancak rahin borcunu ödedikten sonra batıl olur. Burada olan tasarruflar ise feshi

kabul etmez ve geçerli olurlar. Rehin de batıl olur. Bunu Kuhistanî ifade etmiştir. Ama bu

tasarrufları yapan rahin ister zengin, ister fakir olsun farketmez. Çünkü bu tasarruflar ehlinden ve

yerinde yani mülkiyetinde sadır olmuştur. O zaman mürtehinin izni olmaması ile onun o tasarrufları

lağvolmaz. Satış ve hibede geçerliliğin mümteni olması, teslime kudreti olmamasındandır. Bu

bahsin tamamı Hidaye´dedir.

Vakfetmek de azat gibidir. S´af ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir: «Rahin merhunu mürtehine

teslim ettikten sonra vakfetse, eğer zengin ise Kadı onu üzerindeki borcu ödemeye cebreder. Eğer

fakir ise, Kadı vakfı iptal eder, merhunu da üzerindeki borç karşılığında satar.»

«Azadetmesi geçerlidir ilh...» Şarih bu kavli ile «geçerli» tabiri ile ifade edilmesinin evla olduğuna

işaret etmektedir. Çünkü geçen tasarruflar sahihtir fakat geçerli değildir. Burada «sahih» kelimesi

ile tabir etmek geçen tasarrufların sahih olmadığını zannettirir. T.

«Rehin olarak alır ilh...» Yani rehin olmak üzere.

«Bedelini ilh...» Yani rehinin bedelini. Velhasıl, mürtehin kıymetini alır ve onu merhun yerine rehin

yapar.

«Fazla kısmı da reddeder ilh...» Eğer bir fazlalık varsa. Eğer kıymet borçtan eksik ise, geri kalan için

müracaat ederek rahinden alır. T.

«Azat suretinde ilh...» Yani mürtehinin izin vermediği bir azatta. Eğer mürtehinin izni ile

azadetmişse, köle üzerinde çalışma mecburiyeti yoktur. Ebussuud.

«Çalışır ilh...» Çünkü mürtehinin kölenin azadından sonra alacağın rahinden alması mümkün

olmadığından ancak azattan istifade eden köleden alır. Köle de ancak maliyetinin miktarı kadar

faydalanmıştır. O zaman köle, kıymetinden fazla olan borcun yerine çalışmaz.

«Kıymetinden veya borçtan hangisi daha az ise ilh...» Bunun keyfiyeti şöyledir: Kölenin azat günü

ile rehin gününün kıymetine ve bir de borca bakılır. Bunlardan hangisi az ise, onun karşılığında

çalışır. Zeylaî. Borcu da kazancı ile öder. Ancak, onun kazancı mürtehinin hakkının cinsinin hilafına

olursa, mürtehinin hakkının cinsi ile değiştirir, onunla mürtehinin alacağını öder.

«Efendisi zengin ise, ona rücu ederek ödediğini alır ilh...» Yani efendisi zengin olduğu vakit. Çünkü

köle, şeriat hükmüyle fakir olduğu bir zamanda onun borcunu ödemiştir. O zaman efendisine, onun

yerine yüklenmiş olduğu borcu almak üzere müracaat eder. İbn-i Kemal.


«Borcun hepsi karşılığında çalışır ilh...» Velev ki, borç kıymetinden fazla olsa da. Çünkü müdebber

kölenin veya ümmül veledin kazancının tümü efendisinindir.

«Nitekim geçti lih...» Yani, «eğer borç peşin olursa, rahinden alacağının hepsini alır. Eğer borç

peşin değilse, borcun vadesi dolana kadar rehin olarak kıymetini alır.» Kavlinde.

«Mürtehin tazmin ettirir ilh...» Musannıf bu kavliyle tazmin ettirmekte mürtehinin hasım olduğuna

işaret etmiştir. Hidaye´de olduğu gibi.

«Helak olduğu günün kıymeti ilh...» Eğer helâk olan merhunun kıymeti helâk olduğu gün beş yüz

dirhem ise, rehin gününde ise, borç gibi bin dirhem ise, mürtehin telef edene beş yüz dirhemi

tazmin ettirir, bu beş yüz dirhem de rehin olur. Borçtan da beş yüz dirhem düşer. Sanki bir âfetle

telef olmuş gibi olur. Hidaye´de olduğu gibi.

«Mürtehin üzerindeki zaminiyete gelince ilh...» Bu kavil, mürtehinin ziyadeye zımaniyetinin veçhini

beyan etmektedir. Çünkü o ziyade kadar borçtan düşmüştü.

İtkanî diyor ki: «Rehinin zaminiyetinde, rehini kabzettiği günün kıymetine itibar edilir. O günde onun

kıymeti de bin dirhem idi. O zaman, mürtehin yabancının ödemesi üzerine o fazlalığa zamin olur.» -

Kifaye´de de şöyle denilmiştir: «Eğer rehin olduğu gibi kalsa, fiyatlar düşse, ve rehin olan kölenin

kıymeti noksanlaşsa, o zaman borçtan hiçbir şeyin düşmemesi gerekir denilemez. Çünkü biz deriz

ki, senin söylediğin meselede nesne mevcuttur. Değişiklik ancak fiyatın düşmesi ile hasıl olmuştur.

Nesne ise fiyatların oynaması ile yine kabız günündeki kıymetine yükselebilir. O zaman buradaki

değişikliğe itibar edilmez. Ama meselemizde hasıl olan değişiklik kıymetinin düşmesiyle değil,

helâk ile istikrar etmiştir. Nesne de eskisi gibi değildir. Çünkü helâk olmuştur.»

Burada, merhunu mürtehinin telef etmesi meselesi kaldı. Rehini mürtehin telef ederse, merhunun

kıymetine borçludur. Kıymet de onun elinde rehin olur. Borcun ödeme günü geldiğinde eğer borç

kıymetin cinsinden ise, kıymetten hakkını alır. Eğer kıymetten, borçtan fazla bir şey artarsa, fazlalığı

geri verir.

Mürtehinin merhunu telef etmesinden önce, fiyatların değişmesi yüzünden merhunun kıymeti bin

dirhemden beş yüz dirheme düşse, istihlakla beş yüzü vacip olur, borçtan da beş yüzü düşer.

Çünkü noksanlaşan helâk olan gibidir. Borçtan da helâk olan kadar düşer. Rehinin kıymeti de

fiyatların düşmesiyle olan değil, geçmişteki kabız gününün kıymeti kabul edilir. O zaman

mürtehinin onu telef etmesi ile baki kalan onun üzerine vacip olur. Baki kalan da onu telef ettiği

günün kıymetidir. Hidaye, özetle.

Mürtehin, fiyatların değişmesi ile ortaya çıkan kıymetine değil, kabız günündeki kıymetine

mazmundur. Bu izahla Zeylaî´nin «fiyatların düşmesi tazmin edilmesi sözü ile ortaya attığı işkal de

bertaraf olmuş olur. Bu cevabın beyanı Kudurî´den naklen Gayetü´l-Beyan´da olan şu ifadedir:

«Nesnenin bekası ile fiyatın noksanlaşması tazmin olunmaz. Ama telef olduğu takdirde zaminiyet

kabız günündeki kıymet iledir. İtlafın tazmini ise, rehinin tazmininin cinsinden değildir. Bundan

dolayı da itlaf gününün kıymeti vacip olur, rehinin kabız günündeki kıymetinin fazlalığını da tazmin

vacip olur.» Özetle.

Kifaye´den nakledilen de bunun mislidir.

«Meccanen helâk olmuştur ilh...» Yani borçtan hiçbir şey düşmeden helâk olmuştur. Çünkü

mazmun olunan kabız ortadan kalkmıştır.

«Hatta mürtehine rehinin karşılığında bir kefil vermiş olsa ilh...» Yani rahin, ariye almış olduğu

rehin karşılığında ona bir kefil vermiş olsa. Yani ona aynıyla değil, teslimiyle bir kefil verse. Çünkü

musannıfın kefalet bahsinde şöyle bir ifadesi vardır: «Kabzından evvel nebi ile, merhun ve

emanetin de aynları ile kefil vermek sahih değildir. Ama eğer bunların teslimi için kefil vermiş olsa,

sahihtir.»

«Rehin olmaktan çıkmıştır ilh...» Çünkü rehinin hükmü olan zaminiyetten çıkmıştır. Yoksa rehin

akdi bakidir.

«Kefilin zaminiyeti caizdir ilh...» Yani kefile teslimi gerekli kılmak caizdir. Biz bunun illetini yukarıda

takdim ettik.

«Zaminiyeti tekrar avdet eder ilh...» Çünkü rehin akdi baki idi, ancak zımaniyet hükmünde değil.

Minah.

«Diğer alacaklılardan ilh...» Yani, rahinin diğer alacaklılardan daha çok hak sahibidir. O zaman

diğer alacaklılar mürtehine o rehinde ortak olmazlar.


«Çünkü rehinin hükmü bakidir ilh...» En doğrusu, «rehin akdi bakidir» demesiydi.

METİN

Rahin veya mürtehin, diğerinin izni ile rehin olan nesneyi bir yabancıya iare etse veya vedia

(emanet) olarak verse, tazmin sakıt olur. Bunlardan her birisi o nesneyİ eskiden olduğu gibi

yeniden rehin olarAk iade etme hakkına sahiptir. Ama bunlardan birisi diğerinin izni ile icare verse,

satsa, hibe veya rehin etse veya mürtehin ya da bir yabancı onu rehin etse, bunun hilafına rehin

olarak avdet etmez. Çünkü bu akitlerle o rehinden çıkmış olur. Sonra o nesnenin rehin olması

ancak yeni bir akitle mümkündür. Çünkü bu akitler lazımî akitlerdir. Ama ariye ve mürtehinin rahine

satması bunun hilafınadır. Çünkü bu akitler bağlayıcı akitler değildir.

Rahin ikinci defa rehin etmeden ölürse, mürtehin rahinin terekesinde diğer alacaklılarla eşittir.

Rahin mürtehine nesneyi kullanması veya başka bir adama iş için iare etmesi için izin verse,

merhun işe boşlamazdan önce veya iş bittikten sonra helâk olsa, borcun karşılığında helâk olmuş

olur. Çünkü rehin akdi bakidir. Eğer kullanılma veya iş sırasında ölürse, emaneten ölmüş olur.

Çünkü ariyet eli sabittir.

Helak vaktinde ihtilaf etseler, mürtehin iş sırasında helâk olduğunu, rahin de iş sırasında helâk

olmadığını söylese, o zaman söz mürtehinindir. Çünkü mürtehin münkirdir. Ama beyyine getirmek

rahine aittir. Çünkü her ikisi de rehin malikiyetinin zail olduğunda ittifak etmişlerdir. Rahinin o

nesnenin rehine avdet ettiği sözü tasdik edilmez, ancak hüccetle tasdik edilir. Bezzaziye.

Bezzaziye´de şöyle denilmiştir: «Rahin mürtehine rehin olan elbiseyi bir gün giymesi için izin verse,

mürtehin elbiseyi yırtık olarak getirerek izin verilen gün giydiğinde yırtıldığını söylese, rahin

mürtehinin o gün giymediğini ve elbisenin o gün yırtılmadığını söylese, söz rahinindir. Eğer rahin

mürtehinin o gün giydiğini ikrar etse, yalnız giymesinden evvel veya sonra yırtıldığını iddia etse,

mürtehinin ne kadar tazmin edeceği hususunda söz mürtehinindir.»

FER´İ MESELELER:


Babanın, üzerindeki borç karşılığında yanında bulunan küçük çocuğunun malını rehin etmesi

caizdir. Eğer verdiği rehinin kıymeti borçtan fazla olur ve helâk olursa, babası oğluna fazlasını

değil, borç miktarını zamindir. Ama vasi bunun hilafınadır. Zira vasi onun kıymetine zamindir.

Baba ile vasi arasındaki fark şudur: Baba ihtiyacı anında küçük çocuğun malından faydalanma

hakkına sahiptir. Ama vasi böyle değildir.

Çocuk yetişse, nesne rehinde olduğu halde babası ölse, çocuk borcu ödemeden rehin olan nesneyi

mürtehinden alamaz. Eğer babası o nesneyi kendi nefsi için rehin etmişse, çocuk rücu ederek

babasının malından alır. Çünkü oğul borcu ödemeye mecburdur. Rehin olan nesneyi iare eden

kimsenin borcu ödeyip rehini geri almaya mecbur olduğu gibi.

Adam bir şeyi rehin etse, sonra o nesnenin başkası için rehin olduğunu ikrar etse mürtehin

hakkında sözü tasdik olunmaz Mürtehinin alacağının alacağını ödemesi ve rehini de ikrar ettiği

kimseye iade etmesi emredilir.

Birisi bir başkasının evini rehin olarak verse, ev sahibi rehin olarak verilmesine icazet verirse,

caizdir. Rehinin kıymeti üzerinde rahinin beyyinesi daha evlâdır.

Rehinin, yavrusu, meyvesi gibi fazlalıkları da rehindir. Ama rehin edilen binanın, yerin veya kölenin

geliri ise rehin olmaz.

Fasit rehin de tazmin hususunda sahih rehin gibidir.

Bir şeyi rehin etmek üzere istiare etmek sahihtir. O zaman, eğer muir mutlak şekilde rehin etmesini

söylerse, o dilediği şeyle rehin edebilir. Eğer muir onu bir miktar borç veya bir cins veya bir

mürtehin veya bir şehir ile kayıtlarsa, nesne onunla kayıtlanır. O zaman eğer mustair muirin

kayıtladığı şeye muhalefet ederse, muir mustair veya mürtehine tazmin ettirir. Çünkü her ikisi de

taaddi etmişlerdir. Ancak, eğer daha hayırlısına muhalefet etmişse, şöyle ki, muir mustaire

kıymetinden fazla bir şey tayin etse, o da onu o kıymetten azına rehin etmiş olsa, zamin olmaz.

Çünkü daha hayırlısında muhalefet etmiştir.

Eğer muir mustaire tazmin ettirirse, rehin akdi tamamlanır. Çünkü rahin tazminatla onu mülk

edinmiştir. Ama eğer mürtehine tazmin ettirirse, o zaman mürtehin tazmin ettiği ile ve borçla

müracaat ederek rehinden alır. Nitekim istihkak bahsinde geçti.

Mustair muvafakat etse, rehin edilen nesne mürtehinin yanında helak olsa, mürtehin, helak

olmasıyla hakkını tam olarak almış olur. Mustairin de borcun mislini muire ödemesi vacip olur.


Çünkü o rahindir, borcunu onunla ödemiştir. Eğer merhunun hepsi mazmun ise. Eğer merhunun

hepsi borç karşılığında mazmun değilse, mazmun kadarını tazmin eder, gerisi de emanettir. Eğer

rehin ayıplanmış olsa, yine hüküm böyledir, yani ayıbın nesneye getirdiği noksanlık hesaplanarak

borçtan düşülür. Borçtan düşülen miktarı da mustairin muire ödemesi vaciptir.

Muir rehini çözmüş olsa, mürtehine kabul etmesi için cebredilir. Sonra muir rahine müracaat eder

rehinin çözülmesi için mürtehine ödemiş olduğu parayı alır. Çünkü muir malını kurtarmak için

teberru etmiş değildir. Ama bir yabancı bunun hilafınadır. Muir rahine ödediği ile rücu eder. Yani

eğer borç, rehinin kıymeti kadar ise. Eğer borç rehinin kıymetinden fazla ise, o fazla ödediğini

teberru etmiş olur. Eğer az ise, o zaman mürtehine cebredilmez.

Şu kadar var ki Zeylaî ve diğerleri bu meseleyi müşkül görmüşlerdir. Musannıf da bunu ikrar

etmiştir. İşte bundan dolayı musannıf metinde Dürer´e tabi olmakla beraber meseleyi Dürer´in

kavline dayandırmamıştır. Düşünülsün.

Ariyeten aldığı rehin, rehin etmezden evvel veya rehini çözdükten sonra helak olursa, o zaman

rahin onu tazmin etmez. Her ne kadar onu istihdam etse, binse veya başka bir şey yapsa da. Çünkü

emindir. Evvelâ muhalefet etmiş, sonra muvafakate dönmüştür. O zaman zamin olmaz. Şafiî bunun

hilafınadır.

Şu kadar var ki, İmadiye´den naklen Şurunbulaliye´de şu ifade vardır: «Müstecir veya mustair mal

sahibine muhalefet etseler, sonra muvafakate dönseler, üzerine fetva verilen kavle göre

zaminiyetten beri olmazlar. Eğer ihtilaf etseler, yani helakin zamanında ihtilaf etseler, söz

rahinindir. Çünkü rahin muirin malı ile ödediğini inkâr etmektedir. Eğer rahin olan mustair ile muir,

muirin ne miktar karşılığında rehin etmesini emrettiği hususunda ihtilaf etseler, o zaman söz

muirindir.» Hidaye.

Eğer rahin ile mürtehin rehinin helakinden sonra borç ile merhunun kıymeti hususunda ihtilaf

etseler. borcun miktarı ve rehinin kıymeti hususunda makbul olan söz mürtehinindir. Şerh-i Tekmile.

İZAH

«İare etse ilh...» Bu tasarrufların tamamı altıdır: Ariye, vedia, rehin, icare, satış ve hibe. Ariye, nesne

kullanma anında helak olduğu takdirde zaminiyetin düşmesini icabettirir ve rehin akdi de kalkmaz.

İster mustair rahin olsun, ister mürtehin olsun, isterse bir ecnebi olsun. Vedianın hükmü de

ariyenin hükmü gibidir. İkinci bir rehin de birinci rehin akdini iptal eder.

İcareye gelince, eğer müstecir rahin ise, o zaman, icare batıldır. İcare, rahinin mürtehinden iare

veya ida etmesi gibi olur. Eğer müstecir mürtehin ise, icare için kabzı da yenilemişse, veya

müstecir bir yabancı ise, icare akdi diğerinin izni ile rahin veya mürtehinden birinin mübaşereti ile

yapılmışsa, rehin batıl olur, icare ücreti rahinindir, kabzetme velayeti de akıt yapanındır. O rehin

artık rehin olmaz, ancak yeniden bir akit yapılırsa olur.

Satış ve hibeye gelince, eğer mürtehine veya bir yabancıya rahin veya mürtehinden birisinin izni ile

diğeri tarafından yapılırsa, rehin akdi batıl olur. Zaten rahinin satması veya hibe etmesi tasavvur

edilemez. İnaye.

Sadi Efendi´nin İnaye üzerindekî haşiyesinde şöyle denilmiştir: «Rehin bir yabancıya ida edildiği

takdirde lâyık olan, zımaniyetin düşmemesidir. Çünkü yabancı adildir.»

«Ben derim ki: Bu, Sadi Efendi haşiyesinde olan güzel bir bahistir. Sonra ben bu bahsin Haniye´de

nassedilmiş şeklini gördüm. Çünkü Haniye sahibi şöyle demektedir: «Rahin mürtehine merhunu bir

adama ida veya iare etmesine icazet verse, bakılır: Eğer mürtehin onu ida ederse o şey kendi hali

üzerine rehindir. Eğer mudanın elinde helak olursa, borç düşer. Eğer mürtehin onu iare ederse,

rehinin tazminatından çıkar, mürtehin onu geri alabilir.»

Görülüyor ki burada İnaye´nin zikrettiğinin hilafına ariye ile vedia birbirinden ayrılmış ve şarih de

buna tabi olmuştur. Uyanık ol.

«İcare verse, bunun hilafına ilh...» Yani icarede kabzın yenilenmesi şarttır. Nitekim sen yukarıda

bunu öğrendin.

Bezzaziye´de şöyle denilmektedir: «Rehin edilen nesneyi mürtehin fasit bir icare ile isticar etse,

ücret vermesini gerektirecek bir müddet elinde tutsa, rehin batıl olur.

YiIne Bezzaziye´de şöyle denilmiştir: «Rehin edilen toprağı mürtehin muzaraaten alsa, eğer tohum

kendislnden ise, rehin batıl olur. Eğer t-hum rahinden ise, rehin batıl olmaz.»

Biz muzaraat bahsinde şunu takdim ettik ki, bunda asıl kaide şudur: Muzaraatta tohum sahibi


müstecirdir. Eğer işçi de kendisi olursa toprağı kiralamış olmuş olur. Eğer tohum da tarla sahibinin

olursa, o zaman toprak sahibi amilin müsteciri olmuş olur.

«Rehin etse ilh...» Yani rehinin rehini bunun hilafınadır. Rehin, rehin olmaz. Yani mürtehinle akit

yapan rahin olursa. Veya bunlardan birisi diğerinin izni ile bir yabancı ile yapsa. Şu kadar var ki bu

umumda rehine nispetle bir görüş vardır. Çünkü onu mürtehine rehin etmek bir şey ifade etmez.

Zahiri şudur ki, burada rehin, rahin veya mürtehinden birisinin rehin olan nesneyi bir yabancıya

lehin vermesine hastır, ve bu rehin olmaz.

Tatarhaniye´de Tahavi şerhinden naklen şöyle denilmektedir: «Mürtehin rehin olan nesneyi rehin

veremez. Eğer rahinden izin almadan birisine rehin verirse, birinci mürtehinin eline dönmeden

ikinci mürtehinin elinde helak olsa, rahin birinci mürtehine onu tazmin ettirir ve o tazminat da

birinci mürtehinde rehin olarak kalır. Mürtehin de onu borçla ya ikinci mürtehine temlik eder, veya

ikinci mürtehine tazmin ettirir. Tazminat birinci mürtehinin yanında rehin olarak kalır. İkinci rehin

batıl olur. İkinci mürtehin de ödemiş olduğu tazminat ve borcu ile birinci mürtehine müracaat

ederek ondan alır. Eğer mürtehin onu rahinin izni ile rehin etse, ikinci rehin sahih, birinci rehin batıl

olur.»

«Rehinden çıkmış olur ilh...» Bu kavil, vedia ,le bu akitler arasındaki muhalefet, beyan etmektedir.

Şu kadar var ki, satış suretinde mürtehinin hakkı satılan merhunun bahasına intikal eder. İster

kabzetsin, ister etmesin. Hatta, merhun müşterinin yanında helâk olmuş olsa, borç düşmüş olur.

İcare bedeli bunun hilâfınadır. İcare ile satış arasındaki fark yukarıda geçti. Bu fark Mirac´sa kesin

olarak zikredilmiştir.

«Bu akitler lâzımî akitlerdir ilh...» Bundan dolayı da bunların feshi mümkün değildir.

«Mürtehinin rahine satması bunun hilafınadır ilh...» Yine rehini mürtehinin rahine icare vermesi,

hibe etmesi de onların hilafınadır.

«Bu akitler bağlayıcı akitler değildir ilh...» Yani ariye ile satış akdi bağlayıcı akitler değildir. Yani

bunlar rahin hakkında bağlayıcı değildir. Çünkü rahinin mülkiyeti merhunda bakidir. O zaman akit

batıl olur.

«Mürtehin diğer alacaklılarla eşittir ilh...» Yani merhunda, rehin akdinin bu akitlerle butlanı ile diğer

alacaklılara eşittir. Mirac.

«Rahin mürtehine nesneyi kullanması için izin verse ilh...» Rahin mürtehine kullanma izni

vermezse, buna rağmen mürtehin nesneyi biraz kullansa, sonra dönse, yine nesne eski hali üzerine

rehindir. Camlü´l-Fusuleyn.

«Ariye mâlikiyeti sabittir ilh...» Ariye mâlikiyeti de rehin mâlikiyetine muhaliftir. O zaman,

mürtehinin zımaniyeti yok olur. Minah.

«Münkirdir ilh...» çünkü mürtehin tazmini icabettirecek şeyi inkâr etmektedir.

T. diyor ki: «Bu söze ihtiyaç yoktur. Çünkü gelecek illetlendirme her iki meseleyi de içine

almaktadır.»

«Rahin de iş sırasında helâk olmadığını söylese ilh...» Haniye ve diğer kitaplarda da böyledir. O

zaman rahinin, başka zamanda helâk olduğunu söylemesi, işten veya işten sonra helâk olmasının

şamil olur.

«Her ikisi de rehin mâlikiyetinin zail olduğunda ittifak etmişlerdir ilh...» Yani tazmini mucip olan

kabzın zevalinde ittifak etmişlerdir. Çünkü onlar tazmini ortadan kaldıracak bir işin mevcut

olduğunu itiraf etmişlerdir.

«Söz rahinindir ilh...» Çünkü rahin işin varolduğunu inkâr etmektedir. O zaman rahinle mürtehin

rehin mâlikiyetinin zail olması üzerinde ittifak etmemişlerdir.

«Söz mürtehinindir ilh...» Bezzaziye´nin ibaresi şöyledir: «Söz mürtehinindir. Çünkü, elbise o

giyerken yırtılmıştır. Çünkü her ikisi de o nesnenin tazminattan çıktığında ittifak etmektedirler. O

zaman, tazminatın ne miktarda mürtehine döneceği hususunda söz mürtehinindir. Ama birinci

mesele bunun hilafınadır. Çünkü birinci meselede merhunun rehin tazminatından çıktığına dair

ittifak etmemişlerdi.»

Bezzaziye´nin ibaresinin hülasası şudur: Her ikisi nesnenin tazminattan çıktığında ittifak

ettiklerinde söz, rehin zaminiyeti ile rehinin mürtehine dönmemesinde mürtehinindir. Ancak o, yırtık

elbiseye zamindir. Yani rehin zaminiyetinden çıktıktan sonra helâk olursa mürtehin o elbisenin

yırtılmış haldeki kıymetine zamindir.


«Vasi bunun hilafınadır ilh...» Rehin edilmesi caiz olanlar babında geçti ki, vasinin babanın hilafı

olduğu İmâm Timurtaşi´nin sözüdür. Yine o bahiste geçti ki, Zahire ve diğer kitaplarda baba ile

vasinin eşit olması hususunda kesin ifade kullanılmıştır. Musannıf da orada İnaye ve Mülteka gibi,

baba ile vasinin eşit olduğunu kesin olarak söylemiştir. Biz bunun veçhini orada takdim ettik.

«Borcu ödemeden nesneyi alamaz ilh...» Çünkü babanın baliğ olmayan oğlunun malındaki

tasarrufları geçerli ve lâzımdır.

«Çocuk müracaat ederek babasının malından alır ilh...» Yani oğul babanın borcunu ödeyerek rehini

çözdüğü takdirde rehinin karşılığında ödemiş olduğu parayı, müracaat ederek babasından alır.

«Eğer babası ilh...» Eğer baba onu üzerindeki bir borç için rehin vermişse. Eğer baba oğlunun

malını kendisinin ve küçük oğlunun borcu karşılığı rehin vermişse o rehinin babanın borcunun

hissesindeki hükmü, o malın hepsinin, babasının borcu karşılığındaki rehinin hükmü gibidir.

Minah´ta olduğu gibi.

«Çocuk borcu ödemeye mecburdur ilh...» Yani çocuk rehini çözmek için borcu ödemeye

mecburdur. O zaman o, borcu ödemektte müteberri değildir. İleride beyanı gelecek rehin edilecek

nesneyi iare eden muirin eşidir.

«Başkası için rehin olduğunu ikrar etse ilh...» Yani o merhunun, mesela Zeyd´in mülkü olduğunu

ikrar etse, mürtehinin hakkında tasdik olunmaz. Hatta mukarrun leh (rehinin kendisine ait olduğu

ikrar edilen) delil getirmeksizin yalnız bu ikrarla rehin edilen nesne mürtehinin elinden alınmaz.

Belki ikrar eden kendi nefsi hususunda muaheze edilir. Hatta mürtehine borcu ödemek ve merhunu

da ikrar olunan kimseye vermekle emrolunur. Ama eğer borç vadeli ise, peşinen ödemesine mi

emredilir? Yoksa mürtehine onun kıymetini vermesi mi emredilir? Sonra rehin kendisine ikrar

edilene verilmesi mi, veya borcun vadesi gelinceye kadar beklemesi mi emredilir? Bu hususun

araştırılması lâzımdır.

«Caizdir ilh...» Çünkü bu, rehin verme için iare edilen bir ev gibidir. T.

«Rahinin beyyinesi daha evlâdır ilh...» Yani mürtehinin beyyinesinden evlâdır. Çünkü rahinin

beyyinesi tazminatın ziyadesini ıskat etmektedir. Eğer ikisi de beyyine getirmeseler, o zaman

makbul olan söz mürtehinin sözüdür. Hindiye´den de anlaşılan budur.

«Rehinin fazlalıkları ilh...» Bu mesele, bundan sonra gelen mesele gibi ileride tafsilatlı olarak

gelecektir. İşte bundan dolayı şerhin bazı nüshalarında bu bahiste bu mesele mevcut değildir. T.

«Rehin etmek üzere istiare etmek sahihtir ilh...» Çünkü malik müstairin borcunun kendi malıyla

bağlanmasına razı olmuştur. Ona yetkilidir de. Nasıl ki, müstairin zimmetine kefaletle bağlanmaya

yetkili ise. T.

«Dilediği şeyle rehin eder ilh...» Yanı hangi cins malla, ne kadar mal ile dilerse, onunla rehin

edebilir. Dilediği mürtehine ve dilediği şehirde de rehin edebilir. Nitekim Kuhistanî´de de böyledir.

«Mutlak şekilde ilh...» Yani muir onu mutlak şekilde iare ederse. Çünkü ıtlaka itibar etmek, bilhassa

ariyede vaciptir. Çünkü iaredeki cehalet münazaaya götürmez. Hidaye. Çünkü iare müsamaha

üzerine kurulan bir akittir. Mirac.

«Onunla kayıtlanır ilh...» O zaman rahin, onun belirttiği miktardan fazlalaştırma veya

noksanlaştırma hakkına sahip değildir. Fazlalaştırmaya gelince, çünkü rahin rehini çözmeye

muhtaçtır. O zaman borç miktarı kadar öder. Fazla ödemeye razı olmaz. Veya fazla ödemek ona

çetin gelir ve ondan mutazarrır olur. Noksanlığa gelince, zira borçtan fazla olan kısım emanettir.

Mal sahibi ise ancak hepsinin mazmun olmasına razı olmuştur. O zaman mal sahibinin tayin

etmesi, cins, mürtehin ve şehirle kaydetmesi faydalıdır. Çünkü bunların hepsi, bir kısmını bir

kısmına izafe etmekle kolaylığı temin eder. Hem de emanet ve korumakta şahıslar birbirinden

farklıdır. Hidaye ve İhtiyar.

BİR TEMBİH:

Hamidiye´de, muir ariyeyi belirli bir müddetle kaydetse, o müddet dolduğunda muirin o nesneyi

mustairden alabileceğine fetva verilmiştir. «Hayriye ve İsmailiye´de de böyle fetva verilmiştir.»

denilmiş. Bunun benzeri İbni Nüceym´in Feteva´sında da mevcuttur.

İbni Nüceym´in Feteva´sında şöyle denilmektedir: «Belirli bir zaman için iare edilen nesneyi, belirli

zaman bitmeden muir geri alamaz. Ama o müddet geçer, onu mürtehinden kurtarmak da zor olursa

o zaman rahine cebredilir.»

Ben derim ki: Bu, Zahire´de olana muhalif değildir. Zahire´de olan şudur: «Borcu karşılığında rehin


etmek üzere bir şeyi istiare etse, onu bir seneliğine yüz lira karşılığında rehin etse, her ne kadar

muir onu bir seneliğine rehin ettiğini bilse bile yine ondan isteyebilir.»

Bu meselede rehin fasittir.Yukarıda da geçtiği gibi, rahin rehine müddet tayin etmiştir. Bizim

buradaki kelamımız ariye edilen nesnenin tecili hususundadır.

«Muir mustair veya mürtehine tazmin ettirir ilh...» Yani rehinin kıymetini, eğer rehin mürtehinin

elinde helâk olmuşsa ona tazmin ettirir. Çünkü mürtehin onun mülkünde, onun izin vermediği

şekilde tasarruf etmiştir. O zaman gasıb olmaktadır. Muir, mürtehinden rehin edilen nesneyi alabilir

ve rehini feshetme hakkına da sahiptir.

«O kıymetten azına rehin etmiş olsa ilh...» Yani ona tayin edilen miktardan daha azına rehin etmiş

olsa. Şu kadar var ki o rehinin kıymetinden noksan olmamalıdır. Ya misli olmalı veya ondan fazla

olmalıdır. Nitekim Zeylaî de böyle ifade etmiştir.

Zahire ve diğer kitaplarda da şöyledir: Muir, mustaire bir şey tayin etse, o da tayin edilen şeyden az

veya çok şeyle rehin etse, bu üç şekilde olur. Birincisi: Rehin edilecek elbisenin kıymeti tayin

edilen borç miktarı kadar olur. İkincisi, ondan daha çok olur. Her iki şekilde de borçtan, fazla veya

daha azına rehin verirse, helâk olduğu takdirde kıymetini öder. Üçüncüsü de, elbisenin kıymetinin

borçtan daha az olmasıdır. Evet, eğer borç tayin edilen fazla ise, yine helâk olduğu takdirde o

elbisenin kıymetini öder. Eğer borç tayin edilenden noksan ise, bakılır: Eğer noksanlık elbisenin

kıymetinin tamamında ise, ödemez. Eğer ondan daha az olursa, onun kıymetini öder. Özetle.

Bunu Nihaye de nakletmiştir. Nihaye sahibi daha sonra da şöyle demiştir: «Bununla biliniyor ki,

muir mustaire iare ettiği nesnenin kıymetinden daha fazlasını hiçbir surette tazmin ettiremez. Eğer

elbisenin kıymeti borçtan fazla ise, elbisenin bütün kıymetini de tazmin ettiremez. Muir mustaire

ancak borç kadarını tazmin ettirir. Fazlası da emanet olarak helâk olmuş olur.»

«Çünkü rahin tazminatla onu mülk edinmiştir ilh...» Anlaşıldığına göre, mustair kendi mülkünü

rehin etmiştir. Tebyin.

Kariül´-Hidaye diyor ki: «Bana göre burada düşünmek gerekir. Çünkü burada mülkiyet kabız vaktine

istinat etmemiştir. Zira kabız malikin izni iledir. Ancak buradaki mülkiyet muhalefet vaktine istinat

eder. Bu muhalefet vakti de merhunu mürtehine teslim etme vaktidir. Halbuki, rehin akdi bundan

evvel yapılmıştır. O zaman onun mülkiyeti teslim vaktine mahsus kılınır. Böylece onun kendi

mülkünü rehin etmesi tebeyyün etmez. Çünkü onun mülkiyeti rehin akdinden sonradır.» Ebussuud

ve T. Şilbî´den.

Ben derim ki: Kariü´l-Hidaye´nin sözlerine şöyle cevap verilir: Rehin ancak merhunu mürtehine

teslimle lüzumlu bir akit olur. Bundan ötürü de teslimden önce mürtehin rehinden dönebilir.

Nitekim rehin babının evvelinde de bu geçti. Rehin akdi teslime bağlı olunca, akdin teslimden önce

olduğuna itibar edilmez. Sanki akit ve teslim muhalefet vakti olan teslim zamanında olmuşlardır. O

zaman da mustair olan rahinin mülkiyeti rehin akdinden sonra olmaz. İşte bu Fettah ve Alîm olan

Allah´ın feyzinden bana zahir olandır.

«Eğer mürtehine tazmin ettirirse ilh...» Çünkü mürtehin başkasının malını izinsiz olarak aldığı için

mütecavizdir. O zaman mürtehin gasıbdan gasp eden bir gasıb gibi olur.

«Nitekim istihkak bahsinde geçti ilh...» Yani bu babdan hemen önce.

«Hakkını tam olarak almış olur ilh...» Yani eğer rehinin kıymeti borç kadar veya daha fazla olursa.

Ama eğer rehinin kıymeti borçtan daha az olursa ,o zaman rehinden borç kadarını alır, fazlası için

de rahine müracaat eder. Miskin.

«Borcun mislini ilh...» Dürer´de de böyledir. En doğrusu burada rehinin misli kadar demesiydi. Yani

eğer mislî ise, şekil ve miktar olarak onun misli kadar, kıyemî ise yalnız manen (değer olarak) onun

kıymeti kadar. Böyle demesi daha doğru olurdu, çünkü bundan sonraki zamirler birbirinden

ayrılmazlar. Rahmetî, özetle. Bunun misli Turi´nin şerhinde de mevcuttur.

«Borcunu onunla ödemiştir ilh...» Çünkü rahin borcunu muirin malı olan rehinle ödemiştir.

«Merhunun hepsi mazmun ise ilh...» Yani rehinin hepsi mazmun ise. Yani rehin borcun misli veya

daha azı ise. Eğer rehin borçtan fazla olursa, o zaman mazmun olduğu miktarı tazmin ettirir, gerisi

de emanet olur.

«Borcun misli muire ödemesi vacip olur ilh...» Yani ayıbın getirdiği noksanlık kadar mustairin muire

ödemesi vaciptir.

«Malını kurtarmk için ilh...» Çünkü muir, rehini çözmekle mülkünü kurtarmak istemektedir. O zaman


da muir mülkünü kurtarmaya mecburdur.

«Yabancı bunun hilafınadır ilh...» Yani, bir yabancı, rahinin borcunu mürtehine ödediği takdirde

rahine müracaat edemez. Çünkü o müteberridir. Zira o mülkünü kurtarmak için çalışmadığı gibi,

kendi zimmetini boşaltmaya da çalışmamıştır. Yabancı rehini çözmek istediği takdirde borcun

ödenmesine talip olan mürtehin kabul etmeme hakkına sahiptir.

«Eğer az ise, mürtehine cebredilemez ilh...» Yani rehini teslim etmesi için cebredilmez. Dürer,

Tacü´ş-Şeria´dan. Çünkü rehinden fazla kısım rahin tarafından emanet edilmiştir. Bazı âlimler

tarafından böyle denilmiştir. Ama biz bunu şarihlerin kelamında bulamadık. O zaman bunu

Tacü´ş-Şeria´ya isnat etmek şüphesiz yalan olur. Azmizade de bu şekilde ifade etmiştir.

«Zeylaî ve diğerleri bu meseleyi müşkül görmüşlerdir ilh...» Yani Zeylaî, fazlanın teberru olmasını

müşkül görmüştür. Zira Zeylaî, «Fazlanın teberru olması müşküldür. Çünkü rehin borcun bir

kısmını ödemekle kurtarılamaz ve muirin gayesi malından faydalanmak için onu rehinden

kurtarmaktır. Bu da ancak borcun hepsinin ödenmesi ile hasıl olur. Çünkü mürtehin borcunu tam

alıncaya kadar rehini yanında tutma hakkına sahiptir.» demiştir.

Bu güçlüğü bütün Hidaye şarihleri şu cevapla birlikte zikretmişlerdir: «ödeme mustaire. ancak

borcun hepsini mülkünden vermesi itibarîyle vacıbtir. O zaman muir rehni çözdüğü takdirde

mustaire borcun ne ka-darı ödenmlşse. o kadarta müracaat eder.» Hidaye şarıhleri bu cevabı Izah,

Hanlye ve diğer kitaplardan nakletmişlerdir. Sanıyoruz kî Zeylaî bu cevaba razı olmadığı îçin

zlkretmemiştir. Bundan dolayı Sadiye´de, «Bu cevap hakkında konuşutabllir.» denilmiştir.

«Meseleyi tahric etmemiŞtir Ith...» Ben dı´yorum kl, her ne kadar okla uymasa bile. Nakledilene

uymak vacibtir. Bununla beraber cçvap zahir-dir. Cevap şudur: Muir Işin başında malını rehin için

iare ettiğinde, kıy-metl He rehin ettiğlni kaydetmediğinden hata yapmıştır. Zararı def edecek blr şey

terkedildiğl zaman, bu terk sebebiyle fazlayı ödemekte serbesttir. Düşünenlerden ol. Soyıhonî.

«Dürer´e tabi olmakla berober ilh...» Yani musannıfın adeti coğun-lukla Dürer´e uymaktır. Dürer´de

de «borcun rehinin kıymetinden fazla olan kısmı ödendiği takdirde teberruen ödendiği» şeklinde

açıklanmıştır. O zaman onun bu hususta Dürer´e uymaması gösteriyor ki, o da Zeylaî´nin tereddüt

ve kararsızlık içinde olduğunu ikrar etmiştir.

«Tazmin etmez ilh...» Çünkü rahin borcunu rehinle ödememiştir.

«İstihdam etse, binse ilh...» Yani rehin bir köle ise, istihdam etse veya binek hayvanı ise rehin

etmezden önce binse, sonra da onların kıymetinde bir malla rehin etmiş olsa, sonra onların

karşılığında almış olduğu malı ödese, onları kabzetmese onlar da mürtehinin yanında helâk olsalar,

rahinin üzerine tazminat yoktur. Hidaye. Yani borç ödeme tazminatı değil taaddi tazminatı yoktur.

Çünkü rahin borcu ödedikten sonra ödediği ile mürtehine başvurur. Çünkü rehin mürtehinin elinde

helâk olduğunda mürtehin alacağını rehinin maliyetinden almış olur. O zaman da muir rahine

ödenilen borçla müracaat ederek ondan alır. Kifaye, özetle.

«Rehin etmezden evvel ilh...» Eğer rehini çözse, sonra rehin merhunu kullanmış olsa,

kullanmasıyla da helâk olmasa, kullandıktan sonra bir müdahalesi olmadan helâk olsa, rahin yine

ödemez. Çünkü rahin, rehini çözdükten sonra mustair durumunda değil, mûda durumundadır.

Çünkü istiarenin hükmü rehini çözmekle sona ermiştir, öyleyse rahin muvafakate döndüğü zaman

tazminden kurtulmuş olur. Hidaye.

«Şurunbulaliye´de ilh...» Şurunbulaliye´nin bu ifadesi faydalanma için bir şeyin kiraya tutulması

veya ödünç alınması hususundadır. Halbuki bizim buradaki kelamımız rehin etmek için bir şeyi

istiare etmek (ödünç almak) hususundadır. Rehin için istiare eden kişi mûda durumundadır.

Mustair (ödünç alan) durumunda değildir. Nitekim yukarıda geçti. Mûda da muvafakate dönmekle

tazminden kurtulmuş olur. Hidaye ve şerhlerinde mûda ile mustair arasındaki fark şöyle izah

edilmiştir: «Mustairin mâlikiyeti kendi mâlikiyetidir. Muvafakate dönmekle istiare ettiği nesneyi

malikine ne hakikaten, ne de hükmen geri vermiş olmaz. Ama mûda mustairin aksinedir. Çünkü

mûdanın mâlikiyeti malikin mâlikiyeti gibidir. O muvafakate dönmekle hükmen elindeki nesneyi

malikine geri vermiş olur.»

Ben derim ki: Müstecirin mâlikiyeti de kendi mâlikiyetidir. Çünkü nesneyi sahibi için ,değil, kendisi

için elinde tutmaktadır.

«Muhalefet etseler ilh...» Evla olan burada, «muhalefet etse idi» demesiydi. Çünkü burada atıf «ev»

ile yapılmıştır. Hem de sonrasına daha muvafık olurdu. T.

Birçok nüshalarda da bu şekildedir.


«İhtilaf etseler ilh...» Yani helâkin zamanında rahin ile muir (ödünç veren) ihtilaf etseler ve muir,

nesnenin mürtehinin yanında helâk olduğunu, rahin de rehinden önce veya rehinden sonra helâk

olduğunu söylese. İnaye.

«Söz rahinindir ilh...» Yani yemin ile birlikte söz, rahinindir. Mirac. Beyyine de muirindir. Çünkü

muir, rahinin aleyhine tazminat iddia etmektedir. İnaye.

«İnkâr etmektedir ilh...» Rahin, borcu muirin malı ile ödediğini inkâr etmektedir.

«Muirin ne miktar karşılığında rehin etmesini emrettiği hususunda ihtilaf etseler ilh...» Yani muir,

nesneyi beş dirhem karşılığında rehin vermesini emrettiğini, mustair de, on dirhem karşılığında

rehin vermek istiare ettiğini söylese, söz muirindir. Çünkü eğer muir aslından inkâr etse de söz

onundur. Öyleyse, onda bir vasfı inkâr ettiğinde de söz onundur. Mustair için de beyyine getirme

hakkı vardır. Çünkü mustair ispat edecektir. İspat da ancak beyyine ile olur. İtkanî.

«Borç ile merhunun kıymeti hususunda ihtilaf etseler ilh...» Meselenin sureti Haniye ve diğer

kitaplarda olandır. Şöyle ki, rahin, bin dirhem karşılığında rehin verdiğini iddia etse, mürtehin de,

beş yüz dirhem karşılığında rehin aldığını iddia etse, o zaman bakılır: Eğer merhun mevcut ve bin

dirheme eşit ise, her ikisi de yemin eder. Aldıklarını birbirlerine geri verirler. Eğer rehin edilen

nesne helâk olmuş ise, o zaman söz mürtehinindir. Çünkü mürtehin borcun ziyadesinin düştüğünü

inkâr etmektedir.

İtkani şu ifadeyi eklemiştir: «Eğer rahin ile mürtehin nesnenin bin dirhem karşılığında rehin

olduğunda ittifak etseler, fakat mürtehin nesnenin kıymetinin beş yüz dirhem olduğunu, rahin de

bin dirhem olduğunu söylese, söz mürtehinindir. Ancak rahin delil getirirse, o zaman söz onun

olur. Çünkü rahin tazminatın fazla olması gerektiğini iddia etmektedir.» Özetle.

Bununla ibarede bilmeceye benzer bir icaz olduğu zahir olmaktadır.

neslinur
Thu 28 January 2010, 08:36 pm GMT +0200
METİN

Bir nesneyi rehin için istiare eden adam müflis ve borçlu olarak ölse, rehin yine hali üzere bakidir.

Rehin edilen nesne satılmaz, ancak muirin rızası ile satılır. Çünkü onun mülküdür.

Muir rehin edilen nesnenin satılmasını istese, rahin onun satışından kaçınsa, eğer rehin borcu

karşılıyorsa, onun rızası olmadan satılır. Yok eğer rehin borcu karşılamıyorsa, ancak mürtehinin

rızası ile satılır.

Muir borçlu ve müflis olarak ölse, her hak sahibinin hakkına kavuşması için rahine üzerindeki

borcu ödeyerek rehini geri vermesi emredilir. Eğer rahin fakirlikten dolayı borcunu ödemekten aciz

ise, rehin muir hayatta olduğu gibi hali üzere baki kalır. O zaman muirin varisleri kendi murisleri

gibi onun borcunu ödedikten sonra rehini geri alırlar. Eğer muirin alacaklıları, muirin varislerinden

rehinin satışını talep etseler, rehin edilen nesne onların alacağını karşılıyorsa, satılır.

Karşılamıyorsa, ancak mürtehinin rızası ile satılır. Nitekim sebebi yukarıda açıklandı.

Bilinmiş olsun ki rahinin rehine verdiği zararı, ister tamamına, ister bir kısmına olsun, tazmin edilir.

Mürtehinin rehine verdiği zarar gibi. Mürtehin mala zarar verirse, zarar miktarı kadar alacağından

düşülür. Çünkü başkasının mülkünü telef etmiştir. Onu tazmin etmesi lâzımdır, öyleyse, borcun

vadesi dolduğunda eğer borç tazmin olunan nesnenin cinsinden ise borç miktarı tazminattan

düşülür, geri kalanı rehin akdi ile değil, teleften dolayı verilir. Eğer o cinsten değilse, borçtan hiçbir

şey düşülmez, zarar da mürtehine aittir. Mürtehin de borcunu tam olarak alma hakkına sahiptir. Şu

kadar var ki, mürtehin eğer rehin edilen kölenin gözünü kör ederse, o zaman alacağının yarısı

kölenin gözü karşılığında düşülür. Kuhistanî ve Bercendi.

Rehin edilen nesne rahine mürtehine veya mallarına zarar verse (cinayet işlese), eğer cinayet

organlarda değil nefiste kısası gerektirmiyorsa batıldır. Çünkü bir köle ile bir hürün organları

arasında kısas yoktur. Eğer kısası gerektirirse, o cinayet muteberdir. Ondan kısas alınır. Borç da

batıl olur. Haniye.

Kuhistanî ve Mecma şerhinin ibaresi ise şöyledir: «Rehin batıldır.»

Merhunun kısası gerektiren cinayeti rahine veya mürtehinin oğluna olursa, o zaman o cinayet sahih

kavle göre muteberdir. Ya o köleyi veya fidyesini verirler. Eğer bu cinayet mala olursa, o zaman

satılır. Bir yabancıya yapması gibi. Çünkü o yabancıdır, mülkleri birbirinden ayrıdır. Zeylaî.

Bin dirhem değerindeki bir köleyi vadeli bin dirhem karşılığında rehin etse, kıymeti yüz dirheme

dönse, o köleyi de birisi öldürse ve yüz dirheme borçlansa, borcun da vadesi dolmuş olsa,

mürtehin o yüz dirhemi hakkının karşılığı kabzeder. Kendi kendine öldüğünde nasıl müracaat


edemez ise, rahine de hiçbir şeyle müracaat edemez.

Bunda asıl kaide şudur: Fiyatın noksanlığı borcun düşmesini icabettirmez. Ama nesnenin

noksanlığı bunun hilafınadır. Borç baki kaldığı takdirde mürtehinin mülkiyeti tam mülkiyettir. O

zaman mürtehin hakkını tam olarak başlangıçtan almış sayılır.

Mürtehin, adı geçen köleyi rahinin emri ile yüz dirheme satsa, o yüz dirhemi mürtehin, hakkının

karşılığı olarak alır ve dokuz yüz dirhemle de rahine müracaat eder. Çünkü borç baki kaldığı, rahin

de yüz dirheme satması için izin verdiği zaman kalan kısım rahinin zimmetinde kalır. Bu satış sanki

rahinin kendi nefsi için satması gibi olur.

Rehindeki bin dirhem değerindeki köleyi, kıymeti yüz dirhem olan bir diğer köle öldürse, katil köle,

öldürülen kölenin yerine verilse, rahin yine vücuben borcun hepsi ile rehini çözer ki bu da bin

dirhemdir. Çünkü et ve kan bakımından ikincisi birincinin yerine kaimdir.

İmâm Muhammed diyor ki: «Eğer rahin dilerse, borcun hepsi ile rehini çözer veya o köleyi borcu

karşılığında mürtehine terk eder. Muhtar do budur.» Nitekim Mevahib´den naklen Şurunbulaliye´de

de böyledir.

Şu kadar var ki, bütün metin ve şerhler birinci kavil üzeredirler.

Rehin olan köle hataen bir cinayet işlese, onun cinayetinin fidyesini mürtehin verir. Çünkü onun

mülküdür. Rahine de hiçbir şeyle müracaat etmez. Mürtehin hataen cinayet işleyen rehin köleyi,

cinayet sahibine veremez. Çünkü temlik etmeye malik değildir. Eğer mürtehin onun fidyesini

ödemekten kaçınırsa, rahin dilerse köleyi cinayet karşılığında verir veya onun yerine fidyesini verir.

Her iki surette de borç rehinin kıymetinde az veya eşit olursa borç düşer. Eğer borç rehinin

kıymetinden fszla olursa, o zaman yalnız kölenin kıymeti kadarı borçtan düşer. Kalan borç düşmez.

Rehin olan köle kendi değeri kadar bir malı istihkak etse, mürtehin fidyesini verir. Eğer kaçınırsa,

rahin ya onu satar veya fidyesini verir.

Rehinin çocuğu bir insanı öldürse, veya bir malı kullanıp harcasa, rahin onu verir. O da rehinden

çıkor. Veya insanın fidyesini verir, çocuk da annesi ile beraber rehin olarak kalır. Ama hayvanın

cinayeti batıldır. O sanki, semavi bir afetle ölmüş gibi olur. Bunun tamamı Haniye´dedir.

Rahin öldüğü takdirde vasisi, mürtehinin izni ile rehini satarak borcunu öder. Çünkü vasi rahinin

yerine kaimdir. Eğer vasisi yoksa, Kadı ona bir vasi tayin eder ve o vasiye borcu ödemek üzere

rehini satmasını emreder. Çünkü Kadı umumun hakkını korur, gözetir. Eğer ölen rahinin, çocukları

küçük iseler hüküm böyledir. Ama eğer büyük iseler, ölen rahinin yerine geçerler, onların üzerine

rehini çözmek vacip olur. Cevhere.

FER´İ MESELELER:

Ölen adamın vasisinin adamın borcundan dolayı bir malını alacaklılardan birisine rehin etmesi,

diğer alacaklıların rızasına bağlıdır. Diğer alacaklılar o rehini reddedebilirler. Eğer varislerin

reddetmesinden önce diğer alacaklıların alacağını öderse, rehin geçerli olur. Ama eğer alacaklı bir

tane olursa, ölen adamın malından bir kısmını ona rehin etmek caizdir ve onun alacağı karşılığında

satılır.

Vasinin, ölen odamın alacağından dolayı borçludan bir malı rehin alması caizdir. Dürer.

Musannıfın Muinü´l-Müfti isimli eserinde şöyle bir ifade vardır: «Rahin veya mürtehinin veya her

ikisinin ölümü ile rehin batıl olmaz. Rehin varislerin yanında rehin olarak kalır.

İZAH

«Borçlu İlh...» Bu kelimeyi şarih ilâve etmiştir. Çünkü iflas etmek borçlu olmayı gerektirmez.

«Rehin yine hali üzere bakidir ilh...» Yani rehin mürtehinin yanında mahpus kalır.

«Rahin kaçınsa ilh...» Minah´ta da böyledir. Bu ifadenin doğrusu, «mürtehin kaçınsa»dır. Nitekim

Remli buna dikkat çekmiştir. Çünkü mesele şöyle farzedilir: Mustair olan rahin ölse...

«Rızası alınmadan satılır ilh...» Çünkü onun hakkı, borcunu tam olarak almaktır. Bu da rehinin satışı

ile hasıl olur. Zeylaî.

«Eğer rehin borcu karşılamazsa ilh...» Yani eğer rehin borcu karşılayacak kıymette değilse, ancak

mürtehinin izni ile satılır. Çünkü mürtehinin o rehini alıkoymasında fayda vardır. Belki, muirin de

rehine ihtiyacı vardır. O zaman muir o rehini borcu tam ödeyerek kurtarır. Veya onu hapsetmekle,

fiyatın değişmesi ile kıymeti fazlalaşır, mürtehin alacağını tam olarak ondan alır.

«Üzerindeki borcu ödeyerek ilh...» Yani rahine kendi borcunu ödemesi için cebredilir. Şu mesele


araştırılmalıdır. Eğer borç vadeli ise, cebir mi edilir, yoksa vadesi mi bekletilir.

«Borcunu ödedikten sonra ilh...» Yani rahinin borcunu ödedikten sonra. O zaman rehini alırlar.

«Murisleri gibi ilh...» Yani kendi murisleri gibi. Çünkü varisler murislerinin yerine kaim olmuşlardır.

«Nitekim sebebi yukarıda açıklandı ilh...» Yani mustairin ölüm meselesinde geçti. Bazı nüshalarda

«geçen illetten dolayı» sözü düşmüştür. En doğrusu da odur. Çünkü geçen meselede illet

zikredilmemiştir. İllet, «Çünkü rehinin hapsedilmesinde menfaat vardır.» sözümüzdür.

«Mazmundur ilh...» Çünkü her ikisinin hakkı da muhteremdir. O zaman rahinin telef ettiği şeyi

ödemesi vaciptir. Burada malik tazmin hususunda yabancı gibidir. Bu bahsin tamamı Minah´tadır.

«Vadesi dolduğunda tazmin lâzım gelince ilh...» Musannıfın bu sözü ifade ediyor ki, borç vadeli

olduğu takdirde yalnız tazminin lüzumu ile borcun düşmesine hükmedilmez. Belki gereken

tazminat, vade doluncaya kadar borcun karşılığında hapsedilir. Borcun günü geldiğinde eğer

alacağının cinsinden ise, onu kendi alacağı karşılığında alır. Yoksa, alacağını tam olarak alıncaya

kadar onu yanında hapseder. Şurunbulaliye.

Biz bu husustaki kelamı bu babda, musannıfın, «Rehinin mürtehin tarafından tazmin edilmesine

gelince...» sözünde takdim ettik.

«Geri kalanını da vermesi lâzımdır ilh...» Yani tazminat borçtan fazla olduğu takdirde tazminattan

kalan kısmı ödemesi lâzımdır.

«Telef ettiği için ilh...» Çünkü borçtan fazla olan tazminat emanettir. O zaman o vedia gibi olur.

Mûda onu telef ettiğinde ne lazım gelirse, burada da böyledir.

«Rehin akdi ile değil ilh...» Ta ki, onun üzerine o fazlalığın ödenmesi müşkül olsun.

«Zamin olunan nesnenin cinsinden ise ilh...» Yani borç dirhem veya dinar olsa. Kifaye.

«Cinayet de mürtehinin üzerinedir ilh...» Bu, musannıfın, «borçtan hiçbir şey düşmez» sözünün

üzerine atıftır. Meselenin özeti şudur: ölçülecek veya tartılacak bir nesne ise, karşılığındaki

merhunun cinayeti mürtehin üzerinedir. Borç da rahinin üzerine bakidir. O zaman rahin ile

mürtehinden her birisi hakkını diğerinden alır.

«Gözünü kör ederse ilh...» Ben diyorum ki, Hülasa ve Bezzaziye´nin ibareleri «Eğer rehin edilen

köle kör olsa...» şeklindedir.

Muhit´ten naklen Tatarhaniye´de şöyle denilmiştir: «Birisine iki yüz dirhem kıymetindeki bir köleyi

yüz dirhem karşılığında rehin etse, rehin olan köle mürtehinin yanında kör olsa, Ebu Hanife ve

Züfer diyorlar ki, «Borç olan yüz dirhemin yarısı gider.» Ebû Yûsuf´un birinci kavli de budur. Sonra

Ebû Yûsuf, bu kavlinden dönerek şöyle demiştir: «köle sağlam olarak ve bir de kör olarak

kıymetlendirilir, borçtan körlüğün köleye getirdiği noksanlık kadar düşülür.» Özetle.

Bununla zahir olmaktadır ki, gözün kör olması, mürtehinin kör etmesi değildir. Çünkü mürtehinin

gözü kör etmesi olsa, o zaman gözün diyeti, neye ulaşırsa ulaşsın, mürtehinin onu vermesi

lâzımdır. Borcun yansının düşmesi lâzım gelmez. Yine eğer kör olması değil de kör edilmesi olsa,

İmâmlar arasında geçen ihtilaf olmazdı. O zaman bu meseleyi burada zikretmenin bir manası

olmadığı gibi, bu meseleyi makabli üzerine istidrak etmeye de bir sebep yoktur. Çünkü mesele

rehin üzerinde işlenen cinayet hakkındadır. Bizim sözümüz de rehinin ayıplanması hususunda

değildir. Sen anla.

«Batıldır ilh...» Rehinin Rahini aleyhindeki cinayeti, memlukün maliki aleyhindeki cinayetidir.

Memlukün malik aleyhindeki cinayeti de mal icabettirdiğinden heder olur. Çünkü o hakkın sahibi de

maliktir. Rehinin mürtehin aleyhindeki cinayetine gelince, çünkü, eğer bu cinayete itibar etmiş

olsak, mürtehine o cinayetten kurtulmak vacip olur. Çünkü rehin o cinayeti onun kefaleti altında

iken işlemiştir. Dürer, özetle. Bu cinayetin heder olması da İmâma göredir. İmâmeyn´e göre, rehinin

mürtehin aleyhindeki cinayetine itibar edilir.

Bilmiş ol ki, rehinin mürtehinin malına yaptığı zarara eğer o rehinin kıymeti ile borç eşit olursa,

İmâmların ittifakı ile heder olur. Eğer onun kıymeti borçtan fazla olursa, Ebu Hanife´den o kıymetin

emanet miktarı kadar olanın muteber olacağı rivayet edilmiştir. Yine Ebu Hanife´den mazmun gibi o

cinayetin heder olduğu da rivayet edilmiştir.

Mebsut´tan naklen Mirac´da da şöyle bir ifade vardır: «Eğer rehin kölenin kıymeti iki bin, borç da bin

dirhem olursa, rehin köle mürtehine veya mürtehinin kölesine bir cinayet işlese, o zaman rahine, ya

cinayetin karşılığı olan fidyeyi veya köleyi vermesi söylenir. Bu mesele İmameyn´in kavline göre

müşkül değildir. Ama İmâmın kavline göre, burada rehinin cinayeti zahir-i rivayette, muteberdir.


Muteber olmadığı da yine İmâmdan rivayet edilmiştir. Zahiri rivayetin izahı şudur: O kölenin yarısı

emanettir. Vedianın mûda üzerindeki cinayeti ise muteberdir. O zaman rahine, ya köleyi veya fidyeyi

vermesi söylenir. Rahin köleyi verir, mürtehin de kabul ederse, köle mürtehinin olur ve borç düşer.

Çünkü o, borcun düşmesi hükmünde mürtehinin elinde helak olan köle gibi olur. O köle bir

yabancıya cinayet işlese, rahin ile mürtehin birlikte rehin köleyi verseler, mürtehinin elinde helâk

olmuş gibi olur. Rahin ile mürtehin o yabancıya cinayetin fidyesini vermiş olsalar, o zaman emanet

hissesi kadar, fidyenin yarısı rahinin üzerinedir. Mürtehinin üzerine de mazmunun hissesi kadar

diğer yarısı düşer. O zaman onun hissesi düşer, çünkü o kendi nefsi üzerine borç icabettirmez.

Rahinden, fidyeden hissesine düşeni alır. O fidye onun yanında hali üzerine rehin olur.» Özetle.

«Kısası gerektirmiyorsa ilh...» Yani cinayet nefiste ise, hataen yapmış olsa veya öldürmeden başka

bir cinayet olsa. Dürer.

«Organların telefinde değil ilh...» Munasip olan, bu kavli «eğer cinayet kısası gerektirmiyorsa»

sözünden sonra zikretmesiydi. Çünkü nefis ve organlarda kısas gerektirmeyen cinayet heder olur.

Kısası gerektirene gelince, eğer kısası organlarda değil, nefiste icabettirirse o muteberdir. O zaman

bundan anlaşılır ki, organlarda kısası icabettiren cinayet heder olur.

«Borç da batıl olur ilh...» Yani eğer kölenin değeri borç kadar veya daha fazla ise, borç batıl olur.

Biz bunun izahını yukarıda Mirac´dan naklen takdim ettik. Eğer kölenin kıymeti borçtan az olursa, o

zaman borçtan kölenin kıymeti kadarı düşülür. Nitekim rehinin helakinden hüküm de budur. Bunu

H. ifade etmiştir.

H. diyor ki: «Burada ´borç´ tabiri kullanmanın sebebi de zahir oldu. Nasıl ki «rehin» tabiri

kullanmanın da bir sebebi var. Bu açıktır.» Çünkü borcun batıl olmasından rehinin batıl olması

lâzım gelmez.

T. diyor ki: «Burada şu mesele araştırılmalıdır: Eğer cinayet işleyen köleyi kan sahibi affederse

bakılır: Zahir şudur ki, kan sahibi cinayet işleyen köleyi affettiği takdirde yine mürtehinin yanında

rehin olarak kalır.»

«Cinayet mal üzerinde olursa, o zaman satılır ilh...» Yani rahin veya mürtehin fidyesini vermezlerse.

Bezzaziye´de şöyle denilmiştir: «Merhun köle, bir insanın kendi kıymetini kapsayacak kıymetteki bir

malını telef etse, eğer mürtehin onu öderse, rehin ve borç olduğu gibi kalır. Eğer mürtehin

ödemekten kaçınırsa, rahine ödemesi söylenir. Eğer rahin öderse, borç da, rehin de batıl olur.

Çünkü o fidye merhun mürtehinin yanında iken hakkedilmiştir. Öyleyse kölenin cinayeti mürtehinin

üzerinedir. Eğer rahin de ödemezse, o zaman köle satılır, köleden alacaklı olan alacağını alır. Eğer

mürtehinin alacağı kölenin kıymetinden az ise borç kadar da mürtehinin alacağından batıl olur.

Kölenin geri kalan kıymeti de rahinindir. Eğer mürtehinin alacağı kölenin borcundan fazla ise

mürtehinin alacağının vadesi de dolmuş ise kölenin fiyatı verildikten sonra geri kalan kısmı

mürtehin tamamlar. Eğer borcun vadesi gelmemişse, mürtehinin yanında vadesi gelene kadar rehin

olarak kalır. O zaman da onu takas olarak alır.»

«Çünkü o yabancıdır ilh...» Yani oğul mal hakkında babasına yabancıdır. Bu kavil, merhunun

cinayeti rahinin veya mürtehinin oğlu üzerinde olması halinde muteber olmasının illetidir.

BİR TETİMME :

Rehinin biri, diğerine cinayet yapsa, meselâ, rehin olan iki köleden birisi diğerini öldürse, eğer her

iki köle de rehin karşılığında mazmun iseler cinayet, semavi bir afet gibi, heder olur. Mazmun

değillerse, o zaman ölenin hissesinden düşen borcun yarısı kadar caniye döner. Çünkü cinayet

dört kısımdır. Birincisi, meşgulün meşgul üzerindeki cinayeti, ikincisi, meşgulün boş üzerine

cinayeti, üçüncüsü, boşun boş üzerine cinayeti, dördüncüsü, boşun meşgul üzerine cinayeti.

Bunlardan dördüncüsü hariç hepsi heder olur. O zaman eğer kıymetleri biner dirhem olan iki köle,

bin dirhem karşılığında ikisi birlikte rehin olsalar, öldürülen kölenin yarısı boştur ve heder olur.

Geriye boş ve meşgul tarafından telef edilen yarısı kalır. Bu yarının da yarısı heder olur. Çünkü bir

meşgulle telef olmuştur. Diğer yarısına itibar edilir. Çünkü o boş ile telef olmuştur. O zaman heder

olanın karşılığındaki miktar borçtan düşer. Muteber olan tarafı da cani olan köleye intikal eder. Bu

yarı da iki yüz elli dirhemdir. O zaman cani köle yedi yüz elli dirhem karşılığında rehin olmuş olur.

Bu bahsin tamamı Valvaliciye ve Tatarhaniye´nin çeşitli meselelerinde ve ileride gelecek olan

«merhun bir köle ve bir hayvan olursa» bahsinde gelecektir.

«Kıymeti yüz dirheme dönse ilh...» Yani fiyatın noksanlaşması ile.

«Asıl ilh...» Bu asıl kaide musannıfın «Mürtehin bir şeyle rahine dönemez, çünkü orada fiyatın


noksanlığına itibar edilmiştir.» kavline aykırıdır denilemez. Çünkü biz deriz ki, fiyatın noksanlığına

ancak rehin baki ise itibar edilmez. Hatta mürtehin, eğer nesneyi o noksan fiyatiyla rahine geri

verirse, alacağının tamamını rahinden talep etme hakkına sahiptir. Ama rehin edilen nesne telef

olmuşsa, mürtehinin ödemesi rehin akdinde gecen kabızladır. Çünkü onun mâlikiyeti başlangıçta

istîfa mâlikiyetidir. Helâk ile de bu kesinleşir. O zaman hakkını başlangıçta tam almış gibi olur.

Böylece bilindi ki bu asıl kaide mutlak ifadesi üzerine değildir. işte burada Hidaye şarihlerinin

geçen sarih kelâmlarından bana böyle zahir oldu. Sonra ben Turi ve başkalarında bunun sarih

olarak ifade edildiğini gördüm. Allah´a hamd olsun.

«Nesnenin noksanlığı bunun hilâfınadır ilh...» Çünkü, borçtan noksanlığın hissesi kadarı düşer.

«Rahinin emri ile ilh...» Burada emirden maksat, satış emridir. Yani bin dirhem veya yüz dirhem

karşılığında satması gibi mukayyet bir emir değildir. O zaman buradaki yüz dirhem, satışı ile

emredilen para değildir. Şurunbulaliye.

«Borç baki kaldığı ilh...» Bu illetten evvel bazı nüshalarda bunun manasına olan diğer bir illet daha

bulunur. Velhasıl, burada fiyattaki düşmeden dolayı borçtan bir şey düşmez. Çünkü nesne bakidir

ve istifa eli de nakzedilmiştir. Çünkü ona satışı emrettiği zaman sanki o merhunu, ondan geri alarak

bizzat satmış gibi olur.

«Et ve kan bakımından ilh...» Yani suret ve mana bakımından sureten yerine verilen kölenin onun

gibi olması zahirdir. Manaya gelince; insan olma hususunda katil de maktul gibidir. Şeriat da

manayı insan olmanın bir cüz´ü saymıştır. İnaye.

«Mürtehine terkeder ilh...» Çünkü o köle, mürtehinin garantisindeyken değişmiştir. Hidaye.

Fidyesini mürtehin verir ilh...» Borç da olduğu gibi kalır. Hidaye.

«Çünkü onun mülküdür ilh...» Bu kavil zahir değildir. Şarihlerin ibaresi de şöyledir: «Zira cinayet

mürtehinin garantisi altında iken hasıl olmuştur.»

«Hiçbir şeyle ilh...» Yani fidye verdiği şeyden hiçbir şeyle rücu edemez. Hidaye.

«Mürtehin kaçınırsa ilh...» Burada niçin mürtehinle başlanmıştır? Çünkü eğer biz burada rahini

muhatap almış olsak. onun köleyi cinayet karşılığında vermesi caizdir. Bu durumda mürtehin ona

da mani olur. Çünkü mürtehin rehinin ıslahı için fidyeyi ödeme hakkına sahiptir.

«Her iki surette de borç düşer ilh...» Rahinin köleyi cinayet karşılığında vermesi ile borç neden

düşer? Çünkü köle, mürtehinin garantisinde iken bir sebepten dolayı başka birisinin istihkakı

olmuştur. O zaman o mürtehinin yanında helâki gibi olur.

Ama fidyeye gelince, zira o köle mürtehin üzerinde olan bir karşılıkla sanki rahine hasıl olmuş gibi

olur. Hidaye.

«Fidyesini verir ilh...» Yani rahinin borcu yine olduğu gibi kalır. Zeylaî.

«Eğer kaçınırsa ilh...» Yani mürtehin onun yerine bir şey ödemekten kaçınırsa, rahine, borcu

karşılığında köleyi satması söylenir.

«Rahin ya onu satar veya fidyesini verir ilh...» Eğer fidyesini verirse, mürtehinin olacağı batıl olur.

Eğer satarsa, kölenin alacaklısı alacağını alır. Eğer kölenin fiyatında artış olursa, köleden alacaklı

kimsenin alacağı mürtehinin alacağı kadar ise, veya daha fazla ise, fazla kalan rahinedir. Mürtehinin

alacağı batıl olur. Eğer kölenin alacaklısının alacağı mürtehinin alacağından az olursa, mürtehinin

alacağından kölenin borcu kadarı düşer, kölenin borcundan arta kalan fiyat da eskiden olduğu gibi

rehin olarak mürtehinin yanında kalır. Mürtehinin alacağının vadesi dolduğunda, kölenin

semeninden fazla kalanı, alacağı karşılığında alır. Çünkü onun alacağının cinsindendir. Eğer

mürtehinin alacağının vadesi dolmamışsa, mürtehin fazla kalan semeni günü gelinceye kadar

elinde tutar.

Eğer kölenin semeni, köleden alacaklı olanın alacağını karşılamazsa, alacaklı kölenin semenini alır,

geriye kalan kısım için de kölenin azadından sonra köleye başvurarak ondan alır. Köle de hiç

kimseye rücu edemez. Bu bahsin tamamı Hidaye´dedir. j

«Rahin onu verir ilh...» Musannıf bu sözüyle mürtehinin bu bahiste hiçbir şeyle emrolunmayacağına

işaret etmiştir. Çünkü kölenin çocuğu mürtehin üzerine tazminatlı değildir. Zira o çocuğun helâki ile

borçtan hiçbir şey düşmez. Nitekim İtkanî de böyle zikretmiştir.

T. Hamevi´den naklen diyor ki: «Mürtehin kölenin çocuğunun işlediği cinayetin fidyesini vereceğini

söylese, kabul edilir. Çünkü çocuk da onun alacağı karşılığında alıkonmuştur. Mürtehinin,

vesikasını fazlalaştırmak için sahih bir maksadı vardır. Rahine de hiçbir zarar yoktur.»


«Rehinde çıkar ilh...» Çocuk rehin olmaktan çıkar ve, ibtidaen helâk olduğunda borçtan nasıl hiçbir

şey düşmezse, borçtan da hiçbir şey düşmez. Zeylaî.

«Hayvanın cinayeti batıldır. O sanki semavi bir afetle ölmüş gibi olur. Bunun tamamı Haniye´dedir

ilh...» Zira Haniye sahibi bizim geçen sayfada rehin kölelerden birisinin diğerine cinayet işlemesi

bahsinde takdim ettiğimizin hasılını zikrettikten sonra şöyle demiştir: «Eğer adam bir köle ile bir

hayvanı rehin etse, rehin edilen hayvan köleyi öldürmüş olsa, heder olur. Aksine, köle hayvanı

öldürse, muteber olur. Nasıl ki kölenin diğer bir köleye işlediği cinayet muteberse.» Özetle.

«Eğer büyük iseler ilh...» «Büyük iseler, ölen rahinin yerine geçerler, onların üzerine rehini çözmek

vacip olur.» sözü, eğer o varislerin hepsi hazır iseler açıktır. Eğer mevcut değilseler, İmadiye´de

Reşidüddin´in Feteva´sından naklen beşinci fasılda şöyle denilmektedir: «Kadı gaib olan varisin

yerine bir vasi nasbeder ve vesayet belgesinde de şunu yazar: «Bu adam ölenin varisi sefer

müddetinde gaib olduğundan vasi kılınmıştır.»

«Diğer alacaklılar o rehini reddedebilirler ilh...» Çünkü vasinin terekeden bir kısmını alacaklılardan

birisine rehin etmesi, alacaklılardan bazısını tercih etmek ve hükmen onun hakkını vermektir. O

zaman hakikaten borcunu vermeye benzer. Bunun için diğer olacaklılar vasinin rehin etmesini

kabul etmeyebilirler. Hidaye.

«Rehin geçerli olur ilh...» Çünkü mani ortadan kalkar ve alacaklılar haklarına kavuşurlar. Hidaye.

«Rehin alması caizdir ilh...» Çünkü hükmen alacak yerine rehin olarak bir şey alması istifadır. Vasi

de buna maliktir. Dürer.

«Varislerin yanında ilh...» Veya seçilmiş yahut Kadı tarafından tayin edilmiş vasinin yanında rehin

olarak kalır. Rahinin varislerl de rahinin yerine kaim olurlar. Nitekim yukarıda geçti. T.

HATİME:

Mürtehin yalnız kendi başına rehini fesheder, fakat rahin kendi başına rehini feshedemez. Hatta

eğer mürtehin, rehini feshettiğini söylese, rahin razı olmasa, rehin helâk olduğu takdirde rahinin

borcundan hiçbir şey düşmez. Bunun aksine rahin, rehini feshettiğini söylese, mürtehin razı

olmasa, rehin helâke gitse, borçtan rehin kadarı düşer. Kınye ve diğer kitaplarda olduğu gibi.

neslinur
Thu 28 January 2010, 08:47 pm GMT +0200
ÇEŞİTLİ MESELELER FASLI

METİN

Kıymeti on dirhem olan şırayı rehin verse, şıra şarap haline gelse, sonra da kendi kendine sirke

haline gelse ve on dirheme eşit olsa, o yine olduğu gibi on dirhem karşılığı rehin olur. Burada

muteber olan İbn-i Kemal´in ifade ettiğine binaen, miktarının ziyadeleşmesi veya noksanlaşmasıdır,

kıymeti değil. Fetva da bu ifade üzerinedir.

Eğer onun miktarında bir miktar noksanlaşma olsa, noksan olduğu kadar borçtan düşülür. Yok

eğer noksanlaşmazsa, ondan hiçbir şey düşmez.

Kıymeti on dirhem olan bir koyunu on dirhem karşılığında rehin etmiş olsa, kıymetin borca eşit

olması, lâzım olan bir kayıttır. Çünkü eğer koyunun kıymeti borçtan fazla olursa, yine onun

derisinin bir kısmı da onun hesabına göre emanet olur. Koyun kesilmeden ölse, kıymetsiz bir şeyle

derisi tabaklansa, eğer tabaklanan şeyin bir kıymeti olursa, o zaman mürtehin tabaklamanın

getirmiş olduğu fazlalık kadar o deriyi hapsetme hakkına sahiptir. Koyunun ölmesiyle rehin batıl

olur mu? İki görüş vardır. Tabaklanan deri bir dirhem değerinde ise, o deri de bir dirhem

karşılığında rehindir. Ama bunun hilafına müşteri kabzetmezden önce satılan koyun ölmüş olsa,

derisi tabaklanmış olsa, meşhur görüşe göre satış deri miktarıyla avdet etmez. Rehin ile satış

arasındaki fark şudur: Rehin helâk ile takarrür eder. Satış ise, kabızdan önceki helâkle fesholur.

Rehin olan köle isyan ederek kaçsa, bu köle bir borç karşılığı ise, sonra köle dönmüş olsa, borç da

döner. Züfer buna muhalefef etmiştir.

Rehinin, çocuk, meyve, süt, yün, erş gibi ürünleri de rahinindir. Çünkü rahinin mülkünden

doğmuştur. O zaman o artış aslıyla beraber ona teban rehindir. Ama kazanç ve ücret gibi bir

menfaat bedeli olan şey, bunun hilafına rehin olmaz. Çünkü bunlar rehine dahil değildirler. Bunlar

rahinindirler.

Bunda asıl kaide şudur: Rehinin aynından tevellüt eden her şeyde rehinin hükmü caridir. Rehinin

aynından tevellüt etmeyen de ise, rehinin hükmü cari olmaz. Mecmaü´l-Feteva.

Adı geçen nema helâk olursa, karşılıksız helâk olmuştur. Çünkü kasti olarak akde dahil değildirler.

Hükmen de olsa nema (artan şey) baki kalırsa, yani mürtehin bu nemayı onun izni ile yemiş olsa,

yediği miktarın hissesi borçtan düşmez. Yedikten sonra asıl helak olsa, borçtan bir şey düşmediği

gibi. Yine onun hissesi ile rahine rücu eder. Zira borç her ikisinin kıymeti üzerine taksim edilir.

Kuhistanî.

Nema aslın helakinden sonra baki kalırsa, borçtan onun hissesi kadarla rehin çözülür. Çünkü rehini

çözmekle, o kasti olarak rehin olmuş olmaktadır. Tâbi olmak maksut olduğu müddetçe ona da bir

karşılık olur. O zaman borç nemanın rehinini çözdüğü günün kıymeti ve bir de aslın kabız edildiği

günün kıymeti üzerine taksim edilir. Borçtan da aslın hissesine düşen miktar kadar düşülür. Nema

da kendi hissesine düşen borçla çözülür. Meselâ, borç on dirhem olsa, aslın kabız günündeki

kıymeti on dirhem olsa, nemanın kıymeti de rehini çözdüğü gün beş dirhem olsa, o zaman aslın

hissesine on dirhemin üçte ikisi düşer ki bu da borçtan düşer. On dirhemin üçte biri de nemanın

hissesine düşer. Nemanın rehini de on dirhemin üçte biri ile çözülür.

Eğer rahin mürtehine artan şeyleri yemesi için izin vermiş olsa, yani arttıkça onu yemesini söylese,

mürtehine ödeme yoktur. Bunun zahiri, semenini yemesine de şamil gelir. Musannıf da bununla

fetva vermiştir. Ancak, yemenin hakikatini tahsis edecek bir nakil bulunursa, o zaman o nakle

uyulur. Mürtehin niçin ödemez? Çünkü onu, malikinin izni ile telef etmiştir. Mubah kılmayı şart ve

helâk olmaya yüz tutmakla tâlik edilmesi caizdir. Ama temlik bunun hilâfınadır. Bunu yemekle de

borçtan bir şey düşmez.

Cevahir´de şöyle denilmektedir: «Birisi bir evi rehin etse, mürtehine o evde oturmayı mubah kılsa,

mürtehinin oturması ile o eve halel gelse ve bir kısmı yıkılmış olsa, borçtan o yıkılmanın

karşılığında hiçbir şey düşmez. Çünkü rahin oturmasını mubah kıldığı zaman rehin ariye hükmüne

girmektedir. Hatta, rahin mürtehinin oturmasına mani olmak istese, mani olabilir.»

Muzmarat´ta da şöyle denilmiştir: «Adam bir koyunu rehin etse, mürtehine onun kuzusunu

yemesini, sütünü içmesini söylese, mürtehin üzerine bir ödeme yoktur. Rehin ettiği bahçenin

meyvesinden yemesine izin verse, hüküm yine böyledir. O zaman onun yemesi, rahinin yemesi

gibidir.»

Muzmarat sahibi daha sonra Tehzib´den şunu nakletmiştir: «Mürtehinin rehinden faydalanması,

rahin ona izin verse bile, mekruhtur.»


Musannıf diyor ki. Muhammed bin Eslem´den rivayet edilen, «Mürtehinin, sahibinin izni ile bile olsa,

rehinden menfaatlenmesi helâl değildir. Çünkü faizdir.» sözü de Tehzib´den rivayet edilen görüşe

dayandırılır.

Ben derim ki: Muhammed bin Eslem´in illeti olan «faizdir» sözü, o kerahetin tahrimi olduğunu ifade

etmektedir.

Rahin rehini çözmese, helâk oluncaya kadar olduğu gibi mürtehinin yanında kalmış olsa, o zaman

borç mürtehinin yemiş olduğu ziyadeleşen nema ile aslın kıymetine taksim edilir. Asla isabet eden

miktar borçtan düşer. Artan kısma isabet eden hisseyi ise mürtehin rahinden alır. Nitekim Hidaye,

Kafi, Haniye ve diğer kitaplarda olduğu gibi.

Cevahir isimli eserde şöyle denilmiştir: «Asıl kaide şudur: Rahinin izni ile yapılan telef bizzat

rahinin telef etmesi gibidir. Çünkü rahin mürtehini, itlafa yetkili kılmıştır.

Yine Cevahir´de şöyle denilmektedir: Eğer rahin mürtehine rehinden menfatlenmeyi mubah kılsa,

rahin onu kiraya verebilir mi? Veremez.

«Mürtehin onu kiraya vermiş olsa, kira müddeti dolsa, ücret onun mudur, rahinin midir? Eğer

izinsiz olarak kiraya vermiş ise, ücret mürtehinindir .Eğer izinle vermişse, malikindir. Rehin de batıl

olur.»

Yine Cevahir´de şöyle denilir: «Bir bağı rehin verse, mürtehin onu teslim alsa, sonra mürtehin bağı

sulaması ve bakımı için rahine verse, o zaman rehin batıl olmaz.»

Bir bağı rehin etse, mürtehine meyvesini mubah kılsa, sonra da o bağı satsa, mürtehin semeni

kabzetmiş olsa, bakılır: Eğer o meyve satıştan sonra meydana gelmişse, meyve müşterinindir. Eğer

satıştan evvel ise, rahin borcu ödediği takdirde rahinindir. Eğer rahin borcu ödememişse, o zaman

rehin olur. Onun satışı da ibahadan rücu olur. Çünkü ibaha rücuu kabul eder. Nitekim geçti.

Yine Cevahir´de şöyle denilmiştir: «Mürtehin rehin edilen araziyi ekse, eğer rahin faydalanmayı ona

mubah kılmışsa, hiçbir şey vermesi vacib değildir. Eğer rahin ona faydalanmayı mubah kılmamışsa,

mürtehinin ekinin toprağa getirmiş olduğu noksanlığı ve suyun tazminatını ödemesi lâzımdır,

isterse bu sulama mülk olan kanallardan olsun. Hıfzedilsin.»

Rahin rehin ettiği tarlaya, mürtehin,n izn, ile ekse veya ağaç dikse, lâyık olan, o yer,n yine rehin

olarak kalmasıdır. Rehin batıl olmaz.

Rehin başka bir,sinin istihkakı çıksa, mürtehin onun yerine başkasını rehin olarak talep edemez.

Ama rehinin bir kısmı başka birisinin istihkakı olsa, eğer ortak ise, geri kalan kısımda rehin batıl

olur. Eğer ifraz edilmiş ise, geri kalan kısımda rehin yine kalır. Geri kalan kısım borcun hepsi

karşılığında hapsedilir. Fakat kalan kısım helak olsa, borçtan onun hissesine düşen karşılığında

helâk olur.

Binasını başkasına kiraya verse, sonra o binayı aynı adama rehin etse, rehini sahih, icaresi batıl

olur.

Adam bir şeyi rehin olarak kabul etse, sonra onu rahinden kiralasa, icare batıldır.

Rehin olan köle kaçsa, ölmesi gibi, borç düşer. Kaçan köle tekrar dönse, kaçmakla fiyatına getirmiş

olduğu noksanlık, borçtan düşülür. Çünkü kölede firar etmek bir ayıptır.

İZAH

«Şırayı rehin verse ilh...» Bilinsin ki, rehin edilen şıra şarap olduğu takdirde rahin ile mürtehin

müslüman, veya ikisi de kafir veya rahin müslüman, veya yalnız mürtehin müslüman olabilir. O

takdirde bakılır: Eğer her ikisi de kafir iseler, rehin hali üzerine rehin kalır. O şarap ister sirke olsun,

ister olmasın. Kalan kısımlarda eğer şarap sirke olursa, hüküm yine böyledir. Eğer şarap

sirkeleşmezse, mürtehin onu sirke haline getirebilir mi? Bunda tafsilat vardır.

Eğer her ikisi müslüman veya yalnız rahin müslüman ise, o zaman şarabı sirke etmek caizdir. Zira

onun maliyeti her ne kadar şaraplaşmakla telef olmuşsa da, sirke yapmakla maliyetini iade ettirmek

mümkündür. O zaman bu, rehini cinayetten kurtarmak gibi olur. Müslümanlara göre rehin mahalli

olmadığı halde, şarabı sirke ettirmek müslümanlar hakkında caiz olursa, mürtehin olan kâfir için de

onu sirke yapmak evleviyetle caiz olur. Çünkü kâfir onun mahallidir.

Eğer yalnız rahin kâfir olursa, o zaman rahin rehini alabilir. Borç da olduğu gibi kalır. Çünkü şarap

maliyeti kâfirin hakkında mevcuttur. Müslüman mürtehin de onu sirke haline getirme hakkına sahip

değildir. Eğer sirke ederse, o şarabın sirke ettiği gününün kıymetini öder. Nasıl ki, bir müslüman,

zımminin şarabını gasp ederek onu sirke yapsa, sirke onun olur, şarabın sirke yaptığı gündeki


kıymetine de zamin olur. O zaman eğer borcun cinsi şarabın kıymetinin cinsinden ise takas vaki

olur. Eğer şarabın sirke yaptığı gündeki kıymeti borçtan az olursa, borçtan kalan kısmı müracaat

ederek rahinden alır. İnaye, özetle.

«On dirhem karşılığı rehin olur ilh...» Yani, on dirhem rehin olarak kalır. Rehin, sirkeleşerek yeniden

rehin vasfı kazandığı için rehin batıl olmamıştır. Bundan ötürü, bir şıra satın alsa, kabzetmeden şıra

şarap haline gelse, satış batıl olmaz. Çünkü şarabın sirke olma ihtimali mevcuttur. Dürer.

«Muteber olan ilh...» Şarih bu kavliyle Hidaye şarihleri ve diğerlerinin dediklerine işaret etmektedir

ki, Hidaye şarihleri ve diğerleri gibi musannıfın zikrettiği de, şıra sirke olmakla ölçüsünden hiçbir

şey eksilmemekle kayıtlıdır. Musannıfın «on dirheme eşit olsa» kavli de bir kayıt değil, ittifaken vaki

olan bir kavildir. Şıra sirke olduktan sonra ölçüsü hali üzere kalsa, fakat kıymeti noksanlaşmış olsa,

borçtan birşey düşmez, Çünkü fevt fevt olan yalnız şıralık vasfıdır. Ölçülen ve tartılan şeylerde

vasfın fevt olması ile deynden bir şey düşmez. Şu kadar var ki, rahin o zaman muhayyerdir. Nasıl ki,

rehin bilezik kırılsa, dilerse onu borcun hepsine karşılık noksan olarak çözer ve dilerse, o

noksanlığı mürtehine tazmin ettirir, onun kıymeti de İmameyn´e göre gene rehin olarak kalır. İmâm

Muhammed´e göre ise, onu noksan olarak çözer, veya onu noksan olarak borç karşılığında rehin

kılar. Kafi şerhinde de hüküm böyledir.

Eğer kıymeti noksanlaşmazsa, o zaman rahin muhayyer değildir. O zaman rehin olarak kalır. İtkani

ve İnaye..

«Ondan hiçbir şey düşmez ilh...» Çünkü narhın noksanlığına itibar edilmez. Nitekim yukarıda geçti.

«Koyunun kıymeti borçtan fazla olursa ilh...» Meselâ borç on dirhem olsa, koyunun kıymeti de yirmi

dirhem olsa, derisi de bir dirhem olsa, o zaman deri yarım dirhemle rehindir. Çünkü koyundan her

bir dirhem borcun yarım dirhemi karşılığındadır. O zaman deri yarım dirhemle rehin olmuş olur.

Koyun öldüğü takdirde etin karşılığı olan dokuz buçuk dirhem düşer.

Eğer koyunun kıymeti borçtan az olursa, meselâ koyunun kıymeti beş dirhem olsa, deri de bir

dirhem olsa, o zaman deri altı dirhemle rehindir. Bundan sonra deri de helâk olsa, bir dirhem

karşılığında helâk olmuş olur. O zaman mürtehin rahine borçtan kalan beş dirhemi almak üzere

müracaat eder. Bu bahsin beyanının tamamı Kifaye ve diğer kitaplardadır.

«Kesilmeden ilh...» Ama eğer kesimle ölürse, koyun tamamıyla mazmundur. T.

«Kıymetsiz bir şeyle tabaklansa ilh...» Yani toprak veya güneşle tabaklansa. Mirac. :

«İki görüş vardır ilh...» Bu görüşlerden birisine göre rehin batıl olur. Deri de tabakın ona getirdiği

fazla kıymetle rehin olur. Hatta o kıymeti rahin ödese, o deriyi alır. Çünkü deri hükmen ikinci bir

borçla rehin olmuştur. İkinci görüşe göre ise, rehin batıl olmaz. Çünkü bir şey ya kendi misliyle

veya üstün bir şeyle batıl olur. Kendisinden aşağı bir şeyle batıl olmaz. Burada ikinci rehin birinci

rehinden daha azdır. Çünkü derinin hapsi, tabak hükmüyle deriye muttasıl olan maliyetle istihkak

olunmuştur. Bu maliyet de deriye tabidir. Birinci rehin kendi başına asıldır ki bu borç karşılığında

rehindir. O zaman birinci rehin daha kuvvetlidir. İkinci rehinle ortadan kalkmaz. Yine ikinci rehin de

sabit olur. Çünkü onun reddi de mümkün değildir. Kifaye, özetle.

«Deri bir dirhem değerinde ise ilh...» Yani rehin akdi yapıldığı gün bir dirhem karşılığında ise. Ama

onun kıymeti eğer iki dirhem ise, o zaman deri iki dirhemle rehindir. Bu da şununla bilinir: Koyunun

bir canlı olarak, bir de derisi yüzülmüş olarak kıymetine bakılır. Eğer canlı olduğu vakit kıymeti on

dirhem, derisi yüzüldükten sonra dokuz dirhem ise, o zaman koyun rehin edildiği gün derinin

değeri bir dirhem olur. Koyunun soyulmuş kıymeti eğer sekiz dirhem ise, derinin kıymeti iki dirhem

olur. İnaye.

«Meşhur görüş üzerine ilh...» Bu meşhur görüş bütün ulemanın görüşüdür. Ulemadan bazısı kalan

kısımda rehin avdet ettiği gibi koyun kalan kısmında da satış avdet eder demişlerdir. İtkanî.

«Rehin helâkla takarrür eder ilh...» Çünkü mürtehin, rehinin helâki ile hakkını tam almış olur. O

zaman rehin akdi tekitlenmiş olur. Tabakla maliyet avdet ettiği zaman o maliyet yürürlükte olan bir

akde tesadüf eder. O zaman kalan kısımda rehinin hükmü sabit olur.

«Helâkle fesholur ilh...» Yani mebzinin helaki ile satış kendiliğinden bozulur, sonra da avdet etmez.

İtkanî.

«Borç da avdet eder ilh...» Ancak, firar etmenin köleye getirmiş olduğu ayıp kadar borçtan düşülür.

Nitekim bunun beyanı gelecektir. T.

Bazı nüshalarda da «rehin avdet eder» denilmiştir. Bazı nüshalarda ise, «Rehindeki borç avdet


eder» denilmiştir.

«O nema aslıyla beraber rehindir ilh...» O zaman rahin o nemayı alıkoyabilir. Borç da asılla neması

üzerine kıymetleri miktarınca taksim edilir. Ama nemanın rehinin çözülmesi vaktine kadar baki

kalması şartı ile. Eğer rehin çözülmezden önce nema helâk olursa, onun karşılığında borçtan hiçbir

şey düşmez. O nema sanki hiç olmamış gibi sayılır. Nitekim ileride bu izah edilecektir.

«Rehinin aynından tevellüt eden herşeyde ilh...» Erş (diyet) veya ukur gibi veya rehinin aynının

cüzlerinden bir cüzün bedeli olsa, o da rehindir. Hindiye.

«Karşılıksız helâk olur ilh...» Ancak erş değil. Çünkü erş, helâk olduğu takdirde onun karşılığı

borçtan düşülür. Çünkü erş kölenin bir cüzünün bedelidir. O zaman o erş o cüzün yerine kaimdir.

Kuhistanî´de de böyledir. H.

«Hükmen de olsa ilh...» Bu tamim musannıfın gelecek, «eğer rehini çözmezse» sözündeki

tasrihinin umumudur.

«Yedikten sonra asıl helâk olsa ilh...» Zahir şudur ki, şarih, «onun izni ile yemiş olsa» sözüyle

bunun aksini irade etmiştir. Yani asıl helakinden sonra yese. Yani asıl helâk olsa, meyve gibi bir

neması kalsa, sonra da onu yese, yediğine karşılık hiçbir şey düşmez. Eğer böyle irade olunmazsa,

bir şeyin kendi nefsiyle teşbih edilmesi lâzım gelir.

Kuhistanî´nin ibaresi ise şöyledir: «Rehinin aslı helâk olsa, hükmen de olsa neması kalsa, nemanın

hükmen kalması da rahinin veya mürtehinin veya bir yabancının izinle nemadan yemesi gibi, o

zaman yediğinin hissesinden hiçbir şey borçtan düşmez. O nemanın hissesi kadar rahine müracaat

ederek ondan alır. Nasıl ki asıl yenildikten sonra nema helâk olsa, o zaman da borç asılla nemanın

kıymetleri üzerine taksim olunur. Yediğinin kıymeti ile mürtehin rahine rücu eder. Bunların hepsi

Tahavi şerhindedir.»

«Onun hissesi kadarla rehin çözülür ilh...» Yani nemaya borçtan düşen hisse ile nemayı çözer. Eğer

aslın helakinden sonra nema da helâk olsa, karşılıksız olarak sanki hiç olmamış gibi gider. Asıl

rehinin gitmesiyle borcun hepsi de gider. Bu bahsin tamamı Gurerü´l-Efkâr´dadır.

«Tâbi olma maksut olduğu müddetçe ilh...» Yani mebiin yavrusu gibi. Çünkü o da mebiye tabi

olarak mebi olur. Onun semenden bir hissesi de olmaz. Ancak, bize göre kabızla kastedilirse, o

zaman onun hissesine de semenden bir pay düşer. Mirac.

«Nemanın rehinini çözdüğü günün kıymeti ilh...» Çünkü nema ancak çözmekle tazmin edilmiştir.

Zira eğer çözülmeden evvel helâk olursa, karşılıksız helâk olmuş olur. İnaye.

Aslın koabız edildiği günün ilh...» Zira asıl olan merhun mürtehinin kabzettiği gün mazmundur.

Nitekim bu geçti. İnaye.

«Bu da borçtan düşer ilh...» Yanı aslın helâki ile o düşer.

«Musannıf da bununla fetva vermiştir ilh...» Musannıfa, «Birisi bir bağı rehin etse, mürtehine de o

bağın meyvesini mubah kılmış olsa, mürtehin o meyveyi satmaya ve onu kendine mal etmeye malik

midir, yoksa yalnızca yemeye mi maliktir?» diye sorulduğunda, «Fukahanın kelamının zahirine

göre, mürtehinin mutlak tasarruf hakkı vardır. Zira fukahanın kavlinden maksat, onu veya onun

semenini yemesidir. Ancak bu sözün yemeye has olduğuna dair bir nakil bulunursa, o zaman yalnız

yiyebilir.» diye cevap vermiştir. Hamevi haşiyesinden özetle.

Bunun üzerine şu irad olunmuştur: Hakiki mânâ, zahir mânâdır. O meyveyi yemesi sözünden

umumu iddia etmek, delile muhtaçtır.

Ben derim ki: Şarih Cevahir´den naklen şunu zikredecektir: «Eğer rahin mürtehine merhundan

faydalanmayı mubah kılarsa, mürtehin rehini kiraya vereme.»

Sayıhani diyor ki: «Ben diyorum ki, zahir o!an şudur: Merhundan fazlalıkları yemek, ancak o

fazlalıkların kendisini yemektir. Onun bedelini yemek değildir. Bu da bedahetle herkese açık bir

şeydir.»

Evet, eğer o fazlalıklar yenilmeyen birşey olursa bu zahirdir. Nitekim Rahinin de bunu zikretmiştir.

«Malikin izni ile telef etmiştir ilh...» Bu kavilde şuna işaret edilmektedir: Eğer mürtehin malikin izni

olmadan o fazlalıkları telef ederse onu öder. Onun kıymeti koyunla birlikte rehin olur. Yine hüküm

böyledir, rahin mürtehinin izni olmadan telef etse, tazmin eder. İnaye.

«Talik edilmesi caizdir ilh...» Çünkü talik temlik değildir. İtkanî.

«Şart ilh...» Burada şart, rahinin «her ne zaman artarsa ye» sözüdür.


«Helâk olmaya yüz tutmakla ilh...» Bundan maksat, varlık ve yokluğu muhtemel olandır. Bu da şart

manasınadır.

«Kavle hamledilir ilh...» Yani Muhammed bin Eslem´in «helâl değildir» sözünden kerahet kastedilir.

«Muhammed bin Eslem ilh...» Muhammed bin Eslem, Minah´ta rehin kitabının başında geçen

Abdullah bin Muhammed bin Eslem´dir. H.

Ben derim ki: Rehin kitabının başında Minah´tan naklen takdim ettiğimizle diğer kitaplarda mevcut

olan benzeri görüşler burada olan hükme muvafıktır. Belki nüshalar değişiktir.

«Ben derim ki ilh...» Bu ifadenin zahiri izinle birlikte kerahetle verilen hükmü kabul etmektir.

«Ve faizdir ilh...» Bunun muktezası, onun mazmun olmasıdır. Ancak, biz rehin başlarında Minah´tan

bunun bütün muteber kitaplara muhalif olduğunu naklen takdim ettik. Bu meselenin tam beyanı da

orada geçti.

«Nemaya isabet eden ilh...» Meselâ, geçen misâldeki onun üçte biri, gibi.

«Bizzat rahinin itlafı gibidir ilh...» Öyleyse ona karşılık olan borç düşmez. Çünkü mürtehin üzerine

mazmun değildir. Ama mürtehinin elinde telef olan, bunun hilafınadır. Mürtehin onu tazmin eder.

«Ücret mürtehinindir ilh...» Tatarhaniye´de de şöyle denilmiştir: «Mürtehin rehini rahinden izinsiz

kiraya verse, gelir mürtehinindir. Ebu Hanife ve Muhammed´e göre, o geliri sadaka olarak verir. Onu

rahine iade etme hakkına da sahiptir.»

«Rehin de batıl olur ilh...» Hatta müstecirin yanında merhun helâk olmuş olsa, mürtehinin borcu

düşmez. T. Rehin de olmaz, ancak yeni bir akitle rehin olunur. Tatarhaniye.

Yine rahin rehini mürtehine kiraya verse, yukarıda geçtiği gibi bu rehin batıl olur.

«Mürtehin onu teslim olsa ilh...» Ama teslim almadığı zaman rehin tamam olmaz veya geçen hilaf

üzerine sahih olmaz. T.

«Satsa, mürtehin semeni kabzetmiş olsa ilh...» Çünkü satış caiz olduğu takdirde satılan merhunun

semeni rehin olur. Şu kadar var ki mürtehinin semeni kabzetmesi şart değildir. Çünkü her ne kadar

kabzetmese de o semen rehin olur. Nitekim biz bunu geçen babın başında takdim ettik. ´

«Eğer rehin borcu ödememişse ilh...» Yani kabzettiği mebiin semeni ile birlikte onun meyvesi de

rehin olur. T.

«Nitekim geçti ilh...» Yani yakında musannıfın, «Eğer rahin meyvesinden faydalanmaya izin verse,

sonra mani olsa, mani olabilir.» kavlinde geçti.

«Sulama mülk olan kanallardan olsun ilh...» Bu kavil müftabih olan görüşün hilafınadır. Çünkü

müftabih olan görüşe göre ancak kazanmakla malik olduğu şeyi tazmin eder. Nitekim sulama

kitabında geçti. Kanalların suyu ise kazanılarak mülk edilmez.

«Lâyık olan o yerin yine rehin olarak kalmasıdır ilh...» Haniye´de bu görüş kesin olarak zikredilerek

şöyle denilmiştir: «Rahin mürtehinin izni ile rehin ettiği toprağı ekse, veya ev ise içinde otursa,

rehin batıl olmaz. Ama mürtehin onu geri alma hakkına sahiptir. Rehin edilen nesne rahinin elinde

bulunduğu müddet içinde helâk olduğu takdirde mürtehin onu tazmin etmez.»

«Geri kalan kısımda rehin yine kalır ilh...» Çünkü ortaklık olmadığından kalan kısmı ibtidaen de

rehin etmek mümkündür.

«Kalan kısım helâk olsa, borçtan onun hissesine düşen karşılığında helâk olur ilh.» Her ne kadar

kalan kısmın kıymeti, borcun hepsini karşılasa dahi, yine borçtan hissesi kadar helâk olur. Nitekim

Haniyede olduğu gibi.

«Sonra rehin etse rehini sahih, icaresi batıl olur ilh...» Bu ifadenin zahirine göre kiralama yalnız

rehin akdi ile batıl olur. Halbuki öyle değildir. Belki kabız lâzımdır. Nitekim Kınye´de olduğu gibi.

Ama bunun aksine gelince, rahin rehini mürtehine kiraya verse, yalnız kira akdi ile rehin bozulur.

Yeni bir kabza da muhtaç değildir. Nitekim Bezzaziye´nin kelamı da bunu ifade eder. Şu kadar var ki

İmadiye´de icare için yeni bir kabız lâzım olduğu söylenmiştir. Hatta icare için kabız yenilenmeden

evvel helâk olsa, rehinin helaki gibi borç karşılığı helâk olur.

Bu da müşküldür. Çünkü İmadiye´de takrir edilmiştir ki, mazmunu başka birşeyle kabzetmek,

mazmun olmayan birşeyin yerine geçer. Bu bahsin tamamı Şerefü´l-Gazi´nin Eşbah haşiyesindedir.

Biz de İnaye´den naklen geçen fasılda kabzın yenilenmesinin şart olduğunu takdim etmiştik.

«İcare batıldır ilh...» Bu, o zaman, onu iare veya ida etmiş gibi olur. Öyleyse rehin akdi batıl olmaz.


BİR TEMBİH:


Ebu´l-Hasan el-Maturidi´den şu sorulmuştur: «Birisi evini belirli bir fiyatla bey-i vefa ile satmış olsa,

her ikisi de kabzetseler, sonra icarenin sıhhat şartları ile o evi müşteriden kiralamış olsa, kabzetse,

kira müddeti dolsa, onun ücret vermesi lâzım mıdır?» Şu cevabı vermiştir: «Hayır, ücret vermesi

lâzım değildir. Çünkü bize göre o rehindir. Rahin rehini mürtehinden kiralamış olsa, ücret vacip

değildir.» Hayriye.

Nihaye sahibi de Bezzaziye´den buna muvafık olanı nakletmiş ve birkaç defa bununla fetva

vermiştir. Bu bahsin tamamı onun meşhur Hamidiye fetevasındadır. Hıfzedilsin, çünkü bu çok vaki

olan bir meseledir.

«Kaçmakla fiyatına getirmiş olduğu noksanlık borçtan düşülür ilh...»

Kaçma sebebiyle kaçan kölenin kıymetinden noksanlaşan kısım, mürtehinin alacağından düşer. T.

Bunun borçtan düşmesi, köle ilk olarak kaçıyorsa öytedir. Nitekim illet de bunu bildirmektedir. Eğer

o köle bu kaçışından evvel yine kaçmışsa, borçtan hiçbir şey düşmez. Bezzaziye.

METİN

Musannıf zımnî artışı bitirdikten sonra şimdi kastî artışı zikredecektir:

Rehinde artış yapmak sahihtir. O artışın kıymetinde yine onun kabız günündeki kıymetine itibar

edilir. Borçta ise ziyade sahih değildir. İkinci İmâm buna muhalefet etmiştir.

Bunda asıl kaide şudur: Akdin aslına bir şeyi ilâve etmek, ancak ziyade, semen gibi kendisiyle akit

yapılanda veya mebi gibi üzerinde akit yapılanda tasavvur edilirse, mümkündür. Borçtaki ziyade

ise, bunların hiçbirisinden değildir.

Eğer bir köleyi bin dirhem karşılığında rehin etse, ama rehin olarak birincinin yerine mürtehine

diğer köleyi verse, her iki kölenin de kıymetleri bin dirhem olsa, birincisi rahine reddedilinceye

kadar rehindir. Mürtehin de diğer köle de emindir, ta ki ikinciyi birinci kölenin yerine kılana kadar.

Yani birinci köleyi rahine verdiği zaman ikinci köle rehin olarak mazmun olur.

Mürtehin rahini borçtan ibra etse, veya borcu hibe etse, sonra rehin mürtehinin elinde helâk olmuş

olsa, istihsanen karşılıksız helâk olmuş olur. Çünkü borç ibra veya hibe ile düşmüştür. Ancak,

mürtehin rehini sahibine vermez mani olursa, o zaman men etmekle gasıb olmuş olur.

Mürtehin rahinden veya mutatavvi (nafile olarak veren) gibi bir başkasından, alacağının hepsini

veya bir kısmını alsa, veya mürtehin alacağı ile rahinden başka bir nesneyi satın alsa, veya

mürtehin rahinle alacağı karşılığında bir şey üzerine sulh yapsa, çünkü sulh da istifadır, veya rahin

mürtehini borçla başka birisine hâvale etse, sonra da rehin mürtehinin elinde helâk olsa, borç

karşılığında helâk olmuş olur. O zaman mürtehin rahinin veya mutatavviin ödemesi suretinde, satın

alma veya sulh suretinde kabzettiğini kendisine ödeyene geri verir. Havale ise batıl olur. Rehin de

borç karşılığında helâk olmuş olur. Çünkü havale eda yoluyla ibra manasındadır. Hidaye.

Bu, sulhun batıl olmamasını ve borcun rehinin kıymetinden fazla olmamasını ifade etmektedir.

Kuhistanî. Yoksa, lâyık olan, ziyade miktarında havalenin batıl olmamasıdır. Geçen surette rehin

nasıl borç ile helak olursa, ikisi birbirini borcun olmadığı hususunda doğrularsa, yine rehin borç ile

helak olmuş olur. Çünkü onların birbirini doğrulaması borcun vücubunu vehmettirir. O zaman

borçla istekte bulunma bakidir. Ama ibra bunun hilâfınadır. Çünkü o borcu aslından düşürür.

Sahih rehinde bilinen her hüküm, fasit rehinde de hükümdür. İmadiye´de de olduğu gibi. İmadiye

sahibi diyor ki: «Kerhî, fasit rehinle kabzedilen rehine zaminiyet taallûk eder, demiştir.»

Yine İmadiye´de şöyle denilmiştir: «Râhinin mal olduğu her yerde onun karşılığı tazmin edilir.

Ancak, ortak bir malın rehini giibi, cevazın bazı şartları eksik olursa, o zaman tazmin edilmez.

Rehinin mal olduğu her yerde rehin münakit olur. Çünkü inikat şartı mevcuttur. Şu kadar var ki

burada rehin fasit sıfatla yapılmıştır. Satışlarda olan fesat gibi.»

Rehinin mal olmadığı herhangi bir yerde veya onun karşılığı olan şey mazmun değilse, rehin asla

münakit olmaz. Helâk olduğu takdirde karşılıksız helâk olur. Ama fasit rehin bunun hilafınadır.

Çünkü, fasit rehinde merhun helâk olduğu takdirde kıymetinden veya borçtan hangisi daha az ise,

onun karşılığında helâk olmuştur.

Ölen birisinin birçok alacaklıları olsa, mürtehin diğer alacaklıların hepsinden daha fazla hak

sahibidir. Sahih rehinde olduğu gibi.

Rehin olan bir şeyi rehin etmek batıldır. Nitekim biz bunu Vehbaniye´ye isnatta ariye bahsinde


yazdık

Vehbaniye´nin Muayat´ında şöyle denilmektedir: «Çözülmesi kastedilmeyen rehin hangi rehindir?

Cinayet işlediği nesne öldüğü takdirde diyetin yarısını veren cani hangi canidir?»

Vehbaniye´nin bu kavli, «Her can kazandığıyla rehin alınmıştır.» (Müddesir: 38) âyetinin tefsiridir.

İZAH

«MusannIf zımni ziyadeleşmeyi bitirdikten sonra ilh...» Ziyade rehinin nemasıdır. Şarihin zımniden

muradı da kasti olarak üzerine rehin akdi yapılmayan şeydir. T.

«Rehinde ziyade yapmak sahihtir ilh...» Meselâ, on dirhem değerindeki bir elbiseyi rehin etse, sonra

rahin asıl elbise ile birlikte on dirhem karşılığında rehin olmak üzere buna bir elbise daha ilâve

etse, bu ziyade sahih olur. İnaye.

«Yine kabız günündeki kıymetine itibar edilir ilh...» Yani ziyadenin kabız günündeki kıymetine itibar

edilir. Aslın kabız günündeki kıymetine itibar edildiği gibi.

«Borçta ise ziyadelik sahih değildir ilh...» Yani bundan murat rehin olan nesne, borçta yapılan

ziyadelikle mazmun değildir. Ama ziyade kendi nefsinde caizdir. Bu meselenin sureti şöyledir:

Birisi iki bin dirhem değerindeki bir köleyi bin dirhem karşılığında rehin etse, sonra köle her ikisi

yerine rehin olmak şartıyla, ikinci bir bin dirhem daha istikraz etmiş olsa, o zaman köle helâk olmak

şartıyla, ikinci bir bin dirhem daha istikraz etmiş olsa, o zaman köle helâk olduğu takdirde, iki bin

dirhem karşılığında değil, yalnız ilk aldığı bin dirhem karşılığında helâk olur.

Rahin mürtehine bin dirhem ödese ve bunu birinci aldığı bin dirhem yerine ödediğini söylese, o

zaman köleyi geri alma hakkına sahiptir. İtkani.

«Borçtaki ziyadelik ise bunların hiçbirisinden değildir ilh...» Belki borcun aslı bunların hiçbirisinden

değildir.

İnaye´de şöyle denilmektedir: «Borcun üzerinde akit yapılan şey olmadığı zahirdir. Ama onunla akit

yapılmamasına gelince, çünkü borç borç olma sebebiyle rehin akdinden evvel vaciptir. Ama rehin

bunun hilafınadır. Çünkü merhun üzerine akit yapılmıştır. Çünkü o rehin akdinden evvel

hapsedilmiş değildi. Akitten sonra da baki kalmaz.»

BİR TETİMME:


Uyun´da Muhammed´den naklen şöyle denilmiştir: «Adam iki köleyi bin dirhem karşılığında rehin

etse, sonra mürtehin, bunlardan birisine muhtaç olduğunu, onu kendisine vermesini söylese, o da

verse, diğer köle binin yarısı karşılığında rehin olur. Helak olduğu takdirde borcun yarısı helâk

olmuş olur, şu kadar var ki geri kalan köle ile rehini çözmeye kalksa, ancak bin dirhemle çözebilir.»

«Müstakil bir mesele olduğunu ifade etsin ilh...» Bu mesele, birinci merhunun diğer bir merhunla

değiştirilmesinin hükmünü beyan etmektedir.

«Her iki kölenin de kıymetleri bin dirhem olsa ilh...» Musannıfın burada kaydettiği gibi, Hidaye´de de

kaydedilmiştir. Halbuki bu kayıt ihtirazi değil, itifaki bir kayıttır. Çünkü Tatarhaniye´de Tecrid´den

naklen şöyle bir ifade vardır: «Birinci kölenin kıymeti beş yüz dirhem olsa, onun yerine vermiş

olduğu ikinci kölenin kıymeti de bin dirhem olsa, borç da bin dirhem olsa, birinci köle helâk olduğu

takdirde, bin dirhem karşılığında helâk olmuş olur. İkinci kölenin kıymeti beş yüz dirhem, birinci

kölenin kıymeti de bin dirhem olursa, ikinci köle mürtehinin elinde helâk olduğu takdirde beş yüz

dirhem karşılığında helâk olmuş olur.»

İşte bundan dolayı Haniye´de bu kayıt terkedilmiştir.

«İkinciyi birinci kölenin yerine kılana kadar ilh...» Çünkü birinci köle, ancak mürtehinin garantisi

altına kabız ve borçla girmiştir. Her ikisi de bakidirler. O halde, mürtehinin garantisi altından

çıkmaz. Borç baki kaldığı müddetçe, ancak bazı kabzı bozmakla çıkar. Birinci köle onun

garantisinde kaldığı müddetçe, ikinci köle onun garantisine girmez. Çünkü rahin ile mürtehin,

kölelerden birisinin garantisine girmesine razı olmuşlardır. Her ikisinin değil. O zaman birinci köleyi

rahine geri verdiği zaman, ikinci köle garantisi altına girer.

Sonra bazı âlimler, ikinci kölenin mürtehinin garantisine girmesi için kabzın yenilenmesinin şart

olduğunu söylemiştir. Çünkü mürtehinin mâlikiyeti ikinci köle üzerinde emanet mâlikiyetidir.

Rahinin malikiyeti ise, borcu tam ödeme ve tazmin etme mâlikiyetidir. O zaman, kabız

tazelenmedikçe, ikinci köle birinci kölenin yerine kaim olmaz. Bazı âlimler de, kabzın yenilenmesi

şart değildir demiştir. Bu bahsin tamamı Hidaye´dedir.


Kuhistanî, birinci görüşün Kadıhan´a göre muhtar olduğunu zikretmiştir. UIemadan bazıları da

Hidaye sahibinin ikinci görüşü seçtiğini söylemişlerdir. Bu ifadenin gereği, birinci kavlin tercih

edilmesidir.

«Sahibine vermez mani olursa ilh...» Yani, rehinin sahibi olan rahin nesneyi mürtehinden talep

eder, o da vermeyip mani olursa, men etmesinden sonra helâk olduğu takdirde, mürtehin gasıb olur.

«Çünkü ilh...» Zira satın alması bir nesne üzerinde sulh yapması hakkını tam almasıdır. İnaye. Yani

bir karar üzerine olursa, o zaman istifa olur. Çünkü alacaklının üzerine onun misli ya safın alma

veya o borçtan ötürü vacip olur. Kifaye. Yani takas yoluyla o düşer.

«Başka birisine ilh...» Rahinin ister havale edilen kimseden alacağı olsun, ister olmasın. Bu görüş

ifade ediyor ki, havaleden sonra rahin mürtehinden rehini alabilir. Nitekim Ziyadat kitabının bir

yerinde de böyledir. Ziyadat kitabının diğer yerinde de havaleden sonra rahin mürtehinden rehini

alamaz denilmiştir. Kuhistanî.

«Borç karşılığında helâk olmuş olur ilh...» Fark nedir? İbra, borcu aslından iskat eder. Nitekim

musannıf da bunu takdim etti. Ama istifa ile borç düşmez. Çünkü kesindir ki, borçlar bizzat

kendileriyle değil, emsali ile ödenirler. Çünkü borç zimmette bir vasıftır. Onun edası mümkün

değildir. Şu kadar var ki, borçlu ödediği takdirde alacaklının üzerine ödediğinin mislini alması

vaciptir. O zaman da mutalebe düşer. Çünkü mutalebede bir fayda kalmaz. Rehin ondan sonra

helâk Olduğu takdirde, birinci hükmî istifa takarrür etmiştir. İkinci istifa ise iki kere almaması için

nakzedilir.

«Kabzettiğini kendisine ödeyene geri verir ilh...» O zaman ödediği de teberru olarak ödeyen

kimsenin mülküne döner. Asıl borçluya değil. Haniye.

«Satın alma veya sulh suretinde ilh...» Minah ve Dürer´de de böyledir. Benim burada bir mütalaam

vardır. Zira, alış veya sulh suretinde mürtehinin kabzettiği satılan veya üzerinde sulh yapılan

nesnedir. Nihaye, İnaye ve Gayetü´l-Beyan´da da tasrih edilmiştir ki, bu her iki surette rehin helâk

olduğu takdirde mürtehine kıymetini vermesi vacip olur. Fukaha nesnenin reddedilmesi vaciptir

dememişlerdir. Böyle söylememeleri satın alma ve sulhun bozulmamasını gerektirir. Bunun

sarahatle ifade edildiğini Sadiye´nin haşiyelerinde gördüm. Bunun veçhi de zahirdir. Çünkü satın

alma veya sulh ivazlı akittir. Artık rehinin helaki ile rehin akdinin butlanı nedir? Ama eda ve havale

ile istifası bunun hilafınadır. İşte alîm ve fettah olan Allah´ın fazlından bana zahir olan budur.

«Rehln de borç karşılığında helâk olmuş olur ilh...» Musannıfın yukarıda geçtiği halde burada tekrar

etmesinin sebebi, illeti bu kavil üzerine bina etmek içindir.

«Çünkü ilh...» Çünkü havale akdi eda yoluyla ıskat değil, ibra manasınadır. Hidayetin bazı

nüshalarında da havale akdi beraat manasınadır denilmiştir. Beraat denilmesi ibradan daha açıktır.

Velhasıl, Kifaye´de de olduğu gibi, havale borcu düşürmez. Şu kadar var ki, havale edilen kişinin

zimmeti havale eden kişinin zimmeti yerine kaim olur. Bundan dolayı havale edilen kişi müflisen

öldüğü takdirde borç havale eden kimsenin zimmetine geri dönmez.

«İfade etmektedir ilh...» Yani musannıfın butlanı havale ile kaydetmesi şunu ifade eder: Sulh batıl

değildir. Biz de Sadiye´den naklen bunun açıklamasını verdik. Hidaye şarihlerinin kelamlarının

muktezası da budur. Her ne kadar musannıfın geçen kelamının muktezasının hilafına ise de. Satın

alma şıra da sulh gibidir.

«Borcun ilh...» Bu kavil Kuhistanî´nin zikrettiği talilden çıkarılır. Kuhistanî´nin ibaresi şöyledir:

«Rehinin helâki ile havale batıl olur. Çünkü mürtehinin istifası hasıl olmuştur. Nitekim Nazm ve

diğerlerinde de böyledir. İşte bu borcun rehinin kıymetinden fazla olmamasını bildirmektedir. Yok,

borç rehinin kıymetinden fazla ise, o zaman kıymetten fazla olan kısım için havale batıl olmaz.

Çünkü tam istifa tahakkuk etmemiştir. Şunu da ifade etmektedir ki, sulh batıl olmamıştır. T.

Ben derim ki: Şarih icare kitabının başında şunu takdim etti ki, musannıf, «Bir şeyin cüzünde akit

fesat olursa, o şeyin tamamında akit fasit olur» kaidesine dayanmıştır.

«Rehin borç ile helâk olmuş olur ilh...» Evla olan, borç kelimesini düşürmektedir. Çünkü şarihin

daha önceki «Rehin borç karşılığında helâk olur.» sözü buna ihtiyaç bırakmamaktadır.

«Borcun vücubunu vehmettirir ilh...» Çünkü rehin, borcun varlığı vehmedildiğinde yine

mazmundur. Vadedilen borçta olduğu gibi. Onların borcun yokluğu üzerine birbirini

doğrulamalarından sonra borcun varlığı üzerine birbirini doğrulamaları ihtimali kaldı. O zaman

mutalebe (karşılıklı istek) bakidir. Helâk olduğu takdirde borçla helâk olmuş olur. Ama ibra bunun

hilafınadır. Çünkü borç ibra ile düşmüştür. Dürer.


Şu kadar var ki Tebyin ve diğerlerinde Şemsü´l-Eimme´nin Mebsut´undan naklen şöyle

denilmektedir: «Rehinin helâkinden evvel borcun olmadığı üzerine birbirini doğrularlar, sonra rehin

helâk olursa, emanet olarak helâk olmuş olur. Çünkü rahin ile mürtehin birbirlerini

doğruladıklarında borç aslından mündefi olmuş olur. Rehinin tazmin edilmesi ise borç olmadan

kalmaz.» İsbicabi de Mebsut´tan nakledilenin doğru olduğunu zikretmiştir. Hidaye sahibi de her iki

surette helâk olduğu takdirde mazmunen helâk olduğunu ihtiyar etmiştir.» Sadiye.

«Fasit rehinde de hükümdür ilh...» Yani hayatta da, ölümde de. Rahin eğer akdin fesadı hükmü ile

rehin akdini bozsa, mürtehinden merhunu geri almak istese, mürtehin o merhunu rahinin kabzettiği

borcu ödeyene kadar yanında alıkoyabilir.

Rahin ölse, üzerinde birçok borç olmuş olsa, mürtehin o alacaklılardan hepsinden evlâdır. Bu

hükümler, eğer fasit rehin borçtan evvel olursa böyledir. Eğer fasit rehin akdi rahinin üzerindeki

daha evvelki borçtan dolayı olmuşsa, o zaman mürtehin rehini hapsetme hakkına sahip değildir.

Çünkü o rehini bu malın karşılığında almamıştır. Rahinin ölümünden sonra da diğer alacaklılarla

eşittir. Çünkü onun mahalli üzerine hak edilmiş bir malikiyeti yoktur. Ama sahih rehin bunun

hilafınadır. İster evvel, ister sonra olsun. Bu bahsin tamamı İmadiye, Zahire ve Bezzaziye´dedir.

«Ödeme taalluk eder ilh...» Bunun doğrusu «taalluk etmez»dir. Çünkü Kerhhi´den İmadiye ve diğer

kitapların naklettiğine göre, helâk olduğu takdirde emanet olarak helâk olmuştur.

Zahire´de şöyle denilmektedir: «İbn-i Semae Muhammed´den şunu rivayet etmiştir: «Mürtehin fasit

akitle elinde bulunan merhunu hapsedemez. Çünkü hapsetse; günahta ısrar etmiş olur.» Şu kadar

var ki, zahiri rivayette olan daha esahtır. Çünkü rahin rehini bozduğunda masiyet ortadan

kalkmıştır. O zaman mürtehinin, hakkını elde etmesi için merhunu elinde tutması günahta ısrar

değildir. Çünkü rahine kabzettiği paranın teslimi için cebredilir. Kaçındığı takdirde isyan üzerinde

ısrar etmiş olur. Görülmüyor mu ki, fasit bir alışta müşteri aldığı şeyi ödemiş olduğu semeni geri

alana kadar elinde tutar.» Özetle.

«Rehnin mal olmadığı herhangi bir yerde ilh...» Müdebber ve ümmül veled gibi. Çünkü rahin bunları

rehin ettiği takdirde bunları mürtehinden alabilir. Çünkü bunlar mal değildirler ve bunların rehini

batıldır.

«Karşılığı olan şey mazmun değilse ilh...» Meselâ bir zımmi, bir malı müslümanın şarabı

karşılığında rehin verse, o zaman rahin, rehin ettiği nesneyi mürtehinden alır.

Camlü´l-Fusuleyn´de ise şöyle denilmiştir: «Bu iki şarttan birisi rehinde bulunmazsa, rehin münakit

olmaz.»

«Rehin olan birşeyi rehin etmek batıldır ilh...» Yani rehini, rahin veya murtehin izinsiz olarak rehin

etseler, batıldır. Ama eğer izinle verirlerse, ikinci rehin sahih, birincisi batıl olur. Biz bunun beyanını

rehinde tasarruflar babında takdim ettik.

«Ariye bahsinde yazdık ilh...» Zira şarih ariye bahsinde «rehin de vedia gibidir» demiştir. Musannıf

da ariye bahsinde «ariye olunan bir nesne vedia gibi ne icare, ne rehin verilebilir» demiştir. T.

«Hangi canidir ilh...» H. diyor ki: «Yani hangi canidir ki, cinayet yaptığı kişi ölse, diyetin yarısı cani

üzerine vaciptir? Yaşasa, diyetin tamı vacip olur? Cevabı şudur: Sünnetçi sünnet ederken, çocuğun

sünnet yerini kesse, eğer çocuk ölürse çocuğun diyetinin yarısı üzerine vaciptir. Eğer çocuk

yaşarsa, diyetin hepsi vaciptir. Kölede de böyledir. Yani kıymetinin yarısı veya tamamı vaciptir.

Çünkü telef mezun olunan birşeyle hasıl olmuştur ki bu da deriyi kesmektir. Bir de mezun

olunmayan şeyle hasıl olmuştur ki bu da uzvun başını kesmektir.»

Mesele işçinin zaminiyeti babında geçti. Kasame babından hemen önce de gelecektir.