rray
neslinur
Thu 4 February 2010, 08:46 pm GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Mezun
MEZUN KİTABI
ÇOCUĞUN TASARRUFLARI VE ÇOCUK ÜZERİNDE VELÂYETİ OLANLARIN DERECELERİ BAHSİ
MEZUN KİTABI
METİN
İzin kelimesi sözlükte bildirmek ve haber vermek anlamına gelir. Bir terim olarak ise ticarî konuda
hacri kaldırmak demektir. Çünkü izinli kölede ticaretten başka konularda hacr kaldırılmaz. İbn
Kemâl.
İzin, hakkı düşürmektir. Eğer mezun köle ise hakkı düşüren efendidir. Yok eğer çocuk ise, hakkı
düşüren onun velisidir. İmam Şafiî ve İmam Züfer´e göre ise, izin şeriatta vekâlet vermek ve kendi
yerine geçirmek demektir.
Hacri kaldıran köle kendi nefsî için ehliyeti ile tasarruf edebilir. Onun bu tasarrufu bir süre ile
sınırlandırılmaz. Ve bir çeşit ile de tahsis edilmez. İşte bu görüş, musannıfın «hakkı düşürmektir»
sözünün ayrıntısıdır. Yani üzerindeki hak düşürülen kimse, kendi başına tasarruflarda bulunabilir.
Taahhüd ile de efendisine rücu edemez. Çünkü efendisi onun hacrini kaldırmıştır.
O halde eğer kölesine bir gün veya bir ay izin vermiş olsa. -musannıfın bu sözü onun hacrini
kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır- o köle mutlaka üzerine hacr konulana kadar mezun olur. Zira
düşürülen şeyler belirli bir süre ile sınırlanmazlar. Bir türle de tahsis edilmez. O halde kölesine bir
çeşit izin vermiş olsa, ticaretin bütün çeşitlerinde izin vermiş olur. Zira ona izin vermekle üzerindeki
ticaret hacrini kaldırmış. vekâlet vermemiştir.
Bilinmiş olsun ki, bir nevi tasarrufla izin vermek ticarete izindir. Şahsî tasarrufla izin vermek ise
istihdamdır.
İzin, delâleten de sabit olur. Meselâ efendisi kölesinin bir yabancının malını sattığını görse, sussa,
bu delâlet yoluyla izindir. Ama efendisi kölenin kendi malını sattığını görse, lisanı ile izin verinceye
kadar caiz olmaz. Bezzâziye, Dürer, Hâniye´den.
Şu kadar var ki Zeylâî ve diğer âlimler efendinin malı ile yabancının malını eşit tutmuşlardır. Yani bir
köle efendisinin malını satarken efendisi görse, müdâhale etmese, bu delâlet yoluyla izindir.
Yabancının malını sattığını görüp susması gibi. Efendinin malı ile yabancının malının eşit olduğunu
İbni Kemâl ve Mülteka sahibi de kesin bir biçimde söylemişlerdir.
Bu görüş Şurunbulâliye´de şu sözle tercih edilmiştir: «Metin ve şerhlerde olan hükümler fetvâ
kitaplarında olandan daha uygundur.» Hatırda tutulsun.
O zaman köle istediğini alır ve efendisinin susması da izindir. Ancak kölenin efendisi hâkim olursa,
o zaman efendinin susması, onun malında da mezun olduğunu gösterir. Eşbâh. Şu kadar var ki,
efendisinin gördüğü o şeyin satış veya alışında mezun olmaz. Yani efendisi adına o malın satımı
nafiz değildir. Çünkü bu takdirde kölenin mezun olmadan önce mezun olması lazım gelir. Bu da
bâtıldır.
Ben derim ki: Şu kadar var ki, Kuhistânî, Zâhire´ye nisbetle efendi-in malını alışla değil, satışla
kaydetmiştir. Onun satıcı sahih olduğu gibi alışı da sahih olur. O zaman birinci mebi ile alınan mal
arasında farka ihtiyaç olur ki, söz konusu mebî hakkında köle mezun olmamaktadır. Ama aldığı şey
hakkında mezun olmaktadır. Allahu Teâlâ muvaffak kılsın.
İZAH
Musannıf bu konuyu hacrden sonra zikretmiştir. Zira izin, daha önce hacrin bulunmasını gerektirir.
«Sözlükte izin; bildirmek ve haber vermek anlamındadır ilh...» Musannıf izni, ilâm kelimesi ile tefsir
etmekte Zeylâî ve Nihâye´ye uymuştur.
Turî de şöyle demektedir: «Şeyhülislâm, Mebsût adlı eserinde şöyle der: «izin sözlükte, serbest
bırakmaktır. Zira izin men manâsına gelen hacrin zıddıdır. O zaman izin bir şeyden diğer bir şeye
serbest bırakmaktır.»
Nihaye´de de şöyle denilmiştir: «İzin bir şeyde hacredilen kimse için engeli kaldırmak anlamına
geldiği gibi hacredildiği şeyde de onun serbest olduğunu bildirmektir.»
Nihâye, Zeylâî´nin «izin ilâmdır. Ezân´ın ilâm manâsına gelmesi de bundandır» sözünü uzak
görmüştür. Çünkü izin, «Şuna izin vermiştir» kelimesinden alınmıştır. Ezân ise «şunu ilâm etmiştir»
anlamına gelen ezzene´den gelmiştir.
Ebussuud da şöyle demiştir: «Kadızâde, Tekmile´de. «Ben hiç lugat kitaplarında iznin ilâm
anlamına geldiğini görmedim» demiştir.»
«Mezun olan kölede ilh...» Uygun olan köle sözünün düşürülmesidir. Zira hüküm çocukta ve zayıf
akıllıda da böyledir. H.
«Ticaretten başka konularda ilh...» Yani evlenmek, cariye almak, borç vermek, hibe ve benzeri
şeylerde mezun köleden hacr kalkmaz.
«Hakkı düşürmektir ilh...» Bu söz. «Şeriatte hacri kaldırmaktır» sözünün tefsiri gibidir. Açıktır ki,
çocuk ve zayıf akıllıda hakkın düşürülmesi yoktur. Sadiye.
Şu kadar var ki İbni Kemâl şöyle demiştir: «Yani mevlânın hakkını düşürmek değil, men hakkını
düşürmektir. Zira mevlânın hakkının köleye izine tahsis edilmesi geçerli değildir. Çünkü efendinin
hakkı izinle köleden düşmez. Bundan ötürü de aşağıda geleceği gibi efendi kölesinin kazancından
zorla alır.»
«İmam Şâfiî ve İmam Züfer´e göre ise, izin şeriatta vekâlet vermek ve kendi yerine geçirmektir.» Bu
ihtilafın semeresi ileride gelecektir.
«Köle tasarruf edebilir ilh...» Musannıfın bu sözü manâ üzerine atıftır. Sanki musannıf efendi
kölesine izin verdiği zaman köleden hacr kalkar, ondan sonra köle tasarruf eder ilh... demek
istemiştir. İbni Kemâl.
«Köle ilh...» Musannıf bu beyânı köle ile niçin tahsis etmiştir? Çünkü onda hâl gizlidir. Yoksa,
buradaki hüküm köle, çocuk ve zayıf kıt akıllı (ma´tûh) arasında ortaktır. İbnî Kemâl.
«Kendi nefsi için ilh...» Yani vekâlet yoluyla efendisine tasarruf etmiş değildir. Kuhistanî.
Kendi nefsine tasarruf ettiğinde aldığı şeyin kendisinin olması da lazım gelmez. Çünkü köle
tamomıyla efendisinin mülküdür. Onun mülkiyeti tasarruf ettiği şeyde güç olduğu takdirde efendisi
o mülkte onun yerine geçer. Şurunbulâliye.
«Ehliyeti ile ilh...» Zira köle, köle olduktan sonra da yine tasarruf ehlidir. Çünkü tasarrufun rüknü,
şer´an muteber bir sözdür. Çünkü mümeyyizliğinden ve mahallinden sadır olmuştur. Tasarrufun
mahalli ise, hukukun iltizamı için elverişli bir zimmettir. Rükün ve malâh de kölelikle yok olmaz. Zira
bunlar insanların değerlerindendir. O da kölelikle insan olmaktan çıkmaz. Ancak şu kadar var ki,
efendinin hakkının onun rakabesindeki bir borç sebebiyle bâtıl olmaması için onun üzerine hacir
konulmuştur. Çünkü onun kölelik yüzünden zimmeti zayıftır. Hatta onun zimmetinde kölelikle
meşgul olduğu sürece mal da vacib olmaz. Efendisi ona izin verdiği takdirde onun üzerindeki
hakkını düşürmüş köle kendi asıl ehliyeti ile tasarrufda bulunmuş olur. Zeylâî.
«Bir çeşitle de tahsis edilmez ilh...» Bir yerle de tahsis edilmez. Kuhistânî.
Tatarhâniye´de şöyle denilmektedir: «Bu hüküm. eğer izin hacir altındaki bir köleye verilmişse
böyledir. Ama izin bir mezun köleye ikinci kez verilmişse. bu tahsis olunur. O halde köleye izin
verilse, sonra ona bir miktar para verilerek onunla yiyecek alması söylense, köle de bir köle alsa,
aldığı köleyi kendisi için almış olur. İmam Muhammed bunu kesin bir ifadeyle söylemiştir.»
«Bu söz musannıfın «hakkı düşürmektir» sözünün ayrıntısıdır ilh...» Çünkü düşürmeler sınırlamayı
kabul etmez. Boşama ve azad gibi. Nitekim ileride gelecektir. Eğer izin hakkı düşerse, artık efendi
köleyi nehyetmeye mâlik olamaz, denilmesin. Zira biz diyoruz ki, mevcut olmayan bir hakkı
düşürmek değildir. O zaman nehyetmek de mevcut olmayan bir şeyi düşürmekten imtina etmek
olmaz. Zeylâî.
«Kefâlet ile de efendisine rücu etmez ilh...» Yani tasarruf hakkı ile semenin talebi gibi diğer şeylerle
efendisine rücu edemez. Kuhîstanî.
«Hacrinî kaldırmıştır ilh...» Bunun açık anlamı, musannıfın «rücu etmez» sözü, «hacrini
kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır. Kuhistanî de bu sözü «kölenin tasarrufu kendi nefsi içindir»
sözünün ayrıntısıdır.
«Bu sözü, «onun hacrini kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır ilh...» Bunda bir görüş vardır. Açık olan,
bu ayrıntının ayrıntısıdır. O ayrıntıda «Bir süre ile sınırlanmaz» sözüdür. Nitekim illet de bunu
gösterir.
«Düşürülen şeyler belirli bîr süre ile sınırlanmazlar ilh...» Çünkü düşürmeler sürelerle sınırlandığı
takdirde vukuu anında dağılır.
«Bir çeşide izin vermiş olsa ilh...» İster o çeşittten başkasında sükût etsin ister açık bir ifade ile
nehyetsin. Meselâ açık bir ifade ile bez almasını söyleyerek başkasından nehyetmesi gibi.
Tatarhâniye, Muz-marat´tan.
«Zira izin vermekle üzerindeki ticaret hacrini kaldırmış, vekâlet vermemiştir ilh...» Musannıf
yukarıda geçtiği halde, bizimle Şâfiî ve Züfer arasındaki ihtilâfın semeresine dikkat çekmek için
tekrar etmiştir. Anla.
«Bilinmiş olsun ki ilh...» Minâh´ta şöyle denilmektedir: «Tahsisten maksat istihdam olduğu zaman
bir şey ifade etmez. Zira eğer tahsis izin olmuş olsa, köleyi istihdam kapısı kapanır. Zira bir kimse
iki fulusa bakla alması için kölesine izin verirse, bu ticaretle izin vermek demektir. O zaman onun
rakabesini kapsayacak ölçüdeki borçlarla ikrar etmesi de sahih olur. Halen de alınması gerekir. O
halde, hiç kimse şiddetle ihtiyacı olduğu bir şeyde bile kölesini istihdam etmeye cesaret edemez.
Zira genellikle köleler az şeylerin satın alınmasında istihdam edilir. O zaman istihdamla ticaret izni
arasını ayıracak bir sınır gerekir. Bu sınır şudur: Adam kölesine mükerrer tasarrufla açıkça izin
verir. Mesela kölesine «Bana bir kumaş al ve sat» veya «Şu elbiseyi sat, onun fiyatı ile bir şey al»
der. Veya meselâ, «Bana her ay kâr ver» veya «Bana bin lira öde, hürsün» demesi gibi
tasarruflarına delâleten izin verir. Çünkü bunda köleden bir mal talep etmiştir. Mal da ancak kölenin
kesbi ile hasıl olur. İşte bu da delâleten tekrardır. Veya kölesine «sen boyacılık veya çamaşırcılık
yap» demesi de delâleten tekrardır. Çünkü gerekli olan bir şeyin şırası için vermiştir. Bu da
çeşitlerden bir çeşittir. Yukarıda zikredilen amelin tekrarıyla tekerrür eder. O zaman onun bu
tasarrufla izni köleye ticaret ile izindir. Ama eğer kölesine mükerrer olmayan bir tasarrufla izin
verse, evine ekmek veya yiyecek olması gibi, bu izin olmaz. Nitekim biz bunu zikrettik.»
Bu açıklamalar Bezzâziye´de de belirtilmiştir. «Bir köle bir malı gasbetse, efendisi de gasbettiği
malı satmasını emretse, efendisinin bu emri ticaret izni olur. Halbuki bu izin mükerrer bir akitle izin
de değildir. Yukarıda zikredilen asıl bununla bozulmaktadır» denilse, biz deriz ki. buna şu şekilde
cevap verilir: Efendinin kölesine gasbettiği bir şeyi satmasını emretmesi, delâleten mukerrer akitle
izindir. Bu delâleten izinle sabittir. Çünkü efendinin gasbedilen malın satılması ile tahsis etmesi
bâtıldır. Çünkü efendinin gasbedilen mal üzerinde velâyeti yoktur. İzin de efendiden açıkça sadır
olmuştur. O zaman, sınırlama bâtıl olmuş, mutlak ifade açığa çıkmış bulunur.
Hidâye´nin sözü de işaret etmektedir ki, ticaret izni ile istihdamı ayıran fâsıl çeşit tasarrufu ile şahsî
tasarruftur. Çeşit tasarrufu ile izin vermek ticaretle izindir. Ama şahsî tasarrufa izin vermek ticarete
izin» sayılmaz. İnâye´de de böyledir. Düşünülsün. Vikâye´nin ifadesi de bunu gösterir.
«İzin delâleten de sabit olur ilh...» Hakâik´te şöyle denilmiştir: «Efendinin susması, susması
sırasında izni nefyedecek bir şey geçmediği takdirde ancak, izin olur. Meselâ efendi «Benim
kölemin ticaret yaptığını gördüğünüz zaman.» dese ve sussa.,yine âlimlerin ittifakı ile, köle ticaretle
mezun olmaz.»
«Efendisi kölenin bir yabancının malını sattığını görse ilh...» Zeylâî şunu ifade etmiştir: «Birisi bir
yabancının kendi malını sattığını görse ve sussa, onun susması ona izin olmaz. Veya birisi
sahibinin gözü önünde malını telef etse, sahibi de sussa, yine hüküm böyledir. Malını telef eden
kimseden tazmin etmesini taleb etme hakkı vardır.»
Fûzaladan bazıları, «Bu ifade ile birlikte Fûsil-i İmâdiye´nin otuz üçüncü faslında olan ifadeye
bakılsın» demişlerdir. O ifade şudur: «Birisi diğerinin tulumunu yarsa ve tulumun içinde olanı
emse. sahibi de sussa, onun susması rıza sayılır.»
Allah´ım, sen bizi sorumlu tutma. Fûsul-i İmadiye´de olan ancak telafisi mümkün olmayan bir telefe
hamledilir.
«Bezzâziye ilh...» Bezzâziye´nin ifadesi aynen şöyledir: «Birisi kölesinin alışveriş yaptığını görse,
sussa, bu izindir. Ancak eğer ondan nehyetmezse. Şu kadar var ki, eğer efendisinin malından
satıyorsa, sözlü olarak izin verinceye kadar onun satışı caiz değildir.»
«Dürer, Hâniye´den ilh...» Hâniye´nin ifadesinde çelişki vardır. Zira Hâniye sahibi konunun baş
tarafında «Efendi kölesini mâlikin bir malını satarken görse ve sussa, onun susması izin olmaz»
demiştir. Birkaç satir sonra da, «Onu kendi dükkânında görse, köle birçok malı satıncaya kadar
sussa, onun bu susması izin olur. Ancak susmasından önce kölenin satışı efendi için nâfiz olmaz»
daha sonra da, «Birisi diğer bir adamın kölesine satması için mal vermiş olsa. o da satarken
efendisi görse ve nehyetmese, onun nehyetmemesi ticaretle izin olur. Mal sahibi için de kölenin
satışı caiz olur» demektedir. Hamevî.
Ben derim ki: Hâniye´nin ifadesinde çelişki yoktur. Zira onun birinci sözünün anlamı, efendinin
sustuğu satışta ona izin olmaz, bu satış efendi için nâfiz olmak demektir. O satıştan sonra her ne
kadar ticaretle mezun olsa dahi. Nitekim bu birinci sözü ikinci ve üçüncü sözü tefsir etmiştir. Ama
yabancının malında satımının nâfiz olması do ancak ecnebinin ona izin vermesindendir. İşte bu da
Bezzâziye´de olan ifadenin anlamıdır. Bizim bu dediğimize Birî´nin şerhinde Bedâyî´den nakledilen
«Adam kölesinin alışveriş ettiğini görse, sussa, bize göre köle mezun olur. Ancak susmanın
tesadüf ettiği satımda değil. Alış ise bunun aksinedir» ifadesi de delâlet etmektedir.
Sonra ben Allâme Tûrî´nin de Bedâyî ve başkalarının ifadeleriyle istidlâl ederek sözleri bu şekilde
telif ettiğini gördüm.
Allâme Tûrî sonra Zeylâî´ye itiraz ederek şöyle demiştir: «Kölenin sattığı şeyde fark yoktur. İster
efendisinin, ister başkasının malı olsun. İster izniyle olsun, ister izinsiz olsun. İster bey´i sahih, ister
fasit olsun. Hidâye sahibi de bu şekilde zikretmiştir.
Kadıhan da şöyle demektedir: «Efendi kölesinin mâlikin arpalarından bir malı sattığını görse ve
sussa, bu izin olmaz.»
Tûrî şöyle diyor: «Zeylâî´nin sözünün açık anlamı şudur ki, Zeylâî Hidâye sahibinin sözü ile Hâniye
sahibinin arasında bir muhalefet olduğunu anlamıştır.» Sonra da, «Zeylâî´nin sözü İmam
Muhammed´in Asl isimli kitabındaki ifadesinin aksine nasıl yorumlanır» demiştir.
0 halde şârihin Bezzâziye´den naklettiği sözün anlamı, özellikle o efendi için caiz değildir demektir.
Her ne kadar onunla köle ticaretle mezun olsa bile. Yoksa onun anlamı ona izin olmaz demek
değildir. Nitekim hâşiyeci şarih ve diğerleri de böyle anlamışlardır. Velhasıl, kölenin satışı ile, ister
mâlikin mülkü olsun, ister başkasının mülkü, mezun olmasında bir fark yoktur. Fark ancak,
susmasının tesadüf ettiği satış hususundadır. Eğer efendinin satışını görüp sükût ettiği mal
yabancının ise, caizdir. Efendinin ise, dili ile izin verene kadar caiz değildir. Bu tespiti ganimet bil.
Çünkü burası anlayışların kaydığı yerdir.
«Şu kadar var ki Zeylâî ve dîğer âlimler efendinîn malı ile yabancının malını eşit tutmuşlardır ilh...»
Hidâye sahibi gibi. Nitekim sen de onun ifadesini gördün. O halde buradaki düzeltme başkası gibi
şârihın de Bezzâziye ile Hâniye´de olan ifadeyi Hidaye´de olan ifadeye muhalif anlamasındandır.
Halbuki sen de anladın ki, sükûttan sonra mutlaka mezun olacağı hususunda muhalefet yoktur.
Ancak Hâniye´de birşey ifade edilmiştir ki, o Hidâye´de zikredilmemiştir. O şey şudur: Efendinin
kölesinin satışını gördüğü satım eğer efendinin malı ise, caiz değildir. Eğer efendinin değilse,
caizdir.
«Şurunbulâliye´de tercih edilmiştir ilh...» Yani Şurunbulâliye, Zeylâî. İbni Kemâl ve diğerlerinin
zikrettikleri, efendinin malı ile yabancının malının eşitliğini tercih etmiştir. Bu tercihten sonra da
Camiü´l-Fusûleyn´ den bizim zikrettiğimiz «İznin eseri gelecekte kendini gösterir.» Yoksa gördüğü
zaman sattığı şeyde değil» kavlini nakletmiştir. Kadıhan ve diğerlerinin muradlarının da bu olduğu
Şurunbulâliyenin gözünden kaçmıştır. Bu açıklamalara dayanarak metin ve şerhler ve fetvâların
ifadeleri arasında zıtlık yoktur. Başarıyı veren Allah´dır.
«Köle istediğini alır ilh...» Umulur ki burada «dilediğini alır» sözünden maksat alınan şeylerin
tamamıdır. Velev alınan şeyler haram da olsa. Bundan ötürü Kuhistanî, «Alır. Velev aldığı şey şarap
dahi olsa» demiştir. T.
«Ancak kölenin efendisi hâkim olursa ilh...» Hamevî Kenz´in şerhinde, Makdisî Remz´de şöyle
demişlerdir: «Bu sözün tevcihinde bana şu zahir oldu: Hâkim işleri kendi nefsiyle yapanlardan
değildir. O zaman kölesinden amellerin tekrarı ile onun sükûtu izne delâlet etmez. Çünkü vekâlet
verme ihtimali çok kvvetlidir.»
Hamevî ve Makdisî´nin sözleri ifade ediyor ki, hâkim burada ancak örnek için zikredilmiştir. Öyleyse
hâkimden maksat, işlerini bizzat kendisi yapmayan herkestir.
Eşbâh haşiyesinde şöyle demiştir: «Ben diyorum ki, Zâhiriye sahibi bu meseleyi istisna yoluyla
zikretmemiştir. Kadıhân da yine bunu istisna yoluyla zikretmemiştir. Kadı diyor ki: «Birisi kölesinin
alış-veriş yaptığını görse, sussa, bunun sükûtu izin olmaz.» Halbuki biz de yukarıda zikrettik ki.
Hidâye sahibinin yukarıda mutlak zikretmesinden anlaşılıyor ki, efendinin hâkim olup olmaması
arasında bir fark yoktur. Yine yukarıda takdim ettik ki, metin ve şerhlerde olan, fetevâ kitaplarına
takdim edilir. Bunu Ebussuud da Eşbâh hâşiyesinde ikrar etmiştir.
Ben derim ki: Uzak değildir ki. Kadıhân´ın maksadı şudur ki, sükûtun tesadüf ettiği satışta köle
mezun olmamaktadır. Zaten onun geçmiş sözünden maksadı da bu idi. Nitekim bildin. O halde köle
o satıştan sonra mezun olur. O zaman, sözde istisna yoktur.
Makdisî´nin zikrettiği ise, .hâkimi kesin olarak zikretmenin sebebi olmaya elverişlidir. Halbuki bu da
onun geçen sözünün umumuna dahildir. Yani. hâkimin kölesi ile başkasının kölesinin hükmü birdir.
Her ne kadar hâkimin kölesinin, hakimin vekili olması ihtimali kuvvetli ise de. O zaman Kadıhân´ın
ifadesi metin ve şerhlerin mutlak ifadesine aykırı değildir. Bundan dolayı hâkimin kölesi meselesi
Hâniye ve Zâhiriye´de Eşbâh´ın yaptığı gibi istisna tarikiyle zikredilmemiştir.
Bu meselenin zikrinden sonra Tûrî´nin şöyle dediğini gördüm: «Asrın bazı adamları hâkimin
sükûtunun efendinin sükûtuna hilafla izin olmadığını anlamışlardır. Zeylâî´nin anladığı gibi.»
Tûrî´nin sözünün açık anlamı şudur ki, bu anlayış fakihlerin sözüne aykırıdır. Zeylâî´nin geçen
anlaması gibi. İşte bu da bizim yukarıda dediğimizi teyid etmektedir. Düşün.
«O şeyin satış veya alışında mezun olmaz ilh...» Bunda bir görüşü vardır: Kelâm kölenin yabancının
malını satışında farzedilir. O zaman da efendinin sükûtu, o şeyin satışında izin olarak tasavvur
edilemez. Ta ki nehyi sahih olsun. Bu da şarih, «Yani efendisi adına o malın satışı nâfiz değildir»
sözü ile işaret etmiştir. Şu kadar var ki bu bir şerhdir. Şerh de şerhedilene mutabık olmaz. Öyleyse
şârihin üzerine düşen, bunu ihtiraz şeklinde açıklaması idi. H.
Bunun özeti şudur: Kölenin o şeyin satışında mezun olmaması, ancak sattığı şey efendinin mülkü
olması hâlindedir. Ama eğer sattığı yabancının malı ise, bizim de yukarıda zikrettiğimiz yabancı için
nâfiz olur. O satımın geçerliliği de kölenin efendisinin sükûtu ile değil, yabancının izni iledir.
Bu satışta semenin uhdesi köleye mi, yoksa ona izin veren yabancıya mı aittir. Meşâyih bunda
ihtilâf etmiştir. Zâhiriye ve Tatarhâniye.
Şu kadar var ki, Siraç sahibinin sözlerinin aksi aralarında fark olmadığını ifade etmektedir. Zira
Siraç sahibi şöyle demektedir: «Eğer adam kölesinin alış veriş yaptığını gördüğü halde
yasaklamayarak sükût etse, köle mezun olur. Ancak kavlen izin verene kadar kölenin bu satışı
efendisi için nafiz olmaz. Kölenin sattığı mal ister efendinin. ister gayrının olsun. Fakat bundan
sonra köle tasarrufunda mezun olur.»
Siraç sahibinin ifadesindeki «Kölenin sattığı mal ister efendinin, ister gayrının olsun» kavlinin
umumîliği, eğer «mezun olur» sözüne irca edilirse, bu tasarruftan sonraki tasarruflarında mezun
olur. Veya efendinin gördüğü satışı, yabancıdan izin alarak yaptığı bir satış şeklinde yorumlanırsa,
mezun olur. En yakın olanı da budur. O bizim Bezzâziye, Hâniye veya diğerlerinden naklen takdim
ettiğimize de münafî olmaz. Düşünülsün.
«Mezun olmadan ilh...» Çünkü izin sabit olmaz. Ancak köle efendisinin huzurunda alış-veriş
yaptıktan sonra izin sabit olur. Zarurî olarak huzurunda yaptığı ilk alış-verişte köle mezun sayılmaz.
O zaman da o bey nafiz olmaz.
«Bu da bâtıldır ilh...» Çünkü bir şeyin kendi nefsi üzerine tekaddümü lâzım gelir.
«Zâhire´ye nisbetle ilh...» Zahire´nin ibaresinin nassı şöyledır: «Adam kendi malı ile kölesinin bir
şey aldığını görse, ondan nehyetmese, nehyetmemesi efendiden köleye ticaretle izin olur. Onun
aldığı şey ise lazımdır. Ama efendi o malını geri isteyebilir. Efendi sonra malını dirhemler ve
dinarlar ile geri alsa, bey bozulmaz. Ama eğer efendinin malı ev eşyası, tartılacak veya ölçülecek bir
şey ise, efendi geri aldığı takdirde bey nakzedilir.
«Farka ihtiyaç olur ilh...» Umulur ki fark fakihlerin fuzulînin babında zikrettikleri, «Alış nifaz
bakımından daha seridir» sözüdür. Dûşünülsün. H.
Ben derim ki: Dürerü´l-Bihâr şerhinde şöyle denilmektedir: «Sıra suretinde efendi için nafizdir.
Çünkü mebi efendinin mülküne girmektedir. Bey suretinde ise efendi için nafiz değildir. Çünkü
mebi efendinin mülkünden çıkmaktadır.»
Bunun benzerini Hamevî de Bedâyî ve Mecmâ şerhinde nakletmiştir.
Bu söze şu şekilde itiraz edilmiştir: Her ikisinde idhal de, ihraç da vardır.
Ben derim ki: Eğer satılan malın semeni dirhem veya diran kabilinden olursa her hangi bir güçlük
bulunmaz. Çünkü onlar tayin ile taayyün etmezler. Belki alan adamın zimmetine vacib olur. İşte
bundan ötürü, eğer efendi malını geri almış olsa, satım akdi bozulmaz. Nitekim biz de zikrettik. Ama
eğer semeni dirhemler ve dinarlardan başka olursa, o zaman güç olur. Çünkü satış trampa satımı
olur. Semen de bunda bir şekilde mebidir. O zaman birkaç defa geçtiği gibi efendisinden izinsiz bu
satışı nafiz olmaz. Ancak sonraki satışlarda nâfiz olmuş olur.
Bu itiraza şöyle cevap verilir: Lâzım, kölenin satın aldığıdır. Kölenin efendinin mülkünden verdiği
şeye gelince, efendi için o nafiz değildir. Bundan ötürü efendi onu geri olabilir. Kölenin yaptığına
izin verir ve geri almazsa, o zaman sattığı şey onun için de nafiz olur. Köle hem o şeyin satışında,
hem de ondan sonraki satışlarında mezun olmuş olur. Zira sonradan verilen icazet eskiden verilen
icazet gibidir. Bu cevap, bana açık olandır.
neslinur
Thu 4 February 2010, 08:49 pm GMT +0200
METİN
İzin açık olarak da sabit olur. Öyleyse kayıtsız, mutlaka izin vermiş olsa, mezun kölenin yaptığı
bütün ticaretler, âlimlerin icmaı ile sahihtir. Ama eğer bir çeşit ticaretle kaydederse, Hanefî
âlimlerine göre yine engel olur. Ama Şâfiî buna muhalefet etmiştir. O halde genel izin verildiği
takdirde gabnı fahişle de olsa alışveriş yapar. Gabnı fahişle alış-veriş yapmasına imameyn
muhalefet etmiştir.
Mezun alış-verişle vekâlet, rehin vermek, rehin kabul etmek, elbise ve hayvanı âriyet olarak vermek
gibi işleri de yapabilir. Çünkü bunlar tüccarın adetindendir. Mezun, kölesi üzerine farz olan kısastan
dolayı sulh da yapabilir. Kıymetiyle efendisine mal da satabilir. Ama efendisine kıymetinden
aşağıya mal satamaz. Fakat efendisi ona kıymetinin misliyle veya kıymetinden daha azıyla mal
satabilir.
Efendisi semenin kabzı için mebiî mezuna vermeyebilir. Eğer efendi semeni kabzetmeden mebiî
teslim etmişse, semen bâtıl olur. Yalnız semenin iptali Mecma şerhinin Muhit´e nisbetle yapmış
olduğu tashihe muhaliftir. Çünkü efendinin kölesi üzerinde borcu olmaz. O zaman o mal elinden
meccanen çıkmış olur. Ama semen nakil değil ev eşyası olursa, semen bâtıl olmaz. Çünkü akitle
taayyün etmiştir. Bu yazılanların hepsi, eğer mezun borçlu ise böyledir. Eğer ´borçlu değilse, zaten
aralarında satış caiz değildir. Nihâye.
Efendi mezuna bir ticaret malını kıymetinin fazlasıyla satmış olsa, o fazlalığı ya düşer, ya da akti
fesheder. Yani efendiye bunlardan birisini yapması emredilir. Mezundan olacaklı olanların
haklarının zayolmaması için bu böyledir.
Efendisi hazır olmasa bile, bir haktan dolayı mezun aleyhindeki şehâdetler kabul edilir. Eğer köle
mahcur olursa, şehâdet kabul edilmez. Yani efendisi üzerine kabul edilmez. Belki kölenin aleyhine
kabul edilir. O zaman köle azatdan sonra onunla sorumlu tutulur. Köle de efendisi de hazır
olurlarsa bir malın istihlâkî veya gasbı ile efendi üzerine hükmedilir. Ama bir vedia veya meccanen
satış için istihlâk davası, kölenin üzerine kabul edilir. Bazı alimler tarafından da, «Bedâî veya
bedaenin istihlâki ile dava edilmiş olsa, şehâdet efendi için kabul edilir» denilmiştir.
Kölenin bir malı gasbettiğini veya helâk ettiğini ikrarı üzerine şahitler şehâdet etseler, o hakkın
tazmini için mutlaka efendi üzerine hüküm verilmez. Bu konunun tamamı İmâdiye´dedir.
Mezun köle bir tarlayı icare müsâkât veya muzareât yoluyla alabilir. Tarlayı ekeceği tohumu da satın
alabilir. Mezun elindeki efendinin tarlasını başkasına kira veya tarım ortaklığı verebilir.
Mezun mufâveze değil, inan ortaklığı ile şirket de kurabilir. Ama kiralayabilir, efendisinin kölelerini
başkasına kiralayabilir. Velev kendi nefsi için olsun. Vedia, gasb ve deyn ile ikrar da edebilir. Velev
ki üzerinde borç olsun.
Ancak mezun eğer cariye ise kocası, çocuğu, babası ve efendisi için yukarıda sayılan ikrarlarda
bulunamaz. Çünkü Ebû Hânife´ye göre mezunun bunlara borçla ikrarı bâtıldır. İmameyn buna
muhalefet etmiştir. Ama bunlara bir mal ile ikrarda bulunursa, borçlu değilse sahihtir. Vehbâniye.
Mezun, israf sayılmayacak kadar az bir yiyeceği hediye de edebilir. Bu söz şunu ifade etmektedir ki,
mezun yenilecek şeylerden başkasın» hediye edemez. İbni Kemâl.
İbni Kemâl´in sözüyle İbni Şıhne cezmetmiştir.
Mahcur ise hiçbir şey hediye edemez. Ebû Yûsuf´tan şu rivayet edilmiştir: Eğer mahcura günlük
yiyeceği verilmiş olsa, bazı arkadaşlarını kendisiyle beraber yemeğe çağırsa, bunda bir beis yoktur.
Ama bir aylık yiyeceği toptan verilirse, bunun aksinedir.
Kadının efendisinin veya kocasının malından bir ekmek gibi az bir şeyi sadaka vermesinde beis
yoktur. Mülteka. Ama kocasının veya efendisinin razı olmadığını biliyorsa, caiz değildir.
Mezun köle kendisine yemek yediren kimseye elindeki mal miktar kadar ziyafet de verebilir.
Tacirlerin ayıp sebebiyle düştükleri miktar kadar, sattığı malın semeninden düşebilir. Tacirlerin
yaptıkları ikram kadar ikram yapabilir ve tacirlerin tanıdıkları vade kadar vade ile satabilir. Müçtebâ.
İZAH
«Kayıtsız ilh...» Yani efendi kölesine aynıyla hiçbir şeyi kayıtlamadan, «Sana ticaret izni verdim»
demesi gibi. Zeylâî.
«Yaptığı bütün ticaretler sahihtir ilh...» Zira lafız ticaretin bütün nevlerine şâmildir. Zeylâî.
«Ama eğer bir nev ticarette kaydederse ilh...» Yani ticareti bir nev, bir şahıs, bir vakit veya bir
mekânla kayıtlaması gibi. Nitekim yukarıda geçti. Zeylâî.
Ama yenilecek veya giyilecek bir şeyi aynıyla alınmasını emretse, köle ticaretle mezun olmaz. Zira
bu bir istihdamdır. Nitekim bunun beyânı yukarıda geçti.
«Şafiî buna muhalefet etmiştir ilh...» İmam Züfer de muhalefet etmiştir. Çünkü onlara göre izin
vekâlettir. Bize göre ise, hakkın iskatıdır. T. Nitekim yukarıda geçti.
«Gabnı fahişle de olsa ilh...» Musannıf bunu mutlak zikretmiştir. O halde, efendinin mezun kölesine
gabnı fahişle satmayı nehyetme kısmını da şâmil gelir. Veya zaten mutlaka onun için zikretmiştir.
Bezzâziye´de olduğu gibi. Mİnâh.
«İmameyn muhalefet etmiştir ilh.» Ticaretle izinli çocuğun ve kıt «akıllının bey hükümleri de bu hilâf
üzerinedir. Yani İmama göre gabnı fahişle de olsa sahihtir fakat imameyne göre sahih değildir.
Zeylâî.
«Alış-verişle vekâlet ilh...» Mülteka şerhinde buna, «Selem verir ve kabul eder» cümlesi de ilâve
edilmiştir. Tebyin´de de, «Ticaretle mezun köle elindeki sermayeyi bir diğerine mudarebeden verir
ve bir diğerinden mudarebeden para da alır» denilmiştir.
«Çünkü bunlar tacirlerin adetindendir ilh...» Bu söz. yukarıda geçenlerin gabni fâhiş hali dahil
hepsine illet olmaya elverişlidir. Zira bunlar müşteri kazanmak için tacirlerin yaptığı işlerdir. Meselâ
bir parti malı düşük bir fiyatla satar, diğer bir partide de para kazanır. Tebyîn´ de olduğu gibi.
Tebyîn´de şöyle denilmektedir: «Ticaretle mezun köle hastalanmış olsa. hastalığında müsamahalı
muâmele yapsa, üzerinde borç olmadığı takdirde müsâmahalı yaptığı kısım malının hepsinden
sayılır. Eğer borçlu ise, borçların dışındaki kalan kısmın hepsinden itibar edilir. Zira hürde de
varislerin hakkı için malın üçte birine haşredilir. Köleye ise vâris yoktur. Efendisi de kölesine ticaret
izni vermekle hakkının düşmesine razı olmuştur. Ama alacaklılar Efendisi de kölesine ticaret izni
vermekle hakkının düşmesine razı olmuştur. Ama alacaklılar bunun aksinedir. Eğer borcu onun
bütün malını kapsıyorsa, ticaretle mezun köleden mal alan müşteriye, müsamahalı kısmın hepsini
ödemesi veya satılanı geri vermesi söylenir. Hürde olduğu gibi. Eğer efendi hasta değilse mesele
bu şekilde sabittir. Yoksa, kölenin müsamahası ancak efendinin malının üçte birinde geçerli olur.
Çünkü efendi hastalandıktan sonra iznin devamında mezun köle kendi nefsi yerine geçmiştir. O
zaman mezunun tasarrufları efendinin tasarrufları gibidir. Muhabattan fahiş olan ve olmayan
efendinin tasarrufuna müsavidir. O zamana bu muhabatın hepsi ancak üçte birde geçerli olur.»
Özetle.
«Sulh da yapablir ilh...» Çünkü köle sanki onu sulh bedeli ile almıştır. Kölenin sulh bedeli ile alması
da geçerlidir. T.
«Kıymetinden aşağıya mal satamaz ilh...» Çünkü bunda töhmet vardır. O halde bu caiz değildir. Zira
alacaklıların hakkı maliyete taalluk eder. Mezunun da onların hakkını iptal etmeye yetkisi yoktur.
Ama Ebû Hânife´ye göre mezun köle bir yabancıya müsâmaha ile mal satmış olsa, yukarıdakinin
aksine caizdir. Çünkü yabancıya satışında töhmet yoktur.
İmameyn de, kıymetinden aşağısına efendisine satmasının da caiz olduğunu söylemişlerdir. Velev
gabnı fahişle de olsa. Şu kadar var ki. efendi gabnı fahişi ortadan kaldırmak veya satımı feshetmek
sırasında muhayyerdir. Ama bunun aksine yabancıya çok düşük bir fiyatla bir mal satmış olsa,
İmameyne göre asla caiz değildir. Zira onların kabul ettikleri asıl üzerine müsamaha ancak
efendinin izni ile caizdir. O halde efendi ona satın almaya izin vermiştir. Ancak efendi gabnı fahişi
orta-dan kaldırır, sözü de alacaklıların hakkını korumak içindir. Fakihler bazı âlimlerin «Mezun köle
efendisine çok düşük fiyatla bir şey satsa, satım akdi fasittir» sözü üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Esas
olan, burada Ebû Hanîfe´nin görüşüde imameynin görüşü gibidir. O zaman mezunun efendisi ile
olan tasarrufları borçlu olan hastanın yabancı ile alış-verişi gibidir. O zaman fiyatın çok düşük
olması ile az düşük olması Ebû Hanîfe´ye göre birdir. Nitekim imameynin görüşü de böyledir.
Zeylâî. Özetle.
«Semen bâtıl olur ilh...» Satılan malın semeni bâtıl olunca sanki parasız satmış gibi olur. O zaman
da satımı caiz olmaz. Musannıfın semenin butlanından maksadı semeni teslim etmenin vesemeni
talep etmenin bâtıl oluşudur. O zaman da efendi satılanı geri alabilir. Cevhere.
Şu kadar var ki Tebyîn´de yukarda zikrettiklerimizin zikrinden sonra, köle hiçbir şeyi talep edemez.
Zira satılanın teslimi ile onun hapis hakkı düşmüştür. İmameyn´e göre de, efendinin hakkı mebiin
aynına taalluk eder. O zaman efendi alacaklılardan o mebiin aynı hususunda daha haklıdır»
denilmiştir. Sonra da, «Bu zahiri rivayetin cevabıdır» denilmiştir.
Ebû Yûsuf´tan da eğer satılan mevcut ise geri alabileceği veya semeni alıncaya kadar hapsedileceği
rivayet edilmiştir. Eğer köle satılanı helâk ederse. Yok eğer mebi mevcut ise, efendi onu geri alabilir
ilh...
«Mecma şerhinin Muhit´e nisbette yapmış olduğu tashihe muhaliftir ilh...» Zira Mecma şarihi şöyle
demektedir: «Bazı âlimler tarafından, «Semen bâtıl olmaz. Her ne kadar satılanı önce teslim etmiş
olsa da. Zira satım akdinin aktedilmesi semenin borç olarak tehir edilmesi caizdir. Nasıl ki semen,
muhayyerlikle satılan bir mebide muhayyerliğin düşme vaktine kadar tehir edilirse» denilmiştir.
Muhit sahibi de. «İşte bu görüş ancak sahih görüştür» demiştir.
Ben Mecma´nın hâmisinde aynen şunu gördüm: «Bunda bir görüş vardır. Çünkü Muhit sahibi
köleden satımın cevazına hükmetmiştir. Yoksa, efendisine sattığı takdirde semenin ondan
düşeceğine hükmetmemiştir.» Nitekim şarih de böyle anlamıştır. H.
«Semen ev eşyası olursa ilh...» Bu görüş şârihin «deyn» sözü üzerine tefri ve ondan anlaşılanı
beyândır. Zira efendi akitle taayyün eden ev eşyasının aynına malik olur. Efendinin mülkünün
aynının kölesinin elinde bulunması da caizdir. O zaman o köleden alacaklılardan o aynı hususunda
daha hak sahibidir. Nihâye.
«Bu yazılanların hepsi ilh...» Yani kıymetiyle veya kıymetinden azı ile efendinin köleye, kölenin
efendisine satması.
«Eğer borçlu değilse, zaten aralarında satım caiz değildir ilh...» Çünkü köle borçlu olmadığı
takdirde satımın bir faydası yoktur. Çünkü köle ve elindeki mal efendinindir. O malda efendiden
başka kimsenin hakkı yoktur. Zeylâî.
«Bir ticaret malını ilh...» Musanıftan başka bir kaydı zikredeni görmedim. T. de «Ben bununla takyid
edılen mefhumu da görmedim» diyor. Umulur ki, musannıf satılanın yenilecekveya giyilecek olması
durumundan kaçınmak için bu kaydı koymuştur.Zira onda fesih yoktur. T. Bunu araştırmıştır.
«Bir haktan dolayı ilh...» Satım akdi, kira ve satın alma gibi. Veyahut şahitler mezun kölenin bir şeyi
gasbettiğine veya vediayı helâk ettiğine veya bunlardan biriyle ikrar ettiğine şehadet ederlerse,
şehadetleri kabul edilir. İmâdiye. Köle bu ikrar ettiği şeylerle de peşinen muâheze edilir.
Bezzâziye´de olduğu gibi.
«Efendisi üzerine kabul edilmez ilh...» Yani efendi kölesinin satımı ile muhatap olmaz. İmâdiye.
«Efendi üzerine hükmedilir ilh...» 0 zaman efendi satımı ile muhatap olur. Çünkü köle fiilleriyle
sorumlu tutulur.
«Kölenin üzerine kabul edilir ilh...» O halde köle azadından sonra muaheze edilir. Bazı alimler
tarafından da, «O şahadet efendisi aleyhinde kabul edilir» denilmiştir. Bu sözü söyleyen ise Ebû
Yûsuf´tur. Birinci söz ise Ebû Hanife ile Muhammed ´in görüşüdür. İmâdiye´de olduğu gibi.
Bezzâziye´de de. «Vedia veya meccânen satılacak şeyin istihlâki dava edildiğinde köle ikrar etmese,
bunun üzerine delil ikâme edilse, o zaman efendinin hazır olması şarttır. Ancak Ebû Yûsuf´a göre
şart değildir» denilmiştir.
«İkran üzerine şahitler şehâdet etseler ilh...» Yani mahcur kölenin üzerine. Mezunun ikrarına
gelince, bildin ki o şehâdet efendi üzerine kabul edilir. Bunu tamamlayıcı bilgi gelecektir.
«Mutlaka efendi üzerine hüküm verilmez ilh...» Belki kölenin azadına kadar tehir edilir. Musannıf
hacr kitabının başında «Köle, üzerinde bir mal olduğunu ikrar etse, mal efendisinden başkasına
aitse ikrar ettiği malın tazmini onun azadına tehir edilir. Eğer efendinin olursa, heder olur. Eğer had
veya kısasla ikrar ederse, onlar peşinen yerine getirilir» demiştir.
Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Mahcur fiilleriyle sorumlu tutulur, sözleriyle değil. Ancak kısas
ve hadler gibi kendi şahsına rücu edecek şeylerde sözleriyle de sorumlu tutulur. İkrarı anında
efendisinin hazır olması da şart değildir. O halde eğer bir mal telef etmiş olsa, halen sorumlu
tutulur. Ama kölenin verilmesini veya fidye verilmesini gerektirecek bir cinayetle gasb ve bir deynin
aynıyla ikrar etmesi de geçerli değildır. Mezunun bu husustaki ikrarı ise sahihtir ve peşinen
sorumlu tutulur. Mezun eğer karısının mehri veya sadaka ile ikrar ederse; onlar ondan
hürriyetinden sonra alınır.»
«Mutlaka ilh...» Yani efendisi ister hazır olsun, ister gaib. İmâdiye.
«Ziraat ortakçılığı olarak ilh...» Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Mezun köle bir tarlayı ekmek için
alabilir, efendisinin tarlasını da birisine verebilir. Tohum ister ondan olsun, ister olmasın. Çünkü
ziraat ortakçılığı manâ itibariyle ya kiraya vermektir veya kiralamaktır. Nitekim kendi babında
gelecektir. O halde ziraat ortaklığı da ticarettendir.»
«Efendisinin tarlasını başkasına icareten veya müzaraeten verebilir ilh...» Yani efendisinin tarlasını
kiraya da verebilir, ortaklaşa ekmeye de verebilir.
«İnan ortaklığı ile şirket de kurabilir ilh...» Nihâye´de şöyle denilmiştir: «inan şirketi, peşin veya
vadeli olarak alışı konuşmadan mutlak şekilde ortak olursa, ancak o zaman sahih olur. Ama iki
mezun köle peşin ve vadeli alışla inan ortaklığı kursalar, peşin alış caiz. vadeli olış caiz değildir.
Çünkü vadeli alışta arkadaşına kefil olma manâsı vardır. Mezun kölenin kefaleti de sahih değildir.
Ama onların efendileri onlara inan şirketinde hem peşin, hem vadeli alışa izin verseler, üzerlerinde
borç olmasa, caiz olur. Nasıl ki onların efendilerinin onlara kefâlet ve vadeli alışa vekâlet vermeleri
sahih olduğu gibi. Mebsut ve Zâhire´de de böyledir.»
Yalnız Zâhire´de şu zikredilmiştir: «Efendisi kölesine müfaveze şirketi için izin verse, bu mufaveze
caiz değildir. Çünkü efendinin köleye tıcaretlerde kefaletle izin vermesi caiz değildir.
şurunbulâliye´de olduğu gibi.»
Ben derim ki: Zâhire´nin son sözü mezun kölenin borçlu olmasıyla yorumlanır. Yani eğer köle
borçlu olursa caiz değildir. Ama borçlu değilse caizdir. H.
«Mufaveze değil ilh...» Çünkü kefalet için mülkü yoktur. O zaman onun mufaveze şirketi inan
şirketine dönüşür.
«Efendisinin kölelerini başkasına kiralayabilir ilh...» Binalar ve dükkânlar da kiralayabilir.
Efendisinin bina ve dükkânlarını da kiraya verebilir. Çünkü bunların hepsinde kazanmak vardır.
Zeylâî böyle zikretmiştir.
«Velev kendi nefsi için olsun ilh...» Şarih bu kaydı İmam Şafıi´ye hilaf olduğu için koymuştur.
«Vedîa ilh...» Çünkü ikrar ticaretin devamındandır. Zira ikrarı sahih olmayanla kimse muamele
yapmaz. Zeylâî. Bu ifade bildiriyor ki, ticaretle mezun olan köle vedia almaya da mezundur. Nitekim
Muhit ve gayrında da böyledir.
Şu kadar var ki Hakâik´ın vedia bahsinde bunun aksi vardır. Kuhistûni.
Şarihin bunu mutlak zikretmesinin sebebi, efendisi için ikrarı ile başkası için ikrarını şâmil gelmesi
içindir. Bir de üzerinde ister borç olsun, ister olmasın, ister sağlığında, ister hastalığında olsun,
ister efendisinin sağlığında, ister hastalığında olsun. Bunların beyânı ileride gelecektir.
Tatarhâniye´de şöyle denilmektedir: «Hacrden sonra birisinin üzerinde alacağı veya bir nesnesi
olduğunu ikrar etse, yalnız elindeki mal kadarı câizdır.»
Bezzâziye´de de. «Caizdir, ancak efendisinin ondan aldığı kısımda değil» denilmiştir.
«Velev ki üzerinde borç olsun ilh...» Yani ikrarı onun sıhhatinde olursa. Eğer borç ikrarı
hastalığında olursa, o zaman sağlığındaki alacaklılar. hastalığındaki alacaklılara takdim edilir.
Nitekim hür hakkında da böyledir. Bunun özeti şudur: Mezun kölenin borçları eğer ticaret babında
ise, efendi ister o ikrarını tasdik etsin, ister etmesin, ikrarı sahihtir. Eğer ikrarı ticaret babından
değilse, o ikrarında tasdik olunmaz. Ancak efendisinin tasdiki ile tasdik olunur. Çünkü mezun köle
ticaret babından olmayan hususlarda mahcur köle gibidir. Zeylâî.
Birinci ikrarı ile peşinen sorumlu tutulur. İkincisinde ise azadından sonra sorumlu olur. Hindiye´de
olduğu gibi. İkincisinin örneği şudur:Karısının mehri ile veya bir cinayetle ikrarı. Nitekim bu husus
Bezzâziye´de geçmektedir. Yukarıda geçmişti.
Tûrî de Mebsut´tan naklen şöyle demektedir: «Eğer efendisinin hastalığında borçlu olduğunu ikrar
ederse, bu birkaç kısım üzerinedir. Birinci kısmı, kölenin üzerinde borç yok, efendisinin üzerinde de
sağlığında borçlandığı borçlar var. O zaman bu birinci kısım, sanki efendi hasta-lığında ikrar etmiş
gibi sayılır. Evvela efendinin sağlığındaki borçlarının ödenmesine başlanır. İkinci kısmı, köle borçlu
ama efendinin sağlığında bütün malını köleyi ve kölenin elindeki malı ihata edecek kadar borçlu ise
o zaman köle efendisinin hastalığında hacredilir.
Üçüncüsü ise, ikisinin de sağlıklarında borçları varsa, ya kölenin kendi değeri ve elindeki mal
ancak kölenin borcunu karşılar veya kölenin borcundan artar, fakat efendinin borcunu karşılamaz
veya her ikisinin borcundan daha fazla kalır. Birinci ihtimalde kölenin ikrarı sahih değildir. Çünkü
kölenin borcu hem kendi değerini, hem de elindeki malını meşgul etmiştir. İkinci ihtimalde ise,
köleden artan kısım efendisinin sağlığındaki borçlularına verilir. Üçüncü ihtimalde de, kölenin ikrarı
artakalan kısımda sahihtir. Eğer ikisinin üzerinde de borç yoksa, efendi hastalığında bin lira borçlu
olduğunu ikrar etse, sonra da köle bin lira borçlu olduğunu ikrar etse, efendisinin alacaklısı ile
kölenin alacaklısı kölenin semeninde ortak olurlar. Eğer önce köle sonra da efendisi ikrar
ederlerse, o zaman da önce kölenin borcu verilir.» Özetle.
«Kocası ilh...» Kölenin hür olduğu takdirde kendileri lehine şehâdeti kabul edilmeyecek kimseler
hakkındaki ikrarı kabul olunmaz. Hâniye´de olduğu gibi.
«Çocuğu, babası ilh...» Mebsut´ta, «Mezun köle hür oğluna veya babasına veya hür olan karısına
veya hür oğlunun mükâtebine veya oğlunun kölesine, ister üzerinde borç olsun, ister olmasın, Ebû
Hânife´nin görüşüne göre mezunun sayılanlara ikrarı bâtıldır. İmameynin görüşüne göre ise,
caizdir. Bunlar mezunun kazancında, mezundan alacaklılara ortak olurlar» denilmiştir. T.
«Efendisi için ilh...» Hindiye´de şöyle denilmiştir: «Mezun borçlu olduğu halde elindeki bir malın
efendisinin ve efendisinin oğlunun veya babasının veya borçlu olduğu halde elindeki bir malın
efendisinin ve efendisinin oğlunun veya babasının veya borçlu olan veya olmayan ticaret yapan bir
kölenin veya efendisinin mükatebinin veya ümmül-veledinin vediası olduğunu ikrar etse, onun
efendisine, mükâtebine, kölesine ve Ümmü´l-veledine yaptığı ikrar bâtıldır. Ama efendisinin
oğlunun veya babasının vediası olduğunu ikrar ederse, caizdir. Mezun bu ikrarı yaptığında borçlu
değilse, yukarıda sayılanların hangisine ikrarda bulunursa bulunsun, ikrarı caizdir.» T.
«Bir mal ikrarda bulunursa, sahihtir ilh...» Mebsut´ta şöyle denilmektedir: «Mezun elindeki bir malın
efendisinin veya efendisinin kölesinin olduğunu ikrar etse, bakılır: Eğer köle borçlu değilse, ikrarı
caizdir. Yoksa caiz değildir. Eğer efendisine borçlu olduğunu ikrar ederse, ikrarı mutlaka caiz
değildir. Çünkü efendisi kölesi üzerinde deyn istihkâk edemez.»Tûrî.
Bu illetin açık tarafı borç ile mal arasındaki farkın efendiye has olduğunu göstermektedir. İkrar
edenin koca veya karısına, çocuk veya babasına has değildir. Bu da şarihin sözünden anlaşılanın
aksinedir. Bu hususta açıkça bir şey söyleyeni ben görmedim.
Vehbâniye´nin ifadesi ise şöyledir: «Efendisine borç ile değil, mal ile ikrarı caizdir. Ancak borçlu
olduğu zaman değil.»
Borçlu olmadığı halde efendisine veya kölesine borçlu olduğunu ikrar etse, sonra borçlansa, ikrarı
bâtıl olur. Ama mal ile ikrar etmiş olsa, ikrarı bâtıl olmaz. Hatta efendi o malı almaya diğer
olacklılardan daha hak sahibidir. Velvâliciye.
Velvâliciye´de şöyle denilmektedir: «Eğer kendi oğluna, babasına veya oğlunun mükâtebine bir şey
ikrar etmiş olsa, Ebû Hanife´ye göre onun ikrar ettiği şeylerden hiçbirisi caiz değildir. İster borçlu
olsun, ister olmasın.»
Velvâliciye´nin «hiçbirisi caiz değildir» sözü deyn de, ayn da kapsamına alır. O halde Velvâliciye´nin
bu sözü bizim dediğimizi teyid eder. Düşünülsün.
Sonra ben Ebussuud haşiyesinde Ebû Hanife´nin görüşüne şöyle bir açıklama gördüm: «Mezunun
onlara ikrarı şekil bakımından ikrar, manâ itibariyle şehadettir. Mezunun onlara şehadeti ise hür
olduğu takdirde caiz değildir. Bunun gibi ikrarı da caiz değildir.»
Sonra da Ebussuud Dürer sahibinin bunlara yapılan ikrarın butlanını deyn ile kaydetmesine itiraz
ederek şöyle demiştir: «Zeylâî bunu mutlak zikretmiştir.» Bunu da «manâ itibariyle şehadettir» sözü
teyid etmektedir. O halde, borç veya nesne ile ikrar etmesi arasında fark yoktur. Aradaki fark ancak
efendisi hakkındaki ikrarda açığa çıkar. Yani efendisine borç ikrarı caiz değil, mal ikrarı caizdir.
«İsraf sayılmayacak kadar ilh...» Şarih burada bir cümleyi düşmüştür. İfadenin aslı, Bezzâziye´den
naklen Minah´ta olduğu gibi şöyledir. «Bir kimse, bir gıda maddesini hediye etmeye maliktir. Her ne
kadar bir dirhemden fazla da olsa. Dirhemden fazla olan, eğer israf sayılmazsa.» H.
«İbni Şıhne cezmetmiştir ilh...» Zira İbni Şıhne sözünün sonunda şöyle demiştir: «Sen onların
kölenin hediye edileceği şeyleri yiyecek maddeleri ile takyid ettiklerini bildin. O zaman. bu takyidin
üzerine Nâzım´da uyarıya ihtiyaç vardır. Zira Nazım´da mutlak zikredilmiştir.»
Ben derim ki: Bunun benzeri Tebyîn adlı eserde de mevcuttur. Tatarhâm´ye´de de Muhit´ten naklen
açıklıkla şöyle denilmektedir: «Mezun yiyecek şeylerin dışında dirhem ve dinarlardan hiçbir şey
hediye etmeye mâlik değildir.»
Yine Tatarhâniye´de İmam Muhammed´in Asl adlı eserinden naklen şöyle denilmektedir: «Mezun,
yiyecek maddeleri dışında bir şey hibe etmiş olsa, hibe ettiği şeyin kıymeti bir dirhem veya daha
fazlasına baliğ olursa, caiz değildir. Eğer efendisi onun hibesine icazet verirse, mezun borçlu
değilse, efendinin icazeti geçerlidir. Yoksa geçerli olmaz. Yine mezun ancak bir dirhem veya daha
aşağısını sadaka verebilir.»
«Bîr aylık yiyeceği toptan verilirse, bunun aksinedir ilh...» Zira aylık yiyeceğini aydan önce bitirmesi
halinde efendisi zarara uğrar.
«Bir ekmek gibi az birşeyi ilh...» Çünkü bu kadarı âdeten memnu değildir. Hidâye.
Şu kadar var ki, adamın evinde karısı mesabesinde olan kapıcı veya hizmetçisi olması halinin
hükmü kalmıştır. İbni Şıhne, İbni Vehbân dan şunu zikretmiştir: «Ben fakihlerin sözünde bu
hususta bir şey görmedim. Şurası muhakkak ki, uygun olan, kapıcısı veya hizmetçisine de karısına
kıyasla küçük bir şey sadaka etmesi câizdir.»
İbni Şıhne daha sonra da İbni Vehbân´dan şunu zikretmiştir: «Eğer kadın kocasının evinde
tasarruftan men edilmiş olsa bile onunla birlikte yemek yemektedir. Ama kadına onun yemeğinden
ve malında tasarruf etme imkânı yoktur. Uygun olan, onun sadaka vermesinin de caiz olmamasıdır.»
İbnı Şıhne, İbni Vehbân´ın sözüne itiraz ederek şöyle demiştir: «Örf, bir ekmek kadar tasadduk
etmesi üzerine câridir.» Düşünülsün.
«Elindekî mal miktarı kadar ilh...» Yani elindeki ticaret malı miktarınca. İbni Şıhne. Tetimme´den
naklen şöyle demektedir: «İbni Selmete´den şöyle rivayet edilmiştir: Mezunun elindeki ticâret malı
on bin dirhem ise,on dirhemlik ziyafeti az bir ziyafet kabul edilir,bu caizdir. Ama elindeki ticaret malı
on dirhem ise, bir daniklik (dirhemin üçte biri) ziyafeti çok kabul edilir. O zaman ticaret malının
miktarında örfe bakılır.»
İbni Şıhne sonra da şöyle demiştir: «Mülteka´da mutlaka Ebû Yûsuf´tan rivayetle şöyle
denilmektedir: «Kişinin mahcur kölenin davetinde icabet etmesinde bir beis yoktur.»
Ben derim ki: «Öyleyse mezun kölenin davetine gitmekte öncelikle bir sakınca yoktur.
«Ayıp sebebiyle düştükleri miktar kadar düşebilir ilh...» 0 halde ayıpsız olarak sattığı malın
bedelinden bir şey düşemez. Çünkü ayıpsız olarak fiyatından düşmesi sırf teberru olur ki, onun
teberru yapması caiz değildir. Minâh.
«İkram yapabilir ilh...» Yani başlangıçta, satış yaparken. Zira tüccar onu yapmaya muhtaçtır. Biz
Zeylâî´den masamahalı satış üzerine bir açıklama nakletmiştik.
METİN
Mezun ancak efendisinin izni ile evlenebilir. Efendisi izin verse bile odalık cariye alamaz. Kölesini
de evlendiremez.
Ebû Yûsuf diyor ki: «Cariyesini evlendirebilir.»
Mezun, kölesiyle kitabet anlaşması yapamaz. Ancak borçlu değilse, efendisi izin verdiği takdirde
kitabet kesebilir. Kitabet bedelini de efendisi kabzeder. Para karşılığı köle de azad edemez. Ancak
efendisi izin verirse para karşılığı köle azad edebilir.
Mezun kölesini malsız da azad edemez. Karz, karşılıklı da olsa hibe veremez. Mutlaka, yani ister
nefsî, ister malî olsun kefil de olamaz. Üzerine vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapamaz.
kısastan af da edemez. Ama kölesine vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapabilir. Hizânetü´l-fıkıh.
Ticaretle üzerine vâcib olan her borç veya ticaret anlamına olan her borç kendisi üzerinedir
Birincisinin misalleri: Satış. alış, icâre vermek ve kiralamak gibi. İkincisinin misalleri ise: Vedadan
dolayı olan borç, gasbettiği ve emâneten aldığı şeyden dolayı olan borç ki, son ikisini inkâr etmiştir.
Dürer ve diğer kitapların ifadesi «emaneti inkâr etmiştir» şeklindedir. Uyanık ol.
Almış olduğu cariyenin zifafı ile istihkâktan sonra üzerine vacib olan ukur (hâdiye) bunlardandır.
Bunların hepsi kölenin rakabesine taalluk eder. Helâk ettiği bir şeyin borcu, mehir ve karısının
nafakası gibi. Köle bu borçlar karşılığında satılır. Bu alacaklıların köleyi çalıştırma hakları da vardır.
Zeylâî.
Zeylâi´nin açıklaması şunu ifade ediyor ki, onun karısı günlük nafakası için eğer onun çalışmasını
ihtiyar ederse, çalıştırabilir. Bahır, nafakalar bahsi.
Bu borçlardan dolayı efendisinin veya naibinin huzurunda satılır. Çünkü efendisinin onun borçlarını
ödeme ihtimali vardır. Ama kölenin kazancının satılması bunun aksinedir. Onda efendisinin hazır
olmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü köle kazancında hasımdır.
Satıldığında kölenin bahası herkesin hissesine göre taksim edilir. Kölenin bu borcu, borçlanmadan
önceki kazancına do, borçlandıktan sonraki kazancına da, ona hibe edilene de taalluk eder.
Efendisi hazır olmasa da. Musannıfın bu sözü kazanç ve hibeye kayıttır. Ama kazancının satışında
kölenin hazır olması şarttır. Çünkü köle kendi kazancında alacaklıların hasmıdır.
Kölenin borçlarının ödenmesine önce kazancı ile başlanır. Kazancı olmadığı takdirde bu borçlar
onun rakabesinden ödenir.
Ben derim ki: Köleye ticaret izni vermeden önceki kazancına gelince, bu kazanç efendisinin
hakkıdır. Bunu mutlaka efendi alır.
Şeyhimiz diyor ki, «Bu kazanç efendinin hakkıdır sözünden anlaşılan, köle mahcur iken bir şey
kazansa, kazandığını bir diğer kimse vedîa olarak verse ida ettiği şey vedia verilenin elinde helâk
olsa, efendi onu vedia verilene tazmin ettirir. Çünkü o kimse gasıbın mudaı gibidir.
Mezunun borçları, borçlanmadan önce efendisinin elinden aldığı mala taalluk etmez. Ancak mezun
kazancından ve semeninden fazla kalan borcu, kölenin azadından sonra talep edilir. İkinci defa
satılmaz. Onun efendisi onun benzerinin gelirini de alır. Eğer deyni mevcut ise. Artakalan da
alacaklılar içindir. Yani eğer efendisi, borçlanmazdan önce köleden her ay on dirhem alıyorsa,
borçlandıktan sonra da istihsanen aylık on dirhemini alır. Zira eğer engel olunmuş olsa, o zaman
köle hacredilir. kölenin kazanç kapısı kapanır.
Mezun, efendisinin hacri ile mahcur olur. Eğer hacri kendisi ve izni şayi olmuşsa çarşı halkının
ekserisi tarafından bilinirse. Köleden zarar def için. Ama eğer mezun olduğunu yalnız kölenin
kendisi biliyorsa, hacri için yalnız kendi bilgisi kâfidir. Bu halde çarşı halkının ekserisinin bilgisi
şart değildir. Çünkü zararı yoktur.
Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: Efendisi mezun kölesini satsa, bu satışla köle mahcur olur. Çarşı
halkı onun satıldığını ister bilsin, ister bilmesin. Çünkü satım akdi sahihtir. Eğer köle borçlu ise,
müşteri onu kabzedinceye kadar mahcur olmaz. Çünkü satım akdi fasittir. Peki, alacaklılar bu satışı
feshetme hakkına sahip midirler? Eğer alacakları peşin ise, evet satışı feshedebilirler. Ancak
kölenin kıymeti borçlarını karşılıyorsa veya alacaklılar köleyi ibra ederlerse veya borcunu efendisi
öderse, o zaman feshedemezler. Konunun tamamı Sirâciye´dedir.»
Köle, efendisinin ölümüyle, akıl hastası olmasıyil darü´l-Harbe mürted olarak sığınmasıyla yine
kölenin kendisinin akıl hastası olması veya darü´l-Harbe kaçmasıyla hacrolunur. Hiç kimse bilmese
dahi. Çünkü irtidad halinde darü´l-harbe gitmek, hükmen ölümdür. Köle efendisine isyan ederek
kaçmasıyla da hükmen mahcur olur. Akıl hastası olma hali gibi, hiç kimse bilmese dahi.
Mezun kaçtıktan sonra dönse, veya akıl hastası olduktan sonra iyileşse, sağlam görüşe göre, onun
izni avdet etmez. Zeylâî ve Kuhistânî
Mezun bir câriyenin çocuk doğurması ile de yani, mezun cariye efendisinden bir çocuk doğursa,
efendi de o çocuğun kendisinden olduğunu iddia etse, onun doğurması bunun aksini açıkça
zikretmedikçe delâleten hacr olur.
Cariye tedbirle efendisinden ayrılmış olmaz. Ancak çocuk doğurma ve tedbirle efendi, eğer köle
borçlu ise yalnız kıymeti kadar borcuna zamindir. Muhit.
İZAH
«Evlenemez ilh...» Çünkü evlenmek ticaret babından değildir. Bir de efendi için mehir ve nafakanın
vücubu gibi zarar vardır. Zeylâi.
«Odalık câriye de alamaz ilh...» Zira odalık cariye almak, bir cariyenin rakabesine malik olmaktır.
Köle de ona malik olamaz.
«Ebû Yûsuf diyor ki: Câriyesini evlendirebilir ilh...» Zira cariye evlendirmekte mehri tahsil etmek ve
nafakanın düşmesi vardır. Cariyeyj evlendirmek, onu kiraya vermeye benzer. Bundan dolayı
mükâtebe, babanın vasisine ve babaya çocuğunun cariyesini evlendirmesi caizdir. İmameyne göre
ise, izin ticareti ihtiva eder. Evlendirmek ise ticaretten değildir. O halde mezun cariyesini
evlendiremez. Mükâteb ise mezunun aksine cariyesini evlendirebilir. O iktisab etmeye maliktir. Mal
kazanmak da ticarete has bir şey değildir. Yine baba, dede ve vasi de bunun gibidir. Zira bunların
tasarrufu çocuğa bakımla kayıtlıdır. Cariye evlendirmek de bakımdandır. İşte bu tasarruf üzerine
ticaretle izinli çocuk, zayıf akıllı mudarip, inan ve mufaveze şirketi ortağı da böyledir. Hidâye
sahibinin baba ve vasiyi bir ihtilaf üzerine kılması sehvdir. Zeylâî.
«Kitabet kesemez ilh...» Zira kitabet halen yed hürriyetini, gelecekte de rakabe hürriyetini gerektirir.
İzin de bunların hiçbirisini gerektirmez. Bir şey kendisinden üstün bir şeyi kapsamına almaz. Zeylâî.
«Efendisi izin verdiği takdirde ilh...» Çünkü kitabetin memnuniyeti, efendinin hakkı içindir. O icazet
verse engel ortadan kalkar ve kitabeti geçerli olur.
«Borçlu değilse ilh...» Yani onun rakabesini kaplayacak bir borcu yoksa, Zeylâî şöyle demektedir:
«Nihâye´de, «Az veya çok üzerinde borç olursa, onun kitabeti bâtıldır. Her ne kadar efendisi icazet
verse de» denilmiştir. Bu kapalıdır. Zira rakabesini ve elindeki kazancını kapsa- mayan borç
efendinin mülkiyetine girmeye, fakihlerin icmaı ile engel değildir. Hatta efendisi için mezunun
elindeki bir köleyi azad etmek caizdir. Âlimler orasındaki ihtilaf batık borçtadır. Ebû Hânife´ye göre
bu borç engeldir, manidir. İmameyne göre engel değildir.»
Ben derim ki: Buna şöyle cevap verilmiştir: Zeylâî´nin zikrettiği kapalılık, imamın birinci görüşü
üzerine hamledilir. Ki, müstağrak olmayan borç da duhule engeldir. Nihâye´nin zikrettiği ise, Ebû
Hânife´nin son görüşüdür.
«Efendisî kabzeder ilh...» Zira köle vekil gibi efendisinin nâibidir. O halde, bedelin kabzı akit kimden
taraf nâfiz olursa ona aittir. Zira vekil sefir ve başkası adına konuşandır. O halde vekile, nikâh gibi,
aktin hukuku taalluk etmez. Ama mal mübadelesi bunun aksinedir. O halde mükâteb kitabet
bedelini mezuna icazetten önce teslim etse, efendisi icazeti sonra verse, azad olmaz. Mezun
olmadığını efendisine teslim eder. Çünkü onun kölesinin kazancıdır. Zeylâî.
«Para karşılığı köle de azad edemez ilh...» Çünkü azad kitabetin üstündedir. Öyleyse, mal karşılığı
azad etmemesi daha uygundur. Zeylâî.
«Gecenin sonuna kadar ilh...» Yani borçlu olmaması, kabz velâyetinın de efendiye olması. Eğer
burada bu istisna üzerine ihtisar ve «ikisine de icazet verse» deseydi -nitekim Mülteka şerhinde
şarih böyle demiştir- daha kısa ve güzel olurdu.
Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer üzerinde müstağrak borç olursa. Ebû Hanife´ye göre onun azadı
geçerli değildir. İmameyn buna muhalefet etmiştir. Çünkü efendinin kölesinin elindekine malık olup
olmadığı tartışmalıdır.»
«Malsız da azad edemez ilh...» Mal karşılığı azada malik olmadığına göre malsız olarak azada malik
olmaması daha uygundur. Nitekim gizli de değildir. Minâh.
«Karz ilh...» Çünkü karz, başlangıçta teberrudur. Mezun da teberru etmeye mâlik değildir. Minâh.
«Hibe veremez ilh...» Biz Tatarhâniye´nin Asl adlı eserden naklettiğini zikrettik ki, mezun dirhemden
az bir meblağla hibe de yapar, tasadduk da eder. Şurunbulâliye´de de bu minval üzere yürünmüştür.
«Karşılıklı da olsa ilh...» Zira karşılıklı hibe başlangıçta teberrudur veya hibe, hem ibtidaen, hem
nihayetten teberrudur. Zeylâî.
Yani, ivazsız olursa. Aynı zamanda kimseyi borçtan ibra da edemez. Zira ibra da hibe gibidir. Dürer.
«Kefil de olamaz ilh...» Zira kefâlet sırf zarardır. Dürer.
«Üzerine vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapamaz ilh...» Çünkü sulh yapmak kendi rakabesinde
tasarruftur. Kendi rakabesindeki tasarrufu ise izne dahil değildir. Affetme ise, teberrudur.
«Kölesiyle vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapabilir ilh...» Bu ifade metinde geçen ifadeyle
birlikte fazladır. H.
«İkincisinin misalleri ilh...» Uygun olan bu görüşü kavli icare ve isticareden önce zikretmesiydi.
Çünkü onlar ticaret manâsınadırlar. Bedianın ve mabadinin borcu gibi. Bu konu Kifâye´de de
anlatılmıştır.
«Emâneten ilh...» Mudârebe, meccânen satış için vermek ve ariye gibi.
«Uyanık ol ilh...» Umulur ki şarih bununla musannıfın ifadesinin diğer kitapların ifadesinden daha
güzel olduğuna işaret etmiştir. Zira gasbın borcu inkârsızdır. Zira gasbta tecavüz vardır. Vedia ile
emanet ise bunun aksinedir. Zira adam vedia ve emaneti inkâr ettiği takdirde onlara zamindir. Nasıl
ki, onları helâk ettiğinde de onlara zamindir. Şu kadar var ki en güzeli gasbı vediadan önce
zikretmesiydi.
Denilebilir ki, Bezzâziye´den naklen zikrettiniz ki, mezun kölenin deyn, gasb ve ayn ikrarı sahihtir.
Peşinen de sorumlu tutulur. Ama hacredilen bunun aksinedir. Öyleyse neden burada inkârla
kaydedildi. Ben derim ki burada inkârla kaydedilmesi onun da deyn olması içindir. Ki, musannıfın
«her borç» sözüne dahil olur. Çünkü buradaki mevzu, mezunun rakabesi ile taalluk eden
meselelerdendir. Bu da ancak inkârla olur. Her ne kadar aynin ikrarı halinde peşinen muaheze
edilse dahi.
Eğer, gasb da aynıdır. dersen, ben derim ki, evet aynıdır ona tecavüz etmeden önce böyledir. Bizim
buradaki sözümüz gasbın borcundadır. Bu borç da ancak tecavüzden sonra olur. O zaman o da
deyn olur.
«Almış olduğu cariyenin zifafı ile üzerine vacib olan ukur ilh...» Çünkü bu satın almaya istinad
etmektedir. Satın almaya istinad etmeseydi onun üzerine ukur değil had vacib olurdu. Bu ukur ister
ikrarla, ister delil ile vacib olsun. Yani o da satın olma hükmündedir. Musannıf bu satın alma
kelimesini evlilikle üzerine vacib olan ukurdan kaçınmak için kullanmıştır. Kuhistanî.
«Rakabesine taalluk eder ilh...» Çünkü o efendinin hakkında vücubu zuhur eden bir borçtur. Dürer.
Eşbâh´ta Minyetü´l-Müftî´nin icare bahsinden naklen kölenin alış-verişte ecir olması hali istisna
edilmiştir. Yani o zaman zimaniyet ona izni verene taalluk eder ki, o da müstecirdir. Makdisî´nin
«Burada istisnaya ihtiyaç yoktur. Çünkü mezun değildir. Belki müstecirin vekili gibidir» sözü nakil
yerinde bir bahistir. Birî.
«Helâk ettiği bir şeyin borcu ilh...» Yani başka bir şeyi helâk etme sebebiyle onun zimmetine
terettüb eden borç gibidir. T.
«Köle bu borçlar karşılığında satılır ilh...» Kölenin satılması ancak alacaklıların rızası veya hâkimin
emri ile caizdir. Çünkü haklarının tamamen kendilerine ulaşması için alacaklıların çalışma hakkı
vardır. Bu hakların tamamen ulaşması efendinin satışı ile bâtıl olur. O halde borçlu olan mezunun
satışı, alacaklılarının rızasına muhtaçtır. Velvâliciye.
Velvâliciye´de şöyle denilmektedir: «Hazır olan alacaklılar için hâkim köleyi satsa, satışta hazır
olmayan alacaklının hissesi, kölenin kıymetinden saklanır.»
Zeylâî de şöyle demektedir: «Hâkim onun satışını acilen yapmaz. Belki, onu bekletir. Ancak kölenin
gelecek bir malının bulunması veya borcunu ödeyecek bir alacağının bulunması muhtemeldir. Bu
süre geçtikten sonra bir zuhurat olmazsa hakim onu satar.»
Zeylâî daha sonra başka bir yerde de şöyle demektedir: «Efendi mezunun borçlu olduğunu
öğrendikten sonra onu satabilir. Çünkü o kıymetini feda etmekle muhtar değildir. Cinayetini
öğrendikten sonra köleyi satmakla cinayet erşini vermek arasında muhtardır. Çünkü deyn kölenin
üzerinedir ve azad ile de ondan beri olmaz. Efendi üzerine de bir şey vacib değildir. Eğer efendi
açıkça fedayı ihtiyar ederse, yani, «Ben onun borcunu ödeyeceğim» derse, âdeten ondan teberru
olur. Ödemesi lazım değildir. Ama cinayet bunun aksinedir. Çünkü cinayette gereken şey hasseten
efendi üzerinedir.»
«Ödeme ihtimali vardır ilh...» Bu söz huzurun şart olmasının illetidir. Yani borçlu olan kölenin
satışında efendinin hazır olması şarttır. Zira efendinin onu sattırmayarak borçlarını ödemesi
muhtemeldir. Hem de bu söz ifade ediyor ki, borçlu olan kölenin satışı vacib değildir. Belki efendi
onu satmakla borçlarını ödemek arasında muhayyerdir. Onun kıymetiyle borçlarının ödeneceği
şekilde bir şey de varid değildir. Bu konu üzerinde Kifâye´de de durulmuştur.
«Köle kazancında hasımdır ilh...» Yani köle rakabesinde değil, kazancında hasımdır. O zaman birisi
kölenin rakabesini iddia etse, bu davada köle değil ancak efendisi hasım olur. Ama eğer kazancını
iddia ederse, o zaman efendisi değil köle o davada hasımdır. Tebyîn adlı eserde olduğu gibi.
«Kölenin bahası herkesin hissesîne göre taksim edilir ilh...» Bu borç ister kölenin ikrarı ile, ister
delil ile sabit olsun, değişmez. Cevhere.
Rahmetî şöyle demektedir: «Kölenin semeninin hisselere göre taksim edilmesi. kölenin borçlarının
peşin olması halindedir. Eğer borçlarının bazısı vadeli olursa, peşin alacaklıların hissesi verilir,
vadeli alacaklının hissesi de vadenin dolmasına kalır.»
Remz´de de şöyle denilmektedir: «Ben diyorum ki, Yenabî´den müflis bahsinde geçtiği gibi kölenin
kıymetinin tümü peşin alacaklıya verilir. Vadeli borcun vakti geldiği zaman ona da gidip peşin
alacaklıya ortak olması söylenir. Bu da eğer borç zahir ise böyledir: Eğer borcun bazısı zahir
değilse, şu kadar var ki sebebi zahirse, mesela mezun borçlu olduğu halde yolda bir kuyu kazsa, o
zaman köle satılır, alacaklıya alacağı kadar semeninden verilir. Eğer borcu fiyatı kadarsa, hepsi ona
verilir. Ama kuyuya bir hayvan düşse, hayvanın sahibi rücu eder. hayvanın değeri kadar köleden
alır.» Kenz üzerine Hamevî.
«Borçlanmadan önceki kazancına ilh...» Yani izinden sonra. Ama izinden önceki kazancı bunun
aksinedir. Nitekim musannıf ileride zikredecektir.
«Bu sözü ilh...» Yani. «Efendisi hazır olmasa da.» Uygun olan şarihin «kayıttır» değil, kazanç ve
hibede temimdir demesiydi. T.
Şu kadar var ki, bunu cevabı mahfuz olan bir şart kılsaydı, o zaman sahih olurdu. Çünkü şartlar da
kayıttırlar. Düşünülsün.
Çünkü köle kazancında alacaklıların hasmıdır ilh...» Yukarıda geçenle birlikte bu söze ihtiyaç
yoktur. T.
«Kazancı ile başlanır ilh...» Çünkü alacaklıların haklarını karşılamakla birlikte, efendisine de
kolaylık olur. Zeylâî.
«Kazancı olmadığı takdirde ilh...» Yani asla kazancı olmasa, veya kazancı borçlarını karşılamasa. T.
«Mutlaka efendi alır ilh...» Yani ister o izinden önceki kazancını efendi kölenin elinde bulsun, ister
kölenin alacaklısının elinde bulsun, mutlaka alır. Kölenin bu kazancının alacaklısı istihlâk ederse,
efendi istihlâk ettiğini tazmin ettirmeye hakkı vardır. Remlî.
«Sözünden anlaşılan ilh...» Yani efendinin kölesine izin vermezden
önceki kazancına daha çok hak sahibidir sözü ifade ediyor ki...
«Vedia verse ilh...» Yani mahcur. Bu ifade ediyor ki, onun vedia vermesi ticaret izni verilmesinden
öncedir. Zahire göre ticaretle izinden sonraki vedia vermesi de yine izinden önceki vedia vermesi
gibidir. Çünkü bir başkasının malını ondan izinsiz olarak vedia olarak vermiştir.
«Onu emanet verilene tazmin ettirir ilh...» Ben diyorum ki, musannıfın burada zikrettiğini Eşbâh da
emanet kitabında açıkça zikretmiştir. Zira Eşbâh sahibi şöyle demektedir: Bezzâziye´de, «Köle, bir
şey kazansa, kazandığı parayla bir şey alsa, aldığını da birisine emânet verse, nesne emanetçinin
yanında helâk olsa. kölenin efendisi onu emanetçiye tazmin ettirir. Çünkü efendinin malıdır. Hatta
bununla beraber kölenin eli de muteber bir eldir. Hatta köle bir şey emanet vererek ortadan
kaybolsa, efendisi onu geri alamaz» denilmiştir.
Bezzâziye sahibinin. «efendisi onu geri olamaz» sözü mutlaktır. Yani köle ister ticaretle izinli olsun,
ister olmasın, ister borçlu olsun, ister olmasın. Birî.
Şu kadar var ki kölenin emânet ettiğini alamaması, emânet edilen malın kendi malı veya kölesinin
kazancı olduğunu bilmemesi halindedir. Eğer bilirse, onu alabilir. Köle hazır olmasa dahi. Hamevî,
Bezzâzîye´den.
«Gâsıbın mudaı gibidir ilh...» Remlî´nin ifadesi şöyledir: «Çünkü o efendnin malıdır. Başkasının
yanında efendisinden izinsiz olarak emânet etmiştir. O zaman o, gasıbın mudaı gibi olur.»
T. diyor ki: «Bu illet ifade ediyor ki, emanetçi efendiye ödediğini, azadından sonra rücu ederek
köleden alır. Düşünülsün.
«Borçlanmadan önce ilh...» Musannıf bununla kaydetmiştir, çünkü Muhit´ten naklen Tûrî´de şöyle
bir ifade vardır: «Eğer üzerinde bir günlük borç varsa, elindeki ister az, ister çok olsun alınır.
Efendinin aldığı da kendisine bırakılmaz. Bunun eseri, kölenin ikinci bir borcu çıkarsa, zahir olur.
Efendi bu durumda aldığının hepsini geri verir. Zira biz, eğer kölenin bazısını borç miktarı kadar
meşgul kılsak, efendinin üzerine meşgul olan miktar kadar alacaklısına vermesi vacib olur. Eğer
alacakları eşit ise borçlusu aldığı takdirde ikinci alacaklı da ona ortak olur. Ta ki, efendiden,
kölesinin kazancından aldığının hepsini alana kadar bu sürer.»
Kuhistânî´de de şöyle denilmektedir: «Bu alacak, kölenin borçlanmasından sonra efendinin
köleden aldığına taalluk eder. O zaman do bu efendiden geri alınır. Meselâ, köle beş yüz dirhem
borçlu alsa, köle bin dirhem kazansa ve efendisi onu alsa, sonra köle bir beş sssyüz dirhem daha
borçlansa, efendinin almış olduğu bin dirhem geri alınır.»
Kuhistânî bunu Kermânî´ye isnad etmiştir.
Zahire´de de şöyle denilmiştir: «Eğer köle ikinci defa borçlanmazsa, efendisi ancak beş yüz dirhemi
geri verir.»
Nihâye´de de şöyle denilir: «Eğer aldığı aynıyla mevcutsa, efendiden geri alınır. eğer helâk etmişse,
aldığına zamindir.»
Efendinin borçlu olan kölesinin kazancından alması, efendinin günlük bir kesim kesmesi hâlinin
aksinedir. Zira eğer günlük bir kesim kesmişse, o zaman efendiden ancak o kesimin mislinden
fazlası geri alınır. Nitekim aşağıda gelecektir.
«Fazla kalan borcu kölenin azadından sonra talep edilir ilh...» Zira borç onun rakabesine taalluk
etmektedir ve onun rakabesi de borçlarını karşılamamaktadır. Dürer.
«İkinci defa satılmaz ilh...» Çünkü müşteri o zaman onun alışından imtina eder. O imtina da külliyen
satımın imtinasına sirayet eder ki, alacaklılar bundan zarar görür. Yine ikinci defa efendisi de alsa
hüküm böyledir. Çünkü efendinin ikinci kez alışı yeni bir mülkiyet olur. Mülkiyetin değişmesi de
hükmen değişmesi gibidir. O zaman ikinci defa efendisi tarafından alınan köle sanki diğer bir köle
gibi olur. Zeylâî.
Köle ancak kansının nafakasından dolayı birkaç defa satılabilir. Zira karısının nafakası peyder pey
vacib olur. Nitekim bu mesele nikâh bahsinde geçti. Kuhistanî.
«Onun benzerinin gelirini de alır ilh...» Eğer kölenin mislinin gelirinden fazlasını alırsa, aldığı
fazlalığı alacaklılara geri verir. Çünkü alacaklıların hakkı zaruret olmadığı halde efendinin hakkına
tekaddüm etmiştir. Dürer.
İnâye adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bunun manâsı şudur ki, yani efendi kölesine her ay kesmiş
olduğu aylık geliri köle borçlandıktan sonra da alır. Borçlanmadan önce aldığı gibi. Efendinin
kölesine kestiği gelirden fazlası da diğer alacaklılara verilir.»
Bâhır´da, Fetih´in azat kitabının hemen öncesinden naklen şöyle denilmiştir: «Kölenin üzerine
günlük veya aylık olarak kesilecek gelirin kesilmesi caizdir. Bunun üzerine de cebredilmez. Ancak
getirmesi üzerine köle ile efendi ittifak ederlerse, o zaman cebredilir.»
Kuhistanî´de de şöyle denilmektedir: «Efendi kölesine aylık bir kesim kesmezden köle
borçlanmadan önce de onun kazancından galle alma hakkına sahiptir. Mezun borçlanmadan önce
mislinin gallesinden fazla alma hakkına da sahiptir. Borçlandıktan sonra onun mislinin gallesinden
fazlasını alamaz. Efendi, mezun borçlandıktan sonra da onun üzerine bir aylık gelir kesebilir.
Kirmânî´de olduğu gibi.»
Kuhistanî´nin «Borçlandıktan sonra da onun üzerine bir aylık gelir kesebilir.» sözünde ondan da
başkasından naklettiklerimize muhalefet vardır. Ki, geçtiği üzere borçlandıktan sonra kesimden
fazlası ondan geri alınır. Hem de şârihin, «borçlanmazdan önce köleden her ay on dirhem alıyorsa,
borçlandıktan sonra da istihsânen aylık on dirhemini alır» sözüne de muhaliftir. Ancak şu kadar var
ki, Kuhistanî´nin iki sözü şöyle telif edilebilir: Köle rakabesini ve elindekini istiğrak etmeyecek bir
borçla borçlandıktan sonra efendi onun üzerine aylık gelir kesimi yapabilir. Yani borçtan arta kalan
kadar veya daha azı kadar galle koyabilir, çoğu kadar değil. Muhtemeldirki, «borçtan sonra kesim
yapar» cümlesi «borçlandıktan sonra ondan mislinin gallesinden fazlasını alamaz» cümlesi üzerine
atıftır. O zaman, ifadenin akışı şöyle olur: Yani efendi mezun borçlandıktan sonra, onun mislinin
gallesinden fazlasını alamadığı gibi, borçlandıktan sonra onun üzerine aylık bir kesimde kesemez.
«İstihsanen ilh...» Kıyasa göre ise, aldığının hepsini geri vermesi gerekir. Çünkü alacaklıların onun
kazancındaki hakkı, efendinin hakkından daha öncedir. Nihâye.
«Kazanç kapısı kapanır ilh...» O zaman onun aldığı, onun kazancı için bir tahsil gibi olur. Ama
fazlayı almaya gelince, kazancının tahsilinden sayılmaz. O zaman da alacaklıların maksadı hasıl
olmaz. Nihâye.
«Köleden zararı def için ilh...» Hidâye´de şöyle denilmektedir: «Çünkü onunla zarara uğrar. Zira
borçlarını azaddan sonra kendi halis malından ödemesi gerekir ki, o da buna razı olmaz.» H.
«Çarşı halkının ekserisi tarafından bilinirse ilh...» Kendi pazarının halkının ekserisinin bilmesi ve
yine istihsanîdir. Zira hepsine bildirmek ya olmaz, ya çok zor olur. Öyleyse efendi çarşı halkının
azının yanında kölesine hacr koysa, köle mahcur olmaz. Hatta köle hacrini bilene de bilmeyene de
satsa, satımı caizdir. Çünkü köle hacrini bilmeyenler hakkında mezun olduğu gibi, onun hacrini
bilenler hususunda da yine mezun sayılır. Zira hacr tahsîsi kabul etmediği gibi, izin gibi, bölünme
de kabul etmez.
Nihâye´de şöyle denilmektedir: «Bu illetle has bir hacrin sahih olmaması sabit olmaktadır. Çünkü
hacrin bir sıhhat şartı da genel olmasıdır.»
«İzni şayi olmuşsa ilh...» Yine hacrin kasdî olması da şarttır. Nihâye´de şöyle denilmektedir:
«Hacrin çarşı halkı arasında açığa vurulması şartı, hacrin kasden sabit olması halindedir. Vekilin
azli gibi. Eğer başkasının zımnında hacr sabitse, o zaman çarşı halkının arasında izhar etmek şart
değildir. Borçlu olmayan mezunun kölesinin satışı gibi.» Buna yakında işaret edilecektir.
«Kendisi biliyorsa ilh...» Yani izni şâyi değilse.
«Yalnız kendi bilgisi kâfidir ilh...» Ama mezun köle hacrini bilmiyor, ticaret yapıyorsa, o zaman
kendisi mezun. hacri de bâtıl olur. Çünkü hacrin hükmü, ancak hacredilen kimsenin bilmesiyle
bağlayıcı olur. İtkanî.
«Mezun kölesini satsa îlh...» Birisine hibe etse ve hibe ettiği kimse kabzetse, bunun hükmü de
satışının hükmü gibidir. Eğer hibeden rücu etse, kölenin izni avdet etmez. Müşteri köleyi bir ayıpla
hükmedildikten sonra reddetse, her ne kadar efendiye eski mülkü iâde edilse bile yine avdet etmez.
Nihâye.
«Çünkü satım sahihtir ilh...» Bu hacr satım için kasden değil, hükmen sabit olmuştur. Çünkü satım
hacr için vazedilmemiştir. Bir şeyin gayrı için hükmen sabit olması caizdir. Her ne kadar kasden
sabit olma hali. Gaib olan vekilin azli gibi.
«Eğer köle borçlu ise ilh...» Yani alacaklılardan izinsiz onu satsa, köle mahcur olmaz.
«Çünkü satım fasittir ilh...» Bu söz, «mahcur olmaz» sözünün illetidir. İmam Muhammed´in
ifadesinde «satım akdi bâtıldır» sözü vaki olmuştur. Bazı âlimler tarafından «İmam Muhammed´in
«batıldır» sözünden maksadı zira gelecekte bâtıl olur. Çünkü borçlu olan mezunun satışı,
alacaklıların icazetine bağlıdır» denilmiştir. Bazı âlimler tarafından da, «İmam Muhammed,
«bâtıldır» kelimesiyle fasit olmayı kasdetmiştir. Şu kadar var ki, bu satımdaki fesad diğer fâsit
akitlerden eksiktir. Çünkü o, fasit aktin şartlarından halidir. Hem de mâlik bu satış üzerine mükreh
değildir. Ancak burada hak sahiplerinin rızası yoktur. O zaman biz bu aktin diğer fasit akitlerden
çok kabızdan önceki mevkuf bir mülkiyeti ifade ettiğinden izhar ettik» demiştir.Tartarhâniye. Özetle.
Bunun üzerine şarihin, «müşteri kabzedinceye kadar» sözünün faydası ne olur? Çünkü müşterinin
kabzından önce de mülkiyet zaten efendi için meydana gelmiştir. Düşünülsün.
«Alacakları peşin ise evet ilh...» Yani onlar satım akdini feshedebilirler. Eğer alacakları vadeli ise,
feshedemezler. O zaman da vade dolduğu zaman mezun kölenin efendisi alacaklılara kölenin
kıymeti kadar zamin olur. Köleyi borcunun süresi dolmadan önce birisine hibe etse, o da kabzetse
veya kiraya verse caizdir. Vade dolduğu zaman yine efendi alacaklılara kölenin kıymeti kadar
zamindir. Alacaklılar hibeyi bozma hakkına sahip değillerdir. Ama icareyi bozma hakkına
sahiptirler. Rehine gelince, bu da satım akdi gibidir. Tatarhâniye. Mezun kölenin azadına gelince,
metinde gelecektir.
«Efendisinin ölümü ile ilh...» Ticaretle izinli çocuk da babasının veya vasisinin ölümü ile minhacir
olur. Ama hâkim tarafından ticaretle mezun edilen köleye gelince hâkimin ölümüyle izinden
azledilmez. Çünkü onun mezuniyeti bir hükümledir. Hükmü veren kimsenin ölümüyle verdiği
hüküm kalkmaz. Nitekim Mecma şerhinde de böyledir.
«Tamamen akıl hastası olmasıyla ilh...» Yani bir yıl veya daha fazla. Veya akıl hastası olması hâkime
havale edilir. Fetvâ da bununla verilir. Eğer bir vaktin tayinine ihtiyaç varsa, o zaman bir yıl akıl
hastalığı ile hacredileceğine fetvâ verilir. Nitekim Vâkıat´in tetimmesinde de böyledir. Dürrü
Müntekâ.
«Darü´l-harbe mürted olarak ilh...» Mecmâ şerhinde şöyle denilmektedir: «Ben diyorum ki,
musannıf burada müsamaha etmiştir. Çünkü darü´l-harbe gidişi eğer hâkimin hükmü ile olmazsa,
biz Hanefîlere göre hükmen ölümü gibi olmaz.»
«Yine kölenin kendisinin akıl hastası olması veya darü´l-harbe sığınmasıyla hacrolunur ilh...» Eğer
şahir, «Mezun veya efendiden birisi ölse, akıl hastası olsa veya darü´l-harbe sığınsa...» deseydi
daha iyi ve güzel olurdu Azmiye.
«Hiç kimse bilmese dahi ilh...» Yani bu hacri veya ölümü hiç kimse bilmese bile yine hacrolur.
Zeylâî şöyle demektedir: «O halde mezun ehliyetinin batıl olması zımnında mahcur olur ki bunda da
ne kendisinin, ne de çarşı halkının bilmesi şarttır. Çünkü burada hacr hükmîdir. O zaman bunda
bilgi şart değildir. Yukarıda sayılan şeylerle azlolan vekil gibi.»
«Hükmen ölümdür ilh...» Hatta onun müdebbirleri, ümmü´l-veledleri azad olunurlar. Malı da varisleri
orasında taksim edilir. Şarihin bu sözü darü´l-harbe sığınma sözünün açıklamasıdır. O halde bu
sözü «hiçkimse bilmese bile sözünden önce zikretmeliydi.»
«Hükmen mahcur olur ilh...» Uygun olan, musannıfın bunu «efendisinin ölümüyle birlikte
zikretmesiydi. Zira bunların ikisi de hükmen hacrdir. Yukarıda bildin.
«İsyan ederek kaçmasıyla da ilh...» Çünkü kölenin efendisi, itaatsizlik yapan kölenin tasarrufuna
âdeten razı değildir. O zaman onun isyan ederek kaçması delâleten hacr olur. Zeylâî.
Musannıf Eşbah´tan naklen bu sözün aksinin doğru olduğunu zikredecektir.
«Hiçkimse bilmese bile ilh...» Yani çarşı halkından kimse bilmese bile.
«Onun doğurması delâleten hacr olur ilh...» Delâleten hacr olması da istihsanidir. Zira câri olan
âdet, ümmü´l-veledlerin muhafaza edilmesidir. Bir de efendi ümmü´l-veledin çıkmasına ve erkeklerle
muâmele etmesine de razı olmaz. Delâleten hacr da sarâhaten hacr gıbidir.
«Aksine açıkça zikretmedikçe ilh...» Zira açıklık delâletin üstünedir. Zeylâî.
«Tedbirle hacr olunmuş olmaz ilh...» Zira adet, müdebbere bir cariyenin tahsisi ile cari değildir. O
zaman hacre delâlet edecek bir şey mevcut değildir. Minâh.
Müdebberin hükmü de öncelikle böyledir.
«Kıymeti kadar borcuna zamindir ilh...» Yani efendi tedbir ve hâmile bırakmakla onların kıymetine
zamindir. Çünkü efendi tedbir ve hamile bırakmakla alacaklıların hakkının taalluk ettiği bir mahalli
telef etmiştir. Zira efendinin fiili ile onların satımı mümteni olmuştur. O zaman onların kıymetine
zamindir. Zeylâî.
Musannıfın sözünün zahiri mutlak kıymeti zamin olmasıdır. Halbuki, onun kıymeti zamin olması
alacaklıların ihtiyarına bağlıdır. O halde, eğer musannıf «eğer alacaklılar diler» sözünü ekleseydi
daha uygun olurdu.
Çünkü Muhit´te şöyle bir ifade vardır: Eğer alacaklılar dilerlerse, olacakları karşılığında köleyi
çalıştırırlar. Eğer efendiye tazmin ettirirlerse, azad edilinceye kadar köle üzerinde bir yolları kalmaz.
Yine Muhit´te şöyle denilmektedir: «Eğer üç kişinin mezun üzerinde alacağı olsa, üçünün de biner
lira alacağı olsa, ikisi efendinin zamin olmasını ihtiyar etseler, efendi mezunun kıymetinin üçte
ikisini tazmin etse, üçüncü olacaklı borcuna karşılık kölenin çalışmasını istese, caizdir. Bunlardan
hiçbirisi kabzettiğine ortak etmez. Ama bunun aksine alacaklı bir kişi olursa, bunlardan birisini
ihtiyar ettikten sonra bir daha diğerini ihtiyar edemez, o hakkı bâtıl olur.
«Yalnız kıymeti kadar ilh...» Yani kıymetinden fazla olan borca zamin olmaz. O zaman fazla kalan
borçlarını azadtan sonra isterler.
neslinur
Thu 4 February 2010, 08:51 pm GMT +0200
METİN
Mezunun hacrinden sonra yanında bulunan bir malın yanında emanet, borç, gasp olduğunu ikrar
etmesi sahihtir. Yanında olan mal ondan kabzedilir. İmameyne göre ise mahcurun bu ikrarı sahih
değildir.
Eğer onun borcu malını ve rakabesini ihata ediyorsa, efendisi onun yanında olan şeye malik
değildir. O halde kölenin kendi kazancından olan kölesini efendisi azad edemez. İmameyne göre
borcu malını ve rakabesini ihata etse de efendisi ona mâlik olur, efendi zengin veya fakir olsun
kıymeti kadar alacaklılara zamindir. Alacaklılar azad olmuş köleden tazmin ettirir, sonra o da
efendisine rücu ederek ordan alır. İbni Kemâl.
Mezun efendisinin çok yakın bir mahremini satın alsa, aldığı köle azad edilmez. Eğer mâlik olsaydı
azad edilmesi gerekirdi. Efendi mezunun elinde bulunan bir köleyi telef etse, zamin olur. Eğer
efendinin mülkü olsaydı zamin olmazdı. Ama İmameyn mülkün sübutu ile ademi sübutu hakkındaki
ihtilafa binaen Ebû Hânife´ye muhalefet etmişlerdir.
Eğer borcu malını ve rakabesini ihata etmiyorsa, imamlann icmaı ile efendinin onun kölesini azad
etmesi sahihtir.
Borcu malını ve rakabesini ihata eden köleyi efendisinin azad etmesi sahihtir. Efendisi o zaman
alacaklılara borcu ile kıymetinden hangisi daha az ise onunla zamin olur. Alacaklılar dilerlerse
köleye ittiba ile alacaklarını kendisinden talep ederler. Şu kadar var ki birisinden talep etmeleri
halinde diğeri beri olmaz. Onlar kefil ile kefil olunan kimse gibi olurlar. Eğer kölenin kıymeti onların
alacaklarını karşılamazsa, mezundan geri kalan alacaklarını azadından sonra talep ederler. Zira
borç onun zimmetinde sâbit olmuştur.
Borçlu olan mezunun tedbiri de sahihtir. Tedbirle hacir altına girmiş olmaz. O zaman alacaklılar
onun azadında olduğu gibi muhayyerdirler. Ancak birisini tercih ederlerse ondan dönemezler.
Şerh-i Tekmille.
Hidâye´de şöyle denilmektedir: «Mezun müdebber veya ümmü´l-veled olursa, bunların kıymetine
zamin olunmaz. Çünkü alacaklıların hakkı onun rakabesine taalluk etmez. Zira müdebber ile
ümmü´l-veled borç sebebiyle satılmazlar. Eğer efendi alacaklıların izni ile onu azad ederse, o zaman
alacaklılar efendiye tazmin ettirme hakkına sahiptirler.» Zeylâî.
Efendi mezunu borçlarından az bir para ile satsa, müşteri de onu kaybetse,musannıfın bununla
kaydetmesi, zira eğer alacaklılar köleyi almaya kadir olsalar yukarıda geçtiği gibi satımı feshetmeye
kadirdirler. Alacaklılar satıcıya onun kıymetini tazmin ettirirler. Çünkü haddi aşmıştır.
Sattığı mezun şart veya görme muhayyerliği şartından dolayı kabzından önce bir ayıpla mutlaka
reddedilse, veya kabızdan sonra hâkimin hükmü ile reddedilse, o zaman efendisi onun kıymeti ile
alacaklılara rücu eder. Çünkü onların hakkı mezun köleye avdet eder. Çünkü mani ortadan
kalkmıştır.
Mezun kabızdan sonra hakimin hükmü olmadan reddedilse, o zaman alacaklılar için köleyi
alacakları karşılığında çalıştırma hakları olmadığı gibi, efendi için onun kıymetini alacaklılardan geri
almaya bir yol da kalmaz. Çünkü karşılıklı rıza ile malı geri vermek ikâledir. İkale de müşteri ile
satıcıdan başka üçüncü bir şahıs için yem bir satımdır.
Mezun satılıp borçları ödendikten sonra ondan yine bir borç kalsa. geri kalan borç için yukarıda
geçtiği üzere azadından sonra köleye müracaat edilir.
Efendi borçlu mezunu satsa, müşteri onu kaybetse, alacaklılar dilerlerse kıymetini satıcıdan,
dilerlerse müşteriden alırlar. Müşteri de kölenin semeni ile satıcıya rücu eder. Veya dilerlerse,
satıma icazet verirler, satılan mezunun kıymetini değil semenini alırlar.
Efendi borçlu olduğunu bildirerek mezunu satsa, yani «Benim mezun kölem borçludur.» diye ikrar
etse, inkâr etmese, ileride geleceği gibi, muhasamat tahakkuk eder. Alacaklılar için değil, satın alan
için muhayyerlik hakkı düşer. O zaman alacaklılar satım akdini reddedebilir. Eğer satılan kölenin
semeni onlara ulaşmamışsa. Zira semeni kabzetmek satım akdine razı olduklarına delâlet eder.
Ancak efendi köleyi çok düşük bir fiyatla satmışsa, o zaman ya müsâmahayı kaldırırlar veya satımı
nakzederler. İbni Kemâl.
Musannıf diyor ki, alacaklılar için mebiin reddi sabittir, eğer alacak peşin, satış alacaklıların talebi
ile olmaz ve semen de alacaklarını tamamen karşılamazsa. Yok eğer borç vadeli ise o zaman bey
nafizdir. Çünkü mani ortadan kalkmıştır.
Efendi kölesini satsa ve ortadan kaybolsa, müşteri alacaklıların hasmı değildir. Eğer aldığı kölenin
borçlu olduğunu inkâr ederse. İkinci imam için burada hilaf vardır. Eğer ikrar ederse, yukarıda
geçtiği gibi, o zaman alacaklıların hasmıdır.
Eğer müşteri gaib olsa, satıcı hazır olsa, hüküm yine böyledir. Yani imamların icmaı ile husumet
yoktur. Ta ki müşteri hazır oluncaya kadar. Şu kadar var ki alacaklılar, satıcıdan satılan kölenin ya
kıymetini tazmin ettirirler veya satıma icazet verir, semenini alırlar.
İZAH
«Yanında bulunan ilh...» Musannıf burada yanındaki bir emanet veya borç ile kaydetti. Zira hacrdan
sonra mezun kölesinin rakabesi ile ikran sahih değildir. Hatta onun rakabesi borç sebebiyle
satılmaz. Fakihlerin icmaı ile, Tebyîn´de olduğu gibi.
«Sahihtir ilh...» Yani Zeylâî ve diğer muteber kitaplarda anılan şartlarla ikrarı sahihtir. Bu şartlar
şunlardır: İkrarı elinde olanı efendi tarafından alınmasından sonra olmamalıdır. Elindekini
başkasına sattıktan sonra olmamalıdır. Hacr sırasında elinde olan malı ihata edecek bir borç
olmamalıdır. Bir de, elinde olan malı hacrden sonra kazanmış olmamalıdır.
«İmameyne göre sahih değildir ilh...» Yani halen sahih değildir. Kıyas da ancak İmameynin
sözüdür. Şurunbulâliye.
«Kazancından olan kölesini efendisi azad edemez ilh...» Yani alacaklılar hususunda azad olmaz. O
halde alacaklılar o köleyi satar ve alacaklarını onun kıymetinden alırlar. Ama efendisi hususunda o
köle efendinin azad etmesiyle icmaen hürdür. Hatta alacaklılar mezunu borcundan ibra etseler,
veya onu mevlâsına satsalar veya mevlâsı onun borçlarını ödese, yine o hürdür. Tatarhâniye,
Yenâbi´den.
İmâmeyne göre mâlik olur ilh...» Çünkü kölenin kesbinde mülkiyet sebebi mevcuttur. O da
efendinin mezunun rakabesine mâlik olmasıdır. Bundan dolayı mezunu azad etmeye, mezune ise
cinsi tekarrübe maliktir. İmameynin delili şudur: Efendinin mülkiyeti ancak kölenin yerine sabit
olur. Köle kendi ihtiyacını bitirdikten sonra. Köleyi ihata eden borcuyla köle meşguldür. Öyleyse
kölenin yerine onun malına efendi malik olamaz. Hidâye.
«Satın alsa ilh...» Bu görüş Ebû Hânife´nin «satılmaz» sözü üzerine tefri ve «azad olmaz» sözüne
atıftır.
«Eğer efendinin mülkü olsaydı zamin olmazdı ilh...» Bu sözün açık anlamı, mülkiyle hüküm veren
adama göre zamin olmaz. Halbuki öyle değildir. Belki onun zamin olması, fakihlerin ittifakı iledir. Şu
kadar var ki, İmameyne göre efendi mezunun kölesinin kıymetine peşinen zamindir. Çünkü onun
mülküdür. Ancak bunun zamin olması da, çünkü alacaklıların hakkı telef edilen köleye bağlıdır. Ebû
Hânife´ye göre ise, ona zamindir. Tazmini de üç sene içinde yapar. Zira cinayet tazminatıdır. Çünkü
onun mülkü değildir. Tebyîn adlı eserde olduğu gibi.
«İmameyn, Ebû Hanîfe´ye muhalefet etmişlerdir ilh...» Bu görüş de yine mezunun efendisinin
yakınını satın alması meselesine döner. H.
«Efendinin onun kölesini azad etmesi sahihtir ilh...» Yani efendinin mezun kölenin kazanmış
olduğu kölesini azad etmesi sahihtir.
«Fakihlerin icmaı ile ilh...» Yani İmameyne göre, Ebû Hanife´nin son kavlinde sözünde Ebû
Hânife´nin birinci görüşünde ise efendi zaten mezununun kölesine malik değildir, onun azadı da
sahih değildir. Zeylâî.
«Borcu malını ve rakabesini ihata eden ilh...» Onun azadının sahih olması âlimlerin icmaı iledir.
Çünkü onda mülkü kaimdir. ihtilâf ancak, mezunun borcu malını ve rakabesini ihata ettikten sonra
kazandığı köle hakkındadır. Ki biz bunu beyan ettik. Zeylâî.
«Efendisi zamin olur ilh...» Yani efendi ister borcu bilsin, ister bilmesin. Zira başkasının malını telef
etmek menzilesindedir. Zira azad ettiği köleye alacaklıların hakkı taalluk etmektedir. Zeylâî.
«Borcu ile kıymetinden hangisi daha az ise ilh...» Zira alacaklıların hakkı onun mal olmasına taalluk
eder. O zaman efendi onun mal olması sebebiyle onu tazmin eder. Rehin veren adamın rehin
verdiği köleyi satmasındaki gibi. Zeylâi.
«Dilerlerse köleye ittiba ile ilh...» Zira borç onun zimmetinde istikrar etmiştir. Zeylâî.
Muhit´te şöyle denilmektedir: «Mezundan alacaklılardan birisinin aldığı meblağa diğerleri ortak
değildir. Ama bunun hilâfına efendisinden alacaklılardan birisi onun kıymetinden bir şey alırsa,
diğerleri ona ortaktırlar. Zira onun kıymetini alacaklılara ödemesi onu azad etmesi sebebiyle vacib
olmuştur. Bir borcun bir sebepten ötürü bir topluluğa ödenmesi vacib olsa, o borçtan ödenen
miktar alacaklılar arasında ortaktır. Tûrî.
«Diğeri borçtan kurtulmaz ilh...» Zira bunlardan her birisinin üzerine müstakilen borç vacib
olmuştur. Ama gasıbtan gasbeden gasıb bunun hilâfınadır. Çünkü tazminat birisinin üzerine
vacibtir. Zeylâî.
«Tedbiri de sahihtir ilh...» Şârih burada musannıfın yukarıda bu meselenin başını sarahatle tasrih
etmesine rağmen iade etmesi, meselenin sonunun bağlanması içindir. T.
«Alacaklılar muhayyerdirler ilh...» Yani dilerlerse, efendiden tedbir yaptığı mezun kölenin kıymetini
tazmin ederler. Dilerlerse de köleden alacakları karşılığı çalışma taleb ederler. Eğer efendiden
kıymeti tazmin ettirirlerse, köle azad edilinceye kadar onun üzerinde bir yolları yoktur. O kendi hali
üzere mezun olarak kalır. Eğer kölenin çalışmasını isterlerse, onlar kölenin çalışmasından
alacaklarını kâmilen alırlar ve köle yine hali üzere mezun kalır. Hindiye.
İşte bu açıklama ile istisnanın manâsı zahir olmaktadır. T. Yani «ancak birisini tercih ederlerse»
sözünün manası, ama azad bunun hilafınadır. Yukarıda geçtiği gibi. Zira onların birisine uyması ile
diğeri beri olmaz.
«Birisini ihtiyar ederlerse ilh... » Yani ya efendinin tazmini, ya kölenin çalışmasından birisini.
«Efendi onu azad ederse ilh...» Bu kavil tedbir meselesi ile değil, yukarıdaki «azadı sahihtir»
sözüne bağlıdır. Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer borçlu mezunu efendisi, alacaklıların izni ile azad
ederse, alacaklılar azad edilen kölenin kıymetim efendiye tazmin ettirirler. Bu da rehin veren
adamın rehindeki köleyi fakir olduğu halde azad etmesi gibi değildir. Zira mürtehinin izni ile azad
edilen köle rehinden çıkmıştır. Mezun olan köle alacaklıların izni ile azad olsa bile borçtan
kurtulamaz.»
Müdebber köleye gelince, onun azadı ile mutlaka zaminiyet yoktur. Zira müellif bunun illetini
zikretmiştir.T.
Turî´nin ifadesi ise şöyledir: «Musannıfın «zamin olur» sözü «Eğer alacaklıların izni ile azad
ederlerse» kavline şâmil gelir.»
«Borçlarından az bir para ile ilh...» Yani borç peşin olduğu halde alacaklılardan izinsiz satsa. Ama
bu satış geçen üç şeyin hilâfına olursa, o zaman efendi üzerinde zaminiyet yoktur. Nihâye.
Makdisî de Ebûl Leys´in Cami şerhinden naklen şunu ilâve etmiştir: «Bey de kıymetinden azı ile
olursa. Ama kıymetiyle veya fazlasıyla satsa, semeni kabzetse ve semen elinde bulunsa, o zaman
tazminin bir faydası yoktur. Şu kadar var ki kölenin semenini kölenin alacaklılarına verir.» Nakleden
Sayıhânî´dir.
«Satımı feshetmeye kadirdirler ilh...» Yani hâkimin alacaklılara kıymetiyle tazmin edilmesi hükmünü
vermesinden önce. Ama eğer hakimin hükmünden sonra olursa, onda tafsilat vardır. İleride
Zeylâî´den naklen gelecektir.
«Satıcıya onun kıymetini tazmin ettirirler ilh...» Bu kıymet ister kölenin bahası kadar, ister az, ister
fazla olsun. Bu kıymeti tazmin ettirmeleri de eğer kıymet borç kadar veya daha az olursa. Eğer
borçtan fazla olursa, o zaman yalnız borç kadarını tazmin eder. Rahmetî.
«Çünkü haddi aşmıştır ilh...» Yani onun satışı ve müşteriye teslim etmesi haddi aşmıştır. Minâh.
«Sattığı mezun reddedilse ilh...» Yani alacaklıların efendiden kölenin kıymetini almayı tercih ettikten
sonra gaib olan köle ortaya çıksa ve müşteri bir ayıptan dolayı reddetse...
«Kabızdan önce ilh...» Şurunbulâliye musannıfın bu sözünde bir görüş olduğunu söyleyerek şöyle
demiştir: «Meselenin şekli, müşterinin efendiden almış olduğu borçlu mezunu kaybetmesi ancak
kabızdan sonra olur. O zaman artık kabız kelimesine ihtiyaç kalmaz.» Şurunbulâlîye sözlerine
devamla, «Umulur ki, bu sözü zikretmesi bunun devamında «mutlaka» demek içindir. Ki, bu söz
ondan sonraki «Hâkimin hükmü ile» sözüne karşılık olsun» demiştir.
«Mutlaka ilh...» Yani ister hâkimin hükmüyle, ister tarafların rızası ile. H.
«Şart veya görme muhayyerliği ilh...» O zaman, musannıfın «mutlaka» kaydını burada zikretmesi
gerekirdi. Peki, mahkeme kararına niçin muhtaç değildir? Zira ayıp pazarlığın tamamlanmasına
engel olur. Ayıp sebebiyle geri vermekle akit fesholur. Şart muhayyerliği ise hüküm ibtidasına
engeldir. Yani sanki satım akdi hiç yapılmamış gibi olur. Çünkü şart olan tarafların rızası yoktur.
Görme muhayyerliği ise hükmün tamamlanmasına engel olur. O halde görme muhayyerliği veya
şart muhayyerliği ile yapılan red, red değil ancak fesih olur. Rahmetî.
«Kabızdan sonra hakimin hükmü ile ilh...» Yani kabızdan sonra hâkimin hükmü ila ayıptan dolayı
reddedilse. Zira hâkimin hükmü ile red fesih olur. Rahmetî.
«Çünkü engel ortadan kalkmıştır ilh...» Yani onların hakkının köle ile taalluk etmesine engel
ortadan kalkmıştır. Çünkü satım ve teslim zımanın sebebidir. O zaman bu gâsıb gibi olur. Ki, gâsıb
gasbettiği malı satsa ve teslim etse, kıymetine zamin olsa, sonra da sattığı şey kendisine ayıptan
dolayı geri verilse gâsıb icin o malı mâlikine geri verme hakkı vardır. Ona daha önce vermiş olduğu
kıymetini de rücu ederek mâlikten alır.
«Üçüncü bir şahıs için yeni bir satımdır iIh...» Yani taraflardan başkası için. Nitekim ikâle bahsinde
de geçti. İkâle taraflar için fesih, üçüncü şahıs için ise yeni bir satım akdidir. Burada alacaklılar
üçüncü şahıs olmaktadırlar. O zaman onların hakkında sanki yeniden onu müşteriden almış gibi bir
şey olur. Onun birinci satımı ise, kendi hali üzerine kalır. Rahmetî.
İşte bundan dolayı musannıf «onlar için köleyi çalıştırmaları hususunda bir yol almadığı gibi
efendinin de kıymetini alacaklılardan geri almaya bir yol da kalmaz» demiştir. O halde başkasından
maksat köle değildir. Anla.
«Dilerlerse müşteriden alırlar ilh...» Yani ona kıymetini tazmin ettirirler. Çünkü müşteri alışı, kabzı
ve kaybetmesiyle haddi aşmıştır. Zeylâî.
H. de bunu destekleyerek şöyle demektedir: «Haberdarsınız ki, kölenin bahası meselemizde her ne
kadar borçtan az ise de şârihin de zikrettiği gibi, şu kadar var ki bazen kıymet üzerindeki borçtan
fazla olur. O halde uygun olan kıymetinin zımânı borç kadar veya daha azı ile kaydedilmesidir. Ama
eğer kıymet borçtan fazla olursa, uygun olan o zaman ancak borç miktarı kadar tazmin etmesidir. O
zaman da satıcının üzerine rücu etmenin keyfiyetine bakılır.»
T. de diyor ki: «Eğer semen efendinin zamin olduğu kıymet kadarsa, onunla rücu eder. Eğer zamin
olduğu şey daha fazla ise müşterinin satıcı üzerine ziyade ile rücu etmesine hiçbir vecih yoktur.»
«Müşteri de kölenin semeni ile beyie rücu eder ilh...» Çünkü ondan kıymetini almak, nesneyi almak
gibidir. Zeylâî.
Şarih de «semeni ile» sözüyle şunu anlatmak istemiştir: Yani müşteriye zamin olduğu şeyle rücu
etmez. Belki satıcıya ödediği semen kadar rücu eder. Kıymetinden kalan kısmını da satıcıdan talep
edemez. Bunun zahiri de. eğer kıymet kölenin semeninden fazla olursa. Şurunbulâliye.
«Satıma icazet verirler ilh...» Zeylâî şöyle demektedir: «Bu meselenin özeti alacaklılar üç şey
arasında muhayyerdirler. Satıma icazet vermeleri, dilediklerine tazmin ettirmeleri. Sonra eğer
alacaklarını müşteriye tazmin ettirirlerse, müşteri de satıcıya ödemiş olduğu semenle rücu eder.
Eğer satıcıya tazmin ettirirlerse, o da mebi olan borçlu mezunu müşteriye teslim eder. Engel
ortadan kalktığından satım da tamamlanır. Hangisini tercih etseler, öteki borçtan kurtulur. Artık ona
rücu edemezler. Her ne kadar tercih ettiklerinin yanında kıymet az da olsa. Eğer bunlar ikisinden
birisinin tazminini tercih ettikten sonra gaib köle ortaya çıksa, hâkim eğer onlara delil veya
yeminden kaçınmaları ile kölenin kıymetini hükmetmişlerse, köle üzerinde hiçbir hakları yoktur.
Zira onların hakkı hakimin hükmü ile kıymete dönüşmüştür. Eğer hakim hasmın yemini ile birlikte
sözüne göre kıymetle hükmetmişse, alacaklılar da ondan fazlasını iddia ederlerse, alacaklılar
muhayyerdirler. Dilerlerse kölenin kıymetine razı olurlar. Dilerlerse de kıymeti reddederek köleyi
alırlar. Köle de onlar için satılır. Çünkü onların kanaatine göre hakları tam ulaşmamıştır. İşte bu
meselede kölenin satışı gasbolunan şeyin benzeridir. Nihâye´de bu şekilde zikredilerek Mebsut´a
nisbet edilmiştir.»
Ben derim ki: Gasbedilende zikredilen malın zuhurunda kıymetinin tazmin olunandan daha çok
olmasıyla şarta bağlanmıştır. Mezun kölenin meselesinde ise bu şart kılınmamıştır. Ancak burada
şart kılınan alacaklıların onun tazmin edilen kıymetinin daha fazla olduğunu iddia etmeleridir. Bir
de, onların kanaatine göre haklarının kendilerine tam ulaşmamasıdır. O zaman gasbedilen ile bu
mesele arasında çok fark vardır. Zira dava bazen dava edilene uymaz. O halde caizdir ki satılan
kölenin kıymetli tazmin olunanın misil veya az olsun. O zaman onlara muhayyerlik hakkı, sabit
olmaz. Alacaklılara muhayyerlik hakkı ancak kölenin zuhurunda kıymetinin tazmin olunan şeyden
fazla olması halindedir. Bu da orada zikredilen değildir.
Bu itiraza Şilbî´nin Kâriü´I-Hidâye´nin hattından naklettiği ile cevap-verilir. Şöyle ki, alacaklılar
aldıklarını geri verme hakkına sahiptirler. Eğer kölenin kıymeti onlara tazmin olunanın misli veya
daha az olursa. Zira onların aldıklarını geri vermelerinde onlara fayda vardır. Bu da, köleyi bütün
borçları karşılığında çalıştırmaktır. Ebussuud.
Turî´de bu cevabın misli ile cevap vermiştir.
«Efendi borçlu olduğunu bildiği halde mezunu satsa ilh...» Hidâye ve Kenz´in ifadesi şöyledir:
«Efendi kölesini satarken müşteriye kölesinin borçlu olduğunu bildirmelidir.» Kifaye´de, «Yani
satıcı müşteriye sattığı kölenin borçlu olduğunu bildirmelidir. Bunun faydası ise müşteriden borç
aybı ile köleyi reddetme muhayyerliğinin düşmesidir. Ta ki satış satıcı ile müşteri arasında lüzumlu
bir satış olsun. Her ne kadar kölenin kıymeti borçlarını karşılamadığı takdirde alacaklı hakkında
lüzumlu bir satış olması bile» denilmiştir. Bunun benzeri misli Tebyîn ve diğer kitaplardadır. Şârih
de buna gelecekte işaret edecektir.
«İkrar etse, inkâr etmese ilh...» İleride geleceği gibi satıcının değil müşterinin ikrarına itibar edilir.
Bu sözün aslı, İbni Kemâl´indir. Zira İbnî Kemâl metindeki «bildirerek» sözünün faydasının gelecek
meselede açığa çıkacağını zikretmiştir. Gelecek mesele şudur: Satıcı borçlu mezunu sattıktan
sonra kaybolsa, müşteri eğer aldığı kölenin borçlu olduğunu inkâr ederse, kölenin alacaklılarının
hasmı değildir. İbni Kemâl demiştir ki: «Zira bu söz mefhumu ile delâlet ediyor ki, ikrar ettiği halde
hasımdır. O zaman bildirmeyi farzetmek gerekir. Ta ki, inkârın bir defa, ikinci defa da ikrarı tasvir
etmek mümkün olsun.»
Şu kadar var ki İbni Kemâl buradaki bildirmeyi ikrarla tefsir etmemiş-tir. Nitekim şârih böyle tefsir
etmiştir. Belki bildirmeyi sarahaten gelecek inkâra ve zımnen anlaşılacak ikrara bina etmiştir. İşte
bundan ötürü H. demiştir ki: «Şârihin «ikrar etse» sözü metnin tefsirine sâlih olmadığı gibi metne
kayıt da olamaz. Şârih İbni Kemâl´in ifadesinde yanlışlık yapmış ve anlamamıştır.»
Buna şöyle cevap verilmesi mümkündür: Yani kölenin borçlu olduğunu ikrar eden bir müşteriye
satsa. Eğer musannıf borcunu ikrar eden bir kimseye satsa deseydi daha açık olurdu.
İbni Kemâl´in «bildirerek» sözünün faydasının aşağıdaki meselede zahir olduğunu zikretmesinde
bir görüş vardır. Zira burada mesele dörtlüdür. Bir, köle kaybolsa ki, bu geçti. Bir de satıcı veya
müşteri kaybolsa ki bunlar gelecektir. Dördüncüsü de satıcı müşteri ve kölenin hepsinin hazır
olması meselesidir. İşte bizim meselemiz de bu meseledir. İşte bundan dolayı T. şöyle demiştir:
«Bu konu kölenin hazır olmasıyla farzedilir. Ki, geçmişteki efendisi onu satsa, müşteri de onu
kaybetse sözüne aykırı olsun. Eğer musannıf, «Eğer köle hazırsa, alacaklıları onların huzurunda
satışı feshederler» deseydi daha kısa ve daha açık olurdu.»
Bu meselede ise köleyi alan kimse eğer kölenin borçlu olduğunu ikrar ederse. zaten mesele açıktır.
Eğer inkâr ediyorsa, o zaman alacaklıların onun borçlu olduğunu isbat etmesi gerekir. Çünkü
isbata bir engel yoktur. Davada hasım mevcuttur. Burada söz ancak satıcının kayıp olması
halindedir. Eğer müşteri ikrar ediyorsa. olacaklıların satımı reddetme hakkı vardır. Yok eğer ikrar
etmiyorsa, onlar satımı reddedemezler. O zaman musannıfın sözündeki «bildirerek» sözünün
faydası hepsinin hazır olduğu meselede asla açık olmaz. Ancak onun faydası, Kifâye´den naklen
geçen meselede açık olur. Buna açık olan hakkında düşün.
«Hasımlaşma tahakkuk eder ilh...» Yani müşterinin almış olduğu borçlu mezunun borcunu ikrar
etmesinin faydası satıcı gaib olduğu takdirde satım akdinin reddinde, onun olacaklılara hasım
olmasının sıhhati konusunda.
«Alacaklılar satımı reddedebilir ilh...» Çünkü onların hakkı köleyle ilgilidir. Hakları da, ya köleyi
alacakları karşılığında çalıştırmak veya onun rakabesinden borçlarını tamamen almaktır. Bunların
ikisinde de fayda vardır. Biricisinde tam ama vadeli, ikincisinde ise fayda eksik ama peşindir. Satım
ile işte bu muhayyerlik yok olur. O halde onlar satımı reddetme hakkına sahiptirler. Zeylâî.
«Semeni onlara ulaşmamışsa ilh...» Hidâye´de şöyle denilmektedir: «Fakihler «meselenin tevili,
eğer semen onlara ulaşmamışsa.» demişlerdir. Eğer satımda müsamaha olmadığı halde semen
onlara ulaşmışsa, alacaklılar satım akdini reddetmeye mâlik değildir. Çünkü hakları kendilerine
ulaşmıştır.»
Zeylâi de şöyle demektedir: «Hidâye´nin bu sözünde bir görüş vardır. Çünkü Hidâye bu ifadesiyle
işaret ediyor ki, semen onlara ulaştığı takdirde onlara artık satımı feshetme muhayyerliği yoktur.
Satımda müsamaha olmadığı takdirde ve semeni de onların hakkını tam karşılamasa. Eğer satımda
müsamaha olursa, alacaklılar için fesih muhayyerliği vardır. Kölenin semeni onların alacağını
karşılasa dahi. Halbuki mesele hiç de böyle değildir. Belki onlar için köleden çalışma talebinde
bulunmaları için semen onların hakkını karşılamıyorsa. müsamaha olmasa bile muhayyerlik hakkı
vardır. Bunu Hidâye sahibi de bizzat zikretmiş olup, satımda müsamaha semen onların hakkını
karşılarsa hakları ulaştığında onlar satımı feshetme muhayyerliğine malik değillerdir. Eğer Hidâye
sahibi. «Meselenin tevili Efendi köleyi öyle bir fiyat ile satsa ki o onların haklarını karşılamasa»
deseydi, söz doğru ve kapalılık da ortadan kalkardı.
Çünkü semen onların olacağını karşılamadığı takdirde her ne olursa olsun onlar satımı
nakzedebilirler. Semen onların alacağını karşılarsa, onlar için nasıl olursa, satımı bozma hakkı
yoktur. Eğer bizim zikrettiğimiz borcun ertelenmesi. alacaklıların onun satışını taleb etmesi, onun
babasının borcunu karşılamasından hiçbirisi mevcut olmazsa, o zaman satım akdi mevkuftur.
Satım, alacaklıların icazeti ile caiz olur. İşte kitabın meselesi de budur.»
Bunun benzeri Hidâye´nin şerhlerinde de mevcuttur.
«Zira semeni kabzetmek ilh...» Bu söz şârihin «Eğer satılan kölenin semeni onlara ulaşmamışsa»
sözünün anlamının iIIetidir. Buna göre ifadenin akışı, eğer semen onlara ulaşmışsa, onlar satımı
reddetmeye mâlik değillerdir. Zira onların semeni kabzetmeieri... uygun olan burada şarihin
«onların semeni kabzetmeleri, satım ile» demesiydi. T.
Bu tabir Hidâye sâhibine cevaptır. Bu cevâbin aslı da Nihâye sahibinindir. Zira Nihâye sahibi şöyle
demiştir: «ALLAHım sen bizi hesaba çekme. Ancak Hidâye sahibinin, «eğer semen onlara ulaşmışsa»
sözünden maksadı satımda müsamaha olmadığı takdirdedir. O zaman onların semeni almaya razı
olmaları mezunun satışına razı olmaktır.» Daha sonra da şöyle demiştir: «Şu kadar var ki, satılan
mezunun semeninin hazırlanması olacaklılarla semen arasında bir tahliye ulaşma kelimesiyle
bâkidir. O zaman en itimad edilecek söz, Kadıhân´ın, «Onun borçlarını karşılamayacak bir semenle
satsa» açıklamasıdır.»
Bu sözün özeti şudur: Vusul kelimesi hazırlatmak ve tahliye anlamını ihtiva eder. Kabz manâsını
ihtiva ettiği gibi. O halde vusul, onların razı olmasına delalet etmez.
Ben derim ki: Şu kadar vur ki, Hidâye sahibinin bundan önceki «Semen onların hakkını
karşılamadığı takdirde onlar için muhayyerlik hakkı vardır» sözü açık bir karinedir ki, Hidâye sahibi
vusuldan kabzı kasdetmiştir. Sözünün birbirini nakzetmemesi için, sözden bir şey anlamak onu
ihmal etmekten daha uygundur. Bilhassa bu iman gibi insanların sözünde. İşte bundan dolayı İbni
Kemal Hidâye sahibinin bu sözüyle cezmetmiştir. Hidâye sahibinden başkalarının sözünde boş
vehimler olarak kabul etmiştir.
«Ancak köleyi çok düşük bir fiyatla satmışsa ilh» Zira o takdirde onlar diyebilirler ki, «Biz semeni
kıymetinin tamamıdır diyerek kabzettik:» ,İbni Kemâl. Yine satımda müsamaha olursa onların
semeni kabzetmeleri semen onların hakkını karşılamadığı sürece onların kabzetmeleri razı
olmalarına delâlet etmez.
«Musannıf diyor ki ilh...» Yani Zeylâî ve diğer âlimlere uyarak diyor ki...
«Alacaklılar için mebîin reddi sabittir ilh...» Eğer mezunun borçları peşin ise, satış da onların talebi
üzerine yapılmaz ve semen onların olacaklarını karşılamazsa.
«O zaman satım akdi nafizdir ilh...» Çünkü mülküne başkasının hakkı taalluk etmeden önce, teslim
etmeye kadir olduğu halde satmıştır. Veya, satış onların izni ile olursa. Zira o zaman onların kendi
nefislerinin satışı gibi olur. Bunun yeri de satış müsamahasız olduğu takdirdedir. Yoksa, zahir,
alacaklılara reddin sabit olmasıdır. Yukarıda geçtiği gibi. T.
Ben derim kî: Açık olan, efendinin onlara vekil olmasıdır. O zaman o vekâlet kitabında geçen
hükümler uygulanır. Ebussuud, «satım akdi yine nâfiz olur. Eğer satış hâkimin izni ile olursa»
demiştir. Nitekim biz bunu zikrettik.
Veya semen onların borcunu tam karşılıyorsa, çünkü onların hakkı kendilerine tam olarak
ulaşmıştır.
«Çünkü engel ortadan kalkmıştır ilh...» Engel, alacaklıların hakkıdır.
«Müşteri olacaklıların hasmı değildir ilh...» Zira dava aktin feshini tazannum eder. Fesih de gaibin
üzerine hükmetmek olur. Zeylâî.
«Kölenin borçlu olduğunu inkâr ederse ilh...» Yani müşteri kölenin borçlu olduğunu inkâr ederse.
«Ebû Yûsuf için burada hilâf vardır ilh...» Zira o hasım olduğunu söylemiştir. O zaman alacaklılara
alacaklarından dolayı hüküm verilir. Çünkü müşteri aynda olan mülkiyeti nefsi için iddia etmektedir.
O halde o aynda münazaa edenin hasmı olur. Zeylâî.
«Eğer ikrar ederse, alacaklıların hasmıdır ilh...» Çünkü onun ikrarı üzerine hüccettir. O zaman
kölenin semeni alacaklıların hakkını karşılamadığı takdirde satımı feshederler. Zeylâî.
«İmamların icmaı ile husumet yoktur ilh...» Zira mülk de, el de müşterinindir. Mülkiyet ve elin ibtali,
müşteri gaib olduğu zaman mümkün değildir. Mülkiyet ibtal edilmediği sürece de müşteri
tarafından alınan borçlu mezunun rakabesi alacaklıların hakkına mahal olmaz. Zeylâî.
«Ya kıymetini tazmin ettirirler ilh...» Çünkü satıcı mezunu satmak ve teslim etmekle alacaklıların
hakkını yok etmiştir. Alacaklılar satıcıya kıymeti tazmin ettirdikleri takdirde satılan kölenin satışı
caiz ve semeni de satıcının olur. Zeylâî.
«Veya satım akdine icazet verir ilh...» Onların satım akdine icazet vermeleri eskiden verilmiş bir izin
gibi olur. Şârih burada, müşterinin aldığı kölenin borçlu olduğunu ikrar etmesi halinde tazmin
edeceğini zikretmemiştir. Açık olan odur ki, bu takdirde alacaklılar ona da tazmin ettirebilirler. Bu
da geçen meselede cari olan muhayyerliklerdendir. T.
neslinur
Thu 4 February 2010, 08:53 pm GMT +0200
METİN
Bir köle bir şehre girerek falan kimsenin mezun kölesi olduğunu söylese ve alıp satsa, mezundur.
O zaman o ticarette lazım olan her şeyi yapabilir. Köle izni veya hacri konusunda bir şey
söylemeyerek alış-veriş yapsa, hüküm yine böyledir. Çünkü teamülün zaruretine binaen istihsanen
mezundur. Bir de müslümanın işi salâha hamledilir. O takdirde zarureten kölenin de mezun
olduğuna hamledilir. Şerhü´l-Camî.
Musannıfin «Müslümanın işi salâha hamledilir» sözünün anlamı meseleyi müslümanla
kaydetmektir. İbni Kemâl.
Şu kadar var ki, adı geçen köle borçlu düştüğü takdirde kazancı borcunu karşılamazsa satılmaz.
Ancak efendisi onun mezun olduğunu ikrar veya alacaklı onun mezun olduğunu delil ile isbat
ederse, satılır.
Alış-verişin mâhiyetini anlayan çocuğun ve zayıf akıllının tasarrufu eğer sırf yararına ise, İslâm
olmak, hibe kabul etmek gibi, izinsiz olarak caizdir. Eğer talâk, azad, sadaka ve karz gibi sırf
zararına ise geçerli olmaz, velileri onlara izin vermiş olsa bile. Alış ve satış gibi zarar ile yarar
arasında iki yönlü olan akitlere gelince, bunlar izne bağlı olur. Hatta çocuk bâliğ olsa ve satımına
icazet verse, nâfiz olur.
Velileri çocuk ve zayıf akıllıya izin verseler, bunlar bütün hükümlerde mezun köle gibi olurlar. İznin
sıhhati için bunların satımın mülkiyeti satıcının elinden çıkardığını. alışın da mülkiyete yol açtığını
bilmeleri şarttır.
Zeylâî, «Bu alış-verişinde kâr etmeyi kasdetmesi ve gabnı yesiri gabnı fahişten ayırmayı bilmesi de
şarttır» ifadesini ilâve etmiştir. Bu da açıktır.
Onların velileri babalarıdır. Babanın ölümünden sonra babalarının vasisidir. Sonra da vasinin
vasisidir. İmâdiye´den naklen Kuhistânî´de olduğu gibi. Bunlardan sonra da sahih dedesidir. Her ne
kadar yükselirse. Sonra onun vasisi. sonra vasisinin vasisidir. Kuhistânî.
Kuhistânî ve Zeylâî, «Bunlardan sonra da onların velileri öncelikle validir.» sözünü ilâve etmişlerdir.
Sonra da hâkim veya vasisidir. Bunların hangisi tasarruf yapmış olsa. sahihtir. Bundan dolayı da
musannıf «sonra» dememiştir.
Ama anne veya vasisi veli olmazlar. Bu mal hususundadır. Fakat nikâh meselesinde bunun aksine
annesinin veya vasisinin velâyeti vardır.
Hâkim çocuğa, yetime, zayıf akıllıyı. onların kölelerini veya yukarıda geçtiği gibi kendi kölesini
alış-veriş ederken görse ve sussa, bu susması ticaretle izin vermek olmaz.
Hâkim çocuğa, yetime, zayıf akıllıya, velileri olmadığı takdirde ve onların kölelerine de velileri
kaçındığı takdirde izin verebilir. Zeylâî.
Ben derim ki: Bercendî´de Hizâne´den naklen şöyle denilmiştir: «Çocuğun babası veya vasisi izin
vermekten kaçınsa, hâkimin ona izin vermesi sahihtir. Vehbâniye şerhi, «Bundan sonra da çocuk
asla hacrolunmaz. Çünkü hükümdür. Ancak diğer bir hâkimin hacre hükmetmesiyle hacrolunur)
demiştir.»
PRATİK MESELEER :
Bir kimse elinde olan bir şeyin kendi kazancı veya irsen malı olduğunu ikrar ederse, açık görüşe
göre mezunun ikrarı gibi sahihtir. Dürer.
Köle izinli olduğunu bilmeden bir mesele istisna, mezun olamaz. O mesele şudur: Adam. «Benim
kölemle alış-veriş yapın. Çünkü ben ona izin verdim» dese, köle bilmediği halde onlar köle ile
alış-veriş yapsalar. köle mezun olur. Ama bunun aksine Küçük oğlumla alış-veriş yapın» dese, bu
izin olmaz.
isyan ederek kaçan köleye ve bir de gasbedilip inkâr edilen köleye, delil olmadığı halde izin geçerli
değildir. Sahih görüş üzere, bunlarla da mahcur olmazlar. Eşbâh.
Vehbâniye´de şöyle denilmektedir: «Hâkim, babasının ticaret izni vermediği bir çocuğa izin verse,
sahihtir ve çocuk ticaret yapabilir.» imam Ebû Yûsuf «çocuk yanındaki vediayı helâk ederse, zamin
olur.» demiştir. Mezun bir şeyi inkâr ettiği takdirde yemin teklif edilir. Fetvâ da bu sözle verilir.
Mahcur bir şeyi rehin verse, satsa veya alsa, efendisi de onu caiz görse, onun hükmü değişmez.»
Çünkü, mahcurun tasarrufu icazete bağlıdır. Eğer icazet vermeyerek ona ticaretle izin verse mezun
köle de önceki tasarruflarına icazet verse, istihsânen caiz olur. Efendi izin vermeyerek onu azad
etse, azad olan kölenin verdiği icazet sahih değildir.
İbni Vehbân sözlerinin devamında, «Mümeyyiz çocuk hükümlerde mahcur köle gibidir» demiştir.
Ben derim ki: Başlangıcı itibariyle teberru olan bir şeyin zarar olduğu gizli değildir. öyleyse karz
gibi tasarruflarda babasının çocuğa izin vermesi sahih değildir.
İZAH
«Mezundur ilh...» Yani, kendi kazancı hakkında ona mezun denilebilir. Hatta onun kazancı ile adil
olmasa bile istihsanen onun borçları do ödenebilir. Çünkü bunda zaruret ve ibtila vardır. Zira her
akitte belge ikâme etmek mümkün değildir. Zeylâî.
«Sözünün ifadesi ilh...» Zeylâî´nin sözü de musannıfın sözü gibidir. Zira zahir, onun mezun
olmasıdır. Çünkü, onun aklı ve dini haram olan bir şeyi işlemeye engeldir. şu kadar var ki. H. «Onun
nefsinden ötürü bir şey vardır» demiştir.
Ben derim ki: O da muamelatta haber vermektir. Fakihlerde «Haber üç türlüdür demişlerdir.
Birincisi din işlerinden haber vermektir. Bu haberin şartı, habercilerin sayısı değil, haber verenin
âdil olmasıdır. İkincisi, şehâdetteki haberdir. Bunda hem adalet, hem de adet şarttır. Birisi de
muamelelerdeki haberdir ki işin zora koşulmaması için bunların hiçbirisi bunda şart değildir.
Hidâye´de de şöyle açıklanmıştır: «Eğer izni haber vermiş olsa, onun ihbarı izin üzerine delildir. Yok
eğer izinli olduğunu haber vermese, onun tasarrufu caizdir. Çünkü zahiren mahcur bir kimse
hacrinin gereği iş yapar. Zahirle amel etmek de işin halka zor gelmemesi için asıldır.»
Görülüyor ki, Hidaye sahibi burada işi zahir ve zaruret üzerine kısaltmıştır. Bu da hepsini
kapsamına alır. Aklın ve dinin zikredilmesine de aykırı değildir. Çünkü akıl ve dine bakılması bazı
şahıslara göredir. Düşünülsün.
«Şu kadar var ki satılmaz ilh...» Zira onun sözü rakabesi hususunda kabul edilmez. Zira rakabesi
efendisinin halis hakkıdır. Kölenin kesbi ise rakabesinin aksinedir. Çünkü kölenin kendi hakkıdır.
Hidâye.
«Delil ile isbat ederse ilh...» Yani, efendisinin huzurunda deli! ile izinli olduğunu isbat ederlerse.
Yoksa kabul edilmez. Çünkü köle rakabesinde hasım değildir. Köle borçlu olduğunu ikrar etse,
hâkim de onun kazandıklarını satsa, alacaklıların alacağını verse, sonra efendisi gelse ve kölesinin
izinli olduğunu inkâr etse, eğer alacaklılar onun izinli olduğuna delil getirirlerse kabul, yoksa
reddolunur. O zaman efendisi onların almış olduğu şeyi geri alır. Hâkimin satımı da nakzolmaz.
Çünkü hâkimin gaibin malını satma velâyeti vardır. Onların hakkı da kölenin azadına kadar tehir
edilir. Çünkü mahcur, sözüyle peşinen muaheze edilemez. İtkanî, Şeyhülislâm´ın Mebsut´undan.
ÇOCUĞUN TASARRUFLARI VE ÇOCUK ÜZERİNDE VELÂYETİ OLANLARIN DERECELERİ BAHSİ
«Çocuğun ve zayıf akıllının tasarrufu ilh...» Musannıf bu meseleyi mezun kitabında çocuğun
velisinin iznine bakarak ve çocuğun velisinin izni ile mezun olmasına göre zikrederek hükmünü
beyan etmiştir. Bu meseleyi musannıf hacr kitabında da zikretmiştir. Zira hacr kitabında «Çocuğun
bilgisi halinde kim çocuk yerine akit yaparsa, ister velisi izin versin, ister reddetsin» başlığı altında
onun mahcur olduğu cihetiyle zikretmiş ve hükmünü de beyan etmiştir. Yakumibe.
«Sırf ilh...» Yani her yönüyle.
«Hibe kabul etmek gibi ilh...» Hibe edilen malın kabzı, çocuğa verilen sadakanın kabulü ve kabzı
gibi. Kuhistâni.
«Sırf zarar ise ilh...» Yani dünya bakımından her yönüyle zarar ise. Sadaka ve karz gibi her ne kadar
uhrevî bir menfaat olsa bile sonuç değişmez.
«Talâk azad ilh...» Velev ki bu talâk ve azad bir mal karşılığı olsun. Yine sahih değildir. Zira talâkla
azad, mülkün izalesi için vadedilmiştir. Mülkün izalesi ise sırf zarardır. Buna talâkta nafakanın
düşmesi, azadda da sevabın hasıl olması zarar vermez. Bunlardan başkasında mülkün izalesi için
vazedilmeyen bir muameleye gelince, çocuk bu tasarrufta bulunabilir. Zira itibar vaz iledir. Hibe,
sadaka ve bunlardan başkasında da yine nikâh ve talâk gibidir. Kuhîstânî.
«Sahih değildir. Velileri onlara izin vermiş olsa bile ilh...» Çünkü bunlarda kâmil bir ehliyet şarttır.
Yapmış olduğu talâk ve azada büluğundan sonra icazet verse bile yine sahih değildir. Ancak
büluğundan sonra onun icazeti aktin başlangıcına sirâyet eden «Ben talâkı ikâ ettim» veya «Azadı
ikâ ettim» sözleriyle yaparsa, o zaman sahih olur. Yine, bu talak ve azadın babası. vasisi ve hâkim
tarafından yapılması da çocuğa zarar olduğundan sahih değildir.
Ben derim ki: Zaruret olan yerler şer´î kaidelerden istisna edilmişlerdir. Mesela çocuk evlense,
organı kesik olsa, veya irtidad etse veya karısı müslüman olduğu köle ile kitabet kesse ve kitabet
bedelini tam olarak almış olsa. bir görüşe göre çocuk burada karısını boşamış olur. Azad etmiş
olması gibi. Bu bahsin tamamı Kuhistânî ve Beccendî´dedir. Dürrü Müntekâ.
«Satış gibi ilh...» Bu satış kıymetinin iki katına bile olsa. Çünkü itibar bir şeyin asıl vaz´ınadır. Sonra
halin ittifakı ile ona âriz olan şeye itibar edilmez. Satış aslında kâr ile zarar arasında gider-gelir.
Ama çocuğa yapılan hibe bunun aksinedir. Bu bahsin tahkiki Minâh´tadır.
«Bütün hükümlerde ilh...» O halde susma ile çocuk mezun olur. Çocuğun elindeki malın kendi
kazancı olduğunu ikrar etmesi de sahihtir. Çocuk kölesini evernreye, kitabet yapmaya, mezun
kölede olduğu gibi malik değildir. Cevhere.
Çocuğa verilen ticaret izni, ticaretin bir çeşidi ile takyid edilmez. Ebû Hanîfe´ye göre çocuğun gabnı
fahişle satımı da caizdir. İmameyi´ı buna karşı çıkmıştır. Velhasıl mezun kölede olan diğer
hükümlerde de mezun gibidir. Zeylâî.
Zeylâi daha sonra, babın sonunda istisna ederek şöyle demiştir: «Ancak velinin onların mallan
üzerindeki tasarruflarına engel olunamaz. Borçlu olsalar dahi. Onların aleyhindeki ikrarı da kabul
edilemez. Üzerlerinde borç olmasa dahi. Ama efendi bunun aksinedir. Fark şudur: VeIinin onlar
aleyhindeki ikrarı şehâdettir. Çünkü başkasının üzerine ikrardır. O halde kabul edilmez. Onların
borçları da onların malına taalluk etmez. O halde o borç onların zimmetindedir. Çünkü onların ikisi
de hürdürler. O halde borçlanmadan önce tasarruf ettikleri gibi borçlandıktan sonra da tasarruf
edebilirler.»
Ben derim ki; Bu fark gerçekte efendi ile veli arasındaki farktır. Çocuk ile köle arasındaki fark
değildir. O zaman Zeylâî´nin istisnasına ihtiyaç kalmaz. Çünkü söz çocuğun tasarrufları
hususundadır. Buna Miraç´ta da işaret edilmiştir.
«Satımı bilmeleri ilh...» Yani çocuk ile zayıf akıllı mücerret ifadeyi değil satımın mazmununu
bilmelidirler. Yakubiye ve diğer kitaplar.
Velvâliciye´de şöyle denilmektedir: «Zira herhangi bir çocuğa satma ve satın alma telkin edilse,
çocuk bunları mutlaka kavrar.»
«Mülkiyeti satıcının elinden çıkardığını ilh...» Yani satım akdi malın mülkiyetini elden çıkarır, semeni
de çeker. Alış da bunun aksinedir. Yani alış mebii celbeder, semeni elden çıkarır.
«Kâr etmeyi kasdetmeyi ilh...» Lâyık olan, burada «bilmek ve kasdetmek» kelimelerini metne uygun
olması bakımından «kasdetmeleri ve bilmeleri» şeklinde kullanmasıydı. Şu kadar var ki, şârih
burada Zeylâi´nin ifadesini nakletmiştir.
«Gabnı bilmesi ilh...» şeyhimiz bu şarta itiraz etmiştir. Çünkü gabnı yesir ile gabnı fahiş arasındaki
farkı bilmek ancak mahir tacirlere mahsustur. Uygun olan buna itibar edilmemesidir. H.
Ben derim ki: Bunun aslı, Sadrı Şeria muhassisi Allâme Yakûb Başa´nındır ki bunu vekâlet kitabının
başlarında zikretmiştir. Şu kadar var ki bu, mezhepte nakledilenlere zıddır. öyleyse bunun tevili
şöyle yapılır: Fâkihlerin maksadı kıymeti meşhur ve bilinen bir şeydeki gabndır. Yoksa ondan
başkasında bazen en akıllı kimseler dahi yanılabilirler. Veyahut murad çocuğun kıymeti on olan
şeyde beşin gabnı fahiş olduğunu bilmesidir. Kıymeti on olan şeyde bir aşağı veya yukarısının do
gabnı yesir olduğunu bilmesidir. Çünkü ikisinin arasındaki farkı idrak etmeyen âkil değildir. Meselâ
birisi çocuğa bir aşık kemiği vererek elindeki elbiseyi alsa, çocuk buna sevinerek aldatıldığını
bilmese, o zaman tasarrufu sahih değildir. Zahir olan kastolunan ancak budur.
Sâdiye´nin vekâlet bahsinde de şöyle cevap verilmiştir, «Bir şeyin yapılmasındaki imkân o şeyin
yerine geçer. O halde bir şeyi bilmek akılla bilmektir. Bu do mevzumuz olan çocukta mevcuttur.
Bunun özeti şudur: Zikredilen çocuğun akıllı olmasından kinâyedir. Yoksa hakikaten çocuğun bu
şekilde bilmesi değildir. O halde bu lazımı zikrederek melzumu irade etmek kabilindendir. AIIah
daha iyisini bilir.
«Bu da zahirdir ilh...» Sanki ona nisbetle zahirdir Buna göre cümlenin manâsı şöyle olur: O çocuk
aldatılma olduğu herkese zahir olan gabnı bilmelidir. O zaman bu cümlenin manâsı bizim cevap
verdiğimizin aynı olmaktadır.
«Velileri babalarıdır ilh...» Yani çocuk ve zayıf akıllının velisi babalarıdır.
Hindiye´de şöyle denilmiştir: «Satımı bilen bir zayıf akıllıya babası, babasının velisi ve dedesi ticaret
izni verir Kardeşi ile amcası izin vermezler. Bunun hükmü de çocuğun hükmüdür.» Daha sonra da
Hindiye´de oğlunun zayıf akıllıya izin vermesinin butlanını zikretmiştir.
Eğer adam zayıf akıllı olarak baliğ olursa hüküm böyledir. Ama çocuk akıllı olarak baliğ olsa, sonra
kıt akıllı olsa kıyasen onun velâyeti babasına avdet etmez. Kadı´ya veya sultana avdet eder.
İstthsana göre ise, babasına avdet eder. Bazı alimler tarafından kıyasın Ebû Yûsuf´un, ikincisinin de
İmam Muhammed´in olduğu söylenmiştir. Bazı alimler de birincinin Züfer´in olduğunu, ikincinin de
üç imamımızın olduğunu zikretmişlerdir. Tatarhâniye´de olduğu gibi.
«Sonra da vasinin vasisidir ilh...» Remlî Bahır hâşiyesinde, «Yani böyle görse de» demiştir.
Câmiü´l-Fusuleyn´de olduğu gibi.
«Sahih ilh...» Bu sahih, annesinin babası gibi fasit dededen kaçınmak içindir.
«Vâlidir ilh...» Vâliden maksat hâkimleri tayin edendir. Hidâye´nin sözü buna delildir. Ama şurta
sahipleri bunun aksinedir. Çünkü şurta sahibi hâkimleri taklit edemez. İnâye de vali, hâkimin
vasisinden sonra zikredilmiştir. Yâkubiye´de, «Bunda bir söz vardır.» denilmiştir.
«Öncelikle ilh...» Yani velâyetin valiye sübutu daha evlâdır. Zira hâkim velâyeti validen alır.
«Sonra da hâkim veya vasisi ilh...» Hâkimin vasisine niçin vasi denilmektedir? Halbuki vesayet,
ölümünden sonra birisini kendi yerine koymaktır. Çünkü vasi burada babaya halife oluyor. Öyleyse
sanki baba hâkimin vasisini vasi kılmış gibi olur. Zira Kadı´nın fiilleri, babanın fiilleri gibidir.
Ebussuud, Şümnî´den.
Yakûbiye´de hakimin buraya kadar tehir edilmesi müşkül görülerek ,şöyle denilmiştir: «Kadı,
babasının imtinasından sonra izin verse çocuk mezun olur. Bu ifade eder ki izin hususunda Kadı
babadan öncedir. Nitekim bu gizli de değildir.»
Ben derim ki: Biz. buna ileride cevap vereceğiz.
«Hangisi tasarruf yapmış olso, sahihtir ilh...» Yani bunların her ikisi de bir mertebededirler. Nitekim
Dürrü´l-Mülteka´da da böyle denilmiştir.
Kuhistânî şöyle der: «Burada musannıf velileri tertib sırası ile zikrettikten sonra burada eşit olarak
zikretmiştir. Zira, valinin hâkimin ve vasinin velâyetleri vasinin ve dedesinin vasisinin ölümünden
sonra sahihtir.»
Bunun özeti şudur: Babanın vasisi varken dedeye velâyet yoktur. Dede veya vasisi varken de Kadı
veya valiye velâyet yoktur. Dede ve dedenin vasisinden sonra ise velâyet tertibi yoktur.
«Anne veya vasisi veli olamazlar ilh...» Zeylâî şöyle der: «Asabeden usulden başkası olan kardeş ve
amca gibi ve bunların haricinde anne ve annenin vasisi gibi, şurta sahibi gibi kimselerin izni sahih
değildir. Çünkü onlar çocuğun malında ticari yolla tasarruf etmeye malik değillerdir. Öyleyse onlar
ticarette çocuğa izin vermeye de malik değillerdir. Baba, dede ve vasileri gibi birinci derecedeki
velileri çocuğun malında ticari yolla tasarrufa malik olduklarından çocuğa ticaret izni vermeye de
maliktirler.»
«Bu mal hususundadır ilh...» Bu mutlak değildir. Çünkü Bahır´ın vekâlet bahsinde
Hizanetü´l-Müftiyyin´den naklen şöyle denilmektedir: «Annenin vasisi için annenin terekesinde
babanın veya vasisinin veya vasisinin, vasisinin veya dedenin huzurunda tasarruf velâyeti yoktur.
Eğer bu sayılanların hiçbirisi olmazsa, o zaman annenin vasisi menkul olanların satışı ile hıfzetme
velâyetine sahiptir. Akarın satışı ile ticaret için bir şey alma velâyeti yoktur. Bir de çocuğun
annesinin malları dışındaki istifade ettiği şeyler hususunda yine onun velâyeti yoktur. Bu bahsin
tamamı Hizânetü´l-Müftiyyin´dedir.»
Şu kadar var ki, menkul olan bir şeyi satmak hıfzetmektir. Câmiü´l-Fusuleyn´in yirmiyedinci faslında
«Yukarıda sayılan velilerin hiçbirisi olmazsa, o zaman annenin vasisi çocuğun malını koruma
velâyetine sahiptir. Menkulü satmak da korumadandır. Ama annenin vasisi çocuğun karını satamaz.
Ticari yolla çocuk namına bir şey alamaz. Ancak, elbise ve nafaka gibi alınması lazım olan şeyleri
alabilir. Annenin vasisinin yetimin annesinin terekesinin dışındaki şeyleri hakkında tasarruf hakkı
yoktur. İster menkul, ister gayri menkul olsun» denilmektedir. Bu bahsin tamamı
Camiü´l-Fusuleyn´dedir, oraya müracaat edilsin.
«Nikâh meselesinde bunun aksine ilh...» Nikâhta vasilerin müdahalesi yoktur. Nikâh ancak
velilerindir. Anne de çocuğun asabesi bulunmadığı yerde nikâh velâyetine sahiptir.
BİR TAMLAMA: Mezun çocuk ve zayıf akıllı kölesine de izin verebilir. Zira ticaretle izin vermek
ticarettir. Kıt akıllının oğlu, babasına ticaret izni veremez. Kıt akıllı babasının malında da tasarruf
edemez. Baba deli olursa, hüküm yine böyledir. Bu bahsin tamamı Tebyin´dedir.
«Kendi kölesini ilh...» Eşbâh sahibinin düşündüğünü binaen Kadı´nın kendi kölesini görmesi. Biz
bu husustaki görüşü yukarıda takdim ettik.
«Yukarıda geçtiği gibi ilh...» Yani mezun kitabının başlarında.
«İzin vermek olmaz ilh...» Zira Kadı´nın başkasının malında hakkı yoktur ki, izin o hakkı iskat etsin.
Zeylâî veya el-Kitap zikretmiştir.
Bu ifade ediyor ki, kendi kölesine izin olur. O halde bizim yukarıda takdim ettiğimizi teyid eder.
«Velileri imtina ettiği takdirde ilh...» Özet olarak hâkimin velinin olmadığı yerde yetim ile zayıf
akıllıya izni sahih olur. Eğer velileri varsa, o zaman hâkimin onlara izni sahih" olmaz. Ancak velileri
izinden kaçınırsa o zaman sahih olur. Bercendî ve Nâzım´dan gelecek olan da budur.
Mirac-ı Diraye´de de bu «babası ticarete engel olursa» sözüyle talil etmiştir. O zaman babasının
engel olmasıyla onların velâyeti hâkime intikal eder. Nikâh babındaki veli gibi.
İşte bununla zahir oldu ki, hâkimin izninin sahih olması ite babanın velâyetinin hâkimden sonraya
bırakılması gerekli olmaz. Bundan dolayı Tatarhâniye´de, «Baba ticarete engel olduğu takdirde
Hâkimin izni caizdir. Her ne kadar hâkimin velâyeti baba ve vasinin velâyetinden sonra da gelse»
denilmiştir. Bu izahla bizim Yakubiye´den naklen zikrettiğimiz itiraz zail olmaktadır. Düşünülsün.
«Ben derim ki: Bercendî´de ilh...» Bunun benzeri Hülâsa´da da mevcuttur. Umulur ki, şarih bu sözü
metinde olmakla birlikte iade etmesi, metinde iznin taleb vakti ile kaydedilmemesindendir. O zaman
bu ifade eder ki, bu bir ittifakı kayıttır. Nazım´dan naklen gelecek olan da bunun mislidir. Yine,
Hindiye´nin Muhit´ten nakliği, «Kadı ona izin verse, babası da engel olsa. hâkimin izni sahihtir»
sözü de bunu ifade eder. Düşünülsün.
«Bundan sonra da çocuk asla hacrolunmaz ilh...» Yani hâkim ölse veya azledilse de çocuk
hacredilmez. Ama bunun aksine baba veya vasi ölürse hacredilir. Zira hâkimin izni hükümdür.
Bizim de zikrettiğimiz gibi. Bununla Tatarhâniye´de de tasrih edilmiştir.
«Ancak başka bir hakimin hacre hükmetmesiyle ilh...» O halde hâkim tarafından izin verilen çocuk
veya zayıf akıllı babası tarafından hacredilemez. Tatarhâniye.
«Bir insan ikrar ederse ilh...» Yani mezun olan çocuk veya zayıf akıllı. Nihâye ve Hindiye´de olduğu
gibi. Buradaki insandan maksat. babasının dışındaki birisi tarafından izin verilendir. Çünkü
Tatarhâniye´de şöyle bir şey vardır: «Babası tarafından ticaretle mezun kılınan çocuk, elindeki bir
mal veya borcun babasının olduğunu ikrar etse, ikrarı sahih olmaz.» Bu ifadeden anlaşılan şudur:
Eğer çocuk hâkim tarafından mezun kılınmışsa, onun babası için ikrarı sahihtir. Velvaliciye´de olan,
«Borçlu olduğu halde mezun çocuk babasına bir şey satsa, herkesin aldatıldığı bir miktarla satması
caizdir. Semenin kabzı ile ikrar etse, ancak delil ile tasdik edilir. Çünkü izni aldığı babasına ikrar
etmektedir. Babasının borcu tam aldığı iddiasının tasdik edilmediği gibi» kavli de buna delâlet eder.
«Elinde olan ilh...» Bu ifade ayna da deyne de şâmil olur. Nihâye.
«Zahir görüşe göre sahihtir ilh...» Yani çocuk veya zayıf akıllı babalarından irsen aldıkları şeyin
başkalarının olduğunu iddia etseler, zahiri rivayete göre sahihtir. Ebû Hanîfe´den yapılan rivayete
göre onların babalarından irsen aldığı şeyi başkalarına ikrar etmeleri sahih değildir. Zira onların
kendi kazançlarındaki ikrarlar ticaretlerde, ona muhtaç olduğundan sahihtir. İrs olarak alınan şeyde
böyle bir ihtiyaç yoktur.
Açık sözün delili şudur: Onun ikrarı velinin reyine eklenince çocuk baliğe iltihak eder. Her iki mal
da onun mülkü olur. O zaman onun iki malda ikrarı da sahih olur. Dürer. Mirasın babadan olması da
ihrazi bir kayıt değildir. Nihâye´de. olduğu gibi.
«Mezunun ikrarı gibi ilh...» Bu söz Dürer´de yoktur. Çünkü mezuna irs yoktur. Sayıhânî.
«Bir mesele istisna ilh...» Bu sözün özeti şudur: Eğer izin kasdi olursa, mezunun izni bilmesi
şarttır. Yok eğer metindeki mesele gibi izin zımnî olursa, mezun izni bilmese dahi mezun olması
caizdir.
Birî, Velvaliciye´den «Köle izni bilmeden mezun olmaz.» sözünü naklettikten sonra, «O zaman
bunda iki rivayet vardır» demiştir.
«Köle bilmediği halde onlar köle ile alış-veriş yapsalar, köle mezun olur ilh...» 0 zaman o köle, o
sözden başkası ile de alış-veriş yapabilir. Eğer onlar o köle ile alış-veriş yapmasalar, köle başka
kimselerle alış. veriş yapsa, bu alış-veriş sahih olmadığı gibi köle mezun olmaz. Zira izin kölenin
efendisinin onunla alış-veriş yapın dedikleri için sabit olmuştur. O zaman ondan önce köleye izin
sabit değildir. Tatarhânîye.
İşte bu meselede iznin zımnî olduğu açık olmaktadır. Her ne kadar efendisi onlara. «Ben ona izin
verdim» dese bile yine izin zımnîdir.
«Ama bunun aksine, «Küçük oğlumla alış-veriş yapın» dese, bu izin olmaz ilh...» Bana bir fark zahir
olmadı. O zaman Hamevî´ye bakılsın.
Ben derim ki: İkinci rivayete göre fark yoktur. Ziyâdat´tan naklen Tenvîrü´l-Ezhân şerhinde şöyle
denilmektedir: «Adam birisine, «Köleni küçük oğluma bin liraya sat» dese o da satsa, eğer çocuk
babasının emrini bilirse caizdir. Eğer bilmezse, caiz değildir. Rivayetlerin bazısında da «mutlaka
caizdir» denilmiştir. Meşayihten bazıları birinci görüşü kıyasa, ikinciyi de istihsana
yorumlamışlardır. Meşayihten bazıları da iki rivayet üzerine hamletmişlerdir.»
Velhasıl, tasarrufla izin eğer kasdî olarak sabit olursa, onda mezunun izni bilmesi şarttır. Ama eğer
başkasının zımninde sabit olursa, bazı âlimlere göre bunda hem kıyas vardır, hem de istihsan. Bazı
alimlere göre, ise, bunda iki rivayet vardır. Meşâyihten bazılarına göre de ikisi arasında hiçbir fark
yoktur. Açık olan da ancak budur.
Ebussuud şöyle der: «İşte bu naklettiğimiz musannıfın «bunun aksine...» sözünü sarahaten
reddetmektedir.»
Ebussuud´un dediğini şeyhimiz Hibbetüllâhî Bali. Eşbâh üzerindeki şerhinde ikrar etmiştir. İmam
Züfer´in «Kaçmak iznin başlangıcına münafi değildir.» sözü üzerine talil etmişlerdir. İşte bu talil
üzerine Eşbâh´ın Fenni´l-Kavaid´inde zihab edilerek kaçan kölenin izninin sahih olduğu söylenmiştir.
Şu kadar var ki Zeylâî, «Biz o görüşe engel olabiliriz. Zira Şeyhülis-lâm´ın zikrettiğine binaen
kölenin isyan ederek kaçması iznin ibtidasına da engeldir» demektedir.
Mecma şerhinde de şöyle denilir: «Zeytâî´nin dediği rivayetin ihtilafı üzerine hamledilir.»
İnâye´de de, «Eğer isyan ederek kaçan köle izni bilirse mezun olur» denilmiştir.
«Gasbedilip inkâr edilen köleye ilh...» Yani gasbına şehâdet edecek bir delil olmazsa.
Hâniye´de şöyle denilmektedir: «Efendisine isyan ederek kaçan köleye izin sahih değildir. Kaçan
köle bilse dahi. Ama eğer isyan ederek kaçan köleye, yanında bulunduğu adamla birlikte izin
verirse sahihtir. Ama eğer gasbeden adam gasbını ikrar eder veya gasbına dair delil bulunursa.
sahihtir. Yoksa, sahih değildir. Zira bu halde satması caizdir. Öyleyse izni de caizdir.»
«Sahih görüş üzere ilh...» Hâniye´de şöyle denilir: «Mezun köle isyan edip kaçmakla minhacir olur.
Ama mezun olan müdebber köle değil. Sahih görüşe göre ticaretle izinli köle gasbedilmekle
hacirden çıkmış olmaz. Yine, esir olmakla da olmaz. Ama esaretten sonra malik olursa hacirden
çıkmış olur. Meselâ, esaretten sonra efendisine ulaşırsa, mezun olmaz. Köle isyanından sonra
efendisine dönse, yine onun izni en sağlam görüşe göre kendisine dönmez.» Özetle.
Tenvîrü´l-Ezhân şerhinde şöyle denilmektedir: «Musannıfın ifadesi kaçan köleye nisbetle mutlak
değildir. Bu yüzden, burada musannıfın sözü mezun olan köleye değil, müdebber olan mezuna
hamledilir. Böylece buradaki ifade ile metindeki ifade arasındaki zıtlık ortadan kalkmış olur.»
«Hakim izin verse ilh...» Metin ve şerhte geçen buna ihtiyaç bırakmaz.
«Çocuk yanındaki emaneti (vediayı) helâk ederse zamin olur ilh...» Yani hacir altındaki çocuk.
Kınye´de şöyle denilmektedir: «Birisi bir çocuğa bin dirhem parayı emânet olarak bıraksa, çocuk bu
parayı helâk etse, imameyne göre zamin olmaz. Ebû Yusuf´a göre ise çocuğun malından tazmin
edilir. Emânet olan hayvana binse, hayvan helâk olsa, bunun hükmü de geçen hilâf üzerinedir.
Hayvanı bir mahcur köleye emânet bıraksa, köle onu helâk etse, imameyne göre azadından sonra
onu tazmin eder. İmam Ebû Yusuf´a göre ise, mahcur köle helâk ettiği şeyden dolayı satılır. Eğer
vedia köle ise, onu çocuk veya mahcur köle öldürmüş olsa. İmameyn´e göre onların vedia olmayan
bir köleyi öldürmeleri gibi olur. Aradaki fark şudur: Efendi kölenin canına kendisi mâlik olmadığı
gibi onun canını başkasının hükmü altına vermeye de mâlik değildir. Eşya ile hayvan bunun
aksinedir. Bir kimse çocuk veya köleye bir şeyi karz olarak verse, ne o sırada ve ne de daha sonra
tazmin yükümlülükleri bulunmaz. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Bazı âlimler, karzın da yukarıdaki
hilâf üzere olduğunu söylenmiştir. Yani bunlar imameyn´e göre helâk olan karzı zamin olmazlar.
Ebû Yusuf´a göre ise zamindirler» Şurunbulâliye.
«Yemin teklif edilir ilh...» Yani ticaret izni olana yemin teklif edilir. İzinlinin üzerinde bir şey olduğu
iddia edilse. o da inkâr etse, ona yemin teklif edilmesi konusunda ihtilaf edilmiştir. İkrar kitabında
zikredilen yemin teklif edilmesidir. Fetvâ da bu görüş üzeredir. Hâniye.
0 halde Nazım´da, «Mezun bir şeyi inkâr ettiği takdirde yemin teklif edilir» denseydi daha uygun
olurdu. Şurunbulâliye.
«Hacir altındaki bir kimse bir şeyi rehin verse ilh...» Burada mahcurdan maksat köledir. Nitekim
ilgili çocuk da onun gibidir.
«Hüküm değişmez ilh...» Yani onun yapmış olduğu şey hâl üzere devam eder. Çünkü efendisinin
icazeti ile o geçerlidir.
«Ben derim ki ilh...» Buradaki bahis Şurunbulâliye´nindir. Bu söz, karz için söylenmiş olup bu.
Nâzım´da zikredilmemiştir. Bunu Şurunbulâliye zikretmiştir. O zaman zikredilmeyen şey üzerine bir
itirazdır.
Ben derim ki: Bu bahis de illete zikredilen genel tasarrufa dâhildir. Anla. Allah daha iyisini bilir.