- Reddü´l Muhtar / Hacr

Adsense kodları


Reddü´l Muhtar / Hacr

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
neslinur
Fri 5 February 2010, 01:30 am GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Hacr

HACR KİTABI

DEYN (BORÇ) SEBEBİYLE HACİR ALTINA ALINAN KİMSENİN TASARRUFLARI BAHSİ

ÇOCUĞUN İHTİLAMLA BALIĞ OLMA FASLI







HACR KİTABI

METİN


Hacr sözlükte mutlaka engel olmak anlamındadır. Bir terim olarak ise, bir kimseyi fiilî değil, kavlî

tasarruflarından men etmektir. Çünkü vukuundan sonra fiilin reddi mümkün değildir. O halde fiilden

men etmek tasavvur edilemez.

Ben derim ki: Kölenin durumu bu söze itiraz olarak vârid olabilir. Çünkü köle halen fiilî

tasarruflarının geçerliliğinden men edilebilir. Belki azaddan sonra da nâfiz olur. Nitekim Bedâyî de

bunu belirtmiştir.

Ey Allah´ım sen muaheze etme, bu müşkile cevaben ancak şöyle denilebilir: Onda asıl olan hâlen

nüfuzdur. Şu kadar var ki, engel olunduğundan azadından sonraya tehir edilmiştir. Düşünülsün.

Engel olmanın sebebi ise, çocukluk ve akıl hastalığıdır. Akıl hastalığı, akıl zayıflığını da kapsamına

alır. Aklı zayıf olan kimsenin hükmü ise mümeyyiz küçükler gibidir. Bu konu mezun kitabında

gelecektir.

Engel olmanın bir sebebi de köleliktir. O halde çocuğun, ve akıl hastasının boşaması sahih değildir.

Fakat akıl hastalığı sürekli olmayan. bazen akıllanan kimsenin hükmü mümeyyizin hükmü gibidir.

Nihâye.

Çocuk ve akıl hastasının köle azadı ve ikrarı da kendilerine nazarla sahih değildir Kölenin ise

boşaması efendisinin değil yalnız kendi nefsi hakkında ikrarı sahihtir. O halde köle üzerinde bir mal

olduğunu ikrar etse, eğer bu ikrarı efendisi için değilse azadına tehir edilir. Ama ikrarı efendisi için

olursa, o zaman heder olur.»

Köle, had ve kısas ikrahında bulunsa, filhal ikâme edilir. Çünkü köle, kısas ve had hususunda asıl

hürriyeti üzerine devam eder.

Hacir altında bulunan bir kimse akit yapsa, yaptığı akit menfaatle zarar arasında gidip gelse bu akti

yaparken satımın mülkiyeti elden çıkardığını satın almanın da mülk kazandırdığını bilse, onun velisi

dilerse reddeder. Eğer alım satımın anlamını bilmezse, o zaman akti bâtıl olur.

Hacir altında olan bir kimse; mal veya nefisten, kıymetli bir şeyi telef etse telef ettiğinin zarar

olduğunu ister bilsin, ister bilmesin -Dürer- ona zamin olur. Çünkü fiillerde hacr yoktu. Şu kadar var

ki, kölenin tazmini azaddan sonradır Nitekim yukarıda geçmişti.

Eşbah´ta şöyle denilmiştir: «Hacredilen çocuk kendi fiilleriyle sorumlu tutulur, O halde telef ettiği

malı peşin olarak tazmin eder. Hacir altındaki çocuk bir adam öldürse, öldürdüğü adamın diyeti

çocuğun âkilesi üzerine gerekli olur. Ancak birkaç mesele de çocuk zamin değildir. Velisinden

izinsiz olarak, çocuk ödünç para aldığını, ona emanet olarak verileni, sattığı malı telef ettiği

takdirde, zamin olmaz. Ona yapılan vediadan şu mesele müstesnadır: Hacir altındaki bir çocuk,

kendisi gibi mahcur bir çocuğa başkasına ait bir malı emânet verse, o mal da telef olsa, mal sahibi

malı emanet edene de, alana do tazmin ettirir.»

İZAH

Musannıf bu konuyu ikrahtan sonra ele almıştır. Çünkü ikrah ve hacrde serbest karar verebilme

velâyeti ortadan kalkmaktadır. Zorlama daha kuvvetlidir. Çünkü zorlama tam bir velâyeti ve sağlam

bir ihtiyarı yok etmektir. O halde ikrahı hacrden önce zikretmek daha uygundur.

«Hacr sözlükte engel olmak anlamındadır ilh...» Yani kişiyi tasarruftan men etmektir. Hatim´e hacr

denilmesi ve Kâbeye engel olmasındandır. Akla da hacir denilir. Çünkü akıl da çirkin şeye engel

olur.

«Mutlaka ilh...» Yani vetev ki, fiilden men olmuş olsa. Veyahutta matlub olan şeyden men etmektir.

T.

«Şeriatta ise ilh...» Sözü tasarruflarından men etmektir. Zira mahcurun akti onu temsil edenin

icazetine bağlı olarak münakit olur. Burada nâfiz kelimesinin kullanılması, lazım kelimesinden daha

geneldir. Kuhistânî.

Biz ikrah bahsinde nifaz ile nüfuz hakkındaki açıklamayı zikrettik. Velhasıl hacr, tasarrufun

hükmünün sübutunu men etmektir. O halde mahcur kimsenin kabzı mülkiyet ifade etmez. Bunda da

şu görüş vardır: Bu söz, menfaat ile zarar arasında gidip-gelen akitlerden başkasını kapsamına

almaz. Halbuki söz, bazen asıl bakımından da geçersiz olur. Çocuğun boşaması gibi. Bazen de

kölenin talakı gibi geçerli olur. Öyleyse uygun olan şeriata göre hacr tarifinde İzâh´ta olanı almaktır.

İzâh´ ta şöyle denilmektedir: «Hacr, fakihlerin ıstılahında belirli bir şahsı özel bir tasarruftan veya


onun geçerliliğinden men etmekten ibarettir.» Bunun açıklaması ise, köleyi, zararlı olan fiilî

tasarrufunun nüfuzundan bir malı peşinen ikrar etmesinden men etmektir. Çocuk ve deli için eğer

sırf zarar ise, onun sözü tasarrufunu aslından men etmektir. Eğer tasarruf menfaat ile zarar

arasında gidîp geliyorsa, o zaman da nâfiz olma özelliğinden men etmektir.

İzâh adlı eserin hâmişinde de şöyle denilmektedir: «Hacr birkaç derecedir: En kuvvetlisi, tasarrufu

aslından yok saymaktır. Orta dereceli, tasarrufun nafiz olma vasfını yok saymaktır. Zayıf olanı ise,

onun halen geçerli olmasından, yani vasfının vasfından men etmektir.»

Görülüyor ki. İzah sahibi bilindiği gibi, fiilden men etmeyi de hacrin tarifine katmıştır. O halde çocuk

ve akıl hastası hakkında zina ve katil de tarifin içine girmiştir. Çünkü akıl hastası ile çocuk zina ve

katlin hükmü olan had ve kısasa göre mahcurdurlar. Cevhere´de olduğu gibi.

Kanaatımızca, İzah´ın yaptığı bu tarif, tahkikli bir tariftir. Çünkü İzah sahibi hacri tasarrufun

hükmünün sübutundan men olarak tarif etmiştir. Artık buna göre hacri sözlü hacirle takyit etmenin

ve fiilî nefyetmenin anlamı nedir? Halbuki her ikisinin de hükümleri ayrıdır. İşte bu izah´ın bu

ifadesiyle şarihin yukarıdaki «müşküldür» demesi, ortadan kalkmaktadır.

Şârihin, «Çünkü meydana gelmesinden sonra fiilin reddi mümkün değildir.» diye talil etmesine

gelince, biz deriz ki, sözümüz burada zatını men etmek değil, hükmünü men etmektir. Söz de fiil

gibi, vukuundan sonra bizzat meni mümkün değildir. Belki onun hükmü reddedilir.

«Musannıfın «sözlü» kelimesi ile takyit etmesi, fiillerin tamamının men edilmeyeceği içindir. Zira

tazmini gerektiren fiillerle sorumlu tutulurlar» denilebilir.

Ben derim ki: Söz de fiil gibidir. Çünkü sözün bazısından da hacredilemez. Hibe sadaka ve

hediyenin kabulü gibi sırf yararına olan şeyler gibi. Ancak bunların azlığı, çokluğu tayin edilebilir.

Düşünülsün.

«Köle halen fiilî tasarruflarının geçerliliğinden men edilebilir ilh...» Meselâ kölenin malları istihlâk

etmesi gibi. Bu bir fiil olup, söz değildir. Daha sonra lüzum ifade etmesi, o durumda men´in var

olmasına aykırı değildir. Eğer gelecekteki lüzumu, halen men´in varlığına zıt olmuş olsa, kölenin

efendisi hakkında bir ikrarda bulunması hususunda mahcurdur sözümüzün geçerli olmaması

gerekir. İşte bu da vasfın vasfını men etmek kısmındandır. Nitekim biz bunu yukarıda zikrettik.

«Belki azaddan sonra ilh...» Yani azat´tan sonra nâfiz olur. Çünkü onun duraksaması efendisinin

hakkından dolayıdır. Azad edildiği zaman da efendisinin hakkı zail olmaktadır. Sonra bil ki. onun

azadına bağlı olan onun ancak mal ikrarıdır. Nitekim gelecektir. Yine, kölenin mehirle mutâlebesi de

eğer efendisinden izinsiz evlenmiş ve evlendiği kadında duhul yapmışsa, azadına bağlı olur.

Nitekim Zeylâî bunu kölenin nikâhı babında zikretmiştir. Öyleyse sanki kadın rızası ile köleyle

evlenmiş ve mehrinin azaddan sonraya tehir edilmesine de razı olmuş gibidir.

Musannıfın İbni Kemâl´e uyarak, Bedâyî´den zikrettiği, «Eğer köle başkasının malını telef ederse, o

malla peşinen sorumlu tutulmaz» sözüne gelince, Tebyin ve Dürer´den ilk bakışta anlaşılan da

budur. Musannıfın İbni Melek´ten naklettiği ise buna aykırıdır. Yani köle istihlâk ettiği şeyle o

zamanda sorumlu tutulur. Bunun benzeri İmâdiye´den naklen köle bahsinde gelecektir.

Remlî, «Bunun benzeri Nihâye, Cevhere, Bezzaâziye, Hülâsa ve Velvaliciye´de de mevcuttur»

dedikten sonra «Velhasıl bu konuda nakil meşhurdur. Yani birisinin malını helâk ederse. peşinen

tazmin ettirilir. Yani ya efendisi onu satar veya kendisi öder» demiştir. Bunun benzeri Siraciye´den

naklen Hamidiye´de de mevcuttur.

Remlî daha sonra da şöyle demiştir: «Tatarhaniye´nin kefalet bahsinde öyle denilmiştir: «Eğer köle

birisinin malını helâk etse, eğer kazancı varsa, kazancından verilir. Yok eğer kazancı yoksa, telef

ettiği malın tazmini için köle satılır. Ancak efendisi onun yerine öderse, o zaman satılmaz.»

Kınye´de başkasına cinayet emri verme babında, Hâherzâde Bekr´e işaretle şöyle denilmektedir:

«Mahcur olan köle birisinin malını telef etse, efendisi onun cinayetini öğrendikten sonra onu satsa,

o mal kölenin rakabesindedir. Alan adam telef ettiği malı ödemek için onu satabilir. Ama eğer

kölenin cinayeti mal değil, nefis ise, bunun aksinedir. Yani bunda âkilesi yanında cinayet îşlediği

efendisi üzerinedir.»

Tatarhâniye´de cinâyetler bahsinin dokuzuncusunda şöyle denilmektedir: «Bir adam üzerine

yapılan cinayet ile mal üzerine yapılan cinayet arasında fark vardır. Eğer köle nefsî cinayet

işlemişse, efendi köleyi cinayet sahiplerine vermekle, diyeti ödemek arasında muhayyerdir.

İkincisinde ise, efendi malı vermek veya köleyi satmak arasında muhayyerdir.»

«Ey Allâh´ım, ancak şöyle denilebilir ilh...» Yani müşkil şeye cevap vermede. Bu, «Ey Allâh´ım»


sigası, zayıf olan cevapların başında kullanılır. Sanki Allahu Teâlâdan bu zayıf cevabın sıhhati

istenmiş olur.

«Onda asıl ilh...» Yani kölenin fiillerindeki asıl olan halen geçerliliktir. Çünkü ileride geleceği üzere,

kölelik hakikaten hacre sebeb değildir.

«Şu kadar var ki ilh...» Yani fiilinin geçerliliğine engel olduğundan -ki efendisinin hakkıdır- azâd

vaktine tehir edilir.

«Çocukluk ve akıl hastalığıdır ilh...» Bil ki, Allâhu Teâlâ hazretleri beşerden bazılarını güçlü

kılmıştır. Bunları da dinin önderi, hidayetin imanı ve karanlıkların aydınlatıcısı yapmıştır. Beşerden

bazısını da dilediği gibi aşağılayıcı sebeblere mübtela kılmıştır. Bunlar çocukluk, akıl hastalığı ve

akıl zayıflığı gibi hacri gerektiren şeylerdir. İşte Cenâb-ı Allah bunların tasarrufunu nâfiz

kılmamıştır. Eğer onların muameleleri nâfiz olsaydı, onlara zarar verirdi. Çünkü onlarla iş yapan

kimse hile ile onların mallarını tamamen ellerinden alırdı. Yine Cenab-ı Allah onların malına bakanı

da baba gibi özel, hâkım de genel kılmıştır. Baba ile hâkimin üzerine onların malına bakmayı da farz

kılmıştır. Çocuklu» ve akıl hastalığı onlara hacr yapılmaya sebeb kılmıştır. Bunların hepsi Allah´ın

lütfu ve rahmetidir. Kölelik ise, gerçekte hacir sebebi değildir. Çünkü köle de hür gibi tam rey

sahibi ve her şeye de muhtaçtır. Şu kadar var ki kölenin kendisi ve elindeki efendisinin mülküdür.

İşte bunun için de efendinin hakkına tecavüz edilmemesi için, onun efendisinin malında tasarrufu

coiz değildir. Bir kimse başkasının mülkünde tasarruftan men edildiği zaman hür gibi hacredilmiş

olmaz. Bununla birlikte başkasının mülkünde tasarruftan da men edilmiştir. Bundan dolayı köle

birine bir mal ikrar ettiği zaman o mal ondan ancak azadından sonra alınır. Çünkü efendisinin hakkı

olan engel olma artık ortadan kalkmıştır. Onun tasarrufunun halen geçersizliği ve azad

edilmesinden sonraya bırakılması köleyi hacredilen kimselerden kılmıştır. Zeylâî.

«Zayıf akıl hastalığını da kuvvetli akıl hastalığını da kapsamına alır ilh...» Musannıf bu sözüyle hacr

sebebinin mutlaka akıl hastalığı olduğuna işaret etmektedir. İzah adlı eserde olduğu gibi.

«Kuvvetli»den maksat sürekli akıl hastalığı «Zayıf»tan maksat ise, devamlı olmayan akıt

hastalığıdır. Veya musannıf «kuvvetli»den her iki kısmı, «zayıf»tan da akıl zayıflığını kasdetmiştir.

Âlimler akıl zayıflığının tefsirinde ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda söylenilen en güzel söz, akıl zayıflığı

anlayışı az. konuşması karışık. tedbiri fasit kimsedir. Fakat akıl hastasının yaptığı gibi ne kimseyi

döver. ne de kimseye söver. Dürer.

«Aklı zayıf kimsenin hükmü ise mümeyyiz gibidir ilh...» Yani aklı zayıf kimsenin hükmü.

tasarruflarında ve tekliflerin üzerinden kalkmasında mümeyyiz çocuk gibidir. Zeylâî.

«Çocuğun boşaması geçerli değildir ilh...» Çocuk mümeyyiz de olsa hüküm değişmez.

«Akıl hastalığı gâlib olan kimsenin ilh...» Bu kayıt bazen zikredilir. Bundan akıl hastalığının akıllılık

hâline galib geldiği kastedilir. O zaman kıt akıllıdan kaçınmak için bu kayıt konur. Hidaye´de vaki

olduğu gibi. Zira Hidaye sahibi. «Mağlub olan akıl hastasının tasarrufları hiçbir halde caiz değildir»

demiştir. Bazen de bu kayıttan hiç akıllanmayan, hastalığı devamlı olan kimse kasdedilir. Bu deliliği

ister kuvvetli. ister zayıf olsun. O zaman buna kıt akıllı da girer. O zaman bazen akıllanan, bazen

rahatsız olan kimseden kaçınmak için bu kayıt konulur. Zira ileride geleceği gibi kıt akıllının

tasarrufları da caizdir. Bu kayıttan maksadın kıt akıllıdan kaçınmak olduğunu söyleyen kimse

vehmetmiştir. Çünkü o zannetmiştir ki, iki sözden maksat tektir. Bununla birlikte kıt akıllının telâkı

da yine geçerli değildir. İbni Kemâl bu şekilde ifade etmiş, şarih de buna uymuştur.

«Bazen akıllanan kimsenin hükmü, mümeyyiz küçüğün hükmü gibidir ilh...» Bunun benzeri Minah,

Dürer ve Gâyetü´l-Beyân´da da mevcuttur. Miraç´ta da böyledir. Zira Miraç sahabi mağlub akıl

hastalığını asla akıllanmayan akıl hastası olarak tefsir ettikten sonra. «Burada mağlub kaydından

maksat, satışı bilen ve satışı kasdeden akıl hastasından kaçınmaktır. Zira onun tasarrufu geleceğe

binaen akıllı çocuğun tasarrufu gibidir ki, velinin icazetine bağlı olunur. Eğer veli icazet verirse caiz

olur, icazet vermese caiz olmaz» demiştir. İşte bu da ancak bizim yukarıda zikrettiğimiz üzere kıt

akıllıdır. Kifâye´de de böyle açıklanmıştır. Zeylâi de bazen akıllanan kimseyi aklı başında olduğu

zaman akıllı kimse gibi saymıştır. Bundan ilk akla gelen de bazen hastalanan, bazen akıllanan

kimse akıllandığı zaman âkil-bâliğ gibidir. Şurunbulâliye, Zeylâî´nin bu ifadesiyle Dürer´e itiraz

etmiştir. O halde onun tasarrufları mevkuf değildir. Rahmeti ve Sâyıhânî. Dürer´in ifadesi ile

Zeylâî´nin ifadesini şöyle uzlaştırmışlardır: «Dürer´in buradaki ifadesinden maksat aklı başına

geldiği zaman da tam akıllı olmaması şeklinde yorumlanır Zeylâî´nin ifadesi ise, aklı başına geldiği

zaman tam akıllı olur şeklinde yorumlanmıştır.»

Şilbî´ de Zeylâî´nin hâşiyesinde burada olanı akıllanmasının belli bir vakti olmayanla yorumlamıştır.


Zeylâî´nin şerhinde olanı da akıllanması için bir zaman olan kimse olarak yorumlamıştır. İkisi

arasını böylece uzlaştırmıştır. Zira birincisinde akıllandığı tahakkuk etmez.

Ben derim ki: Buradaki kapalılığın düğümünü açan ancak bizim İbni Kemâl´den naklen zikrettiğimiz

ifadedir. Zira eğer mağlubtan maksat akıl hastalığı gâlib olan, yani asla akıllanmayan kimse ise, o

zaman hastalanan ve akıllanandan maksat aklı noksan olan olur. O da kıt akıllıdır. Nitekim Kifâye

sahibi ve başkaları böyle açıklamışlardır. Zira Kifâye sahibi şöyle demiştir: «Cinnet getiren ve sonra

akıllanan kimse. başkasına vekil olmaya elverişli olan kıt akıllıdır. Çünkü o bazen satımı bilir ve

kasdeder. Her ne kadar maslahat mefsadete tercih edilmemiş olsa da.»

Bu açıklamaya göre onun akıllanmasının anlamı, yani bazı eşyayı aklı ile idrak edebiliyor, bazısını

idrak edemiyor demektir. O zaman kıt akıllı yukarıda geçtiği üzere tasarruflarında mümeyyiz gibi

olur. Bundan dolayı da Hidâye´nin sârihleri kıt akıllıyı da mümeyyiz gibi kılmışlardır. Eğer

mağlubtan maksat tam veya eksik akıl hastalığından hiç kurtulmayan ise, o zaman mağlubla bazen

akıllanan kimseden sakınılmış olur. Bu da tam olarak aklı başına geldiği zaman tasarruflarında

âkil-bâliğ gibi olduğunu ifade eder. Zeylâî´nin sözünün hamledileceği yer de burasıdır.

Bu karışıklığın kaynağı ise, iki söz arasındaki farkı bilmemektir. Bu araştırmayı ganimet bil.

Muvaffakiyet Allah´tandır.

Bu araştırma ile zahir açığa çıkmaktadır ki, şârihe uygun olan, akıllandığı zaman «Onun hükmü

mümeyyiz gibi» değil, «Onun hükmü âkil gibidir.» demesiydi. Nitekim Zeylâî de ´böyle demiştir.

Eğer şarih böyle deseydi, akıl hastasını «mağlub»la kaydetmesinin faydası açık olurdu. Zira akıl

hastalığı galib olmayan mümeyyiz gibi olur ki, onun da boşaması azadı geçerli olmaz. Ama şârihin

Nihâye´den nakline gelince. o da Hidâye´nin ifadesine uygundur. Zira Hidâye sahibi de ifadesinde

bazı tasarrufları zikrederek düzeltme yapmamıştır. Velhasıl, Hidâye´nin ifadesinde «mağlup»

kaydıyla kıt akıllıdan kaçınılır, musannıfın ifadesinde ise «mağlub» kaydı ile akıl hastalığı tamamen

zail olan kimseden kaçınılır. Düşün.

«Çocukla akıl hastasının ikrarları da geçerli değildir ilh...» Yani mağlub akıl hastası ile çocuğun

ikrarı. Burada çocuktan maksat da ticaretten men edilen çocuktur. Eğer çocuk ticaretle mezun

olmuş olsa, onun ikrarı da kıt akıllı ile ticaretle mezun olan köle gibi geçerli olur. Nitekim mezun

kitabının sonunda da gelecektir.

«Kölenin boşaması geçerlidir ilh...» Çünkü köle ehildir. Boşamada maslahatın şeklini de bilir.

Kölenin boşamasında efendisinin mülkünü ibtal etmek veya menfaatlerini yok etmek de söz konusu

değildir. Dürer.

«Yalnız kendi nefsi hakkında ilh...» Bâzı alimler tarafından bu sözün düşürülmesi vacibtir. Zira

gelecek açıklama ikrarın sıhhatinin kısalığını beyân etmektedir.

«Efendisinin değil ilh...» Efendinin tarafını gözetmek için. Zira onun ikrarının nâfiz oluşu, onun

rakabesinin veya kazancının borca taalluk etmesinden âri değildir. Bunların her ikisi de efendinin

malını telef etmektir. Dürer.

«Köle üzerinde bir mal olduğunu ikrar etse ilh...» Yani mahcur köle. Zira söz mahcur köle

bahsindedir. Hür çocuğun ikrarı geçerli olmadığından köle çocuğun ikrarının sahih olmadığı

öncelikle bilinir.

«Azat oluşuna tehir edilir ilh...» Zira köle azad edildiği zaman kölenin mal ödeme ehliyeti sabit olur

ve engel de ortadan kalkar.

«Heder olur ilh...» Yani efendisinin üzerinde malı olduğunu ikrar ederse, azad edildikten sonra

efendisine bir şey ödemesi gerekmez. Zira yerinde takarrur ettiği üzere kölenin efendisi kölesinin

üzerine herhangi bir malı gerekli kıldırmaz. Dürer.

«Derhal ikâme edilir ilh...» Eğer ikrar ederse, burada efendisinin hazır olması da şart değildir. Ama

eğer kölenin üzerine delil ikâme edilirse, o zaman bize göre efendisinin hazır olması şarttır. İmam

Ebû Yûsuf´a göre ise şart değildir. Cevhere.

Cevhere´de şöyle denilmektedir: «Köle kasden bir adamı öldürdüğü için kısas vacib olsa, efendisi

de onu azad etse, efendisine hiçbir şey lazım gelmez. Maktulün iki velisi olsa, bunlardan birisi

köleyi affetse onun hakkı bâtıl olur, diğer velinin payı da kısastan mala dönüşür. Diğer adam köleyi

kıymetînin yarısı kadar çalıştırır. Yine efendisinin üzerine bir şey vacib değildir. Çünkü onun

üzerindeki kısas hürriyetine kavuştuktan sonra mala dönüşmüştür. Burada kıymetinin yarısı

vâcibtir. Zira cinâyetin aslı onun kölelik halinde olmuştur. Köle hatâen bir adamı öldürdüğünü ikrar

etse, efendiye hiçbir şey lazım gelmez. Hataen öldürmenin diyeti kölenin zimmetinde kalır. Azad


edildikten sonra ondan alır. Hacnedî´de de böyledir.»

Kerhî de şöyle demektedir: «Kölenin hataen cinayetle ikran bâtıldır. İster mahcur olsun, ister

mezun. İkrarından sonra azad edilse, cinayetten dolayı ondan hiçbir şey istenmez.» Bu konunun

tamamı inşallah cinayetler kitabında gelecektir.

«Kısas ve had hususunda ilh...» Çünkü kısasla had ademiyetin hususiyetlerindendir. İnsan. insan

olmak haysiyetiyle kimsenin kölesi değildir. Her ne kadar mal olmak haysiyetiyle başkasına mülk

de olsa. Bundan dolayı da efendinin üzerinde kısas ve hadle ikran geçerli değildir. Köle, kısas ve

had hususunda asıl hürriyeti üzerinde devam ettiği için ikrarı da nâfızdir. Çünkü hakkı olan bir şeyi

ikrar etmiştir. Efendisinin hakkının bâtıl olması ise zımnendir. Kifâye.

«Zararla menfaat arasınca gidip gelirse ilh...» Sırf fayda olan bir şeye gelince, hibe ve ücret alması

da istihsânen sahihtir. Mahcur olan kölenin efendisinin izni olmasa bile muhâlea bedelini kabul

etmesi sahihtir. Çünkü sırf menfaattir. Çocuğun başkasının malı hakkındaki konuşması, vekil

olduğu takdirde sahihtir. Çocuğun başkasının talâk ve azadı hakkında konuşması da geçerlidir.

Cevhere.

«Bir mahcur ilh...» Burada mahcurdan maksat çocuk ve köledir. Bazı âlimlere göre ise burada

mahcurdan maksat, köle, çocuk ve aklı başına gelen akıl hastasıdır. Cevhere.

«Satımın mülkiyeti elden çıkardığını ilh...» Mezun bahsinde diğer bir kayıt da gelecektir. Cevhere´de

de, «Baha ile karşılığı olan malın bir mülkte toplanmadığını bilse» sözü ziyadeleştirilmiştir.

Şahan´da da şöyle denilmiştir: «Akılsızlığın belirtilerindendir ki, helvacıya parayı verip helvayı

aldıktan sonra tekrar parasını ister. Eğer parayı geri istemeyerek gitse, o adam akıllı demektir.»

«Velisi dilerse icazet verir ilh...» Eğer onda fâhiş bir aldatma yoksa. Eğer fâhiş bir aldatma varsa,

veli icazet verse de yine sahih değildir. Ama az bir aldatma bunun aksinedir. Cevhere.

Velinin beyanı mezunlar kitabının sonunda gelecektir.Yineileride gelecektir ki, baba izin vermese.

fakat hâkim izin verse,onunsatımı sahih olur.

«Ona zamin olur ilh...» Eğer bir günlük çocuk birisinin şişesinin üzerine düşüp onu kırsa, o

çocuğun üzerine peşin olarak tazmin vacib olur. Yine bunun gibi, akıl hastası veya köle bir şey telef

etseler, peşinen tazmin etmeleri gerekir. Nihâye´de olduğu gibi. Kâfi´de olan da Nihâye´de olana

uygundur. Azmiye.

«Kölenin tazmini azaddan sonradır ilh...» Yani malı telef etmekte. Ama nefsi telef etmekte ise. eğer

kısas edilmeyi gerektiren bir cinayet işlemişse, hemen kısas edilir. Bilerek veya hataen birisinin bir

azasını telef etmesinde de hüküm böyledir. H.

«Nitekim yukarıda geçti ilh...» Yani Bedâyî´den naklen. Bildin ki. Bedâyî´den naklen geçen Nihaye ve

başkalarında olan ifadeye aykırıdır. T. de her iki ifadenin arasını uzlaştırmıştır. Sâyıhânî de

Bedâyî´de olan ifadeyi, «Eğer onun ikrarıyla zahir olursa» sözü üzerine yorumlamıştır. Zira Gâye´de

şöyle bir ifade vardır: «Gasb açık olduğu takdirde köleye peşinen tazmin ettirilir. Köle de o gasb

karşılığında satılır. Ama gasb eğer kölenin ikrarı ile zahir olursa, onu ödemesi ancak azad ile vacib

olur. Fakih de böyle demiştir.»

«Mahcur çocuk bir adam öldürse ilh...» Yani mahcur olan çocuk. Burada hacr ile takyit edilmesi

ihtirazî bir kayıt değildir. Katta çocuk ticaretle izinli bile olsa, yine hükmü böyledir. Eşbâh üzerine

Ebussuud.

«Ancak birkaç meselede ilh...» Bu söz, zamin olur sözünden istisna edilmiştir. Yani bu meselelerde

çocuk zamin değildir. Çünkü malik tarafından telef ettiği şeylere musallat edilmiştir. Nitekim

Eşbâh´ta da böyle ifade edilmiştir. Şu kadar var ki Ebussuud Kınye´den naklen şöyle demiştir: «Bu

zımen İmameyne göre akit zımândır. Çocuk da zımâniyetin ilzamı ehlinden değildir. İmam Ebû

Yûsuf´a göre ise, bu zıman fiil zımanıdır. Çocuk da fiili iltizam etme ehlindendir.»

Tatarhâniye´de de şöyle denilmektedir: «Çocuk veya köleye birisi bir malı emânet verse, çocuk veya

köle o malı helâk etse, İmam Muhammed´e göre zamin olmaz. İmam Ebû Yûsuf´a göre ise. köle azad

edildikten sonra tazmin eder, çocuk da hacir üzerinden kalktıktan sonra tazmin eder.»

Biz mezunlar kitabının sonunda bu meseleyi tamamlayıcı bir hüküm zikredeceğiz.

«Borç olarak aldığı ilh...» Ebû Hafs´ın nüshasında cevap mutlak zikredilmiştir. Ebû Süleyman´ın

nüshasında ise, çocuğun zamin olmaması İmameynin görüşüdür. İmam Ebû Yusuf´un sözünde ise.

çocuk zamindir. Sahih olan da ancak Ebû Yûsuf´un görüşüdür. Birî, Zahire´den.

Açık olan, «sahih olan» demesi, ihtilafın nakli içindir, Ebû Yûsuf´un sözü için değildir. Düşün.


Ebussuud, Tenvîrü´l-Ezhân şerhinde. «Eğer çocuk başkasının malını kendisine karz veya vedia

edilmeden telef etse, âlimlerin icmaı ile zamin olur» demiştir.

«Emânet edilen ilh...» Musannıf çocuğun yanına sözü ile. «Eğer bir mal çocuğun babasına vedîa

olarak verilen, çocuk da onu telef etse, babası zamin olur» sözünden kaçınmıştır. Şarih burada

vedia hususunda zamin olmamayı mutlak zikretmiştir. Halbuki köle ve cariyeden başkası ile

mukayyettir. Ama emanet edilen köle veya cariye olsa, çocuk da onları helâk etse, fakihlerin icmaı

ile zamin olur. Bîrî, Bedâyî´den.

Hamevî de Üstürşunî´nin Ahkâmû´s-Sığar isimli eserinden buna aykırı olanı zikretmiştir. Zira o şöyle

demektedir: «Mahcur bir çocuğa bir köle vedîa edilse, çocuk bu köleyi katletse çocuğun âkilesi

üzerine onun kıymeti vardır. Eğer çocuğa yenilecek bir şey zamin edilirse, yediği takdirde çocuk

zamin olmaz.»

Ben derim ki: Zıman, fakihlerin icmaı ile âkilenin üzerinedir kaidesi ile yukarıdaki ifadelerin orası

bulunur. Düşünülsün.

«Velisinden izinsiz olarak ilh...» Bu sözün sonrası buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Eğer çocuğun

velisi çocuğun emanet almasına izin vermiş olsa, fakihlerin ittifakı ile zamin olur. Nitekim

Musaffa´da da böyledir. Ebussuud.

«Ona yapılan idadan istisna edilir ilh...» Yani yine «vedia edilen eğer bir köle ise» ifadesi de

yukarıdakinden istisna edilir. Bedâyî´de olan ifadeye binâen.

«Mal sahibi malı icta edene de, alana da tazmin ettirir ilh...» Câmi-ü´l-Fusuleyn´de. «Bu mesele

çocuğa ida edilme meselesinin müşküllerindendir. Eşbah´ta da bu müşküle şöyle cevap verilmiştir:

«Eğer mâlik o çocuğu malına musallat etmemişse.» Ama yukarıda geçen bunun aksinedir. Eşbâh´ta

verilen cevaba şöyle itiraz edilir: Birinci çocuğa vermesiyle zaten malik onu malına musallat

etmiştir. Hamevî´de olduğu gibi» denilmiştir.

Ben derim ki: Bu itiraz da def edilir. Eğer malık o malı birinci çocuğa vermiş olsaydı, artık ona

tazmin ettiremezdi. Nitekim istisna edilen meselelerde de bu geçti.

neslinur
Fri 5 February 2010, 01:31 am GMT +0200
METİN

İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf´a göre ise, sefih kimse, malını tasarruftan hacredilir. Bu konunun

tamamı Eşbah´ın çeşitli faydalar babındadır.

Ebû Hanîfe´ye göre hür-mükellef kimse fısk, borç ve gaflet sebebiyle de hacredilemez. Ama halka

bâtıl hileleri öğreten gâfil müftü, mesela kadına kocasından ayrılması veya zekâtın sakıt olması için

irtidadı öğreten müftü, câhil tabib ve iflas eden kervancı men edilir.

İmameyne göre ise, sefâhet ve gafletle hür kimse üzerine hacr konulur. Fetvâda da, onun malının

korunması amacıyla, İmameynin görüşüne göre verilir. Fetvâ da ancak İmameynin görüşü

üzerinedir. O zaman üzerine hacr konulan kefih kimse hükümlerde çocuk gibidir.

Ebû Hanîfe ite İmameyn arasındaki bu ihtilaf, feshi mümkün olan ve şakanın iptal ettiği

tasarruflardadır. Ama feshi mümkün olmayan, şakanın ibtal etmediği tasarruflara gelince,

imamların icmaı ile hacir konulamaz. Bundan dolayı musannıf, nikâh, talâk ve köle azadında,

üm-mü´l-veled yapmakta, tedbir etmekte, zekât, fitra ve haccın vücubunda, namaz ve oruç gibi diğer

ibadetlerde, baba ve dedesinin velâyetinin üzerinden kalkmasında, ukubatlarla ikrarının sıhhatinde,

infakta, malının üçte birindeki vasiyetlerinin sıhhatinde baliğ gibidir, demiştir. Yani bunlarda

üzerine hacr konulmaz. Yalnız kefaretlerde köle gibidir. Eşbâh.

Velhâsıl şaka ile ciddiyetin eşit olduğu tasarruflarda mahcurun tasarrufu geçerlidir. Şaka ile

ciddiyetin eşit olmadığı tasarruflarda ise onun tasarrufu nâfiz değildir. Ancak hâkimin izni ile

geçerlidir. Hâniye.

Çocuk baliğ olsa, fakat reşid olmasa, onun malı yirmibeş yaşın» dolduruncaya kadar kendisine

teslim edilmez. Ama bu yaştan önce yaptığı tasarruflar sahihtir. Yirmi beş seneden sonra malının

ona teslimi gerekir. Yani çocuğun talebinden sonra malı ona teslim edilmese, vasisi ona zamindir.

Fakat taleb etmezden önce helâk olursa, zamin olmaz. Mitekim mücteba ve diğer âlimlerin sözü de

bunu ifade eder. Şeyhimiz böyle demiştir.

Yirmibeş yaşından sonra, reşid olmasa bile malı ona vücuben teslim edilir. İmameyn şöyle

demiştir: Onun malı. onda rûşd görülünceye kadar ona verilmez. Onun malında tasarruf etmesi de

câiz değildir. Onlarda rüşd görürseniz mallarını kendilerine verin.» (Nisâ: 6) âyetindeki «rüşd»den

maksat, yalnız malında maslahata uygun davranmaktır. Kendisi fâsik olsa da hüküm değişmez. İbn


Abbas böyle tefsir etmiştir.

Hâkim borçlu hür kimseyi, malını satıp borcunu ödemesi için hapseder. Ve onun borcunu izin

almaya gerek görmeksizin onun parasından öder. Onun borcu dirhem olsa, elindeki para da dinar

olsa, yine öder. Borcu altın ise, istihsanen, gümüş paralarını satar, altınla borcunu öder. Çünkü

semeniyet (mal değeri) bakımından ikisi de birdir. Ama hâkim onun ev eşyasını ve akarını borcu

için satmaz. İmameyn buna karşı çıkmıştır. Yani akarı da, ev eşyası da borcu için satılır. Fetvâ da

İmameynin görüşü ile verilir. İhtiyâr.

İmâmeynin görüşü Kudurî tarafından da sahih görülmüştür. Borçlu kimsenin halen muhtaç

olmadığı malları satılır, öyleyse eğer bir malı ikrar etmiş olsa, o mal ona borçlardan sonra gerekli

olur. Delil veya hâkimin îlmi He sabit olmadığı sürece, istihlâk ettiği bir mal gibi satılan malında

borçlularına ortak olur. Çünkü fiilde hacr yoktur. Yukarıda geçmişti.

İZAH


«Hür mükellef hacredilmez ilh...» Bazı nüshalarda «Hürrün üzerine hacr konulmaz» denilmiştir. Bil

ki, Ebû Hanîfe´ye göre, Sefâhet, borç, fısk ve gafletten dolayı âkil-bâliğ olan bir hürrün üzerine hacr

konulması caiz değildir. İmameyne göre ise, fısk dışında diğerleri sebebiyle hacr konulması caizdir.

İmam Şâfii´ye göre ise. hepsiyle hacr koymak caizdir. Kifâye.

Gâfil müftü, cahil tabib ve müflis kervancının hacrine gelince, bu ıstılâhî bir hacr değildir. Nitekim

gelecektir.

Dürer´in ifadesine göre ise, yine İmameyne göre, fasık müftü de hacredilir. Bu ifade bütün kitapların

ifadelerine aykırıdır. Azmiye´de de bu muhalefete dikkat çekilmiştir. Burada musannıf ve şârihin

sözü ise kapalıdır. Düşünülsün.

«Malı sarfetmek ilh...» Ama malı yersiz israf etmenin dışında içki ve zina gibi günahları işleyenler

ıstılahî manada sefih değillerdir. Kuhistânî.

Öyleyse buradaki sefihten maksat, reşid olduğu halde sonradan sefih olan kimsedir. Zira metinde

geleceği gibi reşit olmadan baliğ olsa, onun malı teslim edilmez.

«Şer´in veya aklın aksine ilh...» Nafakada israf ve boş yere sarfetmek veya faydasız yere harcamak

veya diyanet ehlinin bir maksat saymadığı bir maksat için sarfetmek gibi. Mesela malını türkücü,

şarkıcı ve oyunculara vermesi gibi. Veya uçan bir güvercini yüksek bir fiyatla alması gibi. Çünkü

ticarette aldanmak makbul bir şey değildir. Hayır ve ihsanda hoşgörü meşrudur, fakat yeme ve

içmedeki gibi israf haramdır. Zira Allahu Teâlâ müslümanları medhederken, «Onlar, sarfettikleri

zaman ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.» (Fûrkan : 67) buyurmuştur.

Kifâye.

«İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf´a göre ise, sefih kimse malını tasarruftan hacredilir ilh...» İleride

metinde aynı ifade gelecektir. Bu sebeple bu ifade burada fazladır, şârihin de buradaki fürûu sahih

değildir. H.

«Fısk ilh...» Yani bir kimse malını boş yere sarfetmiyorsa, fıskı sebebiyle hacredilmez. Çünkü fâsık

malını korumasa bile bütün Hanefî imamlarına göre kendi ve çocukları üzerine velâyet ehlindendir.

Kuhıstânî.

«Borç ilh...» Yani her ne kadar borcu malından fazla olsa bile. Alacaklılar da hâkimden onun

hacredilmesini isteseler bile, borcundan dolayı hacredilmez. Kuhistânî.

«Gaflet sebebiyle ilh...» Yani âkil bir kimse gafletinden dolayı hacredilemez. Çünkü gaflet ifsad

edici değildir. Gâfil kimse zaten gafleti de kasdetmez. Gâfil kimse kâr edecek tasarruflar da

yapamaz. Çünkü kal-binin selâmetinden dolayı satışlarında aldatılır. Zeylâî.

«Men edilir ilh...» Musannıf bu sözüyle burada menden maksadın hakiki hacr olmadığına işaret

etmektedir. Hacr, tasarruflarının nüfuzuna engel olan şer´î mendir. Zira müftü hacrdan sonra

isabetli fetvâ verse, fetvâsı caizdir. Tabib de ilaç satsa, satışı nafizdir. Bundan anlaşılıyor ki

musannıfin kullandığı menden maksat his bakımından mendir. Beday´i´ den naklen Dürer´de olduğu

gibi.

«Utanmaz ilh...» Cevhere de şöyle denilir: «Bir şey kalınlaştığı veya katılaştığı zaman ona macin

denir. Araplar macin kişi dedikleri zaman bundan onun utanmazlığını, hayasızlığını kasdederler. Bu

kelime hâlis bir Arapça değildir.»İbni Kemâl.

«İrtidadi öğreten ilh...» Ve bir de câhilce fetvâ veren gibi. Şurunbulâliye, Hâniye´den.

«Cahil tabib ilh...» Yani hastalara helâk edici ilaçlar içiren doktor. Verdiği ilaç hastalar üzerinde yan


etki yaptığı zaman onu defetme kudreti de yoktur.

«Müflis kervancı ilh...» Yani parası olmadığından deve kiralayamaz. Kendi devesi de yoktur. Deve

alacak malı da yoktur. Yüklerini taşımak için halktan parayı toplar, taşıma zamanı geldiği zaman

yükü taşımaz, kendisi de saklanır. Cevhere.

0 halde böyle müflis kimseler din, beden ve mal için men edilirler. Bu men etmek de iyiliği

emretmek, kötülükten men etmek kısmındandır. Kuhistanî ve diğer kitaplarda olduğu gibi.

Bazı âlimler tarafından bu üç kimseye diğer üç kimse daha ilhâk edilmiştir. Bunlardan birisi yiyecek

maddelerini stoklayan, ikincisi yiyecek maddelerini kıymetiyle satmayıp zulmeden kimse, üçüncüsü

de yanında müslüman olan kölenin satışına engel olan zımmî. Hâkim bu zımmîyi men eder ve köleyi

satar.

Ben derim ki: Emri bil maruf bundan çok daha geniştir. Uygun olan, hastanın da malının üçte

birden fazlasında tasarrufuna engel olunmanın zikredilmesiydi.

BİR UYARI: Bu ifadelerden anlaşıldı ki, bazı sanat şahiplerinin diğer ehil sanatkârlara engel

olmaları câiz değildir. Nitekim Hâmidiye´de de böyle fetvâ verilmiştir.

«İmameyne göre ise sefahet ve gafletle hür kimse üzerine hacr konulur ilh...» Cevhere´de şöyle

denilir: «Bu ittifaklarından sonra İmam Ebû Yûsuf ile Muhammed kendi aralarında ihtilaf

etmişlerdir. Ebû Yûsuf, sefîh ve gâfil kimsenin ancak hâkım tarafından hacredileceğini ve bu

hacirin yine ancak hakim tarafından kaldırılacağını söyler. İmam Muhammed ise, onun malındaki

fesâdı onu hacreder, malındaki ıslâhı ise hacri kaldırır demiştir. Bu ihtilafın semeresi de, Hâkimin

hacr koymasından önceki satışında açığa çıkar. Ebû Yûsuf´a göre bu satış caiz, Muhammed´e göre

ise caiz değildir.»

«Sefâhet ve gafletle ilh...» Bir de, ileride geleceği üzere borçla. Âlimlerden bazıları gaflet yerine

fesad tabirini kullanmışlardır. Burada fesaddan maksat da fısk değildir.

Dürrü´l-Münteka´da şöyle denilmektedir: «İmameyne göre hacrin sıhhati için o kimsenin iflası ile

hükümden sonra hacredilmesi şarttır. İflasla hüküm, sefihin hacrinde şart değildir. Halbuki sefihlik

malın hepsini kapsar. Borçla hacre gelince, bu yalnız elindeki mala hastır. Onun hacirden sonra

kazandığı malda tasarrufu nâfizdir. Nitekim Kuhistanî ve Bercendî´de de böyle denilmiştir.

Hıfzedilsin.

Tatarhâniye´de de şöyle denilmektedir: «Borç sebebiyle hacredilen kimse üç durumda sefahet

sebebiyle hacredilenden ayrılır. Birincisi, sefihin hacri onda olan bir maksat içindir kis o da onun

sui ihtiyâridir. Yoksa alacaklıların hakkı için değildir. Ama borç sebebiyle hacredilen bunun

aksinedir ki bunun hacri hâkimin hükmüne muhtaçtır. İkincisi, sefahetle hacredilen kimse bir köle

azad etse, köleye de çalışmak vacib olsa, vacib olan şeyi çalışarak edâ etse, efendisinden hacr zâil

olduktan sonra say ederek ödediğim rücu edip efendisinden alamaz. Ama iflasla hacredilen kimse

bunun aksinedir. Üçüncüsü, borç sebebiyle hacredilen kimse, hacrolunduğu halde ikrarda bulunsa,

bu ikrarı üzerinden hacr kalktıktan sonra nâfiz olur. Yine borç sebebiyle hacr edilen kimsenin ikrarı

ne harc hâlinde ne de ondan sonra hazır veya sonradan alacak malı hususunda nâfiz değildir.

Özette.

Ben derim ki: Borç sebebiyle hacredilen kimsenin hacri hüküm üzerine bağlı olur. Bu kayıt geçen

ifade üzerine eklenir. Yani Ebû Yûsuf´un görüşü üzerine. Çünkü onun hacri alacaklıların hakkı

içindir. Ama sefihin hacri bunun aksinedir. Çünkü o kendi hakkı için hacredilmiştir. Onun hacri

hâkimin hükmüne bağlı olmaz. Nitekim ben buna yukarıda da işaret etmiştim.

Fakihlerin sözünün açık anlamı, Ebû Yûsuf´un sözünün Muhammed´in sözü üzerine tercih

edilmesidir.

«İmameynin görüşü üzere ilh...» Kadıhan, Kitâbü´l-Heytan´da imameynin görüşü ile fetvâ

verileceğini açıklıkla söylemiştir. Kadıhan´ın bu açıklaması sarihtir. Bu, sarâhati iltizamdan daha

kuvvetli olur. Şeyh Kâsım Tashih adlı eserinde böyle demiştir. Şeyh Kâsım´ın maksadı şudur:

Metinlerde bulunan «Hür hacredilmez» sözü iltizamla tashih edilmiştir. Kadıhân´da vâki olan,

«Fetvâ onların görüşü üzerinedir» açıklaması ise düzeltmeyi açıklamasıdır. O zaman mutemed

görüş ancak o olur. Mevlâ da Fevâid adlı eserinde «Fetvâ onun üzerinedir» demiştir. Minâh.

Şeyh Salih´in haşiyesinde şöyle denilmektedir: «Muteber kitapların birçoğunda, «Fetvâ imameynin

kavli üzerinedir» sözü açıklıkla zikredilmiştir.»

Kuhistânî´de Tevzîh´ten naklen, «tercih edilen. İmameynin görüşüdür.» denilmiştir. Belî ve

Ebü´l-Kâsım da İmameynin görüşü ile fetvâ vermişlerdir. Nitekim Minâh´ta Hâniye´den naklen,


musannıfın gelecekteki, «Hâkim borçlu olan hür kimseyi hapseder» sözünden hemen önce

zikredilmiştir.

«Çocuk gibidir ilh...» Yani akıllı çocuk gibi. Kıt akıllı baliğ de akıllı çocuk gibidir. Eşbâh

hâşiyelerinde olduğu gibi.

«Nikâhta, talâkta ilh...» Eğer sefih veya gâfil nikâhladığı kadın ile bir mehir konuşursa mehr-i misil

miktarını vermesi câizdir. Fazlası bâtıl olur. Eğer zîfaftan önce boşarsa, mehr-i müsemmânin yarısı

kadar vermesi vâcibtir. Çünkü miktarını belirleme halinde mehr-i misil kadarı geçerli olur. Dört

kadınla evlense veya her gün bir kadınla evlense de hüküm yine böyledir. Zira evlenme onun aslî

ihtiyaçlarındandır. Zeylâî.

«Köle azadında ilh...» İmam Muhammed´e göre kölenin kıymeti kadar çalışması gerekir. Doğru olan

da ancak İmam Muhammed´in görüşüdür. Turi.

«Ümmü´l-veled yapmakta ilh...» Yani câriyesi doğum yapsa, sefih veya gâfil doğan çocuğun

kendisinden olduğunu iddia etse, çocuğun nesebi sabit olur. Çocuğu doğuran cariye de sefîhin

ümmü´l-veledi olur. O câriye onun ölümüyle de onun malının tümünden azad edilmiş olur. Ne

cariyenin ne de çocuğunun hiçbir şey için çalışması gerekmez. Çünkü çocuğun nesebinin sübutu

cariye için şahit sayılır. Çocuk cariye ile beraber olmadığı halde sefih cariyenin kendisinin

ümmü´l-veledi olduğunu iddia etse. o cariye satılmaz. Cariye sefihin ölümü hâlinde, kıymeti kadar

çalışır. Hastanın ümmü´l-veledinin durumu da böyledir. Zeylâî.

Câriyenin kıymetinîn tümü de sırf câriyeliğinin kıymetinin üçte biridir. Cevhere.

«Tedbir etmekte ilh...» Müdebbere yaptığı kölesi, efendinin reşid olmadan ölmesi halinde

müdebbere olan kıymeti kadar çalışır. Müdebber kölenin kıymeti de müdebber olmayan kölenin

kıymetinin üçte ikisidir. Bazı alimlere göre de yarısı kadardır. Fetvâ da bunun üzerinedir. Cevhere.

Şu kadar var ki, metinde «Onun malının üçte birine kadar vasiyeti geçerlidir» sözü gelecektir.

Tedbir de o vasiyettendir.

Turî´de Muhit adlı eserden naklen şöyle denilmiştir: «Bizim meşâyihimiz demiştir ki: Kölenin

çalışması, ehli salâhın bu vasiyeti israf addetikleri takdirdedir. Eğer salâh ehli o vasiyeti israf

addetmiyor, mahut ve güzel olarak kabul ediyorlarsa, köle malın üçte birinden çıktığı takdirde,

kıymeti için çalışmaz.»

«Zekâtın ilh.. » Hâkim zekâtını dağıtması için malını ona verir. Çünkü zekât ibadettir, onda niyet

gerekir. Yalnız şu kadar var ki, hâkim onunla emin bir adamını gönderir ki, zekâtını uygun olmayan

yerlere sarfetmesin. Hidâye.

«Fıtranın vücubunda ilh...» Fıtrasının vücubunda bir görüş vardır ki, fıtra küçük çocuğa da vacibtir.

Hatta çocuğun velisi onun fıtrasını vermese, baliğ olduktan sonra edâsı vacib olur. Nitekim bu

husus fıtra babında geçmişti. Öyleyse fıtrada sefih çocuğa muhalif değildir. Ancak şu denilir ki, fıtra

ile muhatab çocuk değil, velisidir. Bu itibarla çocuğa muhaliftir. Düşünülsün.

«Haccın vücubunda ilh...» Çünkü hac insanların sun´u olmaksızın Allah´ın gerekli kılmasıyla yine,

ömürde bir defa sefihin umre yapmasına da istihsanen engel olunmaz. Onun kıran haccı yapmasına

da engel olunmaz. Zira: her ikisine ayrı ayrı sefer yapmasına da engel olunamaz. öyleyse ikisini bir

arada yapmasına da engel olunamaz. Zira hac ile umreyi berâber yapmanın vücubu hususunda

görüş ayrılığı vardır. Ancak, telef etmemesi için nafakası doğru bir adama teslim edilir.

Sefih arefe vakfesinden önce karısı ile cinsi temasta bulunsa, hâkim ona dönüş nafakasını da verir.

Kefareti ancak hacir kalktıktan sonra yerine getirir. Sefih umresini ifsad etse, onu hacir kalktıktan

sonra kaza eder. Bu konunun tamamı Cevhere´dedir.

Seflh nâfile hac için ihrama girse. ona evinde yiyeceği kadar nafaka verilir. Ona, dilerse yaya olarak

hacca gitmesi söylenir. Ama eğer hâkim ona nafakasını çok verirse, fazla olan kısmı ile bir hayvan

kiralamak istediği takdirde ona engel olunamaz. Turî.

«Diğer ibadetler ilh...» Yani bedenî ibadetler. Yalnız malî veya hem malî. hem bedenî ibadetler değil.

Haccın ve diğer ibadetlerin istisnasında bir görüş vardır ki bunları çocuk da yapsa büyük gibi

geçerlidir. Ancak şöyle denilebilir: Burada geçerli olmaktan maksat, vâcib olma yoluyla geçerlilik

olup çocuğunkinin geçerli olmasının vücubiyetten dolayı değildir. Düşünülsün.

«Baba ve dedesinin velâyetlerinin üzerinden kalkmasında ilh...»

Yani babası i!e dedesinin sefih ve gâfil üzerinde velâyetleri yoktur. Ama çocuk bunun aksinedir.

Hamevî.


Yani baba ile dedenin velâyeti çocuk üzerine sabittir.

«Suçları ikrarının sahih oluşunda ilh...» Meselâ sefih kısasın üzerine vacib olduğunu ikrar etse. Bu

kısas nefiste veya nefisten aşağıda olsa da, ikrarı geçerlidir. Hamevî.

«İnfakta ilh...» Yani nefsi üzerine, çocuğuna, karısına ve nafakası üzerine vacib olan yakınlarına

infak etmesinde de çocuğa aykırıdır.

Şerhu Tenvîrî´l-Ezhân.

Metnin bazı nüshalarında onun vakıf yapabileceği de zikredilmiştir. Şu kadar var ki Eşbâh´ta. «Onun

vakfı bâtıldır. Ama âlimler sefih ve gâfil hâkimin izni ile malını vakfetmesi hususunda ihtilaf etmiştir.

Belhî bunu sahih görmüştür. Ebu´l-Kâsım da bâtıl kabul etmiştir.»

«Malının üçte birindeki vasiyetlerinin sahih olmasında ilh...» Yani ona varis olduğu takdirde. Kıyasa

göre diğer teberruları gibi onun vasiyetinin de caiz olmaması gerekir. İstihsanın şekli ise, onun

üzerindeki hacr malını korumak amacıyla konulmuştur. Ki, malını telef edip başkalarına yük

olmasın. Bu da ancak sağlığında olabilir. Ama ölümünden sonra maldan müstağni olduğuna göre,

vasiyetinin malının üçte birinde nâfiz olmaması için değil. Bunun bu vasiyeti eğer hac, fakirler,

mescid yapımı, vakıflar, köprü ve geçitler gibi hayır ve salâh ehlinin vasiyetlerine uyarsa geçerli

olur. Ama vasiyetinde Allah´ın rızasını kazanma yoksa, bize göre onun vasiyeti nâfiz olmaz. Turî.

«Baliğ gibidir ilh...» Yani hacîr altında olmayan bâliğ gibidir. Yoksa zaten kendisi bâliğdir. H.

«Kefâretlerde köle gibidir ilh...» Öyleyse eğer yemin etse, yemininde hâni olsa, veya bir kurban

veya sadaka adasa, veya karısına zihar yapsa, onların kefâretini mal olarak vermesi gerekmez.

Yemin ve diğer kefâretlerini oruç tutarak yerine getirir. Zeylâî.

«Velhâsıl ilh...» Şârihin bu sözü yukarıdaki «Ebû Hanîfe ile İmameyn arasındaki...» sözünden sonra

demesine ihtiyaç yoktur. Şu kadar var ki şarih bu sözü «ancak hâkimin izni ile» sözü için tekrar

etmiştir. Şârih bunu «ancak» kelimesi ile niçin haşretmiştir. Zira yukarıda geçtiği gibi ondan

babasının ve dedesinin velâyeti zail olmuştur.

«Onun malı ona teslim edilmez ilh...» Bu icmâ iledir. Kifâye´de olduğu gibi. Ancak fakihler

arasındaki ihtilaf, yirmi beş yaşından sonra malının ona teslimi hususundadır. Nitekim gelecektir.

Öyleyse çocuk müfsid şekilde baliğ olursa, ister hacredilsin, ister hacredilmesin malı ona teslim

edilse, o da malını zayi etse, vasisi onun zayi ettiği malı zamindir. Ama vasisi, iyi bir çocuk olduğu

halde malını teslim ederek ona ticaret izni verse, mal elinde zayolsa, vasi zamin olmaz. Nitekim

Hâniye´ den naklen Minâh´ta da böyledir.

Ebussuud hâşiyesinde Velvâliciye´ve nisbetle şöyle demiştir: «Vasi, çocuk bozguncu olduğu halde

malını ona vermekle nasıl zamin olursa, bulüğdan sonra onun rüşdü açığa çıkmadan önce verdiği

takdirde de yine zamin olur.»

Allâme Şilbî´ye, «Üzerinde vasi olan bir kimse baliğ olsa, onun büluğu yalnız rüşd ile mi sabit

olur,yoksa delil gerekli midir?» diye sorulunca şu cevabı vermiştir: «Onun rüşdü ancak şer´i bır

delille sabit olur.» Bunun misli Hayriye´de de mevcuttur.

Birî´nin şerhinde Bedâyî´den naklen şöyle denilmiştir: «Tecrübe için malından bir miktar vererek

ticaret izni vermesinde veli için bir beis yoktur. Eğer onda rüşd görürse, geri kalan malını da ona

verir.»

«Ta, yirmi beş yaşını dolduruncaya kadar ilh...» Yani onun rüşdü yirmi beş yaşından önce

bilinmemişse, hüküm böyledir.

«Bu yaştan önce yaptığı tasarruflar geçerlidir ilh... .»

Uygun olan burada, musannıfin fa ile değil, Kenz´de olduğu gibi vav ile tabir etmesiydi. Şu kadar

var ki, musannıfın «malı ona teslim edilmez sözü men an-lamındadır. Zira âkil-bâliğ kimse Ebû

Hanîfe´ye göre hacredilmez. Bu da tedip için mendir, hacr değildir. O zaman fa ile ayrıntı yapmak

geçerli olur. Anla.

«Zamindir ilh...» Yani onun elinde helâk olursa, zamin olur. Çünkü engel olmakla haddi aşmıştır.

Ama çocuk baliğ olduğu takdirde hali henüz anlaşılmadan, tecrübe ile rüşd ve salâh hâli

bilinmeden önce çocuğun isteğine engel olsa, vermese, mal helâk olduğu takdirde zamin olmaz.

Şihabettin Çelebi Fetâvâ´sında şöyle demiştir: «Vasinin üzerine vacib olan, malı ona teslim

etmemesidir. Ancak tecrübeden sonra teslim edebilir. Eğer tecrübe için engel olursa, o zaman bir

vacib için engel olur ki, o zaman helâk olduğu takdirde haddi aşmış olmaz.»


Hâniye´de de buna şehâdet edecek söz vardır. Remlî. «Şeyhimiz böyle demiştir ilh... » Yani Remlî.

Minâh haşiyesinde.

«Reşid olmasa dahi ilh...» Çünkü çocuk öyle bir yaşa ulaşmıştır ki, cidden onun reşid olması

düşünülür. Zira, onun maldan men edilmesi de tedbir içindir. O bu yaşa ulaştığı zaman artık

teeddüb ümidi kesilir. Zeylâi. Özetle.

«Onda rüşd görülünceye kadar ona verilmez ilh...» Yani her ne kadar ihtiyarlamış bile olsa.

İmameynin bu sözü ile diğer üç mezhep imamı da hükmetmiştir. Miraç.

«Malında tasarruf etmesi de câiz değildir ilh...» Yani geçtiği üzere hâkim ona cevaz vermediği

sürece, tasarrufu câiz olmaz. İşte bu da imamlar arasındaki ihtilâfın semeresidir. Yine, ihtilafın

semeresi, bu süreye ulaştıktan sonra müfsid olarak baliğ olursa, İmameyne göre vasi zamin olur.

Ancak Ebû Hanîfe´ye göre zamin olmaz.

«Malında salâh sahibi olmasıdır ilh...» İşte bu da Netif´ten naklen Birî de olan ifadenin manâsıdır.

Birî´de olan ifade şöyledir: «Reşid bize göre, malını helâlde infak eden, haramdan da kaçınan ve

malını bâtıl ve günahlarda infak etmeyen, tebzir ve israf yapmayandır.»

«Yalnız malında ilh...» Yani dininde salâh sahibi olması şart değildir. İmam Şafiî buna muhalefet

ederek, «Dininde de salâh sahibi olması şarttır» demiştir.

«Fâsık dahi olsa ilh...» Musannıfın bu sözü, yukarıdaki «yalnız» sözünün tenkididir. Musannıfın

burada fıskı mutlak zikretmesi, asli olan fıskla arız olan fıskı da kapsar. Hidâye´de olduğu gibi. Bu

da malına zarar olmadığı sürece böyledir.

«Malını satıp borcunu ilh...» Musannıf burada malı mutlak zikretmiştir. O halde, borçlunun rehin,

icar ve iare olan mallarının hepsine onun mülkü olan her şeyi kapsar. Remli.

Hâkimin borçlunun malını satması do zorlama (ikrâh) değildir. Yerinde geçtiği gibi bir hâk için

satmaktadır. Zira borçlu borcunu ödemediği için zâlimdlr.

«Ondan izinsiz ilh...» Zira, alacaklı kendi alacağının cinsinden bir mala sahipse, borçlunun malını

alma imkânına kavuşursa, ondan izinsiz de alabilir. Öyleyse, Kadı ona yardım etme hakkına

sahiptir. Zeylâî.

«İstihsânen ilh...» Kıyasen caiz değildir. Zira bu yol, borcun ödenmesi için muayyen bir yol değildir.

O halde, o da uruz gibi olur.

«Semeniyet bakımından ikisi de birdir ilh...» Bu istihsanın şeklini beyan etmektedir. Bundan dolayı

altın veya gümüş zekâtta bir diğerine eklenir. Halbuki bunların ikisi sureten muhteliftirler. Bu da

açıktır. Hükmen de muhteliftirler. Çünkü aralarında riba-ı fazl cari olmaz. İkisinin semeniyet

bakımından bir olmasına bakılınca, Kadı´ya tasarruf velâyeti sabit olur. Muhtelif olmalarına

bakılınca da, alacaklı kimsenin alma velâyeti selbedilir. Çünkü her iki açıdan da amel edilmektedir.

Ama uruz bunların hilâfınadır. Çünkü garaz uruzun hem suretine, hem de aynına taalluk eder.

Ben derim ki: Hazr ve ibahat bahsinde Mücteba´ya örnek olarak şunu gördüm: «Alacaklı

borçlusunun dinarlarını görse, onun da borçlusunda bir dirhemi olsa. onun dinarlarından bir

dirhem kadarını alır. Zira semeniyette cins olmakta ikisi de birdir.» Bu gördüğümün misli Farisî´-nin

Câmiü´l-Kebîr telhisinin şerhinde, pazarlıkla satışta yemin konusunda mevcuttur.

BİR UYARI: Hamevî Kenz Şerhi´nde, Allâme Makdisî´den. o da ceddi Eşkar´dan o da Ahseb´in

Kudurî Şerhi´nden naklen şöyle demektedir:

«Alacağının cinsinin aksinden almasının caiz olması, fakihlerin zamanında idi. Çünkü onlar hukuka

itaatkâr idiler. Bugün ise fetvâ alacaklının borçlusunun hangi malını almaya kudreti varsa, onu

olmasının caiz olması üzerinedir. Bilhassa bizim diyarımızda durum böyledir. Çünkü bölgemiz halkı

isyan üzeredirler. Şair, şiirinde şöyle demiştir «Bu zaman helâk olsun. Çünkü hukuk zamanı değil,

isyan zamanıdır. Bu zamanki her arkadaş arkadaş değildir. Her dost da, doğru dost değildir.» T.

«İmameyn buna muhalefet etmiştir ilh...» Uygun olan, musannıfın, «İmameyn buna muhalefet

etmiştir» değil, «imameyn demiştir» demesiydi. Fetvâ da bununla verilir. Nitekim bunun daha uygun

olması da gizli bir şey değildir. H.

«Akarı da, ev eşyası da borcu için satılır ilh...» şarih bu tefsirle bundan başkasında imamlar

arasında ihtilaf olmadığına işaret etmektedir.

«İhtîyar ilh...» İhtiyar´da olanın benzeri Mülteka´da da vardır.

«Halen muhtaç olmadığı malları ilh...» Tebyin´de şöyle denilir: «İmameyne göre hâkim borçlunun


malını sattığı zaman nakitlerinin satışına başlar. Ondan sonra ev eşyasını, sonra da akarını satar.

«Alimlerden bâzılarına göre ise, hâkim önce onun ev eşyasından helâkınden korkulan şeyi satar.

Sonra da akarını satar.

«Velhasıl, ona uygun olanı satar. Yalnız onun üzerinde bir takım elbisesini bırakır. Bazı âlimler de

iki takım kalır demişlerdir. Çünkü elbisesini yıkadığında bir diğeri gereklidir. Bazı alimler de eğer

borçlu takımsız bir elbise ile yetinirse takım elbisesi de satılır, onun fiyatının bazısı ile borcu ödenir,

geri kalan kısmıyla da giyeceği bir elbiseyi alır. Meskende de böyle yapılır. İşte bundan dolayı

fakihler hâkim, borçlunun halen muhtaç olmadığı şeyi satar demişlerdir. Meselâ, yazın keçeye

ihtiyacı yoktur, satılır. Veya kışın sahtiyan bir döşeğe ihtiyacı yoktur, satılır. Ama onun malından

ona, zevcesine, çocuklarına ve nafakası üzerine farz olan yakınlarına da infak eder.» Özetle.

Rahmetî de şöyle der: «Tebyîn´in dediği şunu ifade etmektedir ki, borçlu bir kimseye icarlı bir evde

oturması teklif edilemez. Nitekim fukaha, haccın vücubu hakkında da böyle demişlerdir.

Düşünülsün.»

Medenî´nin hâşiyesinde de şöyle denilmektedir: «Ben diyorum ki, eğer onun elinde oturacak

yerinden fazla olarak Sultanın vakfettiği akarlar varsa, veya Sultanın defterinde onun birçok sadaka

haklan varsa, bunları satması için emredilemez. Nitekim bununla âlimlerden birçok kimse fetvâ

vermiştir.»

Yani, o vakıf ve sadakadan ferağı ile emredilemez. Çünkü onları satmak caiz değildir. Düşünülsün.





neslinur
Fri 5 February 2010, 01:33 am GMT +0200
DEYN (BORÇ) SEBEBİYLE HACİR ALTINA ALINAN KİMSENİN TASARRUFLARI BAHSİ

«Borçlardan sonra lazım olur ilh...» Yani borçlardan dolayı hacredilen kimse bir mal ile ikrar etse, o

ikrar ettiği malı hacrine sebep olan borçlarını ödedikten sonra öder. Ama bu malda eğer hacrden

sonra istifade ettiği bir mal değilse. Yoksa, ikrar ettiği malı da hacrden sonra istifade ettiği maldan

öder. Nitekim Mevahib ve Hidâye´de de böyledir.

Biz bunu Tatarhâniye ve Mülteka şerhinden naklen zikrettik. Tatarhâniye´de daha sonra «O halde

alacaklıların haklarını iptale sebep olan her tasarrufa hacr tesir. Hibe ve sadaka gibi. Satışa gelince,

eğer kıymetinin misli ile satıyorsa, caizdir. Eğer çok düşük bir fiyatla satıyorsa. caiz olmaz. Alan

müşteri de gabni izale etmekle fesih arasında muhayyerdir. Hastanın satışı gibi. Eğer malını

alacaklısına satsa, sattığı malın semeni ile borcunu takas etse, caizdir. Eğer borçlusu bir kişi ise.

Yok eğer borçlusu çok ise, eğer kıymeti ile satarsa, satışı takassız geçerlidir. Bu mahcur,

alacaklıların bazısının alacağını ödese, bazısınınkini ödemese, yine hasta gibidir» denilmiştir.

Özetle.

«Delil ilh...» Yani. onun ödünç aldığına veya kıymeti karşılığında aldığına şahitlik edenler olursa.

Tatarhâniye.

«Hakimin ilmi ilh...» Mutemed olan, hâkimin kendi ilmiyle satmasının caiz olmamasıdır. T.

«İstihlâk ettiği bir mal gibi ilh...» Zira istihlâk ettiği malın sahibi de alacaklılara dahil olur. Eğer

mehr-i misliyle bir kadınla evlenirse, bunun hükmü de böyledir. İbni Melek.

Onun malı istihlâk etmesinden maksat, yani kendisi ikrar etmeden, malı istihlâk ettiğinin sabit

olmasıdır. Eğer ikrarı ile sabit olursa, buhususta Tatarhâniye´de şöyle denilmiştir: «Borçlu salâh

sahibi olduktan sonra ikrarı kendisinden sorulur. Şöyle ki, ikrar ettiği mal, hacrden önce üzerinde

bir hak mıydı? Eğer evet derse, o mal ile de sorumlu tutulur. Eğer evet demezse sorumlu tutulmaz.

Hacir altındaki çocuk hakkında da cevabın böyle olması gerekir.»

METİN

Bir kimse iflas etse, yanında satın aldığı bir eşya olsa. bunu satıcının izni ile parasını ödemeden

kabzetmiş olsa, satıcı onun semeninde diğer alacaklılarla eşittir. Eğer o eşyayı kabızdan önce veya

sonra iflas etmiş olsa, eşyayı da satıcının izni olmadan kabzetmiş bulunsa, onu satan kimse geri

ister veya semenini ödetmek için hapsettirir.

İmam Şâfii de, «Satıcı satım akdini feshetme hakkına da sahiptir» demiştir.

Hâkim bir kimseyi hacretse, o da davasını ikinci bir hâkime götürse, ikinci hâkim onu serbest

bırakarak tasarruflarına icazet verse, (-Hâniye´de böyledir. Bu görüş Dürer ve Minâh´ta yoktur.-) caiz

olur. Mahcurun malında yaptığı alış-veriş gibi tasarruflar, ikinci hâkimin icazetinden ister önce

olsun, ister sonra, câizdir. Çünkü birinci hacri ictihad konusu olan bir meseledir. O halde onun

birinci hacri, diğer bir hâkimin tasdikine bağlı bulunur.

FER´İ MESELELER:

Gaib olan kimsenin hacredilmesi de geçerlidir. Şu kadar var ki o öğreninceye kadar hacredilmiş

olmaz. Hâniye.

Hacr, rüşdle kalkmaz. Bir kimse reşid olduğunu iddia etse hasmı da onun sefahat üzere kaldığını

iddia etse, ikisi de delil getirseler, uygun olan, onun sefihliğinin kaldığını isbat eden delilinin tercih

edilmesidir. Eşbâh.

Vehbâniye´de şöyle denilmiştir: «İki hasmın birisi ikrarının hacirden önce diğeri de hacr sırasında

olduğunu iddia etseler, hacr sırasında ikrar edildiğini iddia edenin sözü kabule daha layıktır.

Hacredilen kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına icazet verse, fakat müşteriye malın

semenini vermemesini söylese, müşteri buna rağmen semeni öderse, zarar eder. Hâkim o semeni

tekrar alır.»

İZAH

«İflâs etme ilh...» Yani elinde bir kuruş kalmayacak bir duruma düşse, Bazı alimler de. iflas

kelimesini tefsir ederken. dirhemleri varken, sonra dirhemleri gidip fulus sahibi olması demişlerdir.

Misbâh.

Burada iflastan maksat. hâkimin onun iflası ile hükmetmesidir. Biliniz ki, iflas eden kimseye mal

satan adam eğer malin bedelini peşin konuşmuşsa diğer alacaklılara eşit olur. Ama eğer semeni

vadeli ise, diğer borçlulara ortak olmaz. Şu kadar var ki, sattığı malın semenin ödeme vakti

girdikten sonra alacaklının kabzettiğine hisselerine göre ortak olur. Makdisi´de de böyledir.


Sayıhânî.

«Satan adam geri ister ilh...» Yani aldığı malı, satıcıdan izinsiz olarak kabzettikten sonra iflas

ederse, satıcı onu geri alabilir. Musannıfın «hapsettirir» sözü de kabızdan önce ifllas etmesine

bağlıdır. Burada musannıfın iki sözü birbirine telif edip neşretmesi tertibin aksinedir. Düşünülsün.

«Hâniye´de de böyledir ilh...» Şârih bu sözü ile Şurunbulâliye´ye uyarak metin üzerinde kapalılığı

gidermiştir. Zira Hâniye´de olanı nakletmiş, sonra da tasarruflarına icazet vermeyi serbest

bırakılmasına şart kılmıştır.

Ben derim ki: Açık olan şudur ki, hâkimin icazeti onun yaptığı şeylerin caiz olmasının şartıdır.

Yoksa serbest bırakılmasının cevazı için değildir. Metinde zikredilen ise serbest bırakmasının

cevâzıdır. O halde, musannıfın bu sözü metin üzerine bir kapalılığı giderme değil, belki diğer bir

hüküm ifadesidir. Düşünülsün.

«Birinci harci ictihad konusu olan bir meseledir ilh...» Hidâye´de önce bu görüş «Birinci hâkimin

hacri fetvâdır, hüküm değildir» sözüyle açıklanmıştır. Çünkü hakkında hüküm verilen bir şey için

verilen ikinci bir hüküm mevcut değildir. Sonra Hidâye sahibi sözlerine devamla, «Eğer birinci

hâkimin hacri hüküm olmuş olsa, hükmün kendisi ihtilaf edilecek bir konudur. O zaman da tasdik

etmek gerekir» demiştir.

Zeylâî de, «Ta ki gerekli ola, zira, ihtilaf eğer hükmün kendisinde vaki olursa, zaten tasdik lazım

gelmez. Bununla birlikte, üzerinde icma edilmiş bir hüküm de olmaz. Eğer ihtilaf hükümden önce

mevcut ise üzerinde icma edilmiş bir konu olur. O zaman da iki hâkimden birisinin sözü hükümle

tekid edilir. Sonra da hüküm bozulmaz. Ama eğer ihtilaf hükmün kendisinde ise, o zaman ikinci bir

hükümle de ihtilaf hasıl olur. O zaman da üzerinde icma edilen bir konu olması için diğer bir hüküm

lazım gelir. Çünkü ihtilafın varlığından sonra ona hükmedilmektedir. İşte mânâsı budur.»

Şu kadar var ki, burada da kapalılık vardır. Çünkü onda ihtilaf hükümden önce de mevcuttur. Zira

İmam Muhammed bizzat sefahetle de hacredileceği görüşündedir. Onun tasarrufları da asla nâfiz

değildir. O zaman da hükümde ihtilaf olur. Bu ihtilaf da kalmaz. Ta ki bu hükmün cevazına

hükmedilsin.

«Öğrenene kadar ilh...» Yani hacri bilmedikçe. Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Eğer

hacredildiğini âdil bir adam haber verir, o da kabul ederse, kendiliğinden hacredilmiş olur. Tasdik

etmese de yine öyledir.» Sonra da, «İzin ile hacr arasında onun mezun olması için kölenin o âdil

kimsenin haberini tercih etmesi ile tasdik etmesi arasında bir fark yoktur. Fakih Ebû Bekr el-Belhî

böyle zikretmiştir. Onun görüşüne dayanılmıştır. Ancak hacirle iznin orasını ayırdetmenin aksine»

demiştir.

«Hacr, rüşdle kalkmaz ilh...» Bu da yine İmam Ebû Yûsuf´un görüşüdür. İmam Muhammed buna

muhalefet etmiştir. Nitekim biz Cevhere´den naklen ihtilafın semeresinin beyânı ile bunu zikrettik.

«Rüşde erdiğinî iddia etse ilh...» Yani hâkim onu hacr koyduktan sonra hacrin iptali için reşid

olduğu iddia etse.

«Eşbâh ilh...» Muhit´te Ebû Yûsuf´un «Sefih ancak hâkimin hacri ile hacrolunur.» sözünün delili

zikredilirken söylenilen «Zahir olan sefihin sona ermesidir.» sözüyle Eşbâh´ta bu söz üzere istidlâl

edilmiştir. Zira onun aklı, onun sefihliğine engeldir.

Eşbâh´ta şöyle denilmiştir: «Dış görünüşün haline... haline şehâdet ettiği delil kabul edilmez.»

Ben derim ki: Zahir, sefihliğin sona ermesinin sefihliğine hüküm verilmezden öncedir. Muhit´in

kelâmının siyakı da buna delâlet eder. Ama onun sefihliğine hüküm verilmezden öncedir. Muhit´in

kelâmının siyakı da buna delâlet eder. Ama onun sefihliğine hüküm verildikten sonra ise -nitekim

bu Eşbâh´ta meselenin mevzuudur- o sefih hükümle tekid edilmiş ve sabit olmuştur. Asıl da o

sefihliğin devamıdır. İmam Ebû Yûsuf´a göre sübutundan sonra hacr ancak hükümle kalkar ifadesi

de delâlet eder. Eğer asıl sefihliğin zevali olsaydı, hâkimin hükmüne ihtiyaç kalmazdı. Bundan

dolayı da Makdisî, Eşbâh hâşiyesinde «Hâkim sefih üzerine hacr konulmasından sonra hâkimin

hükmünün hilâfını iktiza edecek bir şey mevcut değildir. Açık olan sefihliğin bekasıdır» demiştir.

Hamevî de Şeyh Salih´ten bu şekilde nakletmiştir. O zaman uygun olan, sefihliğin zevalinin delilinin

takdim edilmesidir. Bunun misali zikrettikten sonra Allâme Birî şöyle der: «Ben Zahiretü´n-Nâzir´de

sefihliğin sona ermesinin takdim edileceğini kat´i bir ifade ile gördüm.» Bunu Ebussuud nakl ve

ikrar etmiştir.

Hülasa, ben şarihten başka hiç kimsenin Eşbâh sahibine tabi olduğunu görmedim. Allah daha

iyisini bilir.


«Vehbâniye´de ilh...» Birinci beytin ikinci mısrası değiştirilmiştir. Aslı şöyledir: «Her kim tehiri iddia

ederse, tehir edilmez.» Birinci beytin manâsı şudur: Eğer adam salâhından sonra mahcur olduğu

halde malını istihlak ettiğini ikrar etse, mal sahibi ikran hacr halinde değil, salâh halinde yaptığını

iddia etse, makbul olan söz, ikrar edenindir. Çünkü o ikrarını ikrarın sıhhatine münafi olan belli bir

hale izafe etmiştir. Hakikatinde mukır değil, münkir olmuş olur. Söz de münkirindir. Yine bunun

gibi, mal sahibi, malı kendisine fesat zamanında ikrar ettiğini fakat onun hak olduğunu iddia etse,

mukır da hak olmadığını iddia etse, söz mukırrındır.

İkinci beytin manâsı da şudur: Hacırlı olan kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına icazet

verse. yalnız hâkim müşteriyi ona semeni vermekten nehyetse, o da verse, semen de helâk olsa

müşteri semen için hâkime zamindir. Zira hâkimi onu semeni vermekten nehyettiği zaman kabz

hakkı Hâkimin olmaktadır. Mahcur burada ecnebi gibidir. Eğer hâkim nehyetmezse, müşterinin

semeni ona vermesi caizdir. Zira Kadı´nın onun bey´ine icazeti semenin ona verilmesine de

icazettir. Bey ile vekil olan, kabzla da vekildir. Allah Teâlâ daha iyisini bilir.

neslinur
Fri 5 February 2010, 01:34 am GMT +0200
ÇOCUĞUN İHTİLAMLA BALIĞ OLMA FASLI

METİN


Çocuk ihtilamla, birisini gebe bırakmakla ve meninin inzaliyle baliğ olur. Ama asıl ancak meninin

inzalidir. Kız da ihtilamla, hayız ve gebelikle baliğ olur.

Musannıf kız hakkında inzali sarih zikretmemiştir. Zira inzal, kadında az bilinir.

Kız ve erkekte bunların hiçbirisi mevcut olmasa, bile on beş yaşını tamamladıkları zaman baliğ

olurlar. Fetvâ da bu kaville verilir. Çünkü zamanımız halkının ömürleri kısadır. Erkek çocuk için

büluğun en aşağı zamanı on iki senedir. Kızın ise dokuzdur. Muhtar olan kavil de ancak budur.

Nitekim Ahkâmü´s-Sıgar kitabında da böyledir.

Kız ve oğlan bu yaşlara mürahık olsalar, yani bu yaşa ulaşsalar ve baliğ olduklarını söyleseler, eğer

halin zahiri onları tekzib etmezse, tasdik olunurlar. İmadiye´de de böyle kaydedilmiştir.

On iki yaşından sonra onun ikrarının sıhhati için diğer bir şart daha vardır. O da, mislinin ihtilam

olduğu bir şekilde gelişmiş olmasıdır. Yoksa onun sözü kabul edilmez. Şerhı-i Vehbâniye.

Onlar o zaman hükmen baliğ gibidirler. O halde vücudları geliştiği halde ikrarlarını inkâr etseler,

ikrarları kabul edilmez. Onun kısmet ve satımı da nakzolunmaz.

Şurunbulâliye´de şöyle denilmiştir: «Mürahıkların, «Biz baliğ olduk.» sözleri büluğ sebeplerinin

tefsiriyle birlikte, yeminsiz kabul ediiir.»

Hizane´de de şöyle denilmektedir: «On iki yaşını doldurmadan büluğunu ikrar etse, delili sahih

değildir. Ama on iki yaşından sonra ikrar etse, sahihtir.»

İZAH

Büluğ, lügatte ulaşmak manâsınadır. Istılâhta ise, küçüklük haddinin sona ermesidir. Hacr

sebeplerinden birisi olan küçüklüğün bir sonu vardır. Musannıf bunun beyanı için baliğ olmayı

hacrin sonunda zikretmiştir.

Gulam, İyaz´ın dediği gibi doğumdan büluğ vaktine kadar olan zamana denir.

«İhtilamla ilh...» Maden´de şöyle denilmektedir: «İhtilam», uyuyan kimsenin rüyada görmüş olduğu

cinsî münasebete denir. O rüya ile birlikte genellikle meninin inzali de ortaya çıkar. O halde ihtilam

ekseri bu manâda kullanılır.» T.

«Meninin inzaliyle ilh...» Yani hangi sebeple olursa,olsun.

«Asıl ancak inzaldir ilh...» Zira ihtilam ancak inzalle bilinir. Gebe bırakmak da ancak inzalle

mümkün olur.

«Sarih zikretmemiştir ilh...» Şarihin burada «sarih»le kaydetmesinin sebebi, zira inzal ihtilam ve

gebe bırakma ifadeleriyle zımnen zikredilmiştir.

«Kız ve erkekte bunların hiçbiri bulunmasa ilh...» Bu ibare ifade ediyor ki, etekte kıl bitmesi büluğ

alameti değildir. İmam Şafiî ve bir rivayette Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir. Sakalın bitmesine

de itibar edilmez. Kızın göğüslerinin büyümesine gelince, Hamevî, kızların göğüslerinin

büyümesinin zahiri rivayete göre büluğ alameti sayılmayacağını zikretmiştir. Sesin kalınlaşması ile

de bûluğa hükmedilmez. Nitekim Hamilî´nin nazmının şerhinde de böyledir. Ebussuud. Yine koltuk

altı ve bacak kıllarının ve bıyıkların bitmesine de itibar edilmez.

«Fetvâ da bu kaville verilir ilh...» Bu kavil imameyne göredir. Aynı zamanda İmamdan da böyle bir

rivayet vardır. Diğer üç mezhep imamı da bununla hükmetmişlerdir. İmama göre ise sözkonusu

alâmetler görülmediği takdirde erkeğin büluğ yaşı on sekiz, kızınki ise on yedidir.

«Zamanımız halkının ömürleri kısadır ilh...» Zira İbn Ömer, Uhud savaşında Rasûlullâh´a

arzedildiğinde yaşı on dört olduğu halde. Rasûlullâh onu reddetmiştir. Sonra Hendek savaşında

yeniden arzedildiğinde, Rasûlullâh kabul etmiştir. Bu defa yaşı on beşti. Zira on beş yaş zamanımız

halkının genel büluğ yaşıdır. Bu yaşın fazlası ihtiyat içindir. O halde hakikatte imamlar arasında

ihtilaf yoktur. Nassın bulunmadığı meselede adet de şer´i hüccetterden birisidir. Şümnî ve diğer

alimler adetin şer´i bir hüccet olduğunu nassen söylemişlerdir. Dürrü Münteka.

«Nitekim Ahkâmü´s-Sıgar kitabında da böyledir ilh...» Bu, Üstürşunî´nin bir kitabının ismidir.

«Mürahık olsalar ilh...» Yani o yaşa yaklaşsalar. İşte mürahık kelimesinin bu anlama geldiğini

«Biriniz sütreye doğru namaz kıldığında sütreye doğru yaklaşsın (mürahık olsun) » kelâmı

göstermektedir. Bu sebeple mürahık denildiği zaman ihtilama yaklaşmış demektir. Mağribî.


«Halin zahiri onları tekzib etmezse ilh...» Musannıfın bu kavli gelecekteki «Mislinin ihtilam olduğu

bir şekilde gelişmiş olmasıdır» kavlinin manâsıdır.

Minâh´ta, Hâniye´den naklen şöyle denilmektedir: «Bir çocuk baliğ olduğunu ikrar etse, ölen adamın

vasisinden hissesini alsa, İbni Fazl, «Eğer o çocuk mürahık ise ve ihtilam oluyorsa, sözü kabul

edilir ve yapmış olduğu taksimde caizdir. Eğer mürahıksa, fakat onun mislinin ihtilam olmadığı

biliniyorsa, onun sözü kabul edilmez. Kısmeti de caiz değildir. Zira zahiren yalan söylemiş

olmaktadır» demiştir. İşte bundan tebeyyün etmektedir ki, bir çocuk on iki yaşından sonra, eğer

misli ihtilam olmayacak bir halde ise, büluğla ikrar ettiği takdirde, sözü kabul edilmez.»

«On iki yaşından sonra ilh...» Camiü´l-Fusuleyn sahibi, doğru olanın «sonra» değil. «ewel» demek

olduğunu iddia etmiştir. Çünkü zammetmiştir ki, bu mürahık olmayan çocuğun şartıdır.

Nurû´l-Ayn´da Cami-ü´I-Fusuleyn sahibinin bu iddiası reddedilerek anlayışsızlıkla suçlanmıştır.

«Şurunbulâliye´de ilh...» Şurunbulâliye´nin ibaresi şöyledir: «Yani onların sözü büluğlarını

bildirecek bir şeyle tefsir edilirler. Onların üzerine yemin de yoktur.»

Ebussuud ise şöyle demektedir: «Zahir olan muhakkak şudur ki, Hamevî´nin Dürerü´l-Bihâr´dan

naklettiği «Onların kavlinin kabulü için mürahık olmanın keyfiyeti sorulduğu zaman beyan etmeleri

şarttır» kavlinden maksat da budur.»

Ben derim ki: «Camiü´l-Fusuleyn´de Nesefî´nin Fetevâ´sından, o da Kadı Mahmud Semerkandî´den

naklen şöyle denilmektedir: «Mürahık bir mecliste büluğunu ikrar etse, ona neyle baliğ olduğu

sorulsa, o da ihtilamla olduğunu söylese, o zaman ona uyandıktan sonra ne gördüğü sorulur.

Çocuk su gördüğünü söylese, o zaman da hangi suyu gördüğü sorulur. Zira sular muhteliftir.

Çocuk meni gördüğünü söylese, o zaman meninin ne olduğu sorulur. O, kişinin kendisinden çocuk

olan suyudur, dese, o zaman da oğlanla mı, kızla mı, yoksa eşekle mi ihtilam olduğu sorulur. O da

oğlanla ihtilam olduğunu söylese, Kadı demiştir ki, «Araştırmak lazımdır. Zira bazen yalan yere de

büluğla ikrar edilir.» Şeyhülislam, «Bu ihtiyat babındandır. Tefsirle birlikte çocuğun kavli kabul

edilir. Cariye de hayızla ikrar ederse, ikrarı kabul edilir» demiştir.

Zahir, odur ki, musannıfın «Tefsir ile birlikte sözü kabul edilir.» kavlinden murad, kendisiyle ihtilam

olunabilecek bir şeyle tefsir etmesidir. İnceden inceye araştırılmasına lüzum yoktur.

«Delili sahih değildir ilh...» Doğrusu, «beyyine» değil, kesinlik ifade eden, «elbette» kelimesinin

kullanılmasıdır. Nitekim Camiü´l-FusuIeyn´de de böyle denilmiştir. Metnin bazı nüshalarında da

böyledir. Veya, doğrusu, ikrarı sahih değildir» denilmesidir.