- Pusulasız okur

Adsense kodları


Pusulasız okur

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 8 July 2012, 02:40 pm GMT +0200
Pusulasız okur
Ahmet TERZİOĞLU • 59. Sayı / EDEBİYAT GÜNDEMİ


J. L. Borges, Alçaklığın Evrensel Tarihi'nin ilk baskısına yazdığı önsözde, bilgece şöyle der: “Kimi zaman iyi okurların iyi yazarlardan bile ender bulunduğundan kuşkulanıyorum.”

Borges'in kuşkusu, bugün içinde bulunduğumuz edebiyat dünyası göz önüne getirildiği takdirde, artık bir kuşku olmanın taşıdığı belirsizlikten kurtulur ve çok daha büyük bir ciddiyet kazanır. Yönsüz okumaların hakimiyeti altına giren veya hep o hakimiyet altında olan okur, kendi yönünü tayin edecek birileri ya da bir şeyler için hiçbir çaba harcamadan, tüm çözümler ve saklı anlamlar birdenbire önünde beliriversin ister. Bu tür başvuru kaynakları günümüz edebiyat piyasasında oldukça çeşitlilik gösteriyor: Kitap ekleri, eleştirmenlerin tavsiyeleri ve belki de reklam panoları. Bunlar okurun pusulası olmaya başlayınca, ortaya bir tür manyetik alan yoğunluğu, dolayısıyla kaçınılmaz yön bulma sorunları çıkıyor. Pusulası olmayan (yönsüz okumaların hakimiyeti altındaki okur) da pusulası olan (yönsüz okumaların hakimiyeti altına girecek olan okur) da yönünü kaybediyor. Bu durumdan en fazla zararlı çıkan ise pusulalı ya da pusulasız okurun yine kendisi. Üstelik o zarara uğradığından da bihaberdir, zira kendi rotasını belirlememiş olan biri vardığı yerin varması gereken yer olup olmadığını nereden bilebilir ki?

Edebiyat kuramcılarının 'örnek okur' dediği ideal okur tipinden okur şeridinde çok uzakta yer alan malum okur tipinin henüz resmî bir adı yok. Ama Virginia Woolf'un –serbest bir çeviri yapacak olursak– “orta karar” (Middlebrow) diye tanımladığı bu okurun, piyasa dinamikleri tarafından desteklenen ve her tür hesabın ondan çıkıp ona vardığı bir okur tipi olduğu açık. Günümüzde kitapçıların vitrinleri, en iyi on listeleri, yapılacak yeni çevirilerin hangileri olması gerektiği, hep bu okurlara göre belirleniyor. İyi ama kabahat tam olarak kimde? Veya az önceki sorumuzu yanıtlasak bile, ulaştığımız yanıt bize bir şeyleri düzeltmek adına yardımcı olabilir mi?

Zamansızlık

Türkiye'de bir yılda yayınlanan çeviri kitap sayısı on yıl öncesine göre inanılmaz oranda arttı. Lakin hâlâ Vladimir Nabokov'un Solgun Ateşi'nin (Pale Fire) 1994 yılında YABA Yayınları'ndan çıkan ve sayısı giderek azalan ilk baskısının ardından bir yenisi, Nabokov'un toplu eserleri önemli bir yayınevimizce yıllarca önce basılmaya başlandığı halde gelmedi. Edebiyat tarihi açısından bir köşe taşı olan bu eserin varlıkla yokluk arasındaki muğlak halinden dem vurmamızın nedeni çok açık: Solgun Ateş edebiyat tarihindeki önemli dönüm noktalarından biridir. Solgun Ateş, anlatının kendi kurmacalılığının farkında olması, çizgiselliğin reddi, yazar-karakter-anlatıcının yekpareliği gibi karmaşık edebiyat sorunsallarıyla meşgul olduğu için kıymetlidir. Fakat böylesi karmaşık sorunsallarla ilgilenmek meşakkatli, meşakkatliliğince de ekonomik değer taşımaktan uzaktır. Bugün, böylesi bir yapıtı okurken katlanılması gerekenler ve gerekli okur manevralarının yapılabilmesi için entelektüel alet çantasında bulundurulması gerekenleri bir araya getirme ve kullanma arzusunda olan çok az okur bulunuyor. Elbette çizdiğimiz tablo yalnızca ülkemize mahsus değil. Bu manzaranın dünyanın her yerinde reprodüksiyonları mevcut. Ancak diğer manzaralar en azından belli başlı şartlar yerine getirilerek ve getirildiği halde zaman içinde son halini aldı. Çağdaş yazının sorunları ve bu sorunların adının konmasına neden olan yazarların çoğunun çevrilmediği dil neredeyse kalmamışken, garptan şarka doğru ilerlediğimizde, edebiyat dünyasının aydınlığı fiziksel ışık miktarına ters bir orantı sergileyerek azalıyor.

Ülkemizin edebiyat gündemi her ne kadar eskisine göre canlandıysa da, hâlâ evrensel kriterlerle şekillendirilmediği için, ne idüğü belirsiz yapıtlar ve çevirilerin oluşturduğu manyetik alan zaten “orta karar” ürünlere eğilimi olan tüketici okurun pusulasına tesir ediyor ve ona zarar veriyor.

Solgun Ateş, çarpıcı bir örnek olması münasebetiyle burada zikredildi. Pek çok başka örnek vererek örnek portföyümüzü çeşitlendirmek olası. Ama Solgun Ateş'in olumlu tesirine maruz kalmış yazarlardan veya Solgun Ateş'in ürünü olduğu edebiyat algısına yakınsayan birkaç eserden az sonra söz edeceğimiz için, bir milat seçmemiz gerektiğinde Solgun Ateş'i tereddütsüz işaret etmekten çekinmedik.

Donald Barthelme ve David Foster Wallace isimleri ilk anda tam olarak kaç kişi için bir şeyler ifade ediyor bilinmez, ama az kişi için bir şeyler ifade ettiğini söylemek için alim olmak da gerekmez. 2009 yılı içerisinde Türkçe’ye kazandırılan iki önemli metnin sahibi olan Barthelme ve Wallace, Türkiye'de uzun yıllardır görmezden gelinen yazarlar arasında yer alıyor. Barthelme'nin Pamuk Prenses'i ile Wallace'ın karmaşık evrenine bir giriş yapmak adına iyi bir ilk adım olarak görülebilecek Bu Su'nun tercümanlığını üstlenerek oldukça cesur işlere imza atan Hakan Toker, “orta karar” okur sayısının çokluğu ve umursamazlığının temelinde sınıfsal nüvelerin yattığını düşünüyor.*

Toker'e göre, çoğu beyaz yakalı olan “orta karar” neşriyata ilgili, ama onları dahi okuyup okumadığı meçhul okurların gündelik hayatın yıpratıcı ve monoton temposundan sonra büyük dertleri olan metinleri okumaya zaman ayırmaları olası gözükmüyor. Toker'in tespiti, öncelikle piyasanın hitap etmeyi arzuladığı okur tipinin sınıfsal aidiyetinin altını çiziyor. Bu tespitin hemen sonrasında da, kapitalizmin tüketmek için elinde kalan son şeye, yani boş zamana saldırdığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Zaten üniversite eğitimi aldığı sırada araştırmaktan ve meraktan düzenin gerektirdiği ölçüde uzaklaştırılan, feodal bilgi anlayışının tahakkümü altına alınan bireyler, düzen içerisinde yerleşmeleri için eğitildikleri noktalara geldiklerinde, aldıkları eğitimin dayattığı zihniyetin ürünü olan bir yaşam biçimini benimsiyorlar. Her şeyin hazmedilmesinin kolay olduğu, hiçbir düşünsel çabanın takdir görmediği, “nesneler” dışında hiçbir şeyin bulunmadığı bir yaşam biçimini...

Kabahat kimin?
Geldiğimiz noktada kabahatin sadece okura ait olduğunu söylemek zor. Çünkü okurdan beslenen sistemin ikinci en önemli parametresini yayıncılık anlayışımız oluşturuyor. Ülkemizdeki yayınevleri, ticari kaygılarla, okurun sözde istekleri doğrultusunda, kendi meşrebince bir yayın anlayışı oluşturdular. “Satar mı?” yayın dünyasının ilgilendiği tek sorudur. Zor bir yazarın kitabının satmayacağını ya da satsa bile ihmal edilecek düzeyde kalacağını bilir yayınevleri. Ancak bazı garip vakalar, bizleri garip düşünceler içine sevk ediyor.

Geçtiğimiz aylarda Inherent Vice ile uluslararası edebiyat gündeminde bomba etkisi yaratan Thomas Pynchon; zor dili, karmaşık biçemi ve garip içerikli metinleri nedeniyle dilimize çevrilmiyor, belki de çevrilemiyor. Ya da D. F. Wallace, aynı nedenlerle daha uzun yıllar yayın dünyamız tarafından keşfedilmeyi bekleyeceğe benziyor. Lakin Pynchon ve Wallace'dan farkı olmayan, hatta Barthelme ile de düşünsel anlamda pek çok yakınlık barındıran Kurt Vonnegut gibi bir yazarın, neredeyse tüm yapıtları dilimize kazandırıldı. Vonnegut'un satış garantisi olduğunu düşünmek için elimizde hiçbir veri yok. İyi ama Vonnegut'un Türkçe'ye çevrilmesine karar veren merci, hangi gerekçeyle Vonnegut'un çağdaşlarını ya da düşünsel akrabalarının çevrilmemesi yönünde karar veriyor? Tristram Shandy'ye olduğu gibi, farklı dünyaların ve edebiyat algılarının kapısını aralayan eserleri ana dilimizde okuyabilmemiz için ilk kez basıldıkları tarihin üzerinden 200 yıl geçmesi mi gerekiyor?

Hakan Toker, bu sorumuza olumlu yanıt veriyor ve edebiyatın, özellikle de romanın ölümü çağımızın nasıl şekillendiği meçhul koşullarının elinden olacaksa hemen şimdi olması gerektiğini ekliyor.

D. F. Wallace, Bu Su başlığıyla kitaplaştırılan Kenyon College'de yaptığı mezuniyet konuşmasına bir meselle başlıyor: “İki genç balık birlikte yüzüyorlarmış. Yanlarından geçen yaşlı bir balık başıyla onlara selam verip, 'Günaydın çocuklar. Su nasıl?' diye sormuş. Biraz daha yüzdükten sonra genç balıklardan biri diğerine dönmüş ve sormadan duramamış: 'Su da neyin nesi?'”

Kendini kendine hapsetmiş bir edebiyat algısından kurtulmanın yolunu hâlâ bilmiyoruz.

Hakan Toker kimdir?
Hakan Toker 1965 yılında Denizli'de doğdu. Toker'in Mavikara adlı şiir kitabı 1999'da Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı. 2002 yılında Pelin Kalp (Hakan Toker'in kurmaca yazarı) ile ortak öykü kitabı Postu Modern Kızıl Tilki yine Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı. 2007'de İstanbul'a yerleşen Toker halen serbest editörlük, düzeltmenlik ve çevirmenlik yapıyor. Banu Irmak ile birlikte yaptığı Tom Perrotta çevirisi Yatak Odası Dersleri Siren Yayınları tarafından Eylül 2008'de yayınlandı. Bu kitabı, 2009 yılında sırasıyla Donald Barthelme'den Pamuk Prenses ve David Foster Wallace'dan Bu Su çevirileri takip etti.

* 14 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirilen söyleşiden.