- Psikolojik açıdan Rasulullahın davet metodu

Adsense kodları


Psikolojik açıdan Rasulullahın davet metodu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Tue 5 October 2010, 11:34 am GMT +0200
İkinci Bölüm


PSİKOLOJİK UNSURLARI AÇISINDAN RASÛLULLAH'IN DAVET METODU


Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz dahil bütün peygamberler, da­vetlerinde psikolojik unsurları nazar-ı itibara almışlar, görevlen­dirdikleri davetçilere bu hususlara riayetle ilgili emirler vermiş­lerdir. Hz. Peygamberin muhataplarının psikolojik durumlarını dikkate alarak usanç ve bıkkınlık vermesin diye ashabına va'z ve irşadlarında onların istekli ve bildirilenleri kabule hazır anlarını seçtiğini biliyoruz.[115]

Hz. Peygamberin tebliğ faaliyetleri esnasında gözönünde bu­lundurduğu psikolojik unsurları iki yönden incelememiz müm­kündür: 1. Muhatap açısından 2. Davetçi açısından. Şimdi bu iki noktayı ayrı ayrı ele alalım:[116]

 

1- MUHATAP AÇISINDAN
 

A) Muhatabın Vasıfları (Muhatabı Tanıma)
 

Hz. Peygamberin kendisine sorulan sorulara, soranların ka­biliyet ve durumlarına göre değişik cevaplar verdiğini görüyoruz. Hatta aynı soru için ihtiyaç ve şartlar muvacehesinde O'ndan de­ğişik cevaplar alınabilmektedir. Mesela islâm'ın faziletli ameli hakkında soru soran iki kişiden birine yemek yedirmek ve selamı yaymak, diğerine ise büyük ihtimalle onda gördüğü eksiklik sebe­biyle el ve dil selameti ile cevap vermiştir. Bu şekilde O'nun hutbe ve konuşmaları, irşad ve tebliğleri, duruma ve muhataba göre çe­şitlilik ve değişiklik arzetmektedir.[117]

Rasûlullah'a ve bütün müslümanlara yön veren Kur'ân-ı Kerim, muhatabı tanımaya o derece büyük önem vermiştir ki, Mekke'lilere hitap eden âyet ve sûrelerle Medine'lilere hitap eden âyet ve sûreler, birçok yönden birbirinden farklıdırlar. Kur'ân'da müşrikleri ikna için getirilen hüccetler ile ehl-i Kitap için kullanı­lan deliller, her grubun inancındaki bozuk yönleri ortaya koyacak ve onları tevhit istikametine çekecek biçimde ayrı ayrı özellikler taşımaktadır.[118] Onlann inancındaki bozukluklar, yaşayışlarına akseden aksaklıklar, gayet iyi. bilindiği için muhatabın gözleri Önüne bu manzara serildiği zaman o, hakkı kabulden başka yol bulamıyacaktır. [119]

 

B) Kolaylaştırmak
 

Kolaylaştırmanın, Rasûlullah'm İslâm'a davetinde temel ilkelerden biri olduğunu söylersek mübalağa etmiş olmayız. Biz­zat Cenâb-ı Hakk'm îslâm ahkâmım 23 senelik bir müddet içinde, kademe kademe, bölüm bölüm ikmal eylemiş olması, kolaylaştır­manın en bariz örneği, ehemmiyet ve lüzumunun en açık delilidir.

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin bu konuda gayet sarih erdir ve tatbikatlarına vakıf bulunuyoruz. O'nun islâm'a davetle görevli olarak gönderdiği ashabına yegâne talimat ve tavsiyeleri olarak «kolaylaştırmalarını, zorlaştırmamalanm, müjdelemelerini, nef­ret ettirmemelerini» emretmeleri[120] fevkalade manidardır. [121]

 

C) Hüsn-Ü Muamele
 

Davetçilerin önderi Hz. Peygamber'in davet hayatında bu vasfım tebarüz ettiren, hüsn-ü muamele için eşsiz örnekler veren pek çok hadise vardır.

Bu davranışların sahibi Hz. Peygamber'in ashabına ve üm­metine de hüsn-ü muamele ve rıfkı emredeceği aşikârdır. Bu emre uyanlara O, şöyle dua eder; «Ya Rabbi! Kim ümmetimin herhangi bir işini üzerine alırda onlara yumuşaklık ve güzellikle davranır­sa sen de ona güzellik ve rıfkla muamele et.»[122]

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz de, menfî davranışını gördüğü bir kimseyi katiyetle hatasını yüzüne vurarak mahcup etmemiş, isim belirterek «falana ne oluyor ki şöyle söylüyor» diye kınamamıştı. Bilakis hatayı umumîleştirerek «insanlara ne oluyor ki şöy­le şöyle söylüyorlar» diyerek[123] tebliğ ve tashihte bulunurdu. Bir keresinde ashaptan birinin namazda ve duada gözlerini önünden kaldırıp semaya diktiğine ve etrafa göz gezdirdiğine şahid olmuş­tu. O, bu hatayı şöylece tamir etti: «Bir takım kimseler, namaz kılarken, dua sırasında gözlerim semaya kaldırmalarından ya vazgeçerler, ya gözleri kör olur.»[124]

 

D) Sert Davranış (Ceza)
 

Elbette hüsn-ü muamele davette esastır. Ama bazı özel şart ve durumlar, muhatabın tutum ve yapısı bunun aksine sert dav­ranmayı ve cezalandırılmayı gerekli tutabilir. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin davetinde cereyan eden, tebliğin zarurî kıldığı, sözlü veya fiili sert davranış şekillerini hafiften şiddetliye doğru şöyle sıralayabiliriz: [125]

 

1- İkaz Ve Îrızâr
 

Cenâb-ı Hakkın azabından ve gazabından sakındırma, Ce­hennem ve ateşini hatırlatma, Hz. Peygamber'in nübüvvetinin temelini teşkil etmekte, ta ilk günlerinden itibaren davetinde yer almaktadır. O, "beşir" olduğu kadar "nezir" dir de.

Ahireti hatırlatma ile ikaz yanında, îslâmî esaslara muhalif davrananlara bu dünyada da erişebilecek bir takım tehlikeleri be­lirtmek de, bu meyanda mütalaa edilmelidir. Dua esnasında ve namaz kılarken gözlerini semaya dikenlere Hz. Peygamber'in isim ve şahıs belirtmeden, sert bir şekilde «ya huylarından vazgeç­melerini, ya da gözlerinin kör olacağını» ikaz ettiğini[126] az önce zikretmiştik. [127]

 

2- Azarlama
 

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Benû Hanife heyeti içinde gelen Yemame'li müstakbel yalancı peygamber Museylime'nin kendisinden vefatından sonra makamının tarafına tevdii talebinde bulunması üzerine ona sert bir şekilde çıkışmış ve önünde bulu­nan küçük bir hurma dalını kaldırarak «Şayet benden şunu iste­seydin bile vermezdim.» buyurmuşlar; gözü dünyada ve saltanat­ta' yalan ve dolanda olan bu adamla daha fazla görüşmeyi de ka­bul etmeyerek, onları dinlemek ve kendi adına cevap vermek üze­re Sabit b. Kays'ı görevlendirmişlerdi.[128]

 

3- Gözdağı Vermek
 

Fiilî bir cezanın uygulanmasından ziyade, muhataba gerekir­se cezanın tatbik edilebileceği hissinin verilerek gözünün korku­tulması ve böylece onun istenilmeyen bir duruma düşmesine engel olunması, tebliğde uygulanacak metotlardan birisidir.

Hz. Peygamber'in davet hayatında bu şekilde cereyan etmiş bir gözdağı verme hadisesine vâkıf bulunuyoruz: Mekke'liler Hu-deybiye musalehası'nı bozdukları zaman Hz. Peygamber artık fe­tih zamanı geldiği için ordusuyla Mekke'ye yürümüştü. Faka;, O, kan dökülmesini hiç arzu etmiyordu. Bunun için de büyük bir giz­lilik içerisinde Mekke'ye sokulmaya muvaffak olmuştu. Mekke gi­rişinde kendilerine mülaki olarak İslâm'ı kabul eden Kureyş reisi Ebu Süfyan'ı islam ordusunun haşmet ve azametini, güç ve kudre­tini görsün, gözü yılsın ve Mekke'deki mukavemet teşebbüslerim kırsın diye Hz. Peygamber, bir geçitin üstüne götürüp askerleri­nin düzen ve disiplin içerisinde, haşmet ve vakarla geçişlerini sey­rettirdi. Zaten iman eden Ebu Süfyan, Mekke'lilerin bu muazzam orduya karşı koyamıyacaklarım bizzat gözleriyle görerek, yaki-nen vukuf kesbedince Mekke'ye koşmuş ve herkesin silahlarım atarak evlerine kapanmalarını temin etmişti.[129] îşte bu gözdağı, hemen hemen hiç kan dokülmeksizin koca Mekke'nin fethim sağ­lamış, kendinden istenen neticeyi vermişti. [130]

 

4- Tehdit
 

Zaman zaman Rasûlullah, davetinde tehditkar bir ifade de kullanırdı. Hicretin ikinci senesinde, Bedr Gazvesi nden sonra Hz. Peygamber, yahudileri Benu Kaynuka çarşısında toplamış ve onlara şöyle hitap etmişti: «Ey yahudileri Kureyş'in başına gelen felaketin sizin başınıza da gelmemesi için Allah'tan korkun, ve müslüman olun. Siz biliyorsunuz ki ben Allah'ın Hasûlüyüm; bu­nu kitabınızda buluyorsunuz ve okuyorsunuz.» Yahudiler ise, Ku-reyş'in harp tekniğini bilmediğini, kendilerinin çok cesur muha­ripler olduğunu söyleyerek O'nun davetini reddetmişlerdi.[131]

 

5- Takbih Ve Tezyif
 

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bir gün kendisine âyetle «kafirler ve münafıklarla cihad etmesi ve onlara karşı çetin dav­ranması» emredilince [132]Mescid'inde bütün ashabı arasından mevcut münafıkları bir bir ismen zikrederek «Sen çık, sen çık» di­ye çıkarmıştı. Huzurdan çıkarılanlar bir hayli vardı. Sonra Rasûlullah, onların uğrayacağı acı akibeti beyan etmiş ve âyetin devamında «Onların barınacakları yer Cehennem'dir. O, ne fena gidiştir.»[133] buyurulduğuna dikkatleri çekmişti.[134]

 

6- Beddua
 

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, kendine olmadık eziyet ve iş­kenceleri reva gören, her türlü şirretliği yapan insanlara bile hep beddua etmekten, lanet okumaktan sarf-ı nazar etmiştir. Bazı müşrik kabilelere ilenmesi için kendisine müracaatta bulunanla­ra verdiği cevap: «Ben lanet edici olarak gönderilmedim; rahmet olarak gönderildim.»[135] şeklindedir.

Ancak pek nadir hallerde ve şahsi olmayan, sırf dini sebepler­le O'nun bedduaya yer verdiğini görürüz. Meselâ O, tedib edici tebliğlerine karşı dikkafalılık edenleri pek hoş karşılamıyor ve sert davranmak mecburiyetinde kalıyordu: Bir adam Hz. Pey­gamberin yanında sol eliyle yemek yiyordu. «Sağınla ye!» diye ih­tar etti. Adam: «Sağ elimle yiyemiyorum.» dedi ki onu, buna sevke-den kibiri idi. Rasûlullah bunun üzerine «Yiyemez ol» buyurdular. Adam, elini ağzına götüremedi.[136]

 

7- Sürgün
 

Rasûlullah (s.a.v.) kendi yürüyüşünü ve bazı hareketlerini taklit ettiği için el-Hakem b. Ebi'1-As'ı Taife sürgün etmişti ve O, ta Hz. Osman zamanına kadar orada kalmıştı.[137]

 

8- Hapis
 

Rasûlullah zamanında özel hapishaneler bulunmamakla be­raber, bazı suçlular tevkif edilerek çeşitli yerlerde hapsediliyor­lardı. Rasûlullah tarafından, borçlarını vermeyenler, harp esirle­ri, katiller veyahut cinayet zanlılarının Mescid'de, dehliz ve kuyu­larda, devamlı bu işe tahsis edilmemiş evlerde hapsedildiklerim biliyoruz.[138]

 

9- Hadd Veya Ceza Tatbiki

 

Rasûlullah Efendimiz, yakalandıkları sıtmadan lar diye, islâm Devleti'ne ait develerin otladığı meraya gönderdiği Urayne kabilesinden bazı şahısların, orada çobanı Öldürüp kendi­lerinin de irtidat ederek kaçmaları üzerine, hemen onların arka­sından bir müfreze çıkarıp suçluları yakalattırmış ve gözlerine mil çektirmişti; ellerini ve ayaklarını kestirip çöle attırmıştı.[139]

 

10- Öldürtme
 

Hz. Peygamberin davetine göre davet açısından, insanları islâm aleyhine kışkırtıp hücumlar yönelten, islâm davetçilerinin davet ve tebliğlerine, onlara eziyet ve hakaretler yağdırarak engel olmaya çalışan, güç ve baskılarıyla, tahakküm ve tasallutlarıyla fikir ve inanç hürriyetini ihlal e'derek zihinleri karıştıran ve in­sanların islâm'a girmelerine mani olan azılı elebaşıların, kendile­rine tebliğ sıhhatli bir şekilde iletilmiş se ve şayet islâm daveti için zarar vermeyecek, fayda sağlayacaksa islâm kaza organının ala­cağı kararla karaltıları ortadan kaldırabilir.

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, yahudüerin el eb a şiarından ve kuvvetli şiir kabiliyeti ile müslümanlara ezalar veren, islâm davetine zararlar doğuran Kab b. el-Eşraf ı ve yine yahudilerin azılılarından Ebu Rafı'i görevlendirdiği kimselerle pusuya düşü­rerek öldürtmüştü.[140]

 

E) Değer Vermek

 

Kur'ân-ı Kerim, hıristiyan ve yahudilerden «Ehl-i Kitap» diye bahsederken onların Kitabullah'a ehil olduklarına işaretle kendi­lerine değer verildiğim belirtmekte, insandaki «değer verilme» duygusuna hitabcderek onların kalbim kazanma metodunu uy­gulamaktadır.[141]

Aynı metottan hareketle Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin komşu devletlere gönderdiği İslâm'a davet mektuplarında devlet başkanlarına «Rum'un ulu'su, kıptilerin büyüğü» diye hitabettiği-ni, «Bizans hükümdarı» veya «Kıptilerin reisi» demediğini görüyo­ruz.[142] Böylece aslında izzet ve azamet, büyüklük ve yücelik, Al­lah'a, Rasûlüne ve müslümanlara ait olduğu halde[143] Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, onlara değer vererek kalblerini kazanmak üze­re tazimde bulunuyor, onlara yücelik ve ululuk nispet ediyordu.[144]

Peygamber Efendimiz, savaşta ve barışta, dost ve düşman, yaşlı ve çocuk umumiyetle herkese teveccüh eder, değer verir, ilgi ve itibar gösterirdi.[145]

 

F) Yakınlaşma Tesisi
 

Davetçi ile muhatap arasında bir yakınlaşmanın tesisi, tebliğ açısından son derece önemli ve muhatap üzerinde oldukça etkili­dir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz, bunu gerçekleştirmek üze­re her vesileye başvuruyor, her türlü çareye müracaat ediyordu:

O, aleni davet emrini aldığı zaman kabileleri davet etmek üze­re panayırlarda ve haccın ifa edildiği yerlerde dolaşırken umumi­yetle, ensab ilmine vakıf Hz. Ebu Bekir'i yanma alıyor, önce Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz, muhataplara hangi kabilelerden, hangi kolundan, hangi ailesinden olduklarını soruyor, o kabilelerin meşhurları ve büyüklerine ait haberler istiyordu. Böylece onlarla bir ülfet, bir yakınlık temin edildikten sonra Peygamberimizi tak­dim ediyor ve Rasûlullah, onlara Kur'ân okuyor, tebliğde bulunu­yordu.[146]

Bir başka yakınlaşma yolu olarak Rasûlullah, tebliğde bulun­duğu şahıs ve kabilelerin isimlerine dikkat eder, onların isimleri­ne uygun tevillerde bulunur ve bu şekilde müessir olmayı denerdi.

Bunlardan ayrı olarak Rasûlullah, akrabalık bağlarının sağ­ladığı yakınlığı, daveti kabulü sağlayan psikolojik bir unsur göre­rek davet vesilelerinden biri olarak kullanıyordu, ileride inceleye­ceğimiz üzere O'nun izdivaçları arasında bu maksada matuf olan­lar vardır.[147]

 

G) Temel Özellik Ve Hislere Hitap

 

Bütün bir insan cinsini diğer mahlukattan ayıran temel Özel­lik, şüphesiz onların akıl sahibi olmaları, düşünebilmeleri, tefek­kür ve tedebbürde bulunabilmeleri, hakikati görebilme vasfında olmalarıdır. O halde bu temel özellik, faaliyet halinde bulunursa onlar, hidayete ererler. Bunu temin için insanoğluna hitabeden pek çok âyet vardır, «Onlar düşünmüyorlar mı?», «Siz akletmez misiniz?», «İbret almazlar mı?», «Görmüyor musunuz?», «Tefek­kür etmez misiniz?» ve «Onlar Kur'an'ı tedebbür etmezler mi?» şeklinde.[148]

Rasülullah'm davetine muhatap olan Arap toplumunda bu ırkın temel Özelliklerinden birisi, himayeye büyük ölçüde değer verme ve eman isteyen birisi düşmanı bile olsa ona eman vererek bu uğurda her türlü tehlikeyi göze almaktır; bu onlar için bir şeref ve izzettir. Aksi ise, korkaklık ve alçaklıktır. Şu halde tebliğde bu unsurdan faydalanılabilir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile birlikte kabileleri İslâm'a davet ederken bazılarının himaye duygularına hitap etmiştir. [149]

 

H) Müşterek Noktada Birleşmek
 

Müşterek noktalarda birleşme metoduna uymasını bizzat Cenâb-ı Hak, Rasûlüne emreder: «De ki (ey Hatibim): Ey ehl-i ki­tap! Hepiniz bizimle sizin aranızda müsauî ve müşterek bir keli­meye gelin. (Şöyle diyerek:) Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da kimimiz, kimi­mizi Rabler (diye) tanımayalım. (Buna rağmen) Eğer yine yüz çe­virirlerse (o halde) deyin ki: Şahid olun, biz muhakkak müslü-manlarız.»[150]                                     

Tek Allah'a ibadet etme, müslümanlarla ehl-i kitap arasında, önceki peygamberlerin davetine muhatap olmuş ve buna sahip çıkmış bütün insanlarda müşterek bir nokta idi. Zira gönderilmiş hiçbir peygamber yoktu ki, kavmine yalnızca Allah'a ibadeti em-retmemiş olsun.[151]

Bu emir mucibince Hz. Peygamber, ehl-i kitabı davet ederken sanki onların içinden biriymiş, onlarla karışmış kaynaşmış gibi davranıyor, sıcak ve samimi bir hava içinde ortak bir inanç üzerin­de anlaşmaya çağırıyor[152] mukaddes kitaplarına atıf ve işaretler­de bulunuyor, kendilerine ibadet serbestiyeti tanıyor ve siyasî bir takım haklar sağlıyor, birleştirici tekliflerde bulunuyordu.[153]

 

İ) Tekrar
 

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin tebliğinde muhataplarına bir fikri kabul ettirebilmek, bir düşüncenin zihinlerde iyice yer etme­sini sağlamak, dinleyenin dikkatini toplayarak söylenenlere gere­ken ehemmiyeti vermesini temin etmek üzere, sık sık «tekrarla­ma» metoduna başvurduğunu görüyoruz. [154]

 

J) Hediyeler Vermek
 

Hz. Peygamber, kendisine takdim edilen hediyeleri kabul ediyor, dost ve düşman herkese hediyeler veriyor, hususuyle ken­disiyle görüşmek üzere gelen heyetlere hediye verilmesine o derece ehemmiyet ve önem atfediyordu ki vefatından evvel yaptığı söz­lü son vasıyyetinde bile bu hususu zikretme lüzumu hissetmiş­ti.[155] O, senelerce Mekke'lilere ve çevre kabileleri islâm Devleti aleyhine kışkırtan Kureyş reisi Ebu Süfyan'a, Hudeybiye'den sonra devam eden iki senelik sulh müddeti içerisinde, elçilerinden birisi ile meşhur ve kıymetli Medine hurması hediye göndermiş ve Ebu Süfyan'dan kendisine Arap Yarımadasının her tarafında ıs­rarla aranılan Mekke mamulü deri giyeceklerinden hediye gönde­rilmesini talep etmişti. Ebu Süfyan da, bu isteğe uymuştu.[156]

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, dünyaya aşırı derecede bağlı insanların islâm'la, Kur'ân'la temaslarını, onlara dünyalık vere­rek sağladığı zaman onlarda meydana gelecek halet-i ruhiyye de­ğişikliğini gayet iyi biliyordu ve her fırsatta onlara hediyeler tak­dim ediyordu. Huneyn Gazvesi'nden sonra ganimetleri taksim ederken bazı Ensar gençlerinin sızlanmaları üzerine yaptığı ko­nuşmada bizzat ifade ettiği gibi maddi menfaatlerine ehemmiyet verenlerin kalblerini «telif» etmek, islâm'a ısındırmak istiyordu. Bu sebeple O, bu ganimetlerden Ensar'a pay ayırmamış ve büyük ölçüde «müellefe-i kulub» diye isimlendirilen islâm'a yeni girmiş, fakat iyice bağlanamamış kimselere veya islâm'a henüz girme­mekle beraber meyli olanlarla, hoşnut tutulmazlarsa zararlı ola-bilecek kimselere, ileri gelen şahsiyetlere mükafaatlar vermiş, hediyeler takdim etmişti.[157]

Peygamber Efendimizin tebliğ faaliyetinde mucizelerin de zaman zaman etkili olduğunu görürüz. Kaynaklarımız, Rasûlul-lahin mucizeleri sebebiyle iman etmiş, imanları yakın kesbetmiş, hatta Rasûlullah'a suikast tertipleyerek O'nu öldürmek üzere gel­mişken O'nun gayretli bir davetçisi, samimi bir fedaisi olmuş, pek çok kimseye ait birçok hadise nakleder. [158]

 

2- DAVETÇİ AÇISINDAN —DAVETÇÎNİN VASIFLARI
 

A) Sabır Ve Azim
 

İslâmî davet vazifesini icra, sabır ve azim isteyen meşekkatli ve çileli bir mükellefiyettir.

Klasik siyer kaynaklarımız, Rasûlullah'm bizzat kendisinin maruz kaldığı eziyet ve hakaretleri beyan eder, bütün bunlara karşı O'nun gösterdiği yüksek sabır ve tahammül gücünü bütün müslümanlara ve hususiyle davetçilere örnek olarak sunarlar.[159] Müşriklerin bitip tükenmeyen, dinip durmayan ve gün geçtikçe artan azgınlıkları sebebiyle, Rasûlullah'm asla fütur göstermedi­ği, şevkinin kırılmadığı, azminin yıkılmadığını biliyoruz. Zira O'nu davetinde teşyi eden, yönlendiren bizzat Cenâb-ı Hak idi. O'nda beliren en küçük bir hüzün ve şevk kırıklığı, derhal nazil olan bir ayetle izale ediliyor, Rasûlullah teselli olunuyor ve yeni bir azim ve iradeyle davete sevk e diliyordu.

Bu sebeple Hz. Peygamber'in Rabbinin risaletini tebliğ için gittiği Taif ten reddedilmiş, alaya alınmış, taşa tutulmuş, ayakla­rı kana bulanmış olarak dönerken Mevla'sına ilticasında yalnız O'nun rızasını talep ettiğini belirtmesi, bu vaziyette bile karşılaş­tığı hıristiyan köle Addas'a islâm ve iman teklin, isterse Cenâb-ı Hakk'm kendisine bunları reva gören kavmi helak edivereceğini bildiren meleğe, Cenâb-ı Hak'tan talebinin, bu bilmeyen insanla­ra hidayet nasibetmesi olduğunu bildirmesi, O'nun sabır ve ta­hammülü, yılmayan davet aşkı ve kırılmayan azim ve şevkini gös­termeye en güzel delildir.[160]

 

B) Ümitvar Olmak Ve Ümit Bahşetmek
 

Davet mükellefiyetinin sabır ve azim istediğim belirttik. El­bette bunların tabii bir neticesi olarak davetçi hiçbir an ümidini kaybetmeden, hidayetin Allah'tan olduğunu bilerek faaliyetine devam edecektir. Ümitsizlik içerisine düşme, zaten başlangıçta yenilgiyi kabul etme demektir. Ümitsizliğe düşmek, İslâm'ca ya­saklanmıştır: «Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.»[161]

Bu hususta, uyguladığı metotla en güzel örneği, Rasûlullah Efendimiz verirler. O, katiyetle ümidini kaybetmeden, ye'se düş­meden, ısrar ve tekrar ile davetini en azılı müşriklere, kendisine en çok düşmanlık ve hakarette bulunan düşmanlarına, kafirlere bile defaatla sunmaktan bir an geri kalmamıştır.

Hz. Peygamber, kabileler arasında İslâm'ı yaymak için yılma­dan faaliyet gösterirken çoğu kez onlardan aldığı cevap şöyle olu­yordu: «Ey Muhammedi Artık senin bizden ümidini kesme vaktin gelmedi mi?!»[162] Fakat, hayır!.. O, ümidini katiyetle kesmiyecek ve davetine devam edecekti.

Mekke döneminde, her türlü zulüm ve işkence altında inim inim inleyen müslümanlara Hz. Peygamber, onların şikayetleri karşısında sabır tavsiye ediyor, Önceki kavimlerden inananları vücudlarının testere ile ikiye biçilmesi, demir taraklarla etlerinin kemiklerine kadar taranarak sıyrılmasının dinlerinden döndüre-mediğini beyanla duygulandırıyor ve San'a'dan kalkan birisinin, kurt sürüsü içerisinde olduğu halde Hadramut'a kadar hiçbir şey­den endişe-etmeksizin ve korkmaksızın gidebileceği bir şekilde, dinin yayılıp kemal bulacağını ifade ederek onlara ümit bahşedi­yor, fakat aceleci olmamaları gerektiğini bildiriyordu.[163]

Alaya almaları, ve küçümsemelerine rağmen yine Hz. Pey­gamber, ashabına Cenâb-ı Hakkın onları bu güç durumdan mut­laka kurtaracağım, emniyet içinde Kabe'yi tavaf edeceklerini ve Kabe'nin anahtarına Cenab-ı Hakk'm kendisini sahip kılacağım, Kisra ve Kayserin debdebesinin yıkılarak hazinelerinin Allah yo­lunda infak edileceğini belirterek vad ve müjdelerde bulunuyor, ümit kaynağı oluyordu.[164]

Hz. Peygamber, tebliğ ve irşadlannda, dinleyene ümit bahşe­den kıssalara yer verir, muhatabının kıssada belirtilen duygular­dan örnek alarak azimle, ye'se düşmeden İslâm'a sarılmasını te­nim gayesi güderdi.[165]

 

C) Şefkat Ve Merhamet
 

Şefkat ve merhamet, katı kalbliliği yumuşatan, kin ve adaveti eriten, nefretin yerine muhabbeti ikame eden, insanları birbirine yaklaştıran ve bağlayan bir duygudur.

Kendisinden düşmanlarına beddua ve lanet, kin ve adaveti iz­har taleb edenlere O'nun verdiği cevap, kendisinin bunlar için de­ğil, rahmet ve merhamet peygamberi olarak gönderildiği şeklinde olmuştur.[166]

Allah Rasûlü, bütün insan soyuna, küçüklere ve yaşlılara karşı şefkat ve merhamet doludur. Birgün torunlarını Öpüp okşar-ken bir bedevi huzuruna gelmişti. Evlât şefkatinden mahrum olan bu adam gördüğü manzaraya duyduğu hayretini gizleyemedi ve: «Benim on çocuğum var. Bunlardan hiçbirim öpmüş değilim.» de­di. Rasûlullah: «Şayet senin kalbinden Cenâb-ı Hak, merhameti söküp almışsa ben ne yapayım?!» buyurdu ve ilave etti: «Merha­met etmeyene merhamet edilmez.»[167]

Bir seferinde de ashab-ı kiram, Hz. Peygamber'in vaz-ü nasi­hatim pürdikkat dinlerken, O'nunla görüşmek isteyen yaşlıca bir zat kalabalık ashap arasından Rasûlullah'a yaklaşmaya gayret ediyordu. Rasûlullah'm sohbetini bölen bu ihtiyara yol açmada bi­raz ağır davranan ashabın bu tavrı, gözünden kaçmayan rahmet ve merhamet Peygamberi, derhal onları ikaz etti: «Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.»[168]

 

D) Af Ve Müsamaha

 

Benu Hanife reislerinden Sümame b. Üsâl, kendisinin de iti­raf ettiği gibi öldürülmeyi hak etmiş suçlar işlemiş azılı bir islâm düşmanı idi. Bir müfreze onu yakalayıp Medine'ye getirdiği zaman Hz. Peygamber, Sümame'nin Mescid'de bir direğe bağlan­masını ve kendisine iyi muamelede bulunulmasını ashabına emretti. Namaza giriş çıkışlarında da bizzat kendisi onunla ilgile­niyor ve iman teklif ediyor, fakat Sümame kabul etmiyordu. Uç gün sonra Hz. Peygamber, hiçbir karşılık almaksızın onu affede­rek serbest bıraktığı zaman Sümame, o kadar hayret etmiş ve hislenmişti ki şehir çıkışında rastladığı ilk pınarda abdest alarak tekrar Rasûlullah'm huzuruna döndü. Kelime-i şehadetten sonra o, şöyle diyordu: «Şimdiye kadar sen, benim nazarımda dünyanın en nefret edilecek adamı idin. Şimdi ise ben, her şeyden çok sana hayranım.» Rasûlullah't an gördüğü af, Sümame'ye öylesine tesir etmişti ki, memleketine dönüşünde umre için uğradığı Mekke'de, müslüman olduğunu ilandan kat'iyetle çekinmedi ve Hz. Peygam­ber'den izin almadıkları müddetçe Mekke'lilere Yemame'den zır­nık hububat göndermeyeceğini belirtti.[169]

Mekke Fethi'nde Rasûlullah'm yaptığı ilk iş, Kabe'yi putlar­dan temizletmek olmuştu. Namaz vakti gelip de Hz. Bilal Ka­be'nin damına çıkarak ezan okumaya başladığı zaman, bazı diğer Mekke'liler gibi Attab b. Esid de hiddetle homurdanıyordu: «Al­lah'a şükür ki babam hayatta değil! Hiç olmazsa şu bayağılığı gör­müyor.» Namazı müteakip, yaptıkları bunca eziyet ve muharebe­lerden sonra suçluluklarını idrak edeı^ek mahcubiyet içinde başla­rı yere eğik hemşehrilerine Hz. Peygamber: «Bugün siz, muaheze edilecek değilsiniz, gidiniz, hepiniz hürsünüz.» dediği zaman ka­labalık, heyecan, sevinç, aşk ve bağlılıkla coşuyor, biraz önce hid­detinden patlayan Attab, herkesten evvel atılarak imanını haykı­rıyordu. Artık o, öylesine İslâm'a bağlı idi ki Mekke'den ayrılırken Hz. Peygamber, onu Mekke valiliğine layık görüyordu.[170]

Yalmz af, zilleti kabul; müsamaha da îslâmî prensiplerden taviz verme olarak anlaşılmamalı, katiyetle böyle uygulanmama­lıdır, îslâmî esaslar ve cezalardan kesinlikle af ve taviz verilemez. Hırsızlık yapan Benu Mahzum'lu kadının suçunun, affı için yapı­lan müracaatlara karşı Rasûlullah'ın kesin tavrını,[171] müslüman olmak için kendilerinin namaz, zekat ve cihadla mükellef tutul -mamalarını şart koşan Taif lilere kat'iyetle «namazsız dinde hayır olmadığı»nı belirterek böyle bir tavizi kabul etmediğini biliyo­ruz.[172]

 

E) Adam Kazanma Gayreti
 

Bütün bu metotların hassasiyet ve titizlikle uygulanması, riayetinin istenmesi, tamamıyla adam kazanma gayretinden ileri gelmektedir.

Bu ölçü göz önünde bulundurulursa Hz. Peygamber'in her karşılaştığı insanın imanım sağlamak için her çareye ve her meto­da başvurarak fevkalade gayret sarfindaki hikmet, gayet güzel anlaşılır.

Hakem b. Keysan esir edilmiş ve Rasûlullah'a getirilmişti. Hz. Peygamber, ona İslâm'ı arzetti, fakat o, kabul etmedi. Rasûlullah onu yine davet etti ve uzun müddet teklifini tekrarla­dı. O kadar ki Hz. Ömer dayanamadı ve: «Ya Rasûlallah, ne diye bununla uğraşıp duruyorsun?! Vallahi, bu katiyyen, müslüman olmaz. Bırak da şunun boynunu vurayım, canını Cehennem'e yollayayım.» dedi. Fakat Hz. Peygamber buna kulak asmadı ve Hakem'i İslâm'a davete devam etti. Nihayet o müslüman olunca Rasûl-i Ekrem, ashabına döndü ve: «Biraz önce size uysaydım onu öldürecektim ve o Cehennemlik olacaktı.» buyurdular. Hz. Ömer'in ifadesiyle bundan sonra Hakem, ihlash bir müslüman olmuş ve Allah yolunda cihadlara katılmıştır.[173]

Adam kazanma duygu ve gayretiyle Hz. Peygamber'in farz bir ibadeti yarıda bırakarak muhatabı ile fevkalade meşgul olduğu varid idi. Bir gün O, cum'a hutbesi irad ederlerken bir zat gelerek îslâm hakkında bilgi istemiş, bunun üzerine Rasûlullah, hutbeyi yarıda bırakarak inmiş, adamla meşgul olmuş, yeterince tebliğde bulunduktan sonra dönerek minberine çıkmış ve hutbesine kaldı­ğı yerden devam etmişti.[174]

O, davranışları sebebiyle çevreden gelebilecek tepkileri de gayet iyi hesap ediyor, safindakileri küstürmemek, karşıdakiler! ürkütmemek, bu suretle onları kazanmak için devamlı planlı bir şekilde hareket ediyordu. Benu'l-Mustahk Gazvesi'nde çıkardığı bir nifak sebebiyle münafıkların reisi Abdullah b. Ubeyy'in katli, kendisine teklif edildiği zaman, bu melun öldürülmeyi çoktan hak ettiği halde Rasûlullah, iç duruma vakıf olmayan diğer insanla­rın: «Muhammed kendi adamlarını öldürüyor.» diye ürkeceklerini belirterek çevredekileri kazanmak için bu teklifi kabul etmiyor­du.[175] Şayet o öldürülmüş olsaydı, diğer müşriklerin ürkerek islâm'ı kabulden sarf-ı nazarlarından ayn olarak müslümanlar arasında bulunan bu herifin taraftarları, kan bağına büyük Önem veren akrabaları ve kabileleri de büyük ihtimalle islâm'dan uzak­laşacaklardı.[176] İslâm davetinin siyaset ve metodu ise, kaçırtmak, uzaklaştırmak değil, yaklaştırmak ve kazanmaktır. [177]

 

F) Tevazu
 

Tevazu müslüman için, hususuyle davetçi için farz, kibir ve gurur da haramdır. Cenâb-ı Hak buyurur: «Yeryüzünde kibr-ü azametle yürüme. Çünkü ne kadar hassan arzı cidden yaramaz­sın; boyca da asla dağlara eremezsin!..»[178] «insanlardan kibirle­nip yüzünü çevirme. Yeryüzünde şımarık da yürüme. Zira Allah, her kibir taslayanı, kendim beğenip öğüneni sevmez.»[179] Ve teva­zu sahiplerini kulluğuna kabul ederek över: «O çok esirgeyen Allah'ın has kulları ki onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler; ken­dilerine beyinsizler hoşa gitmeyecek laflar attıkları zaman Sela­metle deyip geçerler.»[180] Rasûlullah da konuya şöyle temas eder: «Cenab-ı Hak, bana mütevazı olmanızı ve hiç kimsenin diğerine karşı böbürlenmemesini emretti.»[181] «Kim Allah için alçak gönül­lülük yaparsa Cenâb-ı Hak onun kadrini yükseltir; kim de Allah'a rağmen kibirlenirse Allah onu ta esfel-i sâfilîne kadar alçaltır.»[182]

Ebu Hüreyre ve Ebu Zer Hazretleri naklediyorlar: «Rasûlul­lah, ashabı arasına girer otururdu. Bir yabancı geldiği zaman hangisinin Rasûlullah olduğunu farkedemez ve sorma ihtiyacını duyardı.»[183] Büyük bir tevazu içerisinde O, her hastayı ziyaret eder, cenaze merasimlerine katılır, rastgele bir kölenin bile dave­tine icabette bulunur,[184] katiyetle kibir göstermez, fakir ve mis­kinlerle, yaşh ve düşkünlerle beraberce yürüyüp, saatlerce durup onlara konuşmaktan ve ihtiyaçlarını gidermekten geri kalmaz­dı.[185]

 

G) Yaşayış
 

Peygamber (s.a.v.) Efendimizin nübüvvet öncesi ve sonrası hali ve yaşayışı, Mekkelilerce gayet güzel biliniyor, peygamberli­ğinde Onun temel fikrine karşı koyarak tevhidi kabul etmemek, şüyuunu engellemek için türlü yollara başvuruyorlar, fakat şahsi yaşayışı hakkında en küçük bir ithamda dahi bulunamıyor, O'nun "el-Emin"liğini ikrar mecburiyetinde kalıyorlardı. O, insanlara teklif ettiği hususları herkesten önce kendi nefsinde, herkesin yapabileceğinden fazlasıyla tatbik ediyordu. Şüphesiz bu, davet olunanlara tesir eden önemli bir faktör olacaktı.Umman meliki el-Culendî'ye Rasûlullah'ın islâm'a davet mektubu ulaştığı zaman Hz. Peygamberin hayatı hakkında bilgiler edinen melikin sözleri şöyle oluyordu: «Allah beni bu ümmî peygambere delâlet etmiştir. O peygamber, hiçbir iyiliği kendisi ilk tatbik eden olmaksızın emretmiyor; hiçbir kötülüğü de kendisi ilk terkeden olmaksızın nehyetmiyor. O, mutlaka galip gelecektir, engellenmiyecektir; mutlaka üstün çıkacak, darda bırakılmayacaktır. O, ahde vefa gösterir, vaadi yerine getirir. Ben kesinlikle kabul ediyorum ki o, bir peygamberdir.»[186]

Yaşayışıyla güzel örnek verme kaidesinin müessiriyyetini ga­yet iyi bilen Peygamber Efendimiz, kendisi hayatıyla örnek teşkil ettiği gibi, İslâm'a davet ettiği insanların îslâmî yaşayışı görerek fikir ve kanaatlerim ona göre tayin ve tespit etmelerine imkan ve vesileler hazırlıyordu. Bedr Gazvesi'nde ele geçirilen esirlerin topluca bir yerde mahpus tutulmaları yerine birer birer ashab-ı kirama dağıtılarak misafir edilmeleri,[187] başka bir takım fayda mülahazaları yanında büyük ölçüde, esirler sahabenin İslâm'ı ya­şayışına vakıf olsunlar diye olsa gerektir. îslâm düşmanı Benu Hanife reisi Sümame'nin müslüman olmasına, Hz. Peygamberin hüsn-ü muamelesi, karşılıksız affı yanında Mescid'de bir direğe bağlı kaldığı[188] müddet zarfında îslâmî tatbikatı görerek hakikati idrak etmesi de müessir olmuştur, diyebiliriz. Taif heyeti geldiği zaman, müslümanlann Kur'ân okuyuşları, namaz kılışları, huşu ve huzû içinde ibadetleri ve İslâm'ı yaşayışları kalblerini rikkate getirsin diye[189] Hz. Peygamberin onları Mescidin hemen yanında misafir ettiğini[190] biliyoruz. Bazı heyet mensublarmm, ashabın evlerine dağıtılarak misafir edilmelerinde[191] de, yine bu husus mutlaka gözönünde bulundurulmuştur.[192]

 

G) Fizyonomik Yapı
 

islâm, mana ve muhtevaya verdiği önem kadar şekle ve dış görünüşe de değer verir. Hadd-i zatında insanın içindeki inanış, düşünce ve tefekkür, onun dış görünüşünü şekillendirir. Ayette belirtildiği gibi[193] secde, iman edenlerin yüzüne bir nur, bir beyaz­lık vermekte, alamet ve nişan teşekkül ettirmektedir.

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, Medine'ye hicret ettiği zaman O'nu ilk kez gören yahudi bir alim Abdullah b. Selam, intibaını ve İslâm'a girmesine vesile olan hususu şöylece dile getirir: «O'nun yüzünü gördüğüm zaman bir yalancı yüzü olmadığım derhal anla­mıştım.»[194]

Hz. Peygamber de, îslâm davetçisi olarak gönderdiği elçileri­nin şeklen güzel olmasına dikkat etmiştir. Bizans imparatoruna iki sefer elçi olarak gönderdiği Dıhye'nin fevkalade mütenasip ve mütevazin vücut yapısı ile meşhur yakışıklılığı, hatta Cebrail'in insan suretinde geldiği zaman bu zatın kılığına büründüğü hatır­lanacak olursa dış görünüşe O'nun verdiği Önem açıkça anlaşı­lır.[195] Rasûlullah'ın valilerine: «Şayet bana bir haberci gönderecek olursanız bunu, vechi yakışıklı ve adı güzel olanlar arasından seçiniz.» yollu bir talimatta bulunduğu nakledilir.[196]

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, kişinin fizyonomik yapısını meydana getiren unsurların güzelleştirilmesi, tanzim edilmesi hususunda da emirler vermiş, bizzat kendisi icraatlarda bulun­muştur.

Hey'etler geldiği zaman kendisinin en güzel elbiselerini giyi­nerek kıyafetini düzelttiğini, ashabına da böyle yapmalarını emrettiğini biliyoruz.[197] Her an için saçını sakalını düzeltmek, kılık ve kıyafetini kontrol etmek üzere yanında ayna ve tarak, diş temizliğini sağlamak üzere misvak ve sünnetini icra için sürme-denlik ve koku şişesi taşıma itiyadında olduğunu da kaynakları­mız belirtirler.[198]

 

H)Dua
 

Dua, mü'minin Rabbine ilticasını sağlayan bir vasıta, kulun Yaradamyla devamlı irtibat halinde olmasını temin eden bir vesi­ledir.

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, islâm'a davet faaliyeti esnasın­da bizzat davetin bir metodu olarak duaya başvurmuştur.

Davetin ilk günlerinde müslümanlar inançları sebebiyle ezi­yet ve baskılara maruz kalırken O, Kureyş'in iki kuvvetli şahsiye­tinden biri, Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hişam (Ebu Cehl) ile îslâm'ı kuvvet ve izzetlendirmesi için Cenâb-ı Hakk'a niyazda bu­lunuyor ve bunlardan Allah'a daha sevimlisi Hz. Ömer hakkında O'nun duası kabul edilerek bu vesile ile Hz. Ömer müslüman olu­yordu.[199]

Benu Devs'ten Tufeyl b. Amr henüz Hz. Peygamber Mekke'de iken iman etmiş ve kavmine îslâm'ı tebliğde bulunmuştu, ikinci kez Rasûlullah'la görüşmeye geldiği zaman o, kavminden şikayet­çi idi ve helakleri için Hz. Peygamberden beddua etmesini istiyor­du. Rasul-ü Ekrem, ellerini kaldınverdiği zaman orada bulunan­lar: «Devs yandı gitti.» diyorlardı. Fakat rahmet peygamberinin duası: «Rabbim, Devs'e hidayetini ver ve onları müslüman olarak getir!» şeklinde idi; Tufeyl'e de «rıfkla davetine devam» emri veri­yordu. O kavmine döndüğü zaman gayreti, şüphesiz Rasûlul-lah'ın duası bereketiyle fevkalade netice vermişti.[200]

Buna benzer bir hadise Taif muhasarasından sonra cereyan ediyor, müslümanlara oklarıyla zayiat verdiren Sakif e beddua Hz.Peygamber'den isteniyordu. O'nun duası, aynı tarzda «Sakif e Cenâb-ı Hakk'ın hidayet vermesi ve onları müslüman olarak getirmesi» şeklinde idi. Hadiseden kısa bir müddet sonra Taif lile-rin müslüman olduklarım beyan eden heyetlerini Rasûlullah'm huzurunda görüyoruz.[201]

Duanın davetçi üzerinde ve Cenâb-ı Hakk'ın kabulüyle muhatap üzerindeki bu müessiriyyeti sebebiyle Hz. Peygamber, çevreye gönderdiği islâm davetçilerinden de davetlerinde Cenâb-! Hakk'a ilticalarım istemiş, onların «dua» metodunu uygulamala­rını emretmiştir:

Hımyer reislerine islâm'a davet mektubuyla bir davetçi gön­deren Hz. Peygamber, elçisine şu talimatı vermişti: «Hımyer böl­gesine vardığın zaman geceleyin oraya girme, sabahı bekle. Sabah olunca güzelce abdest al, iki rek'at namaz ktl; Cenâb-ı Hak'tan muvaffakıyyet ve duanın kabulünü iste. O'na sığın ve mektubunu sağ elinle onlara takdim et.»[202]


[115] Buharı, ilm 12.

[116] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/96.

[117] Kettanî, Teratib II, 321-322.

[118] Saka, K.K.in Davet Metodu, s. 75-76.

[119] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/96-97.

[120] Buharî, llm 12; Müslim, Eşribe 70, 71.

[121] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/97.

[122] Müslim, İmaret 19; îbn Hanbel VI, 93.

[123] EbuDavud,£deb 6.

[124] Müslim, Salat 118.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/97-98.

[125] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/98.

[126] Müslim, Salat 118.

[127] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/98.

[128] İbn Kesîr Bidaye V, 49-50.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/98-99.

[129] İbn Kesîr Bidaye IV, 290-292.

[130] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/99.

[131] Ebu Davud, İmaret 22; İbn Kesîr Bidaye IV, 3-4.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/99-100.

[132] Tahrim, 66/9.

[133] Tahrim, 66/9.

[134] Merağî, Tefsir XXVIII, 166.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/100.

[135] Müslim, Birr 87.

[136] Müslim, Eşribe 107.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/100.

[137] Kettanî, Teratib I, 301.

[138] Atar, İslâm Adliye Teşkilatı, s.217-218.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/101.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/101.

[139] İbn Kesîr, Bidaye IV, 179-180.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/101.

[140] İbn Kesîr, Bidaye IV, 5-9,137-140.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/101-102.

[141] Razî, Tefsir VIII, 91; Muhammed el-Hıdr Huseyn, ed-Dauetu ile'l-Islah, s. 44-45.

[142] Hamidullah, Vesaik, s. 45-46, 50, 72, 76-77.

[143] Münafıkun, 63/8.

[144] Kefemi, Teratib 1,142.

[145] Kettanî, a.g.e. I, 387-388.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/102.

[146] îbn Kesir, Bidaye III, 142-143.

[147] Bak: Konumuzun «Üçüncü Bölüm: Sosyal Müesseselerle İrtibatı Açısın­dan Rasûlullah'm Davet Metodu» konusunda «2 - Evlilik» maddesi.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/102-103.

[148] Bu âyetler için bak: Muhammed Fuad Abdulbaki, el-Mucemu'l-Müfehras ti-Elfazı'î-Kur'âni'l'Kerim, ilgili maddeler.

[149] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/103.

[150] Âl-iîmran, 3/64.

[151] Enbiya, 21/25; Nahl, 25/36.

[152] Saka, K.K.in Davet Metodu, s.145.

[153] Arnojd, îrttişar-ı hlâm Tarihi, s. 59.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/104.

[154] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/104.

[155] Buharı, Cizye 6; Müslim, Vasıyyet 20; Ebu Davud, İmaret 28.

[156] Kettanî, Teratib 1,198.

[157] Buharî, Mecazı 56; Müslim, Zekat 133;Tirmizî,Menakıb 65;İbnHanbeI III, 76-77, 275; İbn Hacer, Fethu't-Barî VIII, 49; îbn Kesir, Bidaye IV, 356-361; Yakubî, Tarih II, 63; Gazzali, Fıkhu's-Sira, s. 427.

[158] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/104-105.

[159] Misal olarak bak: îbn Hişam I-II, 289-291; 293-313, 354-361; İbnu'1-Esir, Kamil 11, 70-76; Belazurî, Ensab 1,125-156.

[160] îbn Hişam I-II, 419-421 ;İbn Kesîr, Bidaye III, 135-137; İbn Kavyim, Zadu'l-Mead II, 52.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/106.

[161] Zumer, 39/53.

[162] Saıd Havva, Rasul 1,107.

[163] Buharı,Menakıb25,İkrah l;EbuDavud,Ci/md97;İbn Hanbel V,109-lll.

[164] İbn Kesîr, Bidaye IV, 104,109

[165] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/106-107.

[166] Müslim, Birr 87.

[167] Buharı, Edeb 18; Müslim, Fedail 65.

[168] Buharı, Edeb 18; Müslim, Fedail 65.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/108.

[169] Buharı, Megazî 70; Müslim, Cihad 59; Ebu Davud, Cihad 119; İbn Han-bel II, 246-247, 452; Hamidullah, İslâm Peygamberi I, 270-271.

[170] Hamidullah, a.g.e. 1,172; İbn Kesir, Bidate IV, 301.

[171] Buharı, Hudud 12; Müslim, Hudud 8,9; Ebu Davud Hudud 4; Tirmizî, Hudud 6.

[172] ibn Hanbel IV, 218. Rasûlullah, zekât vermemeleri, cihada katılmamala­rı ve kendilerine içlerinden birinin vali tayin edilmesi şartlarını kabul et­mişti. Zira bizzat Hz. Peygamberin belirttiği gibi (Ebu Davud, İmaret 26) İslâm'a girdikleri zaman onlar kendiliklerinden zekât verip, cihada koşa­caklardı. Sonra zekat için mallarının üzerinden bir sene geçmeli, cihad için de düşman mevcut olmalıydı. Bunlar olmadığı için Rasûlullah bu tek­lifleri kabul etmişti (Azimâbâdî, Avnul-Ma'bud VIII, 268). Valî tayininde ise, zaten Rasûlullah'm umumî prensibi, bölge halkından birini görevlen­dirmek idi.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/108-109.

[173] KandehlevîI, 75-76.

[174] Müslim, Cum'a 60; İbn Hanbel V, 80.

[175] Buharı, Menakıb 8.

[176] IbnTeymiye,Hisbe;s.79.

[177] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/110-111.

[178] Isrâ, 17/37.

[179] Lokman, 31/18. Ayrıca bak: Nisa, 4/36; Hadid, 57/23.

[180] Furkan, 25/63.

[181] İbn Mace, Zühd 16.

[182] Ibn Mace, Zühd 16; Müslim, Birr 69.

[183] İbnu'l-Cevzî, Vefa, a.g.e. MI, 438.

[184] İbnu'l-Cevzî, a.g.e. MI, 436.

[185] Darimî, Mukaddime 13.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/111-112.

[186] Said Havva, Rasut I, 54-55; Nedvî, Tebliğdi ve Talimat II, 450-459.

[187] İbn Hişam I-II, 645.

[188] Buharî, Megazî 70; Müslim, Cihad 59.

[189] Azimabaâî, Avnu'l-Mabud VIII, 267.

[190] Ebu Davud, îmaret 26.

[191] İbnHanbelIII, 432.

[192] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/112-113.

[193] Tirmizî, Kıyamet, 42.

[194] Feth, 48/29.

[195] Kettânî, Teratib 1,190; Hamidullah, îslâm Peygamberi II, 260.

[196] Hamidullah a.g.e. II, 260.

[197] Kettanî, Teratib I, 452.

[198] İbn Sa'd I, 484; İbnu'l-Cevzî, Vefa MI, 589-593.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/113-114.

[199] Tirmizî, Menakıb 17; Ibn Mace, Mukaddime 11.

[200] Buharî, Megazî, 11; Müslim, Fedailu's-Sahabe 197.

[201] Bidaye IV, 350, 352; Azimâhâdî, Avnu'l-Ma'bud, VIII, 266.

[202] İbn Sa'd 1,282.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/114-115.

ceren
Tue 20 November 2018, 02:28 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Her konuda peygamber efendimizi örnek alan onun sünnetine tabi yaşayan kullardan olalım inşallah.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim...

Bilal2009
Tue 20 November 2018, 02:32 pm GMT +0200
Ve Aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun Rabbim bizleri Peygamberimiz in yolundan ayırmasın