- Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu

Adsense kodları


Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 21 July 2012, 11:31 am GMT +0200
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu: Üç büyük tehlikeden biri küresel iklim değişikliği
İbrahim BARAN • 77. Sayı / SÖYLEŞİ


Küresel iklim değişikliği ya da yaygın adıyla küresel ısınma, toplumsal hayatı ve insan sağlığını ciddi şekilde etkiliyor. Bundan 50 yıl sonrasının nasıl olacağı konusunda ciddi bir öngörüde de bulunamıyoruz. Hava tahmin raporları iklim değişikliği nedeniyle eskisi kadar net veriler sunmuyor çünkü. İklim değişikliğini nedenleri, neticeleri ve çözüm önerileriyle birlikte İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı ve Hürriyet Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile değerlendirdik…

Küresel ısınma kavramı sıkça kullanılıyor. İnsanlar etkilerinden ve neticelerinden oldukça muzdarip. Küresel ısınmanın sebepleri nelerdir?
1750’lerden sonra insanlık kol gücünün yerine yahut hayvanların gücünü kullanmak yerine buhar gücünü kullanmaya başladı. Buhar gücünü elde etmek için de toprağın altında milyonlarca yıldır bulunan fosil yakıtları kullanmak zorunda kaldı. Uzunca bir süre toprak altında katı halde bulunan kömürü, sıvı halde bulunan petrolü ve doğalgazı çıkararak kullanmaya başladı. Bu nedenle atmosferde bu yakıtlardan kaynaklanan çok miktarda karbondioksit birikmiş oldu. Havadaki karbondioksit miktarı eskiden 280 parçaydı. Yani Türkler 1071’de Malazgirt’e girdiği zaman havadaki 1 milyon molekülün 280 tanesi karbondioksitti. Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon’u fethettiği 1461 yılında yine havadaki 1 milyon molekülden 280 tanesi karbondioksitti. Şimdi ise bu miktar 385’e çıkmış durumda. Bu durum Sanayi Devrimi’nden bu yana havada bulunan karbondioksit miktarında ciddi bir artış olduğunu gösteriyor. Bir yandan fabrikalar, bir yandan binalar, bir yandan araç-gereçler, bir yandan fakir ve tarıma dayalı ülkelerdeki insanların ormanları kesmesi, bataklıkları kurutarak tarım alanlarına çevirmesi havada daha fazla karbondioksit oluşmasına neden oluyor. Yani gelişmiş ülkeler sanayilerinden dolayı çok büyük miktarda karbondioksit soluyorlar, gelişmemiş olan ülkeler de ağaçları keserek, bataklıkları kurutarak havadaki karbondioksitin yok olmasını engelliyorlar. Gelişmiş ülkeler yüzde 80, gelişmemiş ülkeler yüzde 20 oranında havadaki karbon dengesini bozdular. Sera gazları aslında bizim için iyi bir şey. Aspirin gibi. 1 tane içersen baş ağrısına iyi geliyor, ama bir kutu içersen zehirliyor. Sera gazları olmasa dünyadaki hava sıcaklığı şu andakinden 33 derece daha fazla olurdu. Dünya başka bir dünya olur, mevcut eko-sistem oluşmazdı.

Sanayiye yönelik faaliyetler giderek artıyor. O halde küresel ısınma tartışmalarının ya da bu konunun sıklıkla gündeme getirilmesinin nedeni olarak sanayinin yaygınlaşmasını gösterebilir miyiz?
Elbette. Yaklaşık 250 yıldır sanayinin yayıldığını ve geliştiğini düşünürsek sanayi nedeniyle ortaya çıkan gazların artması küresel ısınmanın etkilerini yoğun şekilde hissettirdi. Mesela 1900’lü yıllardan sonra dünya son 1400 yılın en sıcak dönemlerini yaşamaya başladı. Dikkat ettiyseniz son yıllarda daha fazla orman yangını, daha fazla sıtma, kene, böcek ortaya çıktı. Malumunuz Türkiye tropikal bir ülke değil, ama maalesef tropikal hastalıklarla boğuşmaya başladı. Aslında bilim insanları bu durumu çok uzun zamandır biliyor ve konuşuyordu. Ancak etkilerinin belirgin hale gelmesi kamuoyunun gündemine girmesine neden oldu. İklim değişikliği dünyanın karşı karşıya kaldığı 3 büyük problemden biri. Diğer ikisi de terör ve aşırı nüfus artışından kaynaklanan kıtlık ve benzeri problemler.

Sera etkisinden bahsediliyor. Sera etkisi denilince zihinlerde farklı bir resim beliriyor. Ne demek sera etkisi?
Evet, sera etkisi deyince zihinlerde bostan seraları şekilleniyor. Ama o değil tabii ki. Güneş, enerjisi çok yüksek bir cisim. Güneşten enerji kısa dalga şeklinde geliyor. Bu kısa dalga enerji atmosferi geçebiliyor. Kısa dalga olduğu için atmosferi geçince gelip yeryüzünü ısıtıyor. Dünyada ısınınca dalga boyu daha zayıf olarak atmosfere geri dönüyor. Güneşten gelen enerjiyi atmosferde tutamayan gazlar, dünyadan uzun dalga olarak geri dönen gazları tutuyor, yutuyor ve dünyaya geri gönderiyor. Sera gazları atmosferde ikinci bir güneş gibi davranıyor. Böylece dünyada sera gazları arttıkça uzaya giden enerji miktarı azalıyor ve ısı artmış oluyor. Mesela Mars’ta sera gazları yok. Yüzde 96’sı donmuş, katı halde bulunuyor. Dolayısıyla Mars’ta sıcaklık -50 derece. Venüs’ün atmosferinin yüzde 96’sı sera gazından oluşuyor. Sıcaklığı 420 derece. Bizde de yavaş yavaş Venüs’e doğru bir gidişat var.

Sera gazlarının ortaya çıkışını da direkt olarak sanayileşmeyle ilişkilendirebilir miyiz?
Enerjinin büyük bir kısmı sanayi sektöründe kullanılıyor. Sanayide kullanılmak üzere enerji üretildiğinde ortaya yüksek miktarda sera gazı çıkıyor. Aynı şekilde elektrik enerjisi kullanılırken de ortaya önemli miktarda sera gazı çıkıyor. Sanayinin de bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ihtiyacı var. Bu enerjinin de kaynağı olan fosil yakıtları ne kadar çok kullanılırsa karbon atmosfere o kadar çok geri dönüyor. Mesela bir fidan büyüyebilmek için karbondioksit topluyor. Karbondioksit odun oluyor. Yani ağacın gövdesi karbon. Ağacı yaktığımızda ortaya karbon gazı çıkıyor. Bu şekilde ağacın daha önce toplamış olduğu karbonu yakarak atmosfere geri gönderiyoruz. Biz insanlar da karbondan oluşuyoruz. Einstein’ın bir karbon molekülü bizde belki de. Böyle bir karbon döngüsü var yeryüzünde. Dolayısıyla doğaya baskı bir küresel ısınma nedeni. Bunun küresel ısınmaya etkisi yüzde 20’lik düzeyde. Ancak sanayileşmenin etkisi yüzde 80. Sanayi derken ulaşımdan günlük hayatta tükettiğimiz enerjiye, mesela odada yanan lambaya kadar her şeyi kastediyorum.

BUZULLARIN ERİMESİ CİDDİ BİR TEHDİT

İklim değişikliğinin önemli bir sebebi olarak küresel ısınma gösteriliyor. Küresel ısınmanın da çoğunlukla sanayiden kaynaklandığını söylediniz. Peki, başka önemli sebepleri yok mu?

Öncelikle küresel ısınma kavramını çok kullanmadığımızı ifade etmeliyim. Bunu yerine küresel iklim değişikliği diyoruz. Çünkü sadece ısınmıyoruz, iklimin bütün parametreleri değişiyor. Isınırken bir yandan yağış oluyor, bir yandan yağışın dengesi değişiyor. Artık normal bir yağıştan söz edemiyoruz. Ya çok az yağıyor yahut hiç yağmıyor ya da yağınca çok kısa sürede çok fazla yağış düşüyor. Aslında iklim değişikliği olduğuna yalnızca hava sıcaklığına bakarak kanaat getirmeyiz. Sosyo-ekonomik olarak hava değişimlerinden başka birçok işareti var aslında. Mesela bir tanesi kuşlar. Çok eski yıllarda madencilerin metan gazı ölçecek aletleri yoktu. Madene kuşları indirerek bir ölçüm yapıyorlardı. Kuşlar fenalaşırsa madenin havasının zehirli olduğuna kanaat getiriyorlardı. Şimdi de aynı şekilde bülbül, kanarya, kırlangıç, serçe gibi narin kuşlarda büyük kitlesel ölümler var. Bu kuşlar havanın kimyasal yapısına dayanamıyorlar ve ortada iki çeşit kuş kalıyor: Çöp kuşları dediğimiz karga ve martılar.

Buzulların erimesinin etkisi ne kadar mesela?
Buzulların eriyor olması bizim için önemli bir işaret. Buzulların eriyor olması dünyanın ısınmasını da hızlandırıyor. Çünkü bembeyaz bir örtü yani buz, kar nerede varsa oranın havasını etkiler. Bu bembeyaz kar ya da buz örtüsü güneş ışınlarını geri yansıtıyor. Ama bunlar eridiği zaman altındaki taş toprak çıktığı zaman gelen güneş ışınlarının yüzde 80-90’ı yutulmaya başlıyor. O yüzden buzulların eriyor olması dünyanın önümüzdeki 20 yıl içerisinde 1 derece daha ısınacağını söylüyor bize. Eskiden dünya güneşteki lekeler, astronomik hareketler, volkanların patlaması, tektonik hareketler gibi 4 nedenden dolayı 150 bin yılda 1 derece ısınır ya da soğurmuş. Yani iklim ilk defa değişmiyor, geçmişten günümüze iklim değişkendi. Şimdi 1850 yılından 2000 yılına kadar, yani 150 yılda dünya 1 derece ısındı. Şu anki iklim değişikliğini mesele haline getiren şey değişimin çok hızlı olması.

Bu kadar hızlı değişiyor olmasının nedeni ne?
Tamamen insan. Bitkiler, hayvanlar yani ekolojik sistem buna ayak uyduramıyor ve türler yavaş yavaş yok oluyor. Dolayısıyla şu an konuştuğumuz asıl mesele iklim değişikliği değil, ani iklim değişikliği. Çok ani olduğu için de yıkıcı oluyor. Bu kadar hızlı bir değişim olmasaydı buna uyum sağlayabilirdik.

ALIŞKANLIKLARIMIZI DEĞİŞTİRMEMİZ ŞART

Teknoloji ve sanayi toplumunda yaşıyoruz. İnsanların enerjiye olan ihtiyaçları hızla artıyor. Enerji tüketimi iklim değişikliklerini çok hızlı bir şekilde gerçekleştiriyor. Böyle bir durumda enerji tüketiminin zararını azaltmak için neler yapmak gerekiyor?

Dünyanın şu an yaşadığı en büyük sosyolojik problem tüketim toplumu haline gelmiş olmak ve israf etmek. Alışveriş yaptığımızda psikolojimiz düzeliyor, artık gerisini siz düşünün. Reklamlar insanlara sürekli alışveriş yapmayı salık veriyor. Bu bilinçaltımızı dolduruyor ve gidip alışveriş yaptığımızda kısa zamanlı da olsa bir rahatlama hissediyoruz. Biliyorsunuz 11 Eylül’de ikiz kuleler vurulunca George Bush ilk olarak “Gidin alışveriş yapın” demişti. Tüketim üzerine kurulmuş bir dünyamız var. İklim değişikliğini önlemenin 3 temel yolu var: Bir tanesi yeniden kullanmak. Mesela şimdi kimse alışveriş poşetini yeniden kullanmaya çalışmıyor. Hatta onu da bırakalım, 2 tane verdiyse kasiyer, üçüncüsünü almaya niyetleniyor. Kimsede file yok artık, kimse geri dönüşümün ne olduğunu bilmiyor. Sonra kimse az tüketmeyi de bilmiyor. Yiyor yiyor, kilo alıyor; ardından üzerine bir de para verip zayıflamaya çalışıyor. Böyle acayip bir durum var. İklim değişikliği Sanayi Devrimi’yle gerçekleşti. Toplumdaki bu anlayışı yıkmak için de galiba benzeri bir devrime ihtiyaç var. Artık bunun adı da olsa olsa yaşam devrimi ya da israf devrimi olur herhalde. Ahirette insanı galiba bundan da sorguya çekecekler. “Sen dünyayı ne kadar kirlettin?” diye soracaklar. Gelecek nesillerin rızkını yok etmiş oluyoruz. Bu işe herkesin el atması lazım. Çünkü kaynaklarımız kıt ve enerji olarak dışa bağımlı bir ülkeyiz. En temiz enerji, kullanılmayan enerjidir. Bu şekilde anlatmamız lazım belki de.

Maalesef biraz da alışkanlıklar bizi bu hale getiriyor. Odaya girdiğimizde elimiz illa prize gidiyor, ihtiyacımız olsa da olmasa da ışığı açıyoruz.
Evet, normalde insanlar sabah evlerinde otururken ışığı kullanmazlar. Sabah işe geldiklerinde ilk yaptıkları iş ışığı açmak oluyor. Bu da enteresandır değil mi? İnsanları bu alışkanlıklardan vazgeçirmek için biraz ezber bozmak gerekiyor. Mesela her tarafa arabayla gitme alışkanlığından kurtulmak gerek. Bunun için, diyelim, İstanbul’un belirli yerlerine araba girişi yasaklanabilir. Bazı yerlere büyük otoparklar yapılabilir, insanlar arabalarını orada bırakarak gitmek istedikleri yerlere bisikletle gidebilirler. Almanya’da böyle. Tren istasyonuna kadar arabanla gidersin. Orada büyük otoparklar vardır. Arabanı bırakırsın, şehir dışına trenle gidersin. İşini halledip yine trenle gelir arabana biner gidersin evine.

Evler de artık iklime göre inşa edilmiyor. Mimari de etkiliyor insanları galiba?
Mimari kültürümüz çok değişti. Adam eskiden ev yapardı, bunu yaparken iklim koşullarını gözetirdi. Bahçesi olurdu, çatısında rüzgârın gelip girebileceği kule gibi bir yer olurdu. Şimdilerde böyle şeyler yok. Eline keseri alan herkes müteahhit oluyor. Geleneksel mimari bozulmuş. İşte “yazın güneş gelince saçak şöyle kessin” ya da kışın “güneş şöyle eve girsin” gibi bir plan yapan, düşünen kimse yok. “Ucuza yapıp pahalıya satalım” mantığı işliyor. Kimisi ucuza almaya çalışıyor, diğeri de ucuza yapıp satmaya çalışıyor. Bazı insanlar da farkında değil. Mesela bir dilim ekmek 1,5 ton su ile üretiliyor ve bunu biz bilmiyoruz. Türk’ün aklı gözündedir derler, görmediğine inanmaz. Görmeyince inandıramıyorsun. Bir tabak pirinç pilavında kullanılan pirinç için 3,5 ton su tüketiliyor. Yemeyip çöpe atarsak 3,5 ton suyu çöpe atmış oluyoruz. Gelişmiş ülkeler pamuk ekip tekstille uğraşmazlar. Gelişmekte olan ülkeler tekstille uğraşırlar. Şeker pancarı da ekmezler. Çünkü bunlar çok yoğun bir şekilde su ihtiyacı olan bitkiler. Biz bu gibi şeylerin farkında değiliz. Mesela niçin çayı şekersiz içmiyoruz, onu da anlamış değilim. Bu hem sağlık açısından önemli hem de şeker üretmek için kullanacağımız su açısından. Fakat Türkiye’de asıl problem iklimin hiç dikkate alınmadan vahşi bir gelişim yaşaması. Türkiye hızlı geliştiği için doğaya da ister istemez zarar veriyor. Mesela Konya gibi kurak bir bölgeye şeker pancarı ekilmesi için teşvik veriliyor. Sonra su olmadığı için çiftçiler yer altı sularını kullanıyorlar. O kadar çok kullanıyorlar ki her sene yer altı suları 4 metre aşağı düşüyor. Sonra toprak çöküyor ve obruklar oluşuyor. İklim değişikliğini konuşuyoruz ama bununla ilgili bir icraatımız yok. İklim değişince sağlıkla ilgili çeşitli problemler ortaya çıkıyor. Bu problemleri gidermek için doktor yetiştirmeyi planlıyoruz. Böyle plan olmaz. Türkiye’de öncelikle bir arazi planlaması yapılmalı. Nereye ev yapılır, neresi su havzasıdır, nerede tarım yapılmalı bunların belirlenmesi lazım. Gelecek nesiller için bunu korumak gerekiyor. Türkiye’de maalesef bazı ezberler var ve bu ezberler kolay kolay bozulamıyor. Temel problemimiz bu.

Kimdir:
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu 1961’de Trabzon’da doğdu. 1984 İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Atmosfer Bilimleri konusunda 1987’de Master ve 1991’de doktorasını ABD’nin Missouri-Columbia Üniversitesi’nden aldı. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM) ve İstanbul Valiliği Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezi’nde (ADM) danışmanlık yaptı. Ayrıca birçok sanayi tesisi ve kurumda afet acil yardım planlaması konusunda yöneticilik ve danışmanlık hizmetleri verdi. Sivil Savunma ve Kızılay Eğitim Gönüllüsü olan Prof. Kadıoğlu, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı ve İTÜ Afet Yönetim Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü. Kadıoğlu’nun Atmosfer Bilimleri ve Afet Yönetimi konusunda Türkçe ve İngilizce yayınları bulunuyor.