- Prof. Dr. İlhan Tekeli

Adsense kodları


Prof. Dr. İlhan Tekeli

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 14 July 2012, 01:14 pm GMT +0200
Prof. Dr. İlhan Tekeli: Geleneksel değerler evlerde de apartmanlarda da üretilebilir
İbrahim BARAN • 74. Sayı / SÖYLEŞİ


1900’lü yılların başında koca bir arazinin üzerine tek katlı ev yapmakla başlayan apartmanlaşma süreci bugün “kentsel dönüşüm”le birlikte üst üste bindirilmiş onlarca evden müteşekkil toplu konutlarla serüvenine devam ediyor. Kapitalizmle neredeyse paralel bir şekilde ilerleyen apartmanlaşma mahalle, köy gibi geleneksel yapıların oluşturduğu kültürel dokuyu da zedeledi. Bununla birlikte modernleşmenin kaçınılmaz olarak ortaya çıkardığı kentlerde gecekonduların yerine yapılan apartmanlar gecekondulaşmayı da tarihe karıştırıyor. Kentleşme ve onun da ötesinde apartmanlaşmayı, kazandırdıklarını ve kaybettirdiklerini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Tekeli ile değerlendirdik.

Soğdca bir kelime olan kent kelimesini günlük hayatta sıkça kullanıyoruz. Kent, “şehir”in yerine ikame ediliyor. Köy ile kent arasında da nüfus yoğunluğu bakımından farklılıklar var. Kent kavramı neyi ifade ediyor?

Kent ve köy sözcükleri çok uzun süreden beri birbirinin karşıtı olarak kullanılıyor. Bu karşıtlık bir yandan nüfus büyüklüğü, nüfus yoğunluğu gibi yerleşme özelliklerine, öte yandan da insan ilişkilerinin anonim olarak kurulması, zaman koordinasyonuna duyarlılık, bireylerin eylemlerini rasyonel hesaplamalarla yönlendirmesi gibi yaşam kültüründeki farklılıklara dayandırılıyor. Oysa günümüzde bilgi toplumuna geçen ülkelerde bu farklılığın çok anlamı kalmadı. Bir yandan ülke nüfuslarının yüzde yüze yakın kesimi kentlerde yaşıyor. Öte yandan yaşam kalıpları ve değerler kalıplarında karşıtlıklar ortadan kalktı. Günümüzde ya kent ve köy karşıtlığını aşarak daha genel bir terim olan yerleşme sözcüğü kullanılmalı ya da tarihsel bir karşıtlığın yok oluşuna işaret ederek sadece kent sözcüğü. Bu anlattığım durum, bilgi toplumunda Türkiye’nin ötesinde bir yer tutan ülkeler için geçerli. Tabii ki Türkiye’nin geri kalmış bölgelerinde kent- köy karşıtlığı sürüyor, ama batısında örneğin Marmara ve Ege bölgesinde bu karşıtlık büyük ölçüde kalktı. Bu bölgeler büyük ölçüde bir kentsel alan haline gelmiş bulunuyor. Gelişme bu yönde.

Kentleşme ile kapitalizm/küreselleşme arasında nasıl bir ilişki var?

Bildiğiniz üzere kent olgusunun ortaya çıkışı ve nitelik değiştirmesi iki devrimle yakından ilişkili. Kentin doğuşu neolitik devrimle gerçekleşti. Bu devrimle birlikte evcil hayvanların yetiştirilmeye başlaması, tarımsal üretimin ortaya çıkışı, artı ürüne olanak vermeye başladı. Artı ürün oluşunca bunun denetimine bağlı olarak toplumlarda sınıfsal farklılaşmanın başlaması, yönetici sınıfların ve tarım dışı üretim ortaya çıkması sonucu kent denilebilecek yerleşmeler gelişti. Dünyada Sanayi Devrimi yaşanıncaya kadar, neolitik devrim sonrasında ortaya çıkan kent, nitelik değiştirmeden büyük ölçüde aynı nitelikte kaldı. Kapitalist dönemde yaşanan sanayi devrimi kentlerin niteliğini değiştirdi. Kentin ölçeği arttı, metropoliten kent doğdu. Kentler yaya kenti niteliğini bırakarak motorlu ya da elektrikli araçlarla kent içi ulaşımın sağlandığı yerleşmelere dönüştüler. Kentteki yapılaşmanın niteliğini de kapitalist toplumların kurumsal yapısı belirlemeye başladı. Günümüzde ise yerleşmeler tarihi bakımından, üçüncü önemli niteliksel bir değişme yaşamaya başladı. Dünyada bilgi toplumuna geçiş yine kapitalizm içinde hayat buluyor. Kentin biçimlenişi kapitalist bir düzenin kurumsal yapısı içinde gerçekleşiyor. Ama bilginin bir üretim faktörü niteliği kazanması, fordist üretimden esnek üretime, ulus devletler dünyasından küresel ilişkiler dünyasına geçilmiş olması, modernist bir düşünce yapısının hızla aşınmaya başlaması, dünyada bir taraftan zaman ve mekân sıkışması, öte yandan hesaba katılan zaman ve mekân perspektiflerinin uzaklıklarının artışı dünya yerleşme yapısını ve her bir yerleşmenin içini dönüştürdü. Örneğin sanayi toplumunun metropolleri yerini bilgi toplumunun kentsel bölgelerine bıraktı.

Kentsel dönüşüm toplumsal dönüşümle paralellik arz ediyor o halde. Peki, apartmanlaşma sürecini de toplumsal dönüşümle örtüştürebilir miyiz?

Sorunuzu yanıtlamak için önce apartmanlaşmanın ortaya çıkışının nedenlerine açıklık kazandırmak gerekiyor. 1954 yılında kat kanunu çıkarılıncaya kadar, Türkiye’de tek bir parsel üzerine tek bir bina yapılabiliyordu. Oysa İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok hızlı olarak yaşanmaya başlanan kentleşme içinde kentlerde arsa fiyatları çok hızlı yükselmeye başlamıştı. Arsa fiyatlarının ulaştığı bu düzeyde orta sınıflar tek parselin fiyatını ödeyemez duruma gelince bu arsanın maliyetini birden fazla orta sınıf ailesinin bölüşmesine olanak veren çözümler arandı. Bu sorun için bulunan çözümse kat kanununun çıkarılmasıyla kat mülkiyetinin meşru hale getirilmesi oldu. Bu durum, apartmanların yapılmasını bir mimarlık tercihi olmaktan çıkararak, bir ekonomik zorunluluk haline getirdi. Bu tür bir konut sunumunu sağlamak için de yap-satçılık ve konut kooperatifçiliği gelişti. Tabii ki bir toplumda apartmanlaşma bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyorsa ve o toplumda bir kentsel dönüşüm yaşanıyorsa, bu süreç içinde apartmanlaşmanın da yükleneceği önemli işlevler bulunacaktır. O halde toplumsal dönüşümlerle kentsel dönüşüm ve apartmanlaşma arasında bir ilgi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak apartmanlaşma süreci bir zorunluluğun sonucu ortaya çıktı.

Apartmanlaşma süreci zorunlulukların neticesinde ortaya çıktıysa onunla ilgili “olumludur” ya da “olumsuzdur” şeklinde bir yargı geliştirebilir miyiz?

Sorunuz benim apartmanlaşma konusunda bir yargı geliştirmemi istiyor. İyidir ya da kötüdür dememi bekliyor. Oysa bunun bir tercih değil zorunluluk olduğunun altını çizdim. Apartman zorunluluksa bunun iyisinin ve güzelinin nasıl yapılacağının yolunu bulmamız gerekiyor.

TEK EVDE YAŞAMANIN MODERNLİKLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ ŞEHİR EFSANESİ

Türkiye’de apartmanlaşmanın mazisi çok eskiye dayanmıyor. Bizde kadim geleneğimizden tevarüs eden bir mahalle kültürü var. Apartmanlaşma süreci toplumsal yapıyı gelenekleri, kültürü yaşama bakımından zedeler mi?


İnsanların tek ev ya da apartman katında yaşamayı seçmesini geleneksellik-modernlik ikilemine oturtmaya çalışmanın bir dayanağı yok. Tek evde yaşamanın geleneksellikle ya da apartmanda yaşamanın modernlikle ilişkilendirilmesi, kanımca bir tür şehir efsanesi. Modern değerleri benimsemiş kişiler de ekonomik olanakları el verirse tek evde yaşamayı tercih ederler. Bugün bu kadar insanın apartmanda yaşamasını nedeni tek evde yaşamanın maliyetinin karşılayamayışıdır. Eğer geleneksel yaşam tercihlerini geniş aile yapısının korunmasıyla özdeşleştirirsek şöyle bir açmazla karşı karşıya kalırız: Gecekondu alanlarındaki apartmanlaşma süreci içinde, kente uyumda ekonomik başarı sağlamış gecekondu sahipleri, gecekondularının üstüne her bir çocuğu için ayrı bir kat çıkarak, yani apartmanlaşarak geniş ailelerini yeniden üretebilmişlerdir. Bir ailenin tek ev ya da apartman tercihlerinden hangisini yaptığının altındaki temel gerçek ekonomik olanaklar. Geleneksel değerler tek evlerde de apartmanlarda da üretilebilir.

İnsanların ekonomik koşullar nedeniyle apartmanlarda yaşadığını ifade ettiniz. O zaman “apartmanlaşma sınıfsal farklılıkların daha fazla belirgileşmesine neden oluyor” diyebilir miyiz?

Apartmanlaşma eğer kentin sadece modern kesiminde olsaydı bu soru sorulabilirdi. Oysa biz kentin eski gecekondu bölgelerinde de yaygın bir apartmanlaşma bulunduğunu gözlemliyoruz. Salt apartmanlaşma ile belli sınıflar arasında doğrudan ilişki kurulması zor. Denilebilir ki her sınıf kendi ekonomik olanaklarına göre farklı inşaat kalitesine sahip kendi apartman türlerini inşa ediyor.

Gecekonduların yerini apartmanların aldığını gözlemliyoruz. Apartmanlaşma gecekondulaşmayı (ve dolayısıyla) gettolaşmayı azaltır mı?

Türkiye’de gecekonduların yerini apartmanlar alıyor, bu doğru bir tespit. Dolayısıyla apartman sayısı arttıkça gecekondu sayısı da azalıyor. Ancak gettolaşma, ister belli bir etnik ya da dinî kimliği, ister başka özellikleri dolayısıyla toplumda benzer konumda olanların bir arada yaşama isteğinden kaynaklanıyor. Bu isteğin gerisinde bir yandan grubunu dışa kapayarak kendisini güven altına almak, savunmak, öte yandan benzer yaşam kalıplarına sahip olmanın getirdiği rahatlık ve grubunu yeniden üretmek arayışı bulunuyor. Bu arayışlar apartmanlardan ya da tek tek evlerden oluşan komünitelerin her birinde gerçekleştirilebilir, yeter ki etrafı çevrilerek dışa kapatılmış, giriş ve çıkışları denetim altına alınmış olsun.

TÜRKİYE’DE KAPİTALİZM GECİKTİĞİ İÇİN APARTMANLAŞMA DA GECİKTİ

Apartmanlaşma, Türkiye’de bir süreç olarak değerlendirildiğinde Batı ile aynı zaman ve koşullarda mı gerçekleşti?


Ben toplumsal analizlerimde Batı sözcüğünü kullanmayı tercih etmiyorum. Erken sanayileşmiş ya da erken modernleşmiş ülkeler kavramları üzerinde durmanın daha analitik çözümlemelere olanak verdiğini düşünüyorum. Türkiye daha geç kapitalistleşen, daha geç sanayileşen bir ülke olduğu için apartmanlaşmanın gelişmesi de gecikmeyle oldu. Benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de ilk apartmanlar 1900’lü yıllarda yapılmaya başladı. Bu apartmanlar tek parsel üzerinde yapılan tek binalardı. 1954 yılı sonrasında kat kanununun sağladığı kurumsal olanaklar sonrasında yapılan apartmanları nitelik olarak diğerlerinden ayırmak gerekiyor. Bu ayrım apartmanlaşma sürecinin özelliklerinin ülkenin kapital birikim süreçleriyle ilişkilendirilmesi bakımından önem kazanıyor. Türkiye’nin apartmanlaşma sürecindeki farklılıklar ortaya konulacaksa bu ancak Türkiye’nin kapital birikim sürecinin farklılığı ortaya konulduğunda yapılabilir.

Bu sürecin neticelerini değerlendirdiğimizde Batı ile aynı olumlu/olumsuz sonuçların ortaya çıktığını iddia edebilir miyiz?

Burada Batı kelimesini görmezden geleceğim. Doğrudan apartmanlaşmanın olumlu ya da olumsuz yönlerini düşündüğümüzde, toplumumuzda şöyle yaygın bir beğeni var, geniş yeşillikler içinde yer alan tek konutlardan oluşan bir yerleşme varsa bu ideal bir yerleşme sayılıyor. Oysa kent plancıları böyle bir yerleşme dokusunun toplumsal yaşamın örgütlenmesi bakımından çok önemli sorunlar taşıdığını biliyorlar. Nitekim Avrupa kentsel şartı kompakt bir kent formu öneriyor. Böyle bir form önerilmesinin çok değişik nedenleri var. Temel nedenlerinden biri sürdürülebilirlik. Kompakt kent çok daha az enerji tüketiyor, sürdürülebilirliği sağlamak bakımından bu çok önemli. Ayrıca toplu taşımanın ekonomik olarak işletilebilmesi ancak bu halde olanaklı oluyor. Ancak bu yolla artık kentlerde oranları artmış olan yaşlı kuşaklar kenti kullanabilirliklerini koruyor. Eğer dünya sürdürülebilirliği ciddiye alacaksa kompakt kentlerde yaşayacak, bu kentler de yaşam kalitesini artırma yolunun nasıl bulunacağı hususunda sorun yaşayacaklar. Bu da düşünce emeğine, yaratıcılığa saygıyı gerektiriyor. Eğer bir toplumda siyaset “benim sözüm herkesinkinden üstün” diyorsa, bu tür inşa edici çözümlerin gelişmesi için uygun bir ortam yok demektir.

KENTSEL DÖNÜŞÜM DEVAM EDECEK

Toplumlar kimliklerini yaşadığı mekânlara yansıtıyorlar. Apartmanlaşma sürecinin hızlandığı bu dönemde toplumsal kimliklerin hızla değiştiğini/dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?


Kimlik değişmesini apartmanlaşmayla açıklamaya çalışmaktan ziyade başka unsurlarla bağdaştırmak daha yerinde olacak. Hızla gelişen ve dönüşen toplumlarda kimliklerde de değişmeler yeniden yapılanmalar beklenen ve istenilen bir şey. Bunu kimlik yozlaşması olarak görmek kimliklere değişmezlikler atfetmek kanımca doğru değil. Bu değişmeler apartmanlaşmayla açıklanamayacak kadar derin sosyal süreçlerden etkilenirler.

Türkiye’deki kentsel dönüşümün, apartmanlaşmanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?


Türkiye’de hem apartmanlaşma, hem de kentsel dönüşüm süreçleri devam edecek. Ama her halde bu süreçleri gelecekte bugünkünden daha bilinçli olarak yürüteceğiz. Kentsel dönüşüm süreçleri dediğimizde genellikle bir kentin belli bölümlerinde arazi kullanışlarında ve kentsel dokularında değişmeleri yaşanan değişmeleri ve dönüşümleri kastediyoruz. Bu dönüşümler iki farklı yolla gerçekleştiriliyor. Bunlardan birincisi belli bir alandaki dokunun tek tek sahiplerinin kararıyla piyasa süreçleri içinde gerçekleşen dönüşümü. Buna genellikle soylulaştırma (gentrification) diye adlandırıyoruz. Ama bu dönüşüm güçlendirilmiş kamu otoritelerinin eliyle belli bir kent parçası için geliştirilmiş bir projeye göre yapılıyorsa bunlara kentsel dönüşüm projeleri diyoruz. Kamuoyunda tartışma konusu olan dönüşümler de işte bu ikinci türdeki dönüşümler. Denilebilir ki sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçen her ülkenin yerleşme yapılarında önemli değişmeler yaşanacak. Kentin bilgi toplumunun kalıplarına uyum yapması sırasında eski kullanışların bir bölümü işlevsiz kalacak. O alanlarda yeni kentsel yapılara uygun işlevlerin oluşturulması bir fırsat olarak ortaya çıkıyor ve dönüşüm projeleri geliştiriliyor. Ama Türkiye’de iki farklı neden daha dönüşüm projeleri için bir fırsat olarak görülüyor. Bunlardan biri yapıların önemli bir kesiminin depreme yeterince dayanıklı olmaması, ikincisi ise geçmişte kentlerde geniş gecekondu alanlarının oluşmuş bulunması. Saydığımız ve Türkiye’ye özgü olan bu nedenler, Türkiye’nin hızlı kentleşmesini büyük ölçüde kapital kıtlığı içinde yaşamış olmasının sonucu. Türkiye’nin gelirini artırmasına paralel olarak geçmişte ortaya çıkan bu dokular dönüşecek, güvenli ve sağlıklı hale getirilecekler. Ama bu dönüşümler dünyanın ve Türkiye’nin geldiği yeni yönetişim anlayışına uyumlu olarak gerçekleştirilmek durumunda. Bu dönüşümler tepeden inme elitist beğenilerle ve bu alanlarda yaşayanların sosyal ilişki ağlarını tahrip edecek biçimde yapılmaya çalışılırsa günümüzdeki bazı örneklerde görüldüğü gibi toplumsal gerilimler meydana getirecek. Oralarda yaşayanları dışlamayan, katılımcı ve şeffaf süreçlerle gerçekleştirildiği ölçüde gerilimsiz ve doğal hale gelecek.

Kimdir:
Prof. Dr. İlhan Tekeli 1937’de İzmir’de doğdu. İTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını ODTÜ’de Şehir Planlayıcılığı ve Pennsylvania’da Bölge Bilimi alanında, doktorasını İTÜ’de Şehir Planlama’da tamamladı. 1970'den bu yana ODTÜ Şehir ve Bölge Planlamacılığı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Tarih Vakfı, Yerel Yönetim ve Demokrasi için Dünya Akademisi gibi kurumların kurucusu olan Prof. Dr. Tekeli, yurtdışındaki çeşitli üniversitelerde konuk profesör olarak ders verdi. Değişik dillerde 65’ten fazla kitabı, 600’den fazla makalesi ve konferans tebliği olan Prof. Dr. Tekeli’nin sosyal bilimler alanında birçok ödülü bulunuyor.