- Prof. Dr. Fuat Keyman

Adsense kodları


Prof. Dr. Fuat Keyman

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 8 July 2012, 03:06 pm GMT +0200
Prof. Dr. Fuat Keyman: Wikileaks çok kutuplu dünyanın yeni fotoğrafı
İbrahim BARAN • 71. Sayı / SÖYLEŞİ


Wikileaks skandalı geçtiğimiz ay dünya gündemine bomba gibi düştü. İnternet sitesinden sızdırılan bilgiler Amerika ile diğer ülkeler arasında diplomatik krize yol açacak nitelikte. Amerika şu sıralar olayı örtbas etmek istese de sitenin elinde daha çok belge olduğu iddia ediliyor. Diplomasinin 11 Eylül’ü olarak görülen Wikileaks skandalını uzman biri isimle, Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fuat Keyman’la değerlendirdik.

Wikileaks skandalı diplomasinin 11 Eylül’ü olarak değerlendiriliyor. Bu tespite katılır mısınız?
Diplomasinin 11 Eylül’ü saptaması şu anlamda doğru: Olay uluslararası ilişkilere ve diplomasiye bakışımızda, uluslararası ilişkilerde çok önemli olan dünya liderliği ve hegemonyaya bakışımızda önemli kırılmalar meydana getirdi. Bu mânâda 11 Eylül dünya siyasetinde nasıl bir kırılma meydana getirdiyse Wikileaks de böyle bir kırılma etkisi meydana getirecektir. Diplomasi açısından baktığımızda ise diplomatik aktörlerin fazlalaştığı bir yapı ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Ayrıca bu aktörlerin sadece ulus devletler ve onların çevrelerindeki lobiler değil, sivil toplum kuruluşları ve onların içerisinde teknolojiye hâkim olanlara doğru kaydığını görüyoruz. İkinci olarak diplomasi dışişleri bakanlığı ya da ona mensup olan diplomatlar tarafından hep kapalı kapılar ardından yürütülüyordu. Buralara da lobiler ya da bazı düşünce kuruluşlarından insanlar davet edilebilirdi. Diplomasiyle ilgili tüm durumlar da bu aktörlerin tekelindeydi. Wikileaks diplomaside önemli lobiler ve sivil toplum kuruluşları arasına sıkışmış bilginin topluma açılmasını ve çoğullaşmasını da sağlamış oldu. Bu nedenle yalnızca aktörlerin çoklaşması değil, bilgiye erişim ve bilginin kullanımında da bir çoklaşmanın varolduğu ortaya çıktı. Diplomasi bundan sonra sadece güven duymak, dedikodu ya da söylediğin şeyin yarın nerede kullanılacağını bilmek gibi bir yenilik oluşturmayacak, aynı zamanda bilginin kullanımı ve bilgi-iktidar ilişkisinde de çok önemli bir değişim meydana getirecek.

ABD’li diplomatların üslubuna ilişkin çok şey konuşuldu. Emekli Türk diplomatlar diplomaside bu kadar rencide edici ifadelerin kullanılamayacağını ifade ettiler. Bu üslup ABD’li diplomatların dünyayı algılayış biçimleriyle ilgili bir durum mu yoksa Amerikan kültürü böyle bir üslup takınmayı mı salık veriyor?
ABD’de, Kanada’da ve biraz da İngiltere’de insanlara ilk isimleriyle hitap etmek, onlarla daha arkadaşça bir ilişki kurmak resmî değil daha fazla günlük dili kullanmak bir kültür haline gelmiş durumda. Doktoraya ilk gittiğim zaman profesörlerle diyalog kurarken bu anlamda önemli problemler yaşadım. Çünkü onlar benden kendilerine isimleriyle hitap etmemi istiyorlardı. Fakat ben aramızdaki iktidar ilişkisini düşündüğümde onlara hep profesör diye hitap etmiştim. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir detay var. ABD’de insanlar birbirlerine ilk adlarıyla hitap etseler bile aralarındaki hiyerarşik ilişki hiç kesintisiz devam ediyor. ABD’de iktidar ilişkileri çok net ve belki de bu ilişki biraz kamufle edilmek için ilk isimle hitap ediliyor. Wikileaks’e baktığımızda buradaki üslubun stilden ziyade bir dünya lideri, bir hegemonun iktidar ilişkilerini günlük yaşam dilini kullanarak yeniden ürettiğini görüyoruz. Burada yayınlanan her mesaj da o iktidar ilişkilerinin bir göstergesi niteliğinde. O yüzden Türkiye’deki diplomatlar daha resmî bir dil kullanıyorlar ama Türkiye’deki iktidar ilişkileri belki de ABD’dekinden daha zayıf. Dolayısıyla burada böyle bir yanılgıya düşülmemek gerekiyor.

Türkiye’de uzun yıllar derin devlet konuşuldu. En son Ergenekon Operasyonu’yla da gün yüzüne çıkarıldı. ABD’ye böyle bir zafiyeti kimse yakıştıramıyor. Bu olayın Amerikan derin devleti tarafından bilinmeyen bir sebeple yapıldığı iddia ediliyor. Siz ABD hükümetinin bu olaydan bağımsız olduğunu düşünüyor musunuz?
Wikileaks olayına ilk bakışımız komplo teorileri üzerine olmamalı. Bence şu gerçeğin altını her zaman çizmemiz gerekiyor: Örneğin internet Amerikan askerî endüstrisinde güvenlikle ilgili görüşmelere bağlı olarak ortaya çıkan bir teknoloji. Bugün baktığımızda dünyadaki direniş örgütlerine kadar her yerde internet kullanılıyor. Teknolojinin gelişmesinde de sizin niyetinizle o teknolojinin sonuçları arasında birebir bağlantı yok. O yüzden de Wikileaks bize burada teknoloji üretenin karşısında bir güç ürettiğini de gösteriyor bir bakıma. 11 Eylül’den önce Michael Hart ve Anthony Negry İmparatorluk adlı kitapta şunları söylemişti: “Evet, imparatorluk var ama imparatorluklar ulus-devletin ötesinde, çok boyutlu bir şekilde sermaye-bilgi ekseninde gelişecek.” Wikileaks bunu gösteriyor çünkü esasında ortaya çıkan bilginin her iki aktör tarafından hem yöneten hem de yönetime direnen aktörler tarafından kullanılabileceğini gösteriyor. O yüzden bence Wikileaks ’i komplo teorisi temelli düşünmek yerine biraz tarihsel gelişim içerisinde yorumlar yaparak düşünmek gerekiyor. İkincisi hegemonyaya karşı mücadelede bilgi çok önemli bir direniş ve alternatif hegemonya oluşturma mücadelesi olarak karşımız çıkıyor. Bunu Irak Savaşı sırasında suicide bombers denilen intihar bombacılarında, sokak savaşçıları gibi farklı teknolojilerin kullanıldığı eylemlerde de gördük. Hava kuvvetleri çok güçlüyken kente ve toprağa indiği zaman direnişçilerin kullanmış olduğu yöntemlerle mücadele edemedi. Hatta Irak savaşı kaybedildi gibi bir durum da var. Bilgi de alternatif bir güç artık ve sadece iktidarın elinde değil. Aynı zamanda mücadele edenin, direnenin de bir aracı oluyor. Belgelere baktığımızda İran’la ilgili olanlar, Türkiye’yle ilgili olanlar, Kore’yle ilgili olanlar ortada ciddi bir mücadelenin varolduğunu gösteriyor. Amerikan hükümetinin rolü var mı yok mu bunu şimdiden bilmek zor. Ama ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz.

Yayınlanan belgelerin Amerikalı diplomatların kendi fikirleri olduğu konusu konuşuluyor. Dış politika yazarları belgelere bakarak Amerikan dış politika vizyonunun bu olduğunu iddia edemeyiz diyorlar. Sizce de böyle mi?
Esasen Amerikan dış politikası çok gelişmiş durumda. Biz de bunun yavaş yavaş farkına varıyoruz. 2002’den sonra dış politika, yalnızca hükümet eksenli değil, sivil toplum kuruluşları, üniversite gibi kurumların da müdahil olduğu bir alan haline geldi. Fakat bu birdenbire oluşan bir olay değil. Bu, 1945 sonrasında dünyayı egemenliği altına alan ABD’nin dış politikasını çoklaştırmasının sonuçlarından. Örneğin, bir topluma gidip orada farklı kanaat önderleriyle bir araya gelmek ABD dış politikasının yöntemlerinden biriydi. Bu bakımdan diplomatların farklı kişilerle görüşüp onların ağzından bilgi aktarmaları gayet normal zira ABD bunu zaten yapıyor. Bu bilgileri kişisel yorumlar olarak görmekse çok doğru değil. Çünkü mesela Edelman döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin nasıl olduğunu az çok biliyoruz. Sızdırılan belgelerde iddia edilenlerden çok farklı bir durum yok. Dolayısıyla belgelerde yer alan iddiaları, kişisel kanaatlerden ziyade varolan durum üzerine yapılan değerlendirmeler olarak niteleyebiliriz.

Peki, belgelerde Türkiye’nin bu kadar öncelenmesinin nedeni ne?
Bunu iki şekilde değerlendirmek lazım. Birincisi Wikileaks’in etkisi temelinde Türkiye’nin önünde İran ve Kore’nin olduğunu görüyorum. Bu belgelerde direkt serzenişler var, istekler var. Türkiye açısından da şöyle düşünmek lazım: Türkiye 2000’li yılların başından bugüne önemli bir küresel aktör olma yolunda ilerliyor. O yüzden egemen ABD’nin Türkiye’nin belirginleşmesini izlemesi, Türkiye’yi inceleme ihtiyacı hissetmesi bu anlamda doğal. İkincisi, Türkiye esasında ABD dış politikasının kavşak noktalarında bulunuyor. Sadece stratejik olarak değil, coğrafi olarak da böyle. Afganistan savaşında Türkiye önemli bir aktör. Irak savaşında sadece bir aktör değil, aynı zamanda sınır ülke.

Amerikan Ulusal Dış Güvenlik eski danışmanı Brzezinski, Wikileaks belgeleri aracılığıyla ABD ile Türkiye arasında 2002’den sonra oluşan olumlu atmosferin bilerek bozulmaya çalışıldığını ifade etti. Bu iddia ne kadar doğru olabilir?
Bence Türk dış politikasını daha iyi anlamak için Brzezinski’nin Tercih ve Satranç Tahtası isimli eserlerini incelemek gerekiyor. Bu kitaplarda Brzezinski ABD dış politikasının egemenlik değil, liderlik temelinde olması gerektiğini ve bu liderliğin diğer ülkelerin rızasını alarak yapılması gerektiğini ifade ediyor. Bu anlamda Bush yönetimini hem bu liderliği kaybetmesi hem de aşırı egemen bir dış politika anlayışı geliştirmesi nedeniyle, ayrıca güvenliğe endekslenip, yoksulluk gibi toplumsal meseleleri göz ardı etmesi nedeniyle eleştiriyor. Türkiye’yi de Amerika’nın yumuşak tarzlı, rıza temelli dış politikayı uygulamasında önemli bir aktör olarak görüyor. Bu nedenle bu görüş beni şaşırtmadı. Bu kitaplara bakarak “Obama başkan seçildikten sonra neden ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptı?” sorusuna cevap da bulabiliriz. Bu açıdan baktığımızda Türkiye ile ilgili olan yanlış yorumlar, Türkiye’yi ötekileştirme eylemi içerisinde bulunan ifadeler bir anlamda gerekli olan bir ittifakı bozma niyeti olarak okunabilir. O dönemde ABD içerisindeki tartışmalara baktığımızda o dönemde esasında dünyaya güvenlik endeksli bakan ve merkezde olan örneğin John Mearsheimer gibi kişiler Irak savaşına karşı çıktılar. Bu savaşta ABD’nin lüzumsuz yere eksikliklerini ortaya çıkaracağını iddia ettiler. Asıl önemli olan dünyanın küresel bir çalkantıya gittiği bir dönemde ittifaklarla gücün pekiştirilmesidir. O anlamda Brzezinski doğru bir noktaya temas etmiş.

Belgelerde İsrail’e ilişkin çok ciddi iddialar yok. Noam Chomsky belgelerin İsrail tarafından filtrelendiğini söylüyor…

Gerçekte 2 milyon belgenin olduğu söyleniyor. Bizse yaklaşık 240 bin belge olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, doğru, bir filtreleme var. Görebildiğimiz belgelerde de söylediğiniz gibi İsrail yok. İsrail dünyanın gidişatını önemli ölçüde etkiliyor. Bir taraftan Ortadoğu’daki sorunların çözülmesinin önünde bir engel olarak duruyor, bir taraftan da 1945 sonrasında korunan bir ülke konumunda. Buradaki filtreleme biraz da bunu gösteriyor. Başta söylediğim şeyi tekrar edeyim; bu vakayı komplo teorileri şeklinde değil varolan gerçeklikler üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Bu belgelerde İran kadar, Türkiye kadar yer alması gereken İsrail’in olmaması Amerikan-İsrail ilişkileri açısından önemli ipuçları veriyor.

Şayet Wikileaks skandalını diplomasinin 11 Eylül’ü olarak görürsek bundan sonra dünyanın gidişatına yönelik ne gibi tahminlerde bulunabiliriz?
1945’e kadar dünyanın egemen gücü Britanya’ydı. Bu imparatorluk kolonileşme üzerine kurulan ve altın standardı üzerine işleyen bir imparatorluktu. 1945’te İngiltere savaşın galibi olmasına rağmen bu egemenliğini kaybetti ve güç ABD’ye geçti. ABD ise dekolonizasyon ve dolar standatı üzerine kurulmuş bir egemenlik anlayışı oluşturdu. Bugünse hegemonya bilgi standartı üzerine inşa ediliyor. Artık egemen olmanın önkoşulu bilgi. Ancak bilgiye sahip olup aynı zamanda egemenlik sahibi olmak diğer standartlara kıyasla kolay olmayacağı için artık Pax Americana’dan çok kutuplu bir dünyaya geçiş var. Wikileaks bunun bir fotoğrafı. Sonra dünyada bir hegemonya olacak ve bu hegemonyada ekonomi-pazar-bilgi ekseni çok önemli olacak. Bugün küreselleşmenin iki önemli boyutunu ekonomi ve bilgi olarak düşünürsek bugünün çok kutuplu dünyasında başarılı olmak ekonomi ve bilgi ilişkilerinde başarılı olmayı gerektiriyor. O yüzden de ister ekonominin gidişatı için düşünelim, ister uluslararası ilişkiler bağlamında değerlendirelim bilgi ve ekonomi ilişkisi temelinde çok kutuplu bir dünyaya doğru gittiğimizi söyleyebilirim. Çok kutuplu dünyanın da en önemli kavramları risk ve belirsizlik. Devletler gerek iç politikalarına ilişkin tavırlarını, gerek dış politikalarına ilişkin tutumlarını bu kavramlar üzerine inşa edecekler. Küresel ekonomik krizde de bu kavramlar vardı, Wikileaks olayında da bu kavramlar var. Bunlara karşı durmak için de ekonominizi ve bilgi ile olan ilişkilerinizi güçlü kılmak durumundasınız.