meryem
Tue 28 December 2010, 09:53 am GMT +0200
B. Pratik Kolaylık
işte şu halde, ne doğrudan doğruya ne de dolaylı olarak bizim iktidarımıza tâbi olmayacak olan herşey yükümlülük alanından bertaraf edilmiş bulunmaktadır. Bu eleme zaten İslâmî ahlâkın bir hususiyeti de olamaz; onun, bu adil ve makul ahlâkın ve zıddı açıkça ilâhî adalet ve hikmetle uyuşmaz olduğundan daha da özel olarak vahyolunmuş her ahlâkın ortak Özelliğini meydana getirmesi gerekir. Yukarıda zikredilen nas-ların muhteviyatı, bu işaretleri tasdikten başka birşey yapmamaktadır. Gerçekten de onlar bize bu şartı Öylesine kategorik ve o derece evrensel bir şekil altında sunmaktadırlar ki, onları, bütün zamanların tüm insanları için geçerli olan, Allah'ın bizzat kendisi için koyduğu bir kanunun beyanı olarak yorumlamaya hakkımız bulunmaktadır.İşte şimdi de, İslâm ahlâkından, sadece kesinlikle imkânsız olan her şeyi değil, fakat üstelik genellikle taşınılmaz olan her yükü, insanın güçlerini aşmasa bile onları tüketmeye elverişli olan her güçlüğü de hariç bırakan başka âyetler:"Allah sizin için kolaylık dilemektedir" diye beyan etmektedir. Kurlân-ı Kerim, "O, sizin İçin hiçbir şekilde güçlük dilemez[112]O, dininizde sizin üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi[113].Allah sizin yükünüzü hafifletmeyi" veya "size hafif bir yük yüklemeyi ister[114].Biz Seni (Ey Peygamber) ancak âlemlere rahmet olmak üzere gönderdik"[115] Bu sözlerde gayet yeni olan bir ton işitilmektedir. İlk şart: imkân, zaman ve mekândan bağımsız, ebedî bir gerçek olarak sunulduğu halde, burada sadece bu ikinci özelliği: kolaylığı, kelâmın kendisine hitap ettiği cemaata yani İslâm'ın müntesiplerine bağlı tarihî bir olay olarak sunan sınırlı formüllere rastlanmaktadır. Eğer bu, zorunlu olarak, münhasıran îslâmî bir özellik bahis konusudur demek değilse de, hiç olmazsa bu konuda genel bir formülün sistematik yokluğu, bu veçhenin vahyolunmuş bütün kanunlarda müşterek olmadığı düşüncesini bize telkin edebilir. Oysa ki, burada sadece üslubun kontrastından muhakeme yoluyla çıka-rılabilen bu düşünce, başka yerde açıkça ifade edilmiş bulunmaktadır: "Rabbİmiz, bizden evvelkilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme[116]. Şu halde daha önceki bir vahye empoze olunmuş bulunan ağır bir yük mevcuttu. Hangi dinde? Ve bu yük nedir?ikinci nokta üzerinde müfessirler birçok misaller veriyorlar ki onların tarihî değerini tahkik etmenin burada yeri yoktur. Birinci nokta üzerine, onlardan bazılarının kullandıkları ifadeler bize, Müslümanlığın kendilerinden bir çeşit esrarengiz imtiyaz gibi bir şeyle ayrıldığı önceki bütün dinlerin bahis konusu olduğunu İma etmektedirler. Fakat, bu hususta Kur'ân-ı Kerim bilgilerine dayanarak bu iki soruya daha emin ve oldukça açık bir cevap verebileceğimizi sanıyoruz.Sina Dağı'nda yetmiş İsrailliye isabet eden anî ölümü takiben, Allah'la Musa arasında cereyan etmiş olarak, Kur'ân tarafından naklolunan bir konuşma boyunca bir cümle dikkatimizi çekmektedir, ki onun bizi meşgul eden şeye olan yakınlığı ona bizimkinin aynı olan terimi kullanacak kadar açıklayıcı bir değer vermektedir."Benim rahmetim", diye devam etmektedir Allah, herşeyi kucaklar. Rahmetimi... Ümmî nebî olan Peygambere tabî olanlara ayıracağım... ki O, onların sırtlarındaki ağır yükü kaldırır, onları takattan kesen zincirleri kırar[117]. O halde, İsrail halkı ve Yahudi Dini, meseleye konu olan metni aydınlatmak için bize örnek vazifesi görebilir. Fakat bu aydınlatmanın vüs'ati nedir? İki metni koektansif olarak mı almak gerekir? Veya tersine, tarihin içerisinde daha da yukarıya çıkılabilir ve Örneği daha eski dinlere teşmil ederek, bu noktada îslâmiyetin imtiyazı intaç edilebilir mi?Müteakip nedenlerle, bizim pozisyonumuz, sonuncu hipotezin aleyhinedir:ilkin, İslârrAyetin sürekli olarak kendini bağlama talebinde bulunduğu ve Kur'ân-ı Kerim'in aynı rahmet karekterini ona atfettiği İbrahim Dini gibi bir din, ağır olarak vasıflandırılamaz[118].Sonra, bizzat Kur'ânî metinlere göre, İsrail halkına tahmil olunan güçlükler (Sebt günü ve bazı yiyecek maddesinin yasaklanması), başlangıçta onun dininde yer almamaktaydılar. Bunlar, kötü gidişatından dolayı onu cezalandırmak amacıyla sonradan alınmış tedbirlerdir. "Sebt günü, ancak bugün üzerinde ihtilaf edenlerin üzerine farz kılındı[119]"Zulümlerinden dolayı, Yahudilere, önceden helâl kılınmış temiz ve güzel (nefis) yiyecekleri haram kıldık[120]. Bu âyetin imada bulunduğu yasak yiyeceklerin tabiatı, şu sonuçla nihayete eren, altıncı sûrenin bir başka âyetinde ayrıntılı olarak açıklanmış bulunmaktadır: "Bu, yolsuzluklarından dolayı Bizim onları cezalandırmamız içindir"[121]Şu halde İslâm eşyayı normal düzeni içinde tesis etmekten başka birşey yapmamaktadır; ve zaten bu, yine Kur'ân-ı Kerim'e göre Hz. İsa'nın kısmen yerine getirmekle yükümlü olduğu görevdir[122].Nihayet, üçüncü olarak, ilâhî inayetin, başlangıçtan itibaren insanın, şu zayıf yaratığın üzerine oldukça ağır bir şekilde çöken ve Arapça kelimesinin ifade ettiği gibi, boyunduruğunun ağırlığı altında onu inletecek derecede yorucu olan bir müesseseyi nasıl yerleştirmek istediği rahatça anlaşılmaktadır. Hiç değilse, inançlara göre, yerine getirilmesi gereken bazı ödevlerin nisbî bir güçlüğünden veya teşebbüs hürriyeti ya da seçim özgürlüğü konusunda az çok geniş bir kolaylıktan bahsedilebilir.Her halükârda, daha teferruatlı, karşılaştırmalı bir incelemeyi gerektiren bu konu üzerinde ziyadesiyle yayılmayalım ve birkaç Örnek vasıtasıyla, Kur'ân'm emirlerine atfettiği bu amelî kolaylığın bazı yönlerini göstermek için hareket noktamıza dönelim.Bir ilk veçhe, Kur'ân-ı Kerim'in geceyi ibadetle geçirmek gibi takva amellerinde bizim aşırı uygulamalarımızı emretmek şöyle dursun, onun aksini tavsiye ve birçok mahzurlarına işaret ettiği bu vak'aya bağlanmaktadır. Görevinin başlangıcında Hz. Peygamberin gecenin büyük bir bölümünü ibadet ederek ve Kur'ân okuyarak geçirmeye davet edildiği[123] ve O'nun örneğini takiben, ashabından bazılarının aynı şeyi yapmak alışkanlığını edindikleri bilinmektedir. Oysa ki, aynı sûrenin devamında biz, bu gece ibadet yapan gruba hitaben hastalık, seyahat, savaş gibi durumlarda bu uygulamaya devam edemiyeceklerine işaret eden ve onlara hayat şartlarının izin verdiği süre kadar gece ibadeti yapmayı öğütleyen bir dersi okuyoruz[124] Daha sonra Medine'de, bazı uygulayıcılarda aynı aşın sofuluk zihniyeti tezahür etti ve İslâm'ın ruhuna aykırı bir aşırılık olarak mahkum edildi. Konuyla ilgili Kur'ânî ve Peygamberi metinlerin tamamından, İslâmiyetin, sofunun gözden uzak tutmaması gereken bazı mülahazalara büyük bir önem atfettiği ve onların ihmalinin bu ifratın doğal sonucu olacağı.anlaşılmaktadır. Az önce görüldüğü üzere insanın sadece Öteki ödevleri (ticaret, savaş...) bir engellemeye meydan verebilecek uzun bir uygulamaya karşı dikkatli olması gerekmektedir. Fakat, bizzat takva amelinin, orada artık yapılan veya söylenen şeyin açık bir şuuruna sahip olunmadığı, bir çeşit otomatizm şeklinde dejenere olmaması da gerekmektedir[125]. Hatta Hz. Peygamber, gece ibadetini uzata uzata duyu sisteminin bozulmasının, ibadet içerisinde müessif hatalara sebebiyet verebileceğini müşahede etmektedir: Allah'ın bağışlamasını niyaz etmek isterken küfür telaffuz edilebilir veya bizzat kendi üzerine lanet okunabilir[126]. Bu sınıra erişmeyi beklemeksizin, basit bir bedenî bitkinlik veya fizikî bıkkınlık, kendine bu takva amelinde bir dinlenme izni vermek için yeterli olacaktır[127]. O halde, bir ibadet eyleminin tatbikatı tam kalbin sevinç ve neşesini muhafaza ettiği zaman ölçüsünde sürmelidir; zira bizim, Allah'a ibadeti bizzat kendimize nefret edilir şekle sokmamamız gerekir[128]. Sonuncu ve en az makul olmayan bir işarette, bir işte aşırılık sebebiyle günah işleyen insanın ekseriya aynı iş içerisindeki kusur yüzünden veya hatta onu tamamen kesmek nedeniyle günah işlemeye sürüklenmiş olmasıdır. Hz. Peygamber onu, hedefine erişilmeksizin, bineğine öldüresiye eziyet etmeye devam eden dik kafalı bir binici ile mukayese etmektedir[129].Bütün bu örneklerde, mevcut bir güçlüğü kaldırmak değil fakat, aşağı yukarı belli olmakla birlikte, bazı muhtemel güçlükleri önceden haber vermek söz konusudur. Çözüm, fiilin yapısı içerisinde değil fakat, süresi içerisinde herhangi bir şeyi değiştirmek için müdahale etmektedir. Oraya, uygun zamanda iradî bir duraklamayı empoze ediyor.Şimdi de bir ikinci veçheyi mülâhaza edelim. Burada biz, normal şartlar içerisinde veya uygun özel şartlarda tesis olunan bir ödevle meşgul olacağız. Fakat işte değişen şartlar bizi öylesine bir duruma sokmaktadırlar ki, başlangıçta belirlenen şekli altında ödevin tam manasıyla ifası, gerçek bir işkence halini almaktadır. Her şeye rağmen onu o şekliyle yerine getirmek zorunda mıyız? Allah, yeni durumu hesaba katmamak için bizim sıkıntımıza gayet ilgisiz mi kalacaktır? Şüphesiz değil; ve Kur'ânî kanunun merhamet edici özelliği işte burada açık bir şekilde gözükmektedir. Gerçekten de çözüm, ödevin hayatın yeni şartlarına bir adaptasyondan ibaret olacaktır; fiil az çok derin bir değişikliğe uğrayacaktır. Bu, durumun gereklerine uygun olarak bir değiştirme, bir hafifletme, bir te'cil veya hatta bir ilga olacaktır. Durum değişikliği kesin ve sürekli mi veya falan ya da filan vak'ayla, falan yahud filan insan ya da eşya kategorisi ile ilgili mi olacaktır: fiile aynı mülahazalar tatbik olunacaktır.Orada ödevin kesin bir şekilde hafifletüdiğİ bir Örnek alalım. İstilaya uğramış müslüman bir halkm, düşmana silahlı bir mukavemetle karşı çıkmak zorunda olduğu adedî nisbet nedir?Ona karşı bir.[130] Birkaç yüz kişiden ibaret olduğu esnada ilk müslüman orduya Kur'ân-ı Kerim tarafından sağlanan ilk çözüm böyledir. Fakat, işin tuhafı, asla başlangıçtaki duruma geri dönmeksizin, zamanla gittikçe kalabalıklaşan bu genç ve çeviklik dolu halk, artık önceden sahip bulunduğu aynı enerjik vasıflara malik değilmiş gibi görünmektedir. Zaten bu, aralarında yardımlaşan ve onun mevcudiyetinin gerçekten bir bölümün her üyesini çabasını harcamamaya sevk ettiği kitlelerin bolluğundan ileri gelen bir çeşit tabiî gevşeme ile açıklanmaktadır. Böylesine kaçınılmaz fizikî şartlarda topluluk, başlangıcın aynı kahramanlığını ifaya nasıl mecbur tutulur? Maamafih, kendine hayat veren iman vasıtasıyla ahlâkî bir üstünlüğe sahip olan, müslüman mücahidin, düşmanına nis-betle daima bir avantajı bulunacak ve onunla eşitlik derecesine düşmeyecektir. İçerisinde nisbetin ikiye karşı bir: duruma geldiği ikinci ve sonuncu çözüm oradan kaynaklanmaktadır[131].Bu örnekte, zor durum üzerine yasama ancak müteakiben davaya dahil olmuştur. Ekseriya o aynı zamanda verilir. Orada duruma hakim olunan normal vak'anın dışında kural, onun için bunun çıkış yolu gösterdiği müstesna bir vak'ayı ön görmektedir.Bazan, bu külli bir muafiyettir. Böylece/ malul kimseler askerlik Ödevinden muaf tutulmuşlardır[132]. Kendi ülkelerinde zulme uğramış bulunan inanç ve ibadet hürriyetlerini kullanmak için başka yerde emin bir mekân aramak zorunda kalanlar, şayet gitmek için hiçbir vasıtaya malik değillerse, kalmak yetkisine sahip olacaklardır[133]. Sağlığa uygun ve helal yiyecekler bulamayan yolcu, ne olursa olsun onunla beslenerek kendini açlıktan Ölüme terketmeyebilir ve hatta son çare olarak öyle yapmak zorunda dır[134].Bazan, bu kısmî bir muafiyettir. Yolculuk boyunca, dört rekattı namazlar yarıya indirilmiştir[135] Savaş sırasında namaz, yürüyerek veya at üstünde kılınabilir[136].Bazan, bu basit bir ertelemedir. Hastalar ve yolculukta olanlar, emredilen zamanda oruç tutmak zorunda değildirler; onlar onu daha sonraya te'hir edebilirler[137]Bazan, engel olunan fiil daha uygun olan bir başkası ile değiştirilir. Abdest için su bulamayan yolcu veya onu kullanamayan hasta, temiz bir taşa veya kuma ellerini dokundurmak ve daha sonra yüzünü ve kollarını meshetmekten ibaret bulunan sembolik bir işlemle yetinmek zorundadır[138].İşaret edelim ki, ilâhî kanunun merhametini içeren ve karekterize eden, bu örneklerin ekserisinde metin, uygulamadaki kolaylığı vurgulamaktadır. Şu halde onlar, arızî ve tesadüfi bir olay gibi herhangi bir şeyin değil fakat, gerçekten uygulamasının istikrarlı bir araştırmanın konusunu oluşturduğu temel bir prensibin söz konusu olduğunu kanıtlamak için gerekli vasfa sahip bulunmaktadır.Ödev ve durum arasındaki bu ilişkinin bir başka yönünü görelim. Şimdiye kadar bizim incelediğimiz veçheler altında, mükellefiyetin onun önünde herhangi bir ruhsat verdiği engel, beşerî bir yaratma değil de, tabiî bir engeldi. Hakikaten, bizzat insanın hazırladığı ve bu bakımdan onun bozabileceği bir mekanizma zaruret halinde nasıl tesis edilecektir? Maamafih, bu sun'îlik zamanla asî ve aşılması gayrı mümkün ikinci bir tabiat halini almaktadır. Şu halde, insanı aşan ve tekâmülünün pasif bir şekilde beklenmesi gerekecek olan, bir realite şeklinde addetmek suretiyle bu güçlük Önünde geri çekilmek mi gerekir? Kur'ânî yasamanın çözümü tamamen başkadır. O, bu duruma el atmak ve onu, insanın indiği meyli yavaş yavaş yeniden çıkmasına izin vermek amacıyla, özel bir san'atla hazırlamaktan ibarettir. O şekilde ki o, belli bir seviyeye eriştiğinde, o zamana kadar ihtiyaten bekletilen ahlâkî emri kabul edecek duruma gelmiş olacaktır.Bu bakımdan oldukça dikkati çekici bîr Örnek, nesilden nesile sürekli olarak aktarılan ve onu kendine mal etmiş bulunanların sinir sistemine ve tüm organizmasının içine derin şekilde kök salmış olan kötü bir alışkanlık karşısında Kur'ân-ı Kerim'in tutumu tarafından bize sağlanmış bulunmaktadır. Biz şu hamakattan, insanlığın belası olan alkolizmden söz etmek istiyoruz. Sarhoşluk durumuna ve mayalanmış (sarhoşluk veren) içkilere imâların rastladığı metinlerin sayısı dörttür. Bu içkilerin kesin yasağını beyan eden sadece dördüncü âyettir. İlk üçü yalnızca, mü'minlerin bu yasağı kabulüne psikolojik zemini hazırlamak için tedrici merhalelerdirci merhalelerdir.Bu yolda ilk adım Mekke'de verilmiş bulunan bir kelime vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Meseleye henüz hafifçe temas eden bir kelime. Allah'ın tabiatta sunduğu nimetler arasında Kur'ân-ı Kerim hurma ağaçlarının ve üzüm bağlarının meyvelerini[139] zikretmekte ve hemen ilave etmektedir: "siz onlardan sarhoşluk veren içki ve güzel bir rızık elde edersiniz[140]Aynı şekilde vasıflandırılmaksızm alkolün, güzel diye nitelendirilen başka ürünlerle yan yana konulduğu sadece bu paralelizmi işittiklerinde bile mü'minler şimdiden bu içki türü karşısında herhangi bir tereddüte kapılmak için yeterli nedene sahiptirler.Fakat işte onlar, Medine'ye varışlarından az bir zaman sonra yeniden şüphelerini güçlendirecek cinsten bir ikinci formül tarafından hayrete duçar olmuş bulunmaktadır. Alkolün ve kumar oyunlarının avantajları ve zararları arasına kısa bir karşılaştırma söz konusudur. Bu karşılaştırmadan Kur'ân-ı Kerim şu ifadelerle sonuç çıkarmaktadır: "...onların günahları faydasından daha büyüktür[141]. Eğer bu dünyada hiçbir şeyin mutlak olarak iyi ya da kötü olmadıkları; kısacası iyi veya kötü diye adlandırılan şeyin sadece karşılıklı olarak ondan büyük bir dozajı ihtiva etmelerinin olduğu gerçekse, bu sonucun hakîkî bir merdudiyet (beğenmeme) şeklinde addolunması gerekecektir. Ancak yasaklama, tüm zihinler için yeterince açık olmadığından birçok müslüman ve belki de çoğunluk içmeye devam ediyordu, buna karşılık bir kısmı bu tarihten itibaren ondan sakınmaya başladılar. Şu halde, tüm zihinlerin bu konuda tam bir kana-ata sahip olmalarının sağlanması için; daha açık bir şeye ihtiyaç duyulmaktaydı. Bununla birlikte bütün bunlar, cemaatın şuur altında etki yapmaktan da geri kalmamaktaydı, Keskin zekâlara gelince, onlar bunun arkasından görüşlerini tasdik eden kesin bir hükmün kendilerine gelmesini beklemekteydiler. Filhakika, arkadan bir hüküm gelecektir; ancak o kesin hüküm olmayacak, ara merhaleyi oluşturacaktır.Bu üçüncü merhalede, içmeyiniz denmemekte, ancak yalnızca: "sarhoşken namaza yaklaşmayın" ns buyurulmaktadır. Eğer, bir yandan namazın, İslâm'da sadece düzenli olarak yerine getirilen ilk Ödev değil, fakat mü'minin haricî kriteri, ayırıcı işareti olduğu, Öte yandan da, dördü öğle ile gece arasında olmak üzere günde beş kez kılındığı göz önüne alınırsa, bu admı vasıtasıyla gerçekleştirilen ilerleme anlaşılacaktır. Buradan, bu aralıklar içerisinde içki içenin en kutsal ödevini yerine getirmekten geri kalacağı sonucu çıkmaktadır. Böylece bu kısmî ve dolaylı yasak, alkolik zehirlenme dönemlerini fasılalı hale getirmek için ve aynı zamanda, içkilerin satışını azaltarak, toptan ve anî bir yasakla ekonomik bir krizi tahrik etmeksizin pazarı tedricen ondan temizlemek maksadına matuf, pratik bir yöntemdi.Oradan, mutlak surette ondan vazgeçmek ve ticareti tamamen ondan temizlemek için yalnızca bir adım kalmaktadır; bu dördüncü ve sonuncu âyetle atıfmıştır: "Ey inananlar, içki, kumar, putlar (dikili taşlar) ve fal okları ancak şeytan işi pisliklerdir: bunlardan kaçının ki saadete eresİniz[142].Bu mülayim ve tedrici yürüyüş bize, mahir doktorların kronik bîr hastalığı tedavi etmek için izledikleri usûlü ve daha genel olarak annelerinbebeklerini memeden kesmek için uyguladıkları yöntemi hatırlatmaktadır. Hiçbir şiddet ve sertliğe yer vermeksizin, bu yollarla sindirim sistemi en hafif yiyeceklerden en katılarına kadar, aracı bütün derecelerden geçmek suretiyle, tedricen gıda rejimi değiştirmeye davet olunmaktadır. İlâhî merhametin, terapötik san'atmkinden ve annelik şefkatininkinden son derece muazzam bir yumuşaklıkla ne denli temyiz edilmesi gerekmektedir!Az Önce incelemiş bulunduğumuz bu tedrici veçhe, sadece bazı örneklerde görülmemektedir; o aynı zamanda ve onun kadar berrak bir şekilde genel olarak îslâmî kuruma olduğu gibi Kur'ân ahlâkının tamamına da uygulanmaktadır. Bu kurum içerisinde başlıca rolü oynayan Kur'âıvı Kerim'in, toptan ve bugün onu gördüğümüz biçimde tebliğ ve irsal olunmuş bir kitap olmadığı bilinmektedir. Tersine O, az veya çok kısa parçalar halinde, aşağı yukarı eşit iki devreye bölünen yirmi küsur sene boyunca mevki-i intişare konulmuştur: Mekke devri ve Medine devri. İmdi, birinci devreye ait bulunan âyetlerin ana konusunun imanı tesis etmek ve genel davranış ilkeleri ve kurallarını yerleştirmek olduğunu; namaz ve yiyecek hakkındaki emirlerin dışında, bu pratik kuralların ahlâkî ve hukukî sorunların Özel çözümlerine uygulanmasının hemen hemen tamamen ikinci yarıya ayrıldığını müşahade etmek kolaydır. Bu görüş noktasından, denebilir ki, tüm Mekke dönemi, bütünü içerisinde bir çeşit hazırlanma idi. Ancak, sırasında, bu genel prensiplerin belli ve açık uygulamaları, on yıl kadarki bir zaman içerisine o denli küçük parçalar halinde serpiştirilmiş ve aralıklı tertip olunmuştu ki, her yeni emir yükümlülük alanında, önceki duruma nisbetle bir ilerlemeyi ve onu izleyen duruma oranla da bir çıkış noktasını oluşturmuştur. Her yeni ödevin tesisine refakat eden, onu açıklayan ve kanıtlayan özel durum ve şartlar nazarı itibara alınmaz ve sadece birbirlerinden az ya da çok fasılalarla ayrılmış bulunan bu emirler silsilesinden başka birşey düşünülmezse, orada en yüksek değere sahip pedagojik bir yöntemi görmek hususunda hem fikir olunacaktır. Eğer, hayatm tüm alanlarıyla ilgili bütün bu ödevler yığını kendini aynı anda ve toptan empoze etmiş olsaydı, ne vaki olacağını tahayyül etmek yeterlidir. Buna karşılık bu şekilde bölüştürüldü-ğünde, sanki onların herbirine alıştıkça güç ve ehliyetleri artıyormuşcası-na, bütün ruhlar mükemmel bir tarzda ona intibak etmişlerdir.Hz. Peygamber zamanının inançsızları, bu yüce yasama hikmetini iyi anlıyamamışlardı. Bu nedenle onlar itiraz ettiler: "Niçin O'na Kur'ân toplu halde indirilmedi?[143]. Bu itirazı nakleden aynı ayet, devamında bu sorunun cevabını serdediyor: "Biz Onu senin kalbine İyice yerleştirmek için böyle yapıyoruz[144]. Ve bir başka âyette ikinci açıklamayı okuyoruz: "Onu insanlara Öğretmen İçin ağır merhaleler halinde ve tedricen.[145].Hz. Aişe, bunun anlamını gayet iyi kavramıştı[146] Ve Ömer II de sırasında, politik alanda onun önemine işaret etmiştir. Bir gün oğlu Abdul-melik ona çok sabırlı olması sebebiyle sitem etti: "İşlerin yürütülmesinde bu kadar ağır davranmanın sebebi nedir?" diye sordu Abdulmelik, Oğlum, diye cevap verdi Ömer, acele etme. Allah Kur'ân'da şarabı iki defa kmadı ve onu ancak üçüncüsünde yasakladı. Korkarım ki, eğer ben gerçeği toptan empoze edersem halk da onu toptan reddeder ve bu durum karışıklık doğurur"[147]
[112] el-Bakara 2/185.
[113] el-Hacc 22/78.
[114] en-Nisâ 4/28.
[115] el-Enbiya 21/107.
[116] el-Bakara 2/Son ayet.
[117] el-A'râf 7/156-157.
[118] eKHacc 22/78.
[119] en-Nahil6/124.
[120] en-Nisâ 4/160.
[121] el-En'âm 6/146.
[122] Âl-ilmrân 3/50.
[123] el-Müzzemmil 73/1-4.
[124] el-Müzzemmil 73/20.
[125] en-Nisâ 4/43.
[126] Müslim, Kitâbü's-Salât, Bab 139.
[127] Buharı, Kitâbü't-Teheccüd, Bab 18.
[128] Ahmed Müsned, Enes vasıtasıyla:
[129] Aynı yer
[130] el-A'râf 7/65.
[131] Aynı sûre 66.
[132] el-Feth 48/17.
[133] en-Nisâ 4/98.
[134] el-Mâide 5/3.
[135] en-Nisâ 4/101.
[136] el-Bakara 2/239.
[137] el-Bakara 2/185.
[138] el-Mâide 5/6.
[139] en-Nahl 16/67.
[140] Aynı yer.
[141] en-Nisâ 4/43.
[142] el-Mâide 5/90.
[143] el-Furkân 25/32.
[144] Aynı âyet.
[145] el-İsrâ.17/106.
[146] Krş. Buharı, Sahih, Kitab-Ü Fedail el-Kur'an, Bab-ı Telif el i..fl>l
[147] Şatîbî, Muvafakat, c. II, s. 93-4.