- Peygamberin bu görevine Mekkede başlaması

Adsense kodları


Peygamberin bu görevine Mekkede başlaması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Fri 27 May 2011, 03:19 pm GMT +0200
Peygamberin (s.a.v.) "Ma'rufu Emr-Münkeri Nehiy Görevine Mekke'de Başlaması


Şu hususu anlamak, ilk plânda sanırım en sıhhatli ve en güzel bir tesbit olacaktır. "Acaba ma'ruf ve münker çalışması, yalnız, devleti ilgilendiren siyasi bir kadro çalışması mı, yoksa sadece bir da'vet işi mi? Şimdi bu soruya cevap olmak üzere, yüce peygamberimizin tatbikatlarından bazı örnekler verelim:
Acaba Allah'ın Rasûlü, ma'ruf ve münker çalışmasını, devlet olduktan ve hükümet kurduktan sonra mı, yoksa
bundan önce mi başlattı? Şüphe yoktur ki Nebî (s.a.v.) bizim için örnek ve önder bir şahsiyettir. İslâmî çalışmalarımızda takib edeceğimiz yol, onu adım adım ve safha safha takip etmek olacaktır.
Şimdi sorumuza cevap olam üzere, "ma'rufu emretme" ile ilgili olarak Rasûlüllah'm. (s.a.v.) tatbikatını bize bildiren ve Araf sûresinde geçen âyete değinelim. Çünkü A'raf sûresi Mekkî bir sûredir. Ma'rufu emretme çalışması da gayr-i İslami bir toplumda yani Dârül küfür olan Mekke'de başlatılmış ve ilk defa burada tatbikata konulmuştur. Allah Rasûlü Mekke'de kaldığı sürece Allah'ın dinine da'vet etti. Ma'ruf ve münker görevini yaparken Devlet ve Otorite halinde değildi. Böyle bir ortamda bu görevi yürütmek, ma'rufun emredilmesi için yal-nız başına da'vet ve tebliğin yeterli olduğu anlamını taşımaz. Yani ma'ruf ve münker görevi yalnız tebliğ ile ifâ edilebileceği şeklinde anlaşılmamalıdır. Mekke'de ma'rufun böyle bir süreç içerisinde yapıldığını ve emredildiiğini söylemek, belki bu görevin ilk defa da'vet ve tebliğ ile başladığını ifâde eder. Sonra bunu siyasî merhale takip eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“(Habibim) sen (güçlüğü değil) kolaylığı (sağlayan yolu) tut. İyiliği emret (yani urfu) cahillerden yüz çevir.” 154
Âyet-i kerimede geçen "urf" kelimesi "ma'ruf anlamında kullanılmıştır. Ma'ruf ise yukarıda geçtiği gibi bütünüyle Allah'ın dini ve şeriatı demektir. Allah'ın Rasûlü, tabiatında ve yapısında İslâm'ın tevhîdî dünya görüşüne zıd müşrik bir toplumda bu görevi üstlendi. Tevhid'e çağrı böyle bir toplumda başlatılınca küfrün topyekün muhalefetiyle karşılaştı. Bu, Mekke'de hak ve bâtılın ilk kavgası idi, İslâm'ın dünyaya mesajını sunarken, her çeşit hakaret, acı söz, yüzünden ve arkasından çekiştirme Büyük bir saldırı çekişmeler, taarruzlar peşi peşine takib etti. Tehdid edegeldikleri ezalar ve işkenceler safha safha, ama sistemli bir şekilde devam etti. Acımasızca tüm fırsatlar değerlendirildi. (Aslında muhalefetsiz bir İslâm da düşünülemezdi. Gayr-i İslâmî bir toplumda yaşayan müslümanlar, asr-ı saadetin bu mantığıyla hareket etmedikleri sürece, aslına uygun bir İslâmî hayat sunmuş olamazlar. Zira muhalefetsiz bir İslâm olamaz. Şayet varsa böyle bir anlayış, onun ezeli düşmanları tarafından aşılanmış ve kendilerine zarar vermeyecek sekile sokulmuş bir din haline getirilmiş demektir. Küfre zarar vermeyen, tâğut'u reddetip ona dayalı her türlü akımı tehlike kabul etmeyen bir anlayış İslâmî olamaz.)
İşte İslâm'a muhalif olan böyle bir toplumda ma'rufu emretmek ve Allah'ın dinine da'vet etmek yaşanılan zaman mekân, da'vet fırsatı tanınmazken bu da'veti kesintisiz sürdürmek... Bütün bu safhalarda sabredip sebat göstermek. Evet bütün bunlar, da'vetin, dinin yalnız bir kaç cephesiyle değil, aksine dinin tüm kurumlanyla ilgili olduğunu göstermektedir. Binâenaleyh da'veti, dînî tatbikattan ayırmamız ve ayrı düşünmemiz mümkün değildir.
İmam İbn-i Cerir et-Taberî şöyle buyurur:
"Allah Teâlâ insanları urf'e da'vet etme görevini peygamberine vermiştir. Arap dilinde "urf" maruf demektir. Münasebetlerini kesen kimseye sıla-ı rahm yapmak, iyilikten mahrum bırakanlara iyilik etmek ve zulmedenleri affetmek ma'ruftur. Emrettiği her iyi amel, veya da’vet ettiği her iyi iş de urf dür. Allah Teâlâ böyle kimseye, ma'ruftan tamamen uzak bir anlam tahsis etmedi. Bu konuda söylenecek tek şey; ma'ruf olan her şeyi Peygamber'in (s.a.v.) tebliğ etmesini emrettiğidir.155
Hâzin ve el-Begavî, "Urf’u emretme" kavramını daha öz olarak açıkladılar. Fakat bununla beraber "Allah'ın peygamberine gönderdiği dinin tamamım tebliğ etme" şeklinde de tasrih ettiler.
El-Hâzin şöyle dedi: "urf'u emret" yani Allah'ın sana vahyettiği her şeyi emret, Allah'tan gelen vahyi vasıtasıyla bütün bunları anlatın ki bu da kanun koyucu olan, Allah Teâlâ'mn emrettiklerinin tümüdür. 156 El-Beğavî'nin lafzı da şöyledir:
"Urf'u emret" yani ma'rufu emret. Ma'ruf ise şeriatın bildirip emrettiği her şeydir. 157
Allâme Âlûsî şöyle buyurur:
"Ata; "urf dan kasdedilen anlam "lâ ilahe illallah" kelimesidir. Fakat bu herhangi bir sebebe dayanmayan bir tahsisdir. 158 der.




154 El-A'raf: 7/199 "Urf ve ma'ruf: Şeriatın ve aklın beğendiği şeydir. Zıddı münkerdir." (Çeviren)
155 Câmi-ul-beyân fi-Tefsir-il Kur'an: 9/98.
156 Lübâb-ut-te'vîl Ala Maan-it tenzil: 2/27.
157 Meâli-ut-Tenzü Ala hâmiş-il-Hâzm: 2/270.
158 Ruh-ul Maânî 9/147