hafiza aise
Mon 16 May 2011, 10:02 am GMT +0200
2- Doğruluğu
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber bir doğruluk abidesi idi. Aynı zamanda doğru insanlardan oluşan bir toplum oluşturmak onun en büyük hedefiydi. Bu bakımdan önce kendisi doğruluk örneği olmuştur. Gerçekten doğruluk, onun hayatının her safhasında görülen bir haslettir. Onun içi ile dışı, özü ile sözü birdi. Bir başka ifade ile olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olurdu. Söyledikleri ile yaptıkları arasında uyumsuzluk yoktu. Doğruluğu ile insanlara örnek olduğu gibi bu konudaki sözleriyle de ümmetini doğruluğa sevketmeye gayret göstermiştir. Kaynaklarda onun doğrulukla, doğruluğun faziletiyle ilgili yüzlerce sözü mevcuttur.
Hz. Peygamber bireyden doğru olmasını isterken, diğer insanlara da doğruluğun telkinini emretmiştir. Bu konudaki bir sözü şöyledir: "Doğru olunuz; doğruluğa yöneltiniz".[536] "Yâ Resûlallah! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiç kimseye sormayayım" diyen bir kişiye "Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol"[537] demiştir. Bu sözünde dosdoğru olmayı, Allah'a imandan hemen sonra dile getirmesi ve doğrulukla Allah'a iman arasında bağlantı kurması dikkat çekicidir. "Yaşlandınız yâ Resûlallah" denildiğinde "Beni Hud ve Vâkıa sûreleri yaşlandırdı"[538] demiştir. Çünkü Hûd Sûresinde "Seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol"[539] buyurulmuştur. Yukarıdaki âyet-i kerîmeye ve bu konudaki daha başka âyet-i kerîmelere göre doğru davranmak ona ve bütün Müslümanlara Allah'ın emridir.
Doğruluğu hayatında uygulayan Hz. Peygamber'in bu yöndeki tavsiyeleri de toplum üzerinde tesirli olmuştur. Onun doğruluğu konusunda dostları, düşmanları, muhalifleri, hasılı herkes sözbirliği etmiştir. Ebû Süfyan henüz Müslüman olmadığı bir sırada bir Suriye seyahati esnasında Bizans İmparatoru Herakleios, Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında bilgi almak üzere kendisini huzuruna çağırdığında, onun özelliklerini sayarken, doğru olduğunu ve doğruluğu emrettiğini ifade etmiştir.
Doğruluğun zıddı olan ikiyüzlülük, yalancılık, sahtekârlık gibi kötü huylar bireyler arasında sağlıklı ilişkiler kurma imkanını ortadan kaldırır. Hz. Peygamber de daima, insanlara bu huylardan şiddetle kaçınmalarını söylemiştir. Yalan söylemeden, hile ve sahtekarlık yapmadan mutlu bir hayat sürülebileceğinin somut örneğini kendi hayatında göstermiştir. Bunun yanında insanlara da bu doğrultuda emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. Doğrulukla çelişen davranışların her çeşidini kötü görmüştür. Bir çocuğu "Gel sana şunu vereceğim" diyerek çağırıp da sonra bir şey vermemeyi bile aldatma ve yalan saymış; bu tür davranışlardan kaçınılmasını istemiştir.[540] Şu olay, bu hususa güzel bir örnektir. Bir gün Hz. Peygamber Abdullah b. Amr XE "Abdullah b. Amr" 'ın evinde misafir iken, annesi onu bir şey vereceğini söyleyerek yanına çağırır. Hz. Peygamber çocuğa ne vermek istediğini sorar. Annesi hurma vereceğini söyler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Eğer aldatıp bir şey vermeseydin sana bir yalan yazılmış olurdu"[541] buyurur.
Doğruluğun iyiliğe, iyiliğin cennete götüreceğini, yalanın kötülüğe, kötülüğün ise cehenneme sürükleyeceğini veciz bir şekilde vurgulamış, yalandan şiddetle kaçınılmasını istemiştir. Sorulan bir soru üzerine Müslümanın korkak olabileceğini, cimri olabileceğini, ama asla yalancı olamayacağını ifade etmiştir.[542] Kaynaklarda onun doğruluğun fazileti ve yalanın kötülüğü ile ilgili yüzlerce sözü bulunmaktadır.
Hz. Peygamber asla hâinlik yapmamıştır. Bir sözünde hâinlikten Allah'a sığındığını dile getirmiştir.[543] En azılı düşmanlarına bile hâinlik düşünmediği görülmektedir. Mekke'nin Fethi'nde, görüldükleri yerde öldürülmelerine izin verilenler arasında bulunan Abdullah b. Sa'd b. Ebû Serh'i bağışladıktan sonra sahâbîlere söylediği söz dikkat çekicidir. Bununla ilgili olayın gelişmesi kısaca şöyledir: Abdullah önce Müslüman olup hicret etmiş, vahiy kâtipleri arasında yer almış, ancak daha sonra irtidat edip Mekke müşriklerinin yanına dönerek onların İslâm aleyhindeki çalışmalarını desteklemişti. Mekke'nin Fethi'nde öldürüleceğini anlayınca süt kardeşi olan Hz. Osman'a sığındı. Yaptıklarından pişmanlık duyduğunu belirterek ondan kendisi için Hz. Peygamber'den eman dilemesini istedi. Neticede Hz. Osman'ın ricası üzerine Hz. Peygamber onu affetti ve bîatını kabul etti. Abdullah, Hz. Osman'la birlikte Hz. Peygamber'in yanından ayrıldıktan sonra onu öldürmek üzere fırsat kollayan bazı sahâbîler, eman vermeden önce kendilerine onu öldürmeleri yönünde niçin işarette bulunmadığını sordular. Bunun üzerine Hz. Peygamber "İmâ etmek hâinliktir. Peygamber'e îmâ etmek yakışmaz"[544] dedi.
Hz. Peygamber her zaman sözünde durmuştur. Diğer ahlâkî faziletlerde olduğu gibi bu konuda da ümmeti için örnek bir yaşayış sürdürmüştür. Verdiği sözde durmayı imandan saymış, aykırı davranmayı ise münafıklık alâmeti kabul etmiştir. Çünkü verdiği sözde durmamak, sözüne güvenilmez olmak, imanın özünde bulunan doğruluk vasfı ile çelişmektedir. Kendisi birine söz verdiği, vaad veya taahhütte bulunduğu zaman onu yerine getirirdi. Antlaşmalara uyardı. Aşağıda anlatacağımız olay onun antlaşmalara riayete ne derece önem verdiğini gayet güzel bir şekilde gözler önüne sermektedir: Ebû Basîr adlı sahâbî Müslüman olduğu için Kureyş müşrikleri tarafından hapse atılır. Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra bir yolunu bularak kaçar ve Medine'ye Hz. Peygamber'in yanına gelir. Müşrikler Ebû Basîr'in kendilerine iade edilmesi için derhal Medine'ye iki adam gönderirler. Peygamberimize hitaben bir de mektup yazarlar. Mektubu Übey b. Ka'b'a okutan Hz. Peygamber daha sonra Ebû Basîr'i çağırarak, Hudeybiye antlaşması gereğince kendisini Kureyşlilere teslim etmek zorunda olduğunu bildirir. Ebû Basîr ise teslim edilmemesini ister. Fakat Peygamberimiz "Bildiğin gibi biz Kureyş müşriklerine söz verdik. Dinimizde vefasızlığa yer yoktur" der. Ancak müşriklere verdiği sözde durmaya özen gösterirken Müslümanı da gücendirmez; Allah'ın ona ve onun durumundaki Müslümanlara bir çıkış yolu göstereceğini söyler.[545] Yine Hudeybiye'de gelişen bir başka olay bu hususa güzel bir örnektir: Hudeybiye'de antlaşma metni imzalandıktan sonra Kureyş heyetinin başkanı Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel, Müslüman olduğu için atıldığı hapisten kaçarak ayaklarındaki zincirleri sürüyerek Müslümanlara sığınır. Antlaşma gereğince Hz. Muhammed (s.a.s.), Kureyşlilerle yaptığı antlaşmaya sadık kalacağına dair Allah adına söz verdiğini belirtip kendisine sabır tavsiye ederek onu babasına iade eder.[546]
[537] Müslim, I, 65.
[538] Tirmizî, V, 402.
[539] Hûd Sûresi 112; Ayrıca bk. Şûrâ Sûresi 15.
[540] İbn Hanbel, II, 452.
[541] İbn Hanbel, III, 447.
[542] Mâlik b. Enes, el-Muvatta', İstanbul 1981, s. 989-990.
[543] Ebû Dâvud, II, 191.
[544] İbn Sa'd, II, 141; Ayrıca bk. Belâzürî, I, 358.
[545] Makrîzî, s. 303.
[546] Asrî Çubukçu, "Ebû Cendel", DİA, X, 118-119; Recep Kılıç, Peygamberliğin Gerekliliği ve Peygamberimizin Örnekliği," Hz. Peygamber'in Hayatından Davranış Modelleri, Ankara 1998, s. 35-42.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber bir doğruluk abidesi idi. Aynı zamanda doğru insanlardan oluşan bir toplum oluşturmak onun en büyük hedefiydi. Bu bakımdan önce kendisi doğruluk örneği olmuştur. Gerçekten doğruluk, onun hayatının her safhasında görülen bir haslettir. Onun içi ile dışı, özü ile sözü birdi. Bir başka ifade ile olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olurdu. Söyledikleri ile yaptıkları arasında uyumsuzluk yoktu. Doğruluğu ile insanlara örnek olduğu gibi bu konudaki sözleriyle de ümmetini doğruluğa sevketmeye gayret göstermiştir. Kaynaklarda onun doğrulukla, doğruluğun faziletiyle ilgili yüzlerce sözü mevcuttur.
Hz. Peygamber bireyden doğru olmasını isterken, diğer insanlara da doğruluğun telkinini emretmiştir. Bu konudaki bir sözü şöyledir: "Doğru olunuz; doğruluğa yöneltiniz".[536] "Yâ Resûlallah! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiç kimseye sormayayım" diyen bir kişiye "Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol"[537] demiştir. Bu sözünde dosdoğru olmayı, Allah'a imandan hemen sonra dile getirmesi ve doğrulukla Allah'a iman arasında bağlantı kurması dikkat çekicidir. "Yaşlandınız yâ Resûlallah" denildiğinde "Beni Hud ve Vâkıa sûreleri yaşlandırdı"[538] demiştir. Çünkü Hûd Sûresinde "Seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol"[539] buyurulmuştur. Yukarıdaki âyet-i kerîmeye ve bu konudaki daha başka âyet-i kerîmelere göre doğru davranmak ona ve bütün Müslümanlara Allah'ın emridir.
Doğruluğu hayatında uygulayan Hz. Peygamber'in bu yöndeki tavsiyeleri de toplum üzerinde tesirli olmuştur. Onun doğruluğu konusunda dostları, düşmanları, muhalifleri, hasılı herkes sözbirliği etmiştir. Ebû Süfyan henüz Müslüman olmadığı bir sırada bir Suriye seyahati esnasında Bizans İmparatoru Herakleios, Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında bilgi almak üzere kendisini huzuruna çağırdığında, onun özelliklerini sayarken, doğru olduğunu ve doğruluğu emrettiğini ifade etmiştir.
Doğruluğun zıddı olan ikiyüzlülük, yalancılık, sahtekârlık gibi kötü huylar bireyler arasında sağlıklı ilişkiler kurma imkanını ortadan kaldırır. Hz. Peygamber de daima, insanlara bu huylardan şiddetle kaçınmalarını söylemiştir. Yalan söylemeden, hile ve sahtekarlık yapmadan mutlu bir hayat sürülebileceğinin somut örneğini kendi hayatında göstermiştir. Bunun yanında insanlara da bu doğrultuda emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. Doğrulukla çelişen davranışların her çeşidini kötü görmüştür. Bir çocuğu "Gel sana şunu vereceğim" diyerek çağırıp da sonra bir şey vermemeyi bile aldatma ve yalan saymış; bu tür davranışlardan kaçınılmasını istemiştir.[540] Şu olay, bu hususa güzel bir örnektir. Bir gün Hz. Peygamber Abdullah b. Amr XE "Abdullah b. Amr" 'ın evinde misafir iken, annesi onu bir şey vereceğini söyleyerek yanına çağırır. Hz. Peygamber çocuğa ne vermek istediğini sorar. Annesi hurma vereceğini söyler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Eğer aldatıp bir şey vermeseydin sana bir yalan yazılmış olurdu"[541] buyurur.
Doğruluğun iyiliğe, iyiliğin cennete götüreceğini, yalanın kötülüğe, kötülüğün ise cehenneme sürükleyeceğini veciz bir şekilde vurgulamış, yalandan şiddetle kaçınılmasını istemiştir. Sorulan bir soru üzerine Müslümanın korkak olabileceğini, cimri olabileceğini, ama asla yalancı olamayacağını ifade etmiştir.[542] Kaynaklarda onun doğruluğun fazileti ve yalanın kötülüğü ile ilgili yüzlerce sözü bulunmaktadır.
Hz. Peygamber asla hâinlik yapmamıştır. Bir sözünde hâinlikten Allah'a sığındığını dile getirmiştir.[543] En azılı düşmanlarına bile hâinlik düşünmediği görülmektedir. Mekke'nin Fethi'nde, görüldükleri yerde öldürülmelerine izin verilenler arasında bulunan Abdullah b. Sa'd b. Ebû Serh'i bağışladıktan sonra sahâbîlere söylediği söz dikkat çekicidir. Bununla ilgili olayın gelişmesi kısaca şöyledir: Abdullah önce Müslüman olup hicret etmiş, vahiy kâtipleri arasında yer almış, ancak daha sonra irtidat edip Mekke müşriklerinin yanına dönerek onların İslâm aleyhindeki çalışmalarını desteklemişti. Mekke'nin Fethi'nde öldürüleceğini anlayınca süt kardeşi olan Hz. Osman'a sığındı. Yaptıklarından pişmanlık duyduğunu belirterek ondan kendisi için Hz. Peygamber'den eman dilemesini istedi. Neticede Hz. Osman'ın ricası üzerine Hz. Peygamber onu affetti ve bîatını kabul etti. Abdullah, Hz. Osman'la birlikte Hz. Peygamber'in yanından ayrıldıktan sonra onu öldürmek üzere fırsat kollayan bazı sahâbîler, eman vermeden önce kendilerine onu öldürmeleri yönünde niçin işarette bulunmadığını sordular. Bunun üzerine Hz. Peygamber "İmâ etmek hâinliktir. Peygamber'e îmâ etmek yakışmaz"[544] dedi.
Hz. Peygamber her zaman sözünde durmuştur. Diğer ahlâkî faziletlerde olduğu gibi bu konuda da ümmeti için örnek bir yaşayış sürdürmüştür. Verdiği sözde durmayı imandan saymış, aykırı davranmayı ise münafıklık alâmeti kabul etmiştir. Çünkü verdiği sözde durmamak, sözüne güvenilmez olmak, imanın özünde bulunan doğruluk vasfı ile çelişmektedir. Kendisi birine söz verdiği, vaad veya taahhütte bulunduğu zaman onu yerine getirirdi. Antlaşmalara uyardı. Aşağıda anlatacağımız olay onun antlaşmalara riayete ne derece önem verdiğini gayet güzel bir şekilde gözler önüne sermektedir: Ebû Basîr adlı sahâbî Müslüman olduğu için Kureyş müşrikleri tarafından hapse atılır. Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra bir yolunu bularak kaçar ve Medine'ye Hz. Peygamber'in yanına gelir. Müşrikler Ebû Basîr'in kendilerine iade edilmesi için derhal Medine'ye iki adam gönderirler. Peygamberimize hitaben bir de mektup yazarlar. Mektubu Übey b. Ka'b'a okutan Hz. Peygamber daha sonra Ebû Basîr'i çağırarak, Hudeybiye antlaşması gereğince kendisini Kureyşlilere teslim etmek zorunda olduğunu bildirir. Ebû Basîr ise teslim edilmemesini ister. Fakat Peygamberimiz "Bildiğin gibi biz Kureyş müşriklerine söz verdik. Dinimizde vefasızlığa yer yoktur" der. Ancak müşriklere verdiği sözde durmaya özen gösterirken Müslümanı da gücendirmez; Allah'ın ona ve onun durumundaki Müslümanlara bir çıkış yolu göstereceğini söyler.[545] Yine Hudeybiye'de gelişen bir başka olay bu hususa güzel bir örnektir: Hudeybiye'de antlaşma metni imzalandıktan sonra Kureyş heyetinin başkanı Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel, Müslüman olduğu için atıldığı hapisten kaçarak ayaklarındaki zincirleri sürüyerek Müslümanlara sığınır. Antlaşma gereğince Hz. Muhammed (s.a.s.), Kureyşlilerle yaptığı antlaşmaya sadık kalacağına dair Allah adına söz verdiğini belirtip kendisine sabır tavsiye ederek onu babasına iade eder.[546]
[537] Müslim, I, 65.
[538] Tirmizî, V, 402.
[539] Hûd Sûresi 112; Ayrıca bk. Şûrâ Sûresi 15.
[540] İbn Hanbel, II, 452.
[541] İbn Hanbel, III, 447.
[542] Mâlik b. Enes, el-Muvatta', İstanbul 1981, s. 989-990.
[543] Ebû Dâvud, II, 191.
[544] İbn Sa'd, II, 141; Ayrıca bk. Belâzürî, I, 358.
[545] Makrîzî, s. 303.
[546] Asrî Çubukçu, "Ebû Cendel", DİA, X, 118-119; Recep Kılıç, Peygamberliğin Gerekliliği ve Peygamberimizin Örnekliği," Hz. Peygamber'in Hayatından Davranış Modelleri, Ankara 1998, s. 35-42.