GizEmLi_yAzaR
Sun 9 December 2007, 06:36 pm GMT +0200
Hz. Muhammed (S.A.V.), ALLAH-u Zülcelal'in sevgili kulu, yaratılmış bütün insanların, mahlukatın her bakımdan en üstünü, en güzeli ve en şereflisidir. ALLAH-u Zülcelal'in methettiği ve bütün insan ve cinlere Peygamber olarak seçip gönderdiği, son ve en üstün peygamberdir.
Her peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden her bakımdan en üstündür. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) ise, dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncaya kadar, her zamanda, her memlekette, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların her bakımdan en üstünü, en faziletlisidir. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan onun üstünde değildir.
ALLAH-u Zülcelal hiçbir şeyi yaratmadan önce, Peygamber Efendimizin mübarek nurunu yaratmıştır. Nitekim ashab-ı kiramdan Cabir bin Abdullah, bir gün: "Ya Resulallah! ALLAH-u Zülcelal'in her şeyden evvel yarattığı şey nedir?" diye sorunca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her şeyden evvel senin Peygamberinin, yani benim nurumu kendi nurundan yarattı. O zaman; levh, kalem, cennet, cehennem, melek, sema (gökler), arz (yeryüzü), güneş, ay, insan ve cinler yoktu." (Kastalani, Mevahibu'l-Ledünniye)
Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: "Ne zaman ki Adem Peygamber hatasını anlayıp: "Ya Rabbi! Eğer beni affetmemişsen, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in hakkı için affımı diliyorum." demişti. ALLAH-u Zülcelal de ona hitaben: "Ey Adem! Ben, onu henüz yaratmadığım halde, sen Muhammed'i nasıl tanıdın?" buyurdu. O zaman Adem: "Ya Rabbi! Sen beni (kudret) elinle yarattığın ve bana ruh üflediğin zaman, başımı kaldırdığımda arş-ı âlânın direklerinde: "Lâ ilahe illallah, Muhammede'r-Resulallah" yazılmış olduğunu gördüm. Zatının ismine, ancak yaratılmışların en üstünü ve en sevimlisini izafe edeceğini bildim." dedi.
ALLAH-u Zülcelal de ona şöyle buyurdu: "Doğru söyledin. Hakikaten o, bana yarattıklarımın en sevimlisidir. Benden, onun hürmetine istediğin için Bende seni affettim. Şayet Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım." (Beyhaki, Heysemi)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in nuru, Adem aleyhisselam'ın kalbi ve cesed-i şerifi yaratılınca, onun iki kaşı arasına kondu. Adem aleyhisselam kendisine ruh verilince, alnında, zühre yıldızı gibi parlayan bir nurun olduğunu fark etti.
Adem aleyhisselam yaratıldığında, ALLAH-u Zülcelal'in kendisine: "Ebu Muhammed!" yani Muhammed'in babası diyerek hitap ettiğini ilham ile anladı ve: "Ey Rabbim! Bana niçin Ebu Muhammed künyesini verdin?" diye sual edince, ALLAH-u Zülcelal: "Ey Adem! Başını kaldır!" buyurdu. Adem aleyhis-selam, başını kaldırıp baktığında, arş-ı alada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in nurdan yazılmış Ahmed ismini gördü. O zaman: "Ey Rabbim! Bu kimdir?" diye sual etti. ALLAH-u Zülcelal de şöyle buyurdu: "Bu, senin zürriyetinden bir peygamberdir. Onun ismi göklerde Ahmed, yerde ise Muhammed'dir. Eğer O olmasaydı, seni yaratmazdım. Yerleri ve gökleri de halk etmezdim." (Kastalani, Mevahibu'l-Ledünniye)
Peygamberlerin babası olarak anılan İbrahim aleyhisselam'ın İshak ve İsmail isminde iki oğlu vardı. O, oğlu İshak'ın neslinden bir çok peygamberin geleceğini ALLAH-u Zülcelal'in ilhamıyla biliyordu. Ancak çok sevdiği Hacer'den dünyaya gelen oğlu İsmail'in neslinden peygamber gelip gelmeyeceği bilmiyordu. Bununla birlikte ahirzamanda bir büyük peygamberin gönderileceğini de biliyordu. Bu sebeple de, son peygamberin çok sevdiği oğlu İsmail'in neslinden gelmesini şiddetle arzu ediyordu.
Yeryüz
ünün
i
lk ma'bedi Kâbe, uzun zamanın geçmesiyle yıkılmış, âdeta yerle bir olmuştu. İbrahim aleyhisselam, bu mukaddes binanın tekrar inşası için ALLAH-u Zülcelal'den emir aldı ve oğlu İsmail'le birlikte derhal çalışmaya koyuldu. Kabe'nin inşası tamamlanca, baba oğul ellerini dergâh-ı İlâhîye açarak şöyle yalvardılar: "Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin." (Bakara; 129)
İşte, ALLAH-u Zülcelal, yapılan bu samimi duayı cevapsız bırakmadı ve Hz. İsmail'in neslinden peygamberlerin reisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i göndererek kabul etti. Hz. İsmail'in evlad ve torunları gittikçe çoğaldı ve Arap yarımadasının her tarafına dağıldı. İçlerinden Adnanoğulları, onlar içinden Mudaroğulları ve onlar içinden de Kureyş kabilesi diğerlerinden üstün ve farklı oldu. Kureyş kabilesi içinde ise Haşimîler kolu hepsinden daha çok fazilet ve şeref buldu.
Bütün kaynakların ittifakla belirttikleri, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yirminci dedesine kadar uzanan neseb silsilesi şöyledir: "Abdullah, Abdülmuttalib (asıl ismi Şeybe), Haşim, Abd-i Menâf (Muğîre), Kusay, Kilab, Müne, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr, Malik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike (Amir), İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan."
İşte, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in büyük dedeleri bu zatlardı. Herbirinin zürriyeti çoğalmış ve herbiri pekçok cemaatların reisi ve birçok kabile ve aşiretlerin dedesi ve babası olmuşlardır. Ancak, ne vakit birinin iki oğlu olsa veya bir kabile iki kola ayrılsa, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in soyu en şerefli ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda onun büyük dedesi kim ise, yüzünde parlayan müstesna nurdan bilinirdi. Neseb âlimlerince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yirminci dedesi olan Adnan'ın, İbrahim aleyhisselam'ın neslinden olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Adnan ile İbrahim aleyhisselam arasında uzun bir zaman mesafesi vardır. Bir kısım neseb âlimleri arada kırk batın (göbek) bulunduğunu belirtirler. Buna göre aradaki zaman biriminin ne kadar uzun olduğunu az çok tasavvur etmek mümkündür. Bu sebeple, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yirminci dedesi Adnan'dan, İbrâhim aleyhisselam'a kadar olan ikinci kademe neseb silsilesi, basamak basamak tesbit edilememiştir.
Abdülmuttalib Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in birinci kuşaktaki dedesidir. Doğuştan ak saçlı olduğundan kendisine: "Şeybe" ismini vermişlerdi. Abdülmuttalib onun lâkabıdır. O daha çok bu lakabla şöhret bulmuş ve anılmıştır. Bu lakabı alışının hikayesi şöyle anlatılır: Şeybe küçüklüğünde Medine'de dayılarının yanında kalıyordu. Bir gün mahalle arkadaşları diğer çocuklarla Medine'de bir meydanda ok atışı yapıyorlardı. Bütün çocuklar arasında, alnında parlayan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e ait nur sebebiyle rahatlıkla farkediliyordu. Çocukların bu yarışmasını seyretmek için büyüklerden bir kalabalık da orada toplanmış bulunuyordu. Ok atma sırası Şeybe'ye gelmişti. Okunu yayına yerleştirdi. Kendinden emin bir tavırla yayını gerdi. Bir an nefesini kesip yayını salıverdi. Yaydan fırlayan ok, hedefe tam isabet etmişti. Herkes hayranlık dolu bakışlarla kendisine bakarken, o ise bu başarıdan duyduğu sevinç ve heyecanı şu sözlerle dile getiriyordu: "Ben, Hâşim'in oğluyum. Okum elbette hedefini bulur." Bu olayı izleyen büyükler Şeybe'nin bu övücü sözlerini duydular. Haris bin Abd-i Menâfoğullarından biri yanına yaklaştı ve sorup sual ederek onun Haşim'in oğlu olduğunu öğrendi. Mekke'ye dönüşünde bu adam, durumu amcası Muttalib'e anlattı ve böylesine kabiliyetli ve zeki bir çocuğun yabancı ilde bırakılmasının doğru olmayacağını belirtti. Muttalib bu haber üzerine derhal Medine'ye vardı. Şeybe'yi alarak Mekke'ye getirdi. Muttalib terkisinde yeğeni Şeybe ile Mekke sokaklarına girerken sordular: "Bu çocuk kim?" Göz değmesinden korkan Muttalib'in ağzından: "Kölemdir." sözü çıktı. Evine gelince karısı Hatice de kendisine aynı soruyu yöneltti. Yine cevabı: "Kölemdir." oldu. Ertesi günü amcasının kendisine aldığı güzel elbiselerle Mekke sokaklarında dolaşmaya başlayınca, herkes onun kim olduğunu merak etmeye ve sormaya başladı. Bilenler: "Abdülmuttalib (Muttalib'in kölesi)" diye cevap veriyorlardı. Her ne kadar kim olduğu sonradan ortaya çıktıysa da, ismi, o günden sonra "Abdülmuttalib (Muttalib'in kölesi)" olarak kaldı. (Tabakat-ı İbn Sa'd)
Abdulmuttalib'in hayatında yaptığı en önemli işlerden birisi; tahribata uğrayarak içi dolmuş ve kaybolmuş olan zemzem kuyusunun yerini tesbit ettirmesi ve tekrar kazdırarak yeni baştan tamir edip düzenlemesidir. Abdulmuttalib, on oğlunun gözü önünde büyüyüp genç yaşa ulaştıklarını gördüğü takdirde birini ALLAH yolunda kurban etmeyi adamıştı. ALLAH-u Zülcelal onun bu isteğini yerine getirdi. Abdulmuttalip on oğlunu alarak Kabe'ye gitti. Her zaman Kabe de kalan bir kişiye: "Oğullarım arasında kur'a çek, kime çıkacak görelim." dedi. Kur'a Abdullah'a çıktı. Onları yanına alıp kurban yerine gitti. Abdullah'ın kızkardeşleri de beraberdiler. Ağlamaya başladılar ve: "Bunun karşı-lığında on deve kurban et de bunu bırak!" dediler. Başka bir rivayette ise Kureyşin ileri gelenleri böyle demiştir. Bunun üzerine Abdulmuttalib Kabe'deki adama: "Abdullah'la on deve arasında kur'a çek!" dedi. Kur'a Abdullah'a çıktı. Bu sefer Abdulmuttalib on yerine yirmi deve koydu derken yükselte yükselte sıra yüz deveye geldi. Ancak yüz devede kur'a develere çıktı. Abdulmuttalib develeri kurban etti ve Abdullah kurtuldu.
Abdullah kurban edilmekten kurtulunca, Abdulmuttalib onu evlendirmeyi düşündü. Zühre kabilesinden Abdi Menaf'ın Amine isminde kızı vardı. O sırada Amine amcası Vehb'in yanında kalıyordu. Abdulmuttalib Vehb'in yanına gitti ve Amine'yi oğlu Abdullah'a istedi. O da bunu kabul edince evlilik gerçekleşti.
Hz. Abdullah Hz. Amine ile evlendikten kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine'de dayısı Beni Adiy bin Neccar'ın yanında bir ay hasta kaldıktan sonra vefat etti. Abdullah vefat ettiği zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem henüz anne karnında altı aylıktı. Abdullah miras olarak bir miktar deve, koyun ve Ümmü Eymen adında bir cariye bırakmıştır.
Kaynak: İslam Tarihi
Her peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden her bakımdan en üstündür. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) ise, dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncaya kadar, her zamanda, her memlekette, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların her bakımdan en üstünü, en faziletlisidir. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan onun üstünde değildir.
ALLAH-u Zülcelal hiçbir şeyi yaratmadan önce, Peygamber Efendimizin mübarek nurunu yaratmıştır. Nitekim ashab-ı kiramdan Cabir bin Abdullah, bir gün: "Ya Resulallah! ALLAH-u Zülcelal'in her şeyden evvel yarattığı şey nedir?" diye sorunca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her şeyden evvel senin Peygamberinin, yani benim nurumu kendi nurundan yarattı. O zaman; levh, kalem, cennet, cehennem, melek, sema (gökler), arz (yeryüzü), güneş, ay, insan ve cinler yoktu." (Kastalani, Mevahibu'l-Ledünniye)
Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: "Ne zaman ki Adem Peygamber hatasını anlayıp: "Ya Rabbi! Eğer beni affetmemişsen, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in hakkı için affımı diliyorum." demişti. ALLAH-u Zülcelal de ona hitaben: "Ey Adem! Ben, onu henüz yaratmadığım halde, sen Muhammed'i nasıl tanıdın?" buyurdu. O zaman Adem: "Ya Rabbi! Sen beni (kudret) elinle yarattığın ve bana ruh üflediğin zaman, başımı kaldırdığımda arş-ı âlânın direklerinde: "Lâ ilahe illallah, Muhammede'r-Resulallah" yazılmış olduğunu gördüm. Zatının ismine, ancak yaratılmışların en üstünü ve en sevimlisini izafe edeceğini bildim." dedi.
ALLAH-u Zülcelal de ona şöyle buyurdu: "Doğru söyledin. Hakikaten o, bana yarattıklarımın en sevimlisidir. Benden, onun hürmetine istediğin için Bende seni affettim. Şayet Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım." (Beyhaki, Heysemi)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in nuru, Adem aleyhisselam'ın kalbi ve cesed-i şerifi yaratılınca, onun iki kaşı arasına kondu. Adem aleyhisselam kendisine ruh verilince, alnında, zühre yıldızı gibi parlayan bir nurun olduğunu fark etti.
Adem aleyhisselam yaratıldığında, ALLAH-u Zülcelal'in kendisine: "Ebu Muhammed!" yani Muhammed'in babası diyerek hitap ettiğini ilham ile anladı ve: "Ey Rabbim! Bana niçin Ebu Muhammed künyesini verdin?" diye sual edince, ALLAH-u Zülcelal: "Ey Adem! Başını kaldır!" buyurdu. Adem aleyhis-selam, başını kaldırıp baktığında, arş-ı alada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in nurdan yazılmış Ahmed ismini gördü. O zaman: "Ey Rabbim! Bu kimdir?" diye sual etti. ALLAH-u Zülcelal de şöyle buyurdu: "Bu, senin zürriyetinden bir peygamberdir. Onun ismi göklerde Ahmed, yerde ise Muhammed'dir. Eğer O olmasaydı, seni yaratmazdım. Yerleri ve gökleri de halk etmezdim." (Kastalani, Mevahibu'l-Ledünniye)
Peygamberlerin babası olarak anılan İbrahim aleyhisselam'ın İshak ve İsmail isminde iki oğlu vardı. O, oğlu İshak'ın neslinden bir çok peygamberin geleceğini ALLAH-u Zülcelal'in ilhamıyla biliyordu. Ancak çok sevdiği Hacer'den dünyaya gelen oğlu İsmail'in neslinden peygamber gelip gelmeyeceği bilmiyordu. Bununla birlikte ahirzamanda bir büyük peygamberin gönderileceğini de biliyordu. Bu sebeple de, son peygamberin çok sevdiği oğlu İsmail'in neslinden gelmesini şiddetle arzu ediyordu.
Yeryüz
ünün
i
lk ma'bedi Kâbe, uzun zamanın geçmesiyle yıkılmış, âdeta yerle bir olmuştu. İbrahim aleyhisselam, bu mukaddes binanın tekrar inşası için ALLAH-u Zülcelal'den emir aldı ve oğlu İsmail'le birlikte derhal çalışmaya koyuldu. Kabe'nin inşası tamamlanca, baba oğul ellerini dergâh-ı İlâhîye açarak şöyle yalvardılar: "Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin." (Bakara; 129)
İşte, ALLAH-u Zülcelal, yapılan bu samimi duayı cevapsız bırakmadı ve Hz. İsmail'in neslinden peygamberlerin reisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i göndererek kabul etti. Hz. İsmail'in evlad ve torunları gittikçe çoğaldı ve Arap yarımadasının her tarafına dağıldı. İçlerinden Adnanoğulları, onlar içinden Mudaroğulları ve onlar içinden de Kureyş kabilesi diğerlerinden üstün ve farklı oldu. Kureyş kabilesi içinde ise Haşimîler kolu hepsinden daha çok fazilet ve şeref buldu.
Bütün kaynakların ittifakla belirttikleri, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yirminci dedesine kadar uzanan neseb silsilesi şöyledir: "Abdullah, Abdülmuttalib (asıl ismi Şeybe), Haşim, Abd-i Menâf (Muğîre), Kusay, Kilab, Müne, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr, Malik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike (Amir), İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan."
İşte, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in büyük dedeleri bu zatlardı. Herbirinin zürriyeti çoğalmış ve herbiri pekçok cemaatların reisi ve birçok kabile ve aşiretlerin dedesi ve babası olmuşlardır. Ancak, ne vakit birinin iki oğlu olsa veya bir kabile iki kola ayrılsa, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in soyu en şerefli ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda onun büyük dedesi kim ise, yüzünde parlayan müstesna nurdan bilinirdi. Neseb âlimlerince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yirminci dedesi olan Adnan'ın, İbrahim aleyhisselam'ın neslinden olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Adnan ile İbrahim aleyhisselam arasında uzun bir zaman mesafesi vardır. Bir kısım neseb âlimleri arada kırk batın (göbek) bulunduğunu belirtirler. Buna göre aradaki zaman biriminin ne kadar uzun olduğunu az çok tasavvur etmek mümkündür. Bu sebeple, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yirminci dedesi Adnan'dan, İbrâhim aleyhisselam'a kadar olan ikinci kademe neseb silsilesi, basamak basamak tesbit edilememiştir.
Abdülmuttalib Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in birinci kuşaktaki dedesidir. Doğuştan ak saçlı olduğundan kendisine: "Şeybe" ismini vermişlerdi. Abdülmuttalib onun lâkabıdır. O daha çok bu lakabla şöhret bulmuş ve anılmıştır. Bu lakabı alışının hikayesi şöyle anlatılır: Şeybe küçüklüğünde Medine'de dayılarının yanında kalıyordu. Bir gün mahalle arkadaşları diğer çocuklarla Medine'de bir meydanda ok atışı yapıyorlardı. Bütün çocuklar arasında, alnında parlayan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e ait nur sebebiyle rahatlıkla farkediliyordu. Çocukların bu yarışmasını seyretmek için büyüklerden bir kalabalık da orada toplanmış bulunuyordu. Ok atma sırası Şeybe'ye gelmişti. Okunu yayına yerleştirdi. Kendinden emin bir tavırla yayını gerdi. Bir an nefesini kesip yayını salıverdi. Yaydan fırlayan ok, hedefe tam isabet etmişti. Herkes hayranlık dolu bakışlarla kendisine bakarken, o ise bu başarıdan duyduğu sevinç ve heyecanı şu sözlerle dile getiriyordu: "Ben, Hâşim'in oğluyum. Okum elbette hedefini bulur." Bu olayı izleyen büyükler Şeybe'nin bu övücü sözlerini duydular. Haris bin Abd-i Menâfoğullarından biri yanına yaklaştı ve sorup sual ederek onun Haşim'in oğlu olduğunu öğrendi. Mekke'ye dönüşünde bu adam, durumu amcası Muttalib'e anlattı ve böylesine kabiliyetli ve zeki bir çocuğun yabancı ilde bırakılmasının doğru olmayacağını belirtti. Muttalib bu haber üzerine derhal Medine'ye vardı. Şeybe'yi alarak Mekke'ye getirdi. Muttalib terkisinde yeğeni Şeybe ile Mekke sokaklarına girerken sordular: "Bu çocuk kim?" Göz değmesinden korkan Muttalib'in ağzından: "Kölemdir." sözü çıktı. Evine gelince karısı Hatice de kendisine aynı soruyu yöneltti. Yine cevabı: "Kölemdir." oldu. Ertesi günü amcasının kendisine aldığı güzel elbiselerle Mekke sokaklarında dolaşmaya başlayınca, herkes onun kim olduğunu merak etmeye ve sormaya başladı. Bilenler: "Abdülmuttalib (Muttalib'in kölesi)" diye cevap veriyorlardı. Her ne kadar kim olduğu sonradan ortaya çıktıysa da, ismi, o günden sonra "Abdülmuttalib (Muttalib'in kölesi)" olarak kaldı. (Tabakat-ı İbn Sa'd)
Abdulmuttalib'in hayatında yaptığı en önemli işlerden birisi; tahribata uğrayarak içi dolmuş ve kaybolmuş olan zemzem kuyusunun yerini tesbit ettirmesi ve tekrar kazdırarak yeni baştan tamir edip düzenlemesidir. Abdulmuttalib, on oğlunun gözü önünde büyüyüp genç yaşa ulaştıklarını gördüğü takdirde birini ALLAH yolunda kurban etmeyi adamıştı. ALLAH-u Zülcelal onun bu isteğini yerine getirdi. Abdulmuttalip on oğlunu alarak Kabe'ye gitti. Her zaman Kabe de kalan bir kişiye: "Oğullarım arasında kur'a çek, kime çıkacak görelim." dedi. Kur'a Abdullah'a çıktı. Onları yanına alıp kurban yerine gitti. Abdullah'ın kızkardeşleri de beraberdiler. Ağlamaya başladılar ve: "Bunun karşı-lığında on deve kurban et de bunu bırak!" dediler. Başka bir rivayette ise Kureyşin ileri gelenleri böyle demiştir. Bunun üzerine Abdulmuttalib Kabe'deki adama: "Abdullah'la on deve arasında kur'a çek!" dedi. Kur'a Abdullah'a çıktı. Bu sefer Abdulmuttalib on yerine yirmi deve koydu derken yükselte yükselte sıra yüz deveye geldi. Ancak yüz devede kur'a develere çıktı. Abdulmuttalib develeri kurban etti ve Abdullah kurtuldu.
Abdullah kurban edilmekten kurtulunca, Abdulmuttalib onu evlendirmeyi düşündü. Zühre kabilesinden Abdi Menaf'ın Amine isminde kızı vardı. O sırada Amine amcası Vehb'in yanında kalıyordu. Abdulmuttalib Vehb'in yanına gitti ve Amine'yi oğlu Abdullah'a istedi. O da bunu kabul edince evlilik gerçekleşti.
Hz. Abdullah Hz. Amine ile evlendikten kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine'de dayısı Beni Adiy bin Neccar'ın yanında bir ay hasta kaldıktan sonra vefat etti. Abdullah vefat ettiği zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem henüz anne karnında altı aylıktı. Abdullah miras olarak bir miktar deve, koyun ve Ümmü Eymen adında bir cariye bırakmıştır.
Kaynak: İslam Tarihi