sumeyye
Tue 11 January 2011, 01:57 pm GMT +0200
Peygamberimiz İçin Vesîle'yi İstemek
466. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:
"Kim ezanı işittiğinde şöyle derse, kıyamet gününde onun için şefaatim hak olur:
"Şu mükemmel davetin (ezanın) ve kıyamete kadar devam edecek olan namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed'e (s.a.v.) Cennetin en yüksek makamı olan Vesîle'yi ve ona bütün mahlukâtının üstünde bir mertebe ver. Ve Onu vaad ettiğin Makam-ı Mahmud'a, en yüce şefaat makamına gönder."[266]
İzah
Beyhakî'nin rivayetinde bu duânın basıda, "Senden isterim," sonunda da "Muhakkak ki Sen sözünden dönmezsin" ilâvesi vardır.
Hadiste geçen duayı okumanın fazileti ile ilgili daha başka hadisler de vardır. Bunlardan birisi de şu mealdedir:
"Müezzini işittiğinizde onun söylediklerini siz de tekrarlayın. Sonra bana salavat getirin. Çünkü kim bana bir defa salavat getirirse, Allah ona o salavat sebebiyle on sevap verir. Sonra Allah'tan benim için Vesîle'yi isteyin. Çünkü Vesile, Allah'ın kullarından sadece birine nasip olan Cennette bir makamdır. Ümid ederim o kişi ben olurum. Her kim benim için Vesîle'yi isterse onun için şefaatim vacip olur."[267]
Bu duada da ifâde edildiği gibi, Allah Makam-ı Mahmudu Peygamberimize vaad etmiştir. Bu vaad Kur'ân'da şöyle ifâde edilir
"Muhakkak ki, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmuda gönderecektir."[268]
Makam-ı Mahmudu Allah Sevgili Peygamberimize vaad ettiğine göre onun ümmetinden bu makama erişmek için duâ etmelerini istemesi, tevazuundandır.
Bediüzzaman, ezandan sonra bu duayı okumanın hikmetiyle ilgili olarak meâlen şöyle der:
Makam-ı Mahmud bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatları içine alan büyük bir hakikatin bir dalıdır. Ve kâinatın yaratılmasının en büyük neticesinin bir meyvesidir. O ucu, dalı ve meyveyi duâ ile istemek ise, dolayısıyla o umumî olan büyük gerçeğin, kâinatın en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin vücut bulmasını ve saadet yeri olan Cennetin açılmasını istemektir. O istemekle, saadet yurdu olan Cennetin yaratılmasının en mühim bir sebebi olan insanların ibâdetlerine ve dualarına kendisi dahi iştirak etmiş olmaktadır. Bu kadar hadsiz derecede büyük bir maksadın gerçekleşmesi için bu hadsiz dualar dahi azdır. Hem Hz. Muhammed'e (a.s.m.) Makam-ı Mahmudun verilmesi, bütün ümmet için yapacağı büyük şefaati içindir.[269]
Evet, Peygamberimize (s.a.v.) bu en yüce şefaat makamı verilecektir. Nitekim kendisi bunu uzunca bir hadiste açıklamıştır. Bu hadislerinde, mahşer gününde insanların hesap için uzun zaman bekleyeceklerini, bu esnada büyük sıkıntılara maruz kalacaklarını, Hz. Âdem'e müracaat edeceklerini, fakat onun kendilerine şefaat edemeyeceğini, böylece Hz. İsa'ya kadar geleceklerini ve nihayet onun insanları kendisine göndereceğini, kendisinin de hesabın bir an önce başlaması, bekleme sıkıntısının son bulması için şefaat edeceğini bildirmiştir. Konunun tafsilatı için Ölümden Sonra Diriliş isimli eserimizin 186-191. sayfalarına bakılabilir.[270]
Borcu Öderken Ve İsterken Kolaylık Göstermek
467. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:
"Borcunu isterken ve borcunu öderken kolaylık gösteren kimseye Allah merhamet etsin."[271]
Zikrettiğimiz kaynaklardaki hadis şöyledir:
"Satarken, alırken, borcunu isterken ve borcunu öderken kolaylık gösteren kimseye Allah merhamet etsin."
Tirmizî'de şu hadisler de vardır:
"Allah sizden önce yaşamış birine rahmetiyle muamele etti. Çünkü bu kimse satınca, satın alınca kolaylık gösterir, alacağını yumuşaklıkla isterdi."
"Allah satışta, satın alışta ve ödemede kolaylık gösterilmesini sever."
(799 numaralı hadise bakınız.)[272]
Haya Ve Fuhuş
468. Aişe (r.a.) rivayet ediyor:
"Ey Aişe! Haya insan olsa idi, sâlih bir kimse olurdu. Hayâsızlık insan olsa idi, mutlaka kötü bir kişi olurdu."[273]
Musibete Uğramış Birini Gören Ne Demeli?
469. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
"Biriniz musibete uğramış birini gördüğünde içinden, 'Beni sana ve kullarından bir çoğuna gerçekten üstün kılan Allah'a hamdolsun' derse, bu, kendisine verilen o nimete şükür olur."[274]
Kişi İçin En Büyük Kazanç Nedir?
470. Ömer bin Hattab (r.a.) rivayet ediyor:
"Kişi, sahibini doğru yola götüren veya kötülükten sakındıran bir ilimden daha faziletli bir kazanç elde etmemiştir. Kişinin ameli istikamet üzere olmadıkça, dini de istikamet üzere olmaz."[275]
Peygamberimizin Emrolunduğu Söz
471. Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.) vefatından önce,
"Allah'ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih ve hamd ü sena ile takdis ederim" demeyi çoğaltmıştı.
"Yâ Resûlullah, ben senin 'Allah'ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih ve hamd ü sena ile takdis ederim' sözünü çok fazla söylediğini görüyorum" dedim.
"Ben bununla emrolundum' dedi
ve 'Allah'ın yardımı ve fethi geldiği zaman" (Nasr Sûresi) âyetini okudu.[276]
Yolculukta Oruç Tutmak
472. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Hamza bin Amr el-Eslemî Resûlullaha, "Ya Resûlallah, ben sürekli oruç tutan birisiyim. Yolculukta da oruç tutabilir miyim?" diye sordu.
Resûlullah (sa.v.),
"İstersen tut, istersen tutma" buyurdu.[277]
İzah
Bütün ibâdetlerde olduğu gibi, oruçta da dinimizin getirdiği bâzı kolaylıklar ve ruhsatlar vardır. Bakara Sûresinin 183. âyetiyle orucun farz kılındığını bildiren Rabbimiz, bir sonraki âyet-i kerimede de oruca dayanamayacak olanlara ruhsat vererek şöyle buyurur:
"O size farz kılınan oruç sayılı günlerdir. O günlerde sizden her kim hasta, yahut yolculuğa çıkmış olur da oruç tutamazsa, tutamadığı günler sayısınca sıhhat bulduğu ve rahat ettiği başka günlerde oruç tutar. Fazla ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin üzerine bir fakir doyuracak kadar fidye vermek lâzımdır."
Bu ruhsatın hikmeti de bir sonraki âyette "Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez" cümlesiyle ifâde edilir.
Ramazan ayında Hanefi'lere göre en az 90, Şâfiîlere göre ise 144 kilometrelik bir yere giden kimse, oruca niyet etmeyebilir. Oruçlu iken, meselâ öğle vakti yolculuğa çıkan kimse oruca devam etmelidir. Fakat böyle biri yolculuk esnasında dayanamayıp orucunu bozarsa, sadece kaza etmesi gerekir, keffâret icap etmez. Nitekim Peygamberimiz birkaç defa yolculukta orucunu bozmuş, onu gören Sahabîler de oruçlarını açmışlardır.[278]
Şâfiîlere göre oruç tutmamanın mubah olabilmesi için yapılan yolculuğun mubah olması gerekir.
Ayet ve izahım yaptığımız hadisten de anlaşılacağı üzere, yolculuğa çıkan birine oruç tutmaması için ruhsat verilmiş olmakla beraber, kişinin oruç tutmasının mı, yoksa tutmamasının mı daha efdal olduğu hususu âlimler arasında farklı yorumlanmıştır. Evzaî, Ahmed bin Hanbel gibi âlimler yolculukta oruç tutmamanın daha faziletli olduğunu söylerler. Enes bin Mâlik (r.a.), Said bin Cübeyr, İmam Mâlik, Sevrî, İmam Şafiî ve Hanefîler ise yolculukta oruç tutmanın daha faziletli olduğunu savunurlar. Bu konuda hangisi kolayına gelirse kişi öyle hareket eder diyen üçüncü bir görüş daha vardır. Biz de güç yetirebilenlerin yolculukta oruç tutmalarının daha faziletli olduğu görüşünü benimsiyoruz.[279]
Başkasından Esirgenmesi Helâl Olmayan İki Şey
473. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:
"İki şey vardır ki, onları başkalarından esirgemek helâl olmaz: Su ve ateş."[280]
İzah.
Hadiste su ve ateşin ihtiyaç sahibinden esirgenmesinin helâl olmadığı bildirilir. Başka bir hadiste ise yolda fazla suyu olduğu halde onu yolculardan esirgeyen kimse ile Allah'ın kıyamet gününde hoşnutluk ifâde eden bir sözle konuşmayacağı, ona rahmet nazarıyla bakmayacağı ve temize çıkarmayacağı bildirilmiştir. Hadisin devamında da Allah'ın böyle kimselerin karşısına çıkıp,
'Tıpkı senin dünyada iken kendi elinin eseri olmayan şeyin fazlasını esirgediğin gibi, bugün Ben de senden lütfumu esirgiyorum" diyeceği bildirilmiştir.[281]
Suyu başkalarına vermemek büyük mes'uliyete sebep olurken, ihtiyaç sahibine su vermenin ise kişiyi ateşten dahi kurtarabileceği nazara verilir. Hatta hayvana dahi su vermenin kişiye sevap kazandıracağı bildirilir.[282] Yine bir hadiste susamış bir Müslümanın susuzluğunu gideren kimseye mahşer gününde ağzı mühürlü Cennet içeceğinden içirileceği müjdelenmiştir.[283]
Bir Dua
474. İmran (r.a.) rivayet ediyor:
Bir adam "Ya Resûlullah, ben Müslüman oldum. Nasıl duâ edeyim?" dedi. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Şöyle de: 'Allah'ım, din ve dünya işlerimi yürütmek için Senden hidâyet diliyorum. Nefsimin şerrinden Sana sığmıyorum."[284]
Doğruluk Ve Yalancılık
475. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:
"Kul doğru söyleye söyleye, doğruluğu araştıra araştıra sonunda Allah katında "sıddîk özü sözü doğru" olarak yazılır.
Kul yalan söyleye söyleye ve yalanın peşinden gide gide "kezzâb=çok yalancı" olarak yazılır."[285]
Yemin Ve İki Şahitle Hüküm Verme
476. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.) iki şahitle birlikte, yeminle dâvayı hükme bağladı.[286]
İzah
Müslim ve Müsned'deki rivayet, "yemin ve bir şahitle birlikte" şeklindedir.
Yemin, mahkemede dâvayı ispat yollarından birisidir. Yukarıdaki hadiste iki şahitle beraber, yeminle bir dâvayı Peygamberimizin hükme bağladığı bildiriliyor. Müslim'de ve daha başka hadis kitaplarında yer alan bir hadiste de Peygamberimizin bir şahitle beraber yeminle bir dâvayı hükme bağladığı bildirilmiştir. Buna göre yemin, bir şahidin yerini tutmuştur.
İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre bâzı dâvalar yeminle beraber bir şahitle hükme bağlanabilir.
Hanefîlere ve Mâlikîlerden bâzılarına göre ise yemin de edilse, bir şahitle dâva hükme bağlanmaz. Konunun tafsilatı fıkıh kitaplarındadır.[287]
Mezarlıkta Ne Denilmeli?
477. Âişe Validemiz (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullahı (s.a.v.) aradım, bulamadım. Ararken mezarlığa kadar gittim. O orada
"Selâm üzerinize olsun ey mü'minler yurdu. Siz bizim öncülerimizsiniz. Biz de size kavuşacağız" buyurdu.
Sonra beni gördü ve (beni kast ederek),
"Gücü yettiği halde böyle söylememişse yazıklar olsun" buyurdu.[288]
İzah
Mezarlığa gidildiğinde bu şekilde selâm vermek sünnettir. Konuyla ilgili bir diğer hadis şu mealdedir:
"Selâm üzerinize olsun ey kabir halkı! Allah sizi de, bizi de bağışlasın. Sizler bizden önce gittiniz. Biz de arkadan geleceğiz."[289]
[266] Ebû Dâvud, Salat: 36; Müslim, Salât: 2; Tirmizî, Menâkıb: 1; Beyhaki, Sünen, 1:603 (1933.). İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/143-144.
[267] Ebû Dâvud, Salat: 36; Müslim, Salât: 2; Tirmizî, Menâkıb: 1.
[268] İsrâ: 17/79.
[269] Şualar, s. 81.
[270] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/144-145.
[271] Buhari, Büyü: 16; Tirmizi, Büyü: 75. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/146.
[272] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/146.
[273] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/146.
[274] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/147.
[275] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/147.
[276] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/147-148.
[277] Buhari, Savm: 57; Müslim, Siyam: 104; Ebû Dâvud, Siyam: 42; İbni Mâce, Siyam; 74. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/148-149.
[278] Buhari, Savm: 30; Müslim, Siyam: 13.
[279] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/149-150.
[280] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/150.
[281] Buhari, Şirb: 2, Hiyel: 12; Müslim, İman; 173; Ebû Dâvud, Büyü: 62; Nesai, Büyü: 6.
[282] İbni Mâce, Edeb: 8.
[283] Ebu Dâvud, Zekât: 41. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/150-151.
[284] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/151.
[285] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/151-152.
[286] Müslim, Akdiye: 3; Müsned, 1:401 (2968.). İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/152.
[287] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/152.
[288] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/153.
[289] Tirmizî, Cenâiz: 59; Ebû Dâvud, Cenâiz: 83.