reyyan
Mon 25 July 2011, 01:03 am GMT +0200
Dün Bugün Yarın
Aralık 2009 132.SAYI
Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.
Osmanlı’nın Lala Mustafa Paşa ile İmtihanı
Sağlığında sekiz şehzadesinin (oğlunun) altısını yitiren Kanunî Sultan Süleyman, geriye kalan ahir ömründe koca cihan devletinin derdi yetmezmiş gibi, iki oğlu Selim ve Beyazıt’ın taht savaşına da şahit olmuştu. Devletin ikbalini ve tarihin akışını derinden etkileyen bu savaş, şehzadelerin lalası Mustafa Paşa’nın Bizans oyunlarını gölgede bırakacak güçteki akıllara zarar tertipleriyle gerçekleşmişti.
Avni Özgürel’in “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İktidar Oyunu” adlı kitabında yer alan olaylar silsilesini özetle aktaralım:
Önceden Şehzade Beyazıt’ın yanında görevliyken Selim’in yanına tayin edilen (Lala Mustafa) Paşa’nın ikili oyunu kardeşleri karşı karşıya getirdi.
Beyazıt’ın yanından ayrılırken ona, “Selim’in yanına gidişim size hizmet içindir.” diyen; Selim’le konuşurken de, “Sadrazam (Rüstem) Paşa kardeşinizden yanadır, ikisi birlikte sizin saltanatınıza mani olmak için çalışırlar, içkiye eğlenceye düşkün olduğunuzu yayarlar, babanız şu an ölse bilin ki saltanat size müyesser olmaz.” diyen Lala Paşa, Şehzade, “Peki ne yapayım?” diye sorduğunda şunu söyledi:
“Beyazıt benim söylediğime inanır. Babanız hayattayken onu kandırıp isyan ettirebilirsek maksadımız hasıl olur, izin verin kendisine mektup yazayım.”
Yazdı da... “Ağabeyiniz gaflet uykusunda, elinden gece gündüz şarap kâsesi düşmez, mest (sarhoş) yatar, mest kalkar. Gelip bassanız işini bitirmek kolaydır.”
Beyazıt bu mektuba “Lalacığım geldim bil.” diye cevap verdiğinde tabloyu biraz daha renklendirmek için gerçek yüzünü gösterdi Paşa; “Osmanlı tahtına oturacak zata eşkıya gibi baskın vermek yakışmaz. Kadın kıyafetleri gönderip kardeşinize hakaret edin, onu meydana davet edin, bayrak çekip üzerine askerle gelin. O zaman size nasıl yardım ettiğimi göreceksiniz.” der.
Beyazıt eski lalasının önerdiği yol üzerine, tahrik etmeye çalıştığı kardeşine hakaretlerle dolu bir mektup yazdı. Ne içkiciliğini bıraktı Selim’in, ne sebep olduğu rezaletleri... Bu mektubu, “Babacığım kardeşimin halini gör.” diyerek Selim’in adına Kanunî’ye gönderdi Lala Mustafa Paşa. Sinirlenen padişah Beyazıt’a, “Hayır duamı almak istiyorsan kardeşinle iyi geçin.” diye bir ihtar gönderdi ama bu haberciyi de yolda yakalatıp öldürttü Lala.
Babasının kendisine kızdığını öğrenemeyen Beyazıt, Selim’e hakaret mektuplarını sürdürdü. “Bir gün ara ver içmeye ve çık meydana, savaş benimle.” diyordu. Bunları da (Lala Paşa’nın telkinleriyle) İstanbul’a iletti Selim. Sizin mektuplarınızı okumadan yakıyormuş diye de ekledi. Padişah gözünde isyan demekti bu.
Müdahale etmeye karar verdi Kanunî. Beyazıt’ın kendisinden şüphelendiğini anlamaması için ilkin olağan bir yer değişikliği yapıyormuş gibi, onu Manisa’ya, ağabeyini Konya’ya vali tayin ettiğini bildirdi.
Selim hemen uyacağını bildirdi bu emre. Manisa’dan kalkıp Bursa’ya geldi ve babasına, “Yolumun üzerinde Kütahya’da Beyazıt var, bana karşı tavrını bilmektesiniz, mutlaka saldıracaktır; güvenliğimi sağlamanız gerek.” diye yazdı. Beyazıt ise, “Kütahya’ya alıştım, burada düzenimi kurdum, beni yerimde bırakın.” diyerek ayak diredi. Nasihatçi gönderdi Kanunî. Ama ona da bu görüşünü anlattı Beyazıt. Hatta öfkesinden bağırıp
çağırdı. Kendi lalaları da kışkırttılar Beyazıt’ı. Gidip işini bitirelim Selim’in, kapansın defter, dediler. Öfkesi aklına galip geldi Beyazıt’ın ve asker toplamaya başladı. Bu sırada orduyla Üsküdar’a geçti Kanunî, Anadolu beylerine Selim’in askerlerine katılmaları emrini verdi. Beyazıt Konya ovasına gelip karşısında ağabeyinin yüz bin kişilik ordusunu gördüğünde anladı Lala Mustafa Paşa’nın kurduğu tuzağa düştüğünü. Ama iş işten geçmişti artık. On beş bin kişiyle geldiği meydanda daha savaş başlamadan adamları saf değiştirdi. Kelimenin tam anlamıyla bozgundu yaşadığı. 1559 senesi Mayıs’ın son günü akşama doğru bütün ağırlıklarını meydanda bırakıp kılık değiştirerek Amasya’ya kaçtı.
Esas ordunun başında Üsküdar’da bekleyen babasına mektup üstüne mektup yazıp nasıl kışkırtıldığını, pişmanlığını anlattı, af diledi. Ama gönderdiği mektupçular yine Lala Mustafa Paşa’nın ağına düştüler. Af dileğine karşılık alamayan Beyazıt can derdindeydi artık. Kurtuluş çaresi olarak gördüğü İran’ın yolunu tuttu ve Şah Tahmasb’a iltica etti. Hüsnü kabul gördü, Kazvin’de emrine saray tahsis edildi. Şah’ın tavassutuyla babasına yeniden af mektupları yazdı. Mazmun yani şiir mektuplarıydı bunlar. Kanunî de aynı şekilde karşılık verdi oğluna.
Aralarında geçen son mektuplaşma af fermanı gibiydi bir bakıma. Fakat affa uğramış şehzade kendisini almaya gelecek heyeti beklerken hapsedildi. Şah geleceğin padişahı Selim’e karşı onu koz olarak kullanabileceğini anlamıştı. Nitekim Zigetvar Seferi’nde ölen Kanunî’nin yerine Sokullu’nun davetiyle gelen ve hayatında hiç savaş görmeyen ve sarayda ölen ilk Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Selim’in ilk işi, Şah’la Beyazıt’ın idamının pazarlığını yapmak oldu. Şehzade ve dört oğlu İstanbul’dan gelen cellâtlara teslim edildi.
Devleti ve İzzet-i Nefsini Düşünmek
600 yıllık Osmanlı tarihi, Lala Mustafa Paşa gibi devletin ve halkın değil kendi çıkarlarını düşünen devlet yöneticileri kadar, bunun tam tersini düşünen idealist ve hakperest devlet adamlarına da şahitlik etmiştir. Bu devlet adamlarından biri de Mütercim Rüştü Paşa’dır (1811-1882).
Sultan Abdülmecid döneminden itibaren uzun yıllar devlet hizmetinde bulunan bu önemli devlet adamı, işi ehline vermekte ve hakperestlikte güzel bir örnek olarak göz önünde durmaktadır. Can Alpgüvenç’in “Osmanlı Büyüklerinden Hatıralar” adlı kitabından yaptığımız alıntıyla Mütercim Rüştü Paşa’ya dair iki olayı aktarıp yorumu sizlere bırakalım:
Sultan Abdülmecid, Serasker Mütercim Rüştü Paşa’ya bir tezkere göndererek, “Maiyetimde vazife gören yaverlerimden Binbaşı Şerif Bey’i sadakatli hizmetlerine mukabil miralaylığa (albay) yükselttim” tarzında bir emir buyurdu.
Rüştü Paşa, buyruğa şöyle cevap verdi:
“Yâveran-ı hazreti şehriyarîden Binbaşı Şerif Bey, saye-i şahanenizle (padişahımın emriyle) miralay da olur, liva (tuğgeneral) da... Ama sırasıyla! Bir askerin padişahına sadakat ve istikamet içinde hizmette bulunması, onun miralaylığa yükseltilmesi için lüzumlu, ancak kâfi değildir. Bir asker, defaten binbaşılıktan miralaylığa yükseltilemez. Emsaline kötü örnek olmaması için, şimdilik kaymakamlığa terfi ettirilmesini arz ederim.”
Bir diğer vaka da şöyledir:
Sultan II. Abdülhamid, Mütercim Rüştü Paşa’yı sadrazam tayin etmek istediğinde, paşa: “Şevketli efendim, fesadın çok olduğu yerde istikamet yol bulmaz. Ehil ve nâehil, erbab-ı namus ile bînamus bağdaşamaz..” diyerek görevi kabul etmedi. Hünkar ısrar edince de şunu ilave etti:
“Devletli sultanım, bu makam-ı âlinin hayli maaşı, harcırahı, tayinatı mevcut. Benim de bu paraya ihtiyacım var, fakat kabul edemem. Zira bugün kabul eder, yarın azledersiniz. Allah’ın bir kulu olarak benim de izzet-i nefsim var. Varın siz, başka birini bulun.”