- Osmanlıda İlk Modern Darbe Girişimi

Adsense kodları


Osmanlıda İlk Modern Darbe Girişimi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sun 21 August 2011, 08:53 am GMT +0200
Dün Bugün Yarın


Mart 2009 123.SAYI


Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.

Osmanlı’da İlk Modern Darbe Girişimi: Kuleli Vakası

13 Eylül 1859 Çarşamba günü Serasker Rıza Paşa telaş içinde soluğu Sultan 1. Abdülmecid’in huzurunda alır. Sultan’ın öldürülmesiyle sonuçlanabilecek bir örgütlenmeyi anlatır telaşla. İçerisinde askerlerden devlet kâtiplerine, medrese hocalarından muhallebicilere kadar her kesimden insanın bulunduğu bu örgütlenmeyi alelacele tasfiye etmek gerektiğini padişaha bildirir. Ellerini çabuk tutmazlarsa, ertesi gün Kılıç Ali Paşa Camii’nde toplanacak bu grubun, Cuma selamlığında halkla iç içe olan padişaha suikast düzenleyerek hedeflerine ulaşacakları uyarısında bulunur.

Serasker Rıza Paşa’nın anlattıkları karşısında Sultan Abdülmecid çok şaşırır. Tez harekete geçilmesini emreder. Operasyon sonucunda, aralarında dönemin en üst düzey askerlerinden Hüseyin Daim Paşa ve Cafer Dem Paşa’nın, Irak’ın Süleymaniye şehrinden gelmiş ve 3 bin askeri bulunan Şeyh Ahmed, Hezergradlı Şeyh Feyzullah’ın, İmalat Meclisi üyelerinden Binbaşı Rasim Bey’in, Tophane-i Amire katiplerinden Arif Bey ve muhallebici Erzurumlu Mehmet’in de bulunduğu yüzlerce planlarını uygulamaya koyacakları camide tutuklanırlar. Tutuklanan askerler Seraskerât Dairesi’ne (bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binası), diğer sanıklar ise Kuleli Askeri Lisesi’ne götürülürler. Sonrasında hepsinin yargılaması bu lisede gerçekleşeceği için olay “Kuleli Vakası” olarak isimlendirilir.

Yargılama, olayın detayını da ortaya çıkacaktır. Sultan Abdülmecid’in yönetiminden memnun olmayan bu grup, padişahı tahttan indirerek, yerine Abdülaziz’i tahta çıkarmayı hedeflemiştir. Amaçlarına ulaşmalarını sağlayacak darbe planını ise şu şekilde tasarlamışlardır:

Sultan Abdülmecid Cuma selamlığında iken ulema camide dinî kitapları yere atarak harekete geçecek, bu sırada kapılar tutularak deneyimli askerler olan Çerkez fedailer yardımıyla suikast gerçekleştirilecekti. Sonrasında denizden atılacak işaret fişekleriyle İstanbul, Üsküdar ve Kuleli çevresinde bulunan minarelerdeki örgüt üyelerine haberin ulaştırılıp telgraf telleri kesilecek, köprüler tutulacak ve amaca ulaşmaya mani olacak her engel silah yoluyla ortadan kaldırılacaktı. Bu yapılanmanın kılıfı ise hazırdı; 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ve 1856’da ilan edilen Islahat Fermanıyla Osmanlı sınırları içinde yaşayan azınlıklara geniş haklar verilmesi sonucu ‘din elden gitmişti’ ve ‘şer’î hükümler ancak bu grup tarafından uygulanabilirdi’. Kısaca, darbeciler dini kendi emellerine meşruiyet kazandırmak için kullanıyorlardı.

5 idam cezası, birçok müebbet hapis, sürgün ve tahliyelerle son bulan bu olay sonrası, idam cezaları Sultan Abdülmecid tarafından ömür boyu kale hapsine çevrildi. Şeyh Ahmed ve Arif Bey Magosa’ya, Hüseyin Daim Paşa ile Rasim Bey Akka’ya, diğerleri de bazı adalara ve memleketlerine sürgüne gönderildi. Fakat idam cezalarından biri gıyaben verilmişti. Çünkü isyana Arnavut askeri tedarik etme sözü veren Cafer Dem Paşa, yargılanmak için kayıkla Kuleli Kışlası’na gönderilirken kendini denize atarak intihar etmişti.

Ortaya çıkartılan bu darbe yapılanması o günlerde halk arasında büyük bir hayrete ve şaşkınlığa sebep olmuş, uzun süre konuşulmuştu. Dönemin gazetelerinden “Takvim-i Vekayi” ile “Ceride-i Havadis” de bu olayı sütunlarına taşıyıp, günümüz Türkçesi’yle şu satırları okuyucularına duyurmuşlardı:

“Halk arasında kargaşalık çıkarıp kanun ve düzeni bozmak ve kan dökmek gibi türlü alçaklıklara girişmeye kararlı bir ittifak karşısındayız. Bunlar fesat tuzaklarına düşürmek istedikleri hafif beyinlileri aldatmak için ‘Bizimle beraber şu kadar bin adam ile devletin tepesindeki yöneticiler ve medrese hocalarından çok sayıda kişi var’ diyerek türlü yalan ve iftiraları atmaktan çekinmemektedirler. İşte tasarladıkları darbenin zamanında haber alınmasıyla devlet ve milleti bu büyük fitneden korumak mümkün olmuştur...”

Dönemin gazetecilerinden ve aydınlarından Namık Kemal ise, yayın yönetmenliğini üstlendiği  “Hürriyet” gazetesi vasıtasıyla darbecilerin hukuka aykırı olarak yargılandıklarını iddia ederek, hükümeti zalimlikle suçlamıştır. Bu davada yargılanmamasına rağmen soruşturma tutanaklarında adı geçen bir diğer gazeteci olan Şinasi de, darbe girişiminde parmağı olan dönemin aydınlarından biri olmuştur.

Görülen bu davada en üst rütbeli darbeci olarak yargılanan Askeri Şûra üyesi Hüseyin Daim Paşa, kendisini savunmamak için elinden geleni yapmış, büyük kan çıbanları çıkartmakta olduğunu, günlerinin hastalıkla geçip hekimlerle uğraştığını, hastalık haliyle kimin ne söylediğinin farkında olmadığını ileri sürerek yakayı kurtarmaya çalışmıştır. Sorgu zabıtlarında 13 defa “hastayım”, 20 defa “hatırlamıyorum” diyen bu paşa, Abdülaziz devrinde affedildikten 8 yıl sonra, “İttifak-ı Hamiyet” örgütünün darbe girişiminde yeniden sahneye çıkacaktır.

150 yıl önce gerçekleşen bu olay, bugün için de oldukça manidar değil mi?

(Ayrıntılı bilgi için bkz: Burak Onaran, Tarih ve Toplum dergisi, 2007, sayı 5, s. 9-35.)

Adalet Terazisinin Şaşmaması İçin

İbrahim, Aydın ve Muzaffer çok yakın üç arkadaştır. İbrahim, resmi üniforma görmekten çok rahatsız olan biridir. Bir gün resmi üniformalı bir polisle karşılaşınca hemen oradan kaçmak isteyen İbrahim’in durumundan şüphelenen polis, İbrahim’i ve arkadaşları Aydın ve Muzaffer’i sorguya alır. Sorgulama sonucu birkaç yasadışı olayın faili olmaktan mahkemeye sevk edilen  üç arkadaş, mahkum edilerek cezaevinin yolunu tutarlar. Fakat gerçek faillerin ortaya çıkması sonucu suçlu olmadıkları anlaşılır ve dışarı çıkarlar. Yalnız bu sürede olan olmuş, bu üç arkadaş suçsuz yere 6,5 yıl hapis yatmışlardır.

Başrollerini Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin ve Ali Çatalbaş’ın oynadığı 2004 yapımı “Pardon” isimli filmi izleyenler hatırlayacaktır. Konusunu gerçek hayattan alan bu filmin sonunda, hukuk kurbanı bu üç arkadaşın suçsuz olduklarının anlaşılması üzerine, devlet kendilerine “Pardon” diyerek hatasını telafi etmeye çalışmıştır.

Buna benzer olaylar ülkemizde olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde de zaman zaman görülür. Adaletin tecellisi için var olan mahkemeler bu görevlerini çoğunlukla yerine getirdikleri gibi, yer yer adil olmayan bir yargılama ya da yanlış verilen bir karar sonucu suçsuz bir insanı parmaklıklar ardında bırakarak hürriyetini karartabilirler. Bu gibi durumlarda gerçek suçluların kısa zamanda ortaya çıkarılması ve suçsuz insanlara haklarının iade edilmesi kadar, adalet mekanizmasının da hatalarından dersler çıkartabilmesi önemlidir. İşte bu türden iki olay, Fransa ve Venedik’te yaşanmış ve bakınız bu olaylardan nasıl dersler çıkartılmıştır:

“Fransa’da 156 sene evvel Demirci Emil adında biri asılmıştı. Sonradan adamın masum olduğu anlaşıldı. İşte o zamandan beri bir Fransız hâkimi karar verirken, siyah elbise giymiş bir mübaşir; “Demirci Emil’i unutmayın!” diye uyarır.

800 sene evvel de Venedik’te bir değirmenci haksız olarak asılmıştı. Bugün o zamanki idam kararını veren adliyenin kapısında değirmencinin masumiyetini yazan bir taş vardır ve her hâkim adliyeye girerken buna şapkasını çıkarır ve öyle girer.”

Adem Solak, Küresel Süreçte Medya ve Şiddet, Hegem Yayınları, İstanbul, 2008, s. 124.