- Osmanlı’nın ihtişamlı töreni

Adsense kodları


Osmanlı’nın ihtişamlı töreni

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 15 July 2012, 01:58 pm GMT +0200
Seyyahların Gözünden İstanbul: Osmanlı’nın ihtişamlı töreni
Sinan CECO • 74. Sayı / TARİH


Üç kıtada, milyonlarca metrekareye hükmeden imparatorluğun kalbi olan, Topkapı Sarayı’nın ikinci avlusu, en ihtişamlı törenlere ev sahipliği yapan bir mekân olarak yabancı seyyahların gözünde olağanüstü bir yere sahipti.

Yeniçerilerin üç aylık maaşları olan ulufenin dağıtımı sırasında ortaya çıkan manzara Osmanlı İmparatorluğu için de önemli bir propaganda aracı olmuştur. Sayıları onbinleri aşan yeniçerinin tören kıyafetleriyle, nizami bir şekilde boy gösterdiği Divan Avlusu’nda, ilk önce askerlere yemek dağıtılması, daha sonra da hazineden çıkarılan para keseleriyle maaşların ödenmesi, imparatorluğun en gösterişli törenlerinden biriydi. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret eden elçiler ekseriyetle bu törenin gerçekleştiği günlerde sarayda kabul edilirdi.

Ulufe dağıtımı, evvela Divan-ı Hümâyûn’un toplanmasıyla başlardı. Divan-ı Hümâyûn ise, devletin en önemli mekanizmasıydı ve buradaki toplantılar daha önceden belirlenen teşrifat kurallarına göre gerçekleşirdi. Sultan II. Mehmed’in kanunnamesiyle padişah, Divan’a başkanlık etmeyi bırakmıştı. Bu dönemden sonra Divan’ı sadrazam yönetmeye başladı.

Divan-ı Hümâyûn’nda şöyle bir işleyiş görülürdü: Divan-ı Hümâyûn, sabah namazından sonra başlar ve öğlene kadar sürerdi. Divan üyeleri sabah namazı için Ayasofya’ya gider ve namazı burada kıldıktan sonra Bâb-ı Hümâyûn önünde toplanırlardı. Meydan duacısı dua ettikten sonra Bâb-ı Hümâyûn açılır ve herkes kıdem sırasına göre kapıdan içeri girerdi. Babü’s Selam’dan Divan Meydanı’na geçilirdi. Babü’s Saade, yani üçüncü kapıya doğru yürünür ve padişahı temsilen kapı selamlanırdı. Daha sonra vezirler divanhanede, ikincil görevliler ise divanhanenin dışında sadrazamı beklerdi ve bu kişiler divanhaneye doğru yürürken sağdaki selam taşlarını da selamlardı. Derken sadrazam Babü’s Selam önüne gelir, atından iner, kapıdan geçerek kendisini karşılayan, elinde uzun gümüş bir asa olan çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdası eşliğinde divanhaneye doğru yürürdü. Bununla birlikte yürümeye başlaması için sakabaşının “buyur” diye bağırması beklenirdi. Bu sesle hem sadrazam divanhaneye yürür hem de divanhanede oturanlar kalkarak sadrazamı karşılamak üzere protokoldeki yerlerini alırdı.

Thomas Allom’un gravürü de işte tam bu sahneyi tasvir ediyor. Akabinde sadrazam selam taşları önünde sıralanmış devlet erkânını selamlar ve divanhaneye geçerdi. Divan üyeleri oturma düzenine göre sıralanır fakat oturmazlardı. Hazinedarbaşı, Divan’da alınan kararların işlendiği defterleri çıkarmak için defterhanenin kapısını açar ve defterhanenin mührünü sadrazama sunardı. Sadrazam mührü aldıktan sonra Divan üyelerinin oturmasını işaret ederdi ve üyeler otururdu. Sabah namazından sonra başlayan ve öğlene kadar devam eden Divan-ı Hümâyûn’a mevsimine göre buzlu ya da sıcak şerbet ikram edilirdi. Divan toplantısı bittikten sonra alınan kararlar defterlere işlenmiş olur ve bu defterler tekrar defterhaneye kaldırılarak buranın kapısı kilitlenirdi. Daha sonra Matbah-ı Âmire’den yemek servisi başlardı. Eğer sıradan bir Divan-ı Hümâyûn günü ise Divanhane’ye üç sofra kurulurdu. Ulufe Divanı günü veya elçi kabul günü ise -ki elçi kabulleri genellikle Ulufe Divanı gününe denk getirilirdi- işte bu durumlarda ritüeller değişirdi.

Ulufe Divanı günü yeniçerilerin maaşları dağıtılırdı. Bu dağıtım sırasında Divan yine diğer günlerdeki gibi toplanır ve oturum bittikten sonra yemeğe geçilirdi. Divan Avlusu’na gelen yeniçeriler de düzen içinde buraya sıralanırdı. Yeniçerilere dağıtılması gelenek haline gelen çorba, pilav ve zerde dağıtılırdı. Yeniçerilerin dağıtılan bu yemeği yememesi ise isyan alâmeti idi ki “kazan kaldırmak” deyimi de buradan gelir.

Yemekler yendikten sonra Divanhane’nin hemen yanında bulunan dış hazineden yeniçerilerin maaşları getirilir ve dağıtılmaya başlanırdı. Ekseriyetle elçi kabulleri de bu törene rast getirilirdi ki elçiler devletin ne kadar kudretli olduğunu, ne kadar ihtişamlı törenler düzenlediğini anlayabilsin. Sayısı on binlerle ifade edilen yeniçerilerin tören kostümleriyle bir meydanda teşrifat kuralları çerçevesinde muntazaman hareket edip bu nizam içerisinde de yemek yemeleri ve bunun bir nevi festival şeklinde yaşanması devletin kudretini en iyi şekilde göstermekteydi. Bu görsel şölen gövde gösterisine dönüştürülmek için çoğu zaman yabancı elçiler Ulufe Divanı günü kabul edilirdi.

Antoine Ignase Melling’in, gravürü de bu sahneyi konu alıyor. Meydan’a dizilmiş yeniçerilerin maaşları hazineden çıkarılırken bir yandan da Matba-ı Âmire’den yemekler servise hazırlanıyor.

Eğer bahsedildiği gibi bir elçi kabulü gerçekleşecekse, divan toplantısı bittikten sonra Divan-ı Hümayun’da kurulan sofra sayısı beş olurdu ve bu sofraya elçilik heyeti de otururdu. D’Ohsson’un çalışmasındaki “Divan-ı Hümâyûn’da Yemek” gravürü de bu ânı canlandırıyor. Dikkatle incelendiğinde, sadrazam baş köşede oturuyor ve elçilik heyetinin başındaki elçilerle beraber yemek yiyor. Heyetteki diğer elçiler de Divan’ın diğer üyeleriyle beraber yemek yiyor. Beş sofranın kurulu olduğu da anlaşılıyor. Sadrazam baş köşede oturuyor, hemen üzerinde ise padişahın, zaman zaman divan toplantılarını arkasından dinlediği pencerede, sulüeti belli belirsiz görülüyor…