- Osmanlı’nın çok amaçlı yapısı

Adsense kodları


Osmanlı’nın çok amaçlı yapısı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 28 June 2012, 04:17 pm GMT +0200
Osmanlı’nın çok amaçlı yapısı
Önder KAYA • 63. Sayı / TARİH


Yedikule Hisarı, İstanbul’da bir semte adını veren tarihi yapılarından biri. Hisar, adını sahip olduğu yedi adet kuleden alıyor. Esasen hisarın bulunduğu alan Bizans İmparatorluğu zamanında İstanbul’u savunmak amacıyla oluşturulan savunma ağının bir parçasıydı. Bugünkü Yedikule Hisarı’nın bir parçası konumundaki dört kule, Bizans devrinden kalma. Fatih bu dört kuleye 1457-1458 yıllarında, iç kesimde üç kule daha ilave ederek bugünkü hisarın temellerini atmıştı ve Yedikule’yi, hem hazinenin hem de bazı mahkûmların muhafazası için yaptırtmıştı. Nitekim hisardan içeri girdiğinizde sağ tarafta (Topkapı cihetine bakan kısımda) bulunan kulenin adı “Hazine Kulesi”dir. Sol tarafa (Marmara Denizi tarafı) düşen kule ise yabancı esirlerin tutulduğu “Kitabeler Kulesi” olarak bilinir. Kulenin bu şekilde adlandırılma nedeni muhtelif yerlerinde yabancı esir ya da rehin tutulan elçilerin duvarlara kazıdıkları yazı ve şekillerin varlığıdır. Burada tutulan Batılı tutsakların bir kısmı esir muamelesi görürken, bir kısmı da rehin muamelesi görmüş ve çok daha iyi şartlarda yaşamışlardı. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti savaşa girdiği ülkenin İstanbul’daki elçisini savaş bitene kadar zorunlu olarak Yedikule’de ikamet ettiriyordu. Nitekim 18. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devleti’nin mücadele halinde olduğu iki ülkenin büyükelçisi konumundaki Rus elçisi Oberskov ve Fransız elçisi Ruffin, bir müddet burada tutulmuşlardı.

Müslüman tutuklular ise kapı girişinin tam karşısına denk düşen “Altın Kapı”nın sağ ve sol tarafında bulunan pilonlarda tutulurlardı. Pilon, anıtsal bir kapının sağ ve sol tarafına inşa olunan büyük kulelerdir. Marmara Denizi tarafında yer alan pilonda ayrıca çeşitli seyahatnamelere de konu olan “Kanlı kuyu” bulunuyordu. Bugün de görebileceğiniz bu kuyu, yabancı seyyahların hayal gücüne malzeme teşkil etmişti. Güya bu kulede gerçekleştirilen idamlar, kuyu başında infaz edilir ve kesilen kelleler ile beden, bu kuyudan Marmara’ya atılırdı. Aslı astarı olmayan söz konusu hikâyeyi bir yana bırakalım. Lakin bu ve sağındaki pilon, başta Sultan Genç Osman olmak üzere pek çok Osmanlı devlet adamının son nefeslerini verdikleri yer olacaktır. Bunlar arasında diğer akla gelenler Fatih’in sadrazamı olan Mahmud Paşa, Genç Osman’ın ölümünde başrol oynayan ve sonrasında tutuklanarak aynı yerde can veren sadrazam Kara Davut Paşa, Köprülü Mehmed Paşa’nın rakibi Deli Hüseyin Paşa’ydı. Fatih’in ilk sadrazamı olan ve fetih sonrasında siyaset olunarak ortadan kaldırılan Çandarlı Halil Paşa da bir rivayete göre Edirne, bir diğer rivayete göre ise bu mevkide önce hapsedilmiş, sonrasında boğdurulmuştu. Ancak Çandarlı boğdurulurken henüz Yedikule hisarı yapılmadığına göre, bu iş için mekân olarak pilonlar seçilmiş olmalı.

Seyahatnamelerde Yedikule
Hisar adından seyahatnamelerde de sıklıkla bahsettiriyor. Hatta denebilir ki İstanbul’u ziyaret edip de Yedikule’ye bir vesile ile değinmeyen seyyah yok gibidir. Bunlardan biri olan ve 1578-1581’de İstanbul’da bulunan Alman Salamon Schweigger, Yedikule’nin bu dönemdeki en önemli misafirinin Tunus beyi Mulay Muhammed olduğunu zikreder. Kendisi, 1574’te Tunus’un Osmanlı hâkimiyetine girmesi sırasında esir alınarak İstanbul’a getirilmiş ve Yedikule’ye hapsedilmişti. Her şeye rağmen buradaki yaşam şartlarının sâbık Tunus Sultanı açısından çok da kötü olmadığını söyleyebiliriz. Zira Schweigger, Sultan’ın kale içinde serbestçe dolaşabildiğini, ancak hisar dışına çıkmasına izin verilmediğini bildirir.

Yedikule’deki hapis şartları IV. Mehmed (1648-1687) zamanına gelindiğinde biraz daha hafifliyordu. Belki de koşullar bazı özel tutuklular için ve bazı özel durumlara mahsus olarak hafifletilmişti. Zira bu devirde İstanbul’da bulunan Josephus Grelot’un seyahatnamesinde, bir elçinin ya da İstanbul’daki seçkin bir kişinin kefil olması karşılığında, hatırlı mahkûmların sur çevresinde gezinmesine, hatta birkaç günlüğüne şehrin dışına çıkmasına dahi izin verildiği kayıtlıydı. Yine onun nakline göre Hıristiyan esirlerin Yedikule içinde şapele dönüştürülen küçük bir alanda, dinî ayinlerini yapmalarına da müsaade edilmekteydi. Bu şapel, muhtemelen genellikle yabancı elçilerin hapsedildiği Kitabeler Kulesi’nde olsa gerek.

Hisar 18. yüzyıl başlarında yeniden önemli gelişmelerin gündemine oturuyordu. 1703’te meydana gelen Edirne Vak’ası sonrasında, Sultan II. Mustafa’nın üzerindeki nüfuzunu kullanarak bir takım yolsuzluklara imza atan Şeyhülislam Feyzullah Efendi canını, sultan II. Mustafa da tahtını kaybedecekti. Feyzullah Efendi’nin oğulları da Yedikule’ye getirilerek hapsedildi. En büyük oğlu Fethullah Efendi, buraya hapsedildikten sonra, alınan emir doğrultusunda hisar içinde bulunan bir erik ağacının altında başı kesilmek suretiyle idam edilmişti. Feyzullah Efendi’nin diğer çocukları ise Magosa’ya sürülecekti.

1711’deki Prut Savaşı öncesinde Rus çarı I. Petro ile yazışan Boğdan beyi Mihail de, İstanbul’a getirilerek Yedikule’ye hapsedilmişti. Ancak bu gelişmelerden ibret almayan Eflak Beyi Konstantin, kendi adına para bastırıp bazı Batılı devletlerle ittifak teşebbüslerinde bulununca, iki yüz kadar adamı ve çoluk çocuğu ile Yedikule’ye hapsedilmişti. Bu denli kalabalık bir grubun hisarın içinde hapsedilmesi, Yedikule’nin barındırabileceği tutuklu kapasitesi hakkında da bize fikir verebilir. İki ay kadar burada kalan Konstantin, bir Divân toplantısı sonrasında Yalı köşkü önünde başı vurulmak suretiyle idam edildi.

1715 Osmanlı-Venedik savaşı sırasında da muharebe çıktığında Venedik topraklarında bulunan Bosnalı Osmanlı vatandaşları dönene kadar Venedik elçisi Seddülbahir’de tutulurken, adamları Yedikule’ye hapsedilmişti.

Edmondo de Amicis 1874’deki İstanbul seyahati sırasında hisarı “Bastille Fransa için, Londra Kulesi İngiltere için neyse, Yedikule de Türkler için odur” ifadesi ile okuyucularına tanıtır. Yine onun ifadelerinden hisarın içinin biraz bakımsız olduğunu ve bunun sonucunda servi ve çınar kümelerinin boy attığını öğreniriz. Bu ağaçların arasında ise Fatih mescidinin minaresi, kale muhafızlarının kaldıkları barakalar ve Deli Hüseyin Paşa’nın mezarı bulunmaktaydı.

Başka seyyahların da bahsettiği üzere hisar içinde dikkatleri çeken bir diğer unsur da Deli Hüseyin Paşa’nın giriş kapısının tam karşısına denk düşen ve Altın kapı yakınında bulunan mezarıydı. Hüseyin Paşa, Sultan IV. Murad zamanında sivrilmiş, Mısır, Bosna ve Bağdat gibi önemli merkezlerde valilik yapmış ve çok kısa süreli olarak da sadarete getirilmiş başarılı bir devlet adamıydı. En büyük talihsizliği ise IV. Mehmed devrinde iktidarın iplerini eline alan Köprülü Mehmed Paşa tarafından politik hasım kabul edilmesiydi. Bu durumun etkisiyle Rumeli Beylerbeyliği vazifesindeyken sadrazam tarafından bir takım yolsuzluklar yaptığı gerekçesiyle İstanbul’a çağrılarak sorgulanacak ve akabinde de Yedikule Hisarı’na götürülerek idam olunacaktı. Mezarından bugüne iz kalmamıştır.

Amicis, okurlarına aslı astarı olmayan ancak Batı’da oldukça rağbet gören bir takım bilgileri vermeyi de ihmal etmiyor. Mesela bunlardan birine göre, güya Osmanlı Devleti’nde ulemanın kanının toprağa dökülmesi caiz olmadığından, bu kişiler büyük bir havana konuluyor ve kemikleri kırılıncaya kadar dövülüyorlarmış ki, söz konusu havanı hisardaki kulelerden birinde görmek mümkünmüş.

Hisarın bir diğer fonksiyonu da yazının başında belirttiğim üzere hazine muhafazası için kullanılmasıydı. Fatih zamanından itibaren, bu fonksiyonunu ifâ etmişti. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı’ndan sonra İran seferinden beraberinde getirmiş olduğu hazineyi burada muhafaza ettiği biliniyor. Ancak bu hazine, önce Kanuni devrinde, akabinde de II. Selim’in devr-i saltanatında büyük ölçüde harcanmıştı. 3. Murad zamanında ise Yedikule’deki mahkûmların ve hazinenin muhafazasından 250 asker sorumluydu. Hisarda bulunan kulelerden birinde külçe altınlar ve para, birinde silah, zırhlar, mücevherlerle süslü eyer ve koşumlar, bir diğerinde de resmî evrakların bulunduğunu biliyoruz. Bu dönemden itibaren hisardaki hazine, Topkapı sarayına taşınmaya başlanacaktı.

19. yüzyılda Yedikule Hisarı
Yedikule Hisarı’nın içinde 20. yüzyıla kadar son derece canlı bir yaşam vardı. Fatih Sultan Mehmed hisarı inşa ettirdikten sonra burayı hazine muhafazası ve bazı durumlarda da hapishane olarak kullanmıştı. Bunun sonucunda ister istemez Yedikule surları içinde muhafızların ikameti amacıyla bir mahallenin temelleri atılacaktı. Hisarın giriş kapısının tam karşısına denk düzen Altın Kapı’nın yamacına Hisar Ağa’sının ikameti için bir konut yapılırken, muhafızlar için de bir takım yapılar inşa olunmuştu. Bu yapı faaliyetlerinin merkezinde ise, hisarı yaptıran padişahın adını taşıyan Fatih mescidi bulunmaktaydı.

Mescidin kalıntılarına bugün de tesadüf etmek mümkün. Daha doğrusu mescidin sadece minare temeli ve gövdesi ile buna bitişik bir durumdaki kitabesiz çeşmesini görebilirsiniz. Bu bakıyeler de 1945-46 yıllarında Eski Eserleri Koruma Encümeni tarafından bir dereceye kadar kurtarılabilmişti. Mescid, Ayasofya vakfına bağlı olarak inşa olunmuştu ve İzzet Kumbaracılar’ın verdiği bilgiye göre de inşa tarihi 1453’tü. Mescidde bir imam, bir sermahfil, üç devirhan, bir müezzin, bir kayyum ve bir ferraşın görevli olduğu da yine aynı araştırmacı tarafından zikrediliyor. Yapım tarihi göz önüne alındığında İstanbul’un en eski yapılarından olan bu mescid, 19. yüzyıl sonlarında önce fişek imalethanesi ve eşya deposu olarak kullanılmış, sonrasında ise Tophane-i Amire idaresi tarafından yıktırılmıştı. Eski gravürlerden anlaşıldığı kadarıyla yapı, esas binadan daha geniş bir son cemaat yerine sahip olup, ahşap çatılı bir mabeddi.

Zaman içinde ve muhtemelen hisarın içinde yer alan görevlilerin ailelerinden oluşan kalabalık bir mahallenin teşekkül ettiği biliniyor. Hatta 18. yüzyılda Darüssaade Ağası olan Hacı Beşir Ağa tarafından, caminin bitişiğine bugün izi kalmamış olan bir mektep dahi yaptırılmıştı. Lakin mahallenin akıbeti meçhul. Bu konuda “İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı”nda bir makale kaleme alan Semavi Eyice, İstanbul’daki pek çok mahalle gibi buranın da bir yangın sonrasında ortadan kalkmış olabileceğini savunuyor ve hatta 1782 yılının da bu konuda önemli bir milad teşkil edebileceğinin altını çiziyor. Söz konusu tarihte İstanbul’un farklı semtlerinde, farklı dönemlerde çıkan iki yangın Yedikule’ye kadar uzanmış ve bölgeyi etkilemişti. İşte hisar içindeki mahalle de, bu yangınlardan birinde ortadan kalkmış olabilir.

Tarihsel süreçte hisar içindeki tek eğitim faaliyeti, Beşir Ağa’nın yaptırdığı mektepten ibaret değildi. 1869’da Mithat Paşa’nın da 1896’ya kadar yaşayacak olan bir İnas Sanayi Mektebi, yani Kız Sanat Okulu inşa ettirdiğini biliyoruz. Ünlü Ermeni müellif İncicyan 19. yüzyıl başlarında hisar hakkında bilgi verirken, buraya yabancıların girmesinin yasak olduğunun altını çiziyor. Bu yüzyılın ortalarına doğru söz konusu mektebin faaliyete geçmesi, hisarın da umuma açık bir yer haline geldiğini gösteriyor. Bunun da en temel nedeni Yedikule’nin II. Mahmud’un devr-i saltanatından itibaren artık hapishane olarak kullanımından vazgeçilmesiydi. Okulun faaliyetine son vermesinde ise muhtemelen hisarın 1895’te Müzeler Umum Müdürlüğü’ne devredilmesinin önemli ölçüde payı olmalıdır. 1931’de bölgede kazı çalışmaları yapıldığını, 1959’da da Yüksek Mimar Cahide Tamer başkanlığında bir restorasyon çalışmasına girişilerek bunun sonuçlarının yayınlandığını biliyoruz.

Yedikule hisarı halen ziyarete açık. Hem Osmanlı tarihini tüm canlılığı ile duyumsamak, hem de Marmara denizi ve Adalar’ın o eşsiz manzarasını surların üzerinden seyretmek isterseniz, yolunuzu bir vesile ile Yedikule’ye düşürün.

Kaynakça
- Semavi Eyice; “Yedikule Hisarı ve Avlusundaki Fatih Mescidi”, İstanbul Arkeoloji Müzesi Yıllığı, sayı: 10, İstanbul 1962.
- Josephus Grelot; İstanbul Seyahatnamesi, çev. Maide Selen, İstanbul 1998.
- P. Ğ. İncicyan; 18. Asırda İstanbul, çev. Hrand D. Andreasyan, İstanbul 1976.
- İzzet Kumbaracılar-Cahide Tamer; Yedikule, İstanbul 1995.
- Salamon Schweigger; Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, çev. S. Türkis Noyan, İstanbul 2004.
- Hayri Fehmi Yılmaz; “Yedikule Hisarı ve Zindanı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, s. 460-462.