- Osmanlı kadınının misafirperverliği

Adsense kodları


Osmanlı kadınının misafirperverliği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
aysegul999
Thu 30 July 2015, 04:14 pm GMT +0200

OSMANLI KADINININ MİSAFİRPERVERLİĞİ

Meltem ALTUNTAŞ

Mayıs 2015 116.SAYI


Avrupa’nın Osmanlı ve Müslümanlara ilgisi on asır öncesine uzansa da Avrupa ve Osmanlı iki farklı kutbu temsil ettikleri için bu ilgi hep sınırlı kalmıştır. w1717 yılında bürokrat eşiyle İngiltere’den Osmanlı topraklarına gelen Lady Mary Montagu, neredeyse Osmanlı coğrafyasına bu seviyede gelen ilk kadındır. Hem kadın hem de bürokrat eşi olması dolayısıyla daha önceki seyyah ve bürokratların gördüklerinden çok daha fazla yer görme ve irtibat kurma imkanı bulmuştur.
Belgrad, Edirne ve İstanbul’da gördüklerini mektuplarla arkadaşlarına anlatır Lady Mary. Asırlardır Avrupalı seyyahların yalan yanlış yazdığı seyahatnamelerden dolayı Türklere ön yargılı olan Lady Mary kendilerine anlatılanların aslında gerçek dışı olduğuna şahit olur. Bunu da yazdığı mektuplarla açıkça ifade eder. Madam Rich’e Belgrat’tan yazdığı mektuba öncelikle arkadaşının yanlış bilgilerini düzelterek başlar. İfadelerden anlaşıldığına göre Madam Rich o uydurmalı, abartılı hikayeleri sormuş fakat gerçeği gören Lady Mary onu şöyle cevaplamıştır: “Mektubunuz baştan sona yanlışlarla dolu! Türkler hakkındaki düşüncelerinizi Yazar Dumont’ta görüyorum. Çünkü o da pek çok yanlışlığı kesin doğru olarak yazmış. Burada Levant (ticaret için Akdeniz kıyılarına gelen yabancılar) seyahatnamelerini okumak eğlendiriyor. Bunlar çoğunlukla gerçeklerden uzak ve saçmalık dolu, beni gerçekten güldürüyorlar.” Lady Mary, bu ifadelerle arkadaşının yanlış bildiği şeyleri düzeltirken bu tür bilgilerin nasıl ortaya çıktığını anlatarak mektubuna devam eder: “Yazarlar bu seyahatnamelere, hiç görmedikleri kadın haberleri ilave etmekten ve aralarına hiç alınmadıkları erkek toplantıları hakkında çene çalmaktan geri kalmıyorlar. İçlerine hiç giremedikleri camileri tasvir ediyorlar. Türkler çok gururlu insanlardır ve ülkesinde hatırı sayılır birisi olduğunu bilmedikleri bir yabancıyla ilgilenmezler bile. Ben üst tabaka mensuplarından bahsediyorum. Siz, sıradan insanlarla temasın halkın ruhu hakkında nasıl bir görüş yansıtacağını kolayca tasavvur edebilirsiniz.”

AVRUPA SARAYLARINDA BİLE BU NEZAKET YOK

Osmanlı hakkında birçok detaya şahit olan Lady Mary’nin dikkatini çeken konulardan biri de sosyal hayatta Osmanlı kadınlarının tutum ve davranışlarıdır. Bunları da Bayan Rich’e yazdığı mektupta şöyle dile getirir: “Üzerimde binici üniforması olan kıyafetim vardı ve haliyle hamama girince kadınlar çok şaşırdılar fakat hiçbiri en ufak bir garipseme ya da utanmazca bir merak belirtisi göstermedi. Aksine her biri son derece nazik karşıladı, hanımların yabancı bir kadına böylesine ahlaklı ve nazik davranacakları bir Avrupa sarayı tanımıyorum. İçeride birçok hanım vardı fakat bizim toplumlarımızda modaya uygun giyinmemiş birisi görüldüğünde çok sık rastlanan ne alaycı bir bakış ne de alaycı bir fısıltı gördüm. Karşımda sık sık, ‘Güzel, pek güzel!’ diyorlardı. Alçak sofalar (sedir), üzerlerinde hanımların oturduğu minder ve zengin halılarla döşeliydi. Arkalarındaki yüksek kerevetler cariyelerine mahsustu. Fakat elbiselerinde statü farkı yoktu. Hiçbir güzellik ya da hiçbir çirkinlik gizlenmemişti fakat gene de en ufak gereksiz bir tebessüm ya da terbiye dışı bir hal görmedim.”

SADRAZAMIN EVİNE DAVET EDİLİŞİ

Lady Mary’nin gördükleri sadece bunlardan ibaret değildir. İstanbul’da birçok farklı meclise davet edilir, sokakta ve evlerde insanların tavırlarını gözlemler. Özellikle sadrazamın eşinin kendisini davet ettiği yemekte yaşadıklarını Kontes Mar’a yazdığı mektubunda şöyle anlatır: “Sadrazamın zevcesi beni öğlen yemeğine davet etti ve ben de büyük bir zevkle daha önce hiçbir Hristiyan kadına verilmemiş böyle bir ziyafete hazırlandım. Oda hizmetçim ve tercümanım eşliğinde Türk faytonuyla gittim. Siyah hadım ağa beni kapıda karşıladı. Güzel giyinmiş cariyerin iki sıra halinde ayakta durdukları çeşitli odalardan geçirdi. Bu odalardan ilkinde hanımefendiyi samur kürk bir ceket içinde divanda oturuyor buldum. Bana doğru geldi ve çok büyük bir nezaketle yarım düzine kadar bayan arkadaşına takdim etti. Evinin fazla ihtişamlı olmamasına şaşırdım. Mobilyalar şöyle böyle, cariyelerin sayısı ve kıyafetleri hariç değerli hiçbir şey yok görünüyordu. Kafamdan geçenleri anlamış olacak ki artık parası ve zamanını gereksiz şeylere sarf edecek yaşı çoktan geçtiğini, kendisini hayır işlerine adadığını ve bütün zamanını ibadetle geçirdiğini söyledi. Bu konuşmada herhangi bir yapmacık taraf yoktu. Çünkü kendisi ve eşi tamamen ibadete yönelmişlerdi.”
Sadrazamın köşkündeki bu sade karşılamadan sonrasını ise şöyle anlatır: “Öğle yemeğine kadar bana hoşça vakit geçirtti. Yemekte tabaklar arka arkaya dizildi. Türk usulü sofra mükemmel hazırlanmıştı, bunun çok hoşuma gittiği belki size anlatılmıştır. Belgrat’ta üç hafta bize kendi aşçılarının hazırladığı çok güzel yemekler ikram eden bir efendinin evinde oturduğumdan, yemeklerin kalitesini çok iyi değerlendirebiliyorum. Salçalar çok acı ve etler de çok kızartılmıştı. Çoğu kere özel acı baharat kullanıyorlar. Çorba en son yemek. Etli ve salçalı yemekleri (yahni) bizimkiler gibi çeşitli. Bu iyi niyetli hanımefendinin bana tattırmak istediği bütün yemeklerden yiyemediğim için üzgünüm.
Ziyafet; saygının büyük işareti olan kahve ve güzel kokularla sona erdi. İki cariye diz çökerek elbiselerime ve mendilime güzel kokular serptiler. Teşekkür ettim ve daha sonra da vedalaştım. Geldiğim şekilde beni
geçirdiler.”

KAHYANIN EŞİ FATIMA’YI ZİYARET

İstanbul’da çeşitli görüşmelere devam eden Lady Mary’e tercümanı, sadrazam vekili sayılan kahyanın karısına da bir ziyarette bulunmasının yerinde olacağını söyler. Bu tavsiye üzerine ziyarete giden Lady Mary bu ziyarette yaşadıklarını da Kontes Mar’a şöyle anlatır:
“Ev son derece temiz ve gösterişliydi. Kapıda beni iki hadım ağası karşıladı. İçeride üç basamak yüksekliğinde ve İran halılarıyla döşeli divanda kahyanın karısı beyaz atlas üzerine işlemeli yastıklara dayanmış halde oturuyordu. Beni karşılamak üzere ayağa kalktı, elini kalbinin üzerine koyarak hiçbir saray terbiyesinin kendisine asla veremeyeceği asil bir vakarla kendi usulünce beni selamladı. Bana yastık vermelerini emretti ve şeref yeri olan sedirin köşesine oturttu. Zarif ve vakur, bütün donukluklardan uzak, asil, iyi eğitimli, tabii davranışları dikkat çekiciydi. Bir an, Avrupa’nın gelenekleri en köklü tahtına oturtulsa gören herkesin onun kraliçe olarak doğduğunu ve eğitildiğini itiraf edeceğine eminim. Üstelik de eğitimini bizim barbar olarak adlandırdığımız bir ülkede almış olmasına rağmen!
Daha sonra dört cariye ellerinde hoş kokulu gümüş buhur kaplarıyla odaya girdiler ve odayı amber, aloe ve diğer kokularla doldurdular. Bunun arkasından diz çökerek bana altın yaldızlı gümüş, zarif Japon porseleni fincanlarla kahve ikram ettiler. Bu ziyaretim boyunca tatlı Fatıma (kahyanın eşi) beni en nazik şekilde ağırladı ve çok hoş vakit geçirtti. Bana sık sık “Güzel Sultanım” diyordu ve vakur bir eda ile benim kendisiyle dost olmamı rica etti ve benimle benim dilimde sohbet edemediği için üzüntülerini ifade etti.
Ayrılmak üzere izin istediğimde iki kız, gümüş sepetler içinde kenarlar işlemeli fularlar getirdiler. Fatıma benden en zengin işlemeli olanını onun hatırı için kullanmamı rica etti ve diğerlerini tercümanım ve oda hizmetçime hediye etti. Beni kabul ettiği gibi merasimle uğurladılar. Bir süre adeta Hz. Muhammed’in vadettiği cennette bulunmuşum gibi bir tesir altındaydım. Gördüğüm her şeyden çok etkilenmiştim.”