- Oruç bahsi

Adsense kodları


Oruç bahsi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Mon 20 June 2011, 02:04 pm GMT +0200
ORUÇ BAHSİ


529- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Oruç (insana) bir kalkandır. (Günahtan veya cehennemden insanı korur)-. Sakın oruçlu kimse kötü söz söylemesin, cahilane konuşup münakaşa etmesin. Bir kimse oruçlu olanla dövüşme ve sö-vüşmeye kalkışırsa ona iki defa, ben oruçluyum, desin. (Ona muka­belede bulunmasın). Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ede­rim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan da­ha hoştur. - (Allah Tealâ buyurur ki): Benim kulum benim için ye­mesini, içmesini ve şehevî arzularını terketmiştir. Oruç ancak be­nim yüce şanıma mahsus (kulumla aramda) bir ibadettir. O halde onun mükâfatını ben vereceğim, (bunun sevabı hesapsızdır). Diğer ibadetlerin sevabı ise, bire karşı on kattır.»

Mütercim :

gözünü , gerçekten lüzumsuz şeylerden dilini, cehennemden kalkan demektir" Anın kokusu?sundan üstündür. Onun için ikindiden sonra, Aiian tarafından münacata davet edilmişti. Otuz gün oruç tamamlanınca, Hazreti Musa ağzındaki kokuyu gidermek için misvak kullandığından Allah tarafından kendisine şöyle buyruldu. Ey-Mûsa! Mademki katımda makbul olan'otuz gün oruç tutman sebe­biyle ağzında hasıl olan kokuyu giderdin, on gün daha ilâve ederek kırk günü tamamla da ağzının kokusu ile münacata gel. Kur'an-ı Ke­rimde geçen ve otuz günün kırk güne tamamlanması ile ilgili ayet bu hikmete bir nevi işaret sayılabilir.

Bir de orucun düşük, orta yüksek olmak üzere üç mertebesi.var­dır. En düşük derecesi, yemekten, içmekten ve şehevî arzulardan nef­si korumaktır. Orta derecesi, göz kulak ve diğer azaları günah sayı­lan şeylerden korumaktır. En yüksek derecesi de, kalbi lüzumsuz ve boş şeylerden uzak tutup daima Allah'ı zikir ile meşgul etmektir.

 

530- Sehl (R.A.) den rivayet edilmiştir:

«Cennetin Reyyan adında bir kapısı vardır. Oruç tutanlar kıya­met gününde bu kapıdan gireceklerdir. Oruç tutanlardan başka hiç kimse, bu kapıdan giremeyecektir. Mahşer günü, oruç tutanlar nere­de? diye çağırılır. Bütün oruç tutanlar ayağa kalkıp adı geçen Rey­yan kapısından cennete girerler; onlardan başka hiç kimse bu kapı­dan giremez. Sonra oruçlular girince, o kapı kapanır. Artık başka hiç kimse o kapıdan giremez.»

Mütercim:

Reyyan, susamışın zıddıdır. Suya kanmış olan demektir. Oruçlu kimsenin hararetinden ciğeri yandığı cihetle fazla susayacağmdan ahirette bunun zıddı ile isimlenen Suya kanmış = Reyyan kapısın­dan içeri girmesi gerçekten çok uygun düşmektedir.

 

531- Ebû Hüreyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

«Her kim Allah yolunda (aynı cinsten) iki şey verirse cennet ka­pılarından (görevli melekler tarafından) ona şöyle seslenilir;

— Ey Allah'ın (sevgili) kulu En iyisi budur! (buradan gir.) Na­maz ehlinden olan kimse, Salât (namaz) kapısından çağırılır. Cihad ehlinden ise, Cihad kapısından çağırılır. Oruç ehlinden ise, Reyyan kapısından çağırılır. Sadaka ehlinden ise, Sadaka kapısından çağrı­lır.»

Sonra Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu Anh), ya Resûlallah, a-nam-babam sana feda olsun! Anlaşılıyor ki, bir özelliği olan kulun kendisine ait bir kapıdan girmesi ona bir ikram ve şereftir. Acaba cennetin bütün kapılarından davet edilip de (dilediği kapıdan) cen­nete girecek biri varmıdir? Hazreti Peygamber cevaben:

«Evet, umarını ki sen de onlardan olacaksın!» buyurdu.

Mütercim:

Bazı .kimseler istedikleri herhangi bir kapıdan cennete girecek­lerdir. Çünkü kapıların hepsinden ayni zamanda içeri girmek müm­kün değildir. Alimler böyle tevil etmişlerdir. Fakat dünyada bile ve­liler için hal değişikliği ve ayrı ayrı vücud teşekkülü mümkün olduğu gibi, ahirette de bu halin meydana gelmesiyle bir anda bütün kapılar dan içeri girmek mümkün olur, diye hatıra gelir ve tevile lüzum kal­mayarak bu hadis'i şerife mana verilebilir. Allah ve Resulü en iyi bi­lendir.

Bazı tasavvuf kitaplarında bir veli, ruhaniyetin kuvveti sebebiy­le dünyada kırk adede kadar hal ve vücud değişikliği yapabilir. Ahi­rette ise yetmişe kadar tasarrufa eahip olur, diye yazılıdır.

 

532- Ebû Hüreyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

«Ramazan ayı gelince cennet kapıları açılır.» (Ramazan ayında oruç tutanlar için cennette makamlar hazırlanır, yahud ramazanda ölen müminler doğrudan doğruya cennete girerler).

 

533- Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet edilmiştir:

«Ramazan ayı girince gök kapıları (cennet kapıları) açılır, ce­hennem kapıları kilitlenir, şeytanlar da zincire vurulur.»

(Ramazan ayında oruç tutanlar için cennet kapıları açılır, cehen­nem kapıları kapanır. Oruçlular cehennem yüzü görmezler. Şeytan­lar, insanları kandırıp saptırmak için vasıta olarak kullandıkları yi­yecek, içecek ve şehevî arzular gibi şeyler ramazanda saklı ve bağlı bulundukları cihetle şeytanlar da bağlı demektir. Yahud rahmet kapıları açılır ve azab kapıları kapanır, şeklinde de tevil edilir.)

 

534- İbni Ömer (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ramazan ayı hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutunuz. Şevval hilâlini gördüğünüz zaman iftar (bayram) ediniz. Eğer hilâli görme­nize bulut engel olursa, ayı (30 Ogün olarak) hesaplayın (Şaban ayını otuza tamamlayarak oruç tutmaya başlayın ve ramazan ayını da otuza tamamlayarak bayram edin.)»

 

535- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Her kim ramazanı, inanarak ve Allah rızası için ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır.»

 

536- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Her kim inanarak ve Aîlah rızası için ramazan ayını oruç tu­tarsa, geçmiş günahları bağışlanır.»

Mütercim ;

Bu iki hadîs-i şerifin zahirlerine bakılınca, büyük ve küçük bü-i-ün günahlar, kul haklan ve cinayet gibi suçlar da bağışlanır, hük­mü, çıkar. Fakat bu hususta varid olan diğer hadisi şerifler bu mut­lak hükmü «büyük günahlardan sakındıkça» kaydına bağlamıştır ki, bundan yalnız küçük günahların bağışlanacağı anlaşılmaktadır. Büyük günahlar ise, tevbe ve istiğfar etmekle, kul haklan helallaşmak-la bağışlanır. Yahud Allah'ın dilemesine bağlıdır. Ehli sünnet inan­cında «Allah bütün günahları bağışlar» mealindeki ayeti kerime uyannca Allah Tealâ Hazretlerinin lütuf ve keremi, rahmet ve mağ­fireti çok geniş olduğundan tevbe ve-istiğf arsız da büyük günahlan bağışlaması muhtemeldir, dediler.

Bir de dikkat edilmelidir ki, affetmek başka şeydir, mağfiret et­mek başka şeydir. Mağfiret demek, kişinin işlemiş olduğu günah­lardan asla sorumlu olmaması ve amel defterinden tamamen silin­miş bulunması demektir. Allah'ın affına kavuşmuş olmak da, hesap gününde amel defterinde günahların mevcut, olması ve bunlar yü­zünden kulun azarlanıp sonunda affedilmiş olması demektir.

Bunun için akaid kitaplarında, şirkten başka bütün büyük gü­nahların affı caiz olduğu gibi, yalnız küçük günahlardan dolayı ku­lun azab görmesi de caizdir, denmektedir. Çünkü Allah dilediğini yapar; iradesinde hürdür. «Dilediğini yapar ve dilediği hükmü ve­rir.»

Semavi dinlerin hepsindeki yüksek gaye ve maksad, Allah Tea­lâ Hazretlerini ortak ve benzerlerden tenzih etmektir. Bu gerçeği kullara ulaştıran ve tebliğ eden peygamberlere iman ederek indiri­len semavî kitaplann emirleri uyarınca amel edilmiştir. Bütün semavî kitaplan tasdik etmekle beraber onların hükümlerini kaldı­ran enson hak kitap Kur'andır. Kur'anı kerim'e iman ederek onun emirleri uyarınca hareket edilmesi suretiyle insan ve cinler ancak kurtuluşa ererler. Yoksa yalnız tevhid ile yahud Allah'ı şirkten tenzih etmekle kurtuluş olmaz. Fakat son peygamber Muhammed aleyhissalâtü vesselam efendimizin Allah'dan getirmiş olduğu her şeyi kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve itiraf eden kimse, mümindir, muvahhiddir, müslimdir. Amel yönü, büyük ve küçük günahlar iş­lemesi hususu Allah'ın affetmesine veya ahirette cezalandırmasına bağlıdır.

 

537- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Ramazanda yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmayan kimsenin (oruçluyum diyerek) yemesini, içmesini bırakmasına Al­lah'ın ihtiyacı  (iltifatı)  yoktur.»

Mütercim :

Ramazanda yalan söylemek, gıybet etmek, iftirada bulunmak, harama bakmak gibi günahlar, bu hadîs-i şerifin zahirine binaen bazı-alimlere göre orucu bozarlar. Doğrusu bu günahlardan dolayı oruç bozulmaz; orucun fazileti ve sevabı eksilir.

Bir de bu hadîs-i şerife bakarak Ramazan'da yalan söyleyen ve günah işleyen kimsenin orucunu bozması gerekmez. Günahlardan Ramazanda daha çok kaçınmanın lüzumuna ve Ramazan'a diğer ay­lardan çok hürmet etmeye işaret için hadîs-i şerif bir ihtardır.

 

538- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretleri buyurdu îii: Oruçtan başka insanoğlu­nun işlediği bütün ameller kendisinin, Oruç ise benimdir onun seva­bını ben vereceğim, (katımda onun özel mükâfatı vardır). Oruç, oruçlu için bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu bulunduğu günde yalan ve kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Eğer kendisine birisi kötü söyler veya kavga ederse, ben oruçluyum, desin (ve böylece ki­barca onu başından savsın). Muhammed'in canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim kî, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.

Oruçluyu sevindiren iki sevinç vardır: İftar yaptığı zaman se­vinir ve Rabbisiyle buluştuğu zaman da (alacağı büyük mükâfat­tan ötürü) orucu ile sevinir.»

Mütercim :                                                                           .

Bu hadîsi şerifin özü: Oruç, Allah ile kul arasında sırdır. Onun sevab ve mükâfatı diğer ibadetler gibi sayı hesabı ile değildir. Oru­cun mükâfatı hesapsız olarak verilecektir.    Yahud «onun mükâfatı,.

benim» rivayeti bulunduğundan mânası, orucun mükâfatı diğer iba­detler gibi sevab ve cennet olmayıp Allah'ın cemalini görmekle se­vinmiş olmaktır.

 

539- Abdullah (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Evlenme imkânına sahip olan kişi evlensin; çünkü evlilik gözü haramdan daha çok korur, ırzı daha iffetli kılar. Evlenmeye gücü yetmeyen oruca devam etsin, çünkü oruç şehvetini keser,  (böylece harama düşmekten kurtulmuş olur).»

 

540- İbni Ömer (R-A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Arabi aylar yirmi dokuz gün çeker. Hüâl görmedikçe oruç tutmayınız. Eğer size bulut gibi bir engel çıkarsa, (Şaban ayını) otuza tamamlayın.»

 

541- Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) der ki: Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Ramazan için­de bir ay zevcelerinin hücrelerine girmemek üzere yemin edip çar­dağına çekilmişti. Sonra yirmi dokuz gün geçince Hazreti Aişe'nin hücresini şereflendirdiler. Hazreti Aişe: Ya Resûlallah, siz bir ay için yemin etmiştiniz; halbuki henüz yirmi dokuz gün geçti? dedi. Buna cevaben Hazreti Peygamber: «(Arabi) aylar yirmidokuz da çeker.» buyurdular.

Mütercim:

Hazreti Peygamber ailelerinin hücrelerine bir ay girmemeğe yemin etmişlerdi. Arabi ayların kimi 29, kimi de 30 çektiğinden ay mutlak olarak zikredildiği zaman ikisinden birine hamletmek caiz­dir. Ancak bu ay diyerek, yahut falan ay diyerek yapılan yeminler­de belirlenen ayın günleri esas olurr O ay yirmidokuz gün ise yirmi­dokuz gün, otuz gün ise otuz gün yemine sadık kalınır.

 

542- Ebû Bekre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«îki ay vardır ki, iki bayram aylandır ve bıi aylar (da sevab) eksilmez: Ramazan ayı ve Zilhicce ayı.».

Mütercim:

Her ne kadar bazan Ramazan yirmi dokuz güne raslayarak nok­san olursa da, sevab ve mükâfat bakımından noksan olmaz. Yine Zil­hicce ayı yirmidokuz gün olması ile o mübarek ayda ibadet edenlerin sevab ve mükâfatlarına noksanlık gelmez. Bu hadîs-i şerifin başka türlü tevili varsa da, en uygun tevil budur.

 

543- İbni Ömer'den (Radıyallahu anhüma) rivayet edilmiştir:

«Biz ümmi (ümmetçi veya okumamış) bir ümmetiz, yazımız ve hesabımız yoktur. Ay, şu kadar ve şu kadar çeker yani bazan yirmi dokuz ve bazan otuz çeker.»

Mütercim:

Peygamber Sallaîlahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri mübarek parmaklarını iki defa açıp kapatarak ve üçüncüde yalnız bir par­mağı kasarak yirnlidokuzu gösterdiler. Otuza işaret için de üç defa mübarek parmaklarını açıp kapadılar, şu kadar ve şu kadar, buyur­masının manası budur.

 

544- Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

«Herhangi biriniz, Ramazan'ı bir veya iki günlük oruçla karşılamaya kalkışmasın. Şayet (bu bir veya iki gün)  oruç tutmayı adet edindiği güne rastlarsa tutabilir.»

Mütercim:

Ramazandan bir gün öncesi Yevm-i şek = şüpheli gün olacağın­dan bu günü oruç tutmak tazı alimlere göre haramdır, bazılarına göre mekruhtur. Şafiî mezhebinde Şaban ayının onbeşinden sonra ve onaltmcı gününden itibaren Ramazan ayma kadar oruç tutmak haramdır. Ancak daima böyle adet edinilmişse yahut onbeşinci gü­nünü daha önceki oruçlarına bitiştirmiş olursa caizdir. Fakat İmam Azam'a göre, yalnız şek gününü oruç tutmak mekruhtur. Havas'a gö­re şek gününün orucuna ruhsat verilmiştir.

 

545- Adiyy bin Hatim (Radıyallahu Anh) der ki: «Fecrin ak ipliği (beyaz uzantısı) siyah iplikten ayırt edilinceye kadar...» (Bakara süresi, ayet: 187) Mealindeki ayeti kerime nazil olunca ben siyah iplikle beyaz bir iplik aldım ve gece yastığımın al­tına koydum. Ramazan gecelerinde onlara baktım ise de hiç bir şey anlayamadığımdan bu halimi Peygamber Sallaîlahu Aleyhi ve Sel-lem'e arzettim. Bana şöyle buyurdular:

«Beyaz iplik, siyah iplik, ancak gecenin karanlığı ile fecrin ay­dınlığı demektir.»

 

546- Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Sahura kalkınız, çünkü sahur yemeği berekettir.» (Oruç ibadetine sizi daha dayanıklı kılması bakımından sahur yemeği mübarektir. Bir de başka bir hadisde varid olmuştur ki, in­sana üç şeyden sorumluluk gelmeyecektir: Birincisi sahur yemeğin­den, ikincisi iftar yemeğinden, üçüncüsü din kardeşleri ile yenilen yemekten...)

Peygamber, birisini görevlendirerek halka şu duyuruda bulundular: «Yemiş olanlar, akşama kadar yeme ve içmeden kesilsinler. Ye­memiş olanlar,  (oruca niyet ederek) yemesinler.»

Mütercim :

İmanı Azam Hazretleri önceleri Aşura gününde oruç tutmanın farziyetini ve farz olan oruç için gündüzden de niyetin caiz olduğunu bu hadîs-i şeriften çıkarmıştır. Fakat ramazan orucunun farziyeti ile âşûrâ günü orucunun farziyeti kalkmış olup gündüzden oruca ni­yet hususu Ramazan ayı için de caiz olarak kalmıştır.

İmam Şafiî Hazretlerine göre Aşura günü oruç tutmak asla farz olmayıp önceleri müstahab olduğu gibi, farz oruçlarda niyet de fecri­sadıktan evvel olmalıdır.

İmanı Malik Hazretlerine göre, Ramazan'ın ilk gecesi yapılan niyet bütün Ramazan ayı orucu için kâfidir. Her gece niyet etmeye gerek yoktur.

 

548- Ebû Hüreyre (R.A) den rivayet edilmiştir:

«Oruçlu kimse oruçlu olduğunu unutupta yer veya içerse, orucu­nu tamamlasın (bozmasın); çünkü onu Allah Tealâ yedirmiş ve içir-miştir.»

Mütercim :

Oruçlu olduğunu unutarak bir kimse yer veya içerse, yediği yemek veya içtiği su ona Allah'm bir ziyafetidir. Böylece orucuna da SrnZanlık gelmez, orucuna devam eder. Fakat oruçlu olduğunu hatırladığı an, hemen kendini çekmesi şarttır.

 

549- Ebû Hüreyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizle bir arada otururken, Peygamber efendimize birisi geldi ve : Ya Resûlallah.ben helak oldum! dedi. Hazreti Peygamber:

«Ne oldu? »diye sordu. O Kimse şöyle cevap verdi: — Ya Resûlallah, ramazan gününde oruçlu iken zevcemle müna­sebette bulundum. Hazreti Peygamber:

«Keffaret olarak bir köle azad edebilir misin?»   buyurdu. Adam, hayır (buna gücüm yetmez), dedi. Hazreti Peygamber:

«Arka arakaya iki ay oruç tutmaya gücün yeter mi? »buyurdu. Adam: Hayır, buna da gücüm yetmez, dedi. Hazreti Peygamber:

«Altmış fakire (birer fitre miktarı) sadaka verip yedirecek bir şeyin var mı? » Adam: Hayır, bu da yoktur! dedi. Böylece Adamca­ğız, Hazreti Peygamberin meclisinde beklemeye koyuldu. Bu şekilde bulunduğumuz sırada Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efen­dimize büyük bir zenbil dolusu hurma getirildi. Sonra Hazreti Pey­gamber:

«Soru soran nerede?» diye buyurdu. Adam: Benim! dedi. Hazreti Peygamber:

«Bu zenbili al ve hurmaları fakirlere dağıt,» buyurdu. Adam: Ya Resûlallah, benden daha muhtaç oîana mı vereceğim? Vallahi, şu Medine'nin iki kara taşlığı arasında benim ailemden daha fakir aile yoktur, (müsaade edin de bunu biz yiyelim), dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem gülümsedi; öyle' ki mübarek azı dişleri gözüktü. Sonra adama şöyle buyurdu:

«Onu çoluk-çocuğuna yedir.»

Mütercim :

Bu hadîs-i şeriften bazı müctehid imamlar birçok dinî hükümler çıkarmışlardır. Bunlardan bir kısmi:

Ramazan'da böyle zevcesiyle münasebette bulunan kimseye kef-fâret gerektiği gibi, zevcesine de keffaret gerekir mi? İmam Azam-Hazrtlerine göre, zorla değil de zevcenin muvaffakatı üe olmuşsa ka­dına da keffaret gerekir. İmam Malike göre, kocanın zorlaması ha­linde yalnız kocaya iki kat keffaret gerekir. Cariyesi ile böyle bir iş yaparsa, ister zorla ve ister muvaffakatla olsun, her iki halde de iki kat keffaret gerekir.

Meselelerden biri de, fetva almak için hakim huzuruna çıkan kimseye fetva istemesi yüzünden hemen ceza verilmez, hükmüdür.

Çünkü hemen ceza verilse, sonra kimse fetva için müracaat edemez olur.

Bir de, oruç keffaretinin kendi ev halkına harcanması hiç bir mezhebe göre caiz değildir. Bu hadîs-i şerif, müstesna olarak Pey­gamberliğin özelliklerindendir.

Bazı alimler de, bu hurmalar hediye idi. Hazreti Peygambere he­diye gelen bu hurmaları kendiliğinden, o kimsenin keffareti olarak çıkardı. Sonra yine o kimseye bağışladı. Bazıları ise: Zaten bu hurma zekât ve sadaka hurması idi. O kimse fakir olduğundan böyle zekât almaya ehil idi; onun için verdi. Keffaret orucu ise, o kimsenin üze­rinde olduğu gibi kaldı. Ne zaman gücü yeterse ödemesi gerekir.      : Bir de Hazreti Peygamber    «Altmış fakire sadaka verebilirmi-sin?» buyurduğu cihetle İmam Şafiî hazretleri muhakkak ayrı ayrı altmış kişiye verilmesi lâzımdır, diyor. Otuz kişiye iki günde verilse

caiz olmaz.

İmanı Azam'a göre ayrı ayrı günlerde altmış fakire sadaka ve­rilse caizdir. Hatta bir fakire altmış gün birer fitre miktarı veril­mesi oruç keffareti için yeterlidir. Esas olan altmış gün için sadaka vermektir; yoksa altmış fakir değildir.

Meselelerden biri de, kapalı sözlerle fetva almanın caiz olduğu hususudur ki, adam: Zevcem üzerine düştüm, diyerek asıl maksadını ifade etmiş ve buna da gereken cevap verilmiştir.

Bir de oruç keffareti için bir köle azad edilmesi teklif. edildi. Çünkü nefsini böyle helak eden kimseye, diğer bir kimseyi hürri­yet kavuşturmakla günahtan kurtulması uygun düşer. Kim bir köle veya cariye azad ederse. Allah Tealâo kölenin her azası karşılığın­da o  kimsenin azasını cehennemden azad eder, diye hadîs-i şerif

varid olmuştur.

Altmış gün oruç ise, bire karşı altmış olarak kısas kabilihdendir. Yemek yedirmek ise bu iki ay oruç keffareti bedeline birer fitre ver­mektir. Bu da en düşük keffaret mertebesidir.

Oruç keffareti İmam Azam ve İmam Şafiî, hazretlerine göre bu tertip üzeredir. Yani, gücü yeten önce bir köle azad eder. Gücü yok­sa, altmış gün oruç tutar. Buna da gücü yoksa, altmış fitre verir.

İmam Malik'e göre keffaret ödeyecek olan serbesttir, dilediği şekli seçer. Bir de İmam Azam'a göre, bir kimse Ramazan ayı içinde keffareti gerektiren birkaç işi ayrı ayrı günlerde işlemiş olsa yalnız bir keffaret lâzım gelir. îmam Şafii'ye göre her gün için bir keffaret gerekir.

Yine îmam Şafiî Hazretlerine göre, oruç keffareti hadis-i şerifte olduğu gibi, yalnız cinsi münasebetle orucunu bozana, lazım gelir. Yeyip içmekle güne gün lazım gelir. Yemek içmek suretiyle orucunu bozan büyük günah işlemiş olur ve bir gün için yalnız bir gün tuta­rak kaza eder. Yemek ve içmek halleriyle orucun bozulmasında ka­zadan, başka şer'i ceza (tazir) da gerekir.

Bir de İmam Azam ile İmam Şafiî mezheblerinde meşru bir ma­zeret olmaksızın insanlar ortasında aşikâre olarak yeyip içmeyi adet edinenin meşru yolla  bile vardır. Fetva kitaplarında böyle yazı­lıdır.

Oruca niyet etmeyen kimseye keffaret gerekmez; fakat büyük günah işlemiş olacağından şiddetli bir cezayı hak eder. Kaza olarak da bir gün kaza eder.

 

550- Ebû Evfa (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve SelZem Hazretleri ile bir seferde bulunuyorduk. Kendileri oruçlu idiler ve Bilâl Habeşî'ye hitaben:

«Hayvandan aşağı in de bana bulamaç yap!» buyurdular. Hazre-ti Bilâl : Ya Resûlallah, daha hava kararmadı, dedi. Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem ikinci defa: »in de bana bulamaç yap!» bu­yurdu. Hazreti Bilâl: Ya resûlallah, hava henüz kararmadı, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem üçüncü defa:

«în de bulamaç yap!» buyurdu Bunun üzerine Hazreti Bilâl ine­rek bulamacı yaptı ve Hazreti Peygambere sundu. Efendimiz onu içti. Sonra mübarek parmağı ile doğu tarafını işaret ederek:

«İşte buradan havanın karardığını gördüğünüz zaman oruçlu iftar eder.»

(Havanın kararması batı tarafından aranmaz; çünkü güneşin batısından sonra, tabiî güneşin biraz ziyası kalır. Bunun hükmü yok­tur.)

Mütercim:

Neferde Peygamber Sallallahu Aleyhive Sellem oruçlu bulundu­ğundan, sefer halinde zahmet ve meşakkat olmadığı takdirde oruç tutmanın daha hayırlı olacağı hükmünü âlimler bu hadîsti şeriften çıkarmaktadırlar. Nitekim» Eğer oruç tutarsanız, sizin için hayırlı­dır» mealindeki ayeti kerime de bunu teyit ediyor. (Bakara s. âyet: 184) Çunku oruç tutmakla vaktin fazileti kaçırılmamış olmakla be­raber borç da ödenmiş olacaktır. Bu bakımdan seferde oruç tutmak daha faziletlidir.

 

551- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der kit

Ashabdan Hamza bin Amr El-Eslemî çok oruç tutar idi. Bu adam Hazreti Peygambere sordu*. Ya Resûlallah, sefere (yolculuğa) çıktı­ğım zaman oruç tutayım mı? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«İstersen oruç tutarsın ve İstersen yersin.»

 

552- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki

Mekke'nin fethinde çok sıcak bir günde Hazreti Peygamber i1 e EM Revâha'derA başka oruç tutan yoktu. Derken birtakım insani s ruı bir araya toplanda larını Hazreti Peygamber gördü. Aralarındu güneşin ve orucun tesirinden bitkin hale düşen bir kişiyi, başına göl­gelik yaparak korumaya çalışıyorlardı. Hazreti Peygamber,

Bu ne haldir?» diye sordular. Adamın yanında bulunanlar: Ya Resûlallah, bu adam oruçlu ve sıcak basma vurmuş, dediler. Peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve,Sellem onlara buyurdu;

«Sefer halinde oruç tutmak, faziletten sayılmaz.»

Mütercim:

Bu hadis-i şeriften, bazıları yolculuk halinde oruç tutmanın mek­ruh olduğuna ve bazıları da oruç tutmak gerekmediğine hüküm ver-dilerse de, dört mezhebe göre iftar etmek ruhsattır. Fakat oruç tut­mak azimettir (daha hayırlıdır). Ancak bu derece meşakkatli olursa oruç tutmamak daha faziletlidir.

 

553- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)  rivayet ediyor:

«Bir kimse, üzerinde kazaya kalmış oruç  olduğu halde ölürse, onun yerine velisi oruç tutabilir.»

Mütercim;                                                                  .

îmanı Şafiî Hazretleri bu hadisin zahiri ile amel ederek böyle üzerinde kaza oruç borcu olupta ölen bir kimsenin yerine geride ka­lan akrabasından biri veya velisi oruç tutarsa, ölen borçtan kurtulur, diye hüküm vermiştir. îster ölenin vasiyeti üzerine tutulsun, ister vasiyeti olmadan tutulsun, fark etmez. Ancak yabancı tarafından orucun sahih olabilmesi için vasiyetin bulunması şarttır. Yine Şafiî mezhebinde mutlaka ölenin velisi bulunmak şart değildir; başka ha­dîste açıklandığı üzere akrabadan kim olursa olsun, biri ölü adına oruç tutabilir.

İmâm Azam ile İmam Malik Hazretlerine göre, Hem Hazreti Aişe'nin, hem de İbni Abbas'm fetvaları ve Medine'ni erin uygula­maları gereğince bu manadaki hadis-i şeriflerin hükmü kalkmıştır, geçerli değildir. Onun için başkası adına oruç tutulamaz, bedenî ibadetler yapılamaz. Ancak yapılan ibadetlerin sevabı ölülerin ruh­larına hediye edilebilir.

 

554- İbni Abbas (Radıyallahu Anh) der ki.-

Bir adam Hazreti Peygambere gelerek: Ya Resûlallah, annem, üzerinde kazaya kalmış bir aylık orucu olduğu halde öldü. Şimdi onun yerine oruç tutabilir miyim? diye sordu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri şöyle buyurdular:

«Evet!'Allah'ın borcu, ödenmeye en lâyık olandır.» (Annenizin kula olan borcunu ödemeniz yerinde olduğu gibi, Allah'a olan bor­cunu onun adına ödemeniz daha uygundur.)    .

Not: Bundan önceki hadîs-i şerif münasebetiyle mütercimin açık­lamasına bakılsın.

 

555- Sehl bin Sa'd Hazretlerinden rivayet edilmiştir: «İnsanlar, iftar yemeklerini geçiktirmedikçe hayır içindedirler.»

Mütercim:

Güneş batar batmaz hemen iftar etmek (orucu bozmak) müs-tahabdır. Başka bir hadîste de, iftarlarda acele ettikçe ve sahuru geciktirdikçe ümmetim hayır içindedir, diye varid olmuştur. Güneş batması, takvimlerde gösterilen zamanlara itibarla olduğu gibi, bir belde çevresindeki en yüksek dağ ve tepelerden güneşin çekilip bat­ması ile de meydana gelir. Gözle görmekle olduğu gibi, bir veya iki kimsenin haber vermesi ile de olur.

Akşam olduğunu zannederek bulutlu bir günde iftar ettikten sonra gfineşin henüz batmamış olduğunu anlayan kimse, geri kalan vakti oruç tutar ve o günü de kaza eder.

Sahur vaktinde de, henüz imsak vakti girmemiştir, diyerek ye­mek yeyip de sonradan fecrin doğmuş olduğunu anlarsa, o günü hem oruçlu bulunur, hem de kazasını yapar; fakat keffaret gerek­mez. Dört nıüctehid imamın mezhebleri ve fetvası budur. Yalnız Ur-ve bin Zübeyir ile Ata (Radıyallahu anhüma) Hazretlerine göre, ka­za bile lâzım gelmez. Bunlara göre unutarak yemek yiyenle ayni hükümde sayılırlar. Ancak nıüctehidler bunu kabul etmediler; çün­kü unutmak başka şeydir, zan ve hata başka şeydir.

Orucu hurma ile açmak (iftar etmek) faziletlidir. Hurma yoksa su ile iftar etmek faziletlidir. Bazı kimselere göre de su ile iftar daha faziletlidir; çünkü suyun helâl mal olması daha kesindir. Bunun için bazı kimseler, akar suya giderek bir avuç su içip iftar ederlerdi. Eve getirilen suyun kâbında, sucuya verilen parada şüphe olacağı cihetle, kimsenin eli değmemiş akar sudan kendi eliyle alarak içmek şüpheden âridir.

 

556- îbni Ebî Evfa (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Ey Bilâl! in de, (iftar etmem için) bana bulamaç yap. İn de, bana bulamaç yapıver. Havanın karardığını doğu tarafından gördü­ğün zaman, oruçlu kimse iftar eder.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin açıklaması (550) numarada geçmiştir. Fakat diğer bir rivayette, doğu tarafından karanlık gelipte batı tarafından aydınlığın arka vermesi halinde oruçlu iftar etmiş olur, diye varid olmuştur.

 

557- Muavviz'in kızı Rubeyyi' (Radıyaîlahu Anha)   der ki:

Aşûra günü sabahın erken saatinde Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem, Ensar'm yerleşim merkezlerine şu haberi gönderdi:

«Her kim sabahleyin bir şey yemiş (veya içmiş) ise günün geri kalan kısmında yeme ve içmeden kesilsin. Sabahladıktan sonra he­nüz ağızları bağlı olanlar oruç tutsunlar.» Rubeyyi diyor ki: Biz, öncele­ri Aşûra günü oruç tuttuğumuz gibi, çocuklarımıza da Aşûra orucu­nu tuttururduk. Öyle ki, çocuklarınız açlıktan ağladıkları zaman bir­takım boyalı kumaş ve yünlerde'n oyuncaklar yaparak onları iftar zamanına kadar oyalardık. Başka rivayetlerde de, çocuklarımızı alıştırmak için akşamları onları camilere getirirdik, demektedir.

 

558- Ebû Saîd El Hudrî (Radıyaîlahu Anh) der ki:

Orucu geceli gündüzlü tutmayınız. Hangi biriniz geceli gündüz­lü tutmak isterse sahur vaktine kadar orucu sürdürsün.»  (sahurdan sahura yeyerek yirmi dört saat oruç tutsun) diye Hazreti peygamber buyurunca, ashabı kiram sordu: Ey Allah'ın Resulü, siz bazan gece­li gündüzlü oruç tutuyorsunuz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem şöyle buyurdu:

«Ben sizin gibi değilim. Geceleyin yattığım zaman benim yedire­nim vardır, beni yedirir ve içirenim vardır, beni içirir.»

Mütercim:

Hazreti Peygamberin nurlu kalbi, İlâhî feyizlerle dolu olup Va-cib Tealâ Hazretlerinin tecelliyatları ile parıldadığından bu ruhani gıdanın, cismani gıdayı da karşıladığına işaret vardır. Bir kısım alim­lerde, cennet'den ilâhî bir sofra gelip ondan Hazreti Peygamberin ye­diğini söylemi şlerse de doğrusu ruhanî gıda demektir; çünkü cennet­ten yemek geldiği taktirde, visal yapılmış olmaz, (geceli    gündüzlü oruç tutulmuş olmaz). Bundan sonra gelen hadis-i şerifin manası ay­nen böyledir.

 

559- Ebû Hüreyre (Radıyaîlahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanların «visal orucu (geceli günctüzlü oruç) tutmalarını yasaklamıştır. Sonra ashabdan bi­ri: Ya Resûlallah, siz bazen visal orucu tutuyorsunuz! dedi. Buna ce­vaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:

«Bu visal orucu benim şahsıma mahsustur. Hanginiz benim gibi olabilir? Rabbim Tealâ  Hazretleri, geceleyin yattığım zaman beni yedirir ve içirir.» Sonra, ashabdan bazıları aralarında dediler ki, bu yasaklama bize bir şefkattir yahut tenzih yolu ile mekruhtur. Yoksa visal orucu haram demek değildir. Böylece visal orucuna devam et­tiler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber bir kaç gün arka arkaya vi­sal orucuna devam etti. Üçüncü visal orucunda Şevval ayının hilali görününce iftar etmek zarureti doğdu. Bayramın gelmesi dolayısı ile oruca daha devam edilmeyeceğinden ashabı kiramı visa,l orucunda kendilerine  uymaktan caydırmak için şöyle buyurdular:

«Eğer hilâlin (Şevval ayı hilâlinin) görünmesi sonraya kalmış olsaydı, visal orucuna daha devam ederdim, (o zaman sizin halinizi görürdüm. Devam edebilecek miydiniz?)»

Mütercim :

Bû hadîs-i şerifin zahir manası üzerinde müctehid imamlar ih­tilâf etmişlerdir. Hanbelî mezhebine göre visal orucu tenzihen merk-rûhtur.                                         .

İmam Azam ile imam Şafiî Hazretlerine göre, tahrimen mekruh­tur. Bazı alimlere göre de gücü yeten kuvvetli kimselerin tutmasında kerahet yoktur; çünkü haram veya keraheti hakkında açık bir ifade bulunmamaktadır. Eğer olsaydı, peygamberin yasaklamasından sonra ashab visal orucu tutmazlardı.

Şârih Sindî de kerahetsiz caiz olduğunu tercih etmiştir; çünkü bu hadisin sonunda bazı rivayette, gücünüzün yettiği ibadeti benim­seyiniz, diye. varid -ilmuştur. Ö halde bu yasaklama, gücü yetmeyen­lere bir şefkat anlamındadır, dediler.

 

560- Ebû Cuhayfe (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Selmanî Fari­sî ile Ebu'd-Derdâ Hazretlerini birbirleriyle özel kardeş yapmıştı. Bir gün Hazreti Selman kardeşliği Ebû'd-Derdâ'yi ziyarete gidince onun karısını giyim ve kuşamında intizamsız gördü. Selman Hazret­leri, çok yaşlı bir ihtiyar olduğu için teklifsiz olarak hanıma : Sizde görülen bu perişanlık nedir? diye sordu. Kadın dedi ki : Kardeşiniz Ebû'd-Derda'nın artık dünya ile bir ilgisi kalmadı; biz de ona uyduk. Sonra Ebû'd-Derda, Hazreti Selman'a yemek getirdi; buyurun, yiyi­niz dedi, Selman ;   

—  Haydi beraber yiyelim, dedi. Ebû'd-Derda devamlı oruçlu ve gece ibadetine nıüvadim olduğundan :

—  Ben oruçluyum, dedi. Selman :

—  Siz, benimle yemedikçe ben de yemiyeceğim,   dedi. Nihayet beraberce yemek yediler. Gece olunca Selman Hazretlerini yatağına yatırdı ve kendisi gece namazı kılmaya davrandı. Selman, yok yok, diyerek Ebû'd-Derda'yi yatırdı. Gece yansı yine ibadete kalkmak is­tedi, yine ona müsaade etmedi. Gecenin sonu gelince, Hazreti Sel­man Ebû'd-Derda Hazretlerine:     Şimdi kalkalım,    dedi.  Kalktılar, abdestlerini  alarak  namazlarını  kıldılar.  Sonra Ebû'd-Derda Haz­retlerine şöyle dedi:

— Allah Tealâ Hazretlerine karşı vazifen var, kendine karşı va­zifen var ve ailene karşı vazifen vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin. Yani, hergün oruç tutmak olmaz, ara sıra tutmalısınız. Her zaman bütün gece ibadet olmaz. Bir saat, yarım saat kâfidir. Ailenizi büsbütün terk eder gibi, boşlamanız olmaz. Aile ferdleri-nizle güzel geçim kurmalısınız. Sonra Ebû'd-Derda Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine giderek Selman ile aralarında geçen hadiseyi anlattı. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Selmanm dediği doğrudur.»

Mütercim;

Nafile olarak tutulan oruç, böyle bir misafirin gönlünü hoş et­mek gibi meşru bir özürle bozulabilir, caizdir. Ancak bozulan bu oru­cun kaza edilmesi Hanefi mezhebinde vacibdir. Şafiî mezhebinde kazası lazım gelmez; ancak müstahab olur. İmam Malik de İmam Azam'm görüşündedir. Bunların delilleri «Amellerinizi iptal etme­yin» mealindeki ayeti kerimedir. İmam Şafiî Hazretleri, ayeti keri­meden murad «Amellerinizi büyük günahlar gibi kötü işlerle iptal etmeyiniz» manası olduğundan ayetin bu mesele ile ilgisi yoktur, diyor.

 

561- Hazreti Aişe'den (Radıyallahu   Anha)     rivayet edilmiş­tir-.

«Salih amelden gücünüzün yettiğini yapın; zira Allah'a usanç gel­mez, siz usanırsınız.»

(Fazla derecede kendinizi yormayınız yahud tam manası ile iba­detin hakkından geleceğim ümidiyle çalışmayınız. Çünkü tam ma­nası ile ibadeti yerine getiremezsiniz, yorulursunuz, bıkarsınız, uy­kunuz basar. Melekler gibi, her an gaflet etmeyip teşbih ve ibadette bulunmak insanoğlu için mümkün değildir.)

 

562- Abdullah bin Amr (n.A.)'dan rivayet edildiğine göre, Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve SeHem kendisine şöyle buyurdu:

«Senin devamlı oruç tuttuğun, gece uyumayıp namaz kıldığın haberi bana bildirilmedi mi, (sanıyorsun)? Oruçlu ol ve oruçsuz ol; gece ibadetine kalk ve aynı zamanda uyu. Çünkü gözlerinin sende nasibi var. Nefsinin ve ailenin sende nasibi (hakkı) var.» Abdullah dedi ki:

— Böyle her gün oruç tutmaya ve her gece ibadete gücüm yeter benim. Buna karşılık Hazreti Peygamber:

«O halde Davud Aleyhisselâm'ın orucunu tut,» buyurdu. Ab­dullah, ya resûlallah! Davud Aleyhisselâm'ın orucu nasıldı? diye sordu.

Hazreti Peygamber buyurdu ki:

«Hazreti Davud bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı ve Savaş­ta da düşmanla karşılaşınca sebat ederdi.»

Abdullah bin Amr, şu dilekte bulundu: Ya resûlallah, Davud Aleyhisselâm'ın güzel ahlâkı cesaret ve atılganlıkla ahlâklanmamı bana ne sağlayabilir? Hazreti Peygamber ona: «Bu bir Allah vergisi ve ihsanıdır,» buyurdu

Sonra Hz. Peygamber, devamlı oruç tutma   meselesi hakkında, «Devamlı oruç tutanın orucu kabul değildir!»     buyurdu ve bu sözü iki defa tekrarladılar.

Mütercim:

Savm-ı dehr, devamlı oruç tutmak demektir. Bir meselede ihti­lâfa düşüldü. Böyle tutulan bir oruç sebebiyle Allah'ın ve kulların haklarına bir zarar gelecekse, tutulması mekruhtur; zarar yoksa mekruh değildir. Fakat bayram günleri ile teşrik günlerinde oruç kesinlikle haramdır. Bu muayyen günlerde oruç tutulmadığı takdir­de devamlı oruç hakkındaki yasak, oldukça hafiflemiş olur. Şu bir gerçek ki, Davud Aleyhisselâm'ın orucu, devamlı tutulan oruçtan daha faziletlidir.

 

563- Enes bin Malik  (Radıyallahu Anh)  der ki:

Bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Senem efendimiz bizim eve şeref verdiler. Annem Üramü Süleym, ziyafet olmak üzere Haz­reti Peygambere biraz tere yağı ile biraz da hurma getirdi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, anneme ve orada bulunanlara, şöyle buyurdu:

«Yağınızı tulumuna ve hurmanızı    kabına iade ediniz?  çünkü ben oruçluyum.»

Sonra Hazreti Peygamber evimizin bir köşesinde iki rekât na­maz kıldı, hepimize dua etti. Sonra validem dedi ki: Ya resûlallah! Sizden küçük hizmetçiniz için özel bir dua isteyeceğim, Hazreti Peygamber : «Kimdir o küçük hizmetçi?» diye sordu. Annem de, işte sizin hizmetçiniz olan bu Enes'dir, dedi. Sonra Peygamber Salîallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri dünya ve ahirete ait hiçbir hayırlı şeyi bırakmayıp bütünü ile bana dua etti.» «Allahım ona mal ve evlad ih­san et. Hem malını, hem de evladını bereketli kıl» buyurdu.

Enes Hazretleri, Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem'in duala­rı bereketi ile bugün Medîne'li ashab içinde mal ve evlâd yönünden en zenginleri benim, derdi.

 

564- îmran bin Husayn (Radiyallahu Anh) der ki, Resûlülîah Sallallahu Aleyhi ve Seîlem birisine sordu:

«Falanzade! sen şaban ayının sonundaki günlerde oruç tutabil­din mi?» O da: Ya Resûlallah, tutamadım! dedi. Peygamber Salalla hu Aleyhi ve Seîlem:

«Öyle ise ramazan bayramından sonra iki gün oruç tut» bu­yurdu.

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifte geçen «serer» kelimesi üzerinde alimler ihtilaf ettiler. En kuvvetli görüş, bunun her ayın yirmisekiz, yirmidokuz ve otuzuncu günlerinde ay gizli kalacağından o günlere «serer» den­miştir. O kimsenin de her ayın sonundan iki gün oruç tutmak adeti bulunduğunu Hazreti Peygamber bildiğinden bu soruyu adama sor­muştu.

 

565- Hazreti Peygamberin zevcelerinden Cüveyriye binti Ha­ris (Radıyallahu Anha) der ki:

Bir cuma günü ben oruçlu iken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem hücreme şeref verdi ve bana şöyle buyurdu:

«Sen dün oruç tutmuş muydum?» Ben de; Hayır, oruçlu değil­dim, dedim. Yine bana sordu:

«Yarın oruç tutmak istiyor musun?» Ben de: Hayır, böyle bir niyetim yok, dedim. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem:

«O halde orucunu boz, (yalnız cuma gününü oruç tutmak meş­ru değildir).» buyurdular. Ben de cuma günü tutmakta, olduğum orucumu bozdum.

Mütercim:

imam Şafii Hazretleri bu hadis-i şerife dayanarak, orucu yalnız cuma gününe tahsis ederek bu günü oruç tutmanın mekruh oldu­ğunu kabul ediyor. Cumartesi ile pazar günlerini de böyle oruca tahsis etmek yine  mekruhtur. Yahudi ve hıristiyanlara   benzeme   ol­masın diye bu hükme varmıştır.

Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak ise müstahabdır, demiştir. îmam Azam Hazretlerine göre cuma günü oruç tutmak mekruh değildir, tutulmaması daha iyidir.

 

566- İbni Abbas  (Radıyallahu Anhümaî   der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye hicret ettik­lerinin ertesi yılında Muharrem ayının onunda Ya-hudi'lerin oruç tuttuklarını görünce onlara sordu:

«Bu ne orucudur?» Onlar da:

— Bugün bizde çok şerefli bir gündür. Cenab-.ı Hak Firavunun zulmünden İsrail Oğullarını bu günde kurtarmıştır ve Piravun'u boğ­muştur. Bu büyük nimetin şükür karşılığı olarak Hazreti Musa oruç tutardı. Biz de peygamberimiz olan Hazreti Musa'ya uyarak bu Aşû-ra gününde her yıl oruç tutarız, dediler. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Selîem onlara şöyle buyurdu:

«Sizden Hazreti Musa'ya daha layık olan benim, Sonra Hazreti Peygamber arefe günü oruç tuttu ve başkalarına da tutturdu.[33]




[33] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:292-317

ceren
Mon 30 April 2018, 01:33 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim bizleri hakkiyla ve farzlarina uygun olarak orucunu tutan ve orucun rahmetine cennetin feyzine erisen kullardan olalim inşallah. ...

Bilal2009
Mon 30 April 2018, 02:28 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri dosdoğru oruç tutanlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun

Sevgi.
Tue 1 May 2018, 12:02 am GMT +0200
Aleyküm Selam.  Rabbim bizleri hakkıyla oruç tutanlardan eylesin inşaAllah