armi
Sat 11 July 2009, 09:42 am GMT +0200
ehmet FATSA
Giris: Selman-i Farisi'nin, Iran'in kültür tarihinde temsil ettigi misyon gibi Bilal-i Habesi adinin da Afrika'nin siyasi tarihinde simgesel bir anlami vardir. Bu nedenle Islam ordularini komuta edenlerin, kitayi "Bilalilestirmek" gibi bir amaçlarinin daima oldugunu söylemek yanlis degildir. Afrika'nin siyah tenli insanlarini gören her bilinçli müslüman Hz. Bilal gibi bir sahsiyeti hatirlamadan edememistir. Onu, "kölelikten gelmis bir siyah" olarak görmek yerine, "mü'minlerin efendisi" kabul ederek, bütün siyahlari "Bilallestirmek" temel ilke olmustur.
Müslümanlar açisindan böyle bir tarihi anlam tasiyan bu topraklar, Batililar için,Pon savasindan bu yana, "istah kabartici bir pasta" olma özelligini bütün çaglar boyunca sürdürmüstür. Nitekim, bir "din savasi" gibi gösterilmeye çalisilan Haçli Seferlerinin, aslinda ekonomik amaçlar tasidigini artik herkes bilmektedir. Özellikle, kesiflerden sonra yasanan sömürgecilik döneminin, Sanayi devriminden sonra, uluslar arasi emperyalizme dönüsmesi, bu kara kitanin "kara talihi"ni de belirleyen en temel gerekçe olmustur diyebiliriz.
Iste bu mütevazi çalisma, önceleri kitanin Islamlasmasini saglayan, daha sonraki asirlarda da, bahsini ettigimiz sömürgecilere karsi örgütlenmis ve önemli basarilar elde etmis sufi hareketlerin, tarihi arka planini ortaya koymayi amaçlamaktadir.1
Afrika'nin müslümanlasma sürecinin 615 yilinda yasanan "ilk hicret" olayina kadar indigini biliyoruz. Hz. Ömer döneminde gerçeklestirilen ilk fetihlerden sonra, Ukbe b. Nafi ve Musa b. Nusayr'in, Berberi kabileler ile mücadaleleri, bu süreçte ayri bir yer teskil eder. Özellikle Emevi halifesi Ömer ibn Abdülaziz'in arzusuna uyularak, Berberi kabileler arasina gönderilen bilginlerin, bunda daha fazla etkili oldugu bilinen bir konudur. Iskenderiyeli rahip Arius'un "monofizit" ilkelere dayali olarak kurdugu Arianizm mezhebinin, Ortadox Bizans'a ragmen bu kitada yayilmis olmasi ve "gerçek hristiyanliga yakin" ilkeler tasimasi, Islamiyetin de burada yayilmasini kolaylastirici bir neden olarak görülebilir. Buna ragmen Islamlasma süreci, yüzyillarca devam etmis, puta tapan ve kötü aliskanliklarini kutsallastiran ilkel kabileler arasinda Islamiyetin köklesmesi kolay olmamistir.
calig63.jpg (95241 Byte)Abbasiler döneminin "esitlikçi ve özgürlükçü" politakalari nedeniyle gelisen fikri ve tasavvufi akimlar, ülkenin diger yerlerinde oldugu gibi, Afrika'nin iç kesimlerinde de etkisini göstermis, bir çok mahalli lider veya kabile reisi, Islami kabul ettikten sonra basinda bulundugu kabileler ile birlikte bu akimlardan birine intisap etmistir.2
Afrika insaninin mistik yapisi ve gizemli kavramlara olan ilgisinin bir gerekçe olarak kabul edilmesi durumunda, Islamiyet'in daha çok neden tasavvuf kanaliyla bu cografyada yayildigi anlasilmis olur. Daha Islam dininin ilk vahyedildigi zamanlarda, Afrikali bir kölenin müslüman olduktan sonra yasadigi "dramatik" hayatin, bir bakima bu cografyada yasayan siyah insanlar için simgesel bir anlaminin oldugunu da unutmamak gerekir.
Murabitun hareketinin etkili oldugu miladi 11. ve 12. yüzyillarda Islam dünyasinin genel siyasi durumunun çok da iç açici olmadigi görülmektedir. Bagdat merkez olmak üzere Asya'da sembolik gücünü korumaya çalisan Abbasi halifeliginin karsisinda, en ciddi tehdit olarak duran Batini hareketinin3, bütün K. Afrika, Suriye, Bati Arabistan ve Sicilya'yi içine alacak sekilde Fatimi devletini, Basra Körfezi'nin kuzeybati havzasi (Kirman)ni içine alacak sekilde de Büveyhogullari devletini kurdugunu görüyoruz. Bu iki devletin siiligi yaymaya dayanan politikasi, Batini fikir akimlarina dayanan terör hareketlerinin de güçlenmesine ve Sünni devletlerin içeride zayif düsmelerine imkan saglamistir. Fatimilerin, Haçlilari, Islam dünyasi üzerine kiskirtmalarini da bu politikanin bir yansimasi olarak görmek gerekmektedir.
Batini devletlerin takip ettikleri politikalarin genel ekseni, tarih boyunca hep Sünni devletleri içeriden zayiflatmaya yönelik olmustur. Bu durum Islam dünyasinda, bir tehlike ve tehdit olarak halen devam etmektedir.Tarihimizde birer Sünni devlet olarak yer almis olan Gazneliler'in, Selçuklular'in, Aksitler'in ve sonraki asirlarda Osmanlilar'in disarida ve içeride en fazla mücadele etmek durumunda kaldiklari akim Batinilik olmustur diyebiliriz.4
Çalismamizin konusunu olusturan Murabitun hareketi de, kurulusundan yikilisina kadar Batini fikir akimlari ile mücadele etmek durumunda kalmistir. Bu bakimdan Murabitlari önemli kilan faktörlerden biri de Batini hareketlerle mücadele etmis olmalaridir. Batinilerin Islam dünyasina ve tarihine yasattiklari sancili süreç, ayrica bir inceleme konusu olarak da ele alinabilir.
Murabitun Hareketinin Dogusu: Hareketin lideri olan Abdullah b. Yasin, Büyük Sahra ile Fas siniri arasinda yasayan Cuzuli kabilesine mensuptur. Ispanya'da Kurtuba sehrinde basladigi tahsiline, bölgenin ünlü fakihi Veccac b. Zellu el-Lamti'nin yaninda (Sus'ta) devam etmis ve burada Darülmurabitin adiyla kurulmus olan ilk ribatta egitimini tamamlamistir.5
Bu dönemin Afrika müslümanlik tarihine dair fazla bilgi içermeyen kaynaklarin satir aralarinda elde ettigimiz bilgilere bakarak, onun Berberilerden Cüdale kabilesi reisi Yahya b. Ibrahim'in davetine uyarak, Büyük Sahra'nin güneyinde yasayan ve kelime-i sahadetten baska Islamla bir iliskisi olmayan kabilelere Islam dinini ögretmeye basladigini ifade edebiliriz.6
Abdullah b. Yasin'in irsad faaliyetlerinin ilk dönemlerde, bahsi geçen kabileler arasinda umdugu basariyi saglayamadigini görüyoruz. Bu nedenle o, kendisine siki bagli kimselerle, Senegal nehri çevresine çekilmis ve bu nehir üzerinde bulunan adada ilk "ribat"tan faaliyetlerini yürütmeye baslamistir. Bu degisiklik sonuç vermis, çevredeki kabilelerden, bilhassa Senhacelerin bir kolu olan Lemtune kabilesinde etkili olmustur.Böylece, "murabitun" hareketi, merkezi Senegal olmak üzere çevrede yayilmaya baslamistir.7
Giris: Selman-i Farisi'nin, Iran'in kültür tarihinde temsil ettigi misyon gibi Bilal-i Habesi adinin da Afrika'nin siyasi tarihinde simgesel bir anlami vardir. Bu nedenle Islam ordularini komuta edenlerin, kitayi "Bilalilestirmek" gibi bir amaçlarinin daima oldugunu söylemek yanlis degildir. Afrika'nin siyah tenli insanlarini gören her bilinçli müslüman Hz. Bilal gibi bir sahsiyeti hatirlamadan edememistir. Onu, "kölelikten gelmis bir siyah" olarak görmek yerine, "mü'minlerin efendisi" kabul ederek, bütün siyahlari "Bilallestirmek" temel ilke olmustur.
Müslümanlar açisindan böyle bir tarihi anlam tasiyan bu topraklar, Batililar için,Pon savasindan bu yana, "istah kabartici bir pasta" olma özelligini bütün çaglar boyunca sürdürmüstür. Nitekim, bir "din savasi" gibi gösterilmeye çalisilan Haçli Seferlerinin, aslinda ekonomik amaçlar tasidigini artik herkes bilmektedir. Özellikle, kesiflerden sonra yasanan sömürgecilik döneminin, Sanayi devriminden sonra, uluslar arasi emperyalizme dönüsmesi, bu kara kitanin "kara talihi"ni de belirleyen en temel gerekçe olmustur diyebiliriz.
Iste bu mütevazi çalisma, önceleri kitanin Islamlasmasini saglayan, daha sonraki asirlarda da, bahsini ettigimiz sömürgecilere karsi örgütlenmis ve önemli basarilar elde etmis sufi hareketlerin, tarihi arka planini ortaya koymayi amaçlamaktadir.1
Afrika'nin müslümanlasma sürecinin 615 yilinda yasanan "ilk hicret" olayina kadar indigini biliyoruz. Hz. Ömer döneminde gerçeklestirilen ilk fetihlerden sonra, Ukbe b. Nafi ve Musa b. Nusayr'in, Berberi kabileler ile mücadaleleri, bu süreçte ayri bir yer teskil eder. Özellikle Emevi halifesi Ömer ibn Abdülaziz'in arzusuna uyularak, Berberi kabileler arasina gönderilen bilginlerin, bunda daha fazla etkili oldugu bilinen bir konudur. Iskenderiyeli rahip Arius'un "monofizit" ilkelere dayali olarak kurdugu Arianizm mezhebinin, Ortadox Bizans'a ragmen bu kitada yayilmis olmasi ve "gerçek hristiyanliga yakin" ilkeler tasimasi, Islamiyetin de burada yayilmasini kolaylastirici bir neden olarak görülebilir. Buna ragmen Islamlasma süreci, yüzyillarca devam etmis, puta tapan ve kötü aliskanliklarini kutsallastiran ilkel kabileler arasinda Islamiyetin köklesmesi kolay olmamistir.
calig63.jpg (95241 Byte)Abbasiler döneminin "esitlikçi ve özgürlükçü" politakalari nedeniyle gelisen fikri ve tasavvufi akimlar, ülkenin diger yerlerinde oldugu gibi, Afrika'nin iç kesimlerinde de etkisini göstermis, bir çok mahalli lider veya kabile reisi, Islami kabul ettikten sonra basinda bulundugu kabileler ile birlikte bu akimlardan birine intisap etmistir.2
Afrika insaninin mistik yapisi ve gizemli kavramlara olan ilgisinin bir gerekçe olarak kabul edilmesi durumunda, Islamiyet'in daha çok neden tasavvuf kanaliyla bu cografyada yayildigi anlasilmis olur. Daha Islam dininin ilk vahyedildigi zamanlarda, Afrikali bir kölenin müslüman olduktan sonra yasadigi "dramatik" hayatin, bir bakima bu cografyada yasayan siyah insanlar için simgesel bir anlaminin oldugunu da unutmamak gerekir.
Murabitun hareketinin etkili oldugu miladi 11. ve 12. yüzyillarda Islam dünyasinin genel siyasi durumunun çok da iç açici olmadigi görülmektedir. Bagdat merkez olmak üzere Asya'da sembolik gücünü korumaya çalisan Abbasi halifeliginin karsisinda, en ciddi tehdit olarak duran Batini hareketinin3, bütün K. Afrika, Suriye, Bati Arabistan ve Sicilya'yi içine alacak sekilde Fatimi devletini, Basra Körfezi'nin kuzeybati havzasi (Kirman)ni içine alacak sekilde de Büveyhogullari devletini kurdugunu görüyoruz. Bu iki devletin siiligi yaymaya dayanan politikasi, Batini fikir akimlarina dayanan terör hareketlerinin de güçlenmesine ve Sünni devletlerin içeride zayif düsmelerine imkan saglamistir. Fatimilerin, Haçlilari, Islam dünyasi üzerine kiskirtmalarini da bu politikanin bir yansimasi olarak görmek gerekmektedir.
Batini devletlerin takip ettikleri politikalarin genel ekseni, tarih boyunca hep Sünni devletleri içeriden zayiflatmaya yönelik olmustur. Bu durum Islam dünyasinda, bir tehlike ve tehdit olarak halen devam etmektedir.Tarihimizde birer Sünni devlet olarak yer almis olan Gazneliler'in, Selçuklular'in, Aksitler'in ve sonraki asirlarda Osmanlilar'in disarida ve içeride en fazla mücadele etmek durumunda kaldiklari akim Batinilik olmustur diyebiliriz.4
Çalismamizin konusunu olusturan Murabitun hareketi de, kurulusundan yikilisina kadar Batini fikir akimlari ile mücadele etmek durumunda kalmistir. Bu bakimdan Murabitlari önemli kilan faktörlerden biri de Batini hareketlerle mücadele etmis olmalaridir. Batinilerin Islam dünyasina ve tarihine yasattiklari sancili süreç, ayrica bir inceleme konusu olarak da ele alinabilir.
Murabitun Hareketinin Dogusu: Hareketin lideri olan Abdullah b. Yasin, Büyük Sahra ile Fas siniri arasinda yasayan Cuzuli kabilesine mensuptur. Ispanya'da Kurtuba sehrinde basladigi tahsiline, bölgenin ünlü fakihi Veccac b. Zellu el-Lamti'nin yaninda (Sus'ta) devam etmis ve burada Darülmurabitin adiyla kurulmus olan ilk ribatta egitimini tamamlamistir.5
Bu dönemin Afrika müslümanlik tarihine dair fazla bilgi içermeyen kaynaklarin satir aralarinda elde ettigimiz bilgilere bakarak, onun Berberilerden Cüdale kabilesi reisi Yahya b. Ibrahim'in davetine uyarak, Büyük Sahra'nin güneyinde yasayan ve kelime-i sahadetten baska Islamla bir iliskisi olmayan kabilelere Islam dinini ögretmeye basladigini ifade edebiliriz.6
Abdullah b. Yasin'in irsad faaliyetlerinin ilk dönemlerde, bahsi geçen kabileler arasinda umdugu basariyi saglayamadigini görüyoruz. Bu nedenle o, kendisine siki bagli kimselerle, Senegal nehri çevresine çekilmis ve bu nehir üzerinde bulunan adada ilk "ribat"tan faaliyetlerini yürütmeye baslamistir. Bu degisiklik sonuç vermis, çevredeki kabilelerden, bilhassa Senhacelerin bir kolu olan Lemtune kabilesinde etkili olmustur.Böylece, "murabitun" hareketi, merkezi Senegal olmak üzere çevrede yayilmaya baslamistir.7