- Önsöz

Adsense kodları


Önsöz

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 13 June 2011, 01:51 pm GMT +0200
ÖNSÖZ

Hamd olsun Allah Teâlâ'ya. O, bizim için din olarak İslâm'a ra­zı oldu. Onu çok şerefli bir din yaptı; yüceltti, tertemiz ve bereketli kıldı, aydınlatıp âleme yaydı. O'nu destekleyip kuvvetlendirdi. Din olarak ondan başkasını kabul etmedi. Kendisine İslâm'ı nasib ederek bahtiyar yaptığı kimseye; rızasını, mağfiretini ve rahmetini nasib et­ti. Emrine muhalefetle başka yollar arayana; dünya ve âhirette, ha­yatta ve mematta pişmanlık, perişanlık, zillet ve alçaklık takdir etti.

Yüce âyetinde: "Kim, İslâm'dan başka bir din (ve hayat şekli) ararsa (o bulduğu) kendisinden kesinlikle kabul edilmeyecektir ve o kimse, âhirette hüsrana düşenlerden olacaktır," buyurdu.

Allah'tan başka ilâh olmadığına ve O'nun hiçbir ortağı bulun­madığına, Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'in O'nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederim. Allah (c.c) O'nu, Araplar içinde en faziletli, hasebçe en şerefli, nesebde en keremii, cömertlikte en ileri olan Kureyş kabilesinden seçmiştir ve kendisini, vahyini emin bir şe­kilde tebliğ edip Kitabı'nı açıklaması için göndermiş, O'nu bütün nebi ve rasûllerin hâtemi yapmış, kıyamete kadar ümmetin önünde ilâhî hücceti O'nunla ortaya koyup ayakta tutmuştur.

İsâ aleyhisselâmdan sonra, risâletin bir süre kesilmesiyle in­sanlar dalâlete saplanmış, azgınlıkta son hadde varmış, körü körüne taklide takılıp kalmış, cehalete bulanmış ve tamamıyle isyana dal­mış iken Allah (c.c), O'nu, (mü'minleri Cennetle) müjdeleyen, (kâfirleri Cehennemle) korkutan, Allah'ın izniyle O'na davet eden bir nûr ve aydınlatıcı olarak, hak din ile gönderdi. O da gür bir sesle Rabbinin emrini duyurdu, risâletini tebliğ etti, emaneti yerine getir­di, hayrı emretti, serden sakındırdı. İnsanları dalâlet ve felâketten çekip hidâyete davet etti. Dinin temel prensiplerini ortaya koydu; farzlarını bildirdi, hükümlerini beyân edip usûl ve edeblerini açıkla­dı. Ümmetine hayır tavsiyede bulundu. Ölüm emri gelinceye kadar, Allah yolunda cehd ve cihad etti. Zikredenlerin zikri, gaflet ehlinin de gafleti devam ettiği müddetçe Allah'ın salât ve selâmı, Efendimiz Hz. Muhammed'e olsun. Allah, öncekiler ve sonrakiler içinde, mahlûkatına yaptığı en temiz ve en efdal selâm ile O'na selâm etsin. Allah O'na yapılan salât-u selâmla bizi ve sizi en güzel şekilde temiz­lesin. Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi O'nun üzerine olsun. Al­lah, bizim adımıza O'nu en güzel derecelerle mükâfatlandırsın. Hiç şüphesiz Allah, O'nun sebebiyle bizi helâktan kurtardı; bizi, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet içinde yarattı. Razı olduğu din ile şereflendirdi. O din için meleklerini ve kendilerine in'am ve ihsanda bulunduğu kullarını seçti.

Zahiren ve bâtınen, din ve dünya adına, elde ettiğimiz her ni­metin bize ulaşmasına, dinimiz ve dünyamız için başımıza gelecek bütün felâketlerin bizden uzaklaşmasına tek sebep, Hz. Muham-med (s.a.v) Efen dimi z'dir. O (s.a.v), hayrın öncüsü, doğrunun mürşi­di, dalâlet ve felâketten alıkoyan, dünyada ümmetini irşâd ederken hep nasihat yolunu tutan bir saadet rehberidir.

Allah Teâlâ, ibrahim (a.s) ve âline salât ettiği gibi Efendimiz Muhammed'e (s.a.v) ve âline de salât etsin. O, son derece hamde lâyık ve pek yüce bir Rab'dir.

Yüce Allah, dinin imamları, hidâyete ulaşanların yıldızları, az­gınlık yolunda gidenlerin engeli, sünnet yoluna sülük ederek, Hz. Peygamberin (s.a.v) edeb, hâl ve gidişatına sımsıkı sarılan, O'nun nurlu yolunu takip, hâlini taklid, fiillerini tatbik eden, sözlerini araş­tırıp koyduğu esasları yaşatan ve yücelten, O'nun getirdikleri ile şe­reflenen ashâb, ahbâb, dost ve etbâmdan razı olsun.

Ayetin beyanıyla: "Onlar; Rablerinden gelen hidâyet yolu üze-rindedirler ve onlar, gerçekten kurtuluşa eren kimselerdir."[1]

Bundan sonra, şunu ifade etmek istiyorum: Ben, Şeriat-ı İslâmiyye Fakültesinde, ihtisas talebelerine, "İslâm Hukuk Tarihi" derslerine girerken fakülte idaresi, fakülte hocalarından üç şahsın hazırladığı bir kitabı, talebelerin ders olarak okuması ve bu sahada imtihanda temel bir eser olarak ellerinde bulunması için talebelere dağıtmıştı. Kitapta, İslâm hukukunun geçirdiği devrelerden dördün­cü devre işlenirken araştırmacılar, Mu'tezile mezhebinin sünnete karşı tutumlarından bahsetmekteydiler. Orada, Mu'tezile'den bir fır­kanın Rasûlullah'tan (s.a.v) sâdır olan sünnetle içtihadda bulunma­yı (onunla hüküm çıkarmayı) inkâr ettiğini söylüyorlar ve İmam Şafiî'nin de el-Ümm adlı eserinin yedinci cüz'ünde özel bir bâb aça­rak bu fırkanın şüphelerini zikredip, onlara cevaplar verdiğini ileri sürüyorlardı. Halbuki benim, bundan önce diğer usûl kitaplarından edindiğim bilgiye göre müslümanlar arasında sünnet ve onun hü­kümlerde kaynak olması konusunda, hiçbir çekişme mevcut değildi ve bütün eserlerde, sünnetin zarûret-i diniyyeden olduğu belirtilmek­teydi.

Bahsettiğim çalışmayı yapanların bu meselede ileri sürdükleri­nin, haktan ve doğruluktan uzak olduğunu gördüm. Çünkü usûl âlimleri, bu konuda geniş vukûfîyet sahibi idiler ve büyük olsun kü­çük olsun, müslüman cemaatın selefi ve halefi arasındaki ihtilâfları naklederken son derece titiz davranıyorlardı. Şayet, sünnetin hücciy-yeti (delil oluşu) konusunda herhangi bir ihtilâf bulunsaydı, mutlaka onu naklederlerdi. Nitekim âlimler, icmâ ve kıyas konusunda vâki olan ihtilâfları zikretmişlerdir. Gerçi bu muhalefet sahipleri tutuna­mamış ve silinip gitmişlerdir; fakat usûl âlimleri, yine de bu ihtilâfları tesbit ve nakletmişlerdir. Sünnetin hüccet olması konu­sunda herhangi bir ihtilâf vâki olsaydı; bazıları ona vâkıf olmasa bi­le, diğer âlimler onu gözden kaçırmayıp tesbit ve tasrih ederlerdi. Görülüyor ki, âlimlerin bu konuda herhangi bir ihtilâfı yoktur; aksi­ne, sünnetin hücciyyeti (hükme kaynak olması) konusundaki ulemânın icmâsı, yukarıdaki araştırmacıların el-Ümm kitabından anladıklarının bâtıl olduğunu ortaya koymaktadır.

Sonra ben, el-Ümm kitabıyla, onunla birlikte basılmış, yine İmam Şafiî'ye ait Cimâu'l-İlim kitabına müracaat ettim. Eserleri, baştan sonra okudum; bahsi geçen araştırmacıların görüşünü destek­leyen ve doğruluğunu ortaya koyan herhangi bir ibare ve mânâya rastlamadım. Bilakis, onların söylediklerinin tam tersinin ifade edil­diğini gördüm. Halbuki İmam Şafiî'nin (r.h) yazı ve ifadelerinden anlaşılan, sünnetin hücciyyetini inkâr eden hiçbir müslümanm bu­lunmadığıdır. Hem İmam'm ibare ve ifadelerinden alınacak ve anla­şılacak olan bütün mânâ şudur: "Bazıları, bütün haber ve hadisleri reddetmekte ve onlarla hüküm çıkarılamayacağını söylemektedirler. Çünkü bu kimseler, Rasûlullah'tan (s.a.v) bize kadar sahih, sağlam bir haberin nakledilmediği görüşündedirler."

Bundan çok hayrete düştüm ve -Allah kendilerini muhafaza et­sin- bu üstadlarm İmam Şafiî'nin sözlerini ele alışlarına ve bu tür bir mânâ ile yorumlamalarını çok yadırgadım. Onların, bu sözü baş­ka bir kaynaktan alarak aktarmalarını ve oha dayanarak bu görüşe varmalarını ne kadar arzulardım.

Sonra, İslâm Hukuk Tarihi konusunda yazılmış olup elde mev­cut diğer kaynaklara müracaat ettim. Tarihu't-Teşrîi'-İslâmî kitabı­nın yazarı, Üstad el-Hüdarî'nin kitabında, yukarıdaki görüşü kay­dedip desteklediğini ve sünnetin hücciyyeti konusunda zikrettiği ihtilâfı, onun da İmam Şafiî'nin ifadelerine dayandırdığını gördüm.

Bu sırada, Mecelletu'l-Kânun ve'l-îktisadda, Üstad Şeyh Ab-dülvehhab Hallaf m İslam'da Üç Temel Delil adıyla neşrettiği, kıy­metli bir araştırmasına müttalî oldum. Çalışmayı incelediğimde, onun da Üstad Hüdarî'nin ortaya koyduklarını kaydettiğini gördüm. Üstad, her ne kadar muhalif firkaya cevap verirken: "Onlar, sünneti bizatihi sünnet olarak inkâr etmiyorlar; ancak sünnetin bize gelişini nazar-ı dikkate alarak bütün haberleri reddediyorlar." şeklinde bir yaklaşımda bulunmuşsa da sünnet konusundaki muhaliflerin delille­rinin detayını görmek ve okumak isteyenleri, İmam Şâfiînin el-Ümm kitabıyla, Dr. Tevfik Sıdkı ile Ezher âlimlerinden birisi ara­sında geçen ve İslâm Sadece Kur'ân'dır başlığı ile Mecelletü'l-Me-nar'da yayınlanan tartışmaya havale etmiştir.

Bunun üzerine ben de bu dergiye müracaat ettim ve işaret edi­len yazıyı bulup inceledim; her iki tarafin sözlerini okudum. Dr. Tev-fik'in, sünnetin hüccet oluşunu inkâr ettiğini, doğru dürüst bir hazır­lık yapmadığı bir konuda konuştuğunu, işin aslını bilmediğini, ulu orta, körü körüne fikirler ileri sürdüğünü, bizatihi sünnetin hüccet olmasıyla, onun elde ediliş yollarını ve onların güvenilirliği konusu­nu birbirine karıştırdığını, sırf lâf olsun diye konuşan kimseler gibi olduğunu, söylediklerinin hak ölçüsüne uyup uymadığına, halk ya­nında kabul görüp görmediğine bakmadan ve buna hiç aldırış etme­den fikir beyân ettiğini gördüm.

Sonra, Muhammet! İs'âf en-Neşşâşîbî'ye ait el-İslâmü's-Sahîh adında bir kitap elime geçti. Müellifin, kitabının mukaddime­sinde, Dr. Tevfik'in sözlerine benzer ifadeler kullandığını gördüm. Fakat yazar, sözlerinde neyi kasdettiğini açıkça belirtmemişti. Bu konunun İslâm hukukunda ve şer'î hükümlerin istinbâtmda büyük bir önem ve ehemmiyeti bulunduğundan dolayı, sünnetin hücciyyeti (dinî hükümlerde delil oluşu) konusunda bir kitap yazmayı ve bunun zaruretini ortaya koymayı gerekli gördüm.

Kitabımda, müslümanlar arasında bu konuda, herhangi bir ihtilâfın bulunmadığını, İmam Şafiî'nin sözünden de kesinlikle yu­karıdaki iddianın anlaşılmayacağım ortaya koydum. Sonra sünnetin, dinî nıesâilde bir delil olduğunu, hiçbir şek ve şüpheye mahal bırak­mayacak şekilde, kesin delillerle açıkladım. Bizatihi sünnetin hüccet oluşuyla, nakle dayanan haberlerin delil oluşu arasındaki farkı be­lirttim. Aynı zamanda, Dr. Tevfik ve benzerlerinin ortaya attığı ve takıldıkları birtakım şüphelere de cevaplar verdim. Asıl konuya gir­meden, ismet konusunun ele alınmasını da gerekli gördüm. Çünkü ismet (Hz. Peygamber'in (s.a.v) hatadan korunması), sünnetin hüc-ciyyetini isbat konusunda temel bir unsurdur ve bu konudaki diğer deliller hep buna dayanmaktadır. Ayrıca sünnetin ne mânâlara gel­diğini açıklamayı da; sünnetin usûldeki mânâsı ile diğer mânâları arasındaki farkın belli olması açısından gerekli gördüm.

Bunların yanında, kitabın sonunda, sünnetin hüccet olmasıyla ilgili iki meseleye değinmeyi de uygun buldum. Bunlar; delil olma ko­nusunda sünnetin, Ritab (Kur'ân)'la aynı.değerde olduğu ve sünnetin hüküm koymada müstakil oluşu konularıdır. Bu iki konuya değin­mek zorunda kaldım; çünkü bazı imamlar bu konuda çekişmeye gir­mişler ve değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Ben de bu konulardaki hak olan görüşü açıklamak istedim. Böylece kitabımız; iki mukaddi­me, üç bölüm ve bir hatimeden oluşmuştur:

Birinci mukaddime; sünnetin mânâlarını,

İkinci mukaddime; peygamberlerin ismetini işlemektedir.

Bölümler ise,

1. Bölüm: Sünnetin hüccet oluşunun dinî bir zaruret olduğunu,

2. Bölüm: Sünnetin hüccet oluşunun delillerini,

3. Bölüm: Sünnetin hüccet oluşu konusunda ileri sürülen şüp­heler ve bunlara verilen cevapları ithiva etmekte ve işlemektedir.

Hatime (sonuç) bölümü ise sünnetin hücciyyetiyle ilgili bahisle­ri içermektedir. Kitabın adım, "Hücciyyetü's-Sünne" (sünnetin dinde delil oluşu) koydum. Ele aldığım her bahsi, ancak o konuda yazılmış, büyük veya küçük, bulabildiğim bütün kaynaklara müracaat ettik­ten sonra işleyip ortaya koydum. Mevcut her eseri nazar-ı dikkate al­dım. Çünkü bazen küçük bir kitapta bulunan bilgiler, büyük kitaplarda bulunmayabiliyor. Her yazdığımı, ancak onun sahih ve doğru olduğuna yakînen inandıktan sonra yazdım. Ele aldığım konuda eser yazan kim olursa olsun, muasır veya önceki devirlerde yaşasın, fikri benim mezhebime uysun veya uymasın, hiçbir fikre şartlanmadan sadece gerçeğin peşine düştüm. Eserini veya fikrim incelediğim kim­senin hata ettiğini tesbit ettiğimde ona muhalefet etmede hiç tered­düt etmedim. O konudaki tercih ve tesbit ettiğim görüşün isabet yö­nünü de açıkladım. Bununla birlikte, tenkid ettiğim şahsa hürmet ve ihtiramla faziletini itirafı elden bırakmadım. İlmini takdir, derecesi­ni tebcil ettim.

Bazı bahislerde sözü uzattığım, bazı ibare ve ifadeleri çokça tekrarladığım, kapalı geçilecek noktaları genişçe açıkladığım için ve­ya başka sebeplerden dolayı tenkid edilebilirim. Fakat, bütün bun­lardaki maksadım; konuyu hakkıyla işlemek, istifadenin tam olması­nı temin, meseleleri genişçe izah edip araştırıcının karışıklık ve şüp­heye düşmemesini sağlamaktır. Üzerime düşeni yapmada muvaffak olduğumu ümid ediyorum. Bu muvaffakiyetim ancak Allah Teâlâ'nm tevfik ve inâyetiyle olmuştur. Hem O'ndan başka (asıl) güç ve kuvvet sahibi yoktur.

Bu arada ben, bu çalışma sayesinde fıkıh, fıkıh usûlü ve İslâm Hukuk Tarihi alanında üstad derecesine (doktora) ulaşmak için ge­rekli imtihanları geçmeye muvaffak oldum. Bu dereceye ulaşmak için bu alanda bir konunun araştırılıp kitap halinde ilgili mercilere su­nulması gerekliydi. Ben de Şeriat Fakültesi'ndeki doktora imtihanını yöneten heyete, bu kitabımı takdim etmeyi uygun buldum. Allah'ın izniyle, bu sayede üstadlık payesine ulaştım.

Biz şükründen âciz iken hak etmediğimiz nimetlerini üzerimize akıtan ve ihsanlarını devam ettiren, bizi, insanların ihya ve irşadı için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet içinde yaratan Allah Teâlâ'dan, bizi, Kitabı'm ve Rasûlü'nün sünnetini güzelce anlamak, kavlen ve fiilen onlara uymak nimetiyle nzıklandırmasını niyaz ede­riz.

Dr. Abdülganî Abdülhâlık


[1] Bakara, 5.