- Önsöz

Adsense kodları


Önsöz

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Thu 16 September 2010, 01:19 pm GMT +0200
ÖNSÖZ

1- Hamd, Allah Teala içindir. O´na hamdeder ve O´ndan yardım dileriz. Bağışlanma­yı O´ndan diler ve O´na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötü­lüklerinden Allah´a sığınırız. Allah kime kurtuluşu nasib ederse o, gerçekten kurtulmuş­tur. Kimi de sapıklığa sürüklerce onun için artık hiçbir kurtarıcı yoktur. Alemlere rah­met olarak gönderilen, doğru yola; "Aziz" ve "Hamid" olan Allah´ın yoluna çağıran Efendimiz Muhammed´e ve onun ashabının tümüne salat ve selam ederiz.

Bundan sonra; biz Allah Teala´nm yardımı, başarıyı nasibetmesi ve hidayetiyle bu yıl hidayet önderlerinden bir önderin fıkhını ders olarak anlatmaya azmettik. İşte o nese­bi tertemiz, şehidlerin atası Hüseyin oğlu Ali Zeynel-Abidin´in oğlu Zeyd´dir. onunla il­gili yazacaklarımız Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi Şeriat Enstitüsünde verdiğimiz yüksek lisans derslerinin özü olacaktır.

2- Tasarladığımız bu program, daha önce niyet edip planlamış bulunduğumuz bir ça­lışmadır. Nitekim niyetimiz, dört imam konusunda birer kitap yazdıktan sonra Ehli Beyt´in mümtaz imamlarını ele almak idi. Nihayet çok değerli iki imamdan Zeyd b. Ali ve onun kardeşinin oğlu Cafer Sadık´ı ele aldık. Her ikisi de kurbanları çok olan bir mezhebin^imamıdırlar. Yine her ikisinin de fıkıh ve hadisde otoritesi vardır. Bir kısım mezhep sahibi meşhur imamlar onunla büyük şehirlerde bir araya gelmiş ve ders almış­lardır. Özellikle Şeyhu´l-Fukaha Ebu Han-ife, Cafer Sadık´ın derslerinde bulunmuş ve ondan rivayett bulunmuştur.

Zeyd b. Ali´den de görüş almış ve onu takdirle karşılamıştır. Ebu Hanife´nin ona aşın bir meyli vardı. Onu çok sever ve onunla yardımlaşırdı. Onun metodunu benimseyenle­re de değer verirdi. Nitekim Hişam bin Abdülmelik´e karşı Kufe´de başlattığı ayaklanma gününde onun lehinde içtihatta bulundu ve onun ayaklanmasını Rasulullah (s.a.v.)ın Bedir Günü"ndeki kıyamına benzeterek mücahidlere mali destek sağladı.

Her ne kadar İmam Cafer´in fıkhında bazı yönleri ile açıklığa kavuşturmuş ve hayatı­na da çok kısa olarak değinmiş idiysek de, amcası Zeyd´in fıkhını müstakil bir konu içe­risinde ele almamıştık. Onun koyduğu temel prensiplerin bir bölümünü olsun açıklama­yı hiç tasarlamamıştüc. Yapmış olduğumuz bazı fıkıh derslerinde onun görüşlerini konu­nun esası içerisinde değil, dipnotunda olmak üzere arzediyorduk. Ayrıca, İmam Zeyd´in görüşlerine ortaya çıkarma ve açıklama için değil, karşılaştırma yapmak için başvur­muştuk. O görüşleri, konuyu açıklamada birinci derecede değil, ikinci derecede görüşler olarak almıştık.

3- Bu iki imam konusunda ayrıntılı kitap yazmada kaynakların azlığından başka bize hiçbir şey engel teşkil etmedi. Bundan dolayı neredeyse onun ekolüne yakınlık gösteren fıkıh sistemiyle ilgili sözetmeyi bırakıp, sonra konuya ilk gözatana düşünce ve metod bakımından bambaşka bir sınıf olduğu izlenimini veren alana yönelmek isteyecektik. Ancak konuyu araştırıp incelediğimizde gördük ki, bu düşünce sistemi hayal ettiğimiz gibi biribirine taban-tabana zıt değilmiş; bütün fıkıh ekolleri bir çok yerde uyum sağla­maktadırlar.

O halde hemen işe koyularak Şia fıkhına ilgi duyduk; onu etüt ettik ve ucu-bucağı görülmeyen okyanuslarına daldık. Nihayet İmam Zeyd ve mezhebine vardık. Çünkü o, Şia mezheplerinin Ehl-i Sünnet fıkhına en yakın olanıdır. İmam Zeyd (r.a.) müslümanla-rın çoğunluğunun siyasetine en yakın olduğu gibi, fıkıh metodu da Ehl-i Sünnet fakihle-rinin metodlanna en yakınıdır. Kendisinden sonra içtihad yapanların bîr kısmı onun me­todu üzerinde yürüdüler ve onun fıkhını dört imamın fıkıh sistemine yaklaştırdılar. Asla uzaklaştım ad ılar. Birçok içtihatlarında bu imamların fıkhıyla sıcak ilgi kurdular. Bun­dan dolayı bu yakınlığı halen herhangi bir yaklaştırma girişiminde bulunmadan ve fikir­ler arasındaki beraberliğin herhangi bir açıklamaya ihtiyaç hissetmeden dimdik ayakta olduğu görürülür.

Yüzümüzü bu değerli mezhebin yönüne doğru çevirdiğimizde Ehli Sünnet imamla­rından, onları kendilerine yakın görenlere doğru intikal konusunda u. jcc derece ilerle­me alışkanlığı üzere yürürüz. Şöyle ki, Ehl-i Sünnet´e yakınlığı sabit ve beraberliği açık olanları tam olarak belirlediğimizde, belki de çok yakındır ama, bize uzakmış gibi zan­nettiğimiz kişilere yöneliriz. Uzaklığı veya yakınlığı bulunanları bir tarafa bırakalım. İki tarafın ortasında kalan şeylerden yakınlığı sabit olanları etüd etmek, uzak olduğunu ha­yal eden yazarı konuya ısındırır. Bu şüpheli bakış yavaş yavaş ortadan kalkar. Bir de ba­kar ki, uzak gördüğü şeyler yakındır ve kendisinin de yapmakta olduklarıdır.

4- İmanı Zeyd´in fıkhı veya daha ince bir ifade ile Zeydiyye mezhebi, Yemenlilerin birçoğu hatta çoğunluğu tarafından uygulanmaktadır. O, tecrübenin billurlaştirdiğı. uy­gulamanın netleştirdiği ve meydana gelen olaylarla uygulamanın beraberliğini sağlamak için yapılan içtihatların geliştirdiği bir mezheptir. Çünkü insanların meşguliyetleri ora­nında problemleri meydana gelir. Yemen´de Zeydiyye mezhebine göre uygulama yap­mak, sadece aile hukuku üzerinde kalmaz, toplumun genelinde gelenek olarak yaşatı­lır Yemen halkı milli birliğine, dinine ve dininin fıkıh anlayışına bağlı olduklarından do­layı Avrupa kanunlarını örnek almaktan kaçınmışlardır. Bundan dolayı fıkıh anlayışları yozlaşmamıştır. Bilakis tükenmeyen bir gelenek halinde devam etmiştir. İçtihat yap­mak dünyadaki gelişimin gerisinde kalmamayı gerektirir. Yemen´de yaşayan içtihat an­layışı onları bu seviyeye getirmiştir. Bunun sebebleri İslam´a bağlılıkları, Arap çıkarları­nı korumaları ve yeni gelişmeler karşısında içtihadı yaşatmalandir. Bu anlayışta fakihler içtihat kapısını sonuna kadar açık, içtihadın gerekçelerini dimdik ayakta bulacaklar ve böylece temel ilkelerin üzerine çıkmadan, fıkhi metodlardan sapmadan fer´i meseleler alabildiğine geniş yeni alanlara yayılacaktır. Bu şekilde mezhep hem temel ilkelerini net olarak ortaya koymuş, hem de içinde bulunduğu geniş bakış açısını sonuna kadar açmış olacaktır. Zamanın geçmesiyle eskimeyecek , tazeliğini hep koruyacaktır.

İşte böylece Arap toplulukları uzun bir ayrılıktan sonra birbirine kavuşma yolunda yürümeye başladı. Yemen´in Mısır ve Suriye ile kopmaz bağlan kuruldu. İşte ben Ye-men´i; daha doğrusu Arabın geçmişini yeniden gündeme getirmek ve İslam Birliği´ni canlandırmak anlamında olan bu birliği kutlarım. Bu kutlayışım -bu büyük İmamı bütün yönleriyle açıklamasını dileyerek- soy yüceliğinin, ilmin nuru, kalbin temizliği, himme­tin yüceliği ve kahramanlığın eşsizliği ile buluştuğu bir portre halinde açıklayan bu kita­bı sunmam yoluyladır.

Allah Sübhanehu ve Teala´dan niyetlerimizi halis kılmasını, kalplerimizi temiz duy­gularla bezemesini, davranışlarımızı arıtmasını, bizi başarıya ve doğru yola iletmesini niyaz ederiz. Şüphesiz ki O´nun hidayeti ve başarıya ulaştırması olmazsa, hiçbir işimiz dosdoğru yürümez, hiçbir amacımız gerçeğe varmaz ve hiçbir hedefe ulaşamayız.

Hidayete ve başarıya ulaştıran sadece O´dur. Ey Allah´ım hatalarımızı ört... Sürçme­lerimizden bizi uzaklaştır... Bizi sevdiğin ve razı olduğun şeylere yönlendir. Çünkü ya-kanşlan duyan sadece sensin!..



1 Ocak 1959

Muhammed Ebu Zehra[1]



GİRİŞ



1- Zeyd b. Ali cihacl için ayaklanmayı başlattığında dava arkadaşlarına dönerek şu sözleri söyledi:

"Ben sizi Allah´ın kitabına. O´nun Nebisinin sünnetine, bu sünneti yeniden diriilmeyc ve bid´atları yoketmeye çağırıyorum. Eğer katılır dinlerseniz, hem sizin için ve hem de benim için hayırlara vesile olur. Fakat katılmazsanız, sizin üzerinizde hiçbir bağlayıcılığım yoktur."[2]

Dava arkadaşlarından birisine şöyle dedi:

- Şu Süreyya yıldızını görmüyor musun; O´na ulaşan kimseyi hiç gördün mü? Arkadaşı dedi ki:

- Hayır

Bunun üzerine Zeyd b. Aİi şöyle söyledi:

- Vallahi Mevla´dan isterdim ki, elim ona yetse sonra bu toprak üzerine veya herhangi bir yere düşsem, nihayet lime lime kesilsem de tek Allah, Muhammed (s.a.v.) ümmetinin arasındaki ayrılıkları birleştirse."[3]

İşte bu iki konuşma, İmam Zeyd b. Ali (r.a.)nin varmak istediği amacı dile getiriyor, şu iki görevi hedef alıyordu:

Birinci görev: Allah´ın kitabı ve Nebisinin sünnetinden oluşan temel ilkeler üzerinde yasa düzeni getirmek, sonra insanların geçmiş önder şahsiyetlerden miras aldıkları, Nebi (s.a.v.)dcn naklettikleri sünnetlere dönmeleri ve dinin Özünü silip götüren, nefretle karşılanan bidatları yokctmeklir. Bu ilk hedef, kalpleri İslah etmek, hakkı dimdik ayakta tutmak ve batılı ortadan kaldırmaktır.

ikinci görev: Bu tertemiz niyetli insanın istediği, Muhammed (s.a.v.) ümmetinin arasındaki problemleri çözümlemekti. O düşlüyordu ki göklerde olsa Süreyya yıldızını eliyle yakalasa, sonra ordan yere düşerek vücudu lime lime doğransa, bunun karşılığın­da Allah Ümmet-i Muhammed´in arasındaki ayrılıkları düzeîtse... Nihayet o zaman bu istediklerine ve arzuladıklarına ulaşmakla mutlu olacaktı... İşte amacı buydu... Kendini ona adamıştı. İnsanın inancı uğrunda adıyacağı en değerli şeyi kendisidir.

İşte o. bu adağından hiç çekinmedi. Sünnetin ölmekte olduğunu, bid´atın canlandırıl­dığını, batılın üstün geldiğini ve hakkın yenilgiye düştüğünü gördüğünde kendisini meydana attı. O, sadece Ümmet-i Muhammed´in arasını düzeltmek uğrunda kıyam etti. Ona göre ıslah ancak hakkı dimdik ayakta tutmak ve batılı yerin dibine geçirmek şeklin­deydi. Bu yolda başarıya ister ulaşsın ister ulaşmasın, onun tek islediği, bu gayeyi ger­çekleştirmekti. Çünkü zulüm üstün geldiği zaman ıslah mümkün olamaz; hakkın üstün geldiği dönemde de fitne ortaya çıkamaz. Çünkü adalet, doğruluğu tartan, fesadı da ayırdcdcn bir terazidir. Yine o. gerçekçi yasayla fitneci yasa arasındaki ayrımın yargıcı-

2- Rasulullah´ın tertemiz sülalesinden olan Zeyd b. Ali´nin sırtında götürmeyi kabul ettiği Ümmeti Muhammed´in arasını ıslah etme girişimi, onun hem Şia´ya küskünlüğü­nün, hem de Emeviler´e küskünlüğünün odak noktasıdır. Çünkü Emeviler onu katletti­ler fakat, öncekiler (Şia) de onu perişan ettiler ye teslim olmasını sağladılar.

Lakin onun davası asrının vadisinde bir çığlık olarak silinip gitmişse de, tarih onu çoktan tescil etmiştir. Biz bu asırda Muhammed (s.a.v.) ümmetinin arasındaki ayrılıkları ıslaha çağrı konusunda onun sözlerinden daha güzel bir örneğini göremiyoruz. Bu da­vette canlı Örnek şahsiyet, Muhammed (s.a.v.)in kendi öz sülalesinden olan bu imamdır. Nitekim bu uğurda kendini feda etmek için ileri atılmıştır.

Biz bu asırda her şeyimizle bölük pörçük olmuşuz; siyasette bölük-bölük olmuşuz. İşte İslam toplumları birbiriyle çekişen kamplara bölünmüştür. Allah´ın arzı onları par-sellemişfir. Arlık onları cemaat haline getirecek ne bir lider mevcuttur, ne de onları bir araya getirecek bir bağ vardır. Onların dostlukları Allah. Rasulü ve mü´minlerden başka­sı için olmuştur. Her bölge için inüslumanların düşmanlarından müslümanlaruı Sikintıya girmesini arzulayan bir lider seçilmiştir. İman ehli için liderlik makamı. Hak oîan Al­lah´tan başkası olamaz. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Senin gerçek reliniz ve yardımıciniz Allah, O´mm Rasulü ve inananlardır." (Maide 55)

İşte bundan dolayı topraklarımız yağmalanmış ve ürünleri düşmanlarımıza ait hale gelmiştir. O topraklardan bize ait olarak sadece yükünü sırtında taşıyan bir işçinin eme­ği kalmıştır. Bu düşmanlar, tüm servet kaynaklarım ellerine geçirmek yetmiyormuş gibi, nihayet emekçinin emeği ve çalışanların alınterinden oluşan bizdeki insan gücü servetini de alıp-götürüyorlar.

Biz bu asırda mezhep ayrılıklarını miras aldık. Öyle ki. birimiz diğerini hiçbir delil ve açık işaret bulunmadan kafir sayabilmektedir. Görüş ve düşüncelerde cahiliyet bağ­nazlığına benzer bir bağnazlık meydana gelmiştir. İşte şiinin oğlu şii, sünninin oğlu da sünni olmakla ve bedenle renklerin babadan oğula miras yoluyla geçmesi misali mezhep de miras kalmaktadır. Her taife, sanki başlı-başına ırkın iş gibi bir hal almıştır. Şii olan babasının mezhebini değiştiren kişi. dinini değiştirmiş ve imandan sonra dininden dön­müş gibi işlem görmekledir.

Her me/.hep bağlıları, kendi mezhebinin tüm İslam´a ait bir miras değil de, sadece kendilerine ait bir miras olduğunu zanetmektedir. Her ne kadar İslam´a ait bir miras ola­rak ateılasa da onu kendi mezhebinin, İslam´ın ta kendisi olduğu şekline büründürür ve onun dışındakiler! hesaba katılmayacak bir yan çizme ve ilgilenilmeye değmeyen bir sa­pıklık olduğunu kabul eder.

İste bu siyasi ve mezhebe dayalı bölünme yüzünden kuvvetler sıfırlandı ve düşman­larımız bizi horladı.

3- Ayrılık, birlik konusundaki etkisini gösterdiğinde -biz de cemaatlaşıp birliğe doğ­ru ilerlediğimizde- bu ayrılığın izini ortadan kaldırmamız zorunludur. Bunun anlamı bü­tün ayrılıkları ortadan kaldırmak değil, ancak İslam´ın sorumluluğunu üstlenmeyi bir kö­şeye iten müslumanların içine düştükleri ayrılıkları iki kısımda değerlendirmek demek­tir:

Birincisi: Bölünme ve ayrılığı ortaya çıkaran geçmişte izlenmiş siyasi ihtilaflar. Biz­ler, şu anda ki laplarım ızdaki bu ihtilafı miras olarak devralıyoruz. Şöyle ki Şiiler, Hz. Ali (r.a.)yi diğer sahabelerden daha üstün görmeyenleri fasik sayarken, diğerleri de Hz. Ali´yi Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer´den daha faziletli görenler hakkında sapıklıkla hük­metmişlerdir. Didişmeler bir iş üreten sahanın dışında şiddetlendi, Şatibi, Usûl adlı kita­bında şöyle diyor: "Bir is üretmeyen ilimle meşgul olmak abestir." Bu konuda şunu de­memiz daha hayırlı olur:

"Onlar bir ümmetti, geldi geçti. Onların kazandığı kendilerinin, sizin kazandığınız da sizin." (Bakara 134-41)

Doğrusunu söyleyecek olursak, bu ümmetlerden hiç birisinin hata işlediği sonucuna varamayız.

Bu konuyu vurgulayarak fikir beyan edenlerin en şiddetlisi fıkhını ve hayatını etüt ederek sunduğumuz İmam Zeyd b. Ali Zeynel Abidin´dir. İşte bu yüzden biz, ilmin, ihlas ve takvanın aydınlandığı mübarek bir alana atılmış bulunuyoruz.

ikinci kısım ise: Çalışmamızın boyutlarını aşan fıkhın furuundaki ihtilaflardır ki, bunlar ortadan kaldırılamaz.



[1] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları:

[2] îbn-i Kesir Tarihi, 9/330

[3] Mekatilu´t-Ta!ibin, 129