sidretül münteha
Thu 16 September 2010, 01:22 pm GMT +0200
ÖNSÖZ 2
4- Ne zaman ki bu siyasi ayrılıklar meydana geldi ve ne zaman ki geçmişte tarihin tescil ettiği etkileri gözüktü, m üs lüm anların işlerini darmadağın ederek cemaatlarını daginık hale getirdi, işte o zaman gün gibi ortaya çıktı ki, görüp geçirdikleri bu durumu inkar edemeyen müslümanları dinleri konusundaki şu zaruri hususu bilmeleri gerekmektedir: O da onları fikri beraberliğin cemaat haline getirdiğidir. Bu birlik, asıl kaynakta ve onun üzerinde ittifakta, o kaynağın etrafında kenetlenme ve onun sınırlarını aşmamakta birliktir. Nitekim müslümaniar. İslam´ın temelde bir kaynağı olduğunda diğer asıl kaynakların ondan dallamp budaklandığı konusunda ittifak etmişlerdir. Bu temci kaynak hiçbir değiştirme veya özüne ilave kabul etmeyen Kur´an-i Kerim´in nasslarıdir. Ona ne geçmişinde bir batıl karıkmış ne de geleceğinde karışacaktır. Nebi. (s,a.v.)in sözlerine gelince: Her ne kadar ba/ı taifeler o sözlerin bize kadar ulaştırılması tarikinde bazı ayrılıklara düşmüş de olsalar, dinin taşıyıcı sütunlarının, İslam fıkhı ve ahkamının üzerine kurulduğu ası! kaynak oldukları konusunda ittifak edilmiştir. Bütün İslam taifelerinin sünnete bakış açılan aynı noktaya varmaktadır. Bu nokta, prensip olarak hadislerin İslam´ın temel kaynaklarından bir kaynak olduğunu tanımalarıdır.
Bu anlayış, fikir birliğini, tohumları gönüllerde kök salmış kendini kabul ettirmiş bir değerhalinc getirir. Fakat bu anlayışın açıkça söylenmesini sonuç getirmeyen mücadeleler engeller. Bu mücadeleler. İslam tarihi boyunca meydana gelmiş ve her ne kadar etkinliği hafiflemiş, süresi kısa dönemleri almakla olsa da zaman zaman sürüp gitmektedir. Bu kısır mücadele, hiçbir şeyde birliği oluşturamaz; çoğu durumlarda bu, kültür farklılığından değil, düşünce kısırlığından kaynaklanmaktadır. Nitekim biz ilmi hayatımızın ortaya çıkış dönemlerinde Şafii-Hanefi arasında fikri didişmelerin bir bölümünü görüyoruz. İlk dönemlerde bu mücadeleler´toplumda derin düşünme potansiyeli olduğu için şekilde kalmaktadır. Bu mücadeleler, Maveraünnchir´de hicri 4. ve 5. yüzyıldaki Hancfi-Şafii arasında olduğu gibi teferruatta ciltler dolusu eser yazılmasına ve zorlamalarla deliller üretilmesine neden olmuştur. Bu değerli münazaralar, tümüyle değerlendirildiğinde sonucu saygıdeğer ve bol orunludur. Çünkü bunların sayesinde her iki mezhepteki tefeiTuat bilgilerin derin karşılaştırmalarla pekiştirilmesi ve her iki mezhepçe desteklenmiş haberlerdeki rivayetlerin ayıklanması sağlanmışın-. Bu tartışmalar zemininde bir mezhep, diğerindeki daha isabetli görüşü benimsemiştir.
5- O halde şöyle diyebiliriz: iler ne kadar mezhep ve taifeler arasında çekişmeler olsa da fikri beraberliğin nüveleri değişmez.
Fakat bizim üzerinde durmak islediğimiz husus, bu birlikteliği yönlendirmek, onun geliştirilmesine çalışmak; saflar arasında gedikler açan, gerçekleri arasına şüphe tohumları eken. ayrımcı toplulukların çirkin idealleri karşısında bir engel teşkil eden ve İslam´ın temel çatısını kuran fikir toplumunu ortaya çıkarmaktır.
Bununla birlikte biz. geçmiş İslam büyüklerinin mirasını da bir araya getirmek istiyoruz. Bu konuda Şia´nın bıraktığı mirasla tanınmış veya tanınmamış mezhep sahibi Ehl-i Sünnet imamlarının bıraktıkları miras arasında bir fark yoktur. Bunların tümü bizim mirasımızdır. Çünkü bu tevhid ağacının ürünleridir.
Bazıları şöyle diyebilir: Bazı belgesel kaynaklarda İslam´ın temel ilkeleri sayılan değişmez değerlerden uzaklaştırıcı şeyler vardır. Biz de deriz ki: Onları o haliyle söylemek, onu tekrar delil olarak almak isteyenlerin sayısını azaltır. Aksine onunla hüküm vermeyi engellemenin yolu. ayıplarıyla birlikte onu açıkça söylemektir. Topyekün müminlere düşen görev, yolunu bulamamış kişileri bataklıklarında biraz daha saplanması için bırakmak değil, ona doğru yolu göstermektir. Şüphesiz onlar niyetleri samimi ise yanlışlıkla yolunu yitiren hak arayıcılarıdırlar. İmam AH (r.a.) bu konuda şöyle söyler: "Hakkı arayıp da yanılan kişi. batılı arayıp da ona dalan kişi gibi değildir." Her ne kadar bazı taifelere nisbet edilen bir kısım görüşlerde akla veya bazı nakledilen haberlere ters düşmeler varsa da. bunlar eski büyüklerin miras olarak bıraktıkları şeylerdendir. Kendimizi içinde bulduğumuz miraslardandır. Miras, içinde bir kısım demode olmuş yanları vardır diye bir köşeye anlamaz. Aksine paraların kalıplanın kalitelisinden ayırarak kullanıma hazırlamak için paralar üzerinde denetim yapan sarraf gibi bizim de haberler üzerinde ayırım yapmamız gerekir.
6- Biz, şu veya bu taife arasında ayrım yapma girişiminde bulunmadan eldeki milyarlık miras üzerinde araştırma yapmak suretiyle şu üç konuya yöneliyoruz:
Birincisi: Bu ümmetin geçmişini günümüze bağlamaktır. Çünkü her kültürün beili bir fikir çerçevesi vardır. Miras bırakılan şeyler, şimdiki durumla geleceği birbirine bağlar. Bu ümmet ne kadar ilerlerse ilerlesin, her zaman tarihinin başlangıç noktası ile bağlantılı olmak zorundadır.
İkincisi: Bir İslam araştırmacısının. İslam mirasının kurumlarından herhangi birisine mutlak bir bağımlılıkla bağımlı olmaması, sonra da başka bir kuruma yönelme girişimi içerisinde bulunmamasıdır. Çünkü bunun aksi, sonuç olarak kişiyi cahiliye taassubu güdümüne sokan mezhep veya taife bağnazlığıdır. Her ne kadar birbirlerine araçlarda ters de düşseler. Cahiliye bağnazlığı klikleşmiş topyekün bir slogan ise, diğeri de fikri bir saplantı ve mezhep taassubudur.
Üçüncüsü: İslami taifeleri birbirine yaklaştırmaktır. Şüphesiz İslami bütün mirasları etüt etmek, bölünme kabul etmeyen bir bütündür. Şöyle ki, her taife diğer taifeler arasında aşağı-yukarı aynı olan konulan ele alır. Bu bütün olarak ele alış, İslam´ın geçmiş asırlarının geride bıraktığı doğal olmayan bölünmeleri ortadan kaldınr.Böylece bizim için ideallerin en yücesi ve amaçların en yükseğinden ibaret olan bütüncü ideal gerçekleşmiş olur. O da, İslam´daki taifeciliği silip süpürmek ve taifeler arasındaki konuları mezhep ihtilafları imişçesine yaklaştırmak idealidir. Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Malikiler arasındaki ihtilaflar gibi, Zeydiyye ve îmamiyye mezheplerini de sanki onlar daha önce ele aldığımız mezheplermiş gibi etüd etmeliyiz.
Taifeciliği ortadan kaldırmak, ulaşılmak istenen gaye olmalıdır. Çünkü taifeciliğe dayalı ihtilaf, ırkçılık özentisine benzemektedir. İslam´a tuzak kurmak isteyenler, bu tai-fec ilikten-bir dehliz edinir ve oradan İslam birliğine pusu kurarlar. Çünkü müslümanla-rın birliği, şuur birliğini gerektirir; taifecilikle şuur birliğinin bir arada bulunması mümkün değildir. İşte bunun İçin vurguluyoruz ki, tüm İslam taifeleri ALLAH´ın rızası ve sevgisi üzerinde, ALLAH Teaia´nm kitabı sahih sünnet ve dinden zoruniu olarak kavranan îs-lami gerçeklerin gölgesi altında birbirlerine kenetlenmelidirler. Bu bağlamda fikirlerimizin ayrılığında bir sakınca yoktur. Ancak fertlerin ayrı düşünmeleri ilmi düzeyde olmalıdır. Yoksa İslam ümmetini bölük-pörçük ve çekişmeli hale getiren taife ve cemaatlerin ihtilafı şeklinde olmamalıdır.
7- Taifeciliğin ortadan kaldırılması ile, mezhepçiliğin ortadan kaldırılmasını ve îslam mezheplerini birbiri içerisinde eritmeyi kaydetmiyoruz. Çünkü böyle bir düşünce ilmi, faydalı ve alimlerce olumlu karşılanan bir çalışma olamaz. Çünkü her mezhep, topluca ele alındığında islami n;ısslara ve onlar üzerinde yapılanmaya yönelen metodiar üzerine kurulmuş bilgi birikim -v .Bu da İslam büyüklerine ait üstün gayretlerin ürünleridir. Bunîan birbiri içinde eritmeye çalışmak, hepsini yoketmek demektir. Türü ne olursa olsun, herhangi bir fikir ürününü yoketmek. bilimsel çıkarlardan değildir. Kur´an´m ve doğruluğu gerçekleşmiş sahih sünnetin gölgesinde varlığını sürdüren bu fikri gayretlerin meyvelerini yoketmek hiç kimseye yarar sağlama?. Aksine bu ürünlerin kendi stili içerisinde varlığım koruması icabeder. Mezhebin usullerine başvurulur, amel ederken kalıcılığa en uygun, Kur´an´la bağlantı kurma açısından en kuvveıli ve zamanla uyum sağlaması yönünden en ideali seçilir. Başvurulacak kaynağın da yerinde, kalıcı olması şartıyla.
Bilmek gerekir ki, İslami mezhepler herkese açık ilmi miraslardır; herhangi bir taifenin imtiyazında değildir. İlmi çalışmaları simgeleyen ebediyyen kalıcı bir miras olarak varlığını sürdürmesi için, mezhebini canı gibi korumak ve prensiplerine saygı göstermek müslümanların görevleri arasındadır. Avrupa toplumları, hukuki anlayışların farklılığına rağmen Roma hukukunu ve dini düşüncelerindeki eski mezhepleri ele alıp, İnceliyorlar. Çünkü onlar, vazgeçilmez kültür değerleridir. Öyleyse biz, eski yüzyıllarda etkisini göstermiş ve beraberinde o yüzyılların düşünce hayatının mücessem görüntülerini taşımış olan yüce kültürümüzün birimlerini yoketmeyi nasıl düşünebiliriz?
Şunu kabul etmemiz gerekir ki, şüphesiz mezhepleri birbiri içinde eritmek, herbiri başlıbaşına bir sistem olamayacağının ötesinde, aslında bu ulaşılması mümkün olmayan bir iştir. Çünkü eritme işleminin esası, tek mezhep üzerinde ittifak etmektir. Fakat fıkhi teferruatın tümünde aynı görüş üzerinde birleşmek mümkün değil; aksine, ütopiktir. Diyelim ki gerçekleşmesi uzak bir ideal olmasına karşın fakihleri mezhebe dayalı etkilenmelerden kurtardık; onların fikri eğilimleri ile düşüncelerini yönlendiren toplumsal çevrelerinin bir araya gelmesi noktasında ortak karar vermemize imkan yoktur.
8- Bu noktada ilk bakışta yerinde olarak şu itiraz ortaya çıkabilir: O da, taifeciliği yok edip. bu taifelerin bünyesinde taşıdığı mezhepleri bırakmanın nasıl mümkün olacağı hususudur.
Buna cevap olarak denilir ki: Mezhep, taifeciliğin kopmaz parçası değildir ki biri olmadan diğerinin varlığı düşünülenlesin. Çünkü taifecilik bir mezhebin etrafında cemaat oluşturur o mezhebi sık-boğaz eder ve salikleri kendisine çağırır. Sık boğaz edemediği her cemaatın kendisinden olmadığını addededer. Mezhebe gelince; o, fikri bir miras Olduğundan dolayı varlığını sürdüren ve değerlerini koruyan ilmi bir mecmuadır.
O. bünyesi itibariyle kendisim sıkboğaz eden cemaatten apayrı manevi bir varlıktır. Taifeciligin ortadan kaldırılmasına çağırdığımız zaman bunun anlamı, taifecilik adıyla herhangi bir coğrafi parçada sivriliveren, gelenekleştirdikleri ve yönelişleri ile müslü-manlardan kendisini ayrı telakki eden böyle bir cemaatın bulunmamasıdır.
Mezhep-isteyen onu sıkboğaz etsin, isteyen onu bütün olarak veya onun bir bölümünü seçsin- kalıcıdır. Şüphesiz bu anlayış mezhebi geliştirir ve canlandırır. Mezhebi belirli bir taifenin gözetimi altında bırakmak, o mezhebin içindeki tutarlı, faydalı ve daha kuvvetli veya diğer nassiara aykırı düşmeden o naslara uygunluğu ikrar eden özel görüşleri algılamaktan başkalarını engelleyen bir perde oluverir. O görüşleri kulak ardı etmek ve bir alimin terketmesi uygun olmayan- şer´an tutarlı- konuları yüzüstü bırakmak sözkonusu olamaz.
Bu konumda şunu söylemek üzerimize borçtur ki, Mısır otuz küsur seneden beri medeni kanun konularında değişik İslam mezheplerinden görüşler almıştır. Sadece Ebu Ilanife´nin mezhebine bağlanıp kalmaktan kendini kurtarmış, aksine her engeli aşarak, taifecilik eğilimlerine iltifat etmeden bütün İslami fırka mezheplerinden alıntı yapmıştır.
Nitekim Mısır, talakı muallak (şarta bağlı boşama) ve sözle veya işaretle sayılan yaklaştırarak yapılan boşamanın sadece bir tek talak sayılacağı hükümlerini İmamiyye mezhebinden yani İmam Cafer Sadık´ın mezhebinden alıntı yapmıştır. Evet, her ne kadar Mısır bu görüşü İbn Teymiye´nin fetva ve görüşlerinden alıntı yaptığı konusunda beyanat vermiş ise de, îbn Teymiye bu görüşünü Ehl-i Beyt mezhebinden almış ve bu hususu fetvalarında açıkça belirtmiştir.
Yme Mısır, azatlı kölenin mirasının bütün akraba ve kan-kocanın mirasından sonraya bırakılacağını aynı şekilde İmamiyye fıkhından almıştır. Varise vasiyyette bulunmanın caiz olduğu konusundaki fıkhi hükmün bu fıkıhtan alınması gibi. Vasiyyet kanunundaki bölümün kaynaklarından başvuru müzekkiresi olarak "Kitab-u Şerayii´l-İslam" sayılmıştır.
Mısır, zorunlu vasiyetin üzerine kurulduğu temel kaynağı Zahiriyye´den almıştır.
9- Biz taifeciliği ortadan kaldırmaya çağırmakla, İmam Zeyd (r.a.)in müslümanların arasını düzeltmek ve din konusundaki cedelleşmeleri önlemek idealini gerçekleştirmiş oluruz. Kardeşi Muhammed Bakır bu konuda şöyle demiştir: "Sakın ha, din konusundaki cedelleşmeden kaçınınız. Çünkü bu davranış şüphe meydana getirir ve ayrılık tohumlarını eker." Ki konuşma. Muhammedi hidayet ıtrinin kokusunu sürünen gerçek bir sözdür. Evet, dindeki cedelleşmç ayıtın hakikatleri konusunda şüpheyi meydana getirir. Şüphenin olduğu yerde de psikolojik ve fikri bunalımlar oluşur. Bu bunalımlıların ortamında hiçbir şeye inanmayanlar türer; böylece ayrılıklar ortaya çıkar. Çün:.u .. ´v-afik hiçbir şeye inanmaz. O, kararsız bir düşünce ve tatmin olmayan bir kalbe sahiptir. O;,;. gönlünde hak ile batıl, yalan ile doğru müsavidir. Bunun için. Muhammed b. Abdullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Münafık, iki koyun sümsü arasında devamlı gîdip-gelen koyuü gibidir; hangi tarafa gideceğini bilmez."
Din konusundaki cedelleşmeler, hükümleri tartışıp çıkarırken meydana gelen ayrılıklar değildir. Bunun adı, mezhebe dayalı ayrılıklardır. Alim. fikri canlılığm simgesi olan, toplumca benimsenmiş ortak kararlar altına alınmış temel prensiplerin yolundan ayrılmadığı sürece bu ayrılıkta şer değil, hayır vardır. Bunun için sahabe ve tabiinin hükümleri tartışıp çıkarması esnasındaki ayrılıkları din konusundaki husumete girmez. O. ancak metod ayrılığı ve hakkı ararken düşünmedeki ayrılıktır. Nitekim dinde samimi davrananlar, sahabe arasında kendi içtihatlarıyla tartışıp fikir beyan etme konusundaki bu ayrılıklarını gayet olumlu karşılamışlardır. Bunun için Ömer b. Abriülaziz (r.a.) şöyle söyler: "Rasuîuîlah ashabının fikir tartışmalarındaki beni sevindiren şey. olgunlaşmış kaliteli ürünleridir." Şayet tek bir görüş olsaydı, halk her bakımdan darboğaz içerisinde olurdu."
Bilmek gerekir ki din üzerine cedelleşme, mezhebe dayalı ayrılıkların dışındadır. Çünkü mezhep ayrılıkları, bağımsız düşünce güçlerinden kaynaklanır. Cedelleşme ise silinmesinin gerekliliğine karar verdiğimiz taifecilik bağnazlığından neş´et eder. Mezhep ihtilafında çeşilii bakış açılarının birbirleri ile tanışması vardır. Düşünme alam, alimlerin fikir ayrılığı göstermesi sebebiyle ne kadar geniş kapsamlı olursa üzerinde çalışma yapmak da o kadar mükemmel olur. Dolayısıyla Ebu lîanife (r.a.) şöyle buyurmaktadır: "En bilgili insan, alimlerin fikir tartışmaları etkisiyle bilinçlenendir." Şüphesiz İmam Cafer Sadık, kendi asrının toplumunca fıkhı en iyi bilen kişi sayılmıştır. Çünkü o tartışma yöntemleri sebebiyle insanların en bilgini idi. Nitekim Ebu Hanife ona kırk soru sorduğunu ve şu cevabı aldığını şöyle ifade eder: "Bu konuda Hicazlılar şöyle söyler; siz Iraklılar olarak şöyle dersiniz, biz de şunu söyleriz."
Ebu Hanife bu sözle kendisine büyük hayranlık duydu ve hakkında söylenebilecek ne varsa söyledi.
İhtilaf işte budur. CedeHeşmeye gelince o, aslında bakış açılarının gerçeklerin özüne isabet etmediği tarafgir bir bakıştır. Lakin, gerçeğin birçok yönleri ve bakış açılarından sadece birisine saplanıp kalır. O bakişaçısımn dışında hiçbirinden hayır beklemez. İşte bu bağlamda husumet, bir bölünmedir. Fikirlerin darlığına ve gerçeklere önyargılı bakmaya neden olur.
10- Nitekim din konusundaki cedeîleşmenin cereyan ettiği bir dönem geçti. Düşmanlar yukarıda işarel ettiğimiz gibi, oradan bize sızma yapacakları gediği genişletmek cin bizim bu gibi ayrılıklarla kendi kendimizle uğraşmamızı isliyorlardı. Biz onların bu kötü niyetlerini biliyorken, karşılarında birbirine kenetlenmiş sağlam yapılar gibi olmalıyı/.
Bu emellerine her yöneldiklerinde, o yapının duvarlarına çarpsınlar. Bu durum, biyoloji bilainlcrinin anlattığı şu olaylar cinsindendir: Bir ormana yangın düştüğü zaman avları Tözlerinin önünde dolaştığı halde yırtıcı hayvanlar onları unutur ve onlara göz. ucuyla bile bakmazlar. Çünkü aniden meydana gelen felaketler kalpte yerleşmiş kinleri ortadan kaldırır, en azından zayıflatır. Ve biz şu anda kolay elde edilen av haline geldik. Bu durumda islam düşmanlarının tama ettikleri tek şey, müslümanlarm bölük-pörçük, taife taife ve dini cedelleşme içerisinde bulunmalarının devamıdır. Öyleyse bize düşen görev, aramızdaki ayrılıkları silip süpürmek, halis kalpler ve tertemiz niyetlerle ALLAH´ın meşru kıldığı hizmetleri ön plana almamızdır.
11- İşte bunun için köklü İslam kültürünün bize yüklediği sistem ve mezheplerin hepsini etüt etmeliyiz. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi şu iki durum hakkında yahut o iki durumun bizim söylediklerimiz ve söylediklerimize göre yapılacak şeylerin gereçlerinden olduğu konusunda uyanık olmamızı arzu ediyoruz. Biz burada sadece işaret etmekle yetinmeyip, bunları geniş olarak açıklıyoruz.
Birincisi: İmam Zeyd ve İmam Ca´fer´in fıkhı meselelerde birbirlerine taban tabana zıt fikirler ileri sürerek büyük bir ayrılığa düştüklerine inanmamak; mezhep sahibi Ehl-i Sünnet imamlanyla. Ehl-i Beyt imamları arasında ilmi bağların uyum içerisinde olduğunu bilmek gerekir. Ebu Hanife´yi ele alalım: O, İmam Muhammed b. Bakır ve oğlu Cafer Sadık ile bağlantı içinde olduğu gibi İmam Zeyd ile de bağlantı içerisindeydi. Aynı zamanda o, Zcyd´den sonra onun imamlığını devralan ve Mansur´un zindanlarında şehid olan Rhl-i Beyt´lcn İmam Abdullah b. Hasan gibilerle de bağlantı içerisindeydi. Ebu Ha-nıfe´nin de bundan sonra görevi devraldığı gibi. İmam Malik (r.a.) de İmam Cafer Sa-dık´la bağlantı halindeydi. Ona büyük hayranlık duyarak derdi ki: "Ben Cafer b. Mu-hammed´i ya oruçlu, ya namaz kılarken veya Kur´an-ı Kerim okurken görürdüm." İmam Şafii´ye gelince; zaman bu imamlarla bağlantı kurmasına yetmedi. Ancak o, bu imamların pırlanta gibi öğrencileriyle bağlantı kurabildi. İmam Şafii (r.a.) nin yanında, bu imamlara nisbet edilen, biraz daha fazla oîan tutarlı görüşlerle tanışabileceği sağlam bir akıl vardı. Onun (r.a.) tarihçe-i hayatında, Yemen´de bir kısım yargıçlık işlerini üzerine aldığı valiliğinin bulunduğu tesbit edilmiştir. Yine aynı dönemde Onun Harun Reşid´e karşı ayaklanmak isteyen bir kısım Hz. Ali yanlısı liderlerle bağlantı içinde olmakla itham edildiği yazılmıştır. Aynı şekilde o, Mekke´deki Hz. Ali taraftarlarıyla bağlantı içinde olmakla ilham edilmiştir. Evet o, üzerindeki siyasi suçlamaları reddetmişse de ?ki bu noktada gayet samimidir- bu onlarla ilmi bağlantısı olduğunu reddetmesi anlamım taşımaz. Nitekim kendisi Şii ve Zcydi olan Mukatil b. Süleyman´dan naklen kaynak bilgi aldığını açıkça anlatmakta ve onu tefsir konusunda imam saymaktadır. Bu konuda şunları söylemidir: "Kim fıkıh öğrenmek isterse, işte Ebu Hanife. Kim siyeri isterse o Muhammed b. İshak´tadır. Kim hadis almak isterse O Malik´tedir. Ve her kim tefsir almak isterse o da Mukalil b. Süleyman´dadır." İşte Şii-Zeydi olan Mukatil için tefsir, fıkıh ve usullerinde büyük bir makam vardır. Nitekim tefsir sahasında Kitab et-Tefsir el-Kebir, Kitab et-Kiraat, Kiıabu Mütekabili el-Kur´an, Kitab el-Hayvanat fi´l-Kur´ariı telif etmiştir. Yine onun fıkıh usulü konusunda Kitab en-Nasıh ve´l-Mensuh isimli eseri vardır.
Madem ki aradaki çelişki bütün yönlerini kapsamıyor ve aralarındaki bağlantı da eskilere dayanıyor, Öyleyse teferruattaki görüşleri yoruma tabi tutmak, şüphesiz faydalı ilimler arasındadır. Fakat baz.ı meselelerle ilgili ayrı düşünmek büyük boyutlara varıyorsa, o zaman karşıt görüş birkaç yönden etüt edilmesi gerekli olabilir ve onu etüt etmemek alimin değerinden çok şeyler kaybettirir. Çünkü o alim bu şekilde hüküm verilen ve içinde birçok yararlar bulunan marifet kapılarından birisini kendisine kapamış sayılır. Onun da bir ilim olması ve her ilimde de aydınlatıcı ışık bulunması nedeniyle her halükarda ileriyi gösterici aydınlığı vardır.
İkinci husus: Üzerinde durulması gereken ikinci konu Ehli Beyt imamlarının görüşlerinin etüd edilmesi durumunda incelenmeye değer mezhepler topluluğu olduklarını, belirli bir bölgeye ve taifeye yönelik olmaları durumunda hiç ele almaya değer olmadıklarım akılda tutmaktır. Nitekim bi/,, bu giriş bölümünde taifeciliğin ortadan kaldırılmasının gerekli olduğunu karara bağlamıştık. Öyle ki, İslam´da fırkacılık bulunmasın ve top-yekün müslümanlar kurtuluşun rahmet deryası içerisinde olsun. Kurtuluş yetmiş fırkadan sadece birisine ait olmasın. Zaten geçmişte, fırka fırka bölünmeler yetti artık.
12- Biz bu niyet sayesinde uzun bir fırkalaşma ve kalplerin katılaşması döneminden sonra İslami mirası bir araya toplamaya yöneliyoruz. Daha önce de kaynaklar açısından Caferi fıkıh usulü hakkında kitap telif etmiştik. Bu mezhebin fıkhı konusundaki birkaç teferruat konusunu da yazmıştık. Böylece caferilerdeki mirası kitap haline getirmiş olduk. Ancak biz, İmam Cafer Sadık´a ait bağımsız bir araştırma tahsis etmedik. Biz oına (r.a.) bir kitap tahsis etmek niyetindeydik. Ancak ilahi takdir şehid amcasını daha önce kitap halinde yayınlamamıza hükmettiğinden dolayı onu ele almamızı geciktirdik. Onlardan ve dedeleri Hatemü´l-Enbiya (s.a.v.)´dan ALLAH razı olsun ki, hepsi de temiz soylu bir sülaledendir.
13- Biz, ALLAH´ın yardımı ve tevfiki ile bunu kitap haline getirişimiz konusunda daha önce ele aldığımız imamları incelerken izlediğimiz yolu izleyeceğiz. Önce hayatına, sonra yudumladığı ilmi kaynaklara, doğup-büyüdüğü şehre, yanlarından hiç ayrılmadığı alimleri araştırmaya yöneleceğiz. Her ne kadar Ehl-i Beyt´in çoğunluğu ilimleri evlerinde ösrenmiş olsalar da sadece İmam Zeyd (r.a.) evi ilim ocağı olduğu halde aile ocağında akiıflı ilimle yetinmeyip, aksine evini ilmin tüm yollarından her kanala taşırdı. Nitekim buuğurda Basra´ya kadar yolculuk etti. Kufe´deki alimlerin münazaralarında bulundu ve zulmü kaldırıp- yerine hakkı getirme konusundaki cihadı da orada oluştu. ALLAH Teala´dan bizi böyle hoş ürünler üreten verimli bir hayatı bezemeye muvaffak kılmasını nivaz ederiz. Biz ALLAH´ın yardımıyla eğer kendisinden bu büyük bol yapraklı, geniş göl-«eli. bol ürünlü ağacın meydana geldiği fidan olması itibariyle onun gelişimini anlatmaya muktedir olabilirsek, bunun peşinden yaşamış olduğu çağı açıklamaya yöneleceğiz. Çünkü ilk doğup büyümesi böyle temiz ve verimli topraklardaki tohum misali ise; onun çağı, fidanların ve ekinlerin yetiştiği havadır. Bu atmosfer o tohumu canlı tutar ve yetiştirir. Şüphesiz sağlıklı her tohum toprağa muhtaçtır. Bununla birlikte kendisini zenginleştirecek sağlıklı havaya gerek duyar ki. bu hava onu böyle temiz toprakla birlikte geliştirir. Dolayısıyle ALLAH Teala ruhsal ve bedensel verimli bir besini bitirdiği yeri anlatırken o yerin "Arz/toprak" değil, "Beled" olduğunu zikreder. Nitekim ALLAH şöyle buyurur:
"Toprağı ver imli olan güzel bir memleketin (beled) nebatı, Rabbinin izniyle çıkar (ve yetişir). Fena ve verimsiz olan bir yerin nebatı ise çıkmaz; çıkan da bir şeye yarar"(A´raf58 )
Buradaki "beled" toprak ve hava ikilisidir. Tek başına toprak değildir. Bu durum maddi ve manevi planda eşit ölçüde sabittir. ALLAH´ın n&sslan mana yönünden daha açıklayıcıdır. Bu husus daha önce geçti.
14- ALLAH bize onun çağını açıklamakta yardımını nasib eder, inayetiyle muvaffak kılarsa, hemen peşinden ilmi yönünü açıklamaya yöneleceğiz. İşte bu noktada, kaynakların darlaşmış ve eğilimlerin de ayrı ayrı gelişmiş olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni Zeydiyye adını taşıyıp bu yüce imama intisab edenlerin çeşitli ülkelere yayılmasıdır. Tek bir yerde toplanmamışlar; hepsi de görüşleri ile bu imamı temsil ettiklerini ve rivayetleri ondan doğrudan nakledip anlattıklarını, en doğru rivayetlerin kendilerinde olduğunu iddia ederler. Hatla ´cl-Budur ve Mecmu´eî-Buhur sahibi şöyle söylemiştir:
"Irak Zeydilcri darmadağınık yörelerde, Hİcaz´dakiler Medine´nin kırsal alanlannda-dırlar. Bunlar mezhebin doğal şekli üzeredirler. Bir kısım Zeydiler de Yemen´de yüksek yaylalar ve dağlık bölgelerde ve Tihame´nin yamaçlarındadır. Yemen Zeydileri, siyah Ökü/.ün sırtındaki beyaz kıllar gibidirler."[4]
Belki de ya/ar bu benzetmeyle Yemen Zeydilerinin Zeydiyye mezhebine sahip olanların tümü veya büyük bir bölümü olmadıklarını; bilakis siyah Öküzün sırtandaki beyaz kılların azlığı gibi büyük bir topluluk olan Zeydiyye´nin sayısı içerisinde çok az bir yer tuttuklarını anlatmak istemektedir. Yine belki de yazar, onların mezhebinin Zeydiyye mezhepleri içinde en açik ve parlak olduğunu kasdetmiştir.
Genci olarak değerlendirirsek Zeydiyye adı eğilim ve metodlarnıda ayrı ayrı cemaat-lere verilmiştir. Yerleştikleri her bölgede o yerin renk ve özelliklerinden birçok şeyleri almışlardır. Tıpkı bir nehrin yalağında giderken geçtiği toprağın rengini kendi renk ve tabiatıyle birlikle taşıdığı gibi.
15- Bu olay taizi, hangi ülkenin Zeyd´den en sağlıklı nakli yaptığını, onun bilimsel ve siyasal düşünce yapısını yansıtması yönünden araştırmaya zorluyor. Biz. çok zor ve kolayca elde edilemeyecek olsa bile bu konuyu aydınlığa kavuşturacağımızı umuyoruz. Bu zorluğun nedeni, çeşitli rivayetleri ayırdedip onların en doğrusunu ölçü kabul edebileceğimiz açık bir haber kaynağı bulamayışımızda. Kİ bu ölçü imam´ın görüşlerine tıpatıp uyanların doğru, aşaği-yukarı yaklaşım sağlayanların biraz yakın ve onlara tam ters düşenlerin nakledilmesinin mümkün olamayacağına hükmedebüeceğimizi en doğru surette yansıtsın.
Şaşinlacak şey ama; eğer imam´a nisbet edilen "el-Mecmu" adlı kitap sahih nisbetli sayılırsa, o zaman bize göre İmam Zeyd´e nisbet edilen fıkhi temel görüşlerin ölçülebileceği en tutarlı Ölçek odur. Bu İster temel görüş, isterse teferruat görüş sayılsın, değişmez.
Fakat insanlar böyle bir kitabın İmam Zeyd´e nisbet edilmesi konusunda çok şeyler konuşur; ancak biz ALLAH Teala´nın yardımıyla bu nisbetlerin sıhhat ölçüsünü denetlemeye yöneleceğiz. Biz bu yolda Ali (r.a.)den rivayet edilenlerle Sıhah es-Süncn´te rivayet edilenlerin arasında denge sağlayacağız. Böylece eğer biz ´Sıhah´lz rivayet edilenlerin Çoğunluğunun Mecmu da rivayet edilenlerin çoğunluğuna ters düştüğünü görürsek, o zaman bu nisbet konusunun şüphe ile karşılanmış olacağına karar veririz. O zaman biz o fıkıh konusunu başka bir açıdan tanımaya çalışacağız. Umulur ki en tutarlı nisbet odur. Eğer çoğunlukta bir karşı olma hali yoksa, o zaman biz mezhebin topyekün varlığının nisbetini gönül hoşluğuyla kabul ederiz. Ve mezhebin topyekün varlığını nisbeli tutarlı sözleri diğerlerinden ayırdetmek için Ölçüt olarak alırız. Bunun nedeni bizim daima alimlerce kabul görmüş şeyleri kabul etmemizdir. Alimlerce olumlu karşılanmış durumu bozacak bir delil bulunmadığı sürece onun nisbeti tercih olunacaktır. Çünkü böyle bir delile tabi olunur. Delilden yoksun kalmış şüphe, toplumca kabul görmüş şeylerin red-dinde yeterli olamaz. Şüphesiz nesillerin bir olaya aralarında itiraz olmadan bakışları, isbat için hüccet olarak en güçlü etkendir. Yahut fakihlerin deyimiyle "doğruluğuna şe-hadet edilecek gerçek olay "dır. Böyle bir gerçek olay, ancak doğruluğunu geçersiz kılacak bir hüccetin varlığıyla, ortadan kaldırılabilir. Bu konu fakihlerce ortak karar altına alman aşağıdaki hükmün benzeridir:
Zilyed´lik. birşeye sahip olmanın açık belge olarak delilidir. Bu açık gerçeklikle varliginı kabul ettiren mülkiyet, ancak onun varlığını bozacak delil bulunduğu zaman geçersiz kilmabilir.
16- Mecmu adlı kitaptakilerin sağlıklı nakiller olduklarını teslim ettikten sonra bizim yapacağımı/. İmamın delil çıkarmasının dayanağı olan Ölçütleri tanımaktır. Bunun nedeni Mecmu adlı kitaptaki rivayetlerin Nebi Aleyhisselam´dan rivayet ettikleri ile babasından ve Ehli Beyt´ten rivayet ettiklerinden olmasıdır. Hz. Ali (r.a.)dan aldığı rivayetleri yorum yapmadan alarak onlara eklenti yapmaz. Aynı zamanda diğer birçok Şia tara narların in yaptığı gibi büyük sahabiler konusunda ağır suçlamalar yapmamakla birlikte onlardan rivayette de bulunmaz. Hatta zaman zaman evlenmede denklik konusunda, fahil (hayızdan kesilmiş kadın) sütünün haram sayılması ve ayrıca süt kardeşliği ile ilgili bir veya iki yudum çekmenin haram edilişinde gördüğümü/ gibi -rivayete başvur-mayıp- kendi görüşünü beyan eder.
İmam Zeyd´in hem kendi yorumu ve hem de rivayeti bulunması halinde ona göre tutarlı ve doğru rivayetin ölçüsü nedir, diğerlerinden değil de sadece Ehl-i Beyt´ten rivayet edilen midir? Kendisine göre ortaya koyduğu görüşle içtihat yapmasının ölçüsü nedir? Kıyasa mı. Kur´an´ın umumi hükümlerine mi itimat ediliyor? Yine mesalih-i mürseleyi mi dayanak alıyor, yok.sa akıl ve istislahı reddedip diğerlerini dayanak kabul etmeyerek yalnız akla mı yöneliyor? Şöyle ki; Mu´îezile fakihierinin akıl, iyi ve kötüyü ayırdedebi-lir; eşyanın kendi tabiatında, güzellik ve çirkinliğin bulunduğu ilkesine dayanarak nass ve rivayete ihtiyaç olmadığmi. bu görüşe göre kanun koyucunun emir, nehiy, talep, tah-rim, kerahet veya ibahat ile bir nass ortaya koymadığı durumlarda aklın emir ve nehiyde bulunabileceği görüşünü mü benimsiyor?
Tutarlı rivayetleri tutarsızlarından ayırdelliği, isabetli veya isabetsiz bakış açısıyla içtihadda bulunmanın yollarını ölçtüğü denge unsurlarının bilinmesi Zeydiyye´nin usul-u fıkhının dayanak noktasıdır. Mecmu´ adlı kitapta dirayet- rivayet dengelemesine açıklık getiren noktanın bulunmadığı şüphesizdir. Her ne kadar birşeyîer söylenmiş ise de bunlar ibare ile delalet olmayıp, işaretle delalettir. Başka bir deyimle temel ilkeleri açıklama değil, bu ilkelere u/aktan bir işarettir.
Onun için bu temel ilkelerin başka yönlerden takviye edilip geliştirilmesi zorunludur. Bu yönlerin de kendisinden sonra bu fıkıh üzerine eğilip geliştiren fakihlerin derleyip toparladığı Zeydiyye´nin usul-u fikhıyla pekiştirilmesi icabeder. Burada karşımıza şu üç yönden zorluk çıkmakladır:
Birincisi: Zeydiyye mezhebinin çok fazla dallanıp yayılmasıdır. Nitekim İrakta, Arap Yarımadası´nda. Horasan´da ve çoğunluk olarak Yemen´de insanlar ona tabi olmuşlardır. Daha önce de bu konuya değinmiştik. Şüphesiz ki her yöre, siyaset ve fıkıh konusunda mezhebi kendi rengine boyamişatır. Hatta Zeydiyye´nin tek bir mezhep değil de mc/heplcr topluluğu olduğu sanılıvcrmitir. Nitekim îemcl prensipleri tutarlılığını korumuş ve teferruatı da bu temel ilkeler üzerinde dailanmışatır. Zcydiyye siyaset alanında bu kadar ayrılıklara düştüğüne göre fıkıh alanında da daha büyük ihtilaflara düşmüşlerdir.
İkincisi: Zeydiyye mezhebined içtihat kapısı açıktır; hiç kapanınamaştır, teferruat konusunda olduğu gibi temel ilkeler konusunda da açık olmuştur. Acaba İmam Zeyd´den sonra gelenler İmam´in hiç ayrılmadığı fıkhı temel ilkelerden hiç şaşmayarak üzerine birşey eklemediler mi? Bu suretle mutlak müçtehü değil de mezhepte müçtehit olabilirler mi? Çünkü mutlak müçtchidîik teferruat konularında olduğu gibi, temel ilkelerde içtihat edebilir olmayaı gerekli kılar.
Üçüncüsü: Zcydiyyeye nisbet edilen mezhep kitaplarının sünni ve .şiiler arasındaki imamların örüşlerini kapsamasidır. Temiz soylu İmam zeydi´in iki lider Ebu Bekir ve Ömer´in (r.a.) imamlıklarını inkar etmeyişi gibi dört mezhep imamının da onun nazarında inkar edilmeyecek bir yeri bulunmasıdır.
Bundan dolayı İmam Zeyd´in temel ilkelerine aşina engele boyun eğdirmek zorunluluğu vardır, bu gayeyi gerçekleştirmeki çin ALLAH´ın yardım ve tevfikine başvurarak inşALLAH gayret sarfedeceğiz. Bu iki yardım olmasaydı hiçbir şey yapmazdık.
17- Bunu böylece bilelim. Bu konumda İmam´m fıkhi yönüne eğilmeden önce O´nun hayatını incelemek zorundayız. Ayırca almış olduğu kültürü, doğup-büyüdüğü yakm çevresini ele almak dudumundayız. işte ALLAH´ın yardımıyla bu konuya başlıyoruz. [5]
[4] Matla el-Büdur Mecmu el-Buhur, 1/26. Büyük Mısır Kitabevinde 4322 sayıyla yazılmış ve resimlendirilmiştİr.
[5] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 17-30.