- On Dokuzuncu Mektup On Beşinci Nükte 2. Şube

Adsense kodları


On Dokuzuncu Mektup On Beşinci Nükte 2. Şube

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Hadice
Fri 18 February 2011, 03:07 pm GMT +0200
İKİNCİ ŞUBE:


Cenazelerin ve cinlerin ve melâikelerin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımalarıdır. Bunun da çok hadiseleri var. Nümune için, şöhret bulmuş ve mevsuk imamlar haber vermiş birkaç nümuneyi, evvelâ cenazelerden göstereceğiz. Amma cin ve melâike ise, o mütevatirdir; onların misalleri bir değil, bindir.

İşte, ölülerin konuşması misallerinden:

Birincisi şudur ki: Ulema-i zâhir ve bâtının Tâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali'nin mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan Basrî haber veriyor ki: Bir adam, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: "Benim küçük bir kızım vardı. Şu yakın derede öldü, oraya attım." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı. Ona dedi: "Gel, oraya gideceğiz." Gittiler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ölmüş kızı çağırdı, "Yâ fülâne!" dedi. Birden, o ölmüş kız "Lebbeyk ve sa'deyk!" dedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: "Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?" O dedi: "Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum."1

İkincisi: İmam-ı Beyhakî ve İmam-ı İbni Adiyy gibi bazı mühim imamlar, Hazret-i Enes ibni Mâlik'ten haber veriyorlar ki, Enes demiş: Bir ihtiyare kadının birtek oğlu vardı, birden vefat etti. O saliha kadın çok müteessir oldu. Dedi: "Yâ Rab! Senin rızan için, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın biatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim. Benim hayatımda istirahatimi temin edecek tek evlâtçığımı, o Resulün hürmetine bağışla." Enes der: O ölmüş adam kalktı, bizimle yemek yedi.2

İşte, şu hadise-i acibeye işaret ve ifade eden, İmam-ı Busirî'nin Kaside-i Bürdede şu fıkrasıdır:



Yani, "Eğer alâmetleri, onun kadrine muvafık derecesinde azametini ve makbuliyetini gösterseydiler, değil yeni ölmüşler, belki onun ismiyle çürümüş kemikler de ihyâ edilebilirdi."

Üçüncü hadise: Başta İmam-ı Beyhakî gibi râviler, Abdullah ibni Ubeydullahi'l-Ensârî'den haber veriyorlar ki, Abdullah demiş: Sâbit ibni Kays ibni Şemmas'ın Yemâme harbinde şehid düştüğü ve kabre koyduğumuz vakit ben hazırdım. Kabre konulurken, birden ondan bir ses geldi.



edi.3 Sonra açtık, baktık; ölü, cansız! İşte, o vakit, daha Hazret-i Ömer hilâfete geçmeden, şehadetini haber veriyor.

Dördüncü hadise: İmam-ı Taberanî ve Ebu Nuaym, Delâil-i Nübüvvet'te, Numan ibni Beşir'den haber veriyorlar ki: Zeyd ibni Hârice, çarşı içinde birden düşüp vefat etti. Eve getirdik. Akşam ve yatsı arasında, etrafında kadınlar ağlarken, birden "Ensıtû, ensıtû-Susunuz" dedi. Sonra, fasih bir lisanla, "Muhammedün Resulullah; esselâmü aleyke yâ Resulallah" diyerek bir miktar konuştu. Sonra baktık ki, cansız, vefat etmiş.4

İşte, cansız cenazeler onun risaletini tasdik etse, canlı olanlar tasdik etmese, elbette o câni canlılar, cansızlardan daha cansız ve ölülerden daha ölüdürler!

Amma, melâikelerin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma hizmeti ve görünmesi ve cinnîlerin ona iman ve itaati, mütevatirdir. Nass-ı Kur'ân ve çok âyatla musarrahtır. Gazve-i Bedir'de beş bin melâike, nass-ı Kur'ân ile, önde, Sahabeler gibi ona hizmet edip asker olmuşlar. Hattâ o melekler, melâikeler içinde, Ashab-ı Bedir gibi şeref kazanmışlar.5

Şu meselede iki cihet var:

Birisi: Cin ve melâikenin taifeleri, hayvan ve insanın taifeleri gibi, vücutları kat'î ve bizimle münasebettar olduğu, Yirmi Dokuzuncu Sözde, iki kere iki dört eder derecesinde bir kat'iyetle ispat etmişiz. Onların ispatını o Söze havale ederiz.

İkinci cihet: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın şerefiyle, eser-i mucizesi olarak, efrad-ı ümmeti onları görmek ve konuşmaktır.

İşte, başta Buharî ve İmam-ı Müslim, eimme-i hadis müttefikan haber veriyorlar ki: Bir defa melek, yani Hazret-i Cebrâil, beyaz libaslı bir insan suretinde gelmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Sahabeleri içinde otururken,

On Dokuzuncu Mektup - s.427

yanına gitmiş, demiş: Yani, "İman, İslâm, ihsan nedir? Tarif et." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm tarif etmiş. Oradaki cemaat-i Sahabe hem ders almış, hem de o zâtı iyi görmüşler. O zat, misafir gibi görünürken, üstünde alâmet-i sefer eseri hiç yoktu. Kalktı, birden kayboldu. O vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: "Size ders vermek için Cebrâil böyle yaptı."6

Hem haber-i sahih ile ve haber-i kat'î ile ve mânevî tevatür derecesinde, eimme-i hadis haber veriyorlar ki, Hazret-i Cebrâil'i çok defa, hüsn-ü cemal sahibi olan Dıhye suretinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında Sahabeler görüyorlardı.7 Ezcümle, Hazret-i Ömer ve İbni Abbas ve Üsame bin Zeyd ve Hâris ve Aişe-i Sıddıka ve Ümmü Seleme, kat'iyen sabittir ki, bunlar kat'iyen haber veriyorlar ki, "Biz Hazret-i Cebrâil'i Dıhye suretinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında çok görüyoruz." Acaba hiç mümkün müdür ki, bu zatlar, görmeden, görüyoruz desinler?

Hem nakl-i sahih-i kat'î ile, Aşere-i Mübeşşereden İran fatihi Sa'd ibni Ebî Vakkas haber veriyor ki: "Gazve-i Uhudda, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın iki tarafında, iki beyaz libaslı, ona nöbettar gibi, muhafız suretinde gördük. İkisi de, anlaşıldı ki, meleklerdir. Ve Hazret-i Cebrâil ile Mikâil olduğunu anladık."8 Acaba böyle bir kahraman-ı İslâm "Gördük" dese, görmemek mümkün müdür?

Hem Ebu Süfyan ibni Hâris ibni Abdülmuttalib (ammizâde-i Nebevî), nakl-i sahihle haber veriyor ki: "Gazve-i Bedir'de, gökle yer arasında, beyaz libaslı, atlı zatları gördük."9

Hem Hazret-i Hamza, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan niyaz etti ki, "Ben Cebrâil'i görmek istiyorum." Kâbede ona gösterdi. Dayanamadı, bîhuş oldu, yere düştü.10

Bu çeşit melâikeleri görmek vukuatı çoktur. Bütün bu vukuat, bir nevi mucize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmı gösteriyor ve delâlet ediyor ki, onun misbâh-ı nübüvvetine melekler dahi pervanelerdir.

Cinnîler ise, onlarla görüşmek ve görmek, değil Sahabeler, belki avâm-ı ümmet dahi çoklarıyla görüşmeleri çok vuku buluyor. Fakat en kat'î, en sahih haberle, eimme-i hadis bize diyorlar ki, İbni Mes'ud: "Batn-ı Nahl'de, ecinnîlerin ihtidâsı gecesinde ecinnîleri gördüm ve Sudan kabilesinden Zut denilen uzun boylu taifeye benzettim. Onlara benziyordular."11

Hem meşhurdur ve hadis imamları tahriç ve kabul ettikleri Hazret-i Hâlid ibni Velid vak'asıdır ki, Uzzâ denilen sanemi tahrip ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem içinden bir cinniye çıktı. Hazret-i Hâlid bir kılıçla o cinniyeyi iki parça etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hadise için ferman etmiş ki: "Uzzâ sanemi içinde ona ibadet ediliyordu. Daha ona ibadet edilmez."12

Hem Hazret-i Ömer'den meşhur bir haberdir ki, demiş: Biz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında iken, ihtiyar şeklinde, elinde bir asâ, "Hâme" isminde bir cinnî geldi, iman etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, ona kısa sûrelerden birkaç sûreyi ders verdi. Dersini aldı, gitti.13

Şu âhirki hadiseye, çendan bazı hadis imamları ilişmişler. Fakat mühim imamlar, sıhhatine hükmetmişler. Her neyse, bu nevide uzun söylemeye lüzum yok; misalleri çoktur.

Hem deriz ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın nuruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle, binler Şeyh-i Geylânî gibi aktablar, asfiyalar, melâikeler ve cinlerle görüşmüşler ve konuşuyorlar; ve bu hadise, yüz tevatür derecesinde ve çok kesrettedir.14 Evet, ümmet-i Muhammed'in (a.s.m.) melâike ve cinlerle temasları ve tekellümleri ise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın terbiye ve irşad-ı i'câzkârânesinin bir eseridir.




1 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:320; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:106.

2
Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:320; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 6:292.

3 "Muhammed Allah'ın Resulüdür. Ebû Bekir Sıddıktır. Ömer şehiddir. Osman ise, şefkatli ve iyilikseverdir." Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:320; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:649; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 6:157-158.

4 İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 8:291 (muhtelif tariklerle); el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 5:179-180 (iki ayrı tarikle).

5 Buharî, Mağâzî: 11.

6 Buharî, İmân: 37; Müslim, İmân: 1-7.

7 Buhârî, Fedâilü'l-Eshâb: 30; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 9:276-277; Ahmed İbni Hanbel, Fedâilü's-Sahâbe (tahkik: Vasiyyüllah), no. 1817, 1853, 1918; Müsned, 1:212; el-Askalânî, el-İsâbe, 1:598.

8 Buharî, Mağâzî: 18, Libas: 24; Müslim, Fedâil: 46, 47, no. 2306; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:361.

9 Müsned, 1:147, 353; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:362; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:281; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:735.

10 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:362; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:282; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:736.

11 Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 6:165, no. 4353; Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:343, 2:361.

12 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:362; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:287; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:738; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 4:316; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 6:176.

13 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:287; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 5/416-418.

14
İbni Teymiye, et-Tevessül ve'l-Vesîle, s. 24; İbni Teymiye, Mecmû-u Fetâvâ, 11:307.