- On Dokuzuncu Mektup On Altıncı Nükte 3. Kısım

Adsense kodları


On Dokuzuncu Mektup On Altıncı Nükte 3. Kısım

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Hadice
Sat 19 February 2011, 04:13 pm GMT +0200
ÜÇÜNCÜ KISIM:

 İrhasattan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın velâdeti hengâmında vücuda gelen harikalardır ve hadiselerdir. O hadiseler, onun velâdetiyle alâkadar bir surette vücuda gelmiş.

Hem bi'setten evvel bazı hadiseler var ki, doğrudan doğruya birer mucizesidir. Bunlar çoktur. Nümune olarak, meşhur olmuş ve eimme-i hadis kabul etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç nümuneyi zikredeceğiz.

Birincisi: Velâdet-i Nebevî gecesinde, hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman ibni Âs'ın annesi, hem Abdurrahman ibni Avf'ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki, üçü de demişler: "Velâdeti ânında biz öyle bir nur gördük ki, o nur maşrık ve mağribi bize aydınlattırdı."3

İkincisi: O gece Kâbedeki sanemlerin çoğu baş aşağı düşmüş.4

Üçüncüsü: Meşhur Kisrânın eyvânı (yani saray-ı meşhuresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir.5

Dördüncüsü: Sava'nın takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batması6 ve İstahrâbâd'da bin senedir daima iş'âl edilen, yanan ve sönmeyen, Mecusîlerin mâbud ittihaz ettikleri ateşin, velâdet gecesinde sönmesi...7

İşte şu üç dört hadise işarettir ki, o yeni dünyaya gelen zat, ateşperestliği kaldıracak, Fars saltanatının sarayını parçalayacak, izn-i İlâhî ile olmayan şeylerin takdisini men edecektir.

Beşincisi: Çendan velâdet gecesinde değil, fakat velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hadiseler de irhasat-ı Ahmediyedir (a.s.m.) ki, Sûre-i Elem tera keyfe'de nass-ı kat'î ile beyan edilen Vak'a-i Fildir ki, Kâbe'yi tahrip etmek için, Ebrehe namında Habeş meliki gelip, fil-i Mahmudî namında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke'ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbil kuşları onları mağlûp ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitaplarında tafsilen meşhurdur. İşte şu hadise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın delâil-i nübüvvetindendir. Çünkü velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybî ve harika bir surette, Ebrehe'nin tahribinden kurtulmuştur.

Altıncısı: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küçüklüğünde Halime-i Sa'diye'nin yanında iken, Halime ve Halime'nin zevcinin şehadetleriyle, güneşten rahatsız olmamak için, çok defa üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler ve o vakıa sıhhatle şöhret bulmuş.8

Hem, Şam tarafına on iki yaşında iken gittiği vakit, Bahîra-yı Râhibin şehadetiyle, bir parça bulut Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş.9

Hem yine bi'setten evvel, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bir defa Hatice-i Kübrânın Meysere ismindeki hizmetkârıyla ticaretten geldiği zaman, Hatice-i Kübrâ, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş, kendi hizmetkârı olan Meysere'ye demiş. Meysere dahi Hatice-i Kübrâya demiş: "Bütün seferimizde ben öyle görüyordum."10

Yedincisi: Nakl-i sahihle sabittir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bi'setten evvel bir ağacın altında oturdu. O yer kuru idi, birden yeşillendi. Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yapmıştır.11

Sekizincisi: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ufak iken Ebu Talib'in evinde kalıyordu.

On Dokuzuncu Mektup - s.439

Ebu Talip, çoluk ve çocuğu ile, onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit o zat yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı.12 Şu hadise hem meşhurdur, hem kat'îdir.

Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümmü Eymen demiş: "Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi-ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde."13

Dokuzuncusu: Murdiası olan Halime-i Sa'diye'nin malında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilâfına olarak çok bereketi ve ziyade olmasıdır. Bu vakıa hem meşhurdur, hem kat'îdir.14

Hem sinek onu tâciz etmezdi, onun cesed-i mübarekine ve libasına konmazdı.15 Nasıl ki, evlâdından Seyyid Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) dahi, ceddinden o hali irsiyet almıştı; sinek ona da konmazdı.

Onuncusu: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus velâdet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki, şu hadise, On Beşinci Sözde kat'iyen burhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere, şu yıldızların sukutu, şeyâtin ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte, madem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi'setten evvel kâhinlik çoktu. Kur'ân nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur'ân hâtime çekmişti. İşte, eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik, Avrupa'da, ispritizmacıların içlerinde başgöstermiş. Her ne ise...

Elhasıl: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vakıalar, pek çok zatlar zâhir olmuşlar. Evet, dünyaya mânen reis olacakHAŞİYE ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını açacak ve Hâlık-ı Kâinatın makasıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zat, elbette o daha gelmeden herşey, her nevi, her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bilecek. Nasıl ki, sabık işaretlerde ve misallerde gördük ki, herbir nev-i mahlûkat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mucizâtını gösteriyorlar, mucize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.




3 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:466; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:750; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:311; Ahmedü'l-Bennâ es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 20:2030.

4 Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:119-131, 2:272; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 1:19.

5
Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:750; Beyhâkî, Delâilü'n-Nübüvve: 1:126; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:128, 2:272.

6 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:751; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 1:127; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:128.

7
Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:751; Ali el-Kari el-Mekkî, el-Masnû' fî Ma'rifeti'l-Hadîsi'l-Mevzû' "el-Mevdûâtü's-Suğrâ" (tahkik: Ebû Ğudde), s. 18.

8 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:753.

9 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bed'i'n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü'l-Ahvezî, no: 3699; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615; İbni Hişâm, Siretü'n-Nebî, s. 115.

10 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:753; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 2:65.

11 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:753.

12 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:751; Ebû Naîm, Delâilü'n-Nübüvve, 1:166.

13 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:752; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:125.

14 Es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 20:192-193; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:220-221; Ebû Naîm, Delâilü'n-Nübüvve, 1:111-113; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:273; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:750; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:313.

15 Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:319; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:753; Şa'rânî, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 1:109.

HAŞİYE Evet, Sultan-ı Levlâke Levlâk, öyle bir reistir ki, bin üç yüz elli senedir saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra herbir asırda lâakal üç yüz elli milyon tebaası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış; ve tebaası kemâl-i teslimiyetle ona hergün salât ü selâmla tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler.