- Ölümle İlgili Tutumları Etkileyen Faktörler

Adsense kodları


Ölümle İlgili Tutumları Etkileyen Faktörler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 22 January 2012, 11:24 am GMT +0200
5- Ölümle İlgili Tutumları Etkileyen Faktörler

Ölüm, sadece bir durumu değil, aynı zamanda anlamı ki­şiden kişiye ve kültürden kültüre değişen, karmaşık gelişim sü­reçleriyle yakından alakalı bir vaziyet alışı da ifade etmekte­dir [816]. Bu mânada insanın ölüme ilişkin tutumlarının gelişme­sinde hiç şüphesiz hayat felsefesi, onu oluşturan kişisel özellik­ler ve inandığı değerler başrolü oynamaktadır. Yani ölüme iliş­kin tutumlar, insanın diğer tutumlarından kopuk bir şekilde de­ğil, hem onların etkisinde hem de onları etkileyen bir pozisyon­dadır. İnsan, çocukları, memleketi, bilim veya sanat için, insan­lık veya Allah rızasını kazanmak için yaşayabilir. Burada psiko­lojik açıdan önemli olan mesele, insanın bir şey için yaşaması­dır. Hayata verilen bu mâna, bazıları için ilahi bir karakter taşır­ken, bazıları için de yüksekten emredilmemiş ve devamlı surette yeniden keşfedilir durumda olabilir [817]. Buradan hareketle birey için ölümün anlamının, hem kişisel hem de sosyo-kültürel pekçok belirleyiciye bağlı olduğunu söylemek mümkündür.

Gelenekler arasında ölüme farklı mânalar verme, yani ölümü farklı şekillerde anlama ve bu anlayışlar arasındaki kar­şıtlıklar devam etmiş, hatta aynı gelenek konjüktüründe bile bu uzlaştırılamaz karşıtlıklar sürüp gitmiştir. Dolayısıyla farklı din­ler, insan tabiatı ve ölüm konusunda farklı teklifler ortaya koy­muşlardır Mesela islâm ile Yahudilik, insanın eğitilebileceği ko­nusunda aynı fikri paylaşırlar. Yani bu dinlere göre insan, Al­lah'tan neyi yapacağını öğrenebilir ve onu yapma konusunda kendisinden yardım alabilir. Böylece bu iki din Hıristiyanlığa nispeten iyimser bir antropolojiye sahiptirler. Zira Hıristiyanlara göre insan teşebbüsünün temelinde günahın ortadan kaldırıl­ması yatmaktadır. Onlara göre insanlar kurtuluş için eğitilemezler. Böylece kültürel farklılıkların neticesinde farklı anlayışlar or­taya çıkabilmektedir [818]. Bu kapsamda, ölümle ilgili olarak geliş­tirilen tutumların çeşitli olmasında; tıbbî, ekonomik ve ideolojik çeşitli etkiler çerçevesinde şekillenen kültürün ölümü ele alış tarzı, bu konuda kullandığı kavramlar, tenkitçi hükümler ve duygusal değerlendirmelerin büyük önemi olduğu muhakkak­tır. Yani ölümle ilgili tutumlar, açık bir şekilde, kültürden, alt kültürlerden ve bireysel şahsiyet özelliklerinden etkilenmekte­dir [819]. Mevlânâ'nın da dediği gibi:

“Herkesin ölümü kendi ren­gindedir, düşmana karşı düşmandır ölüm, dosta karşı dost [820]”. Yine eşi ölen bir kadının, eşinin son anlarını tasvir ederken söy­lediği şu sözler konuya çarpıcı bir misal oluşturmaktadır:

“Hâlâ görmekte olan gözleri bana çevrilmişti... ve ben, onun karısı, o zamana kadar hiç hayal etmediğim bir şeyi hissettim. Ölümü­mün mutluluk olduğunu hissettim [821].”

Ölümün kaçınılmaz bir son oluşu, dünyanın dört bir ya­nında ölümle ilgili olarak ortaya çıkan adetlere evrensel bir ka­rakter kazandırmıştır [822]. Dolayısıyla ölümle ilgili tutumların ba­zı kültürel farklılıklarla beraber, ortak bir paydada buluşabilece­ği ihtimalden uzak tutulmamalıdır. Zira bütün insanlık, insan ortak paydasında toplanmıştır. Ölümle ilgili gelenek ve göreneklerdeki ortak unsurlar da bunu ispatlar mahiyettedir.

Ayrıca ölümün anlamı, bu olayın yaşanmasına değil, ölüm olgusu karşısındaki duygulara ve yorumlara da bağlıdır [823]. Ölümü algılamada bireysel farklar da önemlidir. Zira ki­mi insanlar yaşam ve ölüm korkularıyla çok erken yaşlardan îtibaren ilgilenmeye başlarken, kimileri de ileri yaşlara ölüme fazla kafa yormadan girmektedir [824]. Bu mânada insanın ölümle ilgili tutumlarına, onun kendisini psikolojik olarak bu olaya hazırlaması ve ölüm sonrası için sağlıklı bir inanç sistemine göre haya­tını düzenleyip düzenlememesinin de büyük etkisi bulunmakta­dır [825].

Ölümün mânası, kültürden kültüre değiştiği gibi, devir­den devire göre de değişmektedir. Zira teknolojinin ilerlemesiy­le tıpta ulaşılan yeni buluşlar, yani sağlık alanındaki ilerlemeler de insanların ölümle ilgili tutumlarının değişmesinde etkili olan faktörlerden biri olmuştur. Mesela geçmiş yüzyıllarda birçok ço­cuk çok küçük yaşlarda ölmekteydi. Tıp alanındaki gelişmeler, yapılan yaygın aşılar ve antibiyotiklerin kullanılması, çocuk ölümlerini oldukça azaltmış ve daha yaşlı insanların sayıları art­mıştır. Günümüzde ise akut ve hayatı tehdit eden hastalıklardan ziyade, hastalar duygusal problemler hissederek, fiziki acılarının giderilmesini istemektedir. Bu insanların ihtiyaçları, diğer pro­fesyoneller (mesela rahipler ve sosyal hizmet görevlileri) tarafından temin edilip memnun edilmeleri gerekmektedir. Zira, bu durumlar ölüm korkusunun azaltılması, ölümle başa çıkma yol­ları ve diğer duygusal problemlerle ilgili olarak oldukça önem arzetmektedir [826]. Tıp alanındaki bu gelişmeler, beraberinde in­san ömrünün uzaması sonucunu da getirmiştir. Nitekim bazı araştırmacılara göre tıptaki ilerlemeler sonucu insanlar, 36-37 yaş daha fazla yaşama şansına erişmişlerdir [827]. Ülkemiz de sağ­lık alanındaki gelişmelerden nasibini alan devletlerden birisi ol­muştur. Zira Devlet istatistik Enstitüsü verilerine göre 55 yaş ve üstündekilerin sayısı, 1980 yılında 4.057.000 iken bu rakam 1985'te 4.905.000'e çıkmıştır [828].

Yine teknik olarak daha ilerde olanlar ve daha zenginle­rin, istatistiklere göre daha uzun yaşadıkları, ülkelerde izlenen sağlık politikalarının da, bu konuda büyük önemi olduğu bildi­rilmektedir. Bu mânada büyük şehirlerin ve bazı gelişmiş bölge­lerin en belirgin üstünlüğü, iyi donatılmış hastanelerdir. Yaşam tarzı da bu konuda etkili olmaktadır. Zira maruz kalınan stres ve kişisel olarak sağlığa verilen önem de hayat müddetine yansı­maktadır. Mesela kadınların erkekler gibi içkî ve sigara içmeye ve onlar gibi yaşamaya başladığından bu yana, cinsler arasında­ki farkların azalmaya başladığı gözlemlenen hususlar arasında­dır [829].

Becker, kahramanca kalıplaşan kültürlere mensup insan­ların, ölüm bilincinden kaynaklanan sıkıntıyı daha kolay yene­bileceklerini iddia ederken [830], yine küçük toplumlarda ölümün daha gerçekçi bir tutumla karşılandığı da genel kabul gören ko­nular arasındadır [831].

Ölüme ilişkin tutumların değişmesinin bir nedeni de top­lumsal değişimdir. Mesela ilk çağlarda uzun yıllar boyunca bilgi ve deneyim sahibi olarak görülen yaşlılar, ailenin atası sayıldık­ları gibi, bulundukları ortamlarda aynı zamanda yönetici konu­munda idiler. Hatta onlar bazı ilkel topluluklarda akıl ve otori­teyi temsil etmekteydiler. Bu durum derebeylik dönemi ve orta­çağa kadar devam etmiştir. Ancak daha sonraları sanayi devri­miyle beraber yaşlılar, işe yaramaz birer yük olarak algılanmaya başlanmıştır. Bu durum onların psikolojilerinde ve dolayısıyla ölümle ilgili tutumlarında değişikliklere neden olmuştur. Yine eski zamanlarda yaşlılara verilen değere paralel olarak onların ölümlerine de değer ve önem veriliyordu. Günümüzde ise özel­likle şehirleşmiş bölgelerde toplumdan soyutlanan veya bir ku­ruma yerleştirilen yaşlılar, insanlara bir yük olarak ve hatta ölümleri istenen kişiler olarak görülmektedirler [832].

Ayrıca bireyin herhangi bir konuda hissettiği duygu ve heyecanların özelliği, doğrudan doğruya onun kişilik yapısına da yansımaktadır. Yapı itibarıyla sıkıntılı bir şahsiyet, herşeyde bir sıkıntı sebebi bulurken, bunun aksine doğuştan sıkıntılı bir mizaca sahip olmayan bir şahsiyet de, ölümden korkmama se­bepleri bulabilmektedir [833]. Yine ölüm temalarına karşı gösteri­len reaksiyonların, stres ve huzursuzluğa karşı gösterilen reaksi­yonlara benzediği de ifade edilmektedir [834]. Fakat burada korku yaratan objelerin birbirlerinden ayrılmaları, mesela bütün bir varoluşu tehdit eden ölümün, diğer sıradan bir korku yaratan durumlarla aynı tutulmaması gereği ortadadır. Yani dünyevî şey­ler konusunda oldukça cesaretli olan insanlar ile bu kadar cesur olmayan insanlar bütün varoluşu tehdit eden ölüm olayı karşı­sında benzer tutumlar sergileyebilirler. Bu yüzden ölümle ilgili tutumlar mevzubahis olduğunda, meseleyi sadece psikolojik ya­pı ve mizaca indirgemenin doğru olmayacağı kanaatindeyiz. Zi­ra durumu bu şekilde kabul etmemiz, başta din olmak üzere kültür ve eğitim mahsulü her şeye zait birer olgu olarak bakma­mızı gerektirecektir.

Netice olarak çoğu insan ölümü farklı şekillerde değerlen­dirmektedir. Zira kimi için ölüm düşüncesi bir stres kaynağı iken, kimi için de stresten kurtulma yoludur. Kimine göre ölüm, bir yokoluş iken, kimine göre de ölümsüz bir hayata başlamayı ifade etmektedir. Kimileri ölüm karşısında kıvranırken, kimileri de sevinçten uçmaktadır [835]. Ayrıca tıptaki ilerlemelerin süreceği muhakkaktır ve belki de insan ömrü bu günkünün iki misline çıkacaktır. Fakat değişmeyecek olan tek şey vardır o da neticede vukua gelecek olan ölümdür [836].


[816] Bk Wahl,The Fear of Death,s 25.

[817] Krş. Lepp, Death and Us Mysteries, s. 141.

[818] Bk. Bowker, The Meanings of Death, s. 209-210.

[819] Bk. Klein, İs Expressing Grief, s. 92.

[820] Bk. Mevlana, Mesnevi, C. III, s. 3440-3441.

[821] Bk. Aries, Batılının Ölüm Karşısında Tavırları, s. 61.

[822] Krş. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 109.

[823] Krş. Çileli, Ölüm, s. 264.

[824] Bk. Çileli, Ölüm, s. 259.

[825] Krş. Sentürk, Ölüm Gerçeği, s. 307

[826] Krş. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 1-2.

[827] Bk. Wahl, The Fear of Deth, s. 17; Krş. Jung, The Soul and Death, s 7; Lepp, Deth and ksMysteries, s. 131.

[828] Bk. Fehmi Tünce!, “Sağlıklı Yaşam, Düzenli Eksersiz”, Bilim ve Teknik, 1994, sayı: 322, s. 69.

[829] Krş. Thomas, Ölüm, s. 68-70.

[830] Bk. Becker, The Denıal of Death, s. 1.

[831] Krş. Hick, Değişen Ölüm Sosyolojisi, s. 237.

[832] Krş. Şenol, Ankara İli, s. 30-31.

[833] Krş. Hökelekli, Ölümle İlgili Tutumlar, s. 90,

[834] Krş. Florian-Kravetz, Aspect of Fear, s. 300.

[835] Krş. Yakıt, Batı Düşüncesi ve, s. 84.

[836] Krş. Lepp, Deth and Us Mysteries, s. 131. Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 238-243.