- Ölüm Korkusunu Hafifleten Faktörler

Adsense kodları


Ölüm Korkusunu Hafifleten Faktörler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Sun 22 January 2012, 12:01 pm GMT +0200
b- Ölüm Korkusunu Hafifleten Faktörler


Ölüm korkusundan kurtulmak veya en azından şiddetini azaltmak konusu, ötedenberi düşünürlerin üzerinde durmuş ol­dukları bir konudur. İlk çağ filozofları bile bu konu üzerinde durmuş, Epikürcüler, daha önce de kısaca değindiğimiz gibi “Yaşadığımız sürece ölüm mevcut değildir, ölünce de biz mevcut değiliz. O halde ölümü düşünüp ondan korkmamak lâzım­dır [587]” diyerek ölümü devamlı surette hayattan uzaklaştırmaya ve dolayısıyla insana vereceği korkudan kurtulmaya çalışmışlar­dır. Stoacılar ise bunların tam tersine “Bütün hareketlerimizde daima ölümlü olduğumuzu, sonunda öleceğimizi hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız lâzımdır. Çocuğumuzu okşarken, ay­nı zamanda onun fâni bir varlık olduğunu da düşünmemiz ge­rekir. Ancak o zaman ölümden ızdırap duymayız [588]” diyerek, öİümü hayatın bütün sahalarına yaymak istemişler ve bu şekilde ölüm korkusundan kurtulunabileceğini ileri sürmüşlerdir.

Genel olarak kabul edildiği gibi, ölüm korkusuyla müca­delenin bugün her zamankinden daha zor olmasına rağmen, (zira bugün insan kendisinin değil de daha ziyade tabiatın efen­disi olmuştur) insan ölüm korkusunu yenebilmek için devamlı çaba sarfetmektedir. Zekanın her şeye gücü yettiğine inanan he­men hemen bütün filozof ve ahlakçılar, ölüm korkusunun çare­sini rasyonel argümanlarda aramaktadırlar. Yukarıda belirttiği­miz gibi Epikür'ün eski materyalizmi (ve diğer materyalistler arasında olan bazıları) ölüm korkusunu yenmek isteğinden, doğrudan ilham almışlardır. Onlar eğer bir Tanrı yoksa, bir ölümsüzlük de olamaz diye düşünüyorlardı. Dolayısıyla ölüm niçin korku yaratan bir şey olsun ki? Yani materyalistler, bir nevi ölüm korkusunu yenmek için Tanrıyı öldürmek istemişlerdir. Onlara göre ölüm, insanı, doğmadan önceki haline, yani yoklu­ğa indirgeyecektir. O zorunlu bir şekilde zevkleri olduğu gibi, ızdırap ve kötü şeyleri de kesip atacaktır. Eğer insan cehenneme ve Allah'ın cezalandırmasına inanmazsa, ölümden de korkmaya­caktır. Materyalist argümanlar, bütün hünerlerine rağmen bekle­nilen sonuçları ortaya koymuş görünmemektedirler. Hatta bugün materyalistlerin, Tanrının hükmüne inananlardan daha az ölüm korkusu hissettiklerini kimse iddia edemez. Stoacılar ise ölüm korkusunun insan (duygularından) heyecanlarından kay­naklandığını savunmuşlardır. Bu ekol sadece insanın ruhuyla il­gilenmiş, beden ve diğer tabiî fenomenlere sadece ruhu etkile­dikleri oranda değer vermişlerdir. Şu halde onlara göre, yağmu­run yağması veya yıldızların hareket etmesi ne kadar zorunlu bir şeyse, ölüm de o kadar tabiî bir olaydır. Dolayısıyla sıradan olan şeyler, kaygı yaratıcı şeyler değildirler. Şu anda yaşayan bi­risi, kendi hayatının veya başka birisinin hayatının uzunluğunu aklına takmamalıdır. Fakat bunu yapabilmek için, bütün zararlı duyguların kaynakları kurutulmalı, bu duygulara mâni olunma­lıdır. Stoik felsefe bu yüzden bir duygusuzluk durumunu, huzur ve sükûnu (ataraxia) tavsiye etmektedir [589].

Wahl, ölüm fikriyle başa çıkma konusunda çoğunlukla ir­rasyonel fikirlerin ve büyüsel savunmaların kullanıldığını belirt­miş ve bir çok nevrotik semptomların genetik olarak ölüm kor­kusuyla ilgili olduğuna işaret ederek, insanın herşeye gücü yet­me ile ilgili gizemli duygularının, ölüm kaygısına karşı temel sa­vunma mekanizması olduğunu ifade etmiştir [590].

Korkuların tamamen önlenmesi veya izalesi imkansız bir iştir. Bununla birlikte bunların hafifletilmeleri mümkündür. Bu da korkuya neden olan şeylerin ıslahıyla mümkün olabilir. Bu konuda tedriciliğin faydası olabilir. Bu durum, korku uyandıran şeylerin ferde tanıtılmasında uygulanacak metodu önemli kıl­maktadır. Yerleşmiş bir korkuyu yenmeye çalışmada, başkaları­nın telkinleri, o konuda aydınlatıcı bilgiler, cesaret ve kendine güven telkin etme gibi faktörler bir dereceye kadar faydalı olabi­lir [591]. Ölüm korkusunu hafifletme konusunda ise bunların çok etkili olabileceklerini söylemek zordur. Zira, ölüm insanların habersiz olmadığı bir konu olduğu gibi, bütün varlığı tehdit et­tiği için basit bir korku da değildir.

Yukarıda ölüm korkusunu artırıcı faktörler olarak belirtti­ğimiz şeylerin tersi, çoğunlukla ölüm korkusunu hafifleten fak­törlerdir. Biz burada ölüm korkusunu artıran faktörlerin, onu azaltıcı faktör durumuna geçmesinde etkili olan durumlara ve ölüm korkusunu artırıcı olmadığı halde direkt bu korkuyu ha­fifleten birtakım faktörlere değineceğiz [592] Bu bağlamda ölüm kor­kusunu hafifletme konusunda en etkili yollardan birisinin, ebe­dilik inancı olduğu söylenebilir. Zira bu inanç insandaki kemâl ve sonsuzluk ihtiyacını tatmin etmekte ve ölümden sonra ruhun yaşamaya devam edeceğine inananlar, ölüm acısını daha kolay yenebilmektedirler [593]. Buna göre insan ebedî bir hayata inanıp, ruhu için ölüm olmadığına kanaat getirince, ölümden hissetmiş olduğu korkuda hafiflemeler olacak ve herşeyin kendisinde bu­lunduğu, harice ihtiyacı olmadığını kavrayınca da bütün boş he­ves ve arzulardan kurtulabilecektir [594]. Ölüm psikolojisiyle ilgili çalışmaların öncülerinden olan Kübler Ross'un da konuya yaklaşımı aynı istikamettedir. O, bu konuda özetle şunları söyle­mektedir;

“Ölümden korkmaya gerek yoktur. Ruhsal varlığımı­zın bir sonu yoktur ki üzülelim. Ondan ziyade biz henüz yaşar­ken iç varlığımızı, ruhî ölümden kurtarmaya uğraşmalıyız. Bir­takım basmakalıp rollere kendimizi uydurmak yerine, kendi iç değer sistemimizi, iç zenginliklerimizi geliştirmeliyiz. Ölüme karşı bir yadsıma (inkar) vardır ve bu yadsıma hayatı boş ve an­lamsız yaşamanın kısmen sorumlusudur. Bu tutum, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan insana, yapması gerekli olan şeyleri ertelemeyi kolaylaştırmaktadır. İnsanlar hayatlarını yarma hazır­lanma ve dünü hatırlamakla geçirmekte, ancak aynı zamanda bugünü kaybetmektedirler, İnsanlar devamlı bir gelişme içeri­sindedirler. Ölüm de bu evrimde bir anahtar pozisyonundadır. Ancak ölümün insan varlığı için ne mânaya geldiğini tam olarak anladığımızda, başımıza gelecek olana karşı bir cesarete sahip oluruz. Herşey insanın kendi içindedir. Biz bu dünya üzerindeki zamanımızın sınırlı olduğunu ve ayrılık vakti gelince hiçbir çı­kış yolu olmadığını iyi bir şekilde anlarsak, ölümü her günümü­zü sahip olabileceğimiz son gün olarak yaşamamız gerektiğini gösteren bir yol olarak algılayabiliriz. Ölüm bu hayattaki geliş­menin son evresidir. Kesin bir ölüm yoktur. Sadece beden ölür. Şahsiyet, ruh veya siz ona ne derseniz deyin, o ölümsüzdür. Bu­nu yorumlayabilirseniz, bu sizi teselli edecektir. Bu bağlamda ölüm, bizim şuuruna vardığımız varlık ile, bu perdeye ulaşınca­ya kadar bizden gizlenen bir şey arasında (öte dünya) bir perde olarak görülebilir. Biz bu perdeyi varlığımızın fâniliğini anlamak için sembolik olarak açabilirsek, bunu anlar ve böylece yapabi­leceğimiz en güzel şekilde, önümüzdeki her günü değerlendiririz”. [595]

Daha önce de değindiğimiz gibi ölümden dönme deneyi­mi geçirerek başka bir hayatta yaşama devam edileceği yönünde kuvvetli bir inanca sahip olan insanlar, ölümden korkmadıkları­nı açık olarak ifade etmişlerdir. Nitekim ölüm deneyimi geçir­miş bir kişiyi ölümle tehdit edip, silahı şakağına dayadıkları za­man;

“Gerçekten ölürsem diye düşündüm. Beni gerçekten vu­rurlarsa, başka bir yerde yine yaşayacağımı biliyorum” [596] şek­lindeki cevabı dikkat çekicidir. Yunus Emre de:

“Ölümden ne korkarsın, korkma ebedi varsın” [597] diyerek bir bakıma ölüm korkusunun ebedi yaşama ümidiyle aşılabileceğine işaret etmiş­tir.

Florian ve Snowden tarafından İsrailli Yahudiler üzerinde yapılan bir araştırmada, dindar insanların, öldükten sonra ceza­landırılmaktan daha çok, yok olmadan ise daha az korktukları tespit edilmiştir [598]. Bu durum ebedi bir hayatî vaad eden bir inancın, yokluk korkusunu önemli ölçüde azalttığına bir delil sayılabilir. Yine sonsuzluk kavramı, ölenin ve kalanların ortak bir referans çerçevesini paylaşmalarını sağlamakta, ölenin yakınlarının ve çevredekilerin kaygılarını azaltmaktadır [599]. Ayrıca özellikle inananları açısından reenkarnasyon inancının da ölüm korkusunu azalttığını söylemek mümkündür. Zira bu durumda birbirini izleyen hayatlar, kişiliğin gelişmesi için bir fırsat haline geldiği ölçüde, ölüm iki varoluş arasındaki bir kesitten başka bir manâ ifade etmeyecektir [600]. Ayrıca reenkarnasyona inananlar da, bu ruh göçünün belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra ortadan kalkacağına ve ruhun huzura ulaştıktan sonra ebediyen yaşaya­cağına inanmaktadırlar.

Ölüm korkusunu azaltma hususunda ümidin de büyük fonksiyonu vardır. Zira korku ile ümit, insan psikolojisinde yer alan karşılıklı iki çizgi olup yan yana ve aynı yönde birlikte ha­reket ederler [601]. Yani korkunun olduğu her yerde mutlaka bir de ümit vardır ve normalde korku ümitten daha tesirlidir. Fakat hayatın son zamanlarında ümit, daha ağır basmaya başlamakta­dır. Nitekim bu sırada korku eğer yalnız başına ve baskın olursa, ümitsizliği doğurabilmektedir [602]. Ölümü düşünen veya biz­zat ölüm sürecinde olan insanın, inandığı varlığı bir iyilik, bir ışık ve bir rahmet kaynağı olarak algılaması, onu bu güç durum­da teselli edebilmektedir [603]. Mesela Hz. Muhammed ölüm ha­lindeki bir gence:

“kendini nasıl hissediyorsun?” diye sormuş, genç de;

“Allah'tan ümidimi kesmiyor ve günahlarımdan dolayı korkuyorum” diye cevap vermişti. Bunun üzerine o;

“Bu gibi durumlarda bu iki haslet herhangi bir kulun kalbinde bir araya gelmez (çok zor gelir). Ancak geldikleri takdirde Allah o kula ümit ettiğini verir, korktuğundan da emin kılar”  [604] sözleriyle bu durumdaki insanlar için ümidin önemine dikkat çekmiştir. Esasen ümitsiz olmak İslâm dininde yasaklanmıştır. Zira, Allah Teâla Kur'an'da kendisinden bahsederken “Rahmetim gazabımı aşmıştır [605]” ifadeleriyle, insanların kendisinden ümitvar olabi­leceklerine işaret ederken, “Allah'tan ümidinizi kesmeyiniz [606]”.ayetiyle de, insanın her ne durumda olursa olsun ümitvâr olma­sı gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda ümitle yakın ilişkili olan şefaat inancının da özellikle müslümanlar için ölüm korkusunu hafifletebilecek bir faktör olduğu söylenebilir. Zira,

“O gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefa­ati fayda vermez” [607] ve “Rahman nezdinde söz ve izin alanlar­dan başkalarının şefaate güçleri yetmeyecektir” [608] vb. gibi ayetlere dayanılarak İslâm' a göre şefaatin hak olduğu, islâm âlimlerinin çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir.

Ölüm korkusunu hafifletmek hususunda en etkili faktör­lerden bir diğeri de geriye eser bırakmaktır [609]. Nitekim insan arkasından anılmaya değer eserler bırakmakla hayatına olduğu gibi ölümüne de bir anlam verebilmekte ve kendisinde doğuş­tan var olan ebedilik meylini, bu eserlerle bir nevi tatmine çalış­maktadır [610]. İslâm dininin de konuya yaklaşımı aynı istikamet­tedir. Zira Hz. Peygamber:

“Kişi öldüğü zaman ondan bütün amelleri kesilir. Ancak üç şey vardır ki bunlar kıyamete kadar devam eder. Bunlar; sadakayı câriye, hayırlı evlât ve faydalı ilim­dir.” [611] hadisiyle, insanları ebediliğe sarkan eserler bırakmaya davet etmiştir. Gerçekten de ölüm halindeki bir insanda, en çok korku yaratan unsurlardan birisi, daha önce de değindiğimiz gi­bi, hatalarını telafi edecek zamanın olmaması, yani amellerinin eksikliğidir. Ancak eğer insan, arkasında yukarıda saydıkları­mızdan herhangi birini bırakabilmişse, onların ölümünden son­ra da kendisine faydalı olacağını düşündükçe bu konuda biraz da olsa rahatlayacaktır. Şöyleki; vermiş olduğu sadakayı cariye­den insanlar faydalandıkça, yetiştirmiş olduğu hayırlı evlât iyi işler yaptıkça ve ortaya koyduğu ilimden insanlar yararlanıp ufukları genişledikçe, o insana da bunlardan sevap yazılacak ve bu sevaplar günâhlarının bir kısmına keffaret sayılabilecektir.

Nitekim öldükten sonra malından ruhu için harcanmasını vasi­yet etme, malını vakfetme ve kiliselerde kendisinin tayin ettiği günlerde ruhuna dua okutma, ölüm korkusunu azaltma konu­sunda ortaçağ Hıristiyanlarının başvurdukları yollardan bazıları olmuştur [612]. Aynı durumun Türk-lslam kültürü için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür.

Yine ana-babalık güdüsünün temel faktörlerinden birisi de ölümsüzlük duygusudur. Zira bu duygu neslin devamı iste­ğiyle ifşa olmaktadır. Çocukları vasıtasıyla ebediyete uzanacağını düşünen anne ve baba, ölümden duydukları huzursuzluktan bu vesileyle biraz ferahlamış olabilirler [613]. Ayrıca geride bir nesil bırakarak bir nevi biyolojik ebediliğe uzanan insanlar, diğer in­sanların faydalanabilecekleri bilimsel buluş vb. gibi eserler bı­rakmak suretiyle de isimlerini ebedileştirebilrnektedirler. Böyle­ce insanın fikirlerini yaşatacak, yapmak istediklerini devam ettirecek birilerinin olması, kendisindeki sonsuzluk ihtiyacını tat­min hususunda bir alternatif olacak ve bir nevi kendinden bir parçanın, ölümünden sonra bile yaşayacağım bilmek, ölümü bu platformdan değerlendirmeye yardımcı olacaktır [614].

Ölüm konusunda bilgi sahibi olmak da, bu korkuyu ha­fifletici etkenlerden birisidir [615]. Mesela ölümden çok korktuğu­nu ancak daha sonra yaşamış oldukları ölüm deneyiminden sonra kesinlikle ölümden korkmadıklarını bildiren insanlar bu­lunmaktadır [616]. Ayrıca ölüm eğitim programına tabi tutulanla­rın, önceki hallerinden daha az ölümden korktukları, ancak bu eğitim süreci üzerinden bir-iki ay geçtikten sonra tekrar eski du­rumlarına döndükleri tespit edilmiştir [617].

Ölüm hakkında bilgi sahibi olmanın yanında, bilge olma­nın da insana pozitif yönde bir katkısı olduğu söylenmektedir. Çünkü bilge insanlar ölümü gayet normal bir hadise olarak algı­layabilmektedirler. Mesela Budizm'e göre ölümden kaygı duy­mamak için, onu tabiatın bir kanunu olarak görmek ve bilgili olmak gerekir [618]. Bu bağlamda ölüm korkusunu hafifleten fak­törlerden bir diğeri de ölümü gerçekçi bir şekilde düşünmek, yani realist bir ölüm anlayışına sahip olmaktır. Zira bu konuda yapılan tecrûbî araştırmalar, ölümü gerçekçi bir şekilde algıla­manın ondan kaynaklanan belirsizlik ve dehşeti azaltmaya yar­dım ettiğini ortaya koymuştur [619]. Ayrıca ölüme bir mâna veri­lip, onun bir mânadan mahrum bırakmadığı sürece, korku ya­ratıcı bir obje olmayacağı veya daha az korku yaratacağı ifade edilmektedir [620]. Zira ölümü gerçekçi bir şekilde kabullenmek, ondan ne kaçmak ne de gelmesinde acele etmek, yani onu gör.mezlikten gelmemek ve onun için acele etmemek, ölümü bir düşman gibi değil de bir arkadaş gibi karşılamaya yardım et­mektedir [621]. Nitekim ölüm korkusunun bir nedeni de onu bir düşman gibi görmektir. Zira insan dostundan değil düşmanın­dan korkmaktadır. Meselâ Westman ve arkadaşları tarafından yapılan bir araştırmada, ölümü daha tabiî, daha manalı, bir du­var gibi değil de bir çıkış kapısı gibi, daha sıcak veya daha nötr bir şekilde algılayanların, ölümden onu bu şekilde algılamayanlara nazaran daha az korktukları neticesine ulaşılmıştır [622]. Ma­teryalist bakış açısına sahip insanların ise ölümü bir son, tabiî olmayan bir şey, hayata hiçbir mâna katmayan ve soğuk bir şey olarak algıladıkları tespit edilmiştir [623]. Ölümü hayattan uzak­laştırmak, insanı sadece içinde bulunduğu anı yaşayan bir hay­van seviyesine indirmek demektir. Halbuki ölüm, tabiî bir insi­yaktır ve ona akıl ve aklî delillerle değil, irade ve cesaretle gale­be çahnabilir [624].

Schaerez, bu konuda yukarıdaki görüşleri de destekler mahiyette şunları söylemektedir;

 “Ölüm insana dışarıdan gelen bir olay değil, insanın doğrudan doğruya yaşadığı bir fenomen­dir. O halde bu yoksulluğumuzu, aldırmamazlık, ruh dinginliği (sükunu), erkeklik güveni ve yiğitlik adı altında örtmeye ne lüzum vardır. Bunlardan vazgeçerek iç korkumuzu açığa vuralım ve ona hakim olmaya çalışalım. O zaman ölümün bize bir zen­ginlik gibi görünmesi de imkansızlıktan çıkacaktır. Şöyleki ilk önce ölümü, en kişisel bir olanağımız olarak kavramak yoluyla, kendimize ilişkin bilincimiz tamamlanacaktır. Varlığımızın yapıcı bir elemanı olan ölümden kaçmakla, kendi kendimizi tanıyamayacağımız açıktır, insanın kendi kendini tanıması, ‘Ölümü kendi içinde taşıyan bir varlık’ olduğunu algılaması demektir”. [625]

İnsanların ölüme ilişkin düşüncelerinde kendilerine göre bir uzlaşıma varmış olmaları, ölüm korkusunu azaltıcı bir faktör olabilmektedir. C. Şenol tarafından yapılan bir araştırmada, 70 ve yukarı yaşın, 60-64 ve 65-69 yaşlarına nazaran daha düşük oranda ölüm kaygısı göstermelerinin bir nedeni olarak da bu durum gösterilmiştir [626]. Lepp'e göre ölüm korkusunun üstesin­den gelme konusunda en iyi belki de tek etkili metod, hayatın sevilmesidir. Ona göre ölümlülüğümüzü unutmaya veya korku­muzu bastırmaya hiç gerek yoktur. Fakat şunu iyi anlamalıyız ki, biz her an ölebiliriz. Ancak şu anda yaşıyorsak, sanki asla ölmeyecekmiş gibi yaşamalıyız. Hayatlarında bu birbirine aykırı görünen durumu, başarıyla tatbik eden pekçok insan vardır. Onlar bunu başarıyorlar. Çünkü yaşama güdüsünü bastırmıyor­lar. Bazı sanat ve edebiyat şaheserlerinin ölüm korkusundan esinlendikleri doğrudur. Ölüm korkusunun yüceltilmesi (sublimation) tek gerçek çözüm yoludur. Genel kanaatin aksine, ölüm korkusunu sublime edebilecek, sadece gelecekleri kendi­lerinden önce gelen genç insanlar değildir. Bunu yaşlı insanlar da pekala becerebilirler. 80 yaşında yeni işlere giren, çalışan in­sanlar vardır. Onlardaki yaşama sevgisi, içlerinde taşıdıkları bu korkuyu sublime edebilecek derecede kuvvetlidir. [627] Nitekim hayatı dolu dolu ve cesaretle (heyecanla) yaşayanların ölümü daha sakince ve cesaretle karşıladıkları gözlenmiştir. İlk bakışta hayatı üstünkörü bir şekilde yaşayanların, ölümden daha az korkacakları düşünülebilir. Ancak hayatı severek yaşayanların ölümden daha az korkmaları, derin bir psikolojik analiz yapıldı­ğında tamamen normaldir. Zira hayata bir mâna vermeyen, ölü­me de bir mâna veremez. Oniar tabii olarak Ölümün anlamsızlı­ğından korkarlar. Fakat hayattan korktukları gibi, onun risklerinden de korkarlar. Bu tip insanlar kendilerini zor şartlar altın­da bulundukları zaman hiç doğmamış olmayı isterler. Böyle du­rumlarla karşılaşanlar, anne-babalarını onları dünyaya gelmeleri­ne neden oldukları için, Allah'ı da adaletsiz ve anlamsız bir dün­ya yarattığı için suçlarlar. Gerçekçi olarak hayatta kalan kimse ise, ölümü bir son olarak değil de hayatın tamamlanması olarak görür. Burada hayatı sevmekten maksat, bencil bir şekilde yaşa­mak değildir. Zira bencil bir şekilde yaşayanlar, onu gerçek bir şekilde sevemezler [628].

Hayata kendine göre bir manâ vermek ve bir gayeye sahip olmak, yani olumlu bir hayat felsefesine sahip olmak da ölüm korkusunu azaltıcı faktörlerden biridir [629]. Meselâ varoluşçu dü­şünürlere göre yaşamını bir şey kılmış yani ona bir mâna vere­bilmiş insanlar, ölümü daha az endişeyle karşılarlar [630]. Özellik­le yaşlı insanların yapmış oldukları hayat muhasebesi sonucun­da, yapmaları gerekli gördükleri şeylerde kendilerini belli oran­larda başarılı bulmaları, onların ölümden duymuş oldukları korkuyu hafifletmektedir [631]. Zira bu insanlar, artık bu dünyada yapmaları gereken şeyleri yaptıklarına, yani görevlerini tamam­ladıklarına inanarak ölümü daha kolay kabullenebilmektedirler.

Kendi ailesi içinde, sevdikleri kimseler arasında son nefe­sini vereceğini bilmek de bu konuda insanı rahatlatan faktörler­den birisidir [632]. Zira ölüm korkusunun nedenlerinden birisi de bu olayda insanın tek başına olmasıdır. Sosyal bir varlık olan insan ise, hayatını tek başına yaşayamamakta, dünya hayatı ona bazı şeyleri, sevinci ve kederi paylaşmayı öğretmekte ve hatta zorunlu kılmaktadır. Böylece insan yaşadıklarını paylaşacağı, sı­kıştığı zaman yardım isteyeceği diğer insanlara ihtiyaç duymak­tadır. Ölüm sürecinde ise insan tek başına, yapayalnız bütün in­sanlardan soyutlanmış bir durumdadır. Bu durum başlıbaşına bir kaygı kaynağı olabilmektedir. Nitekim ölüm sürecindeki hastalarla yakından ilgilenmek, onların sıkıntılarını paylaşmak ve anlatacaklarını sabırla dinlemenin, onların kaygılarını azaltıcı fonksiyon icra ettiği tespit edilmiştir. Zira onlar bu son durum­larında yaşadıklarını paylaşacak insanlara ihtiyaç duymaktadır­lar [633]. Nitekim sosyal ilişkilerin birincil olduğu toplumların, üyelerine sosyal destek ve ölüm huzursuzluğunu hafifletebile­cek bir aidiyet duygusu kazandırdıkları kabul edilmektedir [634]. Yine samimi sosyal ilişkileri olan, çocuklarını büyütmüş ve on­ları işlerinde memnun halde gören insanların, ölümü daha ko­lay kabullendikleri de tespit edilmiştir [635].

İnsanın hastanede değil de kendi evinde sevenlerinin ara­sında, sıcacık bir çorba içerek ölümü beklemesinin, hastanedeki kargaşa, ilgisizlik, yemeklere alışamama vb. değişik sorunlarla karşı karşıya kalmasından çok daha iyi olduğu batılı uzmanlar tarafından ifade edilmektedir [636]. Bu durumun, tıbbın ve insanî hizmetlerin daha düşük seviyede olduğu toplumumuzda daha da etkili olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bazı araştırmacılar, zaman zaman ölümü düşünme, ölüm hadiselerine tanık olma ve cenaze merasimlerine katılmanın, ölüm korkusunu hafifletici bir rol oynayabileceğini ileri sürmek­tedirler. Şöyleki, zaman zaman ölümü hatırlamanın, kalbi diri tuttuğu ve insan için ölümün daha kolay hale geldiği ifade edi­lirken [637], zaman zaman ölümü hatırlama neticesinde ölüme ve ölüm düşüncesine alışık olmanın, ölümden daha az etkilenmeye yol açacağı belirtilmektedir [638]. Meselâ, kurumlarda yaşayan yaşlılar, bir araya gelip ölüm üzerine sohbetler yapmakta ve di­ğer yaşlıların ölümlerine sık sık şahit olmaktadırlar. Bu durum onların savunma mekanizmalarının güçlenmesine yardımcı ola­bilmektedir. Örneğin Lester, ölüm üzerine düşünme ve özellikle bilgilenmenin ölüm kaygı ve korkusunu azaltabileceğini savun­muştur. Huzurevlerindeki şartlar da yaşlıların ölüm üzerine dü­şünmelerine ve bir ölçüde bilgilenmelerine zemin hazırlayabil­mektedir [639]

Yine bazı araştırmacılara göre ölüyü son yolculuğuna uğurlamak için yapılan cenaze törenleri, herşeyden önce hayatta kalanlardaki ölüm korkusunu aşmayı hedeflemektedir. Toplum­sal olarak düzenlenen cenaze töreni, hayal gücünün ölüm kor­kusuyla birleştirmek üzere devreye soktuğu savunma mekaniz­malarını, eylem düzlemine getirerek bilinçaltının ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Buna göre ölümün konu olduğu lütufkar davranışlar, saygı ve ilgi gösterileri, ölüm korkusunu ve ondan korunma kaygısını ortaya koyan kaçış tavırları olarak yorumlan­maktadır [640]. Bu araştırmacılara göre ölüm ve ölü korkusu, kay­gı ve suçluluk duygusundan ayrılamaz. Ölüye gösterilen ilgi ve­ya onun için yapılan harcamalar ise bir yatışma sağlamaktadır. Onlara göre ölüm sürecinde olanlarla yakın münasebet ve ilgi­lenme, sıranın kendisine geldiği zaman insana birtakım kolaylıklar sağlayacaktır [641]. İslâm dininde de, ölümü düşünme ve ce­naze törenlerine katılma konusundaki teşviklerin hikmetlerin­den birisi de bu olabilir.

Kübler Ross, geçmiş yüzyıllardaki yas ve üzüntü gelenek­lerinin insanların sevdikleri kişilerin ölümünden duydukları so­rumluluk ve suçluluk duygusundan kaynaklandığını ifade et­miştir. Ona göre insanların tutmuş oldukları yas ve kendilerini bazı şeylerden mahrum bırakmaları, bu suçluluğu azaltmaktadır ve ileride muhtemel cezalandırılmalara karşı bir nevi bedel ola­rak değerlendirilmektedir. Bu durum ise insanın kendi ölümün­den duymuş olduğu korkuyu azaltıcı bir fonksiyon icra etmek­tedir [642]. Jackson'a göre de ölüm ve ölümle ilgili dinî ve toplum­sal yaklaşımların pratik olarak ifadesi, bireyin kendi ölümü ve ölüm süreciyle ilgili tutumlarını da belirleme eğilimindedir. Yani dinî normlara göre şekillenen ölümle ilgili gelenekler, bireysel olarak insanın kendi ölümüyle ilgili tutumları hakkında da ipuçları vermektedir [643]. Gerçekten de insanın, diğer bir insanın ölümünü tecrübe etmesindeki derinliğin, onun kendisinin ölü­müyle ilgili tutumlarını etkilemesi son derece normal ve muhte­meldir. Zira insan başkasının ölümünü derin bir şekilde tecrübe eder, tabir caizse bir dereceye kadar bu durumu içselleştirebilirse, bu tecrübe gerçek bir ölüm tecrübesi gibi fonksiyon icra ede­bilir. Eğer insan dayanışması üniversal mânada geliştirilirse, o zaman insan herhangi bir insanın ölümünü kendi ölümü gibi algılayabilir. Fakat günümüz insanı bu tecrübeyi yalnızca sevdi­ği birisini kaybettiği zaman yaşamaktadır [644]. Tanatologlar, ke­der anlatımının ve matem törenlerinin geride kalanlar için tedavi edici olduğunu söylemektedirler. Şöyleki, belli biçim ve süre­lerde gelenekleşen matemler, ölünün arkasından gerçekten üzü­len insanları bu üzüntünün aşırılıklarından korumaktadır. Zira bu gelenekler, insanlara belli türden toplumsal bir yaşamı (dost­ları, komşuları ve akrabalarının ziyaretleri) dayatmakta, onlar da, bu geleneklerin aracılığıyla hem üzüntülerini dağıtabilmekte hem de toplumsal kabullerin belirlediği bir üzüntü ifade düze­yinin üzerine çıkmamaktadırlar. Oysa gelişmiş toplumlarda ölüm de tıbbî teknolojiye bırakılmakta ve genellikle evin dışın­da meydana gelmektedir [645]. Modern batı toplumlarında bu boşluk “tanatolojik hizmetler” yapan kurumlar tarafından dol­durulmaya çalışılmaktadır. Nitekim bu kurumlar, hem cenaze törenlerini yönetmekte hem de yasta olanlara psiko-sosyal hiz­metler sunmaktadırlar [646]. Toplumumuzu bu açıdan değerlendi­recek olursak, cenaze merasimleri ve ölü sahiplerine dost ve ak­rabaları tarafından sunulan taziye dileklerinin batı toplumların­dan çok daha samimi ve duygusal bir özellik taşıdığını ve daha yatıştırıcı olduğunu söyleyebiliriz. [647]


[587] Bk. Aster, Felsefe Tarihi, s. 190; Krş. Robert G. Olson, “Death”, The Enydopedıa of Philosophy, Ed: Paul Edwards, Mc Millan Publishing, NewYorkl967.c.I,s. 308.

[588] Bk. Aster, Felsefe Tarihi, s. 190, Aydın, Din Felsefesi, s. 186.

[589] Bk. Lepp, Death and Its Mysetıes, s 71-72.

[590] Bk. Wahl, the Fear of Death, s. 19-21; Murphy. Discussion, s. 318-319.

[591] Krş. Gates ve diğerleri, Eğitim Psikolojisi, s. 104-106.

[592] Ölüm korkusunu hafifleten en önemli faktörlerden birisi dinî inanç­lardır. Dinî inançların ölüm korkusuna etkisi, başka bir bölümde ayrı­ca incelenecektir.

[593] Krş. Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 368; Kübler Ross, Death is The Final Stage of Growth, s. 36; Scully, A Christian View of Death, s. 21.

[594] Krş. Cemal Bardakçı, Modern Fizik ve Tasavvuf Karşısında Ruh ve Ölüm, Akdem Yayınları, Ankara 1961, s. 39.

[595] Bk. Kübler Ross, Death is the Final Stage of Growth, s. 34-36.

[596] Bk. Moody, Ölümden Sonra Hayat, s. 100.

[597] Bk. Tatçi, Mustafa, Yunus Emre Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara 1991, s. 61,(33).

[598] Bk. Florian-Sonwden, Fear of Pesonal Death, s. 67

[599] Kış. Çileli, ölüm, s. 248.

[600] Bk. Thomas, Ölüm, s. 118-119.

[601] Krş. Muhammed Kutup, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, Çev. Bekir Karlığa, İşaret Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 1987, s. 103.

[602] Krş. Ülken, Tasavvuf Psikolojisi, s. 203.

[603] Krş. Kübler Ross, Death is The Final Stage of Growth, s. 36.

[604] Bk. Gazâlî, İhya, c.IV, s. 969-970.

[605] Bk. Araf: 7/156.

[606] Bk. Zümer: 39/53.

[607] Bk. Tâha: 20/109.

[608] Bk. Meryem: 19/87.

[609] Krş. Aster, Felsefe Tarihinde Ölüm, s. 190.

[610] 346  Krş. Hick, Değişen Ölüm Sosyolojisi, s. 243-244; Hançerlioğlu, Felse­fe Ansiklopedisi, “Ölüm” maddesi, c. Y s. 25.

[611] Bk. Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkam, 36.

[612] Krş. Batılının Ölüm Karşısında Tavırları, s. 48-49.

[613] Krş. Hökelekli, Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, s.163.

[614] Krş. Hick, Death and Eternal Life, s. 148.

[615] Krş. Kübler Ross, There is Life After Death, s. 113; Şenol, Ankara İli, s. 38-39.

[616] Krş. Moody, Ölümden Sonra Hayat, s. 100; Sarıkaya-Bergil, Ölüm ve Ötesi, s. 50.

[617] Bk. F Murray, “Death Education and Its Effect on the Death Anxiety Level Nurses”, Psychologkai Reports, 1974, 35, s. 1250; G. Telban, "Death Anxiety and Knowledge about Death7', Psychological Reports, 1981,49,5.648.

[618] Bk. J Bruce Long, “A Hindu-Budhist View of Death”, in Death and Dying, Ed: David L. Bender-Rîchard Hagen, Greenhaven Press, Minne­sota 1980, s. 32.

[619] Krş. Kastenbaum, Time and Death in Adolescence, s. 111; Feifel-Branscomb, Whos Afraid of Death, s. 285; Gençtan, Çağdaş Yaşam, s. 127-128.

[620] Krş. M. Fried Cassarola, “An Examinatit Mi of the Relationship between Life-Purpose, Death-Fear, Religiosity and Beüef in Life after Death,” Dissertation Abstract Inttenational, 1981, 42 (6B), s. 2526-2527.

[621] Krş. Long, A Hindu-Budhist View of Death, s. 30; Corliss Lamont, “A Hümanist View of Deaih”, in Death and Dying, Ed: David L. Bender-Richard Hagen, Greenhaven Press, Minnesota 1980, s. 25

[622] Bk. Westman-Brackney, Neuroücism, Death, Religiosity, s. 1041

[623] Bk. Westman-Canter, Fear of Death, s. 422.

[624] Bk. Aster, Felsefe Tarihinde Ölüm, s. 191.

[625] Bk. Schaerez, Çağdaş Filozoflarda Ölümün Anlamı, s. 16-17.

[626] Krş. Şenol, Ankara İli, s. 89.

[627] Bk. Lepp, Death and Us Mysteries, s. 76-77.

[628] Bk. Lepp, Death and ks Mysteries, s. 53-54; Krş. Hick, Death and Eternal Life, s. 148.

[629] Krş. J.A. Duriak, :”Relationship between Individual Atmudes toward Life and Death”, Journal of Consulting and Climcal Psychology, 1972, 38, s. 463; Florian-Snowden, Fear of Persoal Death, s. 66.

[630] Bk. Kaufmann, Existentialısm and Death, s. 62; Gençtan, Varoluş ve Psikiyatri, s. 173.

[631] Krş. Sarıkaya-Bergıl, Ölüm ve Ötesi, s. 43-44; Hökelekli, Ölümle İlgili Tutumlar, s. 88.

[632] Krş. Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 368; Kübler Ross, On Death and Dying, s. 5-6.

[633] Krş. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 199.

[634] Bk. Schumaker-Warren-G. Marnat, Death Anxiety, s. 513.

[635] . Kübler Ross, On Death and Dying, s. 265; Westman-Canter. Fear of Death, s.,422; Çileli, Ölüm, s. 258; Thorson-Powell, Rersonality, Death Anxiety, s. 589.

[636] Krş. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 6.

[637] Krş. Khawaja, The Spectacle of Death, s. 13.

[638] Bk. Aries, Batılının Ölüm Karşısında Tavırları, s. 22.

[639] Krş. Şenol, Ankara Hi, s. 89.

[640] Krş. Thomas, Ölüm, s. 93.

[641] Krş. Thomas, Ölüm, s. 84.

[642] Krş. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 4.

[643] Bk. Edgar N. jackson, “Grief and Religion”, in The Meaning of Death, Ed. Herman Feıfel, Mc. Graw-Hül 1959, s. 232.

[644] Krş. Lepp, Death and lts Mysteries, s. 31.

[645] Bk. Çileli, s. Ölüm, s, 268-269; Aries, Batılının Ölüm Karşısında Tavırları, s. 66-67.

[646] Bk. Thomas, Ölüm, s. 110-111; Bu konu hakkında daha geniş bilgi için Bk. White-Gathman, The Tree Stages of Grief, s. 96-98; Aries, Ba­tılının Ölüm Karsısında Tavırları, s. 90; Kılıçbay, Ölümün, s. 112.

[647] Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 175-190.


ceren
Sun 19 April 2015, 09:59 pm GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan Saniye abla.Ölümü hafifleten faktörlerden birisi Allaha sonsuz bağlılık,Allaha kulluk etmek,ibadetlerimizi tam yapmak,iman duygumuzu geliştirmek.Bir de ölümün de doğmak kadar doğal bir şey olduğunu kabul  etmek...

besiye7A
Sun 19 April 2015, 10:22 pm GMT +0200
Allah'a kulluk etmek ibadetlerimizi tam yerine getirmek iman duygularını geliştirmek allah'a sonsuz bağlılık hasretin faktörlerden biri rabbim razı olsun paylaşImdan saniye abla.

mevlüde06
Wed 5 August 2015, 03:58 pm GMT +0200
Ölüm korkusunu yenmenin en iyi yolu söylendiği gibi ebedilik inancı.İnsan ahirete tam olarak iman etmiş,ebedi yaşayacağını idrak etmiş ise ölümden korkmaz.heleki rızai ilahi yolunda bir hayat geçirmişse ölüm korkusu yerini ölüm sevgisine bırakır şüphesiz.
Allah razı olsun Saniye abla.çok faideli bir paylaşım olmuş

Sevgi.
Wed 21 August 2019, 04:39 pm GMT +0200
Rabbim bizlerin ömrünü güzel eylesin ve hayırlı olan kullarından olmayı nasip etsin inşaAllah

Bilal2009
Thu 22 August 2019, 02:21 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri ölüme hazirlananlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun