saniyenur
Sun 22 January 2012, 12:04 pm GMT +0200
3- Ölüm Korkusunu Etkileyen Faktörler
a- Ölüm Korkusunu Artıran Faktörler
ABD'de yapılan tanatoloji çalışmalarının öncülerinden birisi olan Templer'e göre ölüme ilişkin kaygı ve korkuları etkileyen temelde iki faktör bulunmaktadır. Bunlardan birincisi psikolojik sağlıktır. İnsanlar depresyon, kaygı düzeyi gibi psikolojik sağlık sorunları yaratan durumlarda, yüksek ölüm kaygısı gösterebilmektedir. Yaşlılık ile yaşlılık depresyonu, anksiyete bozuklukları, fobiler, obsesyonlar yaşlılarda ölüme ilişkin kaygı ve korkuları artırabilmektedir. İkinci faktörü, ölüme ilişkin spesifik yaşantılar olarak tespit eden Templer'e göre, insanın yaşamı boyunca karşılaştığı ölüm hadiseleri ve kaybettiği yakınları,, onun ölümle ilgili genel kaygı ve korkularının düzeyini belirlemektedir. Yine yaşlılıkta öğrenmeyle ölüme ilişkin kaygı ve korkular arasında az da olsa ilişki bulunmaktadır. [543] Buradan hareketle, ölüm korkusunun bilinçle direkt ilişkili olduğu söylenebilir. Zira öğrenmenin minimum seviyede olduğu yaşlılarda bile, öğrenme ile ölüme ilişkin tutumlar arasında korelasyon tespit edilmiştir. Yine bilinç düzeyi yeterince gelişmediğinden, çocuklar için de bir ölüm korkusundan bahsedilmemektedır. Muhtemeldir ki delilerde de herhangi bir ölüm endişesi bulunmamaktadır. Buna göre bilincin tek başına bir ölüm korkusu nedeni olmamakla birlikte, ölüm korkusu için bîr ön şart olduğunu söylemek mümkündür. Ancak aynı zamanda kendisi vasıtasıyla ortaya çıkan ölüm korkusunun izalesi veya hafifletilmesi de yine bilincin kendisi vasıtasıyla olmaktadır. Zira insanlar ancak onunla birlikte bağlanmış oldukları dini otoriteler, felsefi sistemler veya daha değişik yönelimlerle, ölüm korkusunun üstesinden gelmeye çalışmaktadırlar.
Öîümle ilgili nevrotik korkunun, çoğunlukla genel anksiyetenin bir ifadesi olduğu ve bu korkunun gerçek nedeninin bilinçaltı, ergenlik, çocukluk ve doğum travmalarından kaynaklandığı, birçok araştırmacı tarafından kabul edilen bir husustur. Bu tip bir korku, kapalı yerlerde bulunma fobisi ve kalabalık fobisi gibi bir korkudur. Fakat bütün insanların nevrotik olduğu düşünülmedikçe, kendileri veya başkalarının ölümlerinden anormal derecede tedirgin olan çok fazla insan olmadığını da belirtmek gerekir [544].
Ölüm korkusunu artıran faktörlerin en önemlilerinden birisi de sosyal ilişkilerin derinlik boyutudur. Nitekim sâde bir yaşantısı olan, daha az eğitimli, daha az kültürlü (entel), daha küçük bir sosyal çevrede yaşayan, daha az profesyonel yükümlülüğü olan insanların; hırslı bir şekilde çevrelerini kontrol etmeye çalışarak maddî servet biriktirmeye uğraşan, çok sayıda sosyal ilişkisi bulunan fakat bunların çok az bir kısmı samimi olan, yani bolluk ve refah içinde yaşayıp, maddî lüks ve konfora sahip, ölünce bunlarla ilgili kayıpları daha büyük olacak olanlara nazaran, daha az bir zorlukla bu son krizle yüzleşebilmekte oldukları, bizzat ölümle pençeleşen ölümcül hastalar üzerinde yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir [545]. Bu bağlamda ister nevrotik ister başka tür olsun, insandaki ölüm korkusunun en önemli nedenlerinden ve onu artıran faktörlerden birisi, modern insanın aşırı derecede ferdiyetçi tutumudur. Bu durum en azından batı medeniyetinin hakim olduğu yerlerde geçerlidir. (Ülkemizin de bu süreçte epeyce mesafe katlettiğini söylemek yanlış olmaz). Nitekim daha önce de değinildiği gibi ilkel insanların çoğunluğunda, bireysel kimlik daha az belirgindir ve eski doğu medeniyetlerinde bile, bireyselliğe nispeten daha az önem verildiğini söylemek mümkündür. Bazı batılı araştırmacılar bu durumu, Asyalı insanların en çok batılılaştığı Çin, Vietnam ve Japonya'da, liderlerinin bir işaretiyle topyekün ölüme gitmede tereddüt göstermemelerinde en önemli faktör olarak yorumlamaktadırlar. Nitekim onlara göre modern batı insanı, refah içinde, daha çok kendine özgü bir şekilde yaşamakta ve kişisel kimliklerini daha çok geliştirerek, ön plana çıkartmaktadırlar [546].
Sosyal münâsebetlerin derinliğiyle birlikte, insanın son anlarında sevenleri tarafından yalnız bırakılması veya kendisiyle ilgilenilmesi de ölümden duyulan korkuyu etkileyen faktörlerden birisidir. Zira hastanede, aile bireylerini haftanın belirli günlerinde, kısa bir müddet için görebilen ve büyük ihtimalle yanında hiçkimse olmadan, bir hastane döşeğinde öleceğini bilen insanlar, daha çok ızdırap çekmekte ve ölümden daha çok korkmaktadırlar [547]. Buna binaen bazı tanatologlar, hastaları hospitalize etmenin (hastaneye kaldırmanın) onlardaki ölüm korkusunu artırabileceği endişesiyle daha çok hastanın kendi aile ortamında bakılmasını tavsiye etmektedirler [548]. Ayrıca hastanede hastalara yapılan hizmetlerin de, (örneğin bir sosyal hizmet sorumlusu veya din adamlarının hizmetleri) hastaların ölümle yüzleşme ve onunla başetme konusunda etkili olduğu kabul edilmektedir [549]. Buna göre özellikle günümüz insanı için ölümün birçok açıdan daha korkunç bir hale gelmiş olmasını, ölüm korkusunu artıran faktörlerden bir diğeri olarak zikredebiliriz. Zira günümüzde ölüm, artık daha yalnız, daha mekanik ve daha çok insancıllıktan uzaklaşmış durumdadır [550].
Yine insanlara verilen değerin, onların kaybedilme korkusunu yakından ilgilendirdiği gibi [551], sekülerleşmenin şiddet derecesinin de ölüm korkusunu azaltıcı veya artırıcı bir fonksiyon icra ettiği söylenebilir. Zira herhangi bir şey, insana ne kadar tatlı, mükemmel ve güçlü gelirse, bu şeyden ayrılma veya onun yokolması korkusu da o kadar fazla kaygı ve üzüntüye neden olmaktadır [552]. Nitekim bazı batılı araştırmacılara göre anormal derecedeki ölüm korkusunun bir nedeni de, batı medeniyetlerindeki materyalizmin artması olarak gösterilmiştir. Burada kastedilen, mantık ve münazarayla ilgili materyalizmin başarıları değildir. Şöyleki batı insanının ruhi dengesi, çoğu kere pragmatik materyalizmle sarsılmakta, çoğunlukla hedonizm, en önemli şey olarak görülmektedir. Böylece eğlencelerin bırakılması hiç düşünülmemekte, düşünüldüğünde ise bu fikir bu yönelimdeki insanlara sıkıntı vermektedir. Ancak batı dünyasında bütün sosyal koruma kanunlarına rağmen, yaygın olan emniyetsizlik duygusu, devamlı surette hedonistik bir hayat tarzının ne kadar istikrarsız ve tehlikeli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu psikolojik çerçevedeki hayat tarzının neden olduğu nevrotik kaygı ve ölüm korkusunun, daha yaygın olmamasını şaşırtıcı olarak yorumlayan araştırmacılar, bu durumun modern batı insanının kendi içerisinde göründüğünden daha az medenileştiğini teyit ettiğini ifade etmektedirler [553].
Yine yaşları 19 ile 85 arasında değişen 2500 kişinin katıldığı bir araştırmada, kadınların erkeklere nazaran, psikiyatrik, hastaların da hasta olmayanlara nazaran daha çok ölüm korkusu hissettikleri tespit edilmiştir[554]. Buna göre cinsiyet ölüm korkusunu artırma konusunda potansiyel bir güç gibidir. Ruhî dengenin bozulması da ölüm korkusunu artıran faktörlerden birisi olarak görünmektedir. Nitekim, diğer bazı araştırmacılar da özellikle belli bir seviyenin üstünde olan ölüm kaygısının, insanın kognitif bütününün yapısal bozukluğuyla, yani ölüm konusunun kognitif haritasiyla pozitif bir ilişkisi olduğu konusunda bulguların mevcut olduğunu ifade etmektedirler [555]. Yine nevrotik özelliklere sahip olmanın yanında duygusallığın da ölüm kaygısını artırıcı bir fonksiyon icra ettiği, yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur [556].
Ölüm korkusunu etkileyen faktörlerden bir diğeri de ölüm hadisesinin algılanış biçimidir. Ölümün bir giriş kapısı, tabii ve anlamlı bir hadise olarak değil de soğuk ve mânâsız bir şey olarak tanıtılması sonucu, insanların onu bu şekilde soğuk, mânâsız ve bir duvar gibi algılamaları, ölüme karşı olumsuz bir tavrın gelişmesine neden olmaktadır [557]. Böylece insan soğuk ve manasız olarak gördüğü bir şeyle karşılaşmak istememekte ve ondan ürperti duymaktadır. Nitekim çoğu insan, ölümü bir yokluk, bitkinlik, açlık, susuzluk, körlük ve sağırlık gibi düşünmekte ve bundan dolayı ondan korkmaktadır [558]. Meselâ, Kübler Ross'a göre ölüm korkusunun en etkili nedenlerinden birisi, ölümü iyi anlayamamaktır. Zira, o:
“İnsanlar ölümün insan varlığı için gerçek önemini bilseler, başlarına gelmesi mukadder olan şeye karşı daha cesaretli olurlardı” demektedir [559].
Yine özellikle yaşlı insanlar için ölüm korkusunu artıran faktörlerden birisi de, bilişsel ve fiziksel aktivitelerinin gerilemesi nedeniyle, zorunlu olarak sosyal ilişkilerden soyutlanmalarıdır. Bu soyutlanma ve yapayalnız kalma, aynı zamanda yaşlı insana bir hiçlik duygusunu anımsatmakta ve bu hiçlik duygusu da ölümle simgeleşerek ölüm korkusunun şiddetini artırmaktadır. Bu bağlamda yapılan araştırmalarda fiziki yaşlanma belirtilerinin de ölüm korkusuna neden olduğu belirtilmektedir. Nitekim yaş ilerleyip kilo alma, yağlanma, yüzün buruşup kırışması, kasların gevşemesi ve pörsümesi arttıkça, eksiklik duygusu ve yaşlanma korkusu da artmaktadır. [560] Mesela yapılan bir araştırmada, hızlı yaşlanma belirtilerinin görüldüğü 60-64 yaş arası insanların, diğer yaş gruplarına oranla daha fazla ölüm korkusu hissettikleri tespit edilmiştir [561].
Hayatı istediği gibi değerlendirememe, fazla ve yüksek hedefler tespit etme ve tespit edilen bu hedeflere ulaşamama ve bunun neticesinde hissedilen başarısızlık duygusu da ölüm korkusuna neden olan veya onu artıran faktörlerden birisidir [562]. Nitekim savaşmadan ve kazanmadan, gençliğinin en verimli yıllarını yitiren bir genç adam kadar zirveden vadiye (ölüme) tepe taklak inen kimse yoktur [563]. Daha ziyade hayatın boşluğunu ifşa ettiğinden dolayı ölümden korkan bu insanların korkusu, çoğu zaman hayatı boşa harcamalarından dolayı daha da şiddetlenmektedir [564]. Bu durum, bir gazete yazarının şu ifadelerinde açıkça görülmektedir:
“Ölüm daha genç yaşta çok daha fazla şaşırtabilir. Belli bir yaşa gelince olağan karşılanmalı, ama olmuyor. Ölümü her zaman düşünmüşümdür.... Bu trafik olayları, türlü hastalıklar... fakat ben şöyle düşünüyorum. Eğer insanın yapacağı çok şey varsa ölümden daha çok korkar. Bir nevi ölümü bekler gibi olursa kolay da; fakat yapacak çok şeyi olursa, ölüm beni engeller endişesi içinde oluyor [565]”. Yine yaşlılık döneminin başlangıcındaki insanlar kendileriyle hesaplaşmaya başlamaktadır. Amaçlarına ne derece ulaştıklarını, inançlarına ne denli bağlı kaldıklarını, ilke ve kuralları ne derece uyguladıklarını değerlendiren yaşlı insanlar, geçmiş yıllarda gerçekleştiremedikleri şeyleri, artık gerçekleştiremeyecek olduklarını düşünerek umutsuzluğa kapılmaktadırlar. Dolayısıyla hayatının geçmiş yıllarında hedeflerine daha çok ulaşabilen insanlar, bu hesaplaşmadan umutsuzluğa kapılmadan ayrılabilirler ve bu durum, onların ölümle ilgili korkularının hafiflemesine katkıda bulunabilir. Ancak hedeflerine ulaşamayan insanlardaki bu kaygı, daha da ateşlenmektedir [566]. Yine Jung'a göre hayata ayak uyduramamak, yaşamla beraber gidememek, insanı esneklikten yoksun bir şekilde bir boşlukta bırakmaktadır. Bu insanlar, ileri yaşlarda odunlaşıp kalırlar ve yürekleri gizli bir ölüm korkusuyla dolu bir şekilde, geriye bakıp geçmişe sarılırlar [567]. Yine kendilerini ölümden çok uzak gören, güçlü ve kuvvetli olduklarına inanan aşırı derecede güç düşkünü ve özsever (narsist) insanların, ölümü daha zor kabullendikleri, ölüm mevzubahis olunca daha çok korkuya kapıldıkları, yapılan tecrübî araştırmalarla ortaya konmuştur [568].
İnsanların bilim ve teknikte ilerlemeleri, onlara sadece yeni hünerler kazandırmakla kalmamış, aynı zamanda yeni kitle imha silahlarının keşfedilmesi, daha şiddetli ve bir nevi felaket gibi görünen ölümden duyulan korkuyu artırmıştır. Zira insan kendisini psikolojik olarak artmakta olan ölüm korkusuna karşı korumak zorundadır. Ancak insanın ölümü önceden sezmek ve kendini ona karşı korumak konusundaki yetersizliği ise geçmişe nazaran artma eğilimi göstermektedir. Çünkü kitle imha silahları devamlı bir ölüm tehdidi oluşturmaktadır [569].
Yine insanların ölümlerinden sonra bakmakla yükümlü bulunduğu ve ölümle geride bırakacağı aile fertlerinin geleceğinden endişe etmeleri, onları bu dünya hayatında yalnız bırakmak istememeleri, yani ailelerinin buna hazırlıklı olmadığını düşünmeleri de ölüm korkusunu artıran faktörlerden birisidir [570]. Bu şekildeki bir korku, belki de diğerlerine nazaran daha asil bir şekilde ortaya çıkmaktadır [571]. Ayrıca insanın geride bıraktıklarının kendisine olan ihtiyaçlarının yanında, onların kendisini özleyecek olmasını düşünmesi de aynı doğrultuda değerlendirilebilir [572]. Mesela “Benim korkum ölmek değil, seni yalnız bırakmak” diyen şairin bu ifadesinde, bu durum açıkça görülmektedir. [573]
Ölüm korkusunun en etkili nedenlerinden ve onu artıran faktörlerden bir diğeri de insanların dünyada yapmış oldukları kötü işler ve buna bağlı olarak cezalandırılacaklarını düşünmeleridir [574]. Esasen inanmaya davet edildiği halde inanmayan ve inandığını yaşamayanlar, Kur'an'da çok şiddetli bir şekilde ve türlü azaplarla tehdit edilmekte ve korkutulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
“Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da öyle tabakalar var. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım yalnızca benden korkun“ [575],
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak hasredeceğiz” [576]. Yine başka bir ayette, sonlarından emin olduğunu düşünen kimselere:
“De ki eğer dediğiniz gibi gerçekten Allah katında âhiret yurdu kimsenin değil, yalnız sizin ise, sözünüzde doğru iseniz, haydi ölümü temenni edin” ifadeleriyle meydan okumakta, daha sonra da onların bunu hiçbir zaman yapamayacaklarına işaret etmek üzere,
“Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü şeylerden dolayı onlar ölümü asla istemezler” [577] ifadeleriyle, insanların ölümden korkup onu istememelerine neden olarak, dünyada yapmış oldukları kötü işler gösterilmektedir. Nitekim suçluluk duygusu hissedenlerin, ölüm hakkında daha fazla düşünüp kederlendikleri, ondan daha fazla korktukları ve ölümü tabiî olmayan bir şey olarak değerlendirdikleri tespit edilmiştir. [578]
Cezalandırılma korkusunun özellikle inanan fakat inandığını tam olarak yaşamadığını düşünen insanlarda bir ölüm korkusuna neden olacağı açıktır. Nitekim bu durum yapılan birçok araştırmayla tespit edilmiştir [579]. Kışlık hazırlığı tam olmayanların kıştan korktukları gibi ölümden korkan [580] bu insanları asıl korkutan şey, dünyada yaptıkları zulüm ve kötülüklerin hesabını vermektir. Onlar, kendi iç yüzlerinin çirkinliğinden, yani ahlakî kötülüklerinin nefislerinde bıraktığı izlerden dolayı böyle bir kaygı hissetmektedirler [581]. Zira insan haksızlık ettiği insanlarla, Allah ve kendi vicdanıyla barışık olduğu takdirde daha rahat ölebilir. İslâm dininde de kul hakkına verilen aşırı önemin nedenlerinden birisi herhalde budur. Nitekim bu konuda yapılan araştırmalar bunu teyit eder mahiyettedir [582].
Bu bağlamda dindar insanların, dindar olmayanlara nispeten iki yönlü bir korkuya sahip olduklarını söylemek mümkündür. Zira dünya tecrübelerinin kesilmesi onları sıkıntıya sürüklediği gibi, cehenneme gidebilme ihtimali ve kendilerinin henüz affettirmek, kefaretini ödemek zorunda olduklarına inandıkları birtakım günahlarının olduğuna inanmaları da onlar için bir endişe kaynağı oluşturmaktadır. Yani inançlı insanlar bu yönden hem dünyevî hem de uhrevî kaynaklı endişelere sahiptirler. Bununla birlikte dindar insanlardaki ölüm korkusunun daha ziyade metafizik boyutlu olduğu söylenebilir. Nitekim bazı araştırmalar, kişinin cennete gideceğine dair kuvvetli bir inancı olsa dahi, tamamen ölüm korkusundan kurtulamadığını göstermektedir [583].
Cezalandırılma korkusunun diğer bazı korku türlerinin perde arkasında olduğu düşünülebilir. Ölümün insanı bir sona getirmesinden kaynaklanan korku, sürekli veya geçici olarak cezalandırılma korkusundan tamamen farklıdır. Mesela sonsuz bir şekilde cehennem ateşinden korkma, çoğu insanın ya tam şuurunda ya da şuuruna yakın bir bölgede ve kültür derinliğinde bulunmaktadır. [584] Yine hurafelere ve tabulara olan inançların da ölüm korkusunu artırdığını ortaya koyan araştırmalar bulunmaktadır. Zira hurafe ve tabular çoğu durumlarda suçlulara korkunç cezalar öngörmektedir [585]. Ayrıca din değiştiren psikiyatrik hastaların, din değiştirmeyenlere nazaran daha çok ölüm kaygısı hissettikleri hususunda da bazı bulgular bulunmaktadır [586].
[543] J.C. Gilliland-Templer, Di., “Relationship of Death Anxiety Scale Factor to Subjective States”, Omega, 1985-1986, 16 (l),s 164-165'ten nakleden: Şenol, Ankara İli, s. 29-30.
[544] Krş. Lepp, Death and Us Mysienes, s. 68-69.
[545] Krş. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 265; Thorson-Powell, Personality, Death Anxiety, s. 589.
[546] Krş. Lepp, Death and Its Mysteries, s. 69.
[547] Krş. Cûceloglu, insan ve Davranışı, s. 268; Kübler Ross, On Death and Dying, s. 16-17.
[548] Bk. Cüceli, Ölüm, s. 268
[549] Bk. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 1-2.
[550] Krş. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 8.
[551] Krş. Çileli, Ölüm, s 246.
[552] Bk. Râzi, Tefsir-i Kebir, c. IV,-s. 812; Khawaja, The Spectacle of Death, s,
[553] Krş. Lepp, Death and Us Mysteries, s. 70-71.
[554] Bk. D. I Templer-Ruff, C.-Franks, C, “Death Anxiety Age, Sex, and Paternal Resemblance in Divides Populations”, Devtlopmental Psvcholgy, 1971, 4, s. 173.
[555] Bk. William Mc Mordie, “Religiosity and Fear of Death: Strength of Belief System”, Psychologicd Reports, 1981, 49, s. 921.
[556] Bk. Thorson-Powell, Personality, Death Anxiety, s. 589.
[557] Bk. Westman, Existential Anxiety, s. 1064; Kastenbaum, Time and Death in Adolescerıce, s. 111.
[558] Krş. Schaerez, Çağdaş Filozoflarda Ölüm, s. 29.
[559] Bk. Kübler Ross, Death is the Final Stage of the Growth, s. 35.
[560] Krş. Köknel, Korkular, Takıntılar, s. 122-124.
[561] Bk. Şenol, Ankara İli, s. 88.
[562] Krş. Feifel, Attitudes toward Death, s. 121; Krş Murphy, Discussion, s. 335.
[563] Krş. Jung, The Soul and Death, s. 6.
[564] Krş. Aster, Felsefe Tarihinde Ölüm, s. 190
[565] Bk. Oktay Akbal, Cumhuriyet Gazetesi, 20 Mart 1988.
[566] Krş. Köknel, Korkular, Takıntılar, s. 124.
[567] Bk. Jung, The Soul and Death, s. 6.
[568] Bk. Wahl, The Fear of Death, s 26; Arnold A. Hutschnecker, “Personality Factors in Dyıng Patients”, in The Meaning of Death, Ed: Herman Feifel, Mc. Graw-Hill, 1959, s. 248.
[569] Krş. Kübler Ross, On Death and Dyıng, s. 14.
[570] Krş. Fetfel, Atütudes toward Death, s. 121; Kübler Ross, On Death and Dying, s. 112, 215; Bakara: 2/266.
[571] Krş. Murphy, Discussion, s. 334.
[572] Bk, Moody, Ölümden Sonra Hayat, s.234.
[573] Bk. Oguzcan, Ümit Yaşar, Tüm Şiirleri, nakleden: Sezgin-Yalçın, Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri, s. 182.
[574] Krş. Schumaker-Barraclough, Death Anxiety, s. 46, Hoelter, Multidimensionat Treatment of Fear of Death, s. 998; Florian-Snowden, Fear of Personal Death, s. 68; Gazali, ihya, c.IV, s. 1042; Lepp, Death and Its Mysteries, s. 68; Khawaja, The Spectacle of Death, s. 10; Aster, Felsefe Tarihinde, s. 189; Murphy, Discussion, s. 334.
[575] Bk. Zümer: 39/16.
[576] Bk. Taha: 20/124.
[577] Bk. Bakara: 2/94-95. Bu meyanda başka ayetler için bak. Yunus: 10/15; Hud: 103; Mu’minun: 23/99.
[578] Bk. Westman-Brackney, Neuroticism, Death, Religiosny, s. 1042; Aster, Felsefe Tarihinde, s. 189.
[579] Bk. Florian-Kravetz, Aspect of Fear of Death, s. 297; Alexander-Adlerstein, Death and Reiigion, s. 279.
[580] Krş. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, Sebat Ofset Matbaacılık, 4. Baskı, Konya 1990, s. 70.
[581] Bk. Mevlana, Mesnevi, Ter. ve şerh: Abdulbak'i Gölpınarlı, 2. Baskı, M.E.B. Yayınları, İstanbul 1985, c.IIl, s. 413-417, (3442-47).
[582] Krş. Başer, Ölümle İlgili, s. 224.
[583] Krş. Feifel, Attitudes toward Death, s. 121-122.
[584] Krş, Murphy, Dıscussion, s. 333-335.
[585] Bk. Peter Akinsola Okebukola, “Relationships Among Anxiety, Belief System, and Creauvity”, The Journal of Social Psvchology, 126, (6), s. 815.
[586] Bk. Mc. Mordie, Religiosity and Fear of Death, s. 921. Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 164-174.