- Ölüm Güdüsü

Adsense kodları


Ölüm Güdüsü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Sun 22 January 2012, 12:22 pm GMT +0200
4- Ölüm Güdüsü


Psikoloji literatüründe ölüm güdüsünden bahseden Freud'dur. 1922 yıllarında insandaki saldırganlık ve yıkıcı içtepileri açıklamak üzere ölüm güdüsünden bahseden Freud'a göre, in­sanın başlıca iki temel güdüsü vardır. Bunlardan birincisi, libido adını verdiği cinsiyet güdüsü, diğeri ise saldırganlık ve yıkıcılık içtepilerini açıklamak üzere kullandığı ölüm güdüsüdür. Freud bu kavramı, yaşama gücünü veren libido karşıtı ölüm gücü ola­rak kullanmıştır [367]. Ona göre, tabiatın temel tehdidinden ko­runmak için insanı ilahi varlıklar üretmeye sevkeden bir ölüm güdüsü vardır. Bu yüzden o, dini paranoid zihinlerin bir ürünü ve nevrozların ilk belirtisi olarak düşünmüş ve özellikle insanın ölümü algılayışında yoğunlaşan temel bir emniyetsizliğe atfet­miştir. Zira ona göre Tanrı inancının fonksiyonlarından biri de ölüm ve ölüm ötesiyle ilgili endişeleri yatıştırmaktır [368]. Şöyleki; organizma kendisini ölümle yüz yüze bırakan tüm tehditlere karşı savunur ve paradoksik bir şekilde ölüm içgüdüsü yaşamı uzatmaya hizmet eder. Ölüm içgüdüsü (thanatos) dıştan engel­lerle karşılaştığı zaman uyum göstererek saldırganlığa dönüşebi­lir. Kişinin kendisine yöneldiğinde ise, kendisi tahrip edici bir hal alır. Buna göre hayat, ölüm içgüdüsüyle yaşam içgüdüsü (eros) arasında dinamik bir dengeye dayanmaktadır. Yaşam içgü­düsü, enerjisini libidodan almakta ve açlık, susuzluk, korunma vb. gibi şeyleri kapsamaktadır. Ölüm içgüdüsü ise insanın yıkı­ma yönelik yanıdır ve enerjisine “destrudo” denir. Hayat ve ölüm içgüdüleri birbirlerini belirsizleştirebilir ya da birbirlerine dönüşebilir bir karakter taşırlar. Ona göre tüm yaşamın amacı ölüm­dür [369] ve insanda (şuuraltında) şuursuz bir ölüm isteği vardır. Bu istek şahsi yıkıcılık eğilimleriyle yakından ilişkilidir. Yani Fre­ud bu isteği şahsi yıkıcılıkla birleştirmektedir [370]. Ancak herke­sin bilinçaltmda kendi ölümsüzlüğüne inandırıldığını kabul eden [371] Freud'un son isteği, realitenin tam bir bilincinde, ken­dine acıma veya duygululuk izlerinin ortadan kaldırılarak, inatçı ızdıraplardan çabuk bir şekilde kurtarılması olmuştur [372].

“Ölüm psikolojisini açık yüreklilikle ele almanın, olayla­rın gerçek durumunu daha iyi değerlendirebilme, hayatı daha katlanılabilir kılma gibi bir getirişi vardır” [373] diyen Freud'un, ölüm konusuna psikolojik yaklaşımın gerekliliği konusundaki tespiti son derece doğrudur. Fakat ölüm içgüdüsüyle ilgili söyle­dikleri, bu kavramın tam olarak yerine oturmadığı gerekçesiyle psikologlar tarafından oldukça eleştirilmiştir [374]. Herşeyden ön­ce psikanalitik literatüre aşina olan herkes, ölüm güdüsü keli­mesini duydukları zaman şaşırmaktadır. Zira psikanalizin kuru­cusu olan Freud, ilk olarak bütün güdüleri (yeme içme, cinsi­yet, güvenlik vb.) daha ziyade hayat güdüleri olarak düşünmüş­tür. Bununla beraber o, uzun bir zaman libidoyu, bütün güdülerin genel enerjisi olarak savunmuş ve onu hayat güdüsü olarak isimlendirmiştir. Fakat daha sonraları yavaş yavaş libido ile ters düşen bir ölüm güdüsü kavramı geliştirmiş ve onun yaşam gü­düsünden daha temel olduğunu düşünmüştür.

İyi bir klinisyen olarak Freud, gerek şuurlu gerek şuursuz olsun, hastalarının ölüme karşı olan reaksiyonlarına dikkat et­miştir. Şöyleki o, bazı hastalarının hayata açık bir şekilde negatif bir tarzda baktıklarını gözlemlemiş, mesela onların iştahsızlık problemi çekmeleri ve yemek yemeyi reddetmelerini bu şekilde yorumlamıştır. Yine onlar kendi yakınlarının olduğu gibi bizzat kendilerinin ölümlerini rüyalarında görüyorlar ve bu rüyaları, keder verici bir olay olarak değil de mutlu bir olay olarak algılı­yorlardı. Normalde onların davranışları, istememelerine rağmen şayet beslenmeseler, ölümlerine neden olacaktı. Diğer bazıları da alkol ve bazı sarhoşluk veren şeyleri kullanarak kendilerini mahvetmeye uğraşıyorlardı. Freud ise bütün bu tehlikeli davra­nışları genelleştirerek (ki bu genelleştirme onun genel eğilimi­dir), ölüm güdüsünün birer göstergesi olarak düşünmüştür. Me­sela dağa tırmananlar, derin denizlere dalanlar, çölleri ve balta girmemiş ormanları araştıranlar, ona göre bilinçsiz bir şekilde ölüme doğru bir kaçışı araştırmaktadırlar. Freud'a göre ciddi bir risk, fevkalâde bir efor, yani tehlikenin tabiatında olan herşey, tek kelimeyle bir kimsenin kendine karşı saldırganlığına bir ör­nektir ve ölüm isteğinin bir göstergesidir. Kahramanlığın bütün şekilleri şaibelidir. Çünkü, kahramanlar ölüm isteklerini gizle­mektedir. Bu tür aktivitelerin hepsi, mesela gönüllü bir şekilde memleketini korumak, suda boğulan birisini kurtarmaya çalışmak veya ciddi bir şekilde hasta olan birisi ile ilgilenmek, bilinçdışı ölüm isteğinin işaretlerine benzemektedir. Bu mantığa göre, sadece (tamamlayıcı olarak) kendini beğenen ve narsist in­sanlar, ölüm isteğine bulaşmaktan kurtulabilirler. Freud'a göre cömertlik, yiğitlik ve digergamlık, ancak mazoşizmin maskeleri

olabilirler. Mazoşizmin bütün şekilleri ölümün hizmetindedir ve aynı durum sadist davranışlar için de geçerlidir. Zira Freud, sadizm ve mozoşizmi daima aynı yıkıcı eğilimin iki farklı veçhesi olarak düşünmüştür.

Freud'un bu hususları sadece gözlem olarak aktarması çok önemli değildir. Fakat o, sadece bir klinisyen değil, hastala­rından elde ettiği malzemeyle doktrinel sonuçlara ulaşan ve on­ları rijit bir sistem oluşturmada kullanan birisidir. Esasen o, in­san ruhuyla ilgili materyalist-mekanist kavrama tamamen sadık kalarak, insanın hayata olan düşmanlığı ve kendisini mahvetme­ye yönelik isteklerini, her yerde görerek ölüm güdüsünü formü­le etmede kendi içinde uyumludur. Zira daha önce de değindi­ğimiz gibi o, ilk önce ölüm güdüsünü hayat güdüsüyle eşit güç­te düşünmüş ve bütün güdüleri başlıca iki kısma ayırmıştı. Fa­kat yaşlandıkça daha samimi bir şekilde insanın zayıflığını tec­rübe eden Freud, Nazilerin Yahudilere olan işkencelerine de ta­nık olmuş ve pesimizmi daha da koyulaşmıştır. Nitekim sonun­da ölüm güdüsünün insanın ilk ve en temel güdüsü olduğuna, diğer bütün güdülerin ise ikincil veya ölüm güdüsü tarafından “bastırılmış güdüler” olduğu sonucuna varmıştır.

Her güdünün amacının, tabiî bir şekilde organizmada bu­lunan dengeyi korumak veya bu denge bozulduğunda onu yeni­den düzenlemek olduğuna inanan Freud, buradan inorganik ve cansız formun, organik ve canlı şeklin önceki biçimi olduğu so­nucuna ulaşmıştır. Ona göre hayatın, özellikle şuurlu hayatın ortaya çıkması, bir karışıklık, dengesizlik ve her nasılsa ölümle birlikte görülmektedir. Buna göre ölüm güdüsünün, hayat güdüsünden önce olması, normal hatta zorunludur. Üniversal entropi [375]  kanununu takip ederek, hayatın önceki inorganik dururnuna dönme eğiliminde olması, normal olabilir. Sözde hayat güdüsü ve korunma, üstünkörü bir şekilde hayatın hizmetinde düşünülebilir. Ancak onlar daha kapalı bir şekilde karşılanırlar­da, ölüm güdüsünün maskeleri oldukları görülür. Materyalist düşünürlere göre maddeden hayata olan evrim, niteleyici bir düzendir ve bunda bazı ilkel durumlara tekrar geri dönme hariç tutulmaktadır. Diğer taraftan Freud'un kavramının da eski materyalist-mekanist teorilerden fazla farklı olmadığı açık bir şekil­de ortadadır [376].

Şunu da belirtmek gerekir ki, Freud'un “ölüm isteği ile il­gili teorisi, onun bilimsel tecrübeleri üzerine” kurulmuştur. Onun kişisel hayal kırıklıkları ve pesimizminin bilimsel tecrü­belerini oldukça fazla etkilediği düşünülürse, birçok sadık taraf­tarlarının niçin bu doktrine hiçbir atıfta bulunmadıkları ve hatta onu makul bir hipotez olarak düşünmedikleri de daha iyi anla­şılabilir. Ayrıca Freud'a uzun hayat süreci sırasında korkunç ruhsal ve bedensel ızdıraplara katlandığından dolayı merhamet duyulabilir. Bu merhametle onun ölüm isteğinin varhğını var­sayması ve onu sisteminde baskın bir yere yerleştirmesinin ne­deni de daha iyi anlaşılabilir. Ancak herhangi birisini anlamak ve ona acımak, onun felsefesini kabul etmeyi gerektirmez.

Netice olarak Freud, zihnini 19. yüzyıl bilimselliği ile doldurmuş ve çok tehlikeli hipotezlere bile dogmatik bir değer verme eğilimine girmiştir. Zira hayat ve şuurun verileri, herhan­gi bir önyargıdan uzak bir şekilde gözlemlenirse, ölüm isteği ile ilgili herhangi bir delilin olmadığı görülür. Çünkü hayvan ve in­sanda bulunan bütün güdüler, hayatın hizmetindedir. Yine kli­niklerde pekçok sadist ve mazoşist insanlar incelenmiş ve onlar­da ölüm güdüsünü gösterebilecek hiçbir delil bulunamamıştır. Mazoşitsler kendilerini harap etmeyi amaçlamazlar, fakat aksi şekilde ızdırap çekme onlara zevk verir. Hitler ve Stalin gibi korkunç sadistlerin durumu da bunu destekler mahiyettedir. Zi­ra onlar işkence ve öldürmeleri, kendi halklarının refahına vesi­le olacağına inanarak yapıyorlardı. Bunun gibi sıradan sadist ve mazoşistler, bu tip yıkıcı nedenlerle değil, bilakis zevk ve keyif ile motive olmuşlardır. Her iki durumda da zevk isteği, bilinçaltı çatışmalar tarafından sarsılan hayat güdüsünü gizlemektedir.

Freud'un ölüm içgüdüsüne karşı başka bir delil de en azından biyolog ve psikologlar tarafından önem taşıyan şu delil­dir: Normalde bir güdü, karşı konulması zor diğer engellerle ve­ya bastırmayla engellenmedikçe kendi sonunu realize etme eği­limindedir. Fakat ölümden korkan herkesin ölüm güdüsünü bastırdığını iddia etmek için geçerli nedenler yoktur. Eğer insan ölümden bu kadar korkuyorsa, bu onun hayata, ölümden daha fazla önem verdiğini gösterir. Böylece ölüm korkusunun en önemli nedenlerinden birisinin hayat güdüsü olduğu ortaya çıkmaktadır [377].

Yine Freud'a göre insanın şahsi ölüm korkusu, hadımlık korkusu ve sevilen objelerin kaybedilmesi korkusundan kay­naklanmaktadır. Bunu ispat eden klinik tecrübeler mevcuttur. Fakat Wahl, bu formülasyonun psikiyatristlerin bir kısmına gö­re, defansif bir ihtiyaç olarak hizmet edip etmediği konusunda tereddütler olduğunu vurgulamıştır [378].


[367] Krş. Baymur, Genel Psikoloji, s. 294, 297; Köknel, Korkular, Takıntı­lar, s. 125.

[368] Krş. Robert L. Williams-Cole, Sturgeon, “Religiosity, Generalized Anxiety, and Apprehension Concerning Death”, The Journal of Social Psychology, 1968, 75, s. 111; Freud'un din ile ilgili görüşleri hakkında geniş bilgi için bk. Kerim Yavuz, Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin De­ğeri, Atütürk Üni. Basımevi, Erzurum 1987, s. 12-26.

[369] Krş. Gökay Türkçapar, Freud, s. 70-72; Erich Fromm, Freud Düşünce­sinin Büyüklüğü ve Sınırları, Cev. Aydın Arıtan, Arıtan Yayınevi, 3. Bas­kı, İstanbul 1991, s. 181-182; Sheidman, You and Death, s. 43.

[370] Krş. Feifel, Attidudes toward Death, s. 114.

[371] Krş. Gerald  J. Aronson, “Treatment of The Dying Person”, in The Meaning of Death, Ed: Herman Feifel, Mc. Graw-Hill, New York 1959, s. 255; Feifel-Branscomb, Whos Afraid of Death, s. 287.

[372] Bk. Jay Weiss, “Facing Death With Humor”, in Death and Dying, Ed: David L. Bender- Richard Hagen, Greenhaven Press, Minnesota 1980, s. 73-74.

[373] Bk. Sigmund Freud, “Thoughts for the Times on War and Death”, Collet Papers, (c.IV), Hogart Press, Londra 1925, c.iy s. 317'den nakleden: Wahl, The Fear of Death, s. 29.

[374] Krş. Erol Gökay Türkçapar, M. Hakan, Freud, Ağaç Yayıncılık, istanbul 1992, s. 70-72.

[375] Dönüşüm. Etropi hakkında geniş bilgi için bk. Meydan Larousse, Entropi maddesi, Meydan Yayınevi, İstanbul 1981, c.IV, s. 282.

[376] Krş. Lepp, Death and Us Mysteries, s. 36.

[377] Krş. Lepp, Death and Its Mysteries, s. 69.

[378] Bk. Wahl, The Fear of Death, s. 27,29; Krş. Feifel, Auitudes toward Death, s. 122-123. Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 116-121.


ceren
Sun 19 April 2015, 09:42 pm GMT +0200
Aleykümselam.Razı olsun paylaşımdan kardeşim...