saniyenur
Sun 22 January 2012, 04:13 pm GMT +0200
b- Ölüm Düşüncesini Zayıflatan Faktörler
İnsana ölümü hatırlatabilecek pekçok şey bulunmaktadır. Ancak buna rağmen insanların çoğu, bunlara karşı bir nevi gözlerini kapamış durumdadır. Tabiri caizse insanlar, fikirlerine yerleştirdikleri gaflet serumuyla ölüme karşı bağışıklık kazandıklarına inanmakta ve ölüp gidenleri kendi yerlerine göndermiş gibi teselli bulmaktadırlar [327]. Bunun için olsa gerek, günümüzde insanların bir kısmı ölümü neredeyse tamamen unutmuş bir şekilde yaşamakta, uzun bir hayat yaşama ümidine kapılarak yapmaları gereken şeyleri her zaman biraz daha ileriye tehir etmektedirler.
Ölümden gafil olmanın en etkili nedenlerinde birisi, dünya sevgisi ve buna paralel olarak insanların sekülerleşmesidir. [328] Esasen bu özellik insanın fıtratında vardır ve ondaki nefsini ve neslini koruma güdüsüyle ateşlenmektedir. Kur'an-ı Kerim'de;
“Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, (otlağa) salınmış atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü (cazip) gösterildi [329]”, “Gerçekten de insan haris ve cimri yaratılmıştır [330]” vb. gibi ayetlerle insanın bu özelliğine dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber de:
“Dünya tatlı ve manzarası caziptir...[331]” hadisiyle insanların bu özelliğine işaret ederken:
“Benden sonra, size dünya nimetlerinin ve zînetlerinin açılıp onlara gönlünüzü kaptıracağınızdan korkuyorum [332]” hadisiyle de bu konudaki endişelerini dile getirmiştir. Gerçekten de insanın dünya malına olan düşkünlüğü kendisine ölümü daima uzak göstermekte, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi kendisini dünyaya bağlamakladır. Bu durumdaki insanlar ölümü düşündükleri zaman, bu fiziki zevk ve sefadan ayrılacakları sonucuna vardıklarından ölümle ilgilenmek istememekte, yani ölüm onlar için bu dünyadaki rahat ortamın kaybedilmesiyle aynı anlama gelmektedir.[333] Esasen daha önce de değindiğimiz gibi bu konuda İslâm dini, insanların dünyadan tamamen yüz çevirip sadece âhirete hazırlanmalarını istememekte, neticede âhireti hedef göstermekle beraber dünya-ahıret dengesini muhafaza etmeye çalışmaktadır. Bütün bunlara rağmen özellikle günümüz insanının çoğunluğu, dünya-ahiret dengesini, dünyâ istikametinde bozmakta ve dünyaya olan bu sevgileri, onlara ölümü ve onun neticesinde gidecek oldukları âhiret hayatını unutmaya sevketmektedir.
Bazı psikologlara göre ölümü düşünmek, psikolojik açıdan ona dolambaçlı bir şekilde yaklaşmanın diğer bir yolu olarak değerlendirilmektedir. Buna göre ölümü hayalinde canlandıran kimse, bu düşüncenin neticede kaçınılmaz surette öleceğini kabul etmesine yol açacak bir şekilde kendisini ona yaklaştırmak anlamına geldiğini sezer. Bu yüzden kendisini bu psikolojik gerginlikten korumak için bu konuyu mümkün olduğu kadar açmamaya çalışır [334].
İnsanları ölümü düşünmekten alıkoyan faktörlerden bir diğeri de sıhhatli oluş ve gençliktir. [335] Zira insan, sahip olduğu sıhhatin kıymetini çoğu kez onu kaybetmeden anlamamakta, sağlık durumunun devamlı aynı kalacağını sanmaktadır. Bu mülahazalarla insan, sanki ölüme inanmamış gibi onu kendisinden uzak görmekte ve üzerinde düşünme ihtiyacı hissetmemektedir. Bu durum bilhassa insanın gençlik çağında daha fazla kendini göstermektedir. Çünkü ölüm ve diğer yitimleri kendisinden uzak tutmayı amaçlayan gençlik, güç açısından insanın zirveyi yakalamak üzere olduğu bir durumu ifade etmekte ve genç insanlar, abartılı bir şekilde ölümü sadece ileriki yaşlarda düşünmek istemektedir. Dolayısıyla genç insanlar sübjektif bir biçimde kendilerini ölümsüz hissetmekte ve hatta yaşam umudunun belirgin bir şekilde azaldığı savaş zamanlarında bile, başka birçoklarının yanlarında ölmelerine rağmen kendilerinin yaşamaya devam edeceklerine inanmaktadırlar. Çünkü genç insanlar, ne bedence ne de ruhça henüz hedeflerine varmış, enerjilerini tüketmiş değillerdir. Zira gençliğin bütün özentisi, hayatı sindire sindire duymak, tatmak, dünyayı tanımak, heyecan dolu ümitlere kavuşmak, uzak ve erişilmemiş hedeflere ulaşmaktır [336]. Esasen, ölümün sadece yaşlıları ilgilendiren bir şey olduğu beklentisi, toplumun kaynaklarının daha rasyonel bir şekilde örgütlenmesinde faydalı bir rol de oynamaktadır. Zira genellikle yaşlı insan, ölme sırası açısından en uygun kişi olarak görülür. Yaşlıların ölümünden keder duyulsa da bu konudaki beklentinin gerçekleşmesi, psikolojik bir güven sağlamakta ve ölüm, varolduğuna inanmak istediğimiz bir oyunun “kurallara uygun” olarak oynanmasına vesile olarak, psikolojik bir rahatlamaya katkıda bulunmaktadır [337].
İnsanları ölümü düşünmekten alıkoyan faktörlerden birisi de hiç şüphesiz cehalettir. Zira dünyaya ve etrafındaki gelişen olaylara akl-ı selimle doğru bir perspektiften bakan birisinin, kaçınılmaz son olan ölüm hakkında düşünmemesi kolay değildir. Şöyleki dünyaya bu gözle bakabilen birisi, kendi yakınları ve etrafındaki insanlardan ölenleri göz önüne getirerek, onların ölümleriyle beraber dünyadaki bütün mal ve mülkten nasıl tamamen mahrum kaldıklarını, daha önceden gidip gelen ayaklarının nasıl yıkıldığını, konuştukları dillerinin öldükten sonra böcekler tarafından nasıl delik deşik edildiğini, ölümle kendileri arasında kısa bir mesafe olmasına rağmen onlarca sene kendilerine yetecek dünya malını nasıl biriktirdiklerini, nasıl hiç beklemedikleri bir anda ölümün pençesine düştüklerini ve dünyada biriktirdikleri mallarının şimdi kendilerine hiçbir fayda sağlamadığını, ölümün nasıl kadınları dul, çocukları yetim bıraktığını düşünür [338], kendisinin de bu kaçınılmaz sondan kurtulma şansının olmadığını anlar ve geriye kalan ömrünü ona göre değerlendirir. Aslında ölümle ilgili yukarıda söylediklerimiz, insanların çoğuna yabancı olaylar değildir. Ancak yine de insanların çoğu, şahit oldukları bunca şeylerden ibret alıp ölüm hakkında etraflıca düşünememektedirler. Zira görmek ayrı, görülenlerden ibret almak ve onlarla istidlal etmek ayrı şeylerdir.
“Allah'tan ancak hakkıyla âlimler korkar [339]”ayetinin altında yatan esas mâna da bu olsa gerektir.
İnsanın ölümü hatırlatan şeylerden etkilenmemesinin bir nedeni de bu tür şeylerle çok sık karşılaşması ve bir nevi bu durumlara bağışıklık kazanmasıdır.[340] Özellikle günümüzde iletişim alanında sağlanan gelişmelerle insanlar, dünyanın her tarafından haberdar olabilmekte, medya vasıtasıyla sık sık ölüm hadiseleriyle karşı karşıya gelmektedir. Hele son zamanlarda yaşanan savaş olayları ise her zaman ölümlere sahne olmaktadır. Bunun yanında bir de televizyonlarda oynatılan filmler vasıtasıyla ölüm olgusuna olağanüstü bir aşinalık kazandırılmaktadır Mesela 1971 yılında yapılan Amerikan Pediatri Akademisinin bir toplantısında bildirildiğine göre o günlerde Amerika Birleşik Devletlerinde 14 yaşına basmış bir çocuğun ortalama televizyonda 18.000 kişinin öldürüldüğünü görmüş olacağı tahmin edilmektedir [341]. Bu durum ülkemizde de ABD.'den farklı değildir. Zira 14.12.1993 tarihli Milliyet Gazetesinin bir makalesinde, 11.12.1993 Cuma gecesi saat 9.00-23.00 arasında 7 kanalda oynatılan programlarda 500 civarında kişinin öldüğü ve 600'den fazla yaralanma olayının tespit edildiği rapor edilmiştir [342]. Televizyonların daha da yaygınlaştığı ve özellikle “reality show”ların, televizyonların yaygınlaşmasıyla birlikte epeyce çoğaldığı günümüzde ise bu sayının çok daha yükseklere tırmanacağı muhakkaktır. Buna rağmen bu durum, insanı ölümlülüğünü düşünmeye değil de, ondan kurtulmanın yollarını aramaya teşvik etmektedir. Zira televizyonlarda gösterilen ölümler, basit bir şekilde ölümü sıradan bir olay durumuna düşürmekte ve seyirciye bunun gerçek olmadığı kanaatini aşılamaktadır.
Bazı araştırmacılara göre ölümün az düşünülmesinin bir nedeni de teknoloji ve sağlık alanındaki gelişmeler neticesinde insan ömrünün uzamasıdır. Gerçekten de sağlık alanındaki ilerlemeler sayesinde insan ömrü eskiye nazaran biraz daha uzamış, özellikle çocuk ölümlerinde büyük düşüşler sağlanmıştır. Bu durum, çocukların başka çocukların ölümünü gerçek bir şekilde tecrübe etmesini engellemiş, ailedeki büyüklerin ölümü de genellikle çocuklardan gizlenerek, onların ölüm düşüncelerinin gelişmesi engellenmiştir. Bu şekilde yetişen çocuklar ise özellikle televizyonlarda seyrettikleri filmler vasıtasıyla ölümün gerçek değil, sanki geçici bir durumu ifade ettiği zannma kapılarak ölüm hadisesine yabancı bir şekilde yetişmektedir. Küçükten alınan bu eğitimle ileriki yaşlara erişen yetişkinler ise ölümü kendilerine yabancı bir şey gibi hissederek üzerinde düşünme gereğini duymamaktadırlar [343].
Hıck'e göre insanların ölüm üzerinde düşünmelerini engelleyen en önemli faktörlerden birisi, ölümün toplumun içinden kurumlara (hastanelere) taşınmasıyla, insanların ölüm tecrübelerinin engellenmesidir. Bunun neticesinde aile bireylerinden birini kaybeden ev halkı, ölen kişinin ağırlığını hissetmemektedir. Bundan dolayı insanlar ölüm hadisesini kendilerinden uzak görmekte ve ölüm üzerinde fazlaca düşünmemektedir [344].
İnsanların ölümü düşünmeme nedenleri üzerinde kapsamlı bir araştırma yapan Westman ve Canter, bu konuda; gençliğe ve sağlığa güvenme, ölümün ürkütücü, sıkıntı verici, moral bozucu, insanı altüst eden yani soğuk bir niteliğe sahip bir şey olarak algılanmasının yanında, kişinin ailesinin kendisine ihtiyacı olduğunu düşünmesi, ölümün Allah'ın selahiyetinde bir şey olarak düşünülmesi ve dolayısıyla onunla ilgilenmeye gerek duyulmaması, insanın tespit ettiği hedeflere ulaşamamış olması ve ölümün yaşlılık zamanında düşünülmesi gereken bir konu olduğuna inanılması gibi faktörleri tespit etmişlerdir [345]. Westman ve Canter ayrıca cinsiyet ve yaşın ölümü düşünme sıklığı ve onu yadsıma tutumu ile anlamlı bir korelasyona sahip olmadığını, erkeklerin bu konuda daha çok düşünsel (zihinsel) yönelimlere, buna karşılık kadınların ise daha ziyade duygusal ve pratik yönelimlere sahip olduklarını bildirmişlerdir [346].
[327] Krş. Kâm, Dinî ve Felsefî Sohbetler, s. 106.
[328] Krş. Murchland, Death and Modern mind, s. 5.
[329] Bk. Al-i İmran: 3/14.
[330] Bk. Meâric: 70/19.
[331] Bk. Buhâri, Sahih, Vasâyâ, 9.
[332] Bk Ahmed b. Hanbel, Müsned, Daru Sadır, Beyrut (tarihsiz), c.III, s. 21.
[333] Krş. Khawaja, The Spectacle of Death, s. 9.
[334] Krş. Moody, Ölümden Sonra Hayat, s. 18.
[335] Krş. Westman-Canter, One's Own Death, s. 602; Thomas, Ölüm, s. 3 8.
[336] Krş. Egemen. Ölüm Üzerine, s. 32; Lepp, Death and lits Mysteries, s 55; Hick, Değişen Ölüm Sosyolojisi, s. 242; Çileli, Ölüm, s. 245
[337] Krş Kulelii, Ölüm, S, 246.
[338] Krs. Gazali, İhya, oIV, s. 935.
[339] Bk. Fâtir, 35/28.
[340] Krş. Gazali, İhya, c. IV 948
[341] Bk. Hick, Değişen ölüm Sosyolojisi, s. 24
[342] Bk. 14.12.1993 Tarihli Milliyet Gazetesi.
[343] Krş. Lepp, Death and Its Mysteries, s. 32-33; Kübler Ross, On Death and Dying s. 61; Thomas, Ölüm, s. 71-75; Sneidman, Yoıı and Death, s. 44,45; Çileli, Ölüm, s. 244.
[344] Krş Hıck, Değişen Ölüm Sosyolojisi, s. 236-237
[345] Bk. Westman-Canter, One's Own Death, s. 600
[346] Bk. VVestman-Canter, One's Own Death, s. 601. Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 105-110.