- Ölüm

Adsense kodları


Ölüm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
armi
Fri 30 April 2010, 02:25 pm GMT +0200






ÖLÜM BÖLÜMÜ
(Bu bölüm üç babtır)
BİRİNCİ BAB
RESULULLAH´IN VEFATI
RESULULLAH´IN HASTALANMASI VE ÖLMESİ
ALEYHİSSALATU VESSELAM´IN YIKANMASI VE KEFENLENMESİ
İKİNCİ BAB
ÖLÜM VE ÖLÜMLE İLGİLİ HUSUSLAR
BİRİNCİ FASIL
ÖLÜMÜN BAŞLANGICI VE GELİŞİ
İKİNCİ FASIL
AGLAMA VE MATEM CEVAZI
YASAKLANMASI
ÜÇÜNCÜ FASIL
GASİL VE KEFEN
DÖRDÜNCÜ FASIL
CENAZENİN TEŞYİİ VE TAŞINMASI
BU İŞLERDE ÇABUKLUK
BEŞİNCİ FASIL
DEFİN VE DEFİN ŞEKLİ
ŞEHİDİN DEFNİ
DEFİNDE ACELE
CENAZENİN NAKLİ
ALTINCI FASIL
KABİRLERİ ZİYARET
KABİR ZİYARETİNİN YASAKLANMASI
KABİR ZİYARETİNİN CEVAZI
ZİYARETÇİ NE DEMELİDİR?
KABİR ÜZERİNE OTURMA
YEDİNCİ FASIL
TAZİYE
ÜÇÜNCÜ BAB
ÖLÜMDEN SONRASI
KABİR AZABI
MÜNKER VE NEKİRİN SUALİ

UMUMÎ AÇIKLAMA


Ölüm, insan hayatının en mühim hadisesidir. Kulluk ve imtihan için yaratılmış olan insanoğlunun imtihan müddetinin sona ermesi ölümle noktalanır. İnsanoğlu dünya hayatında yaşadıklarının ve yaptıklarının karşılığını görmeye başlar. Ölüm, gerçekleri görmek üzere, imtihan uykusundan gerçek uyanıştır.

Ölüm, tesadüfî bir hâdise, bir yok oluş değildir. Ayet-i kerime, onun da tıpkı hayat gibi, bir yaratılış, İlahî irade ve takdirle vukua gelen bir hâdise olduğunu belirtir (Mülk suresi 2. ayet)

Ölüm zahiren hoş olmasa da, yakınlarına bir acı, bir ağlama vesilesi olsa da hayat çarkının dönmesi, bu küçücük dünyadan ebed âlemine daha çok mahsulatın gitmesi için zaruri olan devr-i daimin gerçeğidir, bir rahmettir. Ortalama elli-altmış yıllık bir ömür, ebedî hayatın kazanılmasında yeterli bir müddettir. O kazanç hasıl olduktan, insan imtihanını verdikten sonra esasen daha fazla yaşamanın manası da kalmıyor. Yeni gelenlere yer açılması için gitmek, ölmek gerekiyor.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ölümün tefekkür edilmesini, sıkça hatırlanmasını tavsiye eder. Ta ki ibret alınsın ve dünyaya olan boş ve fani hevesler kırılsın. [1]



BİRİNCİ BAB


RESULULLAH (A.S.M.)´IN VEFATI



* ALEYHİSSALATU VESSELAM´IN HASTALANMASI VE ÖLMESİ




ـ5401 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ النَّبِيُّ #: يَقُولُ في مَرَضِهِ الّذِى مَاتَ فيهِ: يَا عَائشةُ، مَا أزَالُ أجِدُ ألَمَ الطَّعَامِ الّذِي أكَلْتُ بِخَيْبَرَ، وهذَا أوَانُ وَجَدْتُ انْقِطَاعَ أبْهَرِيَّ مِنْ ذلِكَ السُّمِّ[. أخرجه الترمذي .



1. (5401)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisini ölüme götüren hastalığa yakalandığı zaman derdi ki:

"Ey Aişe! Ben Hayber´de yediğim (zehirli) yemeğin elemini hep hissediyordum. İşte şimdi kalp damarımın kesildiğini hissettiğim anlar geldi." [Buhârî, Megazî 83.][2]



AÇIKLAMA:



Bu hadis, Buhârî´nin muallaklarından biridir, başka kaynaklarda senetli olarak gelmiştir. Hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ölüm hastalığında, Hayber´in fethi sırasında yemiş bulunduğu zehirli etin tesirini göstermektedir. Hatta bu durumu gözönüne alan bazı alimler, Aleyhissalâtu vesselâm´ın şehid olarak vefat ettiğini belirtir.

Hadiste geçen ve kalp damarı diye tercüme ettiğimiz ebher, kalbe bağlı anadamardır. İbnu´l-Esir, bununla ilgili farklı yorumlar kaydeder. Birine göre ebher, baştan çıkıp ayağa kadar uzanan bir ana damardır. Şerayin denen tali damarlar ona birleşirler. Bunun baştaki kısmına ne´me denir, boğazdaki adı verid (şahdamarı)dır. Bunun göğüsteki adı ebherdir. Sırta tekabül eden kısmına vetin denir. Kalp bu kısma bağlıdır. Uyluktaki uzantısı nesa, bacaktaki uzantısı sâfin adını alır. Bu damarın kopması ölüm demektir. Arapça´da ölüm için kullanılan ınkıta´ul-ebher Kamus´ta dilimizdeki ödü kopma tabiriyle karşılanmıştır. Ancak ödü kopmak bizde çok korkma yerine kullanılır. Tercümenin isabetliliği su götürür.

Resulullah´a Hayber´de Yahudiler tarafından zehirli koyun yedirilmesiyle ilgili haberin teferruatı daha önce geçtiği için burada tekrar etmeyeceğiz.[3]



ـ5402 ـ2ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمَّا ثَقُلَ النَّبِيُّ # وَاشْتَدَّ بِهِ وَجَعُهُ اسْتَأذَنَ أزْوَاجَهُ أنْ يُمَرَّضَ فِي بَيْتِي فَأذِنَّ لَهُ، فَخَرَجَ بَيْنَ رَجُلَيْنِ أحَدُهُمَا الْعَبَّاسُ بْنِ عَبْدِالْمُطَّلِبِ وَرَجُلٌ آخَرُ تَخُلُّ رِجَْهُ فِي ا‘رْضِ. فَلَمَّا دَخَلَ بَيْتِي وَاشْتَدَّ وَجَعُهُ. قَالَ: أهْرِيقُوا عَليِّ مِنْ سَبْعِ قِرَبٍ لَمْ تُحْلَلْ أوْكِيَتُهُنَّ لَعَلِّي أعْهَدُ الى النَّاسِ، فَأجْلَسْنَاهُ في مِخْضَبٍ لحَفْصَةَ. ثُمَّ طَفِقْنَا نَصُبُّ عَلَيْهِ الْمَاءَ مِنْ تِلْكَ الْقِرَبِ، حَتّى طَفِقَ يُشِيرُ إلَيْنَا أنْ قَدْ فَعَلْتُنَّ. ثُمَّ خَرَجَ الى النَّاسِ فَصَلّى بِهِمْ وَخَطَبَهُمْ[. أخرجه الشيخان .



2. (5402)- Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hastalığı ağırlaşıp, ağrıları artınca, benim odamda tedavi edilmesi için diğer zevcelerinden müsaade istedi. Onlar kendisine izin verdiler. İki kişinin arasında çıktı. Bunlardan biri amcası Abbas İbnu Abdilmuttalib idi, bir başkası daha vardı. Ayakları yerde sürünüyordu. Odama girince ızdırabı daha da arttı.

"Ağızlarındaki bağları açılmamış yedi kırbadan üzerime su dökün, belki (iyileşir), insanlara bir vasiyette bulunurum!" buyurdular. Hz. Hafsa´ya ait bir leğene oturttuk. Sonra bu kırbalardan üzerine su dökmeye başladık. (Bir müddet sonra) "yeterince döktünüz" diye işaret edinceye kadar dökmeye devam ettik. Sonra (iyileşerek) halka çıkıp namaz kıldırdı ve bir hitabede bulundu."[4]



ـ5403 ـ3ـ ولَهما في روايةٍ عُبَيْدُ اللّهِ بن عبداللّهِ قَالَ: ]دَخَلْتُ عَلى عَائِشةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. فَقُلْتُ لَهَا: أَ تُحَدِّثِينِى عَنْ مَرَضِ رَسُولِ اللّهِ #؟ قَالَتْ: بَلى ثَقُلَ النَّبِيُّ #، فقَالَ: أصَلّى النَّاسُ؟ قُلْنَا: َ، هُمْ يَنْتَظُرونَكَ يَا رَسولَ اللّهِ.

قَالَ: ضَعُوا لي مَاءً في الْمِخْضَبِ. قَالَتْ: فَفَعَلْنَا، فَاغْتَسَلَ، ثُمَّ ذهََبَ لِيَنُوءَ فَأُغْمِيَ عَلَيْهِ. ثُمَّ أفَاقَ. فقَالَ: أصَلِّى الْنَّاسُ؟ قُلْنَا: َ، هُمْ يَنْتَظُرونَكَ يَا رَسُولَ اللّهِ. قَالَ: ضَعُوا لِى مَاءً فِي الْمِخْضَبِ قَالَتْ: فَفَعَلْنَا فَاغْتَسَلَ ثُمَّ ذَهَبَ لِيَنُوءَ فَأُغْمِىَ عََلَيْهِ، ثُمَّ أفَاقَ فَقَالَ: أصَلّى الْنَّاسُ؟ قُلْنَا: َ، هُمْ يَنْتَظُروُنَكَ يَا رَسُولَ اللّهِ. قَالَ ضَعُوا لِى مَاءً فِي الْمِخْضَبِ، فَاغْتَسَلَ ثُمَّ ذَهَبَ لِيَنُوءَ فأُغْمِىَ عَلَيْهِ، ثُمَّ أفَاقَ. فقَال: أصَلّى النَّاسُ؟ قُلْنَا: َ هُمْ يَنْتَظُرونَكَ يَا رَسولَ اللّهِ قَالَتْ: والنَّاسُ عُكُوفٌ في الْمَسْجِدِ يَنْتَظُرونَ رَسُولَ اللّهِ # لِصََةِ الْعِشَاءِ اŒخِرَةِ. قَالَتْ: فَأرْسَلَ رَسُولُ اللّهِ # الَى أبِي بَكْرٍ أنْ يُصَلِّيَ بِالنَّاسِ، فَأتَاهُ الرَّسُولُ فقَالَ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ # يَأمُرُكَ أنْ تُصَلِّيَ بِالنَّاسِ. فقَالَ أبُو بَكْرٍ، وَكانَ رَجًُ رَقِيقاً: يَا عُمَرُ صَلِّ بِالنَّاسِ. قَالَتْ: فقَالَ عُمَرُ: أنْتَ أحَقُّ بِذلِكَ. قَالَتْ: فَصَلَّى بِهِمْ أبُو بَكْرٍ تِلْكَ ا‘يَام. ثُمَّ إنَّ رَسُولَ اللّهِ # وَجدَ مِنْ نَفْسِهِ خِفَّةً، فَخَرَجَ بَيْنَ رَجُلَيْنِ أحَدُهُمَا الْعَبَّاسُ لِصََةِ الظُّهْرِ، وَأبُو بَكْرٍ يُصَلِّي بِالنَّاسِ. فَلَمَّا رَآهُ أبُو بَكْرٍ ذَهَبَ لِيَتَأخَّرَ. فَأوْمَأ إلَيْهِ النَّبِىُّ # أنْ َ يَتَأخَّرَ؛ وَقَالَ لَهُمَا: أجْلِسَانِى الى جَنْبِهِ، فأجْلَسَاهُ الى جَنْبِ أبِى بَكْرٍ، فَكَانَ أبُو بَكْرٍ يُصَلِّى وَهُوَ يَأتَمَّ بِصََةِ النّبِيِّ #، والنَّاسُ يَأتَمُّونَ بِصََةِ أبِى بَكْرٍ وَالنَّبِيُّ # قَاعِدٌ. قَالَ عُبَيْدُ اللّهِ: دَخَلْتُ عَلَى عَبْدِاللّهِ بْنِ عَبَّاسٍ فَقُلْتُ: أَ أعْرِضُ عَلَيْكَ مَا حَدَّثَتْنِي عَائِشَةُ عَنْ مَرَضِ رَسُولِ اللّه #؟ قَالَ: هَاتِ! فَعَرَضْتُ حَدِيثَهَا عَليْهِ؛ فَمَا أنْكَرَ مِنْهُ شَيْئاً، غَيْرَ أنَّهُ قَالَ: أسَمَّتْ لَكَ الرَّجُلَ الّذِى كَانَ مَعَ الْعَبَّاسِ؟ قُلْتُ: َ. قَالَ: هُوَ عَلِيُّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه[.



3. (5403)- Yine Sahiheyn´de Ubeydullah İbnu Abdillah´tan gelen bir rivayette Ubeydullah der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nin yanına girdim. Ona:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hastalığından bana anlatmaz mısın?" dedim. Anlatmaya başladı: "Elbette! Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ağırlaştı ve: "Halk namazını kıldı mı?" diye sordu. Biz: "Hayır! Ey ALLAH´ın Resulü, onlar sizi bekliyorlar!" dedik.

"Leğene benim için su koyun!" emrettiler. Hz. Aişe der ki: "Hemen dediğini yaptık, o da yıkandı. Sonra kalkmaya çalıştı, fakat üzerine baygınlık çöktü. Sonra kendine geldi ve tekrar:

"Cemaat namaz kıldı mı?" diye sordu. "Hayır! dedik, onlar sizi bekliyorlar ey ALLAH´ın Resulü!" Tekrar:

"Benim için leğene su koyun!" emretti. Hz. Aişe der ki:

"Dediğini yaptık, yıkandı. Sonra tekrar kalkmak istedi. Yine üzerine baygınlık çöktü. Sonra ayılınca:

"İnsanlar namaz kıldı mı?" diye sordu.

"Hayır! dedik, onlar sizi bekliyorlar, ey ALLAH´ın Resulü!" Aleyhissalâtu vesselâm: "Benim için leğene su koyun!" dedi ve yıkandı. Sonra kalkmaya yeltendi, yine üzerine baygınlık çöktü, sonra ayıldı.

"Halk namazı kıldı mı?" diye sordu.

"Hayır, onlar sizi bekliyorlar ey ALLAH´ın Resulü!" dedik. Hz. Aişe der ki:

"Halk mescide çekilmiş, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı yatsı namazı için bekliyorlardı.

Hz. Aişe der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Ebu Bekr´e adam göndererek halka namaz kıldırmasını söyledi. Elçi gelerek ona:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) halka namaz kıldırmanı emrediyor!" dedi. İnce duygulu bir kimse olan Ebu Bekr (radıyallahu anh):

"Ey Ömer, halka namazı sen kıldır!" dedi. Hz. Aişe´nin anlattığına göre, Hz. Ömer:

"Buna sen daha ziyade hak sahibisin (ehaksın)!" cevabında bulundu. Aişe der ki: "O günlerde namazı Ebu Bekr (radıyallahu anh) kıldırdı. Bilahare Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendinde bir hafiflik hissetti. Biri Abbas olmak üzere iki kişinin arasında, öğle namazı için çıktı. O sırada namazı halka Ebu Bekr kıldırıyordu. Ebu Bekr, Resulullah´ın geldiğini görünce, geri çekilmek istedi. Aleyhissalâtu vesselâm geri çekilme diye işaret buyurdu. Kendisini getirenlere: "Beni yanına oturtun!" dedi. Onlar da Hz. Ebu Bekr´in yanına oturttular. Hz. Ebu Bekr, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın namazına uyarak namaz kılıyordu. Halk da Hz. Ebu Bekr´in namazına uyarak namazını kılıyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturmuş vaziyette idi."

Ubeydullah der ki: "Abdullah İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)´ın yanına girdim ve:

"Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nin Aleyhissalâtu vesselâm´ın hastalığı ile ilgili olarak anlattığını size anlatayım mı?" dedim. Bana: "Haydi anlat!" dedi. Ben de bu hususta anlattığını naklettim. Söylediklerimden hiçbir noktayı reddetmedi. Sadece:

"(Resulullah´ı mescide) Abbas´la birlikte taşıyan ikinci şahsın ismini verdi mi?" diye sordu. Ben: "Hayır söylemedi" deyince: "O, Ali (radıyallahu anh) idi" dedi."[5]



ـ5404 ـ4ـ وزاد البُخارى في روايةٍ: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَسْألُ في مَرَضِهِ يَقُولُ: أيْنَ أنَا غَداً؟ أيْنَ أنَا غَداً؟ يُرِيدُ يَوْمَ عَائِشَةَ. فَأذِنَ لَهُ أزْوَاجُهُ أنْ يَكُونَ حَيْثُ شَاءَ. قَالَتْ: فَمَاتَ في بَيْتِي وفي يَومِي الّذِي كَانَ يَدُورُ عَليّ فيهِ. ثُمَّ قَبَضَهُ اللّهُ، وإنَّ رَأسَهُ لَبَيْنَ سَحْرِي وَنَحْرِي، وَخَالَطَ رِيقُهُ رِيقِي. دَخَلَ عَبْدُالرَّحْمنِ بْنُ أبِى بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما، وَمَعَهُ سِواكٌ يَسْتَنُّ بِهِ فَنَظَرَ إلَيْهِ رَسُولُ اللّهِ # فَقُلْتُ: أعْطِنِي هذَا السِّواكَ فأعْطَانِيهِ، فَقَضَمْتُهُ ثُمَّ مَضَغْتُهُ، فأعْطَيْتُهُ رَسُولَ اللّه # فاسْتَنَّ بِهِ وَهُوَ مُسْتَنِدٌ الى صَدْرِي[.»السَّحْرُ« الرئة، وأرادت أنه مات عندها في حضنها.و»الْفَصْمُ« بالفاء والصاد المهملة: الكسر من غير إبانة، وبالقاف والضاد والمعجمة: الكسر مع ا“بانة.



4. (5404)- Bir rivayette Buhârî şu ziyadede bulundu: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hastalığı sırasında: "Ben, yarın neredeyim? Ben, yarın neredeyim?" diye sorarak Hz. Aişe´nin yanında kalacağı günü öğrenmek istedi. Zevceleri, dilediği yerde kalma izni verdiler."

Hz. Aişe der ki: "Aleyhissalâtu vesselâm, benim hücremde ve normal olarak bana uğramakta olduğu günde vefat ettiler. Ayrıca Aziz ve Celil olan ALLAH onun ruh-u şeriflerini kabzettiği vakit, mübarek başları ciğerimle boğazım arasında (göğsümde) (yaslanmış vaziyette) idi. Tükrüğü de tükrüğüme karışmıştı. Aleyhissalâtu vesselâm´ın hastalığı sırasında birara, kardeşim) Abdurrahman İbnu Ebi Bekr (radıyallahu anhümâ) içeri girdi, elinde bir misvak vardı, dişlerini misvaklıyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) o misvağa baktı.

"Ver o misvağı bana!" dedim. O da verdi. Dişlerimle kemirip yonttum ve ucunu geverek (yumuşatıp) Aleyhissalâtu vesselâm´a uzattım. Resulullah, başı göğsüme yaslı vaziyette onunla dişlerini misvakladı." [Buhârî, Megazî 83, Vudu 45, Ezan 39, 46, 47, 51, 67, 68, 70, Hibe 14, Humus 4, Enbiya 19, Tıbb 21, İ´tisam 5; Müslim, Salat 90, (418); Tirmizî, Cenaiz 8, (978, 979); Nesâî, Cenaiz 6, (4, 6, 7).][6]



ـ5405 ـ5ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ النَّبِىُّ # يَقُولُ وَهُوَ صَحِيحٌ لَنْ يُقْبَضَ نَبىٌّ حَتّى يَرَى مَقْعَدَهُ مِنَ الْجَنَّةِ، ثُمَّ يُحَيَّا أوْ يُخَيَّرُ. فَلَمَّا نُزِلَ بِهِ، وَرَأيْتُهُ عَلى فَخِذِي غُشِيَ عَلَيْهِ، ثُمَّ أفَاقَ فَأشْخَصَ بَصَرَهُ الى سَقْفِ الْبَيْتِ، ثُمَّ قَالَ: اللَّهُمَّ في الرَّفيقِ ا‘عْلى. قُلْتُ: إذَنْ َ يَخْتَارُنَا، وَعَرفْتُ أنَّهُ الْحَدِيثَ الّذِي كَانَ يُحَدِّثُنَا بِهِ وَهُوَ صَحِيحٌ، فَكَانَتْ تِلْكَ آخِرَ كَلِمَةٍ تَكَلَّمَ بِهَا: اللّهُمَّ في الرَّفِيقِ ا‘عْلَى[. أخرجه الثثة والترمذي.»الرَّفِيقُ ا‘عْلى« هم النبيون الذين يسكنون أع العليين .



5. (5405)- Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), sıhhati yerinde iken şöyle diyordu:

"Hiçbir peygamber, cennetteki makamını görmeden kabzedilmez. Bundan sonra hayatı devam ettirilir veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır."

Aleyhissalâtu vesselâm hastalandığı zaman O´nu, (başı) dizimin üstünde baygın vaziyette gördüm. Bir ara kendine geldi. Gözlerini evin tavanına dikti ve sonra: "Ey ALLAHım Refik-i A´la´da (bulunmayı tercih ederim)" dedi. Bu sözü işitince ben (kendi kendime): "Demek ki (makamı gösterildi) ve bizimle olmayı tercih etmiyor" dedim. Bunun, sıhhatli iken bize söylediği şu hadis olduğunu anladım: ["Hiçbir peygamber cennetteki makamını görmeden kabzedilmez, sonra yaşamaya devam veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır."]

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın telaffuz ettiği son söz: "ALLAHım, Refik-i A´la´da" cümlesi oldu." (Refik-i A´la: Cennetin en yüksek makamında bulunan peygamberler cemaatidir). [Buhârî, Megazî 83, 84, Tefsir, Nisa 13, Marda 19, Da´avat 29, Rikak 41; Müslim, Fezail 87, (2444); Muvatta, Cenaiz 46, (1, 238, 239); Tirmizî, Da´avat 77, (3490).][7]



ـ5406 ـ6ـ وعن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]لَمَّا حُضِرَ النَّبِيُّ # وفي الْبَيْتِ رِجَالٌ، فيهِمْ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: هَلُمُّوا أكْتُبْ لَكُمْ كِتَاباً لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ. قَالَ عُمَرُ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَدْ غَلَبَهُ الْوَجَعُ، وَعِنْدَكُمُ الْقَرآنُ، حَسْبُكُمْ كِتَابُ اللّهِ. فَاخْتَلَفَ أهْلُ الْبَيْتِ. فَمِنْهُمْ مَنْ يِقُولُ: قَرِّبُوا يَكْتُبُ لَكُمْ رَسُولُ اللّهِ #، وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ مَا قَالَ عُمَرُ. فَلَمَّا أكْثَرُوا اللَّغط وَا“خْتَِفَ. قَالَ #: قُومُوا عَنِّى وََ يَنْبَغِي عِنْدي التَّنَازُعُ، فَخَرَجَ ابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما وَهُوَ يَقُولُ: إنَّ الرَّزِيَّةَ كُلَّ الرَّزِيَّةِ مَا حَالَ بَيْنَ رَسُولِ اللّهِ # وَبَيْنَ كِتَابِهِ[. أخرجه الشيخان.»الرَّزِيَّةُ« المصيبة .



6. (5406)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) muhtazar (ölmeye yakın) iken evde bir kısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer İbnu´l-Hattab (radıyallahu anh) idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalalete düşmeyin!" buyurdular. Hz. Ömer:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a ızdırap galebe çalmış olmalı. Yanınızda Kur´an var, ALLAH´ın kitabı sizlere yeterlidir" dedi. Oradakiler aralarında ihtilafa düştü. Kimisi: "Yaklaşın, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) size vasiyet yazsın!" diyor, kimi de Hz. Ömer (radıyallahu anh)´in sözünü tekrar ediyordu.

Gürültü ve ihtilaf artınca, (aleyhissalâtu vesselâm):

"Yanımdan kalkın, yanımda münakaşa caiz değildir!" buyurdu. Bunun üzerine İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ): "En büyük musibet, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la onun vasiyeti arasına girip engel olmaktır!" diyerek çıktı." [Buharî, Megazî 83, İlm 39, Cihad 176, Cizye 6, İtisam 26; Müslim, Vasiyye 22, (1637).][8]



ـ5407 ـ7ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَمَّا حُضِرَ النَّبِىُّ # جَعَلَ يَتَغَشَّاهُ الْكَرْبُ. فقَالَتْ فَاطِمَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها: وَاكَرْبَ أبَاهُ. فَقَالَ لَهَا: لَيْسَ عَلى أبيكِ كَرْبٌ بعْدَ الْيَوْمِ. فَلَمَّا مَاتَ قَالَتْ: يَا أبَتَاهُ، أجَابَ رَبَّا دَعَاهُ. يَا أبَتَاهُ، مَنْ جَنَّةُ الْفِرْدَوْسِ مَأوَاهُ يَا أبَتَاهُ، إلى جِبْرِيلَ نَنْعَاهُ. فَلَمَّا دُفِنَ، قَالَتْ: يَا أنَسُ كَيْفَ طَابَتْ أنْفُسُكُمْ أنْ تَحْثُوا عَلى رَسُولِ اللّهِ # التّرَابَ[. أخرجه البخاري والنسائي .



7. (5407)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) muhtazar olduğu (ölüm anlarına geldiği) zaman, sık sık ızdıraplar bürümeye başladı. Kerimeleri Hz. Fatıma (radıyallahu anhâ): "Vay babacığım, ne ızdırab çekiyor!" diye yakınmaya başadı. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Bugünden sonra baban ızdırab çekmeyecek!" buyur(arak onu teselli etmek iste)di. Aleyhissalâtu vesselâm ölünce, Hz. Fatıma:

"Vay babacığım! Rabbi, duasına icabet etti! Vay babacığım, gideceği yer Firdevs cennetidir! Vay babacığım, ölümünü Cibril´e haber verdik" diye yas etti. Aleyhissalâtu vesselâm gömülünce de:

"Ey Enes! Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu?" diyerek ızdırabının azametini dile getirdi." [Buhârî, Megazi 83, Nesai, Cenaiz 13, (4, 13); İbnu Mace, Cenaiz 65, (1629).] [9]



ـ5408 ـ8ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَرَّ الْعَبَّاسُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه بِمَجْلِسٍ فيهِ قَوْمٌ مِنَ ا‘نْصَارِ يَبْكُونَ حِينَ اشْتَدَّ بِرَسُولِ اللّهِ # وَجَعُهُ. فَقَالَ: مَا يُبْكِيكُمْ؟ قَالُوا: ذَكَرْنَا مَجْلِسَنَا مِنْ رَسُولِ اللّهِ #. فَدَخَلَ الْعَبَّاسُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه على رَسُولِ اللّهِ # فَأخْبَرَهُ فَعَصَبَ رَسُولُ اللّهِ # رَأسَهُ بِعِصَابَهِ دَسْمَاءَ، أوْ قَالَ بِحَاشِيَةِ بُرْدٍ وَخَرَجَ فَصَعِدَ الْمِنْبَرَ، وَخَطَبَ النّاسَ، وَأثْنَى عَلى ا‘نْصَارِ خَيْراً، وَأوْصَى بِهِمْ. فقَالَ: إنَّ اللّهَ خَيّرَ عَبْداً بَيْنَ الدُّنْيَا وَبَيْنَ مَا عِنْدَهُ فَاخْتَارَ مَا عِنْدَهُ[. أخرجه الترمذي.»الدسمة« لون بين الغبرة والسواد .



8. (5408)- Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın amcası) Hz. Abbas (radıyallahu anh), bir cemaate uğradı. Aralarında Ensar´dan bir grup vardı. Resulullah´ın ızdırabı arttığı için ağlıyorlardı. Onlara: "Niye ağlıyorsunuz?" diye sordu.

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la beraberliklerimizi hatırladık" dediler. Bunun üzerine Abbas (radıyallahu anh) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına girdi (ve Ensar´ın ağlamakta olduğunu) ona haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm hemen başına boz renkli bir sargı sardı -veya "bir bürdenin kenarını" demişti- ve hücreden çıkıp minbere geçti. Halka hitap etti. Ensarı hayırla yadetti ve onlara iyi muamele edilmesini vasiyet etti. İlaveten dedi ki:

"ALLAH bir kulunu dünya ile yanındaki arasında muhayyer bıraktı, o da ALLAH´ın yanındakini seçti." Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekr ağlamaya başladı ve: "Ey ALLAH´ın Resulü! Annelerimiz, babalarımız sana feda olsunlar!" dedi. Biz de "Bu ihtiyar adama da ne oluyor ki, Resulullah´ın: "ALLAH bir kulunu dünya ile yanındaki arasında muhayyer bıraktı, kul da ALLAH´ın yanındakini tercih etti" sözü üzerine ağlıyor" dedik. Meğer burada muhayyer bırakılan Resulullah´mış. Bunu en iyi bilenimiz de Ebu Bekr (radıyallahu anh) imiş." [Buhârî, Salat 80, Fezail 3.] [10]



AÇIKLAMA:



Kaydedilen sekiz hadis, bize Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hastalanmasından ve vefatından bahsetmektedir. Aleyhissalâtu vesselâm´ın, dünyamıza veda hazırlığı ve vedası olan bu son demini yani hastalanmasından vefat anına kadar geçen zamanını, kitabımızda yer alan hadislerde temas edilmeyen bazı teferruatı da ilave ederek bir bütün halinde anlatmak isteriz:

Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Medine´ye hicretinin on birinci yılında, Safer ayının on sekizinci çarşamba gününü on dokuzuncu perşembeye bağlayan gece, Medine´nin dışına çıkarak, gece karanlığında Baki´ mezarlığını ziyaret etti. Mezarlıkta yatan ehl-i kubûra selam verdi. Onlar için istiğfar edip ALLAH´tan mağfiret diledi. Sözlerini: "İnşaallah, yakında biz de sizin aranızda olacağız" diyerek tamamladı ve oradan ayrıldı. Sanki dirilerle vedalaştığı gibi ölülerle de vedalaşmıştı. Doğru, ailelerinden Meymûne radıyallahu anhâ´nın yanına geldi.

Eve geldiği zaman, ahvalinde bir değişiklik hissetti. Bu hastalığının ilk belirtisi idi. Fahr-i Âlem (aleyhissalâtu vesselâm), kendisini ölüme götürecek hummaya yakalanmıştı. Artık humma nöbetleri başlayacak ve kısa aralıklarla gelmeye devam edecektir.

Hastalığın başladığı bu ilk sıralarda Yâr-ı Gâr-ı olan, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: "Ey ALLAH´ın Resûlü, müsaade ederseniz, iyileşinceye kadar size hizmet edeyim" der. Bu talebe Aleyhissalâtu vesselam: "Ey Ebu Bekr, Ehl-i Beytim bugünlerde bana hizmet ederlerse ızdırapları artar, ALLAH Teâla hazretleri sana ecrini versin" şeklinde cevap verdi ve kabul etmedi.

Hastalığının ilk beş gününü, her zaman yaptığı gibi, sırayla hanımlarının yanında geçirdi. Pazartesi günü hastalığı ağırlaşıp ağrısı şiddetlenince, vahy-i İlahî kendisiyle beraber olduğu zamanlarda gelmiş olan Hz. Aişe radıyallahu anhâ´nın hücresinde kalmak için diğer hanımlarından izin istedi. Bu izni açıktan talep etse, onların kırılabileceğini bildiği için, dolaylı ve imalı bir şekilde ihsas etti: "Yarın nerede kalacağım, kimin yanında olacağım?" diye arada sırada sordu.

Aileleri, Efendimiz´in arzusunu anlamışlardı. Hz. Aişe´nin hücresinde kalmasına müsaade ettiler: "Nerede isterseniz orada kalın!" dediler.

Hummanın tesiriyle, Aleyhissalâtu vesselâm zayıflamıştı, dermandan düşmüştü. Hz. Ali ile Hz. Abbâs radıyallahu anhümâ´nın kolları arasında, Hz. Aişe radıyallahu anhâ´nın odasına getirildi. Vefatına kadar da hep burada kaldı. Bu esnada sıhhati ve gücü elverdiği müddetçe mescide gidip, namazları kıldırdı. Böylece ölümünden üç gün öncesine kadar namazları vakti vaktine mescidde bizzat kıldırdı. Son kıldırdığı namaz, perşembe gününün akşam namazı oldu. Bu esnada başı çok ağrıdığı için başına bir mendil bağlayarak namaz kıldırmıştı. Namazda da Mürselât sûresini okudu.

Namazdan sonra, yine Hz. Aişe´nin odasına döndü. Tâkati iyice azalıyordu. Öyle ki cemaate imamlık edemeyecek hale gelmişti. Yatsı namazının vakti girince, Bilal-i Habeşî radıyallahu anh, her zamanki usulü veçhile Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın odasının önüne gelip "Ey ALLAH´ın Resûlü namaz vakti!" diye seslendi.

Aleyhissalâtu vesselâm, yatsı namazının vaktinin girdiğini anlamıştı. "Cemaat namazını kıldı mı?" diye sordu. Yanındakiler: "Hayır! Ey ALLAH´ın Resûlü, sizi bekliyorlar!" diye cevap verdiler. Bunun üzerine: "Leğene su koyun da yıkanayım, belki hafiflerim!" buyurdular. Su hazırlandı. Aleyhissalâtu vesselâm oturup leğende yıkandı.

Mescide gitmek için ayağa kalkmak istediği sırada, yatağın üzerine düşüp bayıldı. Ayılınca tekrar: "Cemaat namazını kıldı mı?" diye sordu. Yine: "Hayır ey ALLAH´ın Resûlü! Sizi bekliyorlar!" cevabını aldı.

Resûlullah yine, leğene su koymalarını söyledi. Hazırladılar. Oturup soğuk su ile bir kere daha yıkandı. Yine mescide gitmek üzere ayağa kalkınca, bayılıp düştü.

Ayılınca, cemaatin namazı kılıp kılmadığını tekrar sordu. Yine kılmadıkları, kendisini bekledikleri söylendi. Tekrar su hazırlamalarını söyledi. Hazırladılar. Oturup soğuk su ile bir kere daha yıkandı. Yine mescide gitmek üzere ayağa kalkınca, bayılıp düştü.

Ayılınca, dördüncü defa yine aynı suali sordu. Yanındakiler de aynı cevabı verdiler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Ebu Bekr´e söyleyin, cemaate namaz kıldırsın!" diye emretti. Hz. Aişe, babasının ne kadar yufka yürekli ve hassas olduğunu bildiği için, onun Resûlullah´ın makamında durup halka namaz kıldıramayacağını tahmin ederek bu emrin yerine getirilmesini istemedi. "Ey ALLAH´ın Resûlü! Ebu Bekr yufka yüreklidir, Kur´ân okurken ağlar. Bu sebeple Resûlullah´ın yerinde durup namaz kıldıramaz!" dedi. (Bazı rivayetler, Hz. Aişe´nin bu sözü Hz. Hafsa´ya söylettiğini ifade eder.) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu itiraza itibar etmeyip: "Ebu Bekr´e söyleyin, cemaate namaz kıldırsın" dedi. Onlar da yine aynı şeyi tekrar ettiler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Sizler, Hz. Yusuf´un kadın arkadaşlarısınız?" diye biraz sitem ettikten sonra: "Haydi, Ebu Bekr´e söyleyin cemaate namaz kıldırsın!" emretti.

Aleyhissalâtu vesselâm, bu suretle, ilerde hilafet, efdaliyet gibi ihtilaflı meselelerde, Müslümanlara, hakkın ne tarafta olacağına bir işaret, bir ipucu vermek istiyordu: Daha sağlığında, Hz. Ebu Bekr´i namaz gibi en mühim dinî bir vecibede Müslümanlara imam kılıyordu. Dahası, arkasında namaz da kılacaktı. Böylece Ehl-i Sünnet ve´l-Cemaat´in her meselede sünnete dayanan görüşlerinde, hilafet meselesinde de Hz. Ebu Bekr´in ehak olduğuna dair sünnetten bir delil bırakıyordu.

Hülâsa yanındakiler, Aleyhissalâtu vesselâm´ın ısrarı karşısında, Hz. Ebu Bekr´e gidip imam olması hususundaki emr-i Nebevîyi tebliğ ettiler. O da, o günkü cuma gecesi, yatsı namazından başlamak üzere, pazartesi sabah namazına kadar cemaate on yedi vakit namaz kıldırdı. Bu namazlar, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a vekâleten kıldırılmıştı.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekr´in vekâleten namaz kıldırdığı günlerden birinde, bir öğle vakti -ki rivayetlerde bunun, vefatından beş gün önceki öğle veya ikindi olduğu[11] belirtilir- kendisinde bir hafiflik hisseder. Bundan cesaretlenerek: "Ey Aişe, yedi kuyudan yedi kırba su doldursunlar, ağızlarını bağlayıp, bağlarını çözmeden getirsinler. Onları üzerime dökün, belki hastalığım biraz hafifler de halka va´z ve nasihat ederim" dedi. Söylediği gibi, gidip suları getirdiler. Hafsa radıyallahu anhâ´ya ait bir leğenin içine oturtup Aleyhissalatu vesselâm´ın üzerine suyu dökmeye başladılar. Epeyce bir döktükten sonra, eliyle işaret edip "yeter!" dedi.

Bu şekilde yıkandıktan sonra biraz rahatlayan Aleyhissalâtu vesselâm, Hz. Ali ile Fazl İbnu Abbâs radıyallahu anhüm´ün kolları arasında, tâkatsizlikten ayaklarını yerde sürüyerek mescide çıktı. Bu sırada Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh namaza başlamıştı. Resûlullah´ın geldiğini hissedince, O´nun yerinden çekilerek, imamet makamını kendisine bırakmak istedi. Ancak, Aleyhissalâtu vesselâm yerinden ayrılmamasını işaret buyurdu ve Hz. Ebu Bekr´in sol tarafına oturtulmasını emretti. Oturduğu yerden imamet vazifesini îfâ etti. Hz. Ebu Bekr´in okumakta olduğu sureyi, bıraktığı yerden okumaya devam etti. Böylece Hz. Ebu Bekir, Aleyhissalâtu vesselâm´a, cemaat de Hz. Ebu Bekr´e uyarak namaz kıldı. Hz. Ebu Bekr´in bu namazdaki rolü, tekbirleri cemaate duyurmaktan ibaretti.

Namaz bitince Aleyhissalâtu vesselâm, minberin alt basamağına oturdu. Cemaat de mümkün mertebe ona yaklaşıp oturdu. ALLAH´a hamd ü sena ettikten sonra Ashab´la helalleşti. Sonra şunları söyledi:

"Ey insanlar! Her kimin sırtına vurmuşsam işte sırtım, gelip vursun. Kimin bende alacağı varsa gelip alsın!"

Cemaatten biri kalkıp: "Ey ALLAH´ın Resûlü! Bir gün sizin emrinizle bir kimseye üç dirhem sadaka vermiştim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm hemen onu ödedi ve sözlerine devam etti: "ALLAH Teâla hazretleri kulunu dünya hayatı ve nimetleri ile, âhiret hayatı ve nimetleri arasında muhayyer bıraktı. ALLAH´ın kulu da ahiret hayatı ve nimetlerini tercih etti!" buyurdu.

Bu sözleri işiten Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, Aleyhissalâtu vesselâm´ın ne demek istediğini anlayarak ağlamaya başladı. Aleyhissalâtu vesselâm: "Ey Ebu Bekir, ağlama! Arkadaşlığına ve mal fedâkârlığına en çok medyûn olduğum insan, Ebu Bekir´dir. Ümmetimden herhangi birini bu dünyada dost edinmekliğim icab etse, bu dost Ebu Bekir olurdu. Fakat İslâm râbıtası (din kardeşliği) hepimizi kardeş etmiştir. (Şahsi kardeşlikten efdal kılmıştır.) Ebu Bekr´in mescide bakan kapısı açık kalsın, diğer kapılar kapansın!" buyurdular.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), vefatından dört gün önceki çarşamba günü, Ashab-ı Kirâm radıyallahu anhüm´den bazı mühim kimselerin yanında bulunduğu bir sırada, kendisinden sonra vukûa gelecek ihtilafları önlemek ve onlardan korumak maksadı ile bir şey (vasiyetnâme) yazmak istedi:

"Bana yazı yazacak bir şey getiriniz. Size bir kitap (vasiyetname) yazayım ki, benden sonra yolunuzu şaşırıp dalâlete düşmeyesiniz!" buyurdu. Orada bulunanlardan bazısı -ki öncelikle Hz. Ömer- "Resûlullah´ın hastalığı ağırlaşmış olmalı, yanımızda Kur´ân vardır. Bize ALLAH´ın kitabı yeter!" diyerek böyle bir vasiyetnâme yazılmasına gerek duymadı. Bu söz üzerine oradakiler ihtilâfa düştü. Bir kısmı: "Yazı malzemesi getirelim, vasiyetname yazsın!" derken bir kısmı da "Buna gerek yok, bize Kur´ân yeter!" diyerek münakaşa ettiler. Gürültü çoğalmıştı. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Haydi kalkın, Resûlullah´ın huzurunda Ashab´ın münakaşa etmesi, ihtilafa düşmesi doğru değildir. Beni kendi halime bırakın. Benim şu anda içinde bulunduğum murakebe ve ALLAH´a dönüş hazırlığı hâli, sizin beni meşgul etmek istediğiniz şeylerden daha hayırlıdır" buyurdu ve vasiyetname yazdırmaktan vazgeçti. Bundan sonra şifahen şu üç şeyi vasiyet etti:

1) Arabistan Yarımadası´nda Müslüman olmayan hiç kimse kalmasın.

2) Kabîleler tarafından gönderilen elçi ve heyetlere iyi muamele yapılsın, hediyeler verilmesi ihmal edilmesin.

3) Ravi İbnu Abbâs bu maddeyi unuttuğunu söyler, ancak bazı rivayetlerde "namazların vaktinde kılınması" Resûlullah´ın en son söylediği sözlerden olarak zikredilir.

Resûlullah´ın hastalığı bazen hafifliyor, bazen de şiddetleniyordu.

Cumartesi günü, Cebrail aleyhisselam gelip halini hatırını sordu. Pazar günü gelip tekrar halhatır sordu ve peygamberlik iddiasına kalkan Esvedü´l-Ansî´nin öldürüldüğünü haber verdi. Sonradan gelen haberler bunu te´yid etti.

Suriye´ye gönderilmek üzere Resûlullah´ın Üsâme radıyallahu anh komutasında hazırladığı ordu, Aleyhissalâtu vesselâm´ın hastalığının şiddetlenmesi üzerine cumartesi ve pazar günü yola çıkmadı. Üsame gelip, Hz. Peygamber´i ziyaret edip gidiyordu.

Pazar günü hastalığı daha bir şiddet kazanınca, aileleri Hz. Abbas radıyallahu anhüm ile görüşerek zatülcenb ilacı vermek istediler. Aleyhissalâtu vesselâm bunu almayıp reddetti. "Zatülcenb için faydalıdır" dedilerse de almamakta ısrar etti. Ancak, baygın düştüğü bir anda ilacı ağzına koydular. Ayılınca ilacın içildiğini anladı. "Ben zatülcenb değilim. Benim ilacım başkadır, o ilaçtan siz de içeceksiniz" diyerek, orada bulunanlara ceza olarak ilaçtan içirdi. Resûlullah´ın hastalığı humma olduğu için soğuk suda yıkanmak iyi geliyor, hararetini düşürerek rahatlık ve iyileşme temin ediyordu.[12]

Resûlullah´ın vefat ettiği gün olan pazartesi günü, biraz iyileşmişti. Sabah olunca penceresinin perdesini aralayarak mescide baktı. Cemaat saf saf olmuş, sabah namazı kılıyordu. Manzaraya çok sevindi ve işitilecek bir sesle tebessüm buyurdu. Duyduğu rahatlık O´nu mescide çıkma hususunda cesaretlendirdi. Mescide geçti. Aleyhissalâtu vesselâm´ın geldiğini hisseden Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, imamet makamını O´na bırakmak istedi ise de Aleyhissalâtu vesselâm yerinden ayrılmamasını işaret buyurdu. Hz. Ebu Bekr´in arkasında durarak sabah namazını kıldı. Bu sefer de oturarak kıldı, ama İmam Ebu Bekir´di.

Namazı kılınca Hz. Aişe´nin hücresine çekildi, perdeyi indirmek istedi, ama dermansızdı, başkaları indirdi.

ceren
Mon 23 January 2017, 09:18 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim hakkiyla yasayip dunyasini ahiretini kazanmak icin yasayan ve zekerat aninda imani ile ölen ve allahin rahmetini kazanan kullardan olalim inşallah...

Sevgi.
Wed 5 April 2017, 06:16 am GMT +0200
Aleyna Ve Aleykümüsselăm. Mevlam bizleri herdaim Rızasına uygun yaşıyanlardan eylesin inşaAllah Amiinn