armi
Sun 31 January 2010, 03:25 pm GMT +0200
Ölçü
Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "İhtiyâcı olmayan bir şeye muhtâc gözüken, muhtâc olduğu bir şeyi kaybeder."Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır."
"Sâlih kimselerden olmadığım hâlde, sâlihleri severim. Kötü kimselerden daha aşağı olduğum halde, kötüleri sevmem."
Yine buyurdular ki: "Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da mârifete, ALLAHü teâlânın rızâsına kavuşamaz."
Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bedbahtlığın, zarar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, ALLAH yolunda hergün ilerleyememektir."
Meşhûr velîlerden Ahmed bin Ebü?l-Havârî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Dünyâyı tanıyan ondan soğur, âhireti tanıyan ona ısınır. Hak teâlâyı tanıyan. O´nun rızâsını tercih eder."
Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Ebû Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle buyurdular: "Üç şey vardır ki, bunlar bir velî kulda arttıkça, güzel hâlleri artar:
1. Makâmı yükseldikçe, tevâzusu artar.
2. Malı çoğaldıkça, cömertliği artar.
3. Ömrü uzadıkça, hizmeti artar."
Tâbiînin meşhurlarından ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Çok gülmek, heybeti; çok şaka, vakar ve şahsiyeti giderir. İnsan ne ile beraberse, onunla bilinir. Meselâ bir kimse çok güler ve şaka yaparsa, hafîf olarak bilinir."
Evliyânın büyüklerinden Ali Dede Bosnevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, vücudun sıhhat bulması, hastalıklara yakalanmaması üzerine sordular. Buyurdular ki: "Dostlarım! Dört şey bedene kuvvet verir. Et yemek, güzel koku koklamak, gusl abdesti îcab etmediği hâllerde dahi ve bilhassa Cumâ günü sabahları gusl abdesti almak, keten giymek.
Dört şey ise bedeni zayıflatır. Çok cimâ etmek, çok düşünmek, aç iken çok su içmek ve mayhoş yemek."
Bir talebesi gözünün iyi görmediğinden bahsedince buyurdu ki: "Evlâdım dört şey göze kuvvet verir. Kıbleye doğru oturmak. Uyurken gözlere sürme çekmek. Yeşilliğe bakmak. Elbiseyi temizlemek."
Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, müslümanın karşılaşabileceği tehlikeler sorulduğunda;
"Aklın âfeti, devamlı ve lüzumsuz çekişme yapmasıdır. Îmânın âfeti, inkârdır. Amelin âfeti, tembelliktir. İlmin âfeti, iddiâ sâhibi olmaktır. Sevginin âfeti, şehvet yolunu tutmasıdır. Tevâzûnun âfeti, tahkîr olunacak derecede kendini aşağı tutmaktır. Sabrın âfeti, ALLAHü teâlâdan başkasına şikâyette bulunmaktır. Zenginliğin âfeti, hırsdır. Azizliğin, büyüklüğün âfeti, böbürlenmektir. Cömertliğin âfeti, israftır. Arkadaşlığın âfeti kavgadır. Anlayışın âfeti, münâkaşadır. ALLAHü teâlâya duâ etmenin âfeti, baş olmaya meyilli olmaktır. Zulmün âfeti, yayılmasıdır. Adâletin âfeti, intikam hâlini almasıdır. Hürriyetin âfeti, sınırları aşmaktır." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Zenginliği aradım; ilimde buldum. Övülmeyi aradım; fakirlikte buldum. Âfiyeti günahsız olmayı aradım; zühdde, şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesâbı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; vermekte, cömertlikte buldum."
Suriye´de yaşayan velîlerden Ali Kazvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde buyurdular ki: "Kendisini fazla medheden kimse, başkasını da aynı derecede kötüler. Başkasını fazla kötüleyen, kendisini fazla medheder."
Meşhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin bir günâh işledikten sonra tekrar günah işlemesi, ilk günâhın cezâsıdır. Bir sevap işledikten sonra tekrar sevab işlemek de, birinci sevabın karşılığı, mükâfâtıdır."
Tâbiîn devrinin büyük hadîs, kırâat, fıkıh imâmlarından ve velî A´meş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Halkın işi gücü fesâd olunca, şerliler başlarına geçer."
Tâbiînin meşhurlarından olan Amr bin Meymûn Evdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Nelere dikkat edelim?" diye sorulduğunda;" Buyurdu ki: Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil: Ölümden önce hayâtını, meşgaleden önce boş vaktini, fakirliğinden önce zenginliğini, ihtiyarlığın gelmeden önce gençliğini, hastalığından önce sıhhatini." hadîs-i şerîfini rivâyet etti.
Mâverâünnehir böldesinde yetişen velîlerin büyüklerinden Aziz Ne- sefî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Her kim şunlara uyarsa kâ- mil bir müslüman olur: 1) Helal lokma, 2) Doğru söz, 3) Doğru iş, 4) Evliyânın sohbetinde bulunmak, 5) ALLAHü teâlânın varlığını birliğini tasdik etmek, 6) ALLAHü teâlâya karşı kulluk vazîfelerini yerine getirmek, 7) Kimseye eziyet vermemek, 8 Herkese rahatlık vermek, 9) İlim öğrenmek."
"Hakîkat ehlinin alâmeti şunlardır: 1) ALLAHü teâlânın rızâsına kavuşmuşlardır. 2) İnsanlarla sulh üzeredirler. Kimseye düşmanlık etmezler. İnsanları severler. " 3) Halka şefkat üzeredirler. Şefkatin aslı halka nasîhat etmek, onlara doğru yolu göstermektir. 4) Halka karşı tevâzu ve e- deb gösterirler. 5) Tevekkül sâhibidirler. Sabır ve tahammülleri fazladır. 6) Tamâı, nefsin arzu ve isteklerini terketmiş, kanâat sâhibidirler. 7) Al- lahü teâlânın verdiğine şükrederler. 8 İnsanlara rahatlık ve ferahlık verirler."
Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyuruyor ki: "Siz havada uçan birisini gördüğünüz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerâmet sâhibi birisi olduğuna hüküm vermeyin. Hatâ edebilirsiniz. O kimsenin hakîkaten fazîlet ve kerâmet sâhibi olduğunu anlamak için, İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sâhibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâmet sâhibidir, demek mümkün olmaz."
Yine buyuruyor ki: "Şu on şey beden üzerine farzdır: 1) Farzları noksansız yerine getirmek, 2) Haram kılınan şeylerden kaçınmak, 3) ALLAH için mütevâzî olmak, 4) Müslüman kardeşlerine eziyet etmekten sakınmak, 5) İyi ve kötü herkes için hayır isteyen olmak, 6) ALLAHü teâlânın mağfiretini arzulamak, 7) Her işte ve her hâlükârda ALLAH rızâsını gözetmek, 8Öfkeyi, gurur ve taşkınlığı, zulüm ve haksızlığı, üzücü ölçüde mücâdeleyi terketmek, 9) Kendi kendine nasîhatçı olmak, nefsi terbiyeye çalışmak, 10) Ölüme bilerek hazırlanmak."
Şu on şey bedeni korur: 1) Gözleri haramdan ve lüzumsuz şeylerden korumak, 2) Dili zikre alıştırmak ve bunu îtiyâd hâline getirmek, 3) Nefis muhâsebesi yapmak, günlük hayâtı bu ölçü içinde sürdürmek, 4) İlim öğrenmek ve öğrenilen ilmi faydalı olacak şekilde kullanmak, 5) Edeb ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhâfaza etmek, 6) Bedeni, dünyânın faydasız işlerinden kurtarıp, dünyâ ve âhiret için faydalı işlerde kullanmak, 7) İnsanlarla haşır-neşir olmamak, kalbi geliştirmek, düşünceyi berraklaştırmak, zekâyı işletmek için uzlete çekilmek, 8 Nefis ile kıyasıya mücâdele etmek, 9) Çokça ibâdet etmek, 10) Peygamber efendimizin sünnetine uymak.
Şu on şey bedenin şerefidir: 1) Tevâzu içinde yumuşak huyluluk, 2) Hayâ ve edep, 3) İlim, 4) Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak, gönül rahatlığı içerisinde ibâdetleri hatâsız yapmaya çalışmak, dünyâ şatafatına değer vermemek, 5) Her işte, atılan her adımda ALLAHü teâlâdan korkmak, 6) Güzel ahlâk, 7) Başa gelen belâ ve musîbetleri yüklenmek, sabrı dayanak yapmak, 8Halk ile iyi geçinme yollarını, idâre etmek çârelerini bilip yürütmek, 9) Öfkeye mâni olmak, 10) Dilenmeyi terketmek.
Şu on şey insanın maddî ve mânevî yapısını tahrib eder: 1) Dînine önem vermeyen kimseyle arkadaşlık etmek, 2) Hayırlı ve yararlı kişilerden ayrılmak, onlarla dostluk kurmamak, 3) Nefsin isteklerine boyun eğip onun peşine takılmak, 4) İslâmiyetten uzaklaşmak, 5) Dinden olmayan şeyleri din adına uydurup dîne sokan kimselerle oturup kalkmak, 6) Dün- yâ ve âhiret için yararlı olmayan şeylerle uğraşmak ve bu tür şeyleri ar- zulamak, 7) Halkı kötü zan altında tutmak, 8Üstünlük taslamak, 9) Dünyâlıktan yana üzüntüye kapılmak, 10) Âhireti düşünmemek.
On şey insan varlığını öldürür: 1) Terbiye azlığı, 2) Cehâlet çokluğu, 3) Halktan nîmet beklemek, 4) Şehvet azgınlığı, nefis kudurganlığı, 5) Baş olma sevdası, 6) Dünyâya lüzumundan fazla meyletmek, 7) ALLAHü teâlâ katında nefis ile dostluk kurmak, 8Çok yemek, 9) Çok uyumak, 10) Kalabalığa uymak.
On şey insanı aşağılık yapar: 1) Öfke ve hiddet, 2) Kin ve nefret, 3) Büyüklenme, 4) Zulüm ve haksızlık, 5) İnat yollu mücâdele, 6) Cimrilik, 7) Başkasına ezâ ve cefâ etmek, 8 Mümin kardeşine saygısızlık, 9) Kötü huy ve fenâ ahlâk, 10) İnsaf ölçülerini aşmak.
Irâk´ta yetişen evliyâdan Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kendisinden daha aşağı derecede olan birinin nasîhatini kabûllenmek, yüksek derecelerden birine sâhib olmaya işârettir."
Mısır velîlerinden Bennân el-Hammâl (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Başkalarının zarar görmesine sevinen kişi, kurtuluşa kavuşamaz."
"ALLAHü teâlâyı tevhîd edersen, husûsî ihsâna kavuşursun. Eğer doğ- ru yolda olursan, seçilmişlerden olursun. Eğer doğruyla yanlışı karıştırır- san cefâ çekersin.
"ALLAHü teâlâdan uzaklaşan kimse, bâtıl yollara sapar."
"Kötülüklerden sakınan cesâretli, hâin ise korkak olur. Kötülük yapan, kendini yalnız hisseder."
Peygamber efendimizin arkadaşlarının yetiştirdiği âlim ve velîlerden Bilâl bin Sa´d (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir insan kendisinin medhi yapıldığı zaman, bu medh ve öğmeler kendisine iyi gelmiyorsa ne iyi... Ama bunları duyunca seviniyorsa zarardadır."
Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Nâfileler farzların terk edilmesine sebeb olduğu zaman, nâfileleri terk ediniz. İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, çirkini de çirkin olarak kabul etmez. İhtilâf ve ayrılıkla birlikte îtilâf ve birleşme olmaz.
Biz nîmetler yüzünden değil, nîmetlere karşı az şükrettiğimizden bu hâle geldik. Nitekim biz amelimizin azlığından değil de amelde sıdk ve ihlâsımızın olmayışından bu hâle geldik. Yine bizim uğradığımız musîbetler, günâhlarımızın çokluğundan değil, hayâmızın azlığındandır, istiğ- fârımızın azlığından değil, vefâmızın azlığından ve süratle günâhlara dü- şüşümüzdendir. Eğer biz derhâl günahlarımızın cezâsını görmüş olsaydık bütün günâhları bırakırdık.
Ey kardeş! Bunu bil ve içini dünyâ sevgisi ve şehvetinden temizle. Al- lahü teâlâyı çok zikret. Kalbini iyice temizlediğin zaman, ALLAHü teâlâ seni hikmetle konuşturur ve sen zamânın bir hakîmi olursun. Fakat dünyâ sevgisi ve şehveti ile birlikte hikmet sâhibi olamazsın."
Talebelerine ve sevenlerine verdiği muhtelif vâz ve nasîhatler sırasında buyurdukları ise şunlardır:
"İnsanlar arasında tanınmak isteyen, âhiretin tadını alamaz."
"Şöhreti seven kimse, ALLAH´tan korkmaz."
"Övülmekten hoşlanmak kadar ahmaklık düşünülemez."
"Dünyâ ve âhirette elem ve kederlerden kurtumak istiyenler, kötü ahlâk sâhipleriyle görüşmemelidir."
"Hüzün pâdişâhtır. Bir yere yerleşince oraya başka bir şeyin yerleşmesine râzı olmaz."
"Ben, Muâfâ bin İmrân´dan işittim. O da Süfyân-ı Sevrî´den şöyle dediğini işitmiş; insanları memnun etmek, ulaşılamayan gâyedir."
Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Bir kimse, kusûr, günah işlediği zaman utanmıyorsa, yaşlandığı zaman pişmanlık duyup kötü işlerinden vaz- geçmezse ve tenhâ bir yerde olduğu zaman ALLAHü teâlâdan korkmazsa, onda hayır yoktur."
İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinin, rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden birisi şudur: Peygamber efendimiz buyurdular ki: "ALLAHü teâlânın hidâyete kavuşturduğunu kimse saptıramaz. ALLAHü teâlânın hidâyet vermediğini, kimse hidâyete erdiremez. Sözlerin en iyisi, ALLAHü teâlânın kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid´atlerin hepsi, dalâlettir, sapıklıktır."
Yine buyurdular ki: "İyilik üç şeyle tamam olur:
1. O iyiliği yapmakta acele etmek.
2. Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek, dâimâ küçük görmek.
3. İyiliği yaparken, gizlice yapmak."
"Üç şey vardır ki, müslümanları çok aziz, şerefli eder:
1. Kendisine zulüm edeni affetmek.
2. Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak.
3. Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak."
Evliyânın meşhurlarından Ebû Abdullah Seczî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İlmini, din bilgisini doğru ve sağlam öğrenmeyenin işi, ameli doğru ve sağlam olmaz. Ameli doğru olmayanın bedeni saf ve temiz olmaz ve kalbi temizlenmez. Kalbi temiz olmayanın da niyeti temiz, doğru olmaz."
Evliyânın büyüklerinden Ebû Ahmed el-Kalânisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bizim yolumuzun esâsı üçtür: İnsanlardan bir şey istememek, üzerimizde hakkı olanların haklarını yerine getirmek, kendimizi kimseden üstün görmemek."
Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Cürcânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bedbaht kişi, unutulmuş günahlarını açığa vuran kimsedir."
"Kişinin saâdetinin ve ibâdetlerin ona kolay gelmesinin alâmeti, bütün işlerinde sünnete uymak, sâlihlerle sohbet etmek, dostlarına karşı güzel ahlâklı olmak, ilâhî mârifet ve insanlara muhabbet ile bezenmek ve vakitlerini değerlendirmektir."
Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında şöyle buyurdular: "İnsanlara felâket şu üç yoldan gelir. Hasta tabiat ve mîzac, alışkanlıklara sıkı bağlılık ve kötü arkadaşlık."
"Hasta tabiatla neyi kasdediyorsun?" diye sorulunca; "Haram yemeyi kasdediyorum." buyurdu.
"Alışkanlıklara sıkı bağlılık ile neyi kasdediyorsun?" diye sorulunca da; "Harama bakmayı ve gıybet dinlemeyi kasdediyorum." buyurdu.
"İnsana felâket getiren kötü arkadaşlıktan maksad nedir?" diye sorulunca da; "Nefiste şehvet coşunca ona uymayı, yâni nefisle dostluk yapmayı." diye cevap verdi."
Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "ALLAHü teâlâyı tanıyan kimse O´ndan ümîdini kesmez ve hep O´na ilticâ edip, sığınır. O´nu unutan kimse de, mahlûklara ilticâ eder. Nefsinin kötülüklerini tanıyan kimse, hiçbir amelini beğenmez, güzel ve kusursuz bilmez. Hep kendini kusurlu bilir. Mümin bilerek hatâ yapmaz. Gaflet ile bir hatâ yaparsa, hemen hatâsını düşünüp üzülür ve derhal tövbe istigfâr eder."
Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr bin Sa´dân (rahmetullahi teâlâ aleyh) her hâlinde ALLAHü teâlâya ümid bağlamış ve O´na tevekkül etmiş kimselerdendi. Vâz-ü nasîhatlarında dâimâ sabır ve ümidi, yâni ALLAHü teâlâdan beklemeyi tavsiye ederdi. Buyurdu ki: "ALLAHü teâlâdan ümid ettiği şeyler üzerine sabreden, O´nun fadl ve ihsânından ümid kesmez. Kim bir şeyi kulağı ile dinlerse, o dinlediğini başkalarına anlatır. Kim kalbi ile dinlerse, onu anlar ve kabûl eder. Kim işitip, öğrendiği ile amel eder- se, hidâyet bulur ve başkalarının hidâyete kavuşmasına sebep olur."
Dünyâda, ALLAHü teâlâdan başka herşeyi maksad ve arzu etmekten uzaklaşmış olan Ebû Bekr bin Ebî Sa´dân, herkese de ALLAHü teâlâdan başka her şeyden uzaklaşmayı tavsiye ederdi. Buyurdu ki: "Nefsden gelen arzu ve maksadları bırakmak, ALLAHü teâlâya kavuşmağa sebeptir."
Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Seni ALLAH´a yaklaştıran şey, ihtiyacını O´ndan istemendir. Halka sevdiren şey de onlardan bir şey istememendir."
"Sabahleyin insanlara bakar; kimin helâl, kimin haram yediğini bilirim: Kim kalkar kalkmaz, boş lâf ve sövüp saymakla dilini açarsa, o haram yemiştir. Kim ki, dilini ALLAHü teâlânın zikri ve kelime-i tevhidle açar ve istiğfârla meşgûl ederse, o kişinin helâl yediğini bilirim."
Yine buyurdu ki: "Akıllılara tâbi ol, dünyâya düşkün olmayanlarla güzel geçin, câhillere karşı da sabırlı ol!" Dâimâ seninle olması gereken beş şey vardır. Bunlar, ALLAH, nefis, şeytan, dünyâ ve halktır. Eğer bunla- ra karşı şu beş şeyi tatbikte muvaffak olursan saâdete erersin. ALLAHü teâlânın emirlerine itâat edip, yaptığı her şeyi beğenip râzı olmak, nefse muhalif olup, şeytana düşman olmak, dünyâdan sakınmak, halka karşı da şefkatle muâmele etmek lâzımdır."
"Halktan uzak durmadıkça Hak´la berâberliği düşünme, dünyâ ile meşgûl olduğun müddetçe tefekkürü düşünme, gönlünü makam ve mev- ki düşüncesinden temizlemedikçe de ilhâm ve hikmeti düşünme. Çünkü bunlar birbirinin bulunduğu yerde bulunmazlar."
Büyük velîlerden Ebû Câfer bin Sinan (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kişinin güzelliği sözlerinin güzelliğinden, kişinin kemâli de işlerinin doğruluğundandır."
"ALLAHü teâlâdan başka her şeyden yüz çeviren kimsenin, bu hâlinde doğru olmasının alâmeti; dünyâ ve başka şeylerin kendisini hiç meşgul etmemesidir."
"Bildiği bir şeyi, nefsinden bilip onu beğenen kimse, ALLAHü teâlânın beğenmediği bir şeyi sevmiş demektir."
"Israr ile devâm edilen küçük bir günah, pişman olunmuş, tövbe edilmiş büyük bir günahtan daha büyüktür. İhlâs ile yapılan az bir iyilik de, gösteriş için, kendini beğenerek, kibirle yapılan çok iyilikten daha çoktur."
Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde; "Zamânın fesâda varmasına şu üç topluluğun hareketi sebeb oldu: 1. İrfân sâhibi olduklarını iddiâ edenlerin günah işlemesi. 2. Muhabbet ehli olduklarını söyleyenlerin hıyâneti. 3. ALLAH yolunda olduklarını söyleyenlerin yalanı." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Üzerinde dâimâ ALLAHü teâlânın lütfunu gören kimsenin mahvolmayacağı ümid edilir."
"İbâdet ve amel sâhibi için en fazîletli şey, ALLAHü teâlânın huzûrundaki murâkabe hâlidir."
"ALLAHü teâlâya güvenip kendini zengin bilmek ne hoştur. Bir nâmerde dayanıp kendini zengin bilmek ise ne fenâdır."
"Kulluk, kulun zînetidir. Kulluğu terkeden süsten mahrûm kalır."
"Zehir ölümün habercisi olduğu gibi, günahlar da küfrün habercisidir."
Tâbiînin meşhurlarından ve büyük velî, fıkıh âlimi Ebû İdrîs Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir mescidde toplanmış insanlar arasında yanan bir ateş görmek, orada âlim olmıyan birinin anlatmasını görmekten daha iyidir.
Büyük velî ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rah- metullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında buyurdular ki: "İlim ganîmettir. Sükût kurtuluştur. Halktan bir şey ummamak rahatlıktır. Zühd, dünyâya düşkün olmamak âfiyettir. Bir göz açıp kapayacak kadar ALLAHü teâlâyı unutmak, O´nun verdiği emânete hıyânettir."
"Almayı, vermekten daha tatlı gören, hal sâhibi olamaz."
"Fakirliğin kendine has bir nûru vardır ve onu gizlediği müddetçe durur. Açığa vurunca, kaybolup gider."
"ALLAHü teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmakla huzur bulmak, Cennet´tir. Bu halden yüz çevirmek ateştir. ALLAHü teâlâya yakınlık, lezzettir. O´ndan ayrılmak, O´na karşı yabancılık, ölümdür."
Yine buyurdular ki: "Hatâsı olan kimsenin, bu hatâsını üzülerek, kalbinin kırık, boynunun bükük olması, itâatkâr kimsenin, itâatına güvenerek kendini kıymetli sanmasından, kırıcı hareket etmesinden hayırlıdır."
"Bir kimse halkı doğru yola dâvet ettiği halde, kendisi bu yolda değilse, halkı fitneye düşürür."
"Normal insanların bozulmasının alâmeti, âmirlerinin kendilerine zul- metmesiyle meydana çıkar. Büyük zâtların, ileri gelen âlimlerin bozulma- sının alâmeti de, dinde çeşitli karışıklıkların ve fitnelerin ortaya çıkması- dır."
"Sâlihlerin hizmetinde bulunan kimse yükselir. ALLAHü teâlânın, kendisini, sâlihlere hürmet etmekten mahrûm ettiği kimse, insanlardan gelen sıkıntılara mübtelâ olur."
"Yaratılmış olan bir şeye, şehvet arzusu ile bakan kimse, o şeyden ibret alamaz ve o şeyden faydalanamaz."
Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Reddedilmemek için ALLAHü teâlâya itâate devâm etmek, saâdetin; tövbesinin kabûl olunacağını umarak, tövbe etme ümidiyle isyânda ısrar ve günaha devâm etmek, şekâvetin alâmetidir."
"Üç şey düşmanlığa sebeb olur: Mala tamahkârlık, insanların ikrâmlarına düşkünlük göstermek, insanların göstereceği îtibâra önem vermek!"
"Korku, ALLAHü teâlânın adâletinden; ümid ise lütfundandır."
Yine buyurdular ki: "Dünyâyı sevmek, ALLAH sevgisini kalpten götürür. ALLAHü teâlâdan başkasından korkmak, ALLAH korkusunu kalpten çıkarır; ALLAH´tan başkasından istemek, ALLAHü teâlâya olan ümidi kalpten uzaklaştırır."
Zenginlerle sohbet ederken azîz, fakirlerle sohbet ederken alçak gönüllü ol. Zenginlere karşı izzetli davranman tevâzu, fakirlere karşı alçak gönüllü olman şereftir."
Büyük velîlerden Ebû Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Başkalarının halleriyle meşgul olan, kendi hâlini kaybeder."
"Her şey zıddı ile bilinir. Bir şeyin zıddı bilinmezse, o şeyi tanımak mümkün değildir. İhlâs sâhipleri de, ihlâsın zıddı olan riyâyı tanıyıp onu terkettikten sonra ihlâsı bilebilirler."
Horasan bölgesinin büyük velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Türâb-ı Nahşebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Şu dört şeyi dört yerde sarf edersen Cennet´i kazanırsın: Uykuyu kabirde, rahatı sırat köprüsünde, iftiharı ve öğünmeyi mîzânda, nefsin arzularını Cen- net´te."
Tasavvuf büyüklerinden Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanın kazançlı olmasının esâsı, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve nefsin arzu ve isteklerini terketmektir."
Endülüste´te ve Mısır´da yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü´l-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin üstünlüğünü, Ebü´l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri bildirerek buyurdular ki: "Aralarında şu dört kimseden biri bulunan bir topluluk helâk olmaz: İmâm, velî, sıddîk ve üstâd. Ebü´l-Abbâs-ı Mürsî, imâmdır."
Irak velîlerinin büyüklerinden Ebü´l-Hasan Cûsukî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) buyurdular ki: "Sabır şecâat, yalan âcizlik, doğruluk kuvvettir."
Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısı olan Ebü´l-Hasan-ı Harkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nîmetlerin en iyisi, çalışarak kazanılanıdır. Arkadaşların en iyisi, ALLAHü teâlâyı hatırlatandır. Kalblerin en nurlusu, içinde mal sevgisi olmayandır."
"Dünyâda, âlimler ve âbidler (ibâdet eden) çoktur. Ama, akşam ve sabah cenâb-ı Hakkın rızâsı üzere bulunmak mühimdir."
"Kalblerin en nurlusu, içinde ALLAHü teâlânın sevgisinden başka bir şey bulunmayandır. Amellerin en iyisi, riyâdan uzak olan, yâni ihlâs üzere olanıdır."
"Siz ALLAHü teâlâdan konuşurken, başka şeyden bahsedenle arkadaşlık etmeyiniz."
"Cennet´te Tûbâ ağacının altında, ALLAHü teâlâdan bîhaber olarak bulunmaktansa, dünyâda bir diken ağacının altında, dâimâ O´nu hatırlamayı daha çok arzu ederim."
"Resûlullah efendimizin vârisi; O´nun işlerine uyan ve şerîatine tâbi olandır."
"Ömrüme bakınca, yetmiş üç yıllık ibâdetlerimin hepsini, bir saatlik kadar kısa, günahlara bakınca da, Nûh aleyhisselâmın ömrü kadar uzun gördüm."
"Dünyâ, peşinden koştuğun sürede senin pâdişâhındır. Ondan yüz çevirince, sen ona sultan olursun."
"ALLAHü teâlâ, nasıl senden vaktinden evvel namaz kılmanı istemiyorsa, sen de O´ndan, vaktinden önce rızık isteme."
"Ulemâ; "Biz Peygamberin vârisiyiz." diyor. Fakat Peygamberimizin vârisleri arasında biz de varız. Çünkü O´nda olan şeylerin bâzısı bizde de var. Resûlullah efendimiz fakirliği seçmişti. Biz de fakirliği tercih etmiş bulunuyoruz. O cömertti. Güzel bir ahlâkı vardı. Hâinlik bilmezdi. Basîret sâhibiydi. Halkın rehberiydi. Aç gözlü ve hırs sâhibi değildi. Hayır ve şerri ALLAHü teâlâdan bilirdi. Tabiatında yalan ve kandırma diye bir şey yoktu. Zamânın esiri değildi. İnsanların korktuğu şeyden korkmazdı. İnsanların güvendiği şeye güvenmezdi. Hiç gururlanmazdı. İşte bunlar evliyânın sıfatlarıdır. Resûlullah efendimiz, ucu bucağı bulunmayan bir umman idi. Eğer o ummandan bir damla ortaya çıksaydı, bütün âlem ve mahlûkât şaşırır kalırdı. Sûfîlerin kervanı; ALLAHü teâlâ, Resûlullah ve Eshâb-ı kirâm sevgisinden ibârettir. Bu kervanda bulunan ve ruhları bunların ruhlarıyla kaynaşan kimseye ne mutlu."
"Yol ikidir: Biri hidâyet, öbürü dalâlet, sapıklık yoludur. Kuldan ALLAHü teâlâya giden yol dalâlet yoludur. ALLAHü teâlâdan kula gelen yol ise hidâyet yoludur. Şimdi her kim hidâyete erdim derse, o, hidâyete ermemiştir. Her kim beni hidâyete erdirdiler derse, o, hidâyete ermiştir."
"ALLAHü teâlânın karşısında şu üç şeyi muhâfaza etmek zordur: Hak ile iken sırrı, halk ile iken dili, amel (iş, ibâdet) yaparken temizliği."
"Yakınların yakını, bizim maksadımız olanın yanında uzak kalır. Ey kardeşim, suya daha yakın olan daha çok batar; ateşe daha yakın olan, daha çok yanar.
"Ne zaman ALLAHü teâlânın varlığına nazar etsem, kendi yokluğumu görürüm, ne zaman kendi varlığıma nazar etsem, ALLAHü teâlânın varlığını görürüm."
"Şu iki kişinin çıkardıkları fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyâ hırsına sâhip âlim ve ilimden yoksun sûfî."
"Şâyet bir mümini ziyâret edersen, hâsıl olan sevâbı, yüz adet kabûl edilmiş hac sevâbı ile değiştirmemen lâzımdır. Çünkü bir mümini ziyâret için verilen sevap, fakirlere verilen yüz bin altın sadakanın sevâbından daha fazladır. Bir mümin kardeşinizi ziyârete gittiğinizde, ALLAHü teâlânın rahmetine kavuştuk diye îtikâd edin."
"İlimden en fazla nasîb alan, onunla amel edendir. En fazîletli amel ise, üzerine farz olandır."
"Dilini, ALLAHü teâlâdan başkası hakkında konuşmamak için mühürle! Kalbini, ALLAHü teâlâdan başkasını düşünmemek için mühürle! İhlâssız bir iş yapmaman ve helâl olmayan bir şeyi yememen için de, davranışlarına, dudaklarına ve dişlerine aynı şekilde mühür vur!"
"Bir mümin kardeşini sabahtan akşama kadar incitmeyen kimse, o gün akşama kadar Peygamber efendimizle yaşamış olur. Eğer bir mümin kardeşini incitirse, ALLAHü teâlâ onun o günkü ibâdetini kabûl etmez."
"ALLAHü teâlâ kuluna, îmândan sonra temiz yürek ve doğru dilden daha büyük hiçbir şey ihsân etmemiştir."
"Çok ağlayınız, az gülünüz; çok susunuz, az konuşunuz. Çok veriniz, az yiyiniz; çok uyanık olunuz, az uyuyunuz."
"İnsanoğlu, şu üç şeyle sürekli olarak tâatı yaparsa, sorgusuz suâlsiz Cennet´e gidebilir: Kalb, nefs ve dil."
Kuzey Afrika´da yetişen büyük velîlerden Ebü´l-Hasan-ı Şâzilî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Şu üç şey bir insanda mevcut olursa, ona ilmin aslâ bir faydası olmaz: 1) Dünyânın faydasız şeylerine aşırı bağlılık. 2) Âhireti hatırdan çıkarmak. 3) Fakir olmaktan korkmak."
Yine buyurdu ki: "İki iyilik vardır ki, onlar bulunduğu sürece, çok da olsa kötülüklerin zarârı dokunmaz. Biri cenâb-ı Hakk´ın kazâ ve kaderine râzı olmak, diğeri ALLAHü teâlânın kullarına iyi muâmele etmek."
Hindistan´ın büyük velîlerinden Ebü´l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bedenin sıhhati şu üç şeye bağlıdır: İyi gıdâ, vücutta bozuk zararlı bir madde bulunmaması ve zararlı şeylerden uzak durmak. Kalbin sıhhati ise şunlara bağlıdır: 1) Sâlih amel; kalbin ve rûhun gıdâsıdır. 2) Kin, kibir gibi kötü ahlâktan sakınmak; bunlar bedende- ki bozuk maddeler gibidir.3) Günahlardan sakınmak."
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sevdiklerine şu hikmetli sözleri söyledi: "Azarlaması çok olanın arkadaşı az olur. Kim fâcir, zâlim kimseye yardım ederse, onu günahlara karşı kamçılamış olur. Kim alçak kişiden meded umarsa, kendisine ihânet etmiş olur. Kim ilmiyle âmil olmayandan ilim öğrenmek isterse, câhilliğini arttırmış olur. Kim ahmak adama ilim öğretmeye çalışırsa, şüphesiz ömrünü faydasız bir şeyle geçirmiş olur. Kim nanköre iyilik ederse, nîmeti zâyi etmiş olur." buyurdu.
Fudayl bin İyâd hazretlerinin yanında birisinden sitâyişle bahsettiler; "O zât ağzına helva koymaz." dediler. Bunun üzerine Fudayl hazretleri; "Helva yemeyi bırakmak bir mürüvvet mi sanki? Siz onun akrabâsını gözetip gözetmediğine, öfkesini yenip yenmediğine, komşularına, dul kalmış kadınlara ve yetimlere karşı nasıl davrandığına bakınız. Din kardeşleri ile arkadaşlarına karşı huy ve edebi nedir? İşte hükmünüzü verirken asıl bunlara dikkat edin." buyurdu.
Fıkıh, hadîs ve tasavvuf âlimlerinden Hamdûn-ı Kassâr (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kendinde bulunduğu zaman gizli kalma- sını istediğin bir şeyi, başka birinde görürsen ifşâ etme."
Yine buyurdular ki: "Söz öyle olmalı ki, tekrar etmeye lüzum kalmamalı, tesirini hemen göstermelidir."
"Dostlar arasındaki ülfetin, yakınlığın kalkması, dünyâ sevgisindendir."
Muînüddîn-i Çeştî?nin talebelerinden Hamîdüddîn Nâgûrî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyuruyor ki: Yüzünü yüce makâma çevirenler, ALLAHü teâlâya yönelenler üç sınıftır. Fâtır sûresi 32. âyetinde meâlen; "Kulları- mızdan seçtiklerimizin kimi nefislerine zulmedicidir, kimi kötülüğü ve iyili-ği müsâvî gidendir, kimi de ALLAH´ın izniyle iyiliklerde ileri geçenlerdir." buyruldu. Yâni özürlüler, şükürlüler ve fânîler. Özürlüler, hastalar, ALLAH´a îmân ve tevhîdi ikrâr ettikten sonra, huzûra hâzır olarak gelmemiş, gel- mişse geç ve yavaş gelmişlerdir. Acele edin hitâbından gâfillerdir. Şü- kürlüler, îmân ve ikrârla berâber gelmişlerdir. Fânîler, "Ben sizin Rabbi- niz değil miyim?" hitâbını hatırında tutup, cevâbında; "Evet dediler." Hita- bını unutmayanlardır. Bu âlemde dâvetten önce ezelî hitâb hükmüne, Hakkın cevâbına icâbet etmiş, başlangıçta nihâyetteki sırlara tâlib ol- muşlardır. Bunlardan çokları, gizli gitmişlerdir. Kimse onların nâmını ve nişânını bilmemiştir. Birkaç kişi bilmişlerse, Resûl-i ekrem efendimizin bildirmesi ile bilmişlerdir. Yoksa onların nâmını ve nişânını kimse bile- mezdi. Bilinenlerden biri Emîr-ül-müminîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk´tır. Biri, Emîr-ül-müminîn Ali Mürtezâ´dır ki, bâliğ olmadan önce dâveti ka- bûle elverişliydi. Biri de Üveys-i Karnî idi. Eğer Resûl-i ekrem bildirme- seydi, onun ismi hiçbir kitapta bulunmaz, nişânı hiçbir deftere yazıl- mazdı. Biri de Selmân-ı Fârisî´dir.
Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Gayretini, başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nefsini ıslâh etmek için harca."
"ALLAHü teâlânın senin için murâd ettiğine, dilediğine râzı ol. Abdullah bin Mes´ûd şöyle buyurur: ALLAHü teâlânın senin hakkında yaptığı taksimine râzı ol. Böylece, insanların en zengini olursun. ALLAHü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzaklaş, onları yapma. Böylece, günahlardan en çok sakınan bir kimse olursun. ALLAHü teâlânın emirlerini yerine getir. İnsanların en âbidi olursun. Hâlini ALLAHü teâlâya arz et. Sâdece O´ndan yardım iste. Hâlini insanlara şikâyet etme."
Yine buyurdular ki: "İlim sâhipleri, ALLAHü teâlâdan daha çok korkar. Zühd, insanın kalbini dünyâ sıkıntılarından uzak tutar. ALLAHü teâlânın yüceliğini ve büyüklüğünü tanımak, tövbe etmeyi temin eder."
Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "ALLAHü teâlâya ve kullarına kar- şı edepli olmayan kimsenin ilmine îtibâr edilmez. Belâ ve musîbetlere, insanlardan gelen sıkıntılara günahlardan sakınıp, farzları yerine getir- meyenin dindarlığı mûteber değildir. Haramlardan ve şüphelilerden sa- kınmayanın ALLAHü teâlâ katında bir mertebesi ve yakınlığı yoktur."
Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ey kul! ALLAHü teâlâya isyân ettikleri için insanlara buğzet- tiğin halde, kendin ALLAHü teâlâya isyân edince, kendi nefsine buğzetme- yişin sende insâfın olmayışındandır."
Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "İhtiyâcı olmayan bir şeye muhtâc gözüken, muhtâc olduğu bir şeyi kaybeder."Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır."
"Sâlih kimselerden olmadığım hâlde, sâlihleri severim. Kötü kimselerden daha aşağı olduğum halde, kötüleri sevmem."
Yine buyurdular ki: "Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da mârifete, ALLAHü teâlânın rızâsına kavuşamaz."
Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bedbahtlığın, zarar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, ALLAH yolunda hergün ilerleyememektir."
Meşhûr velîlerden Ahmed bin Ebü?l-Havârî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Dünyâyı tanıyan ondan soğur, âhireti tanıyan ona ısınır. Hak teâlâyı tanıyan. O´nun rızâsını tercih eder."
Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Ebû Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle buyurdular: "Üç şey vardır ki, bunlar bir velî kulda arttıkça, güzel hâlleri artar:
1. Makâmı yükseldikçe, tevâzusu artar.
2. Malı çoğaldıkça, cömertliği artar.
3. Ömrü uzadıkça, hizmeti artar."
Tâbiînin meşhurlarından ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Çok gülmek, heybeti; çok şaka, vakar ve şahsiyeti giderir. İnsan ne ile beraberse, onunla bilinir. Meselâ bir kimse çok güler ve şaka yaparsa, hafîf olarak bilinir."
Evliyânın büyüklerinden Ali Dede Bosnevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, vücudun sıhhat bulması, hastalıklara yakalanmaması üzerine sordular. Buyurdular ki: "Dostlarım! Dört şey bedene kuvvet verir. Et yemek, güzel koku koklamak, gusl abdesti îcab etmediği hâllerde dahi ve bilhassa Cumâ günü sabahları gusl abdesti almak, keten giymek.
Dört şey ise bedeni zayıflatır. Çok cimâ etmek, çok düşünmek, aç iken çok su içmek ve mayhoş yemek."
Bir talebesi gözünün iyi görmediğinden bahsedince buyurdu ki: "Evlâdım dört şey göze kuvvet verir. Kıbleye doğru oturmak. Uyurken gözlere sürme çekmek. Yeşilliğe bakmak. Elbiseyi temizlemek."
Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, müslümanın karşılaşabileceği tehlikeler sorulduğunda;
"Aklın âfeti, devamlı ve lüzumsuz çekişme yapmasıdır. Îmânın âfeti, inkârdır. Amelin âfeti, tembelliktir. İlmin âfeti, iddiâ sâhibi olmaktır. Sevginin âfeti, şehvet yolunu tutmasıdır. Tevâzûnun âfeti, tahkîr olunacak derecede kendini aşağı tutmaktır. Sabrın âfeti, ALLAHü teâlâdan başkasına şikâyette bulunmaktır. Zenginliğin âfeti, hırsdır. Azizliğin, büyüklüğün âfeti, böbürlenmektir. Cömertliğin âfeti, israftır. Arkadaşlığın âfeti kavgadır. Anlayışın âfeti, münâkaşadır. ALLAHü teâlâya duâ etmenin âfeti, baş olmaya meyilli olmaktır. Zulmün âfeti, yayılmasıdır. Adâletin âfeti, intikam hâlini almasıdır. Hürriyetin âfeti, sınırları aşmaktır." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Zenginliği aradım; ilimde buldum. Övülmeyi aradım; fakirlikte buldum. Âfiyeti günahsız olmayı aradım; zühdde, şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesâbı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; vermekte, cömertlikte buldum."
Suriye´de yaşayan velîlerden Ali Kazvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde buyurdular ki: "Kendisini fazla medheden kimse, başkasını da aynı derecede kötüler. Başkasını fazla kötüleyen, kendisini fazla medheder."
Meşhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin bir günâh işledikten sonra tekrar günah işlemesi, ilk günâhın cezâsıdır. Bir sevap işledikten sonra tekrar sevab işlemek de, birinci sevabın karşılığı, mükâfâtıdır."
Tâbiîn devrinin büyük hadîs, kırâat, fıkıh imâmlarından ve velî A´meş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Halkın işi gücü fesâd olunca, şerliler başlarına geçer."
Tâbiînin meşhurlarından olan Amr bin Meymûn Evdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Nelere dikkat edelim?" diye sorulduğunda;" Buyurdu ki: Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil: Ölümden önce hayâtını, meşgaleden önce boş vaktini, fakirliğinden önce zenginliğini, ihtiyarlığın gelmeden önce gençliğini, hastalığından önce sıhhatini." hadîs-i şerîfini rivâyet etti.
Mâverâünnehir böldesinde yetişen velîlerin büyüklerinden Aziz Ne- sefî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Her kim şunlara uyarsa kâ- mil bir müslüman olur: 1) Helal lokma, 2) Doğru söz, 3) Doğru iş, 4) Evliyânın sohbetinde bulunmak, 5) ALLAHü teâlânın varlığını birliğini tasdik etmek, 6) ALLAHü teâlâya karşı kulluk vazîfelerini yerine getirmek, 7) Kimseye eziyet vermemek, 8 Herkese rahatlık vermek, 9) İlim öğrenmek."
"Hakîkat ehlinin alâmeti şunlardır: 1) ALLAHü teâlânın rızâsına kavuşmuşlardır. 2) İnsanlarla sulh üzeredirler. Kimseye düşmanlık etmezler. İnsanları severler. " 3) Halka şefkat üzeredirler. Şefkatin aslı halka nasîhat etmek, onlara doğru yolu göstermektir. 4) Halka karşı tevâzu ve e- deb gösterirler. 5) Tevekkül sâhibidirler. Sabır ve tahammülleri fazladır. 6) Tamâı, nefsin arzu ve isteklerini terketmiş, kanâat sâhibidirler. 7) Al- lahü teâlânın verdiğine şükrederler. 8 İnsanlara rahatlık ve ferahlık verirler."
Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyuruyor ki: "Siz havada uçan birisini gördüğünüz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerâmet sâhibi birisi olduğuna hüküm vermeyin. Hatâ edebilirsiniz. O kimsenin hakîkaten fazîlet ve kerâmet sâhibi olduğunu anlamak için, İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sâhibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâmet sâhibidir, demek mümkün olmaz."
Yine buyuruyor ki: "Şu on şey beden üzerine farzdır: 1) Farzları noksansız yerine getirmek, 2) Haram kılınan şeylerden kaçınmak, 3) ALLAH için mütevâzî olmak, 4) Müslüman kardeşlerine eziyet etmekten sakınmak, 5) İyi ve kötü herkes için hayır isteyen olmak, 6) ALLAHü teâlânın mağfiretini arzulamak, 7) Her işte ve her hâlükârda ALLAH rızâsını gözetmek, 8Öfkeyi, gurur ve taşkınlığı, zulüm ve haksızlığı, üzücü ölçüde mücâdeleyi terketmek, 9) Kendi kendine nasîhatçı olmak, nefsi terbiyeye çalışmak, 10) Ölüme bilerek hazırlanmak."
Şu on şey bedeni korur: 1) Gözleri haramdan ve lüzumsuz şeylerden korumak, 2) Dili zikre alıştırmak ve bunu îtiyâd hâline getirmek, 3) Nefis muhâsebesi yapmak, günlük hayâtı bu ölçü içinde sürdürmek, 4) İlim öğrenmek ve öğrenilen ilmi faydalı olacak şekilde kullanmak, 5) Edeb ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhâfaza etmek, 6) Bedeni, dünyânın faydasız işlerinden kurtarıp, dünyâ ve âhiret için faydalı işlerde kullanmak, 7) İnsanlarla haşır-neşir olmamak, kalbi geliştirmek, düşünceyi berraklaştırmak, zekâyı işletmek için uzlete çekilmek, 8 Nefis ile kıyasıya mücâdele etmek, 9) Çokça ibâdet etmek, 10) Peygamber efendimizin sünnetine uymak.
Şu on şey bedenin şerefidir: 1) Tevâzu içinde yumuşak huyluluk, 2) Hayâ ve edep, 3) İlim, 4) Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak, gönül rahatlığı içerisinde ibâdetleri hatâsız yapmaya çalışmak, dünyâ şatafatına değer vermemek, 5) Her işte, atılan her adımda ALLAHü teâlâdan korkmak, 6) Güzel ahlâk, 7) Başa gelen belâ ve musîbetleri yüklenmek, sabrı dayanak yapmak, 8Halk ile iyi geçinme yollarını, idâre etmek çârelerini bilip yürütmek, 9) Öfkeye mâni olmak, 10) Dilenmeyi terketmek.
Şu on şey insanın maddî ve mânevî yapısını tahrib eder: 1) Dînine önem vermeyen kimseyle arkadaşlık etmek, 2) Hayırlı ve yararlı kişilerden ayrılmak, onlarla dostluk kurmamak, 3) Nefsin isteklerine boyun eğip onun peşine takılmak, 4) İslâmiyetten uzaklaşmak, 5) Dinden olmayan şeyleri din adına uydurup dîne sokan kimselerle oturup kalkmak, 6) Dün- yâ ve âhiret için yararlı olmayan şeylerle uğraşmak ve bu tür şeyleri ar- zulamak, 7) Halkı kötü zan altında tutmak, 8Üstünlük taslamak, 9) Dünyâlıktan yana üzüntüye kapılmak, 10) Âhireti düşünmemek.
On şey insan varlığını öldürür: 1) Terbiye azlığı, 2) Cehâlet çokluğu, 3) Halktan nîmet beklemek, 4) Şehvet azgınlığı, nefis kudurganlığı, 5) Baş olma sevdası, 6) Dünyâya lüzumundan fazla meyletmek, 7) ALLAHü teâlâ katında nefis ile dostluk kurmak, 8Çok yemek, 9) Çok uyumak, 10) Kalabalığa uymak.
On şey insanı aşağılık yapar: 1) Öfke ve hiddet, 2) Kin ve nefret, 3) Büyüklenme, 4) Zulüm ve haksızlık, 5) İnat yollu mücâdele, 6) Cimrilik, 7) Başkasına ezâ ve cefâ etmek, 8 Mümin kardeşine saygısızlık, 9) Kötü huy ve fenâ ahlâk, 10) İnsaf ölçülerini aşmak.
Irâk´ta yetişen evliyâdan Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kendisinden daha aşağı derecede olan birinin nasîhatini kabûllenmek, yüksek derecelerden birine sâhib olmaya işârettir."
Mısır velîlerinden Bennân el-Hammâl (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Başkalarının zarar görmesine sevinen kişi, kurtuluşa kavuşamaz."
"ALLAHü teâlâyı tevhîd edersen, husûsî ihsâna kavuşursun. Eğer doğ- ru yolda olursan, seçilmişlerden olursun. Eğer doğruyla yanlışı karıştırır- san cefâ çekersin.
"ALLAHü teâlâdan uzaklaşan kimse, bâtıl yollara sapar."
"Kötülüklerden sakınan cesâretli, hâin ise korkak olur. Kötülük yapan, kendini yalnız hisseder."
Peygamber efendimizin arkadaşlarının yetiştirdiği âlim ve velîlerden Bilâl bin Sa´d (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir insan kendisinin medhi yapıldığı zaman, bu medh ve öğmeler kendisine iyi gelmiyorsa ne iyi... Ama bunları duyunca seviniyorsa zarardadır."
Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Nâfileler farzların terk edilmesine sebeb olduğu zaman, nâfileleri terk ediniz. İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, çirkini de çirkin olarak kabul etmez. İhtilâf ve ayrılıkla birlikte îtilâf ve birleşme olmaz.
Biz nîmetler yüzünden değil, nîmetlere karşı az şükrettiğimizden bu hâle geldik. Nitekim biz amelimizin azlığından değil de amelde sıdk ve ihlâsımızın olmayışından bu hâle geldik. Yine bizim uğradığımız musîbetler, günâhlarımızın çokluğundan değil, hayâmızın azlığındandır, istiğ- fârımızın azlığından değil, vefâmızın azlığından ve süratle günâhlara dü- şüşümüzdendir. Eğer biz derhâl günahlarımızın cezâsını görmüş olsaydık bütün günâhları bırakırdık.
Ey kardeş! Bunu bil ve içini dünyâ sevgisi ve şehvetinden temizle. Al- lahü teâlâyı çok zikret. Kalbini iyice temizlediğin zaman, ALLAHü teâlâ seni hikmetle konuşturur ve sen zamânın bir hakîmi olursun. Fakat dünyâ sevgisi ve şehveti ile birlikte hikmet sâhibi olamazsın."
Talebelerine ve sevenlerine verdiği muhtelif vâz ve nasîhatler sırasında buyurdukları ise şunlardır:
"İnsanlar arasında tanınmak isteyen, âhiretin tadını alamaz."
"Şöhreti seven kimse, ALLAH´tan korkmaz."
"Övülmekten hoşlanmak kadar ahmaklık düşünülemez."
"Dünyâ ve âhirette elem ve kederlerden kurtumak istiyenler, kötü ahlâk sâhipleriyle görüşmemelidir."
"Hüzün pâdişâhtır. Bir yere yerleşince oraya başka bir şeyin yerleşmesine râzı olmaz."
"Ben, Muâfâ bin İmrân´dan işittim. O da Süfyân-ı Sevrî´den şöyle dediğini işitmiş; insanları memnun etmek, ulaşılamayan gâyedir."
Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Bir kimse, kusûr, günah işlediği zaman utanmıyorsa, yaşlandığı zaman pişmanlık duyup kötü işlerinden vaz- geçmezse ve tenhâ bir yerde olduğu zaman ALLAHü teâlâdan korkmazsa, onda hayır yoktur."
İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinin, rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden birisi şudur: Peygamber efendimiz buyurdular ki: "ALLAHü teâlânın hidâyete kavuşturduğunu kimse saptıramaz. ALLAHü teâlânın hidâyet vermediğini, kimse hidâyete erdiremez. Sözlerin en iyisi, ALLAHü teâlânın kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid´atlerin hepsi, dalâlettir, sapıklıktır."
Yine buyurdular ki: "İyilik üç şeyle tamam olur:
1. O iyiliği yapmakta acele etmek.
2. Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek, dâimâ küçük görmek.
3. İyiliği yaparken, gizlice yapmak."
"Üç şey vardır ki, müslümanları çok aziz, şerefli eder:
1. Kendisine zulüm edeni affetmek.
2. Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak.
3. Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak."
Evliyânın meşhurlarından Ebû Abdullah Seczî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İlmini, din bilgisini doğru ve sağlam öğrenmeyenin işi, ameli doğru ve sağlam olmaz. Ameli doğru olmayanın bedeni saf ve temiz olmaz ve kalbi temizlenmez. Kalbi temiz olmayanın da niyeti temiz, doğru olmaz."
Evliyânın büyüklerinden Ebû Ahmed el-Kalânisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bizim yolumuzun esâsı üçtür: İnsanlardan bir şey istememek, üzerimizde hakkı olanların haklarını yerine getirmek, kendimizi kimseden üstün görmemek."
Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Cürcânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bedbaht kişi, unutulmuş günahlarını açığa vuran kimsedir."
"Kişinin saâdetinin ve ibâdetlerin ona kolay gelmesinin alâmeti, bütün işlerinde sünnete uymak, sâlihlerle sohbet etmek, dostlarına karşı güzel ahlâklı olmak, ilâhî mârifet ve insanlara muhabbet ile bezenmek ve vakitlerini değerlendirmektir."
Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında şöyle buyurdular: "İnsanlara felâket şu üç yoldan gelir. Hasta tabiat ve mîzac, alışkanlıklara sıkı bağlılık ve kötü arkadaşlık."
"Hasta tabiatla neyi kasdediyorsun?" diye sorulunca; "Haram yemeyi kasdediyorum." buyurdu.
"Alışkanlıklara sıkı bağlılık ile neyi kasdediyorsun?" diye sorulunca da; "Harama bakmayı ve gıybet dinlemeyi kasdediyorum." buyurdu.
"İnsana felâket getiren kötü arkadaşlıktan maksad nedir?" diye sorulunca da; "Nefiste şehvet coşunca ona uymayı, yâni nefisle dostluk yapmayı." diye cevap verdi."
Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "ALLAHü teâlâyı tanıyan kimse O´ndan ümîdini kesmez ve hep O´na ilticâ edip, sığınır. O´nu unutan kimse de, mahlûklara ilticâ eder. Nefsinin kötülüklerini tanıyan kimse, hiçbir amelini beğenmez, güzel ve kusursuz bilmez. Hep kendini kusurlu bilir. Mümin bilerek hatâ yapmaz. Gaflet ile bir hatâ yaparsa, hemen hatâsını düşünüp üzülür ve derhal tövbe istigfâr eder."
Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr bin Sa´dân (rahmetullahi teâlâ aleyh) her hâlinde ALLAHü teâlâya ümid bağlamış ve O´na tevekkül etmiş kimselerdendi. Vâz-ü nasîhatlarında dâimâ sabır ve ümidi, yâni ALLAHü teâlâdan beklemeyi tavsiye ederdi. Buyurdu ki: "ALLAHü teâlâdan ümid ettiği şeyler üzerine sabreden, O´nun fadl ve ihsânından ümid kesmez. Kim bir şeyi kulağı ile dinlerse, o dinlediğini başkalarına anlatır. Kim kalbi ile dinlerse, onu anlar ve kabûl eder. Kim işitip, öğrendiği ile amel eder- se, hidâyet bulur ve başkalarının hidâyete kavuşmasına sebep olur."
Dünyâda, ALLAHü teâlâdan başka herşeyi maksad ve arzu etmekten uzaklaşmış olan Ebû Bekr bin Ebî Sa´dân, herkese de ALLAHü teâlâdan başka her şeyden uzaklaşmayı tavsiye ederdi. Buyurdu ki: "Nefsden gelen arzu ve maksadları bırakmak, ALLAHü teâlâya kavuşmağa sebeptir."
Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Seni ALLAH´a yaklaştıran şey, ihtiyacını O´ndan istemendir. Halka sevdiren şey de onlardan bir şey istememendir."
"Sabahleyin insanlara bakar; kimin helâl, kimin haram yediğini bilirim: Kim kalkar kalkmaz, boş lâf ve sövüp saymakla dilini açarsa, o haram yemiştir. Kim ki, dilini ALLAHü teâlânın zikri ve kelime-i tevhidle açar ve istiğfârla meşgûl ederse, o kişinin helâl yediğini bilirim."
Yine buyurdu ki: "Akıllılara tâbi ol, dünyâya düşkün olmayanlarla güzel geçin, câhillere karşı da sabırlı ol!" Dâimâ seninle olması gereken beş şey vardır. Bunlar, ALLAH, nefis, şeytan, dünyâ ve halktır. Eğer bunla- ra karşı şu beş şeyi tatbikte muvaffak olursan saâdete erersin. ALLAHü teâlânın emirlerine itâat edip, yaptığı her şeyi beğenip râzı olmak, nefse muhalif olup, şeytana düşman olmak, dünyâdan sakınmak, halka karşı da şefkatle muâmele etmek lâzımdır."
"Halktan uzak durmadıkça Hak´la berâberliği düşünme, dünyâ ile meşgûl olduğun müddetçe tefekkürü düşünme, gönlünü makam ve mev- ki düşüncesinden temizlemedikçe de ilhâm ve hikmeti düşünme. Çünkü bunlar birbirinin bulunduğu yerde bulunmazlar."
Büyük velîlerden Ebû Câfer bin Sinan (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kişinin güzelliği sözlerinin güzelliğinden, kişinin kemâli de işlerinin doğruluğundandır."
"ALLAHü teâlâdan başka her şeyden yüz çeviren kimsenin, bu hâlinde doğru olmasının alâmeti; dünyâ ve başka şeylerin kendisini hiç meşgul etmemesidir."
"Bildiği bir şeyi, nefsinden bilip onu beğenen kimse, ALLAHü teâlânın beğenmediği bir şeyi sevmiş demektir."
"Israr ile devâm edilen küçük bir günah, pişman olunmuş, tövbe edilmiş büyük bir günahtan daha büyüktür. İhlâs ile yapılan az bir iyilik de, gösteriş için, kendini beğenerek, kibirle yapılan çok iyilikten daha çoktur."
Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde; "Zamânın fesâda varmasına şu üç topluluğun hareketi sebeb oldu: 1. İrfân sâhibi olduklarını iddiâ edenlerin günah işlemesi. 2. Muhabbet ehli olduklarını söyleyenlerin hıyâneti. 3. ALLAH yolunda olduklarını söyleyenlerin yalanı." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Üzerinde dâimâ ALLAHü teâlânın lütfunu gören kimsenin mahvolmayacağı ümid edilir."
"İbâdet ve amel sâhibi için en fazîletli şey, ALLAHü teâlânın huzûrundaki murâkabe hâlidir."
"ALLAHü teâlâya güvenip kendini zengin bilmek ne hoştur. Bir nâmerde dayanıp kendini zengin bilmek ise ne fenâdır."
"Kulluk, kulun zînetidir. Kulluğu terkeden süsten mahrûm kalır."
"Zehir ölümün habercisi olduğu gibi, günahlar da küfrün habercisidir."
Tâbiînin meşhurlarından ve büyük velî, fıkıh âlimi Ebû İdrîs Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir mescidde toplanmış insanlar arasında yanan bir ateş görmek, orada âlim olmıyan birinin anlatmasını görmekten daha iyidir.
Büyük velî ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rah- metullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında buyurdular ki: "İlim ganîmettir. Sükût kurtuluştur. Halktan bir şey ummamak rahatlıktır. Zühd, dünyâya düşkün olmamak âfiyettir. Bir göz açıp kapayacak kadar ALLAHü teâlâyı unutmak, O´nun verdiği emânete hıyânettir."
"Almayı, vermekten daha tatlı gören, hal sâhibi olamaz."
"Fakirliğin kendine has bir nûru vardır ve onu gizlediği müddetçe durur. Açığa vurunca, kaybolup gider."
"ALLAHü teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmakla huzur bulmak, Cennet´tir. Bu halden yüz çevirmek ateştir. ALLAHü teâlâya yakınlık, lezzettir. O´ndan ayrılmak, O´na karşı yabancılık, ölümdür."
Yine buyurdular ki: "Hatâsı olan kimsenin, bu hatâsını üzülerek, kalbinin kırık, boynunun bükük olması, itâatkâr kimsenin, itâatına güvenerek kendini kıymetli sanmasından, kırıcı hareket etmesinden hayırlıdır."
"Bir kimse halkı doğru yola dâvet ettiği halde, kendisi bu yolda değilse, halkı fitneye düşürür."
"Normal insanların bozulmasının alâmeti, âmirlerinin kendilerine zul- metmesiyle meydana çıkar. Büyük zâtların, ileri gelen âlimlerin bozulma- sının alâmeti de, dinde çeşitli karışıklıkların ve fitnelerin ortaya çıkması- dır."
"Sâlihlerin hizmetinde bulunan kimse yükselir. ALLAHü teâlânın, kendisini, sâlihlere hürmet etmekten mahrûm ettiği kimse, insanlardan gelen sıkıntılara mübtelâ olur."
"Yaratılmış olan bir şeye, şehvet arzusu ile bakan kimse, o şeyden ibret alamaz ve o şeyden faydalanamaz."
Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Reddedilmemek için ALLAHü teâlâya itâate devâm etmek, saâdetin; tövbesinin kabûl olunacağını umarak, tövbe etme ümidiyle isyânda ısrar ve günaha devâm etmek, şekâvetin alâmetidir."
"Üç şey düşmanlığa sebeb olur: Mala tamahkârlık, insanların ikrâmlarına düşkünlük göstermek, insanların göstereceği îtibâra önem vermek!"
"Korku, ALLAHü teâlânın adâletinden; ümid ise lütfundandır."
Yine buyurdular ki: "Dünyâyı sevmek, ALLAH sevgisini kalpten götürür. ALLAHü teâlâdan başkasından korkmak, ALLAH korkusunu kalpten çıkarır; ALLAH´tan başkasından istemek, ALLAHü teâlâya olan ümidi kalpten uzaklaştırır."
Zenginlerle sohbet ederken azîz, fakirlerle sohbet ederken alçak gönüllü ol. Zenginlere karşı izzetli davranman tevâzu, fakirlere karşı alçak gönüllü olman şereftir."
Büyük velîlerden Ebû Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Başkalarının halleriyle meşgul olan, kendi hâlini kaybeder."
"Her şey zıddı ile bilinir. Bir şeyin zıddı bilinmezse, o şeyi tanımak mümkün değildir. İhlâs sâhipleri de, ihlâsın zıddı olan riyâyı tanıyıp onu terkettikten sonra ihlâsı bilebilirler."
Horasan bölgesinin büyük velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Türâb-ı Nahşebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Şu dört şeyi dört yerde sarf edersen Cennet´i kazanırsın: Uykuyu kabirde, rahatı sırat köprüsünde, iftiharı ve öğünmeyi mîzânda, nefsin arzularını Cen- net´te."
Tasavvuf büyüklerinden Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanın kazançlı olmasının esâsı, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve nefsin arzu ve isteklerini terketmektir."
Endülüste´te ve Mısır´da yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü´l-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin üstünlüğünü, Ebü´l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri bildirerek buyurdular ki: "Aralarında şu dört kimseden biri bulunan bir topluluk helâk olmaz: İmâm, velî, sıddîk ve üstâd. Ebü´l-Abbâs-ı Mürsî, imâmdır."
Irak velîlerinin büyüklerinden Ebü´l-Hasan Cûsukî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) buyurdular ki: "Sabır şecâat, yalan âcizlik, doğruluk kuvvettir."
Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısı olan Ebü´l-Hasan-ı Harkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nîmetlerin en iyisi, çalışarak kazanılanıdır. Arkadaşların en iyisi, ALLAHü teâlâyı hatırlatandır. Kalblerin en nurlusu, içinde mal sevgisi olmayandır."
"Dünyâda, âlimler ve âbidler (ibâdet eden) çoktur. Ama, akşam ve sabah cenâb-ı Hakkın rızâsı üzere bulunmak mühimdir."
"Kalblerin en nurlusu, içinde ALLAHü teâlânın sevgisinden başka bir şey bulunmayandır. Amellerin en iyisi, riyâdan uzak olan, yâni ihlâs üzere olanıdır."
"Siz ALLAHü teâlâdan konuşurken, başka şeyden bahsedenle arkadaşlık etmeyiniz."
"Cennet´te Tûbâ ağacının altında, ALLAHü teâlâdan bîhaber olarak bulunmaktansa, dünyâda bir diken ağacının altında, dâimâ O´nu hatırlamayı daha çok arzu ederim."
"Resûlullah efendimizin vârisi; O´nun işlerine uyan ve şerîatine tâbi olandır."
"Ömrüme bakınca, yetmiş üç yıllık ibâdetlerimin hepsini, bir saatlik kadar kısa, günahlara bakınca da, Nûh aleyhisselâmın ömrü kadar uzun gördüm."
"Dünyâ, peşinden koştuğun sürede senin pâdişâhındır. Ondan yüz çevirince, sen ona sultan olursun."
"ALLAHü teâlâ, nasıl senden vaktinden evvel namaz kılmanı istemiyorsa, sen de O´ndan, vaktinden önce rızık isteme."
"Ulemâ; "Biz Peygamberin vârisiyiz." diyor. Fakat Peygamberimizin vârisleri arasında biz de varız. Çünkü O´nda olan şeylerin bâzısı bizde de var. Resûlullah efendimiz fakirliği seçmişti. Biz de fakirliği tercih etmiş bulunuyoruz. O cömertti. Güzel bir ahlâkı vardı. Hâinlik bilmezdi. Basîret sâhibiydi. Halkın rehberiydi. Aç gözlü ve hırs sâhibi değildi. Hayır ve şerri ALLAHü teâlâdan bilirdi. Tabiatında yalan ve kandırma diye bir şey yoktu. Zamânın esiri değildi. İnsanların korktuğu şeyden korkmazdı. İnsanların güvendiği şeye güvenmezdi. Hiç gururlanmazdı. İşte bunlar evliyânın sıfatlarıdır. Resûlullah efendimiz, ucu bucağı bulunmayan bir umman idi. Eğer o ummandan bir damla ortaya çıksaydı, bütün âlem ve mahlûkât şaşırır kalırdı. Sûfîlerin kervanı; ALLAHü teâlâ, Resûlullah ve Eshâb-ı kirâm sevgisinden ibârettir. Bu kervanda bulunan ve ruhları bunların ruhlarıyla kaynaşan kimseye ne mutlu."
"Yol ikidir: Biri hidâyet, öbürü dalâlet, sapıklık yoludur. Kuldan ALLAHü teâlâya giden yol dalâlet yoludur. ALLAHü teâlâdan kula gelen yol ise hidâyet yoludur. Şimdi her kim hidâyete erdim derse, o, hidâyete ermemiştir. Her kim beni hidâyete erdirdiler derse, o, hidâyete ermiştir."
"ALLAHü teâlânın karşısında şu üç şeyi muhâfaza etmek zordur: Hak ile iken sırrı, halk ile iken dili, amel (iş, ibâdet) yaparken temizliği."
"Yakınların yakını, bizim maksadımız olanın yanında uzak kalır. Ey kardeşim, suya daha yakın olan daha çok batar; ateşe daha yakın olan, daha çok yanar.
"Ne zaman ALLAHü teâlânın varlığına nazar etsem, kendi yokluğumu görürüm, ne zaman kendi varlığıma nazar etsem, ALLAHü teâlânın varlığını görürüm."
"Şu iki kişinin çıkardıkları fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyâ hırsına sâhip âlim ve ilimden yoksun sûfî."
"Şâyet bir mümini ziyâret edersen, hâsıl olan sevâbı, yüz adet kabûl edilmiş hac sevâbı ile değiştirmemen lâzımdır. Çünkü bir mümini ziyâret için verilen sevap, fakirlere verilen yüz bin altın sadakanın sevâbından daha fazladır. Bir mümin kardeşinizi ziyârete gittiğinizde, ALLAHü teâlânın rahmetine kavuştuk diye îtikâd edin."
"İlimden en fazla nasîb alan, onunla amel edendir. En fazîletli amel ise, üzerine farz olandır."
"Dilini, ALLAHü teâlâdan başkası hakkında konuşmamak için mühürle! Kalbini, ALLAHü teâlâdan başkasını düşünmemek için mühürle! İhlâssız bir iş yapmaman ve helâl olmayan bir şeyi yememen için de, davranışlarına, dudaklarına ve dişlerine aynı şekilde mühür vur!"
"Bir mümin kardeşini sabahtan akşama kadar incitmeyen kimse, o gün akşama kadar Peygamber efendimizle yaşamış olur. Eğer bir mümin kardeşini incitirse, ALLAHü teâlâ onun o günkü ibâdetini kabûl etmez."
"ALLAHü teâlâ kuluna, îmândan sonra temiz yürek ve doğru dilden daha büyük hiçbir şey ihsân etmemiştir."
"Çok ağlayınız, az gülünüz; çok susunuz, az konuşunuz. Çok veriniz, az yiyiniz; çok uyanık olunuz, az uyuyunuz."
"İnsanoğlu, şu üç şeyle sürekli olarak tâatı yaparsa, sorgusuz suâlsiz Cennet´e gidebilir: Kalb, nefs ve dil."
Kuzey Afrika´da yetişen büyük velîlerden Ebü´l-Hasan-ı Şâzilî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Şu üç şey bir insanda mevcut olursa, ona ilmin aslâ bir faydası olmaz: 1) Dünyânın faydasız şeylerine aşırı bağlılık. 2) Âhireti hatırdan çıkarmak. 3) Fakir olmaktan korkmak."
Yine buyurdu ki: "İki iyilik vardır ki, onlar bulunduğu sürece, çok da olsa kötülüklerin zarârı dokunmaz. Biri cenâb-ı Hakk´ın kazâ ve kaderine râzı olmak, diğeri ALLAHü teâlânın kullarına iyi muâmele etmek."
Hindistan´ın büyük velîlerinden Ebü´l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bedenin sıhhati şu üç şeye bağlıdır: İyi gıdâ, vücutta bozuk zararlı bir madde bulunmaması ve zararlı şeylerden uzak durmak. Kalbin sıhhati ise şunlara bağlıdır: 1) Sâlih amel; kalbin ve rûhun gıdâsıdır. 2) Kin, kibir gibi kötü ahlâktan sakınmak; bunlar bedende- ki bozuk maddeler gibidir.3) Günahlardan sakınmak."
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sevdiklerine şu hikmetli sözleri söyledi: "Azarlaması çok olanın arkadaşı az olur. Kim fâcir, zâlim kimseye yardım ederse, onu günahlara karşı kamçılamış olur. Kim alçak kişiden meded umarsa, kendisine ihânet etmiş olur. Kim ilmiyle âmil olmayandan ilim öğrenmek isterse, câhilliğini arttırmış olur. Kim ahmak adama ilim öğretmeye çalışırsa, şüphesiz ömrünü faydasız bir şeyle geçirmiş olur. Kim nanköre iyilik ederse, nîmeti zâyi etmiş olur." buyurdu.
Fudayl bin İyâd hazretlerinin yanında birisinden sitâyişle bahsettiler; "O zât ağzına helva koymaz." dediler. Bunun üzerine Fudayl hazretleri; "Helva yemeyi bırakmak bir mürüvvet mi sanki? Siz onun akrabâsını gözetip gözetmediğine, öfkesini yenip yenmediğine, komşularına, dul kalmış kadınlara ve yetimlere karşı nasıl davrandığına bakınız. Din kardeşleri ile arkadaşlarına karşı huy ve edebi nedir? İşte hükmünüzü verirken asıl bunlara dikkat edin." buyurdu.
Fıkıh, hadîs ve tasavvuf âlimlerinden Hamdûn-ı Kassâr (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kendinde bulunduğu zaman gizli kalma- sını istediğin bir şeyi, başka birinde görürsen ifşâ etme."
Yine buyurdular ki: "Söz öyle olmalı ki, tekrar etmeye lüzum kalmamalı, tesirini hemen göstermelidir."
"Dostlar arasındaki ülfetin, yakınlığın kalkması, dünyâ sevgisindendir."
Muînüddîn-i Çeştî?nin talebelerinden Hamîdüddîn Nâgûrî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyuruyor ki: Yüzünü yüce makâma çevirenler, ALLAHü teâlâya yönelenler üç sınıftır. Fâtır sûresi 32. âyetinde meâlen; "Kulları- mızdan seçtiklerimizin kimi nefislerine zulmedicidir, kimi kötülüğü ve iyili-ği müsâvî gidendir, kimi de ALLAH´ın izniyle iyiliklerde ileri geçenlerdir." buyruldu. Yâni özürlüler, şükürlüler ve fânîler. Özürlüler, hastalar, ALLAH´a îmân ve tevhîdi ikrâr ettikten sonra, huzûra hâzır olarak gelmemiş, gel- mişse geç ve yavaş gelmişlerdir. Acele edin hitâbından gâfillerdir. Şü- kürlüler, îmân ve ikrârla berâber gelmişlerdir. Fânîler, "Ben sizin Rabbi- niz değil miyim?" hitâbını hatırında tutup, cevâbında; "Evet dediler." Hita- bını unutmayanlardır. Bu âlemde dâvetten önce ezelî hitâb hükmüne, Hakkın cevâbına icâbet etmiş, başlangıçta nihâyetteki sırlara tâlib ol- muşlardır. Bunlardan çokları, gizli gitmişlerdir. Kimse onların nâmını ve nişânını bilmemiştir. Birkaç kişi bilmişlerse, Resûl-i ekrem efendimizin bildirmesi ile bilmişlerdir. Yoksa onların nâmını ve nişânını kimse bile- mezdi. Bilinenlerden biri Emîr-ül-müminîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk´tır. Biri, Emîr-ül-müminîn Ali Mürtezâ´dır ki, bâliğ olmadan önce dâveti ka- bûle elverişliydi. Biri de Üveys-i Karnî idi. Eğer Resûl-i ekrem bildirme- seydi, onun ismi hiçbir kitapta bulunmaz, nişânı hiçbir deftere yazıl- mazdı. Biri de Selmân-ı Fârisî´dir.
Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Gayretini, başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nefsini ıslâh etmek için harca."
"ALLAHü teâlânın senin için murâd ettiğine, dilediğine râzı ol. Abdullah bin Mes´ûd şöyle buyurur: ALLAHü teâlânın senin hakkında yaptığı taksimine râzı ol. Böylece, insanların en zengini olursun. ALLAHü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzaklaş, onları yapma. Böylece, günahlardan en çok sakınan bir kimse olursun. ALLAHü teâlânın emirlerini yerine getir. İnsanların en âbidi olursun. Hâlini ALLAHü teâlâya arz et. Sâdece O´ndan yardım iste. Hâlini insanlara şikâyet etme."
Yine buyurdular ki: "İlim sâhipleri, ALLAHü teâlâdan daha çok korkar. Zühd, insanın kalbini dünyâ sıkıntılarından uzak tutar. ALLAHü teâlânın yüceliğini ve büyüklüğünü tanımak, tövbe etmeyi temin eder."
Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "ALLAHü teâlâya ve kullarına kar- şı edepli olmayan kimsenin ilmine îtibâr edilmez. Belâ ve musîbetlere, insanlardan gelen sıkıntılara günahlardan sakınıp, farzları yerine getir- meyenin dindarlığı mûteber değildir. Haramlardan ve şüphelilerden sa- kınmayanın ALLAHü teâlâ katında bir mertebesi ve yakınlığı yoktur."
Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ey kul! ALLAHü teâlâya isyân ettikleri için insanlara buğzet- tiğin halde, kendin ALLAHü teâlâya isyân edince, kendi nefsine buğzetme- yişin sende insâfın olmayışındandır."