- Okumanın Manası

Adsense kodları


Okumanın Manası

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Rüveyha
Fri 10 October 2014, 05:56 pm GMT +0200
Okumanın Manası

Ahmet Nafiz Yaşar | Mart 2013 | AYIN KONUSU   

    İslâm’ın ilk emrinin, ilk inen ayetin “İkra’: Oku!” olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bu emrin ilk muhatabı olan Allah Rasulü s.a.v. ümmî, yani okuma yazma bilmeyen bir peygamberdi. Bu ilahi emirle birlikte kendisine yazılı bir metin de sunulmamıştı. O halde okumanın bildiğimizin dışında başka manaları da olmalı.

    Hakikat şu ki, okumanın mana derinliğini keşfetmeden ne “Oku!”emrini anlayabiliriz ne de dağlar gibi kitap devirsek de cehaletten kurtulabiliriz.


İslam’ın ilk emri ‘oku’ olmuştur.” sözünü duymayanımız yoktur herhalde. Bazıları, yeteri kadar okumadığımızdan yakınırken laf dokundurmak için kullanır bu sözü. Bazıları ise okumaya teşvik maksadıyla… Her öğretim yılı başında cuma hutbelerinde bu cümle mutlaka sarf edilir. Dindar kesimler gazete, dergi, kitap gibi basılı yayınlarını genellikle “oku” emrini hatırlatarak sürerler piyasaya. Dinle diyanetle arası pek hoş olmayanların bile, mesela okur-yazarlık kurslarına rağbet gösterilmesi, kız çocuklarının okula gönderilmesi için bu söze sarıldıkları vakidir.

Doğru, İslâm’ın ilk emri “Oku!” olmuştur. Efendimiz s.a.v.’e Cebrail a.s. vasıtasıyla gelen ilk vahiy Alak suresinin baştaki beş ayetidir ve bilindiği üzere bu sure “İkra’: Oku!” emriyle başlar. Buna rağmen okumadığımız yahut çok az okuduğumuz da doğrudur. Fakat galiba bizim için az okumaktan daha vahim olan husus, “Oku!” emriyle Allah Tealâ’nın neyi murat ettiğini hesaba katmayışımızdır.


Bir okuma problemimiz var ama

Millet olarak az okuduğumuzdan dem vuranlar belirgin bir hayranlıkla Batı toplumlarını örnek gösterirler bu konuda. Onların basılı yayınlarının tirajını, kişi başına düşen kitap, gazete sayısını bizimkilerle kıyaslayıp aradaki büyük farka esefle dikkat çeker, oralarda her yerde ve her fırsatta bir şeyler okunduğuna dair sahneler aktarırlar.

Bu yaklaşıma göre bizim “okuma problemimiz” nitelikle değil nicelikle, yani işin miktar kısmıyla ilgilidir. Okur-yazarların sayısı arttıkça bu problem de çözülmüş olacaktır.

Bu yaklaşım okumanın mahiyeti, metodu ve maksadı üzerinde durmamakta, adeta “okumuş olmak için okuyalım” gibi saçma bir anlayışı savunmaktadır. Oysa yapılan her iş gibi okuma eylemi de hem ferde hem topluma bir “hayır” veya “fayda” sağlasın diye gerçekleştirilir. Hayır veya fayda ise tek tek kişilerin kendi akıl ve hevalarına göre belirleyeceği, şartlara göre tarifini değiştireceği kavramlar değildir; vahiyle tespit edilir. Bu demektir ki başkaları nasıl yaparsa yapsın, müslüman, her davranışında olduğu gibi okumadaki niyet ve metodunu da vahiy çerçevesinde kalarak belirlemek zorundadır. Esas itibariyle bizim okuma problemimiz, okuyan sayısının azlığından ziyade, bu vahiy çerçevesini gözetip gözetmemekle ilgilidir.


Ayetin devamını okumayınca



Şüphesiz az okumak da bir eksiklik. Fakat yine vahiy çizgisini ihmalden kaynaklanan bu eksikliğimizin göstergesi, modernleşmiş toplumların istatistiklerini esas alan kıyaslamalar değildir. Bütün bunları ideal örnekler diye Batı’dan devşirip onların doğru yaptığına dair peşin bir kabulü sorgulamadan benzer bir tutumu takınmaya çalışıyor olmamız, gerçekten okumadığımızı, az okuduğumuzu gösteriyor. Kaldı ki az okumak her zaman sayı yetersizliğini ifade etmez. Bazen bütünün ihmal edilmesi, yarım bırakılması da az okumaktır. Nitekim farkında mısınız, büyük çoğunluk, İslâm’ın ilk emrinin “oku” olduğunu söylerken bu emrin başında yer aldığı ayetin devamını okumuyor. Halbuki Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber s.a.v.’in şahsında sadece “Oku!” diye emretmiyor bize. “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” buyuruyor.

Bu sebepledir ki “Rabbimizin adıyla” yahut “Rabbimiz adına” okumayınca, okuyanların veya okunanların sayısındaki artış bir hayır ve fayda sağlamıyor. Bizim okuma hususunda halletmemiz gereken öncelikli meselemiz bu. Zira Tanzimat’tan beri Batılılar gibi okuyanların bu milleti aydınlatacağım diye yaktığı meşalelerle maneviyat dünyamızda çıkardığı yangınların dumanı hâlâ tütüyor. Samimi bile olsalar, böylelerinin yağlı bir çıra gibi verdiği cılız ışık, kalplerde bıraktığı is karasına değmedi.


Kelamî ve kevnî ayetleri okumak


Kur’an-ı Kerim’deki “oku” emri, “Her ne olursa olsun okuyun!” manasına gelmez. Bu emrin ilk muhatabı ümmî, yani okuma yazma bilmeyen bir peygamber olduğuna, kendisine yazılı bir metin sunulmadığına göre, okumayı mutlaka “yazılı bir metni anlamaya çalışmak” ve okur-yazarlık becerisine bağlamak da doğru değil. Peki öyleyse Alak suresinin, okumaya teşvik sadedinde sürekli atıfta bulunulan şu meşhur ilk ayetini nasıl anlamalı?

Tefsir alimleri okumayı “hem kelamî hem kevnî ayetleri” okumak şeklinde anlamışlardır. Ayet, Hakk’ı ve hakikati tanıyıp bilmemizi sağlayan işaret, iz, apaçık alamet demektir. Kelamî ayetler, Rasul-i Ekrem s.a.v.’in mübarek kalbine vahyedilerek indirilen Allah kelamıdır. Alak suresinin ilk beş ayetinin nüzulüyle ilgili bir haberde Cebrail a.s.’ın Hz. Peygamber s.a.v.’e “Oku!” dediği, Efendimiz’in “Ben okuma bilenlerden değilim.” cevabı üzerine Fahr-i Kâinat’ı kanatlarıyla sarıp sıkarak “Oku!” emrini tekrarladığı nakledilir. Rasulullah s.a.v.’in “Oku!” emrine her muhatap oluşunda “Ben okuma bilenlerden değilim.” cevabına karşılık Cebrail a.s.’ın “muânaka” denilen kucaklayıp şiddetle sıkması üç defa tekrarlanır. Müfessirler bu muânakalar esnasında vahyin Hz. Peygamber’in kalb-i selimine ilkâ edildiği (aktarıldığı) ve nitekim üçüncüsünde Âlemlerin Efendisi’nin okumaya, yani kendisine vahyedileni lisana dökerek seslendirmeye başladığı görüşündedir.


Kur’an’ı kalbimize indirmeden olmaz

Hz. Aişe r.a. validemizden gelen bu haber bize “Oku!” emrinin vahyedilenlerle ilgili olduğunu, öncelikle kelamî ayetleri okumamızın istendiğini ama bundan da evvel yahut bunun sahih bir şekilde gerçekleşmesi için Kur’an-ı Kerim’i kalbimize indirmemiz gerektiğini söyler. Bu mükellefiyet kevnî ayetleri doğru okuyabilmenin de ön şartıdır. Kevnî ayetler, tefekkür etmek suretiyle kâinattaki varlık ve hadiselerden çıkarılan mesajlardır. Kur’an’ı bir iman konusu olarak kalbimize indirmeden, vahiyle tasavvurlarımızı, niyetimizi ve bakış açımızı düzeltmeden bu mesajları ne doğru okuyabilmek ne de doğru anlayabilmek mümkündür. Kaldı ki kevnî ayetleri okumak Kur’an’ın emridir. Birçok ayette kâinattaki varlıklar üzerinde düşünüp Allah Tealâ’nın sonsuz ilim ve kudretini anlamamız, nakledilen geçmiş bazı hadiselerden ibret almamız istenir. Müfessirler, “oku” emrinin geçtiği ayette Cenab-ı Hakk’ın “yaratma” sıfatını bilhassa zikretmesini, “yaratılan her şeyin okunması” gerektiğine yorarlar.

“İkra’: Oku!” emrine dair yapılan ve farklı gibi görünen tefsirler, mesela “hayatın hakikatini anla”, “kâinattaki işleyişin hikmetini gör” yahut “sana indirilenleri insanlara tebliğ et, onları Allah’ın varlığına ve birliğine çağır” gibi manaların hepsi aynı kapıya çıkar. O kapı Kur’an-ı Kerim’dir. Zira bütün bunlar ancak vahyi içselleştirerek, Kur’an’da bildirilenleri tam bir idrakle yaşayarak gerçekleştirilebilecek fiillerdir.


Kıraat tilavetten ibaret değil

Arapçada bugün bizim anladığımız manada okumaya “tilâvet” denir. Tilavet, yazılı bir metni, hususen de Kur’an-ı Kerim’i yüzünden veya ezbere sesli ya da sessiz okumak demektir. Halbuki Cenab-ı Hak “Oku!” emrini verirken mastarı tilavet değil de “kıraat” olan “İkra’” kelimesini seçmiştir. Kıraat tıpkı bizdeki okuma kelimesi gibi tilaveti de içine alan bir mana genişliğine sahiptir. Türkçede de okumak, “bir metinde ne yazıldığını çözmek” yanında, “seslendirmek, anlamak, bir şeyin arka planına vâkıf olmak, tahsil görmek, davet etmek” gibi manalar taşır. “Oku” emriyle neyin murat edildiği konusunda yapılan tefsirlerin çeşitliliği bu mana genişliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat farklı gibi görünen bu manaların hepsi bir noktada buluşur ki kıraat yahut okumayı bütün mana zenginliğini yansıtacak şekilde o ortak nokta üzerinden anlamak gerekir. Buna göre okumak bir “bilgilenme yöntemi”, bir “algı imkanı”dır.

Bazı müfessirler “oku” buyruğunun yer aldığı ayette geçen Rab ismiyle, insana Allah Tealâ tarafından bu bilgilenme veya algı imkanını kullanabilme kabiliyetinin verildiğine işaret edildiği görüşündedirler. Gerçekten de herkes, her an bir şeyleri görerek algılamakta yahut okumaktadır.

Herkes bir şeyler okuyor

Okumak, sadece yazılı bir metni çözmekten ibaret olmadığına, algılamak manasıyla herkes her an bir şeyler okuduğuna göre az okumaktan söz edemeyiz. Kimi kitaplardan, kimi televizyonda seyrettiklerinden, kimi içinde bulunduğu çevreden, şahit olduğu olaylardan kendince bir şeyler okuyup bunlardan aldıklarıyla tutum ve davranışlarını belirliyor. Buna rağmen herkesin doğru bir idrake, doğru bir bilgiye ulaştığını söylememiz mümkün değil. Çoğu insan okuyor, mevki makam sahibi oluyor ama adam olamıyor. Okuduklarıyla sapıtıp yoldan çıkanlar var. Kısaca herkes sürekli bir şeyler okusa da Hakk’ı ve hakikati bulamayabiliyor. Şu halde ne kadar okuduğumuzdan ziyade, neyi, nasıl ve niçin okuduğumuz önemli.

Müslüman önce diğer bütün okumalarına pusula olacak Kur’an-ı Kerim’i, bütün mana zenginliğiyle kıraat etmeli. Kur’an’a bunun için “Kur’an” (okunan, kıraat edilen) denilmiş zaten. Sonra hem kelamî hem kevnî ayetleri Allah Tealâ’nın emrettiği gibi O’nun adıyla, O’nun adına okumalı. Nihayet bütün bu okumalarının maksadı kendini bilmek, Allah’ı tanımak, dünyanın ve hayatın hakikatini kavramak, dünya imtihanından yüz akıyla çıkabilmek için yaradılış maksadına uygun bir ömür sürmeye çalışmak olmalıdır.


Rabbimizin adıyla okumak

Hatırlayalım, Alak suresinin ilk ayetinde “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” buyuruluyordu. Okunması emredilen Kur’an-ı Kerim olunca, ayet-i kerimeleri Rabbimizin ismiyle okumak “besmele çekerek başlamak” manasınadır denilmiştir. Besmele, yani okuma da dahil herhangi bir işe Allah Tealâ’nın adını anarak başlamak hem bir duadır hem de bir bilinç yahut farkındalık halinin kuşanılmasıdır.

Besmele öncelikle bir dua olarak, başladığımız bir işte bizi muvaffak kılması için Rabbimizden yardım istemektir. Zira O’nun yardımı, izni ve iradesi olmadan hiçbir işi hakkıyla yapmanın imkanı yoktur. İkinci olarak besmele, yaptığımız işin Allah’ın rızasına uygun ve doğru bir iş olduğu kabulünü yansıtan bir farkındalık halidir. Başladığımız o işi sonuçlandırıncaya kadar meşru daire içinde kalacağımızı taahhüt etmektir. Yaptığımız her işte Allah’ın varlığını hatırda tutmak, O’nun tarafından her an denetlendiğimizin bilincinde olmaktır. Bu bilinç varsa, neyi, ne kadar, hangi sıklıkta okuyacağımız en doğru şekilde kendiliğinden belirlenecektir.

Rabbimiz adına okumak

Ayetteki “b’ism-i Rabbike” ibaresinin “Rabbinin adına” manasına gelebileceği de söylenmiştir. Bu takdirde insanın Allah tarafından kendisine verilen hilafet sorumluluğu çerçevesinde Kur’an’ı ve kâinatı okuması, dünya hayatını bu okumanın sağlayacağı idrakle yaşaması kastedilmiş olur. Halife, kendisine o yetkiyi verenin iradesi, rızası ve talimatı doğrultusunda hareket edendir. Aksi halde insan başına buyruk davranıyor demektir ki en iyimser tespitle gaflete düşmenin neticesidir. Gaflet içindeyken yapılan hiçbir işten hayır gelmez.

Esasen Rabbimizin adıyla okumak, yani okumaya besmeleyle başlamak da aynı hilafet sorumluluğunun farkında olduğumuzu ifade etmektir. Dolayısıyla Rabbimizin adıyla okumak da Rabbimizin adına okumak da aslında aynı tavrı takınmaktır. O tavır mümin tavrıdır. Kayıtsız şartsız bir imanı, vahyin belirlediği çizgileri koruma duyarlılığını, her halükârda Allah’ın rızasını gözetmeyi gerektirir.

Böyle değilse Kur’an okumak bile fayda vermeyecektir insana. Zira Cenab-ı Hak, “her inen surenin müminlerin imanını artırdığı”nı, fakat “kalplerinde hastalık olanların küfürlerine küfür kattığı”nı (Tevbe, 124- 125) beyan buyurmuştur.

Sinelerdeki ilim

Sözün özü, yaradılış gayemize uygun bir hayat yaşamak, Allah’a layıkı ile kul olmak, doğru bir idrakle mümkün. Bu idrake okumakla, ama Cenab-ı Hakk’ın emrettiği tarzda okumakla ulaşılabiliyor. Cenab-ı Hakk’ın emrettiği gibi okuyabilmek için de fıtratımıza dönmek şart. Fıtratımıza dönmek, fıtrat üzere olmak, âdemiyetimizi kuşanmaktır. Okumak görmeyi, görmek basireti, basiret kalb-i selimi, kalb-i selim ise beşeriyetimizden sıyrılıp âdem olmayı gerektirir. Cenab-ı Rabbü’l- Alemin esma ilmini âdemiyetimize talim ettirmiş, hakikati idrak kabiliyetini âdemiyetimize yerleştirmiştir. Onun için ilim satırlardan ziyade sadırlardadır, yani göğüslerde, iman nuruyla aydınlanmış kalplerdedir, denilmiştir.

Şu halde “Oku!” emrini yerine getirmek için okuma yazma bilmekten, Kur’an’ı anlamak için Arapça öğrenmekten önce kalp tasfiyesine yönelmek icap ediyor. Kaldı ki Yunus Emre hazretlerinin dediği gibi “okumaktan maksat Hakk’ı bilmek”se, bunun için illa yazılı bir metni tilavet etmek şart değil. Hakikati idrak edebilmek esas itibariyle bir ceht işidir ve bu ceht yahut çaba, okuyarak da dinleyerek de tefekkürle de gösterilebilir.


Kalbimizde hangi mevsim hüküm sürüyor?


Baştan beri okumanın bir idrak ve bilgilenme yöntemi olduğunu, ancak her okuyanın doğru bir idrake, hakikat bilgisine ulaşamayacağını söylüyoruz. Peki hakikati veya doğruyu idrakin alameti nedir? Öyle ya, okuyan herkes doğruyu bulduğunu, hakikate erdiğini söyleyebilir.

Doğru bir idrakin alameti salih ameldir. Kişi dünyaya aldanmıyor, ahireti hesaba katıyor, ölümden sonrası için hazırlık yapıyorsa, okuma yazma bilmese dahi gerçekten okuyabiliyor demektir. Kulluğunu unutan, nefsinin hevasına uyan, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan kimseler ise kütüphaneler dolusu kitap okusalar, yine de “Oku!” emrini yerine getirmiş olmazlar. Okumak böylelerinin cehaletini artırır sadece.

Salih amellerle meyve vermesi, okumanın bizim irfanımızda pratiği olmayan bir eğlence, faydasız bir meşgale gibi görülmediğine de delalet eder. Evliyanın büyüklerinden Malik b. Dinar k.s. hazretleri de bu konuda uyarır bizi ve şöyle der:

“Ey Kur’an okuyucuları!
Okuduğunuz Kur’an sizin kalplerinize ne ekti, ona bir bakın! Nasıl ki yağmur yeryüzünün baharı ise, Kur’an da mümin kalbinin baharıdır.”

Bizim için okumak, kalbimizde hangi mevsimin hüküm sürdüğüyle ilgili bir mesele olmalı öyleyse.



Dört Başı Mamur Bir Okuma İçin


Hangi konumda veya seviyede bulunursa bulunsun her müslüman başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere, hadis, siyer ve ilmihal kitaplarını okumadıkça, “Oku!” emrini dört başı mamur bir şekilde yerine getiremez. Okumaktan maksat bu kaynaklardaki bilgilerle donanmaktır. Dolayısıyla okur- yazar olmamak bir mazeret sayılmaz. Bilenlere sorarak, birilerine okutarak, dinleyerek, sohbet halkalarına katılarak da bu bilgilere ulaşılabilir.

Kur’an okumasını bilmiyorsak ilk fırsatta öğrenmenin yoluna bakmak, hiç olmazsa ezberimizdeki namaz sure ve ayetlerinin tefsirini okuyarak bunların manasını anlamaya çalışmak gerekir. Kur’an-ı Kerim’deki herhangi bir sureyi, ayeti, hikmeti vs. konu alan müstakil çalışmaları okumak da Kur’an okumak gibidir.

Kur’an’ı doğru anlamak, istikamet üzere yaşamak için hadis-i şerifleri bilmek şarttır. Hadis okumalarında mealle yetinilmemeli, İmam-ı Nevevî’nin “Riyazü’s-Salihîn”i gibi açıklamalı hadis kitapları tercih edilmelidir. Hadisler de ayetler gibi bir kere okunup bırakılacak cinsten değildir. Manası üzerinde tefekkür edilerek döne döne okunmalı, kısa hadisler ezberlenmeli, gündelik hayatın pratiğiyle ilgili olanları hemen uygulamaya geçirilmelidir.

Hz. Peygamber s.a.v.’in hayatını ve örnek ahlâkını anlatan siyer kitaplarını da halimizi güzelleştirmek, Allah Rasulü’nü rehber edinmek için mutlaka okumak gerekir. Eyüp Sabri Paşa’nın “Mahmudu’s-Siyer”i, akıcı anlatımı, güvenilir bilgileri sebebiyle öncelikle tercih edilmelidir.

İlmihaller, kadın erkek her müslümanın üzerine farz olan bilgileri içeren kitaplardır. İnanç, ibadet, muamelât konularında pratik bilgiler aktaran bu kitaplar arasında Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslâm İlmihâli” haklı bir şöhrete sahiptir.



Kur’an’ı Nasıl Okuyalım?

Cenab-ı Hak bize öncelikle indirdiği Kitab’ı okumamızı emrediyor. Fakat son zamanlarda manasını bilmeden Kur’an okunmasına karşı çıkanlar çoğaldı. Elbette manasına nüfuz ederek, anlayarak okumak daha güzeldir, tercihe şayandır ama sanki Kur’an’ı manasını bilmeden okumak günahmış gibi takdim edilir oldu. Halbuki manası bilinsin bilinmesin, Kur’an’ı huşu içinde okumak ve dinlemek her halükârda sevaptır.

Öte yandan özünde doğru olmakla birlikte anlama konusundaki ısrar, meal okumak ve meallerle yetinmek gibi tehlikeli yönelişlere yol açtı. Çünkü hiçbir meal ayetlerin manasındaki genişlik ve derinliği tam olarak veremez. Tefsir ihtiyacı da buradan doğmuş zaten. Meallerdeki yetersizlik bir de okuyanın son derece kıt bilgisiyle bir araya gelince, ortalık “bana göre” diye başlayan, cahil cüretkârlığının eseri fetvalarla doluyor.

Kur’an’ı anlamak istiyorsak İslâm alimlerinin asırlardır okunan güvenilir tefsirlerine müracaat etmek yeterli. Onlar bu eserlere, Kur’an layıkı veçhile anlaşılsın diye ömürlerini vermişken modernizmin sakatladığı bir muhakeme ile herkesin müfessirliğe soyunması akıl kârı değil.


Hızlı Okuma Yahut Fast-Food Okuma


Hızlı okuma, ölümden dünyalık kurtarmanın nafile koşuşturması içindeki Amerikan hayat tarzının dayattığı fast-food’un okumaya uyarlanmış hali gibidir. Dakikada şu kadar bin kelime okumayı vaat ederken metnin ibarelerini seçmeyi, belli bölümlerini atlamayı öneriyor. Okumayı vakit kaybettiren fuzuli bir meşgale gibi gördüğü için okunacak metni bir defa kullanılıp atılacak tüketim nesnesi derekesine indiren bir anlayışın yöntemi bu.

Editörlerin, hızla akıp giden dijital tabloları izleyen borsa uzmanlarının işine yarasa da, değil kutsal metinler, insanların beyninden, yüreğinden damıtılmış hiçbir metin bu yaklaşımı hak etmiyor. Hele bizim gibi okuma konusunda son derece isteksiz davranan, “yavaş” bile olsa okumayan toplumların “hızlı okuma”ya rağbeti tam bir kara mizah örneği. Modern usullerden uzak olalım ve biz yine tertîl üzere okumayı esas alalım.

Biz yine de Kur’an’ı Ehl-i Sünnet alimlerinin yazdığı tefsirler yardımıyla anlamaya çalışarak “tertîl” ile, yani yavaş yavaş, her harfini doğru telaffuz ederek, sadece belli gün ve gecelerde değil, sürekli okumanın gayreti içinde olalım. Kur’an’ın bilgilenmek için olduğu kadar dua, zikir ve şifa niyetiyle de okunacağını unutmayalım.

nadire 7/C
Fri 10 October 2014, 06:11 pm GMT +0200
paylaşım için teşekkürler Allah razı olsun...

Tuğçe 7/D
Fri 10 October 2014, 06:11 pm GMT +0200
 Maalesef ki bizim ülkemizde kitap okuma sayısı yok denecek kadar az sayıda. Bu çok üzücü bir durum, hem toplumun kültürü hem de toplumun gelişmesi açısından. Okumak her açıdan çok önemli;sözcük haznemiz gelişir,daha iyi kendimizi ifade ederiz yani konuşmamıza katkı sağlar, bilmediğimiz, merak ettiğimiz şeyleri kolaylıkla öğrenebiliriz ve daha hayatımıza birçok güzellik katar. Özellikle küçük yaşta okuma alışkanlığını kazanmalı ilerleyen yıllarda bunun üzerine daha çok kitap okuyarak kendimizi geliştirmeliyiz. Kitap en iyi dost, en iyi kaynak ve en iyi arkadaştır.

mevlüdekalınsaz
Sat 11 October 2014, 12:13 am GMT +0200
Esselamu aleykumm..okumanin algilamak manasinda da kullanildigini ilk defa duydum.Allah razi olsun..guzel bir konu..
Okumak evet oldukca onemli..amabundan daha ziyade neyi , nasıl ve niçin okuduðumuz çok daha onemli..

admin
Sat 11 October 2014, 09:46 am GMT +0200
Her harfini Allah için okumamı nasip eden rabbime şükürler olsun.Iki gündür imzami değiştirdiğimin farkında olmalısınız. Nasıl bir tevafukki insana nakşediyor.Yaradan Rabbimizin adıyla okumaktır okumak. Her şey zahiri gözle okunmuyor , okunsada anlayamıyor. Bir insan camları puslu bir gözlükle göremez ,insanda kalbi gaflet doluyken göremez... Biz Allah için başladık bu yola bu amaçla olmayanlar korkulur ki yolda kala (E.A)  Bazı insanlar kalplerindeki titreyişi lisana çevirebilirler bu Allah c.c dan hediye bir lütufdur , çalışılarak kazanılmaz...Manevi insanların sözüne itiraz edilmez.... Allah c.c bu konuya vesile olanlardan razı olsun.