- Nûreddin Es-Sâbûnî Hayatı ve Eserleri

Adsense kodları


Nûreddin Es-Sâbûnî Hayatı ve Eserleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ezelinur
Fri 26 March 2010, 05:10 pm GMT +0200
NÛREDDÎN ES-SÂBÛNÎ HAYATI ve ESERLERİ


Sâbûnînin Hayatı ve Şahsiyeti

İlmî Hayatı:

Münazaraları :

Sabûn’nin Eserleri

1.El-Muntaka:

a. Kitabın Aslı, Sûbûnîye Nisbeti:

b. El-Muntaka´nın Nüshaları:

c. El-Muntaka´nın Muhtevası:

2. El-Kifaye.

a. Müellife Nisbeti, Nüshaları:

b. El-Kifâye´nln Muhtevası:

3. El-Bidaye.

a. Kitabın müellife nisbefi ve adı:

b. el-Bidâye´nin Nüshaları:

El-Bidâye´nin Neşre Hazırlanmasında Tâkib Edilen Metod.

1. Metin Tesbiti:

2. Notlar, Kaynaklar, Fihristler:

3. Istılahlar:

NÛREDDÎN ES-SÂBÛNÎ HAYATI ve ESERLERİ


Sâbûnînin Hayatı ve Şahsiyeti

Ahmed b. Mahmûd b. Ebî Bekr Buhârâ´nın Hanefî ulemasından-dır. Tabakât kitaplarında «ei-lmâm» ve «Nûreddîn» lâkablarıyle anıl­dığı kaydedilmekte ise de[1] kelam kitaplarında daha çok «Nûreddîn es-Sâbûnî» diye zikrediidiği görülmektedir. Fahreddîn er-râzî (ölm. 606/1210) Buhârâ´da kendisine «en-Nûr es-Sâbûnî» denildiğini kay­deder. [2] Sabun imal etmek veya satmak mânâsına gelen «es-Sâbûnî»[3] nisbetinin menşei bilinmemektedir. Buhârâ´da yetişip vefat ettiği için «el-Buhârî» diye de anılır, Künyesi «Ebû Muhammed»dir. Kâtip Çelebîden (ölm. 1067/1657) neş´et ettiği anlaşılan[4] ve Bağ­datlı İsmâîİ Paşa (ölm. 1339/1920) ile Brockelmann tarafından tekrar edilen bir yanlışlıkla ona «Ebû Bekr» künyesi verilmiştir. [5] Bu hatanın isim zincirinde bulunan dedesi Ebû Bekr´den doğmuş olması muhte­meldir. Bazı kaynaklarda kendisi için kullanılan «Ebu´l-Mahâmid», künyesi olmayıp medih ifade eden bir lâkabdır. Müellifin kendi adı­nın Ahmed, oğlunun ki Muhammed ve babasının da Mahmûd ol­ması sebebiyle «Ebu´l-Mahâmid» diye anılması da muhtemeldir,

Nûreddîn es-Sâbûnînin nerede ve hangi tarihte doğduğuna dair sarih bir bilgiye sahip değiliz. Ancak kaynaklarda devamlı olarak kendisinin Buhârâ´ya nisbet edilişine ve hayatında her hangi bir irti-hal kaydına rastianmayışına bakılırsa onun Buhârâ´da doğup neş´et ettiğini söylemek mümkündür. Fahreddîn er-Râzî ile, tahminen H. 580 yılında vuku´ bulan münazarası sonunda kendisinin artık ihtiyarlık devresinde bulunduğunu söylemesi6, onun genç yaşta ölmediğini ve binâenalyh. [6] hicrî asrın başlarında doğduğunu gösterir.

Yine RâzTnin Münâzarât´ından, müellifimizin hacca gittiğini, gidiş geliş esnasında Horasan ve İrak´ta âlimler meclisinde va´zlar verdiği­ni, ilmî konuşmalar yaptığını anlıyoruz. Kendisinin Suhâra´da hürmet toplamış bir âlim olduğunu, zengin ve itibarlı bir aileye mensup bu­lunduğunu da aynı kaynaktan çıkarmak mümkündür.

İmam Nûreddîn es-SâbûnTnİn vefat tarihi mevzuunda kaynaklar ittifak halindedir[7] 16 Safer 580, Çarşamba günü, akşam namazı vakti. Bu tarih milâdî 30 Mayıs 1184´e tekabül eder. Buhâra´da «el-Kudâtu´s-seb´a» kabristanına defnedilmiştir. [8]

İlmî Hayatı:

Sâbûnînin ilmî hayatı mevzuunda en önemli kaynağımız onun eserleri ve bize kadar intikal eden İki münâzarasıdır. Tahsil hayatı hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Gerçi Tâcu´t-terâcim. Taba-kâtu´t-Temîmî ve Süllernu´l-vusûl´de Sâbûnînin Şemsü´l-eimme el-KerderTden fıkıh ahzettiği kaydedilmekte ve Kâtib Çelebî de aynı eserde Sedîduddin Muhammed e!-Esedîden rivayette bulunduğu­nu ilâve etmektedir, Fakat bunu ilk kaynaklar teyid etmemiştir. Buna mukabif en eski kaynağımızı teşkil eden el-Cevâhiru´i-mudıyye, Şem­sü´l-eimme Muhammed e!-Kerderî(ölm. 642/1244)´nin Sabûnîden fı­kıh öğrendiğini zikretmekte ve bu Kerderînin terceme-i halinde, ayrı­ca müellifimizi hocaları arasında saymaktadır. [9]e!-Cevâhir sahibini KefevîCölm. 990/1582) ve LüknevîCötm. 1304/1887) de teyid eder.

İlk üç müellifin zikrettiğine göre SâbûnTnİn hocası olsa olsa Abdul-ğafûr b. Lukmân b. Muhammed Şemsü´l-eimme el-Kerderî (ölm. 562/1167) olabilir. Fakat bu zat Hârezm mülhakatından Kerder asıllı olup Haleb kadılığını deruhte etmiş ve orada ölmüştür. [10] Müellifimizin bu zatla teması ma´lûm değildir. Müellifin terceme-i halini yazankaynaklar arasındaki bu ikilik yerine gibiyazıda küçük görünen, kolay yapılabilir bir hata sebebiyet vermiş olabilir.

Aşağıda eserlerinin tahlili yapılırken asıl ilmî hüviyeti meydana çı­kacak olan Sâbûni için şimdiden şunu söyliyelim ki her üç eserinde de kullandığı dil onun arapçaya vukufunu gösterir. Müellifimiz kelâ­mın bir çok münakaşalı, girift meselelerini sağlam fakat kolay aniaşı-lır, dolambaçlı olmayan ve terimlere boğulmayan bir ifade ile an­latmasını başarmıştır,

Kelâm iliminden başka sahalarda eser verdiği bilinmemesine, id­diasız ve mütevazi bir hayat yaşadığı için isminin fazla şöhret kazan­mamasına rağmen eserlerinden bilhassa muhtasar olan el Bidâ-ye´nin oldukça fazla istinsah edilmesi onun hüsnü kabul gördüğüne delâlet eder.

Sa´düddîn et-Teftâzânî(ölm. 793/1390) ŞerhuVAkâid´İnde[11] hem el-Bidâye hem de el-Kifâye´den, Kemâluddîn el-Beyâdî (ölm. 1098/ 1687) İşârâtu´l-merâm´ında[12] Râğıb Paşa (ölm. 1176/1763) da SelT-ne´sinde[13] el-Kifâye´den ve Sefîne´den de (Abbâs Mahmûd el-"Akkâd «Allah» adlı kitabında[14] nakiller yapmışlardır. Brockelmann, el-Kifâye´ye meçhul bir müellif tarafından yapılan bir haşiyenin el-Mektebetü´l-Hinaîde mevcud olduğunu (nr. 1714) zikreder. [15]

Müellifimizin, «Ma´dûmun merî olup oimayıcağı» mevzuunda Şeyh Reşîduddîn ile fârtsî olarak yaptığı münazaradan onun fârisîyi de bildiğini anlamaktayız. [16]

Münazaraları :

Sâbûnînin ilmî şahsiyetinden söz ederken onun münazaralarına temas etmek mecburiyetindeyiz. Mâtürîdiyyenin samimi müdafii olan müellifin gerek Ehl-i sünnetin diğer mekteplerine bağlı âlimleriyle, gerek Ehl-i bid´at müntesibieriyie münazaralar yapmış olması ga­yet tabiîdir. Bunlardan sadece iki tanesi bize kadar intikal etmiştir.

Bu münazaralardan biri ünlü mütekeiüm, hâtîb ve âlim Fahreddi-în er-Râzî (ölm. 606/1210) ile cereyan etmiştir. Bu çetin ve oldukça nahoş kavgayı, sadece taraflardan birini teşkil eden Râzîden dinle­mek mecburiyetindeyiz.

Müellifimizin vefat senesi olan H. 580 yıllarında Fahreddîn er-Râzînin Mâverâunnehr ulâmâsıyla yaptığı çeşitli münazaraların üçü­nün Sâbûnî ile cereyan ettiği, bu münazaraları toplamış bulunan Münâzarât adlı kitabında görülmektedir. Buna göre müellifimizle Râ-zî arasında geçen münazaraların hikâyesi şöyie:

Sâbûnî hacca gider, dönüşünde memleketi olan Buhârâ´da min­bere çıkarak Mekke´ye gidiş geiiş esnasında va´z ve ilim meclislerin­de konuştuğunu, fakat usûl ilimine vâkıf, anlayışlı bir insana tesadüf edemediğini söyler. Meclisinde bulunan Horasan ve Iraklı dinleyici­ler bundan müteessir olur, durumu Râz?ye haber verirler. Râzî Buhâra´ya geldiğinde Sâbûnîyi evinde ziyaret eder ve daha önce söyle­diği sözleri tekrar ettirir. Müteakiben Sâbûnînin, hac yolculuğu esnasında bahis konusu ettiğini söylediği «Ru´yetuiiâh» ve doiayısiyle «Vucûd delili» mevzuunda münazaraya girişirler. Râzî bir kaç sözle hasmının «âlim ve mütehassıs olmak şöyle dursun, ukalâ zümresinin dışında bulunduğunu isbat» eder.[17]

Bu nahoş karşılaşmadan bir kaç gün sonra F. er-Râzîye haşin. ´ davranışları hatırlatılarak Sâbûnîye tarziye vermesinin gerektiği söy­lenir, o da evine kadar gider. Bunu gören halk yine toplanır. Bu sefer de «Tekvîn ve mukevven» mevzuunda İkinci bir münazara başlar. Sâbûnî tekvinin mükevvenin gayrı olduğunu savunur. Münakaşa yi­ne sertleşir, hatta Râzfnin naklettiğine göre söyliyecek bir söz bula-mıyan Sâbûnî, bir ara, halka dönerek; «Ey insanlar, ben: Allah taâlâ halk edicidir, kendisini halk ile vasıflandırmıştır, diyorum, bu adam ise: hayır, hakîkat Allah´ın dediği gibi değildir, diyor» tarzında konu­şur ve dinleyicilerin kafasını bulandırmak İster. Râzî ise kendisine mü­nazara ve ilmî münakaşa kaidelerini aştığını, halkı tahrik etmeyebaşladığını hatırlatır ve münakaşayı aynen cereyan ettiği gibi kale­me alarak «zeki ve akıllı» kimselere göndermeyi, onların vereceği hükme razı olmayı teklif eder. Münazaranın cereyan tarzının yazıya alınmaya başlandığını gören Sâbûnî yalvarır, sözünü geri alır ve cel­se böylece kapanır.[18]

Münazaranın üçüncü celsesi de şöyle : Sâbûnînin kardeşi, Râ-zi´den, evini teşrif etmesini istirham eder. Mükemmel bir ziyafette her iki mühâsım yine birleşir. Yalnız havassın bulunduğu bir odada yine münazara başlar, konu: «Baka´ bakînin zâtı üzerine zâid bir sıfat mı­dır, değil midir?» Sâbûnîye göre baka´ zat üzerine zâid bir sıfattır, Netice belli, Sâbûnî elbette mağlûp olacaktır. [19]

Münazara sonunda müellifimiz şu itirafta bulunur: «Ben Ebu´lmaîn en-Nesefînin Tebsıratü´l-edüle´sini okumuş ve onun fevkinde bir eser bulunmadığını sanmıştım. Fakat şimdi seni görüp dinledikten sonra bu ilme vâkıf olabilmek için bir mübtedî gibi ta baştan başiamam lâzım geldiğini anladım. Halbuki ben ihtiyarlık günlerimi yaşıyorum, bunu yapmaya kudretim yoktur. Sizden ricam, beni fâş etmemeniz ve bu ilimdeki aczimi yayma man izdir.» Râzî bu itiraf üzerine Sâbûnîye hürmet ve ta´zim ettiğini ve ricasına sâdık kalacağını söy­ler. [20]

Nûreddin es-Sâbûnînin ilmi ve şahsiyeti mevzuunda nazardan uzak tutulamıyacak önemli unsurlar taşıyan bu münazaraların SâbûnTnin hal tercemesinden bahseden kaynaklarda zikredilmeyişi mevzuun nahoş oluşuna ve Hanefîlik-Mâtûrîdîlik gayretine hamledi-lebilir. Zaten bahis konusu esere bakılırsa F. er-Râzînin Mâverâun­nehr seyahati buranın âlimleri için bir afet olmuş, bu ünlü Eş´arî âlim, fakîh ve mütekeüim kimle karşılaşmışsa yıldırım gibi çarpmış ve Ha-nefî-Mâtürîdî bilginleri ağız açamaz hale getirmiştir, Ancak kendisiy­le münakaşaya girişmiyen ve bir de münazaradan sonra arz-ı hür­met ve teslimiyet edenler aczleri sebebiyle onun sempati ve merhametini kazanabilmişlerdir.

Sâbûnînin bir başka münazarası Şeyh Reşîdüdîn ile cerayan eder. Mâ´dûmun görülebilme niteliğine sahip olmadığını savunanmüellifimize mukabil Şeyh ma´dûmun görülebileceğini ileri sürer. Fâ­risî olarak cereyan eden ve Ebu´l-berekât en-Nesefî (ölm. 710/1310) tarafından arapçaya çevrilerek el-l´timad´a alınan[21] bu münazara gayet nezih geçer, neticede Şeyh Reşîduddîn ma´dûmun görülebilir bir nitelik taşımadığını kabul eder. SabûnTnin gerek muzaffer çıktığı bu münazarada, gerek kendi eserlerinde kullandığı münakaşa dili­nin nezih ve terbiyeli olduğunu belirtmek mecburiyetindeyiz. [22]

Sabûn’nin Eserleri

Nûreddîn es-Sâbûnîye ait bulabildiğimiz üç eser mevcuddur:

1. el-Muntaka

2. el-Kifâye

3. el-Bidâye


Kaynaklar bunlardan başka ona bazı kitaplar izafe etmektedir. Bunlardan biri «el-Muğnî» dir. Aynı kaynaklar bunun usûlu´d-dine ait bir eser olduğunu kaydeder. Bu ismi ilkin zikr eden İbni Kutluboğa´dır. [23]İbni Kutluboğa kitabında bundan başka sadece el-Bidâye´y´ı kaydeder. Temîmî (ölm. 1010/1601) de İbni Kutluboğa (ölm. 879/1474) ya istinaden bu iki eseri zikreder. [24]Daha sonra aynı şeyi Süllemu´l-vusûl´de, [25] Keşfu´z-zunûn´da[26] ve Hediyyetü´l-ârifîn´de[27] görmekteyiz.

Bunun bir hata mahsulü olduğu kanaatindeyiz, Zira İbni Kutlubo­ğa müellifin el-Kifâye´sini zikretmemektedir. el-Bidâye adlı muhtasarı ile tanınan Sâbûnînin aynı konuda daha doyurucu, kifayet edici ve diğer eserlerden müstağnî kılıcı olan eserinin adına el-Kifâye diye­ceğine el-Muğnî demiş olabilir.

Bu mevzuda yanılmaya götüren daha önemli bir sebep vardır: Müellifin hayatı hakkında ma´lûmat veren kaynaklarımızın en eskisi el-Cevâhiru´1-mudıyye, Sâbûnînin asıl terceme-i hali sırasında sade­ce «el-Bidâye fî usûli´d-dîn»i zikretmekle iktifa eder. Fakat kitabın el-Ensâb bölümünün «es-Sâbûnî» maddesinde nisbet hakkındama´lûmcrt verdikten sonra ehimâm Siröcuddîn´ln «el-Muğnî fî usûlı´l-fıkh» adında bir eseri bulunduğunu, onu Kıvâmuddîn el-Kermânî hattı ile gördüğünü zikr eder.[28] el-Cevâhiru´l-mudiyye´nin müteakip «el-Elkâb» bölümündeki «Siröcuddîn» maddesinde ise el İmâm Sirâ-cuddîn es-Sâbûnîye art el-Muğnîfî usûii´d-dîn» ismiyle bu eseri anar ve el-Ensâb´da bunun geçtiğini söyler[29]/373)

Burada bahis konusu edilen ei-Muönîfî usûli´l-fıkh veya el-Muğnî fî usûli´d-dîn, Merğînânî (ölm. 593/1197)nin meşhur el-Hidâye´sinin sa­rihlerinden Ceiâlüddîn ´Ömer b. Muhammed ei-Habbâzî(ölm. 691/ 1292) ye aittir. [30]Siracuddîn ise yine el-Hidöye sarihlerinden olan Ömer b. Ishök el-Gaznevî (ölm. 773/1372)dir. Bu zat aynı zamanda Habbâzînin ei-Muğnîsini şerh etmiştir. [31]el-Cevâhiru´l mudıyye sahi­binin, el-Muğntyi yanlışlıkla sarihine nisbet ettikten sonra «onu Kıvâ­muddîn ei-Kermâni hattı ile gördüm» diye bahsettiği zat da el-Muğnî üzerine haşiye yazan Kıvâmuddîn Mes´ûd b. Muhammed (veya Ibrâhîm) el-Kermânî (ölm. 748/1348)dir. [32]

İşte Nûreddîn es-Söbûnîye «el-Muğnî fi usûii´d-dîn» adıyla eser izafe edenler, el-Cevâhiru´l-mudıyye´nin bu" değişik ve kısmen yanlış ifadeleri şevkiyle hataya düşmüş olabilirler. Nitekim Kâtib Çelebî (öim. 1067/1657) Keşfu´z-zunûn´un «el-Muğni» maddesindediye kaydettiğihalde, bilâhare kitap baskıya hazırlanırken Paşa (ölm. 1339/ 1920) tarafından yapılan şu ilâve ile kanaatımızca hataya düşülmüş oldu:

Gerek Brockelmann, gerek diğer kütüphane fihristleri Sâbûni´ye ait böyle bir eser kaydetmemiştir. Bütün çalışmalarımıza rağmen müellifimize ait böyle bir kitaba tesadüf edemedik.

Nûreddîn es-Sâbûnîye atfedilen bir başka eser de «el-Hidâye»dir. Böyle bir kitabı ona izafe eden Kâtlb Çelebî ve ondan naklen Luk-nevî (ölm. 1304/1885) ile IsmâH Paşa´dır.[33] Kâtip Çelebî «ei-HIdâye» maddesinde kelâma dair olduğunu kaydettiği eseri müellife nisbet eder ve müellifin bunu ihstisar ederek el-Bidâye´yl meydana getirdi­ğini söyler. Kitap hakkında kaanaatırnızca yanlış olan daha bazı bil­giler verir.

Sâbûnîye ait bulabildiğimiz üç aded eserden birini teşkil eden el-Kifâye´nin tam ismi el-Kifâye ffi-hidâye´dir. [34] Kâtib Çelebî Keşfu´z-zunûn´unda bu eseri el-Kifâye fTI-kelâm ve el-Kifâye fTI-htdâye isimle­riyle iki defa kaydetmiştir. Keşfu´z-zunûn´un İstanbul ve Mısır baskıla­rında, parantez içinde, bu İki ismin aynı kitap olduğu zikredilmiştir, [35] işte K. Çelebî den başlayan bu hata kitabın tam ismine dikkat edil­memekten ileri gelmiş olmalıdır. Sâbûnîye ait el-Kifâye´den ayrı, el-Hidâye diye müstakil bir eser bulunamamıştır.[36]

ceren
Wed 10 December 2014, 03:33 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim....