- Niyyetin Hükümleri

Adsense kodları


Niyyetin Hükümleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sat 10 September 2011, 02:31 pm GMT +0200
 

Niyyetin Hükümleri


Hadîsi şerifteki, «Ameller, ancak niyyetlere göredir. Ve herkesin niy-yeî ettiği ne ise, kavuşacağı şeyde ancak odur.» cümlesinde farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubah ve mendüb olarak beyan edilen hükümlerin amel ciheti, mutlaka bir kasıd ve gayeye bağlı olduğu, her hanki bir işin yapıiması için kaibden yapılacak bir niyyet ve karârın bulunması gerekti­ğini arzetmektedir. Ayrıca âhirette mükâfat ve cezânında niyyetlere göre verileceği ve seâdet yurdu olan cennette ebedî kalınanında iyi niyyetlere bağlı olduğu İzah edilmektedir^

Evet, dil, ei, ayak ve bütün azalarla yapılacak işlerin rastgele değil, evvelâ yapılacak işlerin gönülden bir tasavvuru ve bu tasavvurun tahak­kuk ciheti kararlaştırılır, sonra da kalbdeki niyyet ve karârın tercüman ve tezahürü olan amel yapılır. Zira kulluk ve en hayırlı amel, niyyetin güzel olması ve kalbin temizlik ve sâfiyyeti ile kazanılır. Böylece güzel gayenin tezahür sekti de. vucud ve kaliblarımız da görülmüş oluyor.

Niyyet ve gayeler, her şeyin başı ve esâsıdır. Gayesiz ve niyyetsiz olan her şey muattal ve başarısız olur. Eğer niyyet ve gaye iyi ve makbul şeyleri yapmak ve iyilikleri elde etmek için olursa, bu niyyet dünya ve âhi-reî seâdetinin en güzel nüvesinin bulunması demektir. Zîra insanların, inanç, gaye ve niyyeti ne ise, dünyâda ve âhirette ayni gayelerin tahakkuk ve devamını yaşatmak, yeşertmek ve yapmak emelinde olur ve yapmaya çalışır

Binâenaleyh bir kimsenin inancı ve gayesi hayır olursa, iyilikleri ve iyiliklerin mükâfatını kazanma emellerini elde eder.

Şayet inanç ve gayesi şer ise, o da kötülükleri elde etmek ve fenalık­ların içinde yüzmekle hayâtını idâme ettirir. Ve bu hayâtının semeresi, dünyada ve âhirette aynen tezahür eder.

Meselâ : Müminin iyi niyyeti ve daima mümin olarak yaşama azmi, ve imânın çerçevesi mesabesindeki iyi amelleri işleyerek yaşama emeli, onu cennette ebedi kalmasını sağlıyaeak ve iyi niyetinin mükafatına nail oiarak Cennette ebedi kalacaktır.

Kafirde, küfrüne ve kafir olarak yaşama azmi ile dünyada küfür amellerine devam etmesi, kötü niyetinin cezası olarak cehennemde ebedi kalmasına sebebtir. Zira ameller ve mükâfatları niyyetlere göredir.

Hattâ mümin olan bir kişi, bir mütdet imanla yaşayıp sonra kafir ol­maya niyyet ederse, o kimse velevki on yirmi sene ve daha fazla zaman sonra kafir olmaya niyyet etsin, hemen o küfre niyyeti zamanından itiba­ren kafir oiur ve iyi amelide kafirlerin amlleri gibi, ahiret de hiç bir seme- . re vermez.

Emali adlı akait kitabında bu hüküm şöyle beyan edilmiştir :

«Bir kimse, senelerce sonra kâfir olmaya niyet ederse, derhal o andan itibaren hak dinden çıkmış (Kafir olmuş) dır.»

İmanda sebat ve kararlılık niyyetinin şartlılığını beyân eden ilâhi hüküm

«Ey iman edenler! Allâha, onun peygamberine ve o peygambere ayet indirdiği kitaba ve daha evvel indirdiği (İncil ve Tevrat gibi) kitaba iman (da sebat) edin» Nisa suresi, 136

Evet cenabu hak küfürden başka kötülükleri yapanları ve yapmak az­minde olanları dilemesiyle af eder. Ancak küfür ve Şirki afvetmez.

Bir ayeti kerimede meâlen şöyledir :

«Şüphesizkıi Allah (C.G.), Kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bu şirk den başkasını (Büyük günahları), Dilediği kimseden bağışlar». Nisa süresi, 116

Diğer bir âyeti kerimede kalbin karar ve kazancı şöyle beyan edilmiş­tir :

«Allâhü teâlâ ancak sizi, kalblerimizin irtikab ettiği (kötü niyyet, küfür kasdı gibi) şeylerle sorumlu tutar da muâhaza eder.» Bakara - 225

Bir hadîsi şerifde de şöyle buyurulmuştur :

«Bir kutun îmânı, istikâmette olmaz, tâki kalbi istikâmette ola. Ve bir kulun kalbinin istikâmeti, dilinin istikâmette olması iledir,»

Şu halde mümin, hem îmânın da ve hem amellerinde iyi niyyete sâhib olmalıdır. Zîra her şeyin netice ve iyi sonucu, iyi niyyete bağlıdır.

Nitekim bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur :

«Müminin niyyeti, amelinden hayırlıdır.»

Hadîsi şerifteki, «Binâenaleyh bir kimsenin hicreti, Allâha ve Resulüne olursa, işte onun hicreti Allâha ve Resulüne dir.» cümlede de şu hükümler mündeçtir.

Hicret : Lügatta, göç etmek, kaçınmak, terk etmek ve ayrılmak, küsüş­mek gibi mânalara gelir.

Şeriatta hicret : Küfür diyarından islam diyarına göç etmektir ki, sahâ-be-i kiramın Mekke-i mükerremeden Habeşistâna ve M'edîne-i münevvere-ye göç etmeleri bu cümledendir. Esas târihî olaylara ve islam nâmına yapı­lan hicret bu hicrettir. Diğer hicret tâbirleri, kötülükten kaçınmak manasına olan hicrettir.

Bid'at ve ahlaksızlık işlenen memleketten sünnete uygun olarak yaşa­ma hayatı olan memlekete nakli mekan etmekte hicretten sayılmıştır.

İlim taleb ve tahsil etmek, hacc farizasını edâ etmek ve insanların şer­rinden korunmak için vatanını terk edib gitmekte birer hicrettir.

Hak yolunda kötülükten korunmak, iyilikleri kazanmak için her hare­ket ve gayretin islâm ve îman yolunda birer hicret olduğu şu mealdâki âyeti kerimede beyan edilmiştir :

«Her kjlm, Allah yolunda hicret ederse, yer yüzünde gidecek pek çok yer ve genişlik bulur. Kim, Âflâha ve Resulüne itâatla hicret ederek (ilim tahsili, Haccın îfası ve kötülüğün defi gibi ameller için) evinden çıkarda, sonra kendisine ölüm yetişirse, o kimsemin ecri (mükâfatı) elbette Allâha aittir, (yani, Aİlâhü teâlâ onu mükâfatlandıraçaktır)»    Nisa sûresi, 100

Bir hadîsi şerifte de şöyle buyurulmuştur :

«Muhacir (Hicret eden kimse), Allâhü teâlanın yasak ettiği şeyden kaçman kîmsecjir.» Bu hadîsi şerifin îzahı, üerde otuz dördüncü (34). hadîsi şerifin altında zikredilecektir.

Şu halde İslâmın yasak ve haram kıldığı şeylerden kaçınarak hak yo-lunaa gitmeye gayret eden ve Allanın rızâsını tahsil etmek gayesiyle ilim ve irfan tahsil etmek, kötülüklerden kurtulub iyilikleri elde etmek ve Resu­lünün sünnetini yaşamak emelini taşıyarak diyar diyar dolaşan her mümin, Allah ve Resulünün yolunda hicret eden kimsedir.

Meselâ : Cünüp olan bir kimse, hamama; cünüblükten kurtulmak, banyo ve temizlik sürûruna kavuşmak, cami ve mescitlere girmeyi mubah kılmak ve Kur'anı kerîmi eline almayı mubah kılmak İçin hamama girerek guslederse, bu dört gâyeninde Allah için birer gaye olması hasebiyle dört gaye için mükâfata nail olur. Halbuki görünüşte amel bir tanedir.

Evet bütün peygamberlerin, ulemâ-i âmilin, sulahâ-i sâlihin ve evliyâ-i arifin olan kimselerin, her harekât ve sekenâtları hatta yemeleri, içmeleri, alış verişleri, yatmaları, kalkmaları, ailevi münsebette bulunmaları, tuva­lete gidib zaruri ihtiyaçlarını def etmeleri, hulâsa her amellerini rızâyı bâ-riye muvafık olması ve iyi bir niyyet ile yaparak yaşayıp ömürlerin boşa gitmemesini temin edib âhirette de ecrü mükâfata nail olmak kasdı jile hayat geçirmişlerdir.

Binâen aleyh Allanın Rızasını ve peygamberin şefaatini talep eden her müminde, bugün aynı gaye ve emellerle ve iyi niyet içinde güzel amelleri işleyip kötülüklerden kaçınması lâzımdır.

Netice-i kelâm, bir kimsenin hicreti, aziz ve kerim oian Allâha ve onun sevgili habîbihe olursa, hicret ve gayesi büyük olduğundan ecri mükâfatı ve sonucu da o nisbette büyük ve iyi olacağı muhakkaktır.

Hadîsi şarîfin son cümlesi oian şu; «Şayet bir kimsenin hicreti, eline geçireceği bir dünyâya veya nikahlayacağı bir kadına olursa, işte o kimse­nin hicreti de, hicretinin gayesi olan şey ne ise, ona (dünya veya kadına) olur.» cümlede de bâzı gerçekler mündemiçdir.

Yâni, bir yerden diğer bir yere göç eden, bir memleketten diğer bir memlekete hatta bir mahalleden diğer bir mahalleye göç edib giden kim­se, bir dünyalığa veya bir kadınla evlenmeğe kavuşmak emeliyle göç eder­se, işte o kimsenin âhirette nail olacağı bir eeir ve sevab mükâfatı yoktur. Ancak kasıt ve gayesi dünya ve kadındır.

Hadisi şerifin bu cümlesinin sebebi vurûdu şöyle beyan edilmiştir : «Ibni Mes'ud (R.A.) den rivayet olunmuş, demiştirki : «Bizim yanımızda bir kadınla nişanlanmış bir kişi vardı. Bu adamın ni­şanlısı kadına Ümmü kays denirdi. Kadın o adamla nikahlanmaktan   kaçı­narak Mekke-i mükerremeden Medînei münevvereye hicet etmişti. Bunun üzerine nişanlanan erkekte hicret etti. Ve kadınla evlendi. Biz de o adama-Ümmü kaysın muhaciri-ismini vermiştik.» Mirkat, 40

Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz, dünyevî ve şehevânî gayeleri taşıyan amelleri elde etmek maksadı ile bir yerden göç etmenin uhrevî bir mükâ­fatı olmayıb ancak dünyâda bir fâide temin edilebileceğini beyan etmekte­dir.

Bir hareket ve amel, görünüşte âhiret ameli olsa, niyyet ve gaye dün­yalığa kavuşmak olursa, o amel dünyalıktır. Âhirette ecrü mükâfat olmadı­ğı gibi, cezası ve vizri de vardır.

Meselâ: Namaz, niyaz, hayır hasanat, kur'an okumak, zikrullah da bulunmak, İlim ve irfanla meşkul olmak heb birer ahiret ameli ve iyi amel­lerdir. Fakat bu iyi amelleri, bir dünyalığa kavuşmak ve riyakarlık yaparak insanların yanında iyi görünmek ve bilinmek maksadı ile yaparsa, işte bu ameller ve çalışmalar, dünya içindir. Ve dünyalığa kavuşmak için din sö­mürücülüğü yapmakdan başka bir şey değildir.

«Bir kimse, âhiret sevabını isterse, onun sevabını artırır, Ve bjr kimse de, dünya menfaatini isterse, önada ondan (dünyalıkdan) veririz. Fakat ona âhirette hiç bir nasib yoktur.» Şûra sûresi, 20

Bir hadîsi şerifde de şöyle buyurulmuştur :

«Bir kimse, bilginlere karşı üstünlüğünü göstermek (kibirlenmek) için veya sefihlerle mücâdele ve kavga etmek için veya insanların teveccühünü kazanmak (ve bu suretle mal toplamak) için ilim tahsil ederse, Allâhü te-âla o kimseyi cehenneme katar.» Tirmizi, İbni Mace

Hasanı Basrî (R.A.) da bir ip üzerinde hoplayan Pehlivanı görünce di-yorki :

«Pehlivanın bu cmeii, bizim (din yolunda olan) adamlarımızın amelin­den daha güzeldir. Zira bu adam, dünyâyı dünya ile yiyor. Bizim adamları­mız ise, din ile dünyâyı yiyorlar.» Mirkat, 41

Ey mübarek peygamber efendimiz! söylemiş olduğunuz altından daha kıymetli değerli sözünüz ayaklar altına alınmış, âdeta hak rızâsı için ilim tahsil eden kimseyi arayıb bulmak kibriti ahmer gibi güçleşmiş vaziyettedir.

İlim tahsili evvela maddî bir meblağa kavuşmak emeli ile başlanıyor, ve nihayet maddeye erişildiği an, sanki oluyorlar birer allâme selefi beğenme­mek, büyüğüne saygısızlık, vazife ve ibâdet aşkı yok, bir birlen arasında dedi koduiar, tefrikacılıklar, enâniyetler,, kibirlenmeler ve böbürlenerek ca­lim ve caka satanlar çoğalmış, mütevazı, halim, selim, ehli hikmet sahible-rine hürmetkar, bilmediğini öğrenmek için gayret edenler pek azalmış, ha­yat bu manzara ile dolmuş vaziyettedir.

Hasanı Basrî rahimehüllâhın sözünün yaşantısı ise, asırlarca evvel gö­rüldüğünden o dahi acınarak beyan etmektedir. Bulunduğumuz asırda ise, dünyalığa kavuşmak için din, îman, Kur'an, cami cemâat, okuma, okutma, nasihat etmek, hitabette bulunmak, telifatta bulunmak ve geçmişi rahmet­le yâd etmek için yapılan amellerin ekserisi bir dünyâ menfaatma dayan­maktadır.

Nasihat ve sözde islam yolunda cihad ettiğini iddia eden bir kısım kişi­ler, din nâmına ve ecdadı rahmetle yad ettiklerini beyân ederek kitab ya­zıyorlar ve kitabın ismi, muhteviyatı ve neşir gayesi bütün cıblaklığıyle dünyalık emeline dayandığı ve hatta kitabın kapağına ellerle çizilmiş put­ların konuşu görülmektedir din nâmına utanç verici ve dinin sâliklerini şa­şırtıcı ve saptırıcı bir mahiyet arzetmektedir. Heyhat, heyhat...

Bu gayeleri taşıyanlardan bazılanda, ihtifallara iştirak eden din adam­ları, hafızlar, dindarlar, bazı mevlidler, ve her çeşit dîni merasimlerin kısmî küllisi bir dünyalık sızdırmak ve gösteriş emelini taşıdığı canlı yaşantıla-rıyle müşahede edilmektedir.

Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz «Din nasihattir» düsturunun tatbikini ya­parken, fertleri, zümreleri ve şahısları hedef alarak onların isimlerini hiç zikretmez, şahsiyet yapmazdı. Ancak «Bazı kavm, bâzı cemaat» buyururlardı. Ve kendisine saldıran, kötülük edenlere iyilik eder; hayır duada bu­lunurdu.

Hal böyle iken hak için, din için, millet ve vatan için kendini adadığını ve ömür boyu islam dellallığı yapacığını söyleyen ve kendisini bir mücâ-hid gösteren bâzı kişiler; mihraba, menber ve kürsüye çıkıyorlar. Peygam­berin nasihat ve ameline uymayan söz ve hareketlerle vazifeye başlayor-lar. Cemaat çoğaltmak, şöhret yapmak veya madde elde etmek emelini taşıdıkları söz ve hareketleriyle ortaya çıkıyor. Zira şahsiyet yapmak, ken­disine bir şeyler söyleyen veya yapanlara lanet etmek ve halkı o kimselere tahrik etmek suretiyle kıymetli vakitleri müdafa-i nefis ve kötü davranışlar­la dolduruyorlar..

Kur'anı kerimde ise, Hz. Lukmanın evlâdına tavsiyesi şöyledir : «Ey oğlum! namazı dosdoğru kıl, İyiliği emret ve fenalıkdan nehyet. Bu hususda sana isabet edecek eziyete katlan. Zira bunlar, kesin olarak farz kılınan İşlerdendir.» Lokman sûresi, 17

Bir hadîsi şerifde hakiki ve en üstün mücâhidi şöyle açıklamıştır : «Cihâdın en efdalı, zâlim sultanın yanında (zamanında) hakkı   söyle­mektir.»

Resûlüllah diğer bir mübarek sözünde de düşmanlarına şu duada bu­lunmuştur :

«Ey Allâhım! Benim kavmime hidâyet (îmân ve ıslah) ver (de küfür ve zulümlerinden dolayı helak etme), zira bunlar câhil kimselerdir, bilmiyor­lar.» şerhi akâid

Bu gerçeklere inanan ey makam mansıb sahibleri, eviâd ve ahfat sa-hiblerü; Müftiler, vaizler, imam ve hatibler, müezzinler, kur'an öğreticiler, hâkimler, âmirler, memurlar, tacirler, sanatkârlar, işçiler, yöneticiler, öğ­reticiler, top yekûn İslam ve müslümanca yaşamak ve yaşatmak isteyen mü­min kardeşlerimiz! yukardaki gerçekleri iyi okuyalım ve gereği, uygun ve güzel olan sabır, tehammül, ıslah ediei ve hakkın rızasını tahsil etme emel­lerini yaşayalım, yaşatalım. Aksi takdirde cehennem odunu olmakdan baş­ka bir şeye yaramayız.

O şekilde olanlar görülüyorki, para ve kân için, dîni, din adamını ölüyü, diriyi, mâbed ve mesleklerine kalkan yapıyorlar. Hatta resimlere, heykelle­re ve putlara tapanların amellerini taklid edercesine hareket edenler gö­rülmektedir.

Evet yukardaki âyeti keriyme, hadîsi şerif ve büyüğün sözü şâyânı dik­kattir. Zîra hayatımızda din nâmına çatışdıklannı söyleyen bâzı din sâlikle-ri, ashabı hayır ve ehli takva olduklarını iddia edenler, dîni önüne, diline ve eline kalkan gibi alıyorlar, en âdi ve iğrenç amelleri irtikab ediyorlar.

Böyle istismarcı kimselerin bu halteri, gerçekten din, îman ve islam yolunda millet ve vatana hizmet aşkı ile çalışanların hayat ve faaliyetlerini paltalıyor ve hatta büyük zararlar tevlid ediyor. [31]




[31] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 34-40.