- Nimetten belâya

Adsense kodları


Nimetten belâya

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Sun 17 October 2010, 05:03 pm GMT +0200
Nimetten Belâya; Çocukların Fitne Olması
 

Evlât, yani çocuklar Allah’ın lutfu, fânî dünyanın süsü, âilenin çimentosu, ana ve babanın gözbebeğidir.[151]; “Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür...”[152]

Dünyada ana-babası için en değerli nimet ve mutluluklardan olan hayırlı çocuklar, âhirette de ebeveynleriyle beraber olacaklardır: “Kendileri iman edip zürriyetleri de imanda kendilerine uyan kimselerin zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır; kendi sevaplarından da hiçbir şey eksiltmemişizdir. Herkes kendi kazandığına bağlıdır.”[153]

Yüce Allah, âhirette sâlih mü’minleri cennete sokacağı gibi, kendileri gibi iman eden çocuklarını da kendileriyle beraber cennete sokacaktır. Böylece dünyada inanç ve gönül birliği içinde olanlar, âhirette de beraber olacaklardır. Şayet kendileri orada çocuklarından ayrı olsalar, yerleri ne kadar cennet olsa da yine ayrılık hasreti çekerler. Oysa orada üzüntü olmaz. Sefâ yerinde cefâ yoktur. Onun için Allah Teâlâ, orada mü’minleri yalnız bırakmaz, çocuklarını da yanlarına verir. Ancak bunun şartı, çocuklarının da kendileri gibi iman etmiş ve sâlih ameller işlemiş kimseler olmasıdır. Aksi takdirde sâlih ile fâcir, baba-oğul da olsa bir araya gelmiş olur ve rûhî bağ kalkar. Nitekim Nûh’un (a.s.) oğlu kendi âilesinden sayılmamıştır.[154] İşte Tûr sûresindeki âyetin sonunda “Herkes kendi kazandığına bağlıdır.” Ifâdesi, âhiret ödülünün, babaların/ataların salâhıyla değil; herkesin kendi imanı ve güzel eylemleriyle kazanılacağına işâret etmektedir. Ra’d sûresinde de bu durum şöyle açıklanır: “Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından olan sâlih/iyi olanlar da kendileriyle beraber olur. Melekler de her kapıdan yanlarına varırlar.”[155] âyetinde de sâlih mü’minlerin sâlih olan baba, eş ve çocuklarının da kendileriyle beraber olacağını vurgulamaktadır.

Bütün bunlarla birlikte; insana emânet olarak verilen mallar ve çocuklar da onlar için bir fitnedir, deneme ve sınama aracıdır. Mala ve çocuğa olan tutku ve aşırı ilgi, kişiyi Allah yolundan, O’na kulluk ve ibâdetten alıkoyabilir. İnsan mal ve dünyalıklar peşinde koşarken Rabbine karşı görevlerini unutabilir. Hatta malla şımarabilir, kibirlenir ve haddi aşabilir. Malın helâlinden kazanılması ve yine helâl yollarda harcanması, mal üzerinde hakkı olanların haklarının verilmesi İslâm’ın getirdiği ölçülerdir. Bu açıdan mal insan için denemedir. Evlâtların fitne/sınav olması da buna benzer. Allah’ın çocuk nasip ettiği anne ve babalar için, çocuklarını fıtratlarına uygun olarak terbiye etmek, onları sâlih insan olarak yetiştirmek, en önemli görevlerdendir.

Mala ve çocuklara karşı olan tutku, onları ve âileyi koruma ve kollama duygusu, insanı bazen adâletten uzaklaştırabilir, haddi aşıp haksızlık yapmaya sürükleyebilir. Böyle yapmak da ilâhî ölçülerden sapma sonucunu doğurur. Bu da insan için bir fitnedir. “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir (imtihandır). Allah’a gelince; büyük mükâfat O’nun yanındadır.”[156]

İnsanları, çoğu zaman Allah’ı anmaktan, O’nun yolunda cihad etmekten alıkoyan en önemli iki dünya meyvesi; birincisi servet, diğeri de sahip olunan evlâttır. Bu iki varlığı elden kaçırmama uğruna pek çok fedâkârlığa katlanır insan. Meşrû çizgide olduğu sürece buna zorunludur da. Fakat Allah'a ait sorumlulukların terkedilmesine sebep olursa elbette ebedî mükâfatı kaybetmiş olur. Allah için sevme ile Allah'a rağmen sevmenin açığa çıktığı, Allah rızâsı için sevme ve bunları emânet ve imtihan bilme ile, Allah’ı sever gibi sevme ve Allah’ın rızâsına onları tercih etme sınavı, en net biçimde bu iki şeyde ortaya çıkar. 

Mal ve evlât birer sınavdır; bunlar insanın bozulmasına, doğru yoldan şaşıp sapmasına neden olabilir. Kur’an’da mal ve evlât tutkusunun, yani hep çocuklarının geleceğini, bunun için mal çoğaltmayı düşünmenin, insanı doğru yoldan saptırabileceği; malı ve evlâdı olduğu halde doğruluktan ayrılmayan kimselerin ise ödüllendirileceği belirtiliyor.[157] Mal ve evlât düşkünlüğü, kendisini doğru yoldan çıkarıp haksızlığa düşürüdüğü kimse, sınavı kaybeder, büyük ziyana uğrar. Günümüzde bu durumu nice ana-babada görüyoruz. Adam, ibâdetlerine bile zaman ayıramayacak kadar geçim için çalışırken, nice haram kazanca dalarken çoğunlukla gösterdiği sebep “çocuklar için, onlar yüzünden”dir. “Ne yapalım, arkada evlâd u ıyâl var” denilir. Aslında bunlar sebepten ziyâde, şeytanın mâzeret gibi, hatta güzel fedâkârlık olarak gösterdiği bahanelerden ibârettir. Evlenmeden, çoluk-çocuk sahibi olmadan dâvâ adamı olan nice gençler, bir bakıyorsunuz kaybolmuş, evleri kendilerine mezar haline gelmiş. Ya da fakir veya orta halli iken dâvâ bilincine sahip fedâkârca gayretler içindeki nice müslüman, paralanınca paramparça paralanmış. Parayı sadece cebine değil, kalbine de koymuş, dâvâyı da bir kenara bırakmış, hatta nice haramlara dalmış. Mal, eş ve evlât imtihanları, insanın mayasındaki yapıyı ortaya çıkaran önemli testlerdir.   

Kur’an, insanları Allah’tan korkmaya, babanın çocuğu için, çocuğun da babası için fidye verip onu cezâdan kurtaramayacağı; hiç kimsenin, başkasına bir yarar sağlayamayacağı, başkasını ateş azâbından kurtaramayacağı âhiret gününden çekinmeye çağırır.[158] Herkes, âhirette hak ettiği cezâyı çekeceği için, Kur’an mü’minleri bu geçici dünyaya aldanmamaları husûsunda uyarır: “Dünya hayatı sizi aldatmasın, o çok aldatıcı sizi aldatmasın!”[159] Bu “ğarûr -çok aldatan-”, ya insana çekici görünen dünyadır, yahut şeytandır. Müfessirlerin genel kanısı bunun şeytan olduğu yönündedir. Tabii şeytan da insanı dünya tutkusuna, mal ve evlât hırsına düşürerek, fakirlikten korkutup cimriliği sevdirerek aldatır.

Allah, iman edenlere, dünya malının ve çocuklarının, kendilerini Allah’ı zikretmekten (hatırlayıp anmak ve kulluk yapmaktan) alıkoyup mahvetmemesine dikkat etmelerini emrediyor ve Allah’ı düşünmeyenlerin, ebedî ziyana uğrayacaklarını vurguluyor.[160] Teğâbün sûresinde de mü’minlere, eşlerinden ve çocuklarından bazılarının, kendilerine düşman olduğu, onlardan sakınmaları, onlara karşı dikkatli davranmakla beraber hoşgörülü olmaları; onları bağışladıkları takdirde Allah’ın da kendilerini bağışlayacağı bildiriliyor.[161]Bu âyetin devamında da, malların ve çocukların birer fitne/sınav olduğu, ödülün ise Allah katında bulunduğu vurgulanır.

Burada[162] dikkat edilecek husus; “min” cer harfinin, “bazı” anlamına geldiğidir. Yani âyette eşlerin ve çocukların hepsinin değil; bazılarının insana düşman olduğu bildirilmektedir. Gerçekten bilerek veya bilmeyerek kocasına veya karısına çok kötülük eden, onun üstüne dost tutan, hatta dostuyla birlik olup kocasını öldüren kadınlar veya karısını kesen, öldüren kocalar vardır. Burada hitap geneldir; kadını da erkeği de kapsar. Bütün iman edenlere hitap edilmektedir. Kasıt sadece erkekler değil; tüm mü’minlerdir. Bundan dolayı âyeti sadece erkekler açısından anlayıp öyle değerlendirmek yanlış olur. Kocasına çok kötü davranan kadınlar olduğu gibi; karısına çok kötülük yapan erkekler de vardır. Fakat aile reisi koca olduğu ve çocukların durumundan daha çok baba sorumlu olduğu için Arapça’nın tağlîb buralı gereği, erkeklere hitap kipi seçilmiş ise de bu hitap kadınları da kapsar. Aynen “Ey iman edenler! Namaza durmak istediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayınız...”[163] âyeti ve benzeri erkek hitap kipiyle kullanıldığı halde kadınları da kapsayan hüküm, vaad ve vaîd âyetleri gibi. Bu bakımdan her iki cinsi ifâde etmesi için âyet metninde geçen “zevc” kelimesinin çoğulu “ezvâc” kelimesini, “eşler” olarak meallendirmek daha doğru olur kanaatindeyiz. Arapçadaki “zevc”in karşılığı olan “eş”, hem kadını, hem erkeği kapsar. Erkek kadının zevci (eşi), kadın da erkeğin zevci (eşi)dir.

Çocuklardan da öylesi var ki, ana-babasının doğru yolundan ayrılır; onları üzer, mallarını yer, ihtiyarladıklarında onları kapı dışarı eder, kendi evlerinde huzuru yok edeceğini düşünerek huzurevlerine terk eder, ya da değişik zorluklar içinde bırakır. İşte bunlar, insana düşman olan çoluk çocuktur. Kişi kendisine dikkat etmeli, yolunda olmayan eş ve çocuklarının kötülüklerinden sakınmalıdır. İnsan, eşinin ve çocuklarının hareketlerine dikkat etmelidir, ama onlardan bütün bütün de uzaklaşmamalıdır. Onların hatalarını affetmelidir. Yoksa âilede dirlik ve düzenlik kalmaz. İşte bunun için âyetin sonunda “Eğer affeder, hoşgörür, bağışlarsanız, Allah da bağışlayan, merhamet edendir (affedenleri O da affeder).”[164] buyurmaktadır.[165]

Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak, dikkat edin, mallarınız ve çocuklarınız sizi meftûn edip Allah yolundan saptırmasınlar demektedir. Bunlar sizin için birer imtihan sebebidir. Onlarla ilişkilerinizi Allah’ın istediği şekilde mi ayarlıyorsunuz, başka ölçü(süzlük)lere göre mi? Denenmekte, sınanmakta olduğunuzu unutmayın. Mal ve çocuklarla ilişkilerinizi Allah’ın istediği şekilde ayarlayın da imtihanı kaybetmeyin. Sakın mal tutkunuz, çoluk-çocuk derdiniz sizi Allah’a kulluktan ayırmasın.

Fitne; herhangi bir madeni içindeki katkı maddeleri, curufları ayrılsın diye potaya atmak ve eritmek, arıtmak demektir. Demek ki, bizler de çoluk-çocuk sahibi olmakla, malk-mülk sahibi olmakla bir potadan geçiriliyoruz. Bunlarla ilgili Allah’ın yasalarına, bunların hukukuna riâyet edip etmeyeceğimiz konusunda denenmekteyiz. “Madem ki bunlar bizim için bir imtihan konusudur, öyleyse bunlara hiç sahip olmayalım da imtihanda başarılı çıkalım” demeye, Allah’ın imtihanından kaçmaya da hakkımız yoktur. Bazı insanlar, “bu devirde dosdoğru çocuk yetiştirmek zor, hatta mümkün değil” diyerek çocuk imtihanından kaçıyorlar; bu doğru değildir. Bu hayatı eşle, çocukla, malla yaşamamız da bir Allah yasasıdır. Yani müslüman helâl bir şekilde rızık peşinde, evlâd u ıyâl peşinde olacak, ama âhireti unutmayacak, kırmızı çizgileri ihlâl etmeyecektir.

64/Teğâbün sûresi, 14. âyette de eşlerimizin ve çoluk çocuklarımızın bize düşman olma ihtimali olduğu, bazılarının böyle olduğunu vurgular. Eğer mallarımız, eşlerimiz ve çocuklarımız bizi Allah’a kulluk yolundan alıkoyuyorlarsa, kulluğumuza engel olabilecek bir noktaya gelmişlerse, onlar yüzünden kulluğumuz engelleniyor ve cenneti kaybetmeye doğru gidiyorsak, işte o andan itibaren anlayoruz ki onlar bizim düşmanımız olmaya başlamışlardır. Eğer kadınsa kocası, kocaysa karısı, babaysa evlâdı, evlâtsa babası insanı Rabbine kulluktan, onu cennete gitmekten engelleyecek bir noktaya gelmişlerse kesinlikle bilelim ki onlar o kişinin düşmanıdırlar. Eğer insan, kendi kendini hayırdan şerre, kulluktan isyana, cennetten cehenneme doğru götürmeye başladıysa, hevâsına/keyfine tâbi oluyor, hatta hevâsını tanrılaştırmaya kalkıyorsa, insan kendi kendisinin düşmanı olmaya başlamış demektir. Kur’an buna insanın kendine zulmetmesi, kendine yazık etmesi der.

Kimi insanlar ana-babalarıyla, kimileri çocuklarıyla, bazıları eşleriyle, bazıları da malın yokluğu veya çokluğuyla imtihan olmaktadır. Allah’a kulluk yolunda yürüyen mü’min bir kocaya, aksi istikamette yürüyen karısı ve çocukları veya Allah’a itaate yönelmiş mü’mine bir kadına, aksi istikamette yürüyen kocası ve çocukları büyük engeller ve problemler çıkarabilmekdir. Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde bu toplumdaki bireylerin çoğu, Allah’a kulluğu birinci plana almış, dünya zevk ve sefâsını ikinci plana atmış bir erkeğe karşı hanımı ve çocukları, yakın akrabaları, büyük bir talihsizlik olarak bakarlar. Öyle ki kocalarını, babalarını cehenneme gönderme pahasına da olsa bu dünyada kendilerine refah ve zenginlik içinde bir dünya sunmasını beklerler. Nice adamlar, bu beklenti ve ısrarlı talepden dolayı Allah’ın hududunu çiğnemekte, eş veya çocuk fitnesinden dolayı haramlara bulaşmaktadır. Yine, Allah’a kulluğu birinci plana çıkarmış pek çok mü’mine hanımın, kocaları ve çocukları tarafından hayatları zindan edildiği görülmektedir. Allah için cihada çıkacak, infak edecek, dâvâ için koşturacak, tebliğ edecek nice adamın önünde en büyük engel, ilk gençliğinde babaları, sonra da hanım ve çocuklarıdır.

Sadece imtihan olunan eşler ve çocuklar tarafından istikametten saptırılmamakla da iş bitmemektedir. Aynı zamanda kişiye emânet olarak verilmiş eş ve çocuklarına karşı tavırlarıyla da insan imtihan olmaktadır. Onlarla hukukunu Allah’ın istediği tarzda yapıp yapmadığı, onları Allah’ın çizgisine çekmeye çalışıp çalışmadığı, onları müslümanca eğitip kulluk programına çekmeye çalışıp çalışmadığıyla da insanlar sınanmaktadır.

Varlığıyla yokluğuyla, azlığıyla çokluğuyla, bilelim ki mallarımız, mülklerimiz, oğullarımız, kızlarımız bir imtihandır. Rabbimiz bu verdikleriyle bizi sürekti denemektedir. Mallarımız, paralarımız konusunda, oğullarımız ve kızlarımız konusunda cennete gidebilmenin hesabını doğru yapmalıyız. Bunlarla ilişkilerimizi Allah’ın istediği şekle koyamazsak, biz mala değil, mal bize sahip olursa, sahip olduğumuz dünya nimetleri ve âilemiz bize Allah’ı, âhireti, Allah’ın hesabını unutturursa, Allah korusun bu imtihanı kaybettik demektir. Bize verilen nimetlerin esas sahibini unutup, Karun gibi, bunları sadece kendi yeteneklerimizle elde ettiğimizi düşünürsek, emânet bilincine, sorumluluk şuuruna sahip olmazsak, sahip olduklarımızı imtihan sebebi değil de gâye olarak görmeye başlarsak sınavı kaybettik demektir. Ama biz onlara karşı yapabileceğimiz tüm görevlerimizi yapar da buna rağmen onlar yola gelmezlerse, o zaman elbette bin onlardan sorumlu tutulacak değiliz. Meselâ Nûh (a.s.) hanımı ve oğlu ile imtihana tâbi tutuldu. Bu büyük peygamber, hanımını ve oğlunu müslümanlaştırabilmek için çok uğraştı, tüm yapabileceklerini yaptı, ama hidâyet Allah’ın yanında olduğu ve bazı insanlar peygamber yakını olduğu halde bile irâdelerini kötüye yönelik kullandıkları için Rabbimiz onu hesaba çekmeyecektir.[166]

İnsan, içinde bulunduğu durum itibarıyla pek çok yönden imtihan edilir. Bu denemeler, genelde insanın zayıf yönlerine yöneliktir. Çünkü düşkünlük, zâfiyet/zayıflık, irâdenin en çok zorlandığı husustur. İnsan, bazen bu zayıf yönlerinden mala olan düşkünlüğüyle, onu elinde tutmanın hırsı ile deneniyor. Bu deneme de iki yönlüdür. Bir yönü yokluk, sıkıntı ve zorluklardır. İnsanın sabrının ölçüldüğü bu hususlarda insanların başarılı olması ihtimali, ikinci yönü ile denenmesinden daha fazladır. Bu ikinci yönü, zenginlik, servet veya varlıktır. Bu nimetlere sahip olan insan, diğerine oranla daha zor durumda kalır. Meşakkat daha çoktur. Servetin ve varlığın insanda meydana getireceği rehâvet, insan direncini ve sabrını kemirebilir. Yoklukta yokluğa karşı göstereceği direnç ve sabrı, varlıkta varlığın gitme endişe ve telâşı içerisinde  gösteremeyebilir. İnsan düşüncesinde mal hırsı ve evlât sevgisi şahsiyette aşınma meydana getirmişse, bu zaafı telâfi etmesi çok zor olur. Olayın zorluğundan dolayıdır ki, verdiği mücâdelenin karşılığında, âyetin devamında belirtildiği gibi “ecir” değil; özellikle altı çizilerek vaad edilmiş olarak “büyük ecir” vardır. İnsanlar, genellikle zorlukların bir sınav olduğunu, varlığın ise sadece lütuf olduğunu zannederler. Halbuki, varlık, sağlık, nimet bolluğu ile yapılan sınav, diğerinden çok daha zordur.

 Allah’ın (c.c.) insanlara verdiği hem iyilikler, hem de kötülükler birer deneme (fitne) aracıdır.[167] İnsan nimetlere karşı şükürle; zorluk, darlık ve belâlara karşı sabırla denenir. Fakat insan çoğu zaman nankörlük yapar. Üstesinden gelemeyeceği bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen Rabbine yalvarır. Geniş bir nimete, mala ve zenginliğe kavuşunca da kibirlenir, malını kendi bilgisi ve kurnazlığıyla elde ettiğini zanneder. Böyle bir tavra karşı Kur’an şu açıklamayı yapıyor: “...Hayır o bir fitnedir (imtihandır), fakat çokları bunu bilmiyorlar.”[168]

Rabbimizin dünya nimetlerini ve dünyaya ait bütün göz kamaştırıcı güzellikleri insanların hizmetine sunması, bir deneme sebebidir. Ancak inanan kişi bu geçici güzelliklere ve zenginliklere aldanmamalı. Çünkü Allah’ın katındaki güzellikler, ya da iman edip sâlih amel işleyen kulları için hazırladıkları daha çok ve daha kalıcıdır.[169] Dünya nimetlerinin fitne/deneme olarak nitelendirilmesi insan için eğitici bir hatırlatmadır. O, insanın iç kuvvetlerini geliştirir, dikkatini keskinleştirir, yaşadığı realitenin boyutlarını kavramasına yardımcı olmak üzere onu uyarır. Kur’an, varlığı âyetler (ibret ve işaretler) olarak değerlendirir ve nimetleri bile bu bağlamda fitne olarak nitelendirir.

Fitne, gerçek olanı sahte olandan, iyi olanı kötü olandan, kirliyi temiz olandan ayırmak olduğuna göre, hayatın akışında olumlu ve olumsuz tarafıyla ortaya çıkabilir. Kur’an’ın işaret ettiği gibi insan bazen risk taşıyan, mal, mülk, evlât ve sağlık gibi nimetlerle, bazen de yokluk, hastalık, şeytan ve düşman saldırısı gibi şeylerle denemeye uğratılır. Bu bakımdan çekilen zorluk, mal, zulüm, kadın, çocuk, saptırma, azap, silâhlı çatışma, kalbe gelen vesvese gibi şeylerin hepsi de fitnedir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Onlardan bazı zümrelere, kendilerini denemek (fitneye uğratmak) için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.”[170]

Kur’an, insanın imandaki samimiyetini denemek için hayır ve şer ile imtihan olunduğunu haber veriyor.[171] İnsan, hayatın geçici güzellikleriyle de sınava çekilir.[172] Mal ve evlât, insan için bir fitnedir, deneme aracıdır.[173] Bol rızık ve verilen nimetler birer fitne olduğu gibi,[174] başa gelen üzüntü ve kederler,[175] belâ ve musîbetler de birer fitnedir.[176] İnsanlardan bazılarına Allah’tan gelen rızık, iman ve mağfiret gibi iyiliklerin sebebini bilmek mümkün olmayabilir. Allah (c.c.) bu şekilde insanları birbiriyle deniyor ve şükredenlerin belli olmasını istiyor.[177]

Dinde iki yüzlü davranan münâfıklar, çeşitli olaylarla, ibret almaları ve hatalarını terk etmeleri için sürekli denenirler. Ancak onlar çoğu zaman bu fitnenin (denemenin) farkında olmazlar.[178] Allah (c.c.) doğru yola giren kimseler için rızkı bollaştırır. Bunun sebebi de, onların şükredip şükretmeyeceklerini, takvâ sahibi olup olmayacaklarını denemektir.[179]

Kur’an şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed) Biz senden önce de yiyip içen, çarşıda pazarda dolaşan (ölümlü) insanların dışında kimseyi elçi olarak göndermedik. (Böyle yaparak ey insanlar), kiminizi kiminiz için fitne/sınama vesilesi kıldık (ki), sabredecek misiniz? (Bunu kendiniz de göresiniz; yoksa) Allah zaten her şeyi olduğu gibi görmektedir.”[180] Bu âyet;  yalnızca peygamberlerin değil; her insanın toplumsal varlığı ile diğer kimseler için, onların ahlâkî tercih ve kavrayışlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir deneme aracı olduğuna işaret etmektedir. Buna göre âyete şu anlamı vermek yanlış olmayacaktır: “Sizin hepinizi birbiriniz için bir imtihan vesilesi kıldık.”[181]

Hayat, tekâmül yolunda ilerlemek ise, fitnelerin peş peşe sıralanması doğaldır. Her toplum bir başkası için, her insan bir başka kimse için, onun durumunun ve tercihlerinin ortaya çıkması açısından bir fitne aracı olabilir.

Kur’an’ın bildirdiği fitneye dair tespit edilen temel hususları özetlersek; baskı ve şiddet, zulüm, güvenliği tehdit eden veya güvenliği olmayan ortam, küfür, şirk ve tuğyan, iç kargaşa ve karışıklık, idrâk yeteneğinin kaybolması, toplumu kuşatan belâ ve musîbet, bazen varlık ve servet ve bazen de yokluk ve sıkıntılarla denenme gibi bazı durumlarda ferde, bazı durumlarda da topluma yönelik olayları fitne olarak vasıflandırırız. Ancak bir de bunların tümünü kapsayan fitne var ki, o da soyut anlamı ile “sınav”dır; yani özellikle insanın varlık sebebi olan fitne. Allah’ın dışında ve O’nun yarattığı bütün eşya, canlı cansız, akıllı akılsız varlıklar bir denemedir; insana yönelik bir deneme. Diğer fitne türleri ise bu denemenin başarılı olup olmamasından doğan olaylardır.[182]

İnsanlardan bazıları gerçek bir şekilde değil de, iman-küfür sınırındaymışcasına ibâdet eder. Kendisine Allah’tan bir ‘hayr’ dokundumu, bununla sevinir. Ancak, başına hikmetin gereği bir fitne (belâ veya deneme) geldiği zaman yüz üstü döner gider. Böyleleri dünyayı da âhireti de kaybederler.[183] Peygamber’in dâveti sıradan bir insanın dâveti gibi değildir. Onun dâvetine uymamazlık edilemez, emrine karşı gelinemez: “...Rasûl’ün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belânın (fitnenin) çarpmasından, yahut onlara acı bir azâbın uğramasından sakınsınlar.”[184]

“Öyle bir fitneden sakının ki, o sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmekle kalmaz (herkese sirâyet ve tüm halkı perişan eder). Bilin ki Allah’ın azâbı şiddetlidir.”[185] Fitne, imtihan, ya da belâ... İçindeki bir grubun ne şekilde olursa olsun, zulüm işlemesine hoşgörü ile bakan, zâlimlerin karşısına dikilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum, zâlimlerin ve bozguncuların cezasını hak eden bir toplumdur. Zulüm, bozgunculuk ve kötülük yaygınlık kazanırken, insanların hiçbir şey yapmadan yerlerinde oturmalarını İslâm asla hoş görmez. Zira İslâm, birtakım pratik yükümlülükler gerektiren bir hayat sistemidir. Kaldı ki, Allah’ın dinine uyulmadığını ve Allah’ın ilâhlığının rededilip yerine kulların tanrılığının yerleştirildiğini gördüklerinde müslümanların sessiz kalmaları, bununla beraber Allah’ın, onları belâdan kurtamasını istemeleri, sünnetullaha ters bir arzu ve kabul olmayacak bir tavırdır.     

Mü’minlerin karşılaştıkları bütün güçlükler ve ellerinde bulunan bütün nimetler ve imkânlar birer fitne/deneme sebebidir. Günümüzde, eskiye oranla insanların ellerinde daha fazla imkân ve eşya var, daha fazla nimetlere sahipler. Eskiden karşılaşılan pek çok zorluklar ve darlıklar, yerini kolaylık ve konfora bıraktı. İşte bütün bu imkânlar ve nimetler birer fitnedir/imtihandır. Bazı müslümanların karşılaştıkları baskılar, işkenceler, zulümler, haksızlıklar birer fitnedir. Müslüman ülkelerin zorbalar, diktatörler, tâğutlar,  zâlimler veya zulüm düzenleri tarafından ele geçirilmesi bir fitnedir. Onurlu mü’minlerin bu zorbalarla ve zâlimlerle mücâdele zorunda kalmaları, kendileri hakkında bir fitnedir, sınav sebebidir. Özellikle modern toplumlarda ortaya çıkan ve giderek bütün dünyaya yayılan;  şirk, ilhad, ahlâksızlık, sapıklık, isyan ve günah rüzgârları birer fitnedir.

Müslüman nesillerin karşı karşıya kaldığı inkârcılık, dünyalıklara aşırı derece bağlanma, Din’in emirleri karşısındaki duyarsızlıklar birer fitnedir. Müslümanların bölünmüşlüğü, fırka fırka olmaları, aralarındaki çekişmeler, müslüman ülkeler arasındaki yapay sınırlar birer fitnedir. Her bir müslüman; içinde bulunduğu şarta, elindeki nimete ve karşılaştığı güçlüğe göre fitneye uğratılıyor, denemeye tabi tutuluyor.

Müslümana düşen, varlık tablosundaki âyetlerden, oluşlardan ve karşılaştığı fitne ve denemelerden ibret alması, Allah’tan gelen fitneyi kazanmaya çalışması ve bizzat kendisinin fitnelere sebep olmamasıdır.[186]   

Fitne konusunda söylenmesi gereken bir durum da, bunu itham olarak kullanmaktır. “Fitne çıkarıyor”, “fitneci” gibi suçlayıcı ifâdeler kullanırken, muhâtabın inancına ve yaşayışına çok dikkat edilmeli, bu ifâdeleri cihad eden samimi müslümanlara karşı -hatta onlar, beğenmediğimiz ve farklı metodlar benimsemiş olsalar bile-  kullanmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Hakkı haykırmak, tâğutlara ve tâğûtî düzenlere karşı çıkmak için gayret gösteren mü’minleri fitne çıkarmakla suçlayanlar; gerçek fitnecilerin ta kendileridir. Tüm fitnelerin kaynağı olan İslâm dışı sistemler içinde rahat ve refah içinde, ümmetin derdiyle dertlenmeden ve köklü değişim ve dönüşüm için uğraş vermeden gününü gün edenlerin bu tavırları, fitneye uğradıklarının göstergesidir. Fitne kazanını kaynatanlar, müşrikler, yahûdiler, münâfıklar ve bu sınıflardan birine destek verip onlara âlet olanlardır. İnsanı Allah yolundan alıkoyan ideoloji, düzen, yönetim, mal, evlât, âile, çevre, medya ve tâğutî kurumlar hep fitne unsurlarıdır. Tüm dünyadan fitneyi kaldırma, fitnenin kökünü kurutma hayali, planı, gayreti, cihadı ve savaşı içinde olanlara selâm olsun! 

“Ey mü’minler! Öyle bir fitneden sakının ki, o, sizden yalnızca zulmedenlere dokunmaz. Bilin ki gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”[187]

“Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helâk eder misin (Allah’ım)? Bu senin fitnen/sınavından başka bir şey değildir. Bu imtihan aracılığıyla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmiz/dostumuzsun, bizi bağışla ve bize merhamet et, Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”[188] 


[152] 18/Kehf, 46

[153] 52/Tûr, 21

[154] 11/Hûd, 46

[155] 13/Ra’d, 23

[156] 8/Enfâl, 28; Ayrıca Bak. 64/Teğâbûn, 14-15; Malların ve çocukların deneme sebebi olduğunu “belâ” kelimesiyle ifâde eden âyetler için Bak. 3/Âl-i İmrân, 186; 5/Mâide, 48; 6/En’âm, 165

[157] 8/Enfâl, 28

[158] 31/Lokman, 33, 3/Âl-i İmrân, 10

[159] 31/Lokman, 33

[160] 63/Münâfıkun, 9

[161] 64/Teğâbün, 14-15

[162] 64/Teğâbün, 14’de

[163] 5/Mâide, 6

[164] 64/Teğâbün, 14

[165] S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, 5/543-545   

[166] Ali Küçük, Besâiru’l Kur’an, 7/298-300       

[167] 21/Enbiyâ, 35

[168] 39/Zümer, 49

[169] 20/Tâhâ, 131

[170] 20/Tâhâ, 131

[171] 21/Enbiyâ, 35

[172] 20/Tâhâ, 131

[173] 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15

[174] 39/Zümer, 49

[175] 20/Tâhâ, 40

[176] 9/Tevbe, 126; 22/Hacc, 11

[177] 6/En’âm, 53

[178] 9/Tevbe, 126

[179] 72/Cinn, 16-17

[180] 25/Furkan, 20

[181] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, 2/730

[182] Geniş bilgi için bkz. Sâlih Asğar, Kur’an’da Fitne Olgusu ve Modern Fitne Odakları, s.  45-90

[183] 22/Hacc, 11

[184] 24/Nûr, 63

[185] 8/Enfâl, 25

[186] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 216-218

[187] 8/Enfâl, 25

[188] 7/A’râf, 155