derya
Tue 2 February 2010, 10:07 am GMT +0200
Nikâhın Faydaları
Nikâhta beş fayda vardır:
1. Evlat yetiştirmek.
2. Evin idare edilmesi.
3. Şehvetin kırılması.
4. Akraba ve yakınların çoğalması.
5. Kadınların hakkına ve hukukuna riayet etmek suretiyle nefse karşı mücahede etmek.
I. Fayda
Birinci fayda; evlattır. Evlat nikâhın temel taşıdır. Nikâh müessesesi onun için kurulmuştur. Nikâhtan gaye; neslin devam etmesidir, Dünyanın insan denilen varlıktan mahrum kalmamasıdır. Şehvet ise, insanları nikâha sürükleyici ve teşvik edici olarak yaratılmıştır. Tıpkı boğadan tohumunu çıkarmakla, dişiyi de tohum ekmeye hazırlamakla görevlendirilen bir kimse gibi... Bu şekil yaratılmak, erkek ve dişi için Allah´ın bir lûtf-u ilâhîsidir. Bu lûtuf onları cinsî birleşme sayesinde evlat elde etmeye sevkeden Kuşu tuzağa sevketmek için, canının çektiği taneleri tuzağa serperek elde edilen lûtuf gibi...
İlâhî kudret, çiftleşme olmaksızın ve tohum serpmeksizin insanı yoktan var etmeye yeter. Fakat Allah´ın hikmeti sebeplerin sebeplere dayanmasını istedi. Esasında ilâhî hikmet hiç de böyle yapmaya mecbur değildi. O halde böyle yapmasının sebebi nedir?
Böyle yapmanın illeti; kudretin izharı ve gösterilmesi, sa-natının garip yanlarının tamamlanması, daha önce istenilen ve yazılanın meydana gelmesidir.
Evlat edinmekte dört şekilde Allah´a yakınlaşmak vardır. İnsanoğlu şehvetten doğacak felâketlerden emin bulunduğu zaman, sadece o yönden Allah´a varmak için evlenir. O kadar ki, seleften hiç kimse bekâr olarak Allah´ın huzuruna varmayı istemezdi.
O vecihler şunlardır:
1. İnsan neslinin devam etmesi için çalışıp evlat edinmekle Allah´ın sevgisine lâyık olmak.
2. Rasûlullah´ın diğer ümmetler karşısında iftihar edeceği çoklukla onun muhabet ve sevgisini kazanmak.
3. Öldükten sonra sâlih evladın duâsından istifade etmeyi düşünmek.
4. Kendisinden önce öldüğü takdirde küçük çocuğunun şefaatini talep etmek.
I. Vecih
Bu vecihlerin birincisi, en incesi ve halkın anlayışından en uzak olanıdır. İlâhî sanatın hârikalarını idrâk eden ve hikmetinin akışını anlayan basiret sahiblerince birinci yön o vecihlerin en kuvvetlisidir. Şöyle ki; efendi kölesine tohumu ve çiftçilik âletlerini verdiği ve kendisine sürülecek araziyi teslim ettiği zaman, köle ekmeye muktedir ve kendisini ekmeye zorlayıcı vekil (şehvet) de varsa, bütün bunlara rağmen tembellik yapıp çiftçilik âletlerini kullanmayıp tohumu zâyi ettiği ve kendisini gözeten vekili (şehveti) de bir hileyle defedip kandırdığı takdirde efendisinin buğz ve ce-zasına muhatap ve müstehak olur. Allah Teâlâ çiftleri yarattı. Tenâsül aletleri ile yumurtaları da yarattı. Bel kemiklerinde meniyi yaratıp o meni için yumurtalıklar, damarlar ve akış yollarını da hazırlamıştır. Ana rahmini istikrar sağlayıcı merkez olarak meni için yaratmıştır. Şehvet isteğini erkek ve dişiye de vermiştir.
İşte bütün bu fiiller ve âletler, yaratıcının maksadını keskin bir dille ortaya koymaktadır. Akıllıların kulaklarının zarını patlatırcasına varlıkla-rının sebebini haykırmaktadır.
Eğer Allah Teâlâ, Rasûlü´nün lisanıyla insanların yaratılışından maksat ve muradını açıkça belirtmeseydi bile durum bu merkezde olurdu. Kaldı ki bu emri açıkça, peygamberinin diliyle belirterek bu sırrı açığa vurmuştur: Evleniniz, üreyiniz.
O halde evlenmekten (gücü yettiği hâlde) kaçan bir kimse, tarlayı sürmekten yüz çevirmiş, tohumunu zâyi etmiş, Allah´ın yarattığı ve çalışır hâle soktuğu âletleri muattal bırakmış, yaratılışın gayesine, yaratmak delillerinden anlaşılan, insanın azalarında harf ve seslerle değil ilâhî bir hatla yazılan ezelî hikmetin incelik-lerini idrâk etmekte nâfiz ve ilâhî basirete sâhip olan herkes tarafından okunan hikmetinin kökünü kazımaya kasdetmiş olur.
İlâhî nizamın, çocukları öldürmeyi ve kızları diri diri gömmeyi büyük bir cinayet sayması da bu sır ve hikmete dayanmaktadır.
Çünkü bunları yapmak varlığının tamamlanmasına mâni olmak demektir.
Azil diri diri gömmenin bir çeşididir´ diyen bir kimse bu tehlikeli duruma işaret etmiştir, Bu bakımdan evlenen bir kimse Allah Teâlâ´nın tamamlanmasını istediği bir şeyin tamamlanması için gayret göstermiştir. Evlenmekten kaçan ise, Allah Teâlâ´nın zayi edilmesini istemediği bir şeyi zayi ve ifsad etmiş olur.
Allah Teâlâ, nefislerin devamını istediği içindir ki (yoksullara) yedirmeyi emir buyurmuş, insanları o yöne teşvik etmiş ve o yolda sarfedileni karz (borç) diye tâbir etmiştir.
Kimdir o adam ki, Allah´a güzel bir borç versin. (Bakara/245)
Soru: Senin ´Neslin ve nefsin devamlılığı güzeldir´ sözün, in-sana nesillerin fâni olmasının Allah´ın nezdinde mekruh ve istenilmeyen birşey olduğu hissini veriyor. Bu his ise, Allah´ın iradesine nisbetle ölüm ve yaşayış arasında bir farkın olduğunu bildirir. Oysa, herkesin malûmudur ki, bütün bunlar Allah´ın meşîet ve isteği iledir. Allah da âlemlerden müstağnidir. Bu bakımdan, Allah tarafından onların ölüm ve yaşayışları arasındaki fark nereden gelir veya varlıkları yokluklarından nasıl ayırdedilir?
Cevap: Bu söz haktır. Fakat kendisinden bâtıl kastolunmuştur. Çünkü bizim söylediğimiz, bütün kâinatın ister hayır, ister şer, ister fayda ve isterse zarar olsun, Allah´ın irâdesine izafe ve nisbet edilmesine zıt ve münâfi düşmemektedir. Ancak muhabbet ve istememek kendi mihverlerinde birbirine ters düşmekte, fakat ikisi de ilâhi irâdeye zıd düşmemektedir. Zira nice şey vardır ki irâde olunur. Fakat Allah´ın hoşuna gitmez. Meselâ; Günahlar mekruhtur. Bununla beraber Allah´ın muradıdır ve hem de O´nu razı ederler.
Küfür ve şirke (veya şerre) gelince biz onların Allah için makbul ve güzel olduklarını söyleyemeyiz. Fakat o da Allah´ın muradıdır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Kulları için küfre râzı değildir. (Zümer/4)
Durum bu olduğu halde, nasıl olur da fani olmak, Allah´ın sevgi ve nefretine nisbeten beka gibi olsun.
Oysa Allah Teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur:
Müslüman kulumun ruhunu kabzetmek hususunda tered-düt ettiğim kadar, hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim. Kulum ölümden hoşlanmaz. Ben de onun kötülük yap-masından hoşlanmam. Oysa onun ölmesi de gerekir.13
´Oysa onun ölmesi de gerekir´ cümlesi, şu ayette belirtilen kader ve irâdeye işarettir:
Biz aranızda ölümü takdir ettik. (Vâkıa/60)
O Allah ki ölümü ve hayatı yarattı. (Mülk/2)
Allah Teâlâ´nın Vakıa sûresinin 60. ayeti ile, yukarıda geçen hadîsin ´Ben de onun kötülük yapmasından hoşlanmam´ cümlesi arasında herhangi bir zıtlık yoktur. Ancak bu konudaki hakikatin açıklanması, irade, sevgi ve nefretin mânâlarını tedkik ve hakikatlerini beyan etmeye bağlıdır. Çünkü bunlardan zihinlere gelen mânâlar halkın irâde, sevgi ve nefretine uygun şeylerdir. Fakat heyhat, halkın anladığı mânâlar nerede, bu terimlerin hakîkî mânâları nerede? Bu bakımdan, Allah´ın sıfatları ile halkın sıfatları arasındaki uzaklık, O´ nun herşeye gâlib olan zâtı ile mahlukların arasındaki fark kadardır.
İnsanın zâtı cevher ve ârazdır. Allah´ın zâtı ise, hem cevherden ve hem de arazdan münezzehdir... Cevher ve âraz olmayan bir zat, cevher ve âraza uygun olmadığı gibi, sıfatları da yaratıklarının sıfatlarına denk değildir.
Bu hakîkatler mükaşefe ilmine dahildir. Mükâşefe ilminin arasında ise, ifşası yasaklanan kader ve sırrı vardır. Öyleyse biz ondan bahsetmeyelim. Daha önceden evlenmekle evlenmemek arasındaki belirttiğimiz fark ile yetinelim. Evet, evlenmemek Hz. Adem´den bu âna kadar nesilden nesile Allah tarafından devam ettirilen neslin zâyî edicisidir. O halde nikâhtan çekinen bir kimse, Hz. Adem´den kendisine kadar uzanan ve devam eden bir varlığın (neslin) kökünü kesmiş ve zürriyetsiz olarak ölmüştür. Eğer evlenmeye zorlayan sâik sadece şehvetin giderilmesi olsaydı, elbette ki veba hastalığından ölmek üzere olan Muaz b. Cebel ´Allah´ın huzuruna bekâr gitmek istemiyorum, bunun için beni evlendirin´ demezdi. Eğer ´Muaz o hâliyle çocuk bekleyemezdi. Buna rağmen niçin evlendi?´ diye soracak olursan, derim ki; çocuk, cinsî müna-sebetten meydana gelir. Cinsî münâsebet ise şehvete kapılmakla olur. Bu ise, insan iradesinin dâhilinde olmayan bir iştir. Kulun tercihine bağlı olan ancak şehveti tahrik eden özelliktir. Bu özelliğin olması, her zaman beklenir bir şeydir. O hâlde, evlenen bir kimse, kendisine düşen vazifesini yapmıştır. Gerisi ise onun elinde değildir. Bu sır ve hikmet içindir ki, (cinsi münasebetten aciz olan) kimseye bile evlenmek müstehabdır. Çünkü şehveti galeyana getiren kudret gizlidir, insan onun mahiyetine vâkıf olamaz.
Kafasında saç bulunmayan bir dazlağın, hac ibâdetini yaparken diğer hacılara uymak ve selef-i sâlihîne benzemek için kafası üzerinde usturayı gezdirmesi müstehab olduğu gibi, kısır bir kim-senin de evlenmesinin bu vecihdeki müstehablığı kalkmış değildir.
Nitekim şu zamanda hac yaparken izdiba ve remel yapmanın müstehab olması gibi. Oysa İslâm´ın başlangıcında yapılan izdiba ve remel´den gaye; seyirci bulunan kâfirlere ashâb-ı kiramın kuvvetini göstermekti. Böylece onlara uyup benzemek daha sonra kıyâmete kadar gelen müslümanlar için de sünnet oldu. Fakat cinsî münasebete muktedir olan bir kimse hakkındaki evlenmenin müstehab olması, iktidarsız olan bir kimse hakkındaki müstehablıktan elbette daha kuvvetlidir.
Kadının muattal kılınması ve kadınlık ihtiyacına ait olan hakkının zâyi olması keraheti (mesuliyeti) ile karşılaşan iktidarsızın evlenmesi; bazen daha da fazla mahzurlu olur. Çünkü tehlikeden uzak değildir. İşte bu, şehvetin gevşemesinden dolayı terkedilen evlenmenin şiddetle reddedilmesine sebep olan birşeydir.
II. Vecih
Rasûlullah´ın, diğer ümmetlere karşı ümmetinin çokluğu su-retiyle rızâsını ve muhabbetini elde etmeye çalışmaktır. Zira Hz. Peygamber bu durumu açıkça ifade buyurmuşlardır.
Hz. Ömer´in çok evlendiği ve ´Ben ancak çocuk yapmak için ev-leniyorum´ demesi ve kısır kadınları kötüleyen haberlerin rivayet edilmesi, her yönüyle evlenmenin çocuk için olduğuna işaret eder. Zira Hz. Peygamber kısır olan kadın hakkında şöyle demiştir:
Evin bir köşesinde bulunan bir hasır, doğum yapmayan bir kadından daha hayırlıdır.14
Kadınlarınızın en hayırlısı ve sevimlisi çokça doğuranıdır.15
Doğuran bir siyah kadın,güzel (fakat doğurmayan) kadından daha hayırlıdır.16
Bu hadîs-i şerif işaret eder ki, çocuk istemek, nikâhın faziletli olmasında, şehvet felâketinin bertaraf edilmesini istemekten daha tesirlidir. Zira şehveti bertaraf etmek, gözü haramdan korumak bakımından güzel kadın daha câzip olduğu halde övülmemiştir. Oysa Hz. Peygamber çirkin de olsa doğuran kadınla evlenmeyi tavsiye etmiştir.
III. Vecih
Kendisinden sonra kendisine duâ edecek sâlih bir evladın kalmasıdır. Nitekim bu durum haberde şöyle vârid olmuştur: ´Âdemoğlu öldüğü zaman, bütün amelleri sona erer, ancak üç tanesi devam eder... Onlardan biri de sâlih evlatır´.
Ölüler için yapılan duâlar, nûrdan yapılmış tabaklarda on-lara takdim edilir.17
´Evlat, çoğu zaman sâlih olmuyor´ şeklindeki itiraz, nikâhın bu sebebine menfî bir tesir yapamaz. Çünkü ne de olsa o evlat mü´mindir. Sâlih olmak ise, dindarların çocuklarında umulan bir haslettir. Hele ebeveynleri dinî terbiyesine biraz ihtimam gösterip onu salâha ve takvâya sevketmişlerse...
Duâ mü´mine faydalıdır. İsterse duayı yapan salih bir evlat olsun, isterse fâcir bir evlat... Ebeveyni, duâsından ve hasenelerinden faydalanır. Çünkü o evlat onun kazancından sayılır. Günahlarından ise, ebeveyni değil sadece evlat sorumludur. Zira hiç kimse başkasının günahından mesul olamaz. ´Hiçbir kimse başkasının yükünü sırtlayamaz´. Bu sır ve hikmeti belirtmek için Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Biz o sâlih kullarımızın zürriyetlerini onlara kattık. Onların amellerinden de onlar için hiçbir şey eksiltmedik. (Tûr/21)
Yani onların amellerinden zerre kadarını bile eksiltmedik. Üstelik onların evlatlarını da onların hasenatına kattık ve böylece onların hasenâtı arttı.
IV. Vecih
Dördüncü vecih ise, kendisinden önce çocuğunun ölüp kendisine şefâatçi olmasıdır.
Kıyâmet gününde (küçük iken ölen) çocuk, ebeveyninin elinden tutup cennete çeker.18
Benim şu anda senin elbisenden tuttuğum gibi küçükken ölen çocuk da kıyâmet gününde ebeveyninin (veya babasının) elbisesinden tutup (cennete doğru) çeker.19
Küçük yaşta ölen çocuğa ´cennete gir´ denildiği zaman, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir sesle şöyle haykırır: ´Ebeveynim benimle birlikte olmadıkça ben cennete girmem´. O esnada şöyle bir ses gelir: ´Onunla birlikte ebeveynini de cennete koyunuz´.20
Küçük yaşta ölen çocuklar kıyâmet günü mahlûkat hesaba çağrıldığı zaman toplanırlar. Bu esnada meleklere ´Bu çocukları cennete götürünüz´ denir. Cennete götürülen çocuk-lar cennet kapısında dururlar. Onlara Müslümanların çocuklarına merhaba, haydi hesapsız olarak cennete giriniz´ denilir, o çocuklar Babalarımız ve annelerimiz nerededir?´ diye sorarlar. Cennet bekçileri onlara şöyle derler: ´Sizin babalarınız ve anneleriniz sizin gibi değildiler. Onların günahları vardı. Onlar şimdi o günahlarından ötürü hesaba çekilmektedirler´.
Râvi der ki; çocuklar cennet kapısında bir ağızdan haykırırlar (Ebeveynlerinin kurtulmasını isterler). Onların halini herkesten daha iyi bilen Allah Teâlâ şöyle buyurur:
- Bu bağrışma nedir?
- Yârab! Müslümanların çocuklarıdır. Diyorlar ki, ´Biz ancak ebeveynimizle birlikte cennete gireriz´.
- (Ey melekler!) Ebeveyinlerinin ellerinden tutarak onları da cennete dahil ediniz.21
Kimin iki çocuğu ölürse, o bir perde ile ateşten perdelenir.22
Kimin bülûğa ermeyen üç çocuğu ölürse Allah Teâlâ çocuklara olan rahmeti sebebiyle onu cennete sokar.
Denildi ki: ´Ey Allah´ın Rasûlü! İki çocuğu ölen de bu mükâfata mazhar olur mu?´ Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: ´Evet iki çocuğu ölen de aynı istifadeyi eder´.23
Hikâye olunur ki;sâlihlerden birisine evlenmek teklifi yapıldığında, bu teklifi reddetti. Birgün uyanır uyanmaz ´Beni evlendirin. Beni evlendirin. Beni evlendirin´ diye haykırdı. Bu durumu müşâhede edenler, neden böyle yaptığını sordular. Dedi ki: ´Umarım ki Allah Teâlâ bana bir evlat ihsân eder sonra da canını alır. O da bana âhirete gönderilen azık olur´. Sonra şöyle devam etti: ´Rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm. Sanki bir grupla birlikte mahşerde idi. Boynum kopacak derecede susamıştım. Etrafımızdakilerin hepsi de benim gibi susuzluk ve üzüntü içinde kıvranmakta idi. Biz bu durumda iken bir de baktım ki, ellerinde altın testi, gümüş ibrikler ve omuzlarında nûr mendiller bulunan çocuklar topluluk içinde gezmektedirler. Cemaatler arasında geziyor ve seçtikleri bazı kimselere su içiriyorlar. Fakat insanların çoğuna su vermeden geçip gidiyorlar. Onlardan birine elimi uzatıp benim de çok susadığımı ve biraz su içirmesini söyledim. O bana ´Bizim içimizde senin çocuğun yoktur. Biz ancak babalarımıza su içirebiliriz´ dedi. Bunun üzerine ´Siz kimsiniz?´ diye sordum. Dediler ki: ´Biz müslümanların küçük yaşta ölen çocuklarıyız´.
Şu ayetin mânâlarından biri de Ölen küçük çocukların âhirete gönderilmesidir:
İstediğiniz şekilde tarlanızı sürebilirsiniz. Nefisleriniz için daha önceden iyi ameller gönderiniz.
(Bakara/224)
Bu dört vecihle anlaşıldı ki, evlenme faziletinin çoğu çocuk edinmeye vesile oluşundandır.
II. Fayda
Nikâhın ikinci faydası; şeytandan korunmak kadınlara karşı olan isteği kırmak, şehvetten doğan felâketleri önlemek, gözü haramdan ve ferci zinadan korumaktır.
Buna Rasûlullah´ın şu hadîs-i işaret eder:
Evlenen bir kimse dininin yarısını korumuş olur. Öyleyse ikinci yarısını da korumak için Allah´tan korkmak olan takvâya yapışsın.
Şu hadîs de aynı mânâya işaret eder:
Evleniniz, evlenmeye gücü yetmeyen oruçla şehvetini kırmaya çalışsın. Çünkü oruç şehveti kırar.
Naklettiğimiz eser ve haberlerin çoğu bu mânâya işaret eder. Bu mânâ (şehvetin defedilmesi), birinci mânâ (evlat edinmek)ten sonra gelir. Yani evlenme konusunda ikinci dereceyi işgal eder. Çünkü şehvet, çocuk için yaratılmıştır. Evlenmek, şehveti bertaraf etmeye, mânevi yükünü götürmeye ve saldırganlığın şerrini defetmeye kâfi gelmektedir. Ancak, nikâh bu gayeyle yapıldığı takdirde, sadece Allah´ın rızasını kazanmak için yapıldığına işaret etmez. Çünkü, sadece Allah´ın rızasını kazanmak için emrine uyanın derecesi, elbette tevkilin külfet ve gailesinden kurtulmak için yapanın derecesinden üstündür. Öyleyse, evlenmekte şehvet ile evlat mukadderdirler ve aralarında mânevi bir bağ da vardır.
Evlenmekten gaye lezzettir. Evlat ise onun sonucudur. Yemenin sonucunun def-i hâcet olduğu gibi... O halde çocuk edinmek, evlenmenin mutlak maksudu değildir´ demek câiz değildir. Zira yaratılış ve hikmetin gayesi esasında evlattır. Şehvet ise, insanın onu elde etmesi için gerekli bir vasıtadır. O da şehveti yerine getirmekte öyle bir lezzet vardır ki, eğer devamlı olsaydı onunla hiçbir zevk ve lezzet ölçülmezdi. O lezzet, cennette verilmesi va´dedilen lezzetlere dikkati çekmektedir. Zira hiçbir şekilde tadılmamış lezzete teşvik etmek faydasız ve gereksizdir. Çünkü eğer iktidarsız bir kimse, sevişmeye veya herhangi bir çocuk, saltanat ve idareceliğin lezzetine teşvik edilirse, bu teşvikin beş paralık bir değeri yoktur. Dünya lezzetlerinin bir faydası da, cennette devam edeceğine dair bir teşvik olmalıdır ki, insanları Allah´a ibadet etmeye iletsin. Önce hikmete, sonra rahmete ve daha sonra da ilâhî donatım ve techize bak ki, tek şehvetin altında zâhir ve bâtın olmak üzere iki hayatı dercetmiştir.
Zâhirî hayat, kişinin neslinin devamıyla devam edip yaşamasıdır. Çünkü onun neslinin devamı kendisininde bir nevi devamıdır. Bâtınî hayat ise, âhiret hayatıdır. Çabuk bitmekle eksilen bu lezzet, insanı devamlılığından ötürü mükemmel olan ebedî lezzete ve insanı o lezzete vardıran tâat ve ibâdete teşvik eder. Böylece bu, gösterdiği şiddetli istek sayesinde kendini cennet nimetlerine vardıran ibadetlere devam etmeyi kolaylaştırır. Gerek insan bedeninin görünür ve görünmez bütün zerre (hücre)lerinde ve gerekse göklerin ve yer âleminin bütün zerrelerinde öyle ince hikmet ve şaşırtıcılıklar vardır ki, akıllar onları idrâk edemez, hayretler içinde kalır ve onları olduğu gibi çözemez bir hâle gelir. Onlar ancak her türlü bulanıklıktan arınmış kalplere, saflıkları oranında, dünyanın geçici parlaklığından, gurur ve gailelerinden uzaklaştıkları nisbette görünürler,
Nikâh ki şehvetin gailesini defeden bir sebeptir âciz ve erkeklikten mahrum olmayan herkes için dinen çok önemli bir vecibedir. Bu sıfat ise, halkın çoğunda vardır. Şehvet galip geldiği ve takvâ kuvvetiyle gemlenmediği takdirde insanı fuhşiyata götürür. Hz. Peygamber, Allah Teâlâ´dan naklen bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:
Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesad hâkim olur.
Şayet kişi takva gemiyle gemli ise, arzularını şehvetten, gözünü haramdan ve tenâsül uzvunu da zinadan koruyabilir. Kalbini vesvese ve kötü düşüncelerden alıkoymak ise, o insanın gücü dahilinde değildir. Aksine nefsi kendisini daima cinsi konulara çekip konuşturur ve şeytan çoğu zaman kendisinden ayrılmaz. Bazen namaz esnasında bile gelip gırtlağına yapışır. Hatta namazda kal-bine öyle cinsî hayaller ilka eder ki, eğer en âdi bir kimsenin huzurunda o hâdiseler açıkça söylense, muhakkak ki ondan utanırdı. Allah ise, onun kalbini bilmektedir. Kalbin Allah tarafından ayân-beyan bilinmesi, halkın açıktakileri bilmesinden daha açıktır. Ahiret yolunun yolcusu olan kişi için, emirlerin başı kalptir. Oruca devam etmek halkın çoğunun kalbinden vesveseyi kazıyamaz. Bu sırra binâen İbn Abbas şöyle demiştir: ´Âbidin ibâdeti ancak evlenmesi ile tamamlanır´.
Bu türlü vesvese umumi bir beladır. Ondan çok az insan yakasını kurtarmıştır. Katade şu ayeti tahammül edilmez, serkeş şehvetle te´vil etmiştir:
Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! (Bakara/286)
İkrime ve Mücâhid İnsan zayıf olarak yaratıldı´ (Nisâ/28) ayetini ´kadınsız sabredemez´ şeklinde tefsir etmişlerdir.
Feyyaz b. Nüceyh şöyle demiştir: ´Kişinin tenâsül uzvu kalktığı zaman aklının üçte ikisi gider´. Bir kısım âlimler de ´Dinin üçte biri gider´ demişlerdir.
Nevadir Tefsiri´nde İbn Abbâs´ın, Felâk sûresinin ´Karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden´ ayetine ´tenâsül uzvunun kalkıp serkeşlik yapması´ şeklinde mânâ verdiği nakledilmiştir. Çünkü bu durum, ezici bir belâdır. Geldiğinde, ne din, ve nede akıl ona karşı duramaz. Bununla birlikte önce geçtiği gibi, bu şehvet iki hayatın elde edilmesine de faydalıdır. Şehvet şeytanın insanoğluna karşı kullandığı en kuvvetli silâhıdır. Allah´ın sevgili habibi Hz. Peygamber (s.a), şehvetin şeytan elinde en keskin ve kuvvetli âlet olduğuna şu hadîs-i şerîfiyle işaret etmiştir:
(Ey kadınlar!) Aklı ve dini eksik olanlar içinde sizden daha fazla akıllıları mağlup eden birşey görmüş değilim.24
Akıllıların bunlara mağlup olmasının hikmeti; şehvetinin galeyâna gelmesidir.
Hz. Peygamber bir duasında şöyle demiştir:
Ey Allahım! Kulağımın, gözümün, kalbimin ve şehvetimin şerrinden sana sığınırım.25
Ey rabbim! Kalbimin temizlenmesini ve edep yerimin zinâdan korunmasını senden niyaz ederim.20
Hz. Peygamber´in şerrinden Allah´a sığındığı şey hiçbir şekilde ihmâl etmeye gelmez.
Sâlih kullardan biri çokça evlenir; hatta öyle ki, yanında iki üç zevceden eksik bulundurmazdı. Sûfîlerden biri onun bu durumuna itiraz etti. Bu itiraza karşı o sâlih kul şöyle sordu: ´Ey sûfî! Herhangi bir işte Allah´ın mânevî huzurunda oturup kalbini şehvet tehlikesinden kurtaranınız var mıdır?´ Sûfî ´Bu durum, başımıza çokça gelmektedir´ diye cevap verdi. O sâlih şöyle devam etti: ´Eğer hayatım boyunca bir kerecik sizin başınıza gelenlere razı olsaydım evlenmezdim. Fakat beni meşgul eden şey kalbime geldiği zaman onu bertaraf ederim. Böylece felâha kavuşup hâlime ve işime devam ederim. Kırk seneden beri kalbime kötülük nâmına birşey gelmiş değildir´.
Halktan biri sûfîlerin hâlini şiddetle yeriyordu. Dindar bir kimse kendisine sûfîlerin nesine hücum ettiğini ve hangi hâllerini tenkid ettiğini sordu. O bu suâle şöyle cevap verdi:
- Çok yerler.
- Onların acıktığı gibi sen de acıksan sen de çok yersin.
- Çok evlenirler.
- Eğer sen de onlar gibi gözlerini haramdan ve edep yerini zinadan korusan, muhakkak ki sen de onlar gibi evlenirsin?
Cüneyd-i Bağdâdî şöyle derdi: ´Yemeye ve içmeye muhtaç olduğum gibi, cinsî münasebete de ihtiyaç duyarım. O halde zevce, hem nafaka ve hem de kalp temizliğine vesiledir.
Böyle olduğu içindir ki, Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Kim bir kadını görüp iştahı çekerse, gidip helaliyle cinsî münasebette bulunsun.27
Zira böyle yapmak vesveseyi nefislerden uzaklaştırır.
Câbir (r.a), Allah´ın Rasûlü´nden şöyle rivayet eder:
Allah´ın Rasûlü, bir kadın gördü ve derhal Zeyneb validemizin odasına girip, şehvetini gidererek dışarı çıktı,28
Kadın geldiğinde şeytan suretinde gelir. O hâlde herhangi biriniz hoşuna giden bir kadını gördüğü zaman, zevcesiyle cinsî münasebette bulunsun. Çünkü hoşuna giden kadında ne varsa, onun zevcesinde de o vardır.
Kocası yanında bulunmayan kadınların evlerine girmeyin. Çünkü şeytan damarlarınızda kanın dolaşması gibi bedeninizde dolaşmaktadır. Bizler ´Sende de mi böyle dolaşır´ diye sorunca, Hz. Peygamber ´Evet, bende de bu şekilde dolaşır. Ancak ona karşı Allah Teâlâ bana yardım eder de, onun şerrinden emin ´kalırım´29 dedi.
Süfyan b. Uyeyne der ki; hadîsteki ´Eslemü´ tâbiri, ´ben onun şerrinden emin kalırım´ demektir. Yoksa şeytan müslüman olmuştur demek değildir. Çünkü şeytan müslüman olamaz.
Ashâbın zâhid ve âlimlerinden olan İbn Ömer (r.a) oruçlu iken iftar zamanında yemekten önce cima eder ve yıkandıktan sonra namaza dururdu. Bütün bunları, kalbi ibadet için boşalsın ve şeytanın vesveselerinden kurtulsun diye yapardı. Rivayete göre o, Ramazan ayında yatsı namazından önce câriyelerinden üçüyle cinsî münasebette bulundu.
İbn Ömer şöyle demiştir: ´Bu ümmetin en hayırlısı en fazla evlenenidir´.
Şehvet, Arapların mizacına galip bir haslet olduğundan bu kavimden olan sâlihler diğer milletlerin sâhillerinden daha fazla evlenirler. Zinâdan korkulduğundan, kalbin fitneden boşalması için cariye ile evlenmek bile helâl kılınmıştır. Oysa bu türlü evlenmede çocuğun köleleştirilmesi sözkonusudur. Köleleştirmek ise, çocuk için bir nevi helâktir. Fakat böyle bir hareket hür bir kadınla evlenmeye gücü yeten bir kimse için haramdır. Ancak bütün bunlara rağmen, çocuğun köleleştirilmesi, dinin yok olmasından çok daha hafiftir. Böyle yapmakla ancak bir müddet için çocuğun hayatı kötü geçer. Fakat fuhşiyatı irtikâb etmekte ise, bir tek gününe karşılık bile uzun ömürler, çok hakir görülen âhiret hayatı elden gider.
Rivayet edilir ki; birgün herkes İbn Abbas´ın meclisinden kalkıp gitti. Sadece bir genç kaldı. İbn Abbas ihtiyacının ne olduğunu o gence sordu.
- Sana bir mesele sormak için kaldım. Fakat cemaatten utandım. Şimdi ise, senden utanıp çekiniyorum.
- Âlim kişi insanın babası yerindedir. O hâlde bana, babana söyleyebileceğin herşeyi söyle.
- Ben evlenmemiş bir gencim. Çoğu zaman zina etmekten korkuyorum.Bu bakımdan birçok kere elimle istimnâ ediyorum. Benim bu yaptığımda bir günah var mıdır?
Bu soru karşısında kalan İbn Abbas, yüzünü öbür tarafa çevirerek öf diye hayıflandı ve sonunda şunları söyledi:
- Câriyeyi nikâhlamak elle istimnâ etmekten, elle istimnâ etmek de zina yapmaktan daha hayırlıdır.
İbn Abbas´ın bu hükmü şehvet sahibi bekâr kimsenin üç ateş arasında bulunduğuna işarettir. O ateşlerden en zararsızı cariye ile evlenmektir. Bu evlenmekte çocuğun köleleştirilmesi vardır. Bundan daha ağırı elle istimnâ etmektir. Bu, ateşlerin en zararlı ve en büyük olanı da zinadır.
İbn Abbas bunların hiçbirinin mutlak olarak mübah olduğunu söylemedi. Çünkü cariye ile evlenmek ve elle istimnâ etmenin ikisi de mahzurludur. Ancak onlardan daha mahzurlu olan zinâya kapılmamak için onlara sığınılır. Nitekim nefsin açlıktan ötürü helâk olmasından korkulduğu zaman leşin yenmesine izin verildiği gibi... İki şerden en hafifini tercih etmek, onun mutlak mü-bah olduğu mânâsını taşımaz ve aynı zamanda mutlaka hayırdır mânâsına da gelmez. Kangren olmuş bir elin kesilmesi, hayırlı birşey değildir. Fakat ölüm sözkonusu olduğunda elin kesilmesine izin verilir. (Hatta bazen kesilmesi farz bile olur). Bu durumda evlenmekte bir fazilet vardır. Ancak bu durum, bütün insanlara teşmil edilemez. Belki insanların çoğu için geçerlidir.
Birçok kimse vardır ki, yaşlılık, hastalık ve başka illetlerden şehveti azalır. Onun hakkında nikâha teşvik edici bu haslet yok olur. Ancak daha önce bahsi geçen evlat meselesi kalır. Çünkü pek nadir rastlanan cinsel organı olmayan kimse hariç, bu emir herkes içindir.
Bazı tabiatlar vardır ki, onlarda şehvet o derece fazladır ki, bir kadın onları zabt u rabt altına alamaz. Bu şehvet sâhibine birden fazla, dörde kadar evlenmek müstehabdır. (Fakat kadınlar arasında adaletli olmak bu meselede temeldir). Eğer Allah Teâlâ kendisine muhabbet ihsân edip, kalbi onlarla mutmain olursa ne âlâ. Aksi takdirde boşanmak suretiyle değiştirmek kendisi için müstehab olur. Hz. Ali (r.a) Hz. Fatıma´dan yedi gün sonra ev-lenmiştir.
Deniliyor ki, Hz. Hasan çok evlenen bir zattı. Hatta ikiyüz kadından fazlasıyla evlendiği rivayet edilir. Aynı zamanda dört hanımla birden nikâh akdi yapar, çoğu zamanda da dördünü bir-den boşar ve başkalarıyle evlenirdi. Hz. Peygamber Hz. Hasan´a şöyle demiştir:
Benim yaratılış ve ahlâkıma benziyorsun.30
Hasan benden, Hüseyin de Ali´dendir.31
Deniliyor ki, Hz. Hasan´ın çok evlenmesi, peygamber-i zişâna benzeyişinin bir emâresidir.
Muğire b. Şûbe seksen kadın ile evlenmiştir. Ashâb-ı kirâm içinde üç veya dört kadınla evli bulunanlar çoktu. İki kadınla evli olanların ise haddi hesabı yoktu. Evlenmenin sebebi belli olduğu zaman, ilâcın illet nisbetinde verilmesi gerekir. Evlenmekten gaye; nefsin teskin edilmesidir. Öyleyse çokluk ve azlık konusunda bu durumu dikkate almalıdır.
Nikâhta beş fayda vardır:
1. Evlat yetiştirmek.
2. Evin idare edilmesi.
3. Şehvetin kırılması.
4. Akraba ve yakınların çoğalması.
5. Kadınların hakkına ve hukukuna riayet etmek suretiyle nefse karşı mücahede etmek.
I. Fayda
Birinci fayda; evlattır. Evlat nikâhın temel taşıdır. Nikâh müessesesi onun için kurulmuştur. Nikâhtan gaye; neslin devam etmesidir, Dünyanın insan denilen varlıktan mahrum kalmamasıdır. Şehvet ise, insanları nikâha sürükleyici ve teşvik edici olarak yaratılmıştır. Tıpkı boğadan tohumunu çıkarmakla, dişiyi de tohum ekmeye hazırlamakla görevlendirilen bir kimse gibi... Bu şekil yaratılmak, erkek ve dişi için Allah´ın bir lûtf-u ilâhîsidir. Bu lûtuf onları cinsî birleşme sayesinde evlat elde etmeye sevkeden Kuşu tuzağa sevketmek için, canının çektiği taneleri tuzağa serperek elde edilen lûtuf gibi...
İlâhî kudret, çiftleşme olmaksızın ve tohum serpmeksizin insanı yoktan var etmeye yeter. Fakat Allah´ın hikmeti sebeplerin sebeplere dayanmasını istedi. Esasında ilâhî hikmet hiç de böyle yapmaya mecbur değildi. O halde böyle yapmasının sebebi nedir?
Böyle yapmanın illeti; kudretin izharı ve gösterilmesi, sa-natının garip yanlarının tamamlanması, daha önce istenilen ve yazılanın meydana gelmesidir.
Evlat edinmekte dört şekilde Allah´a yakınlaşmak vardır. İnsanoğlu şehvetten doğacak felâketlerden emin bulunduğu zaman, sadece o yönden Allah´a varmak için evlenir. O kadar ki, seleften hiç kimse bekâr olarak Allah´ın huzuruna varmayı istemezdi.
O vecihler şunlardır:
1. İnsan neslinin devam etmesi için çalışıp evlat edinmekle Allah´ın sevgisine lâyık olmak.
2. Rasûlullah´ın diğer ümmetler karşısında iftihar edeceği çoklukla onun muhabet ve sevgisini kazanmak.
3. Öldükten sonra sâlih evladın duâsından istifade etmeyi düşünmek.
4. Kendisinden önce öldüğü takdirde küçük çocuğunun şefaatini talep etmek.
I. Vecih
Bu vecihlerin birincisi, en incesi ve halkın anlayışından en uzak olanıdır. İlâhî sanatın hârikalarını idrâk eden ve hikmetinin akışını anlayan basiret sahiblerince birinci yön o vecihlerin en kuvvetlisidir. Şöyle ki; efendi kölesine tohumu ve çiftçilik âletlerini verdiği ve kendisine sürülecek araziyi teslim ettiği zaman, köle ekmeye muktedir ve kendisini ekmeye zorlayıcı vekil (şehvet) de varsa, bütün bunlara rağmen tembellik yapıp çiftçilik âletlerini kullanmayıp tohumu zâyi ettiği ve kendisini gözeten vekili (şehveti) de bir hileyle defedip kandırdığı takdirde efendisinin buğz ve ce-zasına muhatap ve müstehak olur. Allah Teâlâ çiftleri yarattı. Tenâsül aletleri ile yumurtaları da yarattı. Bel kemiklerinde meniyi yaratıp o meni için yumurtalıklar, damarlar ve akış yollarını da hazırlamıştır. Ana rahmini istikrar sağlayıcı merkez olarak meni için yaratmıştır. Şehvet isteğini erkek ve dişiye de vermiştir.
İşte bütün bu fiiller ve âletler, yaratıcının maksadını keskin bir dille ortaya koymaktadır. Akıllıların kulaklarının zarını patlatırcasına varlıkla-rının sebebini haykırmaktadır.
Eğer Allah Teâlâ, Rasûlü´nün lisanıyla insanların yaratılışından maksat ve muradını açıkça belirtmeseydi bile durum bu merkezde olurdu. Kaldı ki bu emri açıkça, peygamberinin diliyle belirterek bu sırrı açığa vurmuştur: Evleniniz, üreyiniz.
O halde evlenmekten (gücü yettiği hâlde) kaçan bir kimse, tarlayı sürmekten yüz çevirmiş, tohumunu zâyi etmiş, Allah´ın yarattığı ve çalışır hâle soktuğu âletleri muattal bırakmış, yaratılışın gayesine, yaratmak delillerinden anlaşılan, insanın azalarında harf ve seslerle değil ilâhî bir hatla yazılan ezelî hikmetin incelik-lerini idrâk etmekte nâfiz ve ilâhî basirete sâhip olan herkes tarafından okunan hikmetinin kökünü kazımaya kasdetmiş olur.
İlâhî nizamın, çocukları öldürmeyi ve kızları diri diri gömmeyi büyük bir cinayet sayması da bu sır ve hikmete dayanmaktadır.
Çünkü bunları yapmak varlığının tamamlanmasına mâni olmak demektir.
Azil diri diri gömmenin bir çeşididir´ diyen bir kimse bu tehlikeli duruma işaret etmiştir, Bu bakımdan evlenen bir kimse Allah Teâlâ´nın tamamlanmasını istediği bir şeyin tamamlanması için gayret göstermiştir. Evlenmekten kaçan ise, Allah Teâlâ´nın zayi edilmesini istemediği bir şeyi zayi ve ifsad etmiş olur.
Allah Teâlâ, nefislerin devamını istediği içindir ki (yoksullara) yedirmeyi emir buyurmuş, insanları o yöne teşvik etmiş ve o yolda sarfedileni karz (borç) diye tâbir etmiştir.
Kimdir o adam ki, Allah´a güzel bir borç versin. (Bakara/245)
Soru: Senin ´Neslin ve nefsin devamlılığı güzeldir´ sözün, in-sana nesillerin fâni olmasının Allah´ın nezdinde mekruh ve istenilmeyen birşey olduğu hissini veriyor. Bu his ise, Allah´ın iradesine nisbetle ölüm ve yaşayış arasında bir farkın olduğunu bildirir. Oysa, herkesin malûmudur ki, bütün bunlar Allah´ın meşîet ve isteği iledir. Allah da âlemlerden müstağnidir. Bu bakımdan, Allah tarafından onların ölüm ve yaşayışları arasındaki fark nereden gelir veya varlıkları yokluklarından nasıl ayırdedilir?
Cevap: Bu söz haktır. Fakat kendisinden bâtıl kastolunmuştur. Çünkü bizim söylediğimiz, bütün kâinatın ister hayır, ister şer, ister fayda ve isterse zarar olsun, Allah´ın irâdesine izafe ve nisbet edilmesine zıt ve münâfi düşmemektedir. Ancak muhabbet ve istememek kendi mihverlerinde birbirine ters düşmekte, fakat ikisi de ilâhi irâdeye zıd düşmemektedir. Zira nice şey vardır ki irâde olunur. Fakat Allah´ın hoşuna gitmez. Meselâ; Günahlar mekruhtur. Bununla beraber Allah´ın muradıdır ve hem de O´nu razı ederler.
Küfür ve şirke (veya şerre) gelince biz onların Allah için makbul ve güzel olduklarını söyleyemeyiz. Fakat o da Allah´ın muradıdır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Kulları için küfre râzı değildir. (Zümer/4)
Durum bu olduğu halde, nasıl olur da fani olmak, Allah´ın sevgi ve nefretine nisbeten beka gibi olsun.
Oysa Allah Teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur:
Müslüman kulumun ruhunu kabzetmek hususunda tered-düt ettiğim kadar, hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim. Kulum ölümden hoşlanmaz. Ben de onun kötülük yap-masından hoşlanmam. Oysa onun ölmesi de gerekir.13
´Oysa onun ölmesi de gerekir´ cümlesi, şu ayette belirtilen kader ve irâdeye işarettir:
Biz aranızda ölümü takdir ettik. (Vâkıa/60)
O Allah ki ölümü ve hayatı yarattı. (Mülk/2)
Allah Teâlâ´nın Vakıa sûresinin 60. ayeti ile, yukarıda geçen hadîsin ´Ben de onun kötülük yapmasından hoşlanmam´ cümlesi arasında herhangi bir zıtlık yoktur. Ancak bu konudaki hakikatin açıklanması, irade, sevgi ve nefretin mânâlarını tedkik ve hakikatlerini beyan etmeye bağlıdır. Çünkü bunlardan zihinlere gelen mânâlar halkın irâde, sevgi ve nefretine uygun şeylerdir. Fakat heyhat, halkın anladığı mânâlar nerede, bu terimlerin hakîkî mânâları nerede? Bu bakımdan, Allah´ın sıfatları ile halkın sıfatları arasındaki uzaklık, O´ nun herşeye gâlib olan zâtı ile mahlukların arasındaki fark kadardır.
İnsanın zâtı cevher ve ârazdır. Allah´ın zâtı ise, hem cevherden ve hem de arazdan münezzehdir... Cevher ve âraz olmayan bir zat, cevher ve âraza uygun olmadığı gibi, sıfatları da yaratıklarının sıfatlarına denk değildir.
Bu hakîkatler mükaşefe ilmine dahildir. Mükâşefe ilminin arasında ise, ifşası yasaklanan kader ve sırrı vardır. Öyleyse biz ondan bahsetmeyelim. Daha önceden evlenmekle evlenmemek arasındaki belirttiğimiz fark ile yetinelim. Evet, evlenmemek Hz. Adem´den bu âna kadar nesilden nesile Allah tarafından devam ettirilen neslin zâyî edicisidir. O halde nikâhtan çekinen bir kimse, Hz. Adem´den kendisine kadar uzanan ve devam eden bir varlığın (neslin) kökünü kesmiş ve zürriyetsiz olarak ölmüştür. Eğer evlenmeye zorlayan sâik sadece şehvetin giderilmesi olsaydı, elbette ki veba hastalığından ölmek üzere olan Muaz b. Cebel ´Allah´ın huzuruna bekâr gitmek istemiyorum, bunun için beni evlendirin´ demezdi. Eğer ´Muaz o hâliyle çocuk bekleyemezdi. Buna rağmen niçin evlendi?´ diye soracak olursan, derim ki; çocuk, cinsî müna-sebetten meydana gelir. Cinsî münâsebet ise şehvete kapılmakla olur. Bu ise, insan iradesinin dâhilinde olmayan bir iştir. Kulun tercihine bağlı olan ancak şehveti tahrik eden özelliktir. Bu özelliğin olması, her zaman beklenir bir şeydir. O hâlde, evlenen bir kimse, kendisine düşen vazifesini yapmıştır. Gerisi ise onun elinde değildir. Bu sır ve hikmet içindir ki, (cinsi münasebetten aciz olan) kimseye bile evlenmek müstehabdır. Çünkü şehveti galeyana getiren kudret gizlidir, insan onun mahiyetine vâkıf olamaz.
Kafasında saç bulunmayan bir dazlağın, hac ibâdetini yaparken diğer hacılara uymak ve selef-i sâlihîne benzemek için kafası üzerinde usturayı gezdirmesi müstehab olduğu gibi, kısır bir kim-senin de evlenmesinin bu vecihdeki müstehablığı kalkmış değildir.
Nitekim şu zamanda hac yaparken izdiba ve remel yapmanın müstehab olması gibi. Oysa İslâm´ın başlangıcında yapılan izdiba ve remel´den gaye; seyirci bulunan kâfirlere ashâb-ı kiramın kuvvetini göstermekti. Böylece onlara uyup benzemek daha sonra kıyâmete kadar gelen müslümanlar için de sünnet oldu. Fakat cinsî münasebete muktedir olan bir kimse hakkındaki evlenmenin müstehab olması, iktidarsız olan bir kimse hakkındaki müstehablıktan elbette daha kuvvetlidir.
Kadının muattal kılınması ve kadınlık ihtiyacına ait olan hakkının zâyi olması keraheti (mesuliyeti) ile karşılaşan iktidarsızın evlenmesi; bazen daha da fazla mahzurlu olur. Çünkü tehlikeden uzak değildir. İşte bu, şehvetin gevşemesinden dolayı terkedilen evlenmenin şiddetle reddedilmesine sebep olan birşeydir.
II. Vecih
Rasûlullah´ın, diğer ümmetlere karşı ümmetinin çokluğu su-retiyle rızâsını ve muhabbetini elde etmeye çalışmaktır. Zira Hz. Peygamber bu durumu açıkça ifade buyurmuşlardır.
Hz. Ömer´in çok evlendiği ve ´Ben ancak çocuk yapmak için ev-leniyorum´ demesi ve kısır kadınları kötüleyen haberlerin rivayet edilmesi, her yönüyle evlenmenin çocuk için olduğuna işaret eder. Zira Hz. Peygamber kısır olan kadın hakkında şöyle demiştir:
Evin bir köşesinde bulunan bir hasır, doğum yapmayan bir kadından daha hayırlıdır.14
Kadınlarınızın en hayırlısı ve sevimlisi çokça doğuranıdır.15
Doğuran bir siyah kadın,güzel (fakat doğurmayan) kadından daha hayırlıdır.16
Bu hadîs-i şerif işaret eder ki, çocuk istemek, nikâhın faziletli olmasında, şehvet felâketinin bertaraf edilmesini istemekten daha tesirlidir. Zira şehveti bertaraf etmek, gözü haramdan korumak bakımından güzel kadın daha câzip olduğu halde övülmemiştir. Oysa Hz. Peygamber çirkin de olsa doğuran kadınla evlenmeyi tavsiye etmiştir.
III. Vecih
Kendisinden sonra kendisine duâ edecek sâlih bir evladın kalmasıdır. Nitekim bu durum haberde şöyle vârid olmuştur: ´Âdemoğlu öldüğü zaman, bütün amelleri sona erer, ancak üç tanesi devam eder... Onlardan biri de sâlih evlatır´.
Ölüler için yapılan duâlar, nûrdan yapılmış tabaklarda on-lara takdim edilir.17
´Evlat, çoğu zaman sâlih olmuyor´ şeklindeki itiraz, nikâhın bu sebebine menfî bir tesir yapamaz. Çünkü ne de olsa o evlat mü´mindir. Sâlih olmak ise, dindarların çocuklarında umulan bir haslettir. Hele ebeveynleri dinî terbiyesine biraz ihtimam gösterip onu salâha ve takvâya sevketmişlerse...
Duâ mü´mine faydalıdır. İsterse duayı yapan salih bir evlat olsun, isterse fâcir bir evlat... Ebeveyni, duâsından ve hasenelerinden faydalanır. Çünkü o evlat onun kazancından sayılır. Günahlarından ise, ebeveyni değil sadece evlat sorumludur. Zira hiç kimse başkasının günahından mesul olamaz. ´Hiçbir kimse başkasının yükünü sırtlayamaz´. Bu sır ve hikmeti belirtmek için Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Biz o sâlih kullarımızın zürriyetlerini onlara kattık. Onların amellerinden de onlar için hiçbir şey eksiltmedik. (Tûr/21)
Yani onların amellerinden zerre kadarını bile eksiltmedik. Üstelik onların evlatlarını da onların hasenatına kattık ve böylece onların hasenâtı arttı.
IV. Vecih
Dördüncü vecih ise, kendisinden önce çocuğunun ölüp kendisine şefâatçi olmasıdır.
Kıyâmet gününde (küçük iken ölen) çocuk, ebeveyninin elinden tutup cennete çeker.18
Benim şu anda senin elbisenden tuttuğum gibi küçükken ölen çocuk da kıyâmet gününde ebeveyninin (veya babasının) elbisesinden tutup (cennete doğru) çeker.19
Küçük yaşta ölen çocuğa ´cennete gir´ denildiği zaman, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir sesle şöyle haykırır: ´Ebeveynim benimle birlikte olmadıkça ben cennete girmem´. O esnada şöyle bir ses gelir: ´Onunla birlikte ebeveynini de cennete koyunuz´.20
Küçük yaşta ölen çocuklar kıyâmet günü mahlûkat hesaba çağrıldığı zaman toplanırlar. Bu esnada meleklere ´Bu çocukları cennete götürünüz´ denir. Cennete götürülen çocuk-lar cennet kapısında dururlar. Onlara Müslümanların çocuklarına merhaba, haydi hesapsız olarak cennete giriniz´ denilir, o çocuklar Babalarımız ve annelerimiz nerededir?´ diye sorarlar. Cennet bekçileri onlara şöyle derler: ´Sizin babalarınız ve anneleriniz sizin gibi değildiler. Onların günahları vardı. Onlar şimdi o günahlarından ötürü hesaba çekilmektedirler´.
Râvi der ki; çocuklar cennet kapısında bir ağızdan haykırırlar (Ebeveynlerinin kurtulmasını isterler). Onların halini herkesten daha iyi bilen Allah Teâlâ şöyle buyurur:
- Bu bağrışma nedir?
- Yârab! Müslümanların çocuklarıdır. Diyorlar ki, ´Biz ancak ebeveynimizle birlikte cennete gireriz´.
- (Ey melekler!) Ebeveyinlerinin ellerinden tutarak onları da cennete dahil ediniz.21
Kimin iki çocuğu ölürse, o bir perde ile ateşten perdelenir.22
Kimin bülûğa ermeyen üç çocuğu ölürse Allah Teâlâ çocuklara olan rahmeti sebebiyle onu cennete sokar.
Denildi ki: ´Ey Allah´ın Rasûlü! İki çocuğu ölen de bu mükâfata mazhar olur mu?´ Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: ´Evet iki çocuğu ölen de aynı istifadeyi eder´.23
Hikâye olunur ki;sâlihlerden birisine evlenmek teklifi yapıldığında, bu teklifi reddetti. Birgün uyanır uyanmaz ´Beni evlendirin. Beni evlendirin. Beni evlendirin´ diye haykırdı. Bu durumu müşâhede edenler, neden böyle yaptığını sordular. Dedi ki: ´Umarım ki Allah Teâlâ bana bir evlat ihsân eder sonra da canını alır. O da bana âhirete gönderilen azık olur´. Sonra şöyle devam etti: ´Rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm. Sanki bir grupla birlikte mahşerde idi. Boynum kopacak derecede susamıştım. Etrafımızdakilerin hepsi de benim gibi susuzluk ve üzüntü içinde kıvranmakta idi. Biz bu durumda iken bir de baktım ki, ellerinde altın testi, gümüş ibrikler ve omuzlarında nûr mendiller bulunan çocuklar topluluk içinde gezmektedirler. Cemaatler arasında geziyor ve seçtikleri bazı kimselere su içiriyorlar. Fakat insanların çoğuna su vermeden geçip gidiyorlar. Onlardan birine elimi uzatıp benim de çok susadığımı ve biraz su içirmesini söyledim. O bana ´Bizim içimizde senin çocuğun yoktur. Biz ancak babalarımıza su içirebiliriz´ dedi. Bunun üzerine ´Siz kimsiniz?´ diye sordum. Dediler ki: ´Biz müslümanların küçük yaşta ölen çocuklarıyız´.
Şu ayetin mânâlarından biri de Ölen küçük çocukların âhirete gönderilmesidir:
İstediğiniz şekilde tarlanızı sürebilirsiniz. Nefisleriniz için daha önceden iyi ameller gönderiniz.
(Bakara/224)
Bu dört vecihle anlaşıldı ki, evlenme faziletinin çoğu çocuk edinmeye vesile oluşundandır.
II. Fayda
Nikâhın ikinci faydası; şeytandan korunmak kadınlara karşı olan isteği kırmak, şehvetten doğan felâketleri önlemek, gözü haramdan ve ferci zinadan korumaktır.
Buna Rasûlullah´ın şu hadîs-i işaret eder:
Evlenen bir kimse dininin yarısını korumuş olur. Öyleyse ikinci yarısını da korumak için Allah´tan korkmak olan takvâya yapışsın.
Şu hadîs de aynı mânâya işaret eder:
Evleniniz, evlenmeye gücü yetmeyen oruçla şehvetini kırmaya çalışsın. Çünkü oruç şehveti kırar.
Naklettiğimiz eser ve haberlerin çoğu bu mânâya işaret eder. Bu mânâ (şehvetin defedilmesi), birinci mânâ (evlat edinmek)ten sonra gelir. Yani evlenme konusunda ikinci dereceyi işgal eder. Çünkü şehvet, çocuk için yaratılmıştır. Evlenmek, şehveti bertaraf etmeye, mânevi yükünü götürmeye ve saldırganlığın şerrini defetmeye kâfi gelmektedir. Ancak, nikâh bu gayeyle yapıldığı takdirde, sadece Allah´ın rızasını kazanmak için yapıldığına işaret etmez. Çünkü, sadece Allah´ın rızasını kazanmak için emrine uyanın derecesi, elbette tevkilin külfet ve gailesinden kurtulmak için yapanın derecesinden üstündür. Öyleyse, evlenmekte şehvet ile evlat mukadderdirler ve aralarında mânevi bir bağ da vardır.
Evlenmekten gaye lezzettir. Evlat ise onun sonucudur. Yemenin sonucunun def-i hâcet olduğu gibi... O halde çocuk edinmek, evlenmenin mutlak maksudu değildir´ demek câiz değildir. Zira yaratılış ve hikmetin gayesi esasında evlattır. Şehvet ise, insanın onu elde etmesi için gerekli bir vasıtadır. O da şehveti yerine getirmekte öyle bir lezzet vardır ki, eğer devamlı olsaydı onunla hiçbir zevk ve lezzet ölçülmezdi. O lezzet, cennette verilmesi va´dedilen lezzetlere dikkati çekmektedir. Zira hiçbir şekilde tadılmamış lezzete teşvik etmek faydasız ve gereksizdir. Çünkü eğer iktidarsız bir kimse, sevişmeye veya herhangi bir çocuk, saltanat ve idareceliğin lezzetine teşvik edilirse, bu teşvikin beş paralık bir değeri yoktur. Dünya lezzetlerinin bir faydası da, cennette devam edeceğine dair bir teşvik olmalıdır ki, insanları Allah´a ibadet etmeye iletsin. Önce hikmete, sonra rahmete ve daha sonra da ilâhî donatım ve techize bak ki, tek şehvetin altında zâhir ve bâtın olmak üzere iki hayatı dercetmiştir.
Zâhirî hayat, kişinin neslinin devamıyla devam edip yaşamasıdır. Çünkü onun neslinin devamı kendisininde bir nevi devamıdır. Bâtınî hayat ise, âhiret hayatıdır. Çabuk bitmekle eksilen bu lezzet, insanı devamlılığından ötürü mükemmel olan ebedî lezzete ve insanı o lezzete vardıran tâat ve ibâdete teşvik eder. Böylece bu, gösterdiği şiddetli istek sayesinde kendini cennet nimetlerine vardıran ibadetlere devam etmeyi kolaylaştırır. Gerek insan bedeninin görünür ve görünmez bütün zerre (hücre)lerinde ve gerekse göklerin ve yer âleminin bütün zerrelerinde öyle ince hikmet ve şaşırtıcılıklar vardır ki, akıllar onları idrâk edemez, hayretler içinde kalır ve onları olduğu gibi çözemez bir hâle gelir. Onlar ancak her türlü bulanıklıktan arınmış kalplere, saflıkları oranında, dünyanın geçici parlaklığından, gurur ve gailelerinden uzaklaştıkları nisbette görünürler,
Nikâh ki şehvetin gailesini defeden bir sebeptir âciz ve erkeklikten mahrum olmayan herkes için dinen çok önemli bir vecibedir. Bu sıfat ise, halkın çoğunda vardır. Şehvet galip geldiği ve takvâ kuvvetiyle gemlenmediği takdirde insanı fuhşiyata götürür. Hz. Peygamber, Allah Teâlâ´dan naklen bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:
Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesad hâkim olur.
Şayet kişi takva gemiyle gemli ise, arzularını şehvetten, gözünü haramdan ve tenâsül uzvunu da zinadan koruyabilir. Kalbini vesvese ve kötü düşüncelerden alıkoymak ise, o insanın gücü dahilinde değildir. Aksine nefsi kendisini daima cinsi konulara çekip konuşturur ve şeytan çoğu zaman kendisinden ayrılmaz. Bazen namaz esnasında bile gelip gırtlağına yapışır. Hatta namazda kal-bine öyle cinsî hayaller ilka eder ki, eğer en âdi bir kimsenin huzurunda o hâdiseler açıkça söylense, muhakkak ki ondan utanırdı. Allah ise, onun kalbini bilmektedir. Kalbin Allah tarafından ayân-beyan bilinmesi, halkın açıktakileri bilmesinden daha açıktır. Ahiret yolunun yolcusu olan kişi için, emirlerin başı kalptir. Oruca devam etmek halkın çoğunun kalbinden vesveseyi kazıyamaz. Bu sırra binâen İbn Abbas şöyle demiştir: ´Âbidin ibâdeti ancak evlenmesi ile tamamlanır´.
Bu türlü vesvese umumi bir beladır. Ondan çok az insan yakasını kurtarmıştır. Katade şu ayeti tahammül edilmez, serkeş şehvetle te´vil etmiştir:
Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! (Bakara/286)
İkrime ve Mücâhid İnsan zayıf olarak yaratıldı´ (Nisâ/28) ayetini ´kadınsız sabredemez´ şeklinde tefsir etmişlerdir.
Feyyaz b. Nüceyh şöyle demiştir: ´Kişinin tenâsül uzvu kalktığı zaman aklının üçte ikisi gider´. Bir kısım âlimler de ´Dinin üçte biri gider´ demişlerdir.
Nevadir Tefsiri´nde İbn Abbâs´ın, Felâk sûresinin ´Karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden´ ayetine ´tenâsül uzvunun kalkıp serkeşlik yapması´ şeklinde mânâ verdiği nakledilmiştir. Çünkü bu durum, ezici bir belâdır. Geldiğinde, ne din, ve nede akıl ona karşı duramaz. Bununla birlikte önce geçtiği gibi, bu şehvet iki hayatın elde edilmesine de faydalıdır. Şehvet şeytanın insanoğluna karşı kullandığı en kuvvetli silâhıdır. Allah´ın sevgili habibi Hz. Peygamber (s.a), şehvetin şeytan elinde en keskin ve kuvvetli âlet olduğuna şu hadîs-i şerîfiyle işaret etmiştir:
(Ey kadınlar!) Aklı ve dini eksik olanlar içinde sizden daha fazla akıllıları mağlup eden birşey görmüş değilim.24
Akıllıların bunlara mağlup olmasının hikmeti; şehvetinin galeyâna gelmesidir.
Hz. Peygamber bir duasında şöyle demiştir:
Ey Allahım! Kulağımın, gözümün, kalbimin ve şehvetimin şerrinden sana sığınırım.25
Ey rabbim! Kalbimin temizlenmesini ve edep yerimin zinâdan korunmasını senden niyaz ederim.20
Hz. Peygamber´in şerrinden Allah´a sığındığı şey hiçbir şekilde ihmâl etmeye gelmez.
Sâlih kullardan biri çokça evlenir; hatta öyle ki, yanında iki üç zevceden eksik bulundurmazdı. Sûfîlerden biri onun bu durumuna itiraz etti. Bu itiraza karşı o sâlih kul şöyle sordu: ´Ey sûfî! Herhangi bir işte Allah´ın mânevî huzurunda oturup kalbini şehvet tehlikesinden kurtaranınız var mıdır?´ Sûfî ´Bu durum, başımıza çokça gelmektedir´ diye cevap verdi. O sâlih şöyle devam etti: ´Eğer hayatım boyunca bir kerecik sizin başınıza gelenlere razı olsaydım evlenmezdim. Fakat beni meşgul eden şey kalbime geldiği zaman onu bertaraf ederim. Böylece felâha kavuşup hâlime ve işime devam ederim. Kırk seneden beri kalbime kötülük nâmına birşey gelmiş değildir´.
Halktan biri sûfîlerin hâlini şiddetle yeriyordu. Dindar bir kimse kendisine sûfîlerin nesine hücum ettiğini ve hangi hâllerini tenkid ettiğini sordu. O bu suâle şöyle cevap verdi:
- Çok yerler.
- Onların acıktığı gibi sen de acıksan sen de çok yersin.
- Çok evlenirler.
- Eğer sen de onlar gibi gözlerini haramdan ve edep yerini zinadan korusan, muhakkak ki sen de onlar gibi evlenirsin?
Cüneyd-i Bağdâdî şöyle derdi: ´Yemeye ve içmeye muhtaç olduğum gibi, cinsî münasebete de ihtiyaç duyarım. O halde zevce, hem nafaka ve hem de kalp temizliğine vesiledir.
Böyle olduğu içindir ki, Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Kim bir kadını görüp iştahı çekerse, gidip helaliyle cinsî münasebette bulunsun.27
Zira böyle yapmak vesveseyi nefislerden uzaklaştırır.
Câbir (r.a), Allah´ın Rasûlü´nden şöyle rivayet eder:
Allah´ın Rasûlü, bir kadın gördü ve derhal Zeyneb validemizin odasına girip, şehvetini gidererek dışarı çıktı,28
Kadın geldiğinde şeytan suretinde gelir. O hâlde herhangi biriniz hoşuna giden bir kadını gördüğü zaman, zevcesiyle cinsî münasebette bulunsun. Çünkü hoşuna giden kadında ne varsa, onun zevcesinde de o vardır.
Kocası yanında bulunmayan kadınların evlerine girmeyin. Çünkü şeytan damarlarınızda kanın dolaşması gibi bedeninizde dolaşmaktadır. Bizler ´Sende de mi böyle dolaşır´ diye sorunca, Hz. Peygamber ´Evet, bende de bu şekilde dolaşır. Ancak ona karşı Allah Teâlâ bana yardım eder de, onun şerrinden emin ´kalırım´29 dedi.
Süfyan b. Uyeyne der ki; hadîsteki ´Eslemü´ tâbiri, ´ben onun şerrinden emin kalırım´ demektir. Yoksa şeytan müslüman olmuştur demek değildir. Çünkü şeytan müslüman olamaz.
Ashâbın zâhid ve âlimlerinden olan İbn Ömer (r.a) oruçlu iken iftar zamanında yemekten önce cima eder ve yıkandıktan sonra namaza dururdu. Bütün bunları, kalbi ibadet için boşalsın ve şeytanın vesveselerinden kurtulsun diye yapardı. Rivayete göre o, Ramazan ayında yatsı namazından önce câriyelerinden üçüyle cinsî münasebette bulundu.
İbn Ömer şöyle demiştir: ´Bu ümmetin en hayırlısı en fazla evlenenidir´.
Şehvet, Arapların mizacına galip bir haslet olduğundan bu kavimden olan sâlihler diğer milletlerin sâhillerinden daha fazla evlenirler. Zinâdan korkulduğundan, kalbin fitneden boşalması için cariye ile evlenmek bile helâl kılınmıştır. Oysa bu türlü evlenmede çocuğun köleleştirilmesi sözkonusudur. Köleleştirmek ise, çocuk için bir nevi helâktir. Fakat böyle bir hareket hür bir kadınla evlenmeye gücü yeten bir kimse için haramdır. Ancak bütün bunlara rağmen, çocuğun köleleştirilmesi, dinin yok olmasından çok daha hafiftir. Böyle yapmakla ancak bir müddet için çocuğun hayatı kötü geçer. Fakat fuhşiyatı irtikâb etmekte ise, bir tek gününe karşılık bile uzun ömürler, çok hakir görülen âhiret hayatı elden gider.
Rivayet edilir ki; birgün herkes İbn Abbas´ın meclisinden kalkıp gitti. Sadece bir genç kaldı. İbn Abbas ihtiyacının ne olduğunu o gence sordu.
- Sana bir mesele sormak için kaldım. Fakat cemaatten utandım. Şimdi ise, senden utanıp çekiniyorum.
- Âlim kişi insanın babası yerindedir. O hâlde bana, babana söyleyebileceğin herşeyi söyle.
- Ben evlenmemiş bir gencim. Çoğu zaman zina etmekten korkuyorum.Bu bakımdan birçok kere elimle istimnâ ediyorum. Benim bu yaptığımda bir günah var mıdır?
Bu soru karşısında kalan İbn Abbas, yüzünü öbür tarafa çevirerek öf diye hayıflandı ve sonunda şunları söyledi:
- Câriyeyi nikâhlamak elle istimnâ etmekten, elle istimnâ etmek de zina yapmaktan daha hayırlıdır.
İbn Abbas´ın bu hükmü şehvet sahibi bekâr kimsenin üç ateş arasında bulunduğuna işarettir. O ateşlerden en zararsızı cariye ile evlenmektir. Bu evlenmekte çocuğun köleleştirilmesi vardır. Bundan daha ağırı elle istimnâ etmektir. Bu, ateşlerin en zararlı ve en büyük olanı da zinadır.
İbn Abbas bunların hiçbirinin mutlak olarak mübah olduğunu söylemedi. Çünkü cariye ile evlenmek ve elle istimnâ etmenin ikisi de mahzurludur. Ancak onlardan daha mahzurlu olan zinâya kapılmamak için onlara sığınılır. Nitekim nefsin açlıktan ötürü helâk olmasından korkulduğu zaman leşin yenmesine izin verildiği gibi... İki şerden en hafifini tercih etmek, onun mutlak mü-bah olduğu mânâsını taşımaz ve aynı zamanda mutlaka hayırdır mânâsına da gelmez. Kangren olmuş bir elin kesilmesi, hayırlı birşey değildir. Fakat ölüm sözkonusu olduğunda elin kesilmesine izin verilir. (Hatta bazen kesilmesi farz bile olur). Bu durumda evlenmekte bir fazilet vardır. Ancak bu durum, bütün insanlara teşmil edilemez. Belki insanların çoğu için geçerlidir.
Birçok kimse vardır ki, yaşlılık, hastalık ve başka illetlerden şehveti azalır. Onun hakkında nikâha teşvik edici bu haslet yok olur. Ancak daha önce bahsi geçen evlat meselesi kalır. Çünkü pek nadir rastlanan cinsel organı olmayan kimse hariç, bu emir herkes içindir.
Bazı tabiatlar vardır ki, onlarda şehvet o derece fazladır ki, bir kadın onları zabt u rabt altına alamaz. Bu şehvet sâhibine birden fazla, dörde kadar evlenmek müstehabdır. (Fakat kadınlar arasında adaletli olmak bu meselede temeldir). Eğer Allah Teâlâ kendisine muhabbet ihsân edip, kalbi onlarla mutmain olursa ne âlâ. Aksi takdirde boşanmak suretiyle değiştirmek kendisi için müstehab olur. Hz. Ali (r.a) Hz. Fatıma´dan yedi gün sonra ev-lenmiştir.
Deniliyor ki, Hz. Hasan çok evlenen bir zattı. Hatta ikiyüz kadından fazlasıyla evlendiği rivayet edilir. Aynı zamanda dört hanımla birden nikâh akdi yapar, çoğu zamanda da dördünü bir-den boşar ve başkalarıyle evlenirdi. Hz. Peygamber Hz. Hasan´a şöyle demiştir:
Benim yaratılış ve ahlâkıma benziyorsun.30
Hasan benden, Hüseyin de Ali´dendir.31
Deniliyor ki, Hz. Hasan´ın çok evlenmesi, peygamber-i zişâna benzeyişinin bir emâresidir.
Muğire b. Şûbe seksen kadın ile evlenmiştir. Ashâb-ı kirâm içinde üç veya dört kadınla evli bulunanlar çoktu. İki kadınla evli olanların ise haddi hesabı yoktu. Evlenmenin sebebi belli olduğu zaman, ilâcın illet nisbetinde verilmesi gerekir. Evlenmekten gaye; nefsin teskin edilmesidir. Öyleyse çokluk ve azlık konusunda bu durumu dikkate almalıdır.